22.10.2022

CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kanal 58'de "Gündem Özel" Canlı Yayınına Katıldı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bugün Kanal 58'de Sacit Ak’ın sunduğu ‘Gündem Özel’ programının konuğu oldu.

Sacit Ak- Sayın Genel Başkanım, böyle güzel bir tarihi kent meydanına sahip olan Sivas’ımıza hoş geldiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Teşekkür ederim.

Sacit Ak- Üç gündür Sivas’tasınız. Çeşitli temaslarınız var, çalışmalarınız var. Genel olarak Sivas’ın sorunlarıyla ilgili, beklentileriyle ilgili konulara vakıf oldunuz. Buna rağmen biz bu programı vesile edip Sivas’ın sorunlarıyla, beklentileriyle ilgili birkaç konuyu zatıalinize arz etmek istiyoruz.

Şu anda Sivas’ta en yoğun gündemi işgal eden konuların başında cazibe merkezi meselesi geliyor. Sivas’ımız da uzun yıllardır devam eden, yatırımlar alan bir organize sanayi bölgemiz var. Geçen yıl ikinci bir organize sanayi bölgesi Nuri Demirağ Organize Sanayi Bölgesi adı altında bir sanayi bölgesi daha oluşturduk. Bizim eski organize sanayi bölgemizde 4. Bölge bir kararnameyle de 5. Bölge teşviklerinden yararlanmak üzere yatırımlar yapılıyordu. Yeni organize sanayi bölgemizde de cazibe merkezi olarak ilan edildik. Gerçekten Sivas’ın kalkınmasına değer katacağına inandığımız bir cazibe merkezi olduk. Ancak buna sevinirken bir sorunla karşılaştık. Sivas’ı böldük, eski yatırımcıları, eski organize sanayi bölgesini cezalandırır gibi bu tarafı tekrar cazibe merkezi haline getirdik. Nuri Demirağ Sanayi Bölgesine cazibe merkezi şartlarını verdikleri için teşekkür ediyoruz ama bir eksiğin de giderilmesini bekliyoruz. Bu konuda zatıalinizin görüşlerini işitmek isteriz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi. Şimdi efendim bir ilde yatırımcı için çifte standart olmaz. Normalde bir il için karar alacaksanız ilin tümünü kapsaması lazım. Akıl da bunu gerektirir, ekonomi de bunu gerektirir, şehir de bunu gerektirir, yatırımcı da böyle bir özlem içinde olur. Siz belli bir kesime özel bir ayrıcalık, diğerlerine daha eski oldukları için onlara farklı bir pozisyon takınmalarını isterseniz bir çifte standart çıkmış olur ortaya. Yatırım yapılabilir oraya. Eğer istiyorsanız orayı ya tümünü cazibe merkezi yaparsınız o zaman Sivaslıların hepsi memnun olurlar, evet derler Sivas’ın… Kan kaybediyor zaten Sivaslı sürekli Sivas’ın dışına gidiyor. Sivas’ta yaşayanlardan çok daha fazla Sivaslı Sivas’ın dışında özellikle İstanbul’da. Bunlar burada kalsın diyorlarsa, buraya gelsin diyorlarsa, Sivaslı kent dışına çıkmasın diyorsanız tümünü cazibe merkezi yaparsınız ve burası gerçekten de sanayide önemli bir merkeze dönüşebilir. Anadolu’nun kalbi burası. Dolayısıyla bu çerçevede düşünmek lazım.

Sacit Ak- Seçim sath-ı mailine girdik. Kısmet olur inşallah Millet İttifakı iktidarı görürsek biz Sivas’ın komplesinin, ilçelerinin cazibe merkezi olacağının müjdesini alabiliyoruz inşallah.

Kemal Kılıçdaroğlu- İnşallah. Tabi inşallah.

Sacit Ak- Bizim yine yıllardır kangren olan bir demir çelik fabrikamız var. Ben ilkokuldaydım demir çelik fabrikasının hülyalarıyla büyüdüm. Kısmet oldu bir demir çelik fabrikası kuruldu. Fakat kurulmalı mıydı, kurulmamalı mıydı, başımıza bela oldu. Kâh işçileri çıkartılacak, kâh işçilerin alacakları kalır, tedarikçilerin alacakları kalır, devletin, maliyenin, sigortanın alacakları kalır. Böyle başımıza bela olan bir yumak oldu. Demir çelik fabrikasının hakikaten ayağa kalkması lazım. Erdemir’le birleştirilebilir DİVHAN’la birleştirilebilir. Demir çelik fabrikasını ele almayı düşünür müsünüz iktidarınızda?

Kemal Kılıçdaroğlu- Sivas için demir çelik fabrikası çok önemlidir. Demir çelik sanayi de Türkiye için çok önemlidir. Nitekim Türkiye’de bu alanda çalışan fabrikalar var ve hepsi çalışıyor. Fakat burası çalışmıyor. Çünkü burayla ilgili izlenen politika baştan yanlıştı. Özelleştirme çerçevesinde yaptıkları uygulama yanlıştı, fabrikayı teslim ettikleri kişi yanlıştı ve bugün geldiğimiz noktada fabrika çalışmıyor. Oysa o demir çelik fabrikasının Sivas için ne kadar değerli olduğunu, binlerce insanın orada çalıştığını, ürettiğini, evine ekmek götürdüğünü, gelir kapısı olduğunu… Onlar kazanınca Sivas esnafı da kazanıyor, diğerleri de kazanıyordu, insanlar huzur içindeydi. Şimdi bütün bunlar tamam özelleştirildi. Bazen çalışıyor, bazen çalışmıyor. İşçiler alacaklarını alamıyorlar. Hatta bir grup işçi arkadaş daha önce Ankara’ya gelmişti, benimle de görüşmüşlerdi. Buranın 6183 sayılı bir kanunu var ‘Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’, bu kanuna göre buraya devlet el koyabilir, alacaklarını tahsil edemediği için. Nitekim geçmişte buna benzer bir uygulama Adana’da olmuştu, alındı. Burada da alınabilir, kamulaştırılabilir. İnsanlar gene gelip buraya… Buraya profesyonel yöneticiler atanabilir. Zarar değil kar etmemesi için hiçbir neden yok. Hele bugünkü koşullarda dışarıdan çok daha pahalıya biz bazı ürünleri alıyoruz. Çalıştırılır, yüzlerce insan istihdam edilir, fabrika gerçekten de gerekirse belli bölümleri yenilenebilir ve burası gerçek anlamda bir demir çelik fabrikası olarak çalışabilir.

Bakın şunu söyleyeyim; Allah nasip eder iktidar olduğumuzda ilk yapacağımız işlerden birisi bu ve benzeri fabrikaların, yok edilen fabrikaların, bir yandan da işçinin gidip de çalışmak istediği ama fabrikanın çalıştırılmadığı bir ortamda bunların tamamını değiştireceğiz. Çalıştırmıyor musun kardeşim, ‘devlet olarak diyorum kusura bakma al paranı ben burayı alıyorum’. Kim çalışacak burada, Sivaslı çalışacak. Şimdi Sivaslı çalışınca bu memlekete, bu devlete bir zararımı olacak? Hayır efendim, herkes kazanacak. Devlet de kazanacak, Sivaslı da kazanacak, işçi de kazanacak, onların çocukları da kazanacak, herkes evine helal ekmek götürecek daha ne istiyoruz ki zaten. Devlet dediğiniz budur zaten. Sosyal devlet diyoruz yani fakirin, fukaranın yanında duran devlete biz sosyal devlet diyoruz. Fakat devlet sosyal işlevini kaçırdı, kaybetti yani.

Geçen söyledim, yani dedim ki, Allah aşkına 20 yıllık bir iktidar döneminde AK Parti desin ki ‘Ben şu fabrikayı yaptım, şu şeker fabrikasını yaptım’ desin, ‘Şu çimento fabrikasını ben yaptım’ desin. Bir fabrika dahi yapmış değil. Ama var olan pek çok fabrika yok edildi. Tokat’ta sigara fabrikası vardı, özelleştirdiler. Alanlar bu fabrikayı yenileyeceklerdi ve yeni üretim yapacaktı. Şimdi yerle bir ettiler tamamını yıktılar. Demirlerini sattılar, mobilyalarını sattılar. Fabrikanın demir aksamı olan pek çok malzemesini götürdüler sattılar. Ortada sadece bomboş bir arazi kaldı. Yani yazıktır, günahtır.

O nedenle burayı yıkamazlar, az kaldı zaten inşallah iktidar olduğumuzda Sivaslı görecek, memlekete hizmet nasıl yapılırmış görecek. Hiçbir ayrım yapmadan insanlar nasıl çalışırmış onu görecek. Türkiye yeni bir iklimi kendi topraklarına getirmek zorundadır. Ayrışmayı değil beraber olmayı, kavga etmeyi değil kucaklaşmayı. Allah aşkına biz neyin kavgasını yapıyoruz ve niye kavga ediyoruz? Memlekete hizmetse yarışalım. Memlekete hizmet için yarışalım eyvallah. Kim daha güzelini yapıyorsa milletin takdiridir başımızın üstünedir. Ama bir tek fabrika yapmıyorsunuz, var olan fabrikaları da kapatıyorsunuz. Bu sadece bakın buraya ait değil. Gidin Kars’a kapatılan fabrikaları görürsünüz. Bitlis’e gidin kapatılan fabrikaları görürsünüz. Özel sektör gitmiyor. Özel sektör gitmiyorsa devlet gider. Olmuyorsa oraya özel teşvikler getirirsiniz, insanlar gitsinler.

Benim gördüğüm şu; Anadolu’nun içi boşalıyor. Herkes nereye gidiyor? Herkes gidiyor İstanbul’a, İzmir’e gidiyor, Denizli’ye gidiyor, Bursa’ya gidiyor, Balıkesir’e gidiyor. Dolayısıyla Anadolu’nun içi boşalıyor. Buradan Türkiye’yi kurtarmamız lazım.

Sacit Ak- Bir diğer konu, ilk yanlış hatırlamıyorsam 2006 yılında gündeme geldi Sivas hızlı trene kavuşacak. 2006 yılında gündeme geldi, 2009 yılından bu tarafa her seçim öncesi hızlı tren geliyor diye müjdelendi. Ancak hala hızlı tren projesi bitmedi maalesef. CHP olarak, Sayın Kılıçdaroğlu olarak hızlı tren getirilmesine sıcak bakıyor musunuz? Bu projeyi bitirir misiniz yoksa iptal mi edersiniz? Bu soruyu şunun için soruyorum. Türkiye’de şöyle bir korkumuz var bizim. Her iktidar değişikliğinde önceki iktidarların projeleri kayboluyor, yarım bırakılıyor. CHP olarak, Sayın Kılıçdaroğlu olarak bu hızlı trene bizi kavuşturur musunuz, yoksa iptal mi edersiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi önce şunu ifade edeyim. Yapılan bir yatırım bu memleketin faydasınaysa, lehineyse zaten buna karşı çıkmak doğru değildir. Oraya bir kaynak ayrılmıştır, bu bir milli servettir. Milli servet olarak görmeniz lazım. Gereği neyse yapacaksınız. Bizim politikamız CHP olarak biz demir yollarına önem veren bir partiyiz. Demir yollarına bakın biz şöyle bir şey de düşünüyoruz. Biz Trabzon ve Samsun’u demiryollarıyla İskenderun’a bağlamak istiyoruz, Mersin’e bağlamak istiyoruz. Yani, Karadeniz ile Akdeniz’i buluşturmak istiyoruz demiryollarıyla. Demiryollarıyla niye buluşturmak istiyoruz onu da söyleyeyim. Diyelim ki Sivas’ta bir fabrika var ihracat yapacak, Kayseri’de bir fabrika var ihracat yapacak, Kahramanmaraş’ta bir fabrika var ihracat yapacak. Mallarını limana demiryoluyla taşımak kaydıyla parasını tümüyle devlet olarak biz karşılayacağız. Dolayısıyla oradan ihracatını yapacak. Bu şu anlama geliyor, fabrikanın deniz kenarında olmasıyla Sivas’ta olması arasında hiçbir fark yok. Burada maliyet daha düşük, burada daha düşük bir maliyete imal edebilirsiniz, masraflar daha düşüktür. Belki özel teşvikler vardır burada. Dolayısıyla burada malınızı üretirsiniz, demiryoluyla taşırsınız limana, 5 kuruş nakliye parası vermezsiniz. Oradan malınızı ihraç edersiniz. Bizim ana felsefemiz demiryoluyla bunları yapmaktır. Bu sadece bu bölge için değil mesela Denizli’yi de İzmir’de limana bağlayacağız yine demiryoluyla bağlayacağız oraya ve bu demiryolları aktif olacak, bu demiryollarından mallar, malzemeler taşınacak. Gerekirse yolcu taşınacak.

Yüksek hızlı tren evet söz verildi. Ben biliyorum her seçim öncesi geldiler buraya işte tarih verdiler; o tarih olmadı, bir sonraki seçim o tarih tekrar verildi. Anlayış şu; bunu izin verirseniz açıkça söyleyeyim. Anlayış şu efendim, yani ben Sivaslıya ne yaparsam yapayım zaten o bana oyunu verecek diyor. Şimdi bu anlayışla siyaset yapılıyor. Bu anlayışla siyaset yapmak aslında Sivaslıya haksızlıktır. Ama Sivaslının da şunu görmesi lazım artık. Kardeşim politika dediğiniz, siyaset yapıyorsanız, devleti yönetiyorsanız o zaman vatandaşa doğruyu söyleyeceksiniz. Ha yapamayabilir bakın onu da söyleyeyim. Gayet iyi niyetle diyorum yapamayabilir ama çıkar Sivaslıya der ki, biz söz verdik şu tarihte yapacaktık ama şu şu şu gerekçelerle biz bunu yapamadık. Ne bileyim; yol yaptık, işte bilmem sel geldi aldı götürdü, o nedenle biraz geciktik veya başka bir şey oldu, biz bunu yine zamanında yerine getiremedik. Bir gerekçe yok, halka söz veriyorsunuz, oyu alıyorsunuz, yapmıyorsunuz, bir daha seçim oluyor, yine söz veriyorsunuz. Hangi tarihte kurdelenin kesileceğini söylüyorsunuz yine yapmıyorsunuz. Bu sefer eminim, inanıyorum -bugün de söyledim zaten belediye başkanları toplantımızda- Sivaslının oyu çantada keklik değil. Sivaslı artık buna izin vermez. Sivaslı gerçeğin peşinde koşmak zorunda. Kim kendisini aldattıysa kusura bakma diyecek artık benim inancım o. Kusura bakma kardeşim ben sana her seferinde oy verdim, sen her seferinde bana doğruları söylemedin ve Sivaslılar hep kaybettiler. O nedenle bir bakalım, bir de şu Kılıçdaroğlu’nu deneyelim, Kılıçdaroğlu nasıl bir adam bir görelim, o verdiği sözün arkasında durur mu, durmaz mı bir görelim bir denemesi lazım, bir görmesi lazım. Gerçeğin ne olduğunu görmesi lazım, verilen sözün ne anlama geldiğini görmesi lazım. Afaki konuşmadan siyasetçinin biraz kaçınması lazım. Evet, biraz popülist söylemler olabilir ama Türkiye aşırı popülizmi kabul edemez yani. Bu Türkiye’nin hep kaybetmesine yol açıyor.

Sacit Ak- Efendim mesleğimden dolayı -ben mali müşavirim- hesap uzmanlığınızdan, SSK Genel Müdürlüğüne kadar mesleğimden dolayı takip ediyorum. Kılıçdaroğlu sözünde durur mu sorusu benim için geçerli değil. Çünkü yakinen biliyoruz, Kılıçdaroğlu gereğini yapar, mesleğimizden dolayı onu biliyoruz, paylaşmak istedim.

Efendim karayollarında sıkıntımız var bizim. Türkiye genelinde eksiğiyle, fazlasıyla ciddi manada yol yatırımı var. Türkiye’deki yol yapımlarıyla beraber Sivas’taki yol yapımları da başladı. Bizim Malatya yolumuz 15 senedir yapılıyor, yarım duruyor. İşte bugün bir bölümünü herhalde açıyorlar. Diğer taraftan Tokat yolumuza bakıyoruz, hala ham. Ankara yolumuz bile, başkente giden yolumuz bile tam anlamıyla bitirilemedi, inşaatı devam ediyor. 20 yıldır devam eden bir karayolları ağımız var. İnşaatı ciddi manada sıkıntı. Sivas, siz söylediniz il dışında bilhassa büyük kentlerde çok nüfusu olan bir il, ciddi manada yolcu hareketi olur ama ulaşım sıkıntısından dolayı gerçekten problem yaşıyoruz. Hemen bunun ucuna şeyi de ilave edeyim. Bizim geçen seneye kadar 5 – 6 tane uçak seferimiz vardı İstanbul’a, İzmir’e gitmek, gelmek kolaylaşmıştı. Dolayısıyla ciddi bir iç turizmi hareketi oluyordu, ekonomimize yansıyordu. Uçak seferlerimiz de son derece kısıtlandı ve saatleri de uygun değil. Uçak seferlerimizin ve karayollarımızın Sivas’ın yapısına, ihtiyacına uygun hale getirilmesi için sizden bir destek arzu ediyoruz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Efendim olması lazım. Sivas her ne kadar biz kan kaybediyor diyor isek de nihayetinde ayakta duran, nihayetinde çalışan, nihayetinde üreten bir kent. Dolayısıyla buranın demiryolu, havayolu, karayolu ihtiyaçlarının karşılanması lazım. Anadolu’nun kalbidir burası, Sivas Anadolu’nun merkezidir. Bakıldığı zaman 8 bin yıllık bir tarihi vardır. 8 bin yıllık tarihi olan kadim bir kenttir. Bu kadim kente her siyasi partinin yani hiç fark gözetilmeksizin iktidarda olan hangi parti olursa olsun değer vermesi lazım, önem vermesi lazım. Ekonomik açıdan, sosyal açıdan, turizm açısından. Burası turizm açısından da gerçekten turistler için bulunmaz bir yerdir. Balıklı Göl’ünden tutun Çifte Minerali Medrese ’ye kadar her şeyi burada bulmak mümkündür. Divriği Ulu Camii ki hele Birleşmiş Milletlerin biliyorsunuz yani UNESCO’nun sayılı eserler listesine girmiştir. Dolayısıyla bu çerçevede bakmak lazım. Her şeye rağmen kaynaklar sınırlı siz de gayet iyi bilirsiniz. Bütün mesele siyasette sınırlı olan kaynakları en verimli şekilde kullanmaktır. Eğer bu sınırlı kaynakları verimli bir şekilde kullanırsanız bugün Sivas’ın ve Sivaslının yaşadığı sorunları daha rahat çözersiniz. Ama kaynağı hoyratça kullanırsanız yani 1 liralık işi götürüp de 5 liraya yaptırır ve kendi müteahhidinize verirseniz, onun aldığı parayı da kırışırsanız bu işler yürümez. Geldiğimiz nokta biraz bu.

Sacit Ak- Bizim su sorunu zaten programlarda da açıkladığımız ciddi bir su sorunuyla karşı karşıyayız. Su sorununu çözecek bir baraja ihtiyaç var gibi gözüküyor. Şu anda geçici tedbirlerle bunu çözüyoruz ama ciddi bir su ihtiyacımız var.

Kemal Kılıçdaroğlu- Efendim Kızılırmak burada, Yeşilırmak buradan geçiyor. Kelkit havzası var burada olağanüstü bir havza. Ama Sivas susuz ve su sorunu yaşıyor. Söyleyeceğim tek şey var, büyük bir ayıp yani gerçekten büyük ayıp.

Sacit Ak- Sivas’la alakalı tarım, hayvancılığı gündeme getireceğim. Sivas’ın nüfusu 640 bin civarında il nüfusu ve 350 bine yaklaşık ilk merkez ilçede, 160 – 170 bini ilçe merkezlerinde, 150 bin civarında köylerde yaşıyor, kırsalda. 1265 köy, 1235 köy, 750 mezrası var. Yaklaşık 2 bin kırsalda yerleşim nüfusumuz var.

Kemal Kılıçdaroğlu- Köy sayısında 81 il içinde birinci.

Sacit Ak- Evet birinciyiz. Maalesef bu sene havaların kurak gitmesi nedeniyle başta olmak üzere geçen yıl gübre fiyatlarındaki anormal artışlar sonucunda köylü gübre kullanamadı. Bilinen bir gerçek üzülerek söylüyoruz köylünün ürününün bir kısmı tarlada kaldı, biçmeye değer bir ürün olmadığı için. Ürünü biçemedi, ürünü biçemeyince yem de alamadı. Hayvancılık konusunda büyükbaş ve küçükbaşta son zamanda Sivas’ta artış vardı ama bu ürününü toplayamadığı için, yem tedarik edemediği için hayvanını satıyor. Bu sene de önemli ölçüde tarlasını ekmeme kararı aldı. Bu bize ciddi bir sorun çünkü Sivas aslında hayvancılık ve tarım bölgesi aynı zamanda. İşte 650 bin nüfusun 150 bini 2 bin köyde yaşıyor. Köyler boşalmaya da devam ediyor. Okulunu kapatmışsınız, sağlık ocağı yoktur. Hemen hemen asfalta kavuşmuş bir tane köy yok denecek kadar azdır. Yüzde 5 civarındadır. Ciddi anlamda bir kırsal yatırım bekleyen, tarım hayvancılık alanında yatırım ve teşvik bekleyen bir yapıdayız. Bu konuyu da bilgilerinize arz ederim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Şöyle ifade edeyim. 22 okul, merkez de dahil olmak üzere 22 okul yıkıldı güvenli değil diye. 2 yıldır yapılmıyor. Bugün belediye başkanları toplantısında söyledim. Milli Eğitim Bakanlığı bu yıkılan okulları desin ki CHP yapsın. Biz bu okulların tamamını bir yıl içinde yapıp Milli Eğitim Bakanlığına teslim edeceğiz. Bize engel olmasınlar yani yer vermiyorum demesinler. Bize versinler bir yıl içinde yapacağız teslim edeceğiz. Sonuçta bunlar yine Milli Eğitimin okulu olacak. Sonuçta bu ülkenin evlatları gidecek o okullarda okuyacaklar. Güzel, sağlıklı, bahçesi olan, her türlü donanımı olan bu okulları yapacağız süratli bir şekilde. Bakın bizim Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı bütün ilçelere okul yaptı. Niçin yapıyor Büyükşehir Belediye Başkanı, hangi gerekçeyle yapıyor? Çocuklar var, okula gidecekler, iyi bir okulda okumaları lazım. Yapamıyorlar, hükümet olarak yapamıyorlar. Bir şey söyleyeceğim ama gerçekten bu kadar beceriksiz bir hükümet görmedim. 22 okulu siz nasıl yapmazsınız, 2 yıl geçmiş aradan nasıl yapmazsınız? Biz bunu ben bir yıl diyorum ama normalde biz bunu 6 ay içinde yapar teslim ederiz. Bakın Elazığ’da deprem oldu gene kampanya açtık dedik ki bir okulu biz yapalım. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Türkiye’nin en modern okulunu, örnek en modern okulunu Elazığ’da yapacak. Gittik temelini attık, seneye de çocuklar okuluna başlayacak. Konferans salonundan tutun, spor salonuna kadar her şeyi olan, derslikleri olan, dershaneleri olan, kütüphaneleri olan bir okul yapılacak, anahtar teslim kendilerine verilecek. Kim kazanıyor? Türkiye kazanıyor buradan. Ama hayır CHP yapar ya CHP yapmasın. Şimdi bu algıdan aslında siyasetin kurtulması lazım. Yapıyorsanız başımızın üstüne, yapın; yapmıyorsanız, bırakın biz yapalım. Sonuçta bu ülkenin insanına hizmet ediyoruz. O da hizmet ettiğini iddia ediyor, biz de hizmet ediyoruz.

Bakın biz Türkiye nüfusunun yüzde 51,7’sini belediyelerimiz aracılığıyla yönetiyoruz. Yani bizim belediyelerin olduğu yerde Türkiye nüfusunun yüzde 51.7’si var. Bakın burada gübre yok değil mi? Bizim belediyelerimiz tonlarca gübreyi çiftçilere bedava veriyorlar. Traktörlerden tutun, ağaç budama makinalarına kadar her şeyi yine veriyoruz. Fide, ağaç, hayvan, küçükbaş hayvan, arı kovanı… Bütün bunlar talep geldiği zaman belediyelerimiz bunları yapıyorlar, ücretsiz dağıtıyorlar. Şimdi bunları dağıtmasalar buradaki gibi oradaki köylü de toprağa küsmüş olacak.

Sivas’ta yapılması gereken şu; onu da açık yüreklilikle ifade edeyim, Sivaslı bize belediyeyi versin, Sivas belediyesini. Yine kendileri seçsinler, desinler ki ‘Şu kişi belediye başkanı olursa biz oy vereceğiz’ diye gelsin CHP’den belediye başkanı olsun. Fazla değil 4. yılın sonunda Sivas Büyükşehir Belediye Başkanlığı olur. Dışarıdaki Sivaslıları biz buraya getiririz, istihdam alanı yaratırız, fabrikalar kurarız. Çiftçinin yüzü gülecek, çiftçi üretecek. Kimse gidip de İstanbul’un varoşlarında acaba asgari ücretle iş bulabilir miyim diye uğraşmayacak. Buraya getiririz. Bir süre sonra göreceksiniz kısa süre içerisinde yani ben 4 yıl diyorum ama bu daha kısa sürede de olabilir, nüfus 750 bini bulur, burası büyükşehir belediye başkanlığı olur. Artı Sivas’ın bütün ilçelerine, bütün köylerine belli bir zaman dilimi içerisinde hizmetler verilir, yollar asfalt yapılır. Biz İzmir’i yapıyoruz, İstanbul’u yapıyoruz, Aydın’ı yapıyoruz, Adana’yı yapıyoruz, Mersin’i yapıyoruz. Bakın, Adana, Mersin’i belediye alırken borç batağında aldık, şimdi belediyelerimizin hiçbirisinin borcu yok. Hepsi borcunu gayet zamanında ödediler. Çalmazsanız, çırpmazsanız, vurmazsanız niçin olmasın, aldığınız para yetiyor size zaten, o parayla hizmetinizi götürürsünüz, hizmeti yaparsınız.

Biz sadece halka yardım yapmıyoruz yani. Özellikle fakire, fukaraya da biz yardım yapıyoruz. Sıcak yemeğinden tutun ona gerekirse nakdi ihtiyaç, çocuğu eğer okula gidiyorsa çocuğun her türlü eğitim harcamaları, artı yoksul ailelere akşamdan okulda yemek verilecek malum çocuklara, onlar çantalara konulur, hiçbir zaman belediyenin amblemi olmaz o çantalarda. Çantası akşam evine teslim edilir. O çocuk beslenme çantasıyla beraber okula gider, okulda yemeğini yer. Dolayısıyla bakın, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek mantığı içinde biz bütün bunların hepsini yaparız. Bizim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem Bey seçilmeden önce demişti ki, ‘ben her çocuğa süt vereceğim…’ Neyse seçildi, gerçekten bu çabayı gösterdi; yoksul ailelerde her eve belli aralıklarla sütü götürdü, verdi ama bunu hiç afişe etmedi, yoksulların yoksulluğunu afişe etmedi. Erdoğan çıkıp şunu söyledi: ‘Hani siz süt dağıtacaktınız ne oldu bu sütler’. Hâlbuki aylardır süt dağıtılıyordu. Ama biz onun yaptığı gibi yapmıyorduk. Fakirin fakirliğini dışa vuramazsınız, o da bir insandır. Eğer o fakirse onun elinde değil yukarıda kabahat. Sen ona iş mi verdin, ona iyi bir gelir mi sağladın? Ona ev mi verdin, yurt mu verdin? Sen bunların hiçbirisini vermiyorsun, e bu adam fakir. Ona sosyal devlet bakamıyorsa bizim belediyelerimiz bakacak, çocuğun yiyeceği dâhil her şeyi sağlayacağız yani, yapıyoruz bunu.

Sacit Ak- Efendim Sivas’ı konuştuk. Aslında Sivas’ı konuşurken çiftçiye de bir pencere açmış oluyoruz. Çünkü Sivas’ın bir ucu Karadeniz iklimi, bir ucu Akdeniz ikilim, bir diğer ucu İç Anadolu iklimi, bir diğer ucu Doğu Anadolu iklimi. Kültürüyle de bu 4 bölgeyi de görebiliyoruz. Aslında Sivas’taki sorunu konuştuğumuzda Türkiye’yi konuşmuş oluyoruz. Türkiye’nin sorunlarını çözdüğümüzde Sivas’ın sorunu çözülüyor. Bu yapının içerisinde Türkiye’ye şöyle bir baktığımızda, şöyle bir çalışma yaptım. Bizim nüfusumuzun yüzde 50’si, Türkiye nüfusunun yüzde 50’si Marmara ve Ege bölgesinde. İstanbul’un ihracatı 116 milyar dolar, diğer 80 ilin ihracatı 113 milyar dolar. İstanbul’daki otomobil sayısı 6,8 milyon, diğer illerdeki 6 milyon 300 bin. Şimdi bunlara baktığımızda aslında siz devlet olarak Anadolu’yu ihmal ederseniz belirli bir bölgede yığılma oluyor. İşte İstanbul’un yaşadığı sıkıntıları biliyoruz, büyük kentlerin yaşadığı sıkıntıyı biliyoruz. Diğer taraftan Türkiye bundan 20 yıl önce kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken tarımda, bugün tarım ürünleri ithal eden bir ülke konumuna geldik. İşte turizm geliri bizim için çok önemli diyoruz. Şu kadar turist geldi diyoruz, bu kadar turist geldi diyoruz. Bundan 20 yıl önce turistlere biz yerli tarım ürünlerimizi satıyorduk, bugün o turistlere önce ithalat yapıyoruz, sonra ürün satıyoruz. Dolayısıyla Sivas’ı çözelim derken aslında Anadolu’yu çözüyoruz, Anadolu’yu çözünce Türkiye’nin sorunlarını çözüyoruz diye bakıyorum. Bu anlamda bölgesel gelişmişlik farklarını ortadan kaldıracak ki bu gelişmişlik farkı aynı zamanda gelir dağılımındaki adaleti de bozuyor ve ciddi manada bir güvenlik sorununa kadar götürülebiliyor ülkeyi.

Kemal Kılıçdaroğlu- Milli güvenlik sorunu yaratıyor.

Sacit Ak- Evet oraya kadar götürebiliyor. Bu anlamda kırsal bölgelerde, az gelişmiş bölgelerde daha büyük teşviklerle, yatırımların teşvik edilmesiyle, gerekirse -ki buralarda fazla sermaye birikimi yok- devlet eliyle fabrikalar kurmayı, sanayi tesisleri kurmayı düşünür müsünüz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi bakın, bu devlet kurulurken 1923’te İzmir İktisat Kongresi toplanıyor. Çünkü devleti kuranlar savaş meydanlarından gelmişler. Savaşı yapmayı biliyorlar da ekonomi nasıl olacak onu bilmiyorlar tabi. Kongre yapıyorlar, fakat bakıyorlar ki devlet bu işin içine girmeden sermaye birikimi yok, bu iş yürümez. Fabrika kuruyorlar ama fabrikayı yurt genelinde dengeli dağıtıyorlar; Nazilli’de de kuruyorlar, Malatya’da da kuruyorlar, Gaziantep’te de kuruyorlar, Kayseri’de de kuruyorlar, her tarafa dengeli yayıyorlar. Okulları da böyle, Köy Enstitülerini de böyle dengeli yapıyorlar, yurdun bütün coğrafyasına dengeli yapıyorlar. Çünkü insanlar iyi yetişsin, bulundukları topraklarda gelir yaratsınlar ve herkes huzur içerisinde yaşayabilsin. Bu yapılıyor fakat daha sonra bugün geldiğimiz tablonun da bir anlamda o anlayıştan yola çıktığı belli oluyor. Her şeyi batıya yapalım… Sağlıklı bir planlama olmadığı için de bir süre sonra Anadolu’nun içi boşalmaya başladı. Her şey İstanbul’a, her şey İzmir’e, her şey Bursa’ya buralara kaymaya başladı. Nüfus da kaydı buralara, sermaye de buralara kaydı. Sonra bu ciddi dengesizlik Anadolu’dan göçü sürekli ve kalıcı bir hale getirdi.

Şimdi bu tablonun değişmesi lazım. İstanbul’un bir entelektüel kente dönüşmesi lazım. Yani turistlerin gözbebeği olması lazım. 3 büyük imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul’un böyle bu halden çıkarılması, bir beton ormanına dönüşmemesi lazım. Ama bu birdenbire düğmeye basınca olmaz. Anadolu’yu büyüttüğünüz zaman, Anadolu’yu geliştirdiğiniz zaman, denizden ticareti de çok ciddi anlamda arttırdığınız zaman Anadolu’nun içi boşalmaz.

Buna uygun bizim bir projemiz var zaten, bunun üzerinde çalışıyoruz. Benim Amerika’ya gidiş nedenim, dünyanın bir numaralı üniversitesi MIT, onu ziyaret edişim, oradaki bilim insanlarını ziyaret edişimin temel felsefesi de bu zaten.

Biz Anadolu’da katma değeri yüksek ürünü nasıl üretiriz? Katma değeri yüksek ürün üretemezseniz dünyada söz sahibi olamazsınız. Bakın, 85 milyon nüfusumuz var. Diyelim ki, 85 milyon cep telefonu var. Kimin cep telefonları? Yabancıların. Ne oluyor? Onlar üretiyorlar, biz pazar oluyoruz. Niye biz pazar oluyoruz? Niye biz üretmiyoruz? Niye bizim üniversitelerimiz üretmesinler? Üniversite kurduk. 81 ilde de üniversitemiz var. Burada da 2 tane üniversite var. Bu üniversiteler gerçek anlamda bilgi üretiyor mu? Bakın; 20. yüzyılın sonuyla 21. yüzyılın başında dünya sosyal bilgi ekonomisine geçti. Yani bilgi ekonomisi, yani bilgiye dayalı üretim. Katma değeri yüksek üretim. Nanoteknolojiden yararlanıyorsunuz, pek çok şeyi çözüyorsunuz. Biz bunun neresindeyiz? Başında bile değiliz. Çip? Çip üretilmesi lazım. Tayland Uzak Doğu’da bizim Güneydoğu Bölgesinin yarısı kadar devlet. Milli geliri 580 milyar dolar. 23 milyon nüfusu var. Yıllık ihracatı 500 milyar dolar. Büyük bir kısmı çip üretiyor. Biz çip üretiyor muyuz? Hayır. Bir ara Türkiye’de bir firma çip üreteceğim ama 1 milyar dolar paraya ihtiyacım var demişti. Dedim ki ben o zaman ben başbakan olsam 1 milyar doları veririm çip üretin arkadaş. Türkiye’nin sanayide sınıf atlaması lazım, teknolojide sınıf atlaması lazım. Sınıf atlamazsa Osmanlı Sanayi Devrimini kaçırdı, biz de Teknoloji Devrimini kaçırmış olacağız. Çok büyük bir handikaptır. Üniversiteleri bilgi üretmeyen bir toplumun büyüme, gelişme ve dünyada saygın olma şansı yoktur. Dünyanın her tarafından bilim insanları oraya gidiyor. Geçen gün söyledim, mesela İngiltere şu kararı almış, diyor ki dünyanın en önemli 50 üniversitesinden kim mezunsa ben onları vatandaşlığa alacağım diyor. Hiçbir şey sormadan diyor. Yeter ki, en zeki insanları ben kendi ülkeme çekmiş olayım. Almanya’da bakan çıkıyor, video çekiyor, bütün dünyaya gönderiyor, diyor ki, nerede yetişmiş insan varsa gelsin onları vatandaşlığa alacağım diyor. Biz ne yapıyoruz Allah aşkına? 400 bin dolar paranız varsa isterseniz uyuşturucu baronu olun hemen size vatandaşlık veriyoruz. Onların felsefesine bakın, bizim felsefemize bakın. Onlar dünyanın neresinde, biz dünyanın neresindeyiz? Zeki insanları buraya çekmek zorundayız. Akıl akıldan üstündür demişler. Sevgili peygamberimiz ‘İlim Çin’de bile olsa gidip öğrenin’ diyor. İlme bu kadar değer verirken biz bilim insanlarını üniversiteden attık, ilmi de zaten ayaklarımızın altına aldık.

Sacit Ak- Efendim affınıza sığınıyorum yani bizim tarihimizde bu gerçeği yaşamışız. Biz Osmanlının yükseliş dönemine baktığımızda Avrupa ülkelerindeki ilim insanlarını ve sanatkârlarını toplamış getirmişiz. Yükseliş devrimizin altında bu var. Yani bizim tarihimizde var aslında. Biz bu konuda millet olarak tecrübeliyiz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Efendim var tabi. Osmanlı böyle büyüdü. Enderun vardı. Osmanlı’da tek adam yoktu. Padişah vardı ama vezîr-i âzam vardı yani bakıldığı zaman heyet vardı orada. Padişah çağırırdı, nerede onlar, nedir, ne değildir diye? Ne zaman ki Osmanlı bilimden uzaklaştı, ondan sonra geriye doğru gitmeye başladı. İslam dünyası da öyledir. İslamiyet’in doğuşundan sonra olağanüstü İslam dünyasında gelişmeler, matematikte, fizikte, cebirde, geometride, uzay bilimlerinde olağanüstü gelişmeler olmuştur yani bakıldığı zaman. Kütüphanelerde olmuştur vs. falan. Ortaçağ karanlığını Avrupa yaşıyor o zaman. Avrupa’da Rönesans hareketini başlatan İslam alimleridir. Buradaki eserleri aldılar, götürdüler Roma’ya, Roma’da bunlar tercüme edildi, bilimi öğrendiler onlar. Onlar öğrendiler ama sonra Moğollar kütüphaneleri bastılar, bütün o bilim eserlerini yaktılar, yıktılar. Ondan sonra İslamiyet farklı bir noktanın içine çekilmiş oldu. Dolayısıyla bilime, akla, aklı öncelemeye, sorgulamaya, merak duygusunu uyandırmaya… Bütün bunların hepsi aslında insanın ve insanlığın yapması gereken şeyler. Ama bunlardan büyük ölçüde uzaklaştık. Şimdi bunları yakalamaya çalışıyoruz ve yakalamalıyız. Çok zeki insanlarımız var.

Bakın, şu örneği vereyim. Sivaslı kardeşlerim de inşallah dinliyorlardır. Şu örneği vereyim, Türkiye Cumhuriyetinden iki kişi Almanya’ya gitti, Alman vatandaşlığını kazandılar sonra bilim insanı oldular Covid-19 aşısını buldular iki kişi. Alman ekonomisine milyar dolarlar kazandırdılar. İki kişi bakın.

Sacit Ak- Son okuduğum 27 milyar dolarmış efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet. İki kişinin yaptığına bakın. Bu iki kişi bizde olsaydı ve bunlar burada bulsaydı o 20 milyar doları biz kazanacaktık.

Sacit Ak- Biz ihraç ederdik onları üniversiteden.

Kemal Kılıçdaroğlu- Biz üniversiteden ihraç ederdik tabi, vay sen bunu nasıl yaparsın derdik. Amerikalılar Silikon Vadisine dünyanın en zeki insanlarını topluyorlar. Ama ben İzmir’de Büyükşehir Belediye Başkanımıza söyledim, Silikon Vadisinden de birkaç Türk yatırımcı da bulduk, bilim insanı da bulduk orada. Dedim ki, gelin şuraya bir yer yapalım, siz de burada bir Silikon Vadisi benzeri bir şey yapın diye. Şu anda onun altyapısı oluşturulmaya başlandı. İnşallah önümüzdeki böyle 15 – 20 yıl içerisinde Amerika’daki Silikon Vadisi gibi bir vadiyi Allah nasip ederse İzmir’de oluşturacağız. Akıllarına bile gelmez. Bakın, devleti yönetenlerin akıllarına bile gelmez. Devleti yönetmek farklı bir şeydir. Devlet akılla, bilgiyle, bilimle yönetilir. Devlet bir insan aykırı düşündü diye onun üzerine vay sen nasıl böyle düşünürsün diye üzerine saldırmaz.

Bir şey anlatayım, atmosferi biraz daha güzelleştiririz, sempatik hale getiririz.

Sacit Ak- Çok güzel konuşmalarınızdan dolayı araya giremiyorum ama ben de bilgilenmek için sabırla dinliyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu- Estağfurullah. Şimdi geçen bizim Gençlik Kolları aralarında görüşmüşler, geldiler, biz hepimiz aynı görüşteyiz dediler. Aman dedim siz hayatı durdurdunuz o zaman dedim aynı görüşteyseniz, aykırı bir görüş olması lazım. Dünya aykırı görüşle büyür, gelişir. Sorgulanması lazım bunun. Eğer sorgulamıyorsanız artık o zaman her şeyi durdurdunuz demektir. Aykırı düşünce kadar değerli bir şey yoktur. Onlara şu örneği verdim. Dünya kurulalı elma hep yere düşer. Ama bir adam çıkmış elma ağacının altında yatarken kafasına elma düşüyor, Newton dünyanın en basit sorusunu soruyor kendisine. Bu elma niye yere doğru düştü de yukarıya doğru gitmedi? Yer çekim kanununu buluyor. Kim bilir Yüce Yaradan’ın daha ne mucizeleri var ve bizim bilmediğimiz. Aklı kullandığınız zaman o zaman gerçekten de topluma faydalı insan oluyorsunuz. Toplumun lehine kullandığınız zaman tabi. Yoksa atom bombası yapalım değil. Ama atomun ne olduğunu bilelim. Onun insanlık için, insan yararına nasıl kullanıldığını bilmemiz gerekiyor. Bu çerçevede baktığınız zaman Türkiye’yi büyütmek mümkün. Çok zeki insanlarımız var. MIT’de bir Türk doçentle de karşılaştım, kadın doçent, konuşurken şunu söyledi dedi ki, kadınlarda en çok ölümlere yol açan meme kanseri dedi. Rakam verdi, şu anda hatırlamıyorum, dünyada şu kadar kadın meme kanserinden ölüyor. Ama dedi bir sutyen modeli geliştirdik dedi, sensörler falan var, işte bilmiyorum bir sürü şey, teknolojik söylemler. Ama bildiğim sutyenin içine yerleştirilen çok sayıda sensör var, meme kanserine yol açan hücreyi gördüğünde hemen uyarıyor, yani daha işin başlangıcında uyarıyor ve hemen gidiyorsunuz tedavi oluyorsunuz. Dedim ya bu çok olağanüstü bir şey. Evet dedi biz yıllardır buna çalıştık ve bu sonucu elde ettik diye. Şimdi bu teknolojiyi bulan kişi milyarder olacaktır, düşünebiliyor musunuz, olağanüstü güzel bir şey.

Bütün bunlara baktığınız zaman gelişmenin ne olduğunu, büyümenin ne olduğunu görüyoruz yani. Bu kadın Canan Dağdeviren, Sivaslı bir bilim insanı.

Sacit Ak- ‘Giderlerse gitsinler’ efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Biz de diyoruz ki, ‘giderlerse gitsinler’ tabi öyle maalesef.

Sacit Ak- Efendim bir soru. Bu bana göre can alıcı bir soru aslında. Kanaatim; demokrasinin sağlıklı çalışabilmesi için bir takım kurallara, kurullara ihtiyaç var. Bu kurallardan en önemlisi denetim. Eğer denetim yoksa demokrasiyi koruyamazsınız, geliştiremezsiniz, yaşatamazsınız diyebilirim, belki biraz meslek şovenizminden de kaynaklanabilir. Maalesef son zamanlarda denetim konusunda Türkiye sınıfta kalıyor. Sayıştay denetimi sıfır noktasına inmiş, vergi denetimleri adeta emirle yapılır hale gelmiş. Vergi denetimleri sonucunda ortaya çıkan sonuçlar, vergiler, cezalar emirlerle kaldırılır indirilir olmuş. Ticaret kanunumuz bizim 2011 yılında yasallaştı, bizim inancımız dünyanın en modern ticaret kanunlarından birine sahip olduk biz. Ama bu ticaret kanunu 2012 yılında yürürlüğe girmeden bir gün önce ticaret kanununun içerisindeki denetimle ilgili 51 maddeyi biz bir gecede mülga haline getirdik. Bugün bizim şirketlerimiz de denetimsiz. Peki bunun sonuçları ne olarak yansıdı bize? Bilhassa serbest piyasada karşılaştığımız olay. Sayın hükümetin yetkilileri, bakanları sürekli konuşmaya başladılar, açıklamaya başladılar. Bankalar KGF kapsamında ucuz ve uzun vadeli kredi versin bu pandeminin, ekonomik krizin sonuçları hafiflesin, ticaret biraz daha canlansın mantığı ile kredi verilmesini önerdiler. Şimdi hükümet yetkilileri diyor ki, bu kredileri belirli kesimler almış sanayide, ticarette kullanmamış, ekonominin canlanmasına faydalı olmamış. Bu krediler tekrar vadeli mevduat olarak, döviz mevduatı olarak bloke edilmiş. Dolayısıyla ülkeye de zarar vermeye başlamış. Bunun sebebine baktığımda bizim şirketlerimiz denetimsiz. Biraz daha açayım. Bir gün kredi verilsin deniliyor. Bazı yatırımcılarımız, esnafımız, tüccarımız, işletmecilerimiz krediye ulaşamıyorum diye ağlarken bazı bankacılarda belirli müşterilerine, ilişkilerinin güçlü olduğu müşterilere, bilançolarının güçlü olduğu müşterilerine çantayla gezip kredi verelim diyorlar. Bunun tamamının denetimsizlikten kaynaklandığını düşünüyoruz. Zatıalinizin mesleğinden dolayı da bu soruyu özellikle sordum. Denetim konusunda Türkiye’yi hakikaten dünya standartlarına ulaştırmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir çalışmanız var mı? Bu konudaki düşünceniz nedir?

Kemal Kılıçdaroğlu- Efendim sağlıklı bir yönetimde temel unsurlardan birisi denetimdir.

Sacit Ak- Kontrolsüz bir güç kullanılıyor Türkiye’de, bir reklam vardır kontrolsüz güç güç değil diye, bu kontrolsüz güç Türkiye’yi uçuruma doğru götürüyor. Bizim kanaatimiz budur.

Kemal Kılıçdaroğlu-  Gerçekten götürüyor ama şöyle örneklerle size aktarayım. Demokrasilerde denetimsiz hiçbir alan yoktur. Belki diyecekler Meclis te mi denetleniyor? Evet TBMM’yi de Anayasa Mahkemesi denetliyor. Denetimin her alanda sağlıklı ve tutarlı bir zaman dilimi içinde gerçekleşmesi lazım. Kamu harcamaları mesela; Meclis bütçe yapıyor, güzel, ama Meclis şunu da söylüyor: Ben bütçe yaptım, onayladım, yürütme organı sen bütçeyi uygula ama doğru uygulayıp uygulamadığını ben denetleyeceğim. Kimin aracılığıyla? Sayıştay. Çünkü Sayıştay TBMM’ye bağlı, benim adıma denetle diyor. Denetimsiz hiçbir alan yok. Vali denetlenir, kaymakam denetlenir, maliyede herkes denetlenir, iş dünyasında iş insanları denetlenir. Buradaki temel ölçü şudur; denetimin objektif yapılması lazım. Yani siyasal tercihlerle denetim olmaz. Ben hesap uzmanlığı yaptığım yıllarda iktidar partisinin il başkanını inceledim, vergi incelemesi yaptım. Ne bakan, ne kurul başkanı, ne de herhangi birisi sen bunu nasıl inceliyorsun diye sormadı. Çünkü biz objektif denetim yapardık. Yani kızmazdık. O kişinin iktidar partisinin il başkanı olduğunu ben çok sonradan öğrendim. Bilmiyoruz kimin nerede olduğunu. Diyarbakır’da yapmıştım o zaman, 1976 yılında. Dolayısıyla bakıldığı zaman sisteme bakıldığında denetimsiz… Bürokrasi denetlenir, bakanlar denetlenir. Kim denetler? Anayasa Mahkemesi denetler. Siz bir alanı denetimsiz bıraktığınız andan itibaren oraya haramiler dadanır. Gelirler orayı paylaşırlar. O yüzden ben sık sık şunu söylerim. Siyaset zenginleşme aracı değildir. Siyaset halka hizmet etme aracıdır, halka hizmet Hakk’a hizmet demektir. Eğer siz bu felsefeden uzaklaşır, siyasete girdikten sonra belli bir konuma geldikten sonra cebiniz paralar dolar, yandaşlarınız dolar, beşli çetelere paralar, ihaleler ikram ederseniz fakirlik, fukaralık alır başını yürür, ‘derin yoksulluk’ dediğimiz bir gerçekle Türkiye karşı karşıya kalır. Denetimsiz bir alan yoktur. Dünyanın her tarafında denetim vardır.

Ayrıca şöyle bir şey daha var. Denetim sadece kendi ülkesine özgü olmaktan da çıkmıştır. Mesela INTOSAI vardır, uluslararası denetim standartlarını belirleyen, Sayıştay da onun üyesidir. Dolayısıyla uluslararası standartlar olur. Yani Türkiye’deki denetimin benzeri Fransa’da, Japonya’da, İngiltere’de, Kanada’da yapılır. Dolayısıyla denetim kendi içerisinde bir uluslararası kimlik kazanmış olur. Vergi denetimleri de aynı şekildedir. Vergi denetimleri de bu çerçevede yapılır. Valileri kim denetler? İçişleri Bakanlığının müfettişleri denetler. Giderler, karar alırken halka yanlış yaptı mı, yapmadı mı, yasalara uydu mu, uymadı mı, bunu yaparlar. Aksi halde denetimsiz bıraktığınız andan itibaren… Ki ilk yaptıkları iş mesela Hesap Uzmanları Kurulu’nu, Maliye Teftiş Kurulu’nu kapatmak oldu, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapatmak oldu. Bu üç kurum devletin akademisi gibiydi. Bu üç kurumda da her görüşten insan vardı. Ve bu üç kurum iktidarlar değiştiğinde de buralardan işte Maliye Müsteşarı, Gelir İdaresi Başkanı, bakanlıklarda müsteşarlıklar, başbakanlık müsteşarlığı gibi önemli yerlere bu üç kurumdan yetişenler bir şekliyle gelirdi ve bunlar gerçekten devlete hizmet etmeyi bilirlerdi. Osmanlı’daki Enderun gibi. Zaten Maliye Teftiş Kurulu Osmanlıdan gelen bir kuruluştu.

Şimdi siz hem Osmanlı’yı öveceksiniz, hem o tarihten cumhuriyete gelmiş, mal olmuş bir kurumu alıp kapısına kilit vurup kapatacaksınız. Yani hayatımda bu kadar çelişkili açıklamalar duymadım ama işin özü şu, denetim olmadığı takdirde savurganlık olur. Açıkça söylemek gerekirse hırsızlık olur. Bunun önlenmesinin yolu namuslu denetçiye olayı denetletmektir.

Sacit Ak- Efendim bir anda Türkiye’nin gündemine bir helalleşme olgusu aldırdınız. Ancak bu helalleşme konusunun sizin kastettiğiniz tarzda halka çok indiğine şahit olmuyoruz. Bir taraftan ne yapacaklar yani PKK’yı affedecekler, hırsızları mı affedecekler, soyguncuları mı affedecekler veya dönüp bir kesimde diyor ki huylu huyundan vazgeçer mi? Seçim öncesi söyler yine gelir yasakları korlar, başörtüsüyle uğraşırlar, şununla uğraşırlar, bununla uğraşırlar gibi ciddi manada bir manipülasyon var, karalama var. Sonuçta hakikaten sizin hayal ettiğiniz, düşündüğünüz o helalleşme projesinin halka tam inmediği kanaatindeyim. Tam bunu konuşurken küt diye bir de başörtüsü meselesini gündeme getirdiniz. Nedir, helalleşmedeki kastınız nedir efendim, neyi kastediyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Helalleşmedeki kastım şudur; gücü elinde tutan irade, bir başkasına zarar vermişse o zararını görmesi, bilmesi ve gerekirse ya gel ben bir kusur işledim ama artık helalleşelim demesi lazım. Gücü elinde tutanın her zaman haksızlık yapma olasılığı vardır. Buradan çıkmamız lazım. Ben Roboski örneğini de verdim. Roboski’de ne oldu? İnsanlar öldürüldü, devlet onlara her türlü yanlışlık yaptık dedi ama oturup bir helalleşmedi. Tamam, ölenleri geri getiremeyiz ama o ailelere ‘Ya biz bir yanlışlık yaptık kusura bakmayın’ dediğim bu. Zaten aile ne yapacak? Yani öleni geri getiremezsiniz. Bu böyle olmaz yani. Benim söylediğim helalleşme o.

Başörtüsü. Başörtüsü dolayısıyla, gittim bu ailelerle de konuştum. Birisi anlatırken ağladı, öğretmen bir kardeşimizdi ağladı; nasıl haksızlık yapıldığını, nasıl müfettişlerin görevlendirildiğini, nelerin yapıldığını anlattı bana. Bunu yapan kim? Devlet. Yani o dönemin siyasi otoritesinin aldığı kararla bu yapıldı. Şimdi bunun kabahati var mı, kusuru var mı Allah aşkına? Kabahati, kusuru yok. Zaten geri de gelmeyecek yani. Ama şunu demesi lazım iktidar sahiplerinin, ‘Ya kusura bakmayın, bir hata yaptık, istiyorsan gel sana görevini tekrar iade edeceğim’ demesi lazım. İade edeceğim demiyor, yasağı kaldırdım diyor, ondan sonra da kalkıp bizi suçluyor. Dediğim helalleşme budur. Gücü elinde tutanın yaptığı haksızlığı görmesi ve o ailelere biz burada bir kusur işledik demesidir. Buna benzer çok uygulama var, Türkiye’de yapılan çok uygulama var.

Şunu da söyleyeyim; başörtüsü yasağını biz kaldırdık diyorlar, hikâye. Başörtüsü yasağını kaldıran bu kardeşinizdir, üniversitelerde bu kardeşinizdir, Yusuf Ziya Özcan hayattadır, o dönem YÖK Başkanıydı, ben de yeni Genel Başkan olmuştum. Üniversitelere kız öğrenciler alınmıyor. Bunlar da hükümetti, sesleri bile çıkmıyordu. Yusuf Ziya Özcan’a dedim ki ‘Niye bu kız öğrencileri almıyorsunuz?’. ‘Siz karşısınız’ dedi. ‘Hayır, biz karşı değiliz’ dedim. ‘O zaman ben yarın sabah alıyorum’ dedi. ‘Alın, niye almıyorsunuz?’ Alındı. Bunu Sayın Abdullah Gül de gayet yakından bilir. Bu telefon görüşmesini ve benim...

Sacit Ak- Biz halk olarak bilmiyorduk.

Kemal Kılıçdaroğlu- Bakın, bunu çıkıp propaganda aracı olarak hiç kullanmadım. Olay açıldığı için şimdi size bunu anlatıyorum. Kullanmadım da zaten. Başörtüsü yasağını zihnimde kaldırma kararını ne zaman vermiştim? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyken, Okmeydanı mitinginde, yaptığımız bir mitingde mitingin son cümleleri böyledir; ‘Başörtüsü yasağını da kaldıracağım’ diye. Bakın o mitingde söylediğim son cümledir bu.

Dolayısıyla daha sonra milletvekilleri geldi, biz karşı çıktık mı vay efendim niye şöyle olsun diye. Hayır. Meclis içtüzüğünün değişmesi lazım o kadar. Değiştirdiler. Daha buna benzer pek çok şey var. Şimdi şöyle bir propaganda yaptılar arkasından. Ya bak şimdi bunlar gelirlerse tekrar geriye dönecekler, yeniden yasak getirecekler. Niye yasak getirelim, hangi gerekçeyle yasak getirelim? Ha öyle mi, gelin kanun güvencesine bağlayalım. Hazırladık. Bu sadece başörtüsü değil, kadının kılık kıyafetiyle siyasetçi uğraşmaz. Kadının kılık kıyafetiyle siyasetçi niye uğraşıyor? Erkeğin kılık kıyafetiyle uğraşmıyor ama kadının kılık kıyafetiyle uğraşıyor. Kadın istediği gibi giyinir; ama kadına neden başörtüsü takıyorsun diye sormayacak, ama dönüp öbürüne de sen niye şort giydin diye ona da sormayacak. Yani siyasetçi bunu sormayacak. Siyasetçinin ne işi var burada? Bu CHP’nin felsefesine de uygundur neden? 1935 yılında Gazi Mustafa Kemal hayattayken CHP’nin kurultayı yapılır. 4 gün sürer kurultay. Şu anda tarihini hatırlamıyorum ama 4 gün sürer kurultay. Kurultayın konusu şudur; kadına peçeyi ve çarşafı yasaklayalım mı yasaklamayalım mı? Peçe ve çarşaf. Dördüncü günün sonunda şu karara varılır: “Kadının kılık kıyafetiyle uğraşılmaz, ama halkevleri manto yapsın, arzu eden kadın para vermeksizin bedava gidip mantoyu alsın giysin...” Bitti. 1935 kurultayının ana konusu budur. Ve o tek parti döneminde bile kadının kılık kıyafetiyle uğraşılmamıştır. Erkeğe demiştir fesi çıkar, şapka giy; ama kadına hiç kimse bir şey dememiştir.

Dolayısıyla bizim söylediğimiz, verdiğimiz kanun teklifi bu felsefeyi taşıyor zaten. Şimdi diyor ki, efendim vay kanun değil Anayasa. E ne olacak? Aileyi koruyacakmışız. Peki, Amerika’daydım. Sen aileden söz ettin değil mi? Aileyi konuşacaksın, Bostan’dan New York’a geldim, 35 katlı gökdelenin önünde…

Sacit Ak- 8 saatlik kaybolduğunuz dilimde mi efendim?

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet, evet. O şöyle; 4 saat Boston’dan New York’a, 4 saat de New York’tan Washington’a gidiş. Çünkü o yol ancak o kadar sürüyor ne yapayım? 8 saat olmayabilir 5 saat de olabilirdi. Oraya gittim Manhattan’da gökdeleni buldum. Gökdelenin önünde o küçük videoyu çektim. Senin oğlun buradan para gönderiyor milyon dolarları, kızın da orada milyon dolarlar bu gökdeleni yapıyor. Eğer aileyi konuşacaksak buradan başlayacağız. Şimdi bu yasa çıkmasın diye çamura yatıyor. Efendim Anayasada yapalım, aileyi de koruyalım, şunu da yapalım, bunu da yapalım. Zaten aile korunuyor. Aile toplumun temel taşıdır. Anayasada açıkça yazıyor. Türk toplumunun temeli ailedir diyor, daha sen ne yapacaksın burada? Sırf bunu referanduma götüreceğiz, şunu yapacağız... Macaristan’da Orban'la aynı yolda gidersek acaba bir şey yapabilir miyiz? Bay Kemal bunları yemez. Kusura bakmasın yemez bunları. Bakın, bütün başörtülü kadından çok sayıda telefon geldi, bizim samimiyetimize inanıyorlar. Aileyi koruyacakmış, aile konuşulmayacakmış. Sen oturursun kardeşim bu millete kendi ailenin hesabını verirsin. Bu gökdelen nasıl yapıldı buraya, bu paralar oraya nasıl gitti, bu paralar kimin paraları, bu gökdelen kimin gökdeleni, Muhammed Ali Clay’in çiftliği kimin çiftliği? O çiftliği de aldılar çünkü. Biz bunları biliyoruz.

Dolayısıyla samimi olmak lazım, içten olmak lazım, ikiyüzlü olmamak lazım. Kadının kılık kıyafetini siyaset konusu yapmamak lazım. Buradan çıkarmamız lazım. Her kadın güzel görünmek ister, güzel giyinmek ister. Ben ona niye müdahale edeyim? Ne hakkım var Allah aşkına ona müdahale etmeye siyasetçi olarak? Şunu yaparsınız, dersiniz ki, savunma yaparken cübbe giymek zorundasın avukat olarak. Hakim nasıl çıkıyorsa sen de onu yapacaksın. Polis kıyafeti vardır kadın, erkek bu kıyafeti giyeceksin, eyvallah buna zaten itirazımız yok, bütün dünyada böyledir. Ama onun dışında kadının kılık kıyafetiyle uğraşmak, yok şöyle giyineceksin, yok şöyle giyineceksin, yok şu örtüyü takacaksın, yok şunu takmayacaksın, yok saçın göründü, yok saçın görünmedi. Bu tartışmalardan siyasetin çıkması lazım. Siyasetin görevi nedir? Siyasetin görevi, asıl temel görevi bu bereketli topraklarda hiçbir çocuğun yatağa aç girmemesidir. Herkesin işinin, aşının olmasıdır siyasetin görevi. Bıraktık oraları, derin yoksulluk var. Anneler çocuklarını yatağa aç yatırıyor, Beyefendi oturmuş gel efendim şunu yapalım bunu yapalım, kaçma. Kendisine söyledim. Kendine güveniyorsan, yüreğin yetiyorsa televizyonda çıkarsın karşıma kardeşim. O kadar televizyon kanalları var havuz medyasının. Gelsin karşıma, biz nasıl konuşuyorsak, o 50 soru sorsun, ben 1 soru sorayım. O kadar. Bakın kendisine bu kadar geniş marj da verdim. Hatta şunu da söyledim, arzu ediyorsan bakanlarını da getirebilirsin, arzu ediyorsan Prompter’ın da olabilir, arzu ediyorsan danışmanlarını da alabilirsin, vallahi billahi ben tek başıma geleceğim. Çünkü benim verilmeyecek hesabım yoktur. Ben bu millet için çalışıyorum. Benim çocuklarımın ne iş yaptığını kimse bilmez. Kimse bilmez. Evim mütevazıdır. Evimde otururum. Öyle benim saraylara merakım yok. Tek merakım var, bu memlekette herkes huzur içinde yaşasın. Tek hedefim, tek amacım bu, huzur içinde yaşasın.

Sacit Ak- Yaklaşık 10 yıl öncesine kadar bu ülkede 4 milyon insanın sosyal yardım aldığı konuşuluyordu. Rakamlar böyle açıklanıyordu. Bugün sosyal yardım alan sayının 25 milyonlara ulaştığını biraz da propaganda ve reklam maksadıyla söylenmektedir, bu rakamlar gizlenmiyor. Aslında bu ülkenin ne kadar yoksullaştığını veya tabanın gelir seviyesinin ne kadar zayıfladığını, asgari ücret alan insanların bile geçim sıkıntısı çektiğini gösteriyor. Şöyle bir propaganda var, kara propaganda, CHP gelirse sosyal yardımları keser. Ben de soruyu şöyle soruyorum. Bir olası iktidarınızda böyle sosyal yardım mı dağıtacaksınız, sosyal yardımları kesecek misiniz, yoksa kurallara bağlanmış kurumsal bir yapıya mı kavuşturacaksınız? İlanihaye sosyal yardımlarla mı yaşatacaksınız bizi bunu öğrenmek istiyorum.

2011 seçimlerinde Aile Sigortası projeniz vardı. 

Kemal Kılıçdaroğlu- Var ona gireceğim. Bir; bir hükümet dağıttığı sosyal yardım sürekli artıyorsa vatandaşa, sayısal olarak artıyorsa o hükümet o kadar beceriksiz demektir. Çünkü yoksulluğu artırıyor demektir. Sosyal yardım alanların sayısı ne kadar düşük ve insanlar kendi gelirleri ile geçiniyorlarsa o hükümet o kadar başarılı demektir. Bunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim.

İki; biz sosyal yardımları bunlar gibi yapmıyoruz. Az önce süt için örnek verdim. Yerel seçimlerde de propaganda yaptılar sakın CHP’li belediyelere oy vermeyin gelirlerse sosyal yardımları keserler. Hiçbir sosyal yardım kesilmedi, tam tersine insani bağlamda artırılarak ailelere verildi. Ayrıca her ailenin pozisyonu dikkate alındı ve ona göre yardım yapıldı. Bir dönem propaganda yapıyorlardı CHP öğrenci burslarını kesti diye. Şimdi sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi 25 bin öğrenciye burs dağıtıyor. Bunu da götürdüler Sayıştay'a, Sayıştay iptal etsin diye. Sayıştay, hayır dedi, belediye sosyal belediyecilik yapabilir, burs verebilir diye karar çıktı. Dün çıktı yanlış hatırlamıyorsam karar da. Yani bizim belediyelerin fakir öğrencilere burs vermesine bile engel olmak istediler. Bunu bile topluma bir şekliyle bizim anlatmamız lazım, onların yaptığı bu pozisyonu.

Biz yardımları şöyle yapacağız. Bakınız, yeminli mali müşavirsiniz siz de en azından Uluslararası Çalışma Örgütü diye bir örgütün olduğunu bilirsiniz. Türkiye Uluslararası Çalışma Örgütünün 102 Sayılı Sözleşmesini kanunlaştırmıştır. Orada sosyal sigorta dalları, sosyal sigortaların hangi dallarda olacağı var. Analık sigortası, yaşlılık sigortası, emeklilik sigortası, iş kazası, meslek hastalığı, işsizlik gibi. 9 sigorta dalı var 9. sigorta dalı Aile Destekleri Sigortası. Aile Destekleri Sigortasının temel felsefesi şu; bir kişinin geliri ya da bir ailenin geliri hiç yoksa veya asgari ücretin altındaysa devlet onu asgari ücrete tamamlıyor. Biz bunu nasıl yapacağız? Biz öyle gidip de işte sana ekmek veriyorum, sana makarna veriyorum, sana patates veriyorum değil. Bunun kanununu çıkaracağız. Batıda olduğu gibi, diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Aile Destekleri Sigortası Kanunu. Kanunu kim uygulayacak? Aile Destekleri Sigortası Kurumu. Biz nerede bir aile hekimi varsa aile hekimlerinin bulunduğu her bölgede bir de Aile Destekleri Sigortası Kurumunu temsil eden sosyal hizmet uzmanları olacak, bunların yüzde 99’u kadınlardan oluşacak ve bunlar o aile hekiminin baktığı ailelerin ekonomik durumlarına bakacaklar ve raporlayacaklar. Ailenin geliri nedir, kirası nedir, çocuğu var mı, üniversiteye gidiyor mu, yeni doğum yaptı mı, evde engelli var mı yok mu, yaşlı var mı yok mu, bakıma muhtaç birisi var mı yok mu raporlayacaklar bize. O rapora dayanarak Aile Destekleri Sigortası Kurumu o ailede kadının banka hesabına her ay belli bir para yatıracak. Pozisyonuna göre yatıracak. O kadın işçi gibi, memur gibi, emekli gibi gidip aylığını alacak, çoluk çocuğunun rızkını sağlayacak. Gören var mı? Yok. Fakirliği reklam edildi mi? Yok. Sağ elin verdiğini sol el gördü mü? Hayır. Tamamen insani kurallara ve insan onuruna uygun olarak biz bunu yapacağız. Bu ailenin çocuğu üniversiteye mi gidiyor hemen derhal kendisine üniversiteye gittiği takdirde raporlanacak, hemen ona burs verilecek. Biz bunların tamamını kanununu hazırladık. Her şeyimiz tamam. Mali portresini de hazırladık ve bütün yardımlar tek bu kurum tarafından yapılacak. Öyle belediye yaptı, öbürü yaptı, bu yaptı değil. Bütün bunları kaldırıyoruz, tamamen insani koşullarda. Böylece bir insanın doğumundan ölümüne kadar tamamı sosyal devletin güvencesi altında olacak. Yani bu topraklarda hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Bizim temel felsefemiz bu. Bu 1971 yılında çıkan bir kanunla biz bunu getireceğiz diye söz vermişiz. 51 yıldır bu yürürlüğe girmiyor. Çünkü yoksulluğu siyasiler istismar ediyorlar. Ben sana şunu vereyim, sen bana oy ver. Biz de diyoruz ki, hangi partiye oy verirsen ver eğer insani hasletiniz varsa bu ülkede bir aile yoksulsa o aileye yardım yapmak sosyal devletin görevi zaten. Sosyal devlet ne demek? Sosyal devlet fakirin, fukaranın yanında duran devlet demektir. Birisi aç, öbürünün karnı toksa o zaman bizim karnı tok olanın o karnı aç olana destek vermesi lazım. Bunu hangi aracılığıyla? Çünkü karnı tok olan vergi veriyor. Sosyal yardımlarla bunu sosyal devletin yapması lazım. Kimseye muhtaç etmeden. Hani deriz ya kulu kula muhtaç etmeden bu işi çözmemiz lazım. Devletin bunu yapması lazım. Onun adına da sosyal devlet diyoruz. Biz böyle düşünüyoruz. Onlar da diyorlar ki, bunlar gelince yardımları kesecekler. Tam tersine insani koşullarda kendi inancımıza uygun olarak komşusu açken tok yatan bizden değildir felsefesine uygun olarak biz bunu yapacağız.

Sacit Ak- Efendim çok inanmadığım ama dedikodudan dolayı sormak istediğim bir soru var. Son zamanlarda bir kısım medya ciddi manada dedikodu tarzında haberler yayıp Altılı Masa dağılacak vs. gibi bir çalkantıya sebebiyet vermek istiyor. Altılı Masanın ayakları sağlam mı?

Kemal Kılıçdaroğlu- Altılı Masanın ayakları sağlam. Şimdi altı lider de biz, Türkiye'nin gerçeklerinin farkındayız zaten. Hepimiz aynı şeyi düşünüyoruz. Her birimiz ayrı partiyiz onu söyleyeyim. Her birimizin ayrı programları var, ayrı ilkeleri var ama altı parti demokrasi konusunda anlaştık. Sosyal yardımların adalete dağıtılması konusunda anlaştık. Kamplaşma var, bu kamplaşmanın kalkması konusunda anlaştık. İnsanların inancı, kimliği ve yaşam tarzı dolayısıyla ayrıştırılmasına, ötekileştirilmesine karşı durduk. Medyanın özgürlüğü konusunda durduk. Milletin iradesinin gerçekten de TBMM’de temsil edilmesi gerektiği konusunda anlaştık. Parlamento üzerindeki vesayetin kalkması konusunda anlaştık. Güçlendirilmiş parlamenter sistem gelsin, eskiye dönelim değil, eskinin de bir sürü eksiği vardı. Güçlendirilmiş parlamenter sistem olsun, milletvekili gerçek anlamda milletin vekili olsun. Şimdi milletvekili milletin vekili değil ki. Hiç milletin yüzüne bile bakmadan milletvekili seçilebiliyor. Olmaz bunlar. Bütün bunları düzeltebileceğimiz temel ilkeler belirlendi, kurallar belirlendi. Şu anda iki konu üzerinde çalışıyoruz gene bütün partiler olarak.

Bunun da açıklamasını kısaca size vereyim. Bir;  şu anda iktidar olduğumuzda neleri yapacağız.

Sacit Ak- O zaman ben şu soruyu açayım efendim. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na neden oy verelim? Niye oy verelim size?

Kemal Kılıçdaroğlu- Güzel. Birden fazla nedeni var aslında. Birincisi şu; temiz bir adama oy vereceksiniz. İkincisi şu; egoları, hırsı olmayan bir adama oy vereceksiniz. Üç; millete hizmet etmeyi, hakka hizmet etmiş gibi millete etmeyi sindiren bir insana ve bunu ilke edinen bir insana oy vereceksiniz. Vatandaşları arasında oy versin vermesin kimliği, inancı, yaşam tarzı ne olursa olsun hiçbir ayrım gözetmeyen ve bunu da temel ilke edinen bir insana oy vereceksiniz. Türkiye’nin büyümesini, katma değeri yüksek ürün üretmesini, bölgesinde saygın olması ve gerçekten de bölgesinde aynı zamanda barışı getirecek olan bir insana oy vereceksiniz. Komşularıyla kavga etmeden, Suriyeli kardeşlerimizi kendi özgür iradeleriyle kendi ülkelerine gönderen, savaşı değil barışı önceleyen ve gelişmiş ülkelerin safında yer alan, onların yanında yer alan bir insana oy vereceksiniz. Aynı zamanda nasıl cumhuriyeti kurarken, Milli Kurtuluş Savaşını verirken bütün mazlum milletlere örnek olduysak gene az gelişmiş olan bütün Müslüman ülkelere, mazlum ülkelere örnek olacak bir tavrı, bir demokrasiyi getireceğimiz için oy vereceksiniz. Daha buna benzer pek çok şey söylenebilir.

İşin özü şu; halka doğruları söylemeniz gerekiyor. Neleri yapacağınızı, söz verdiğiniz şeyleri hangi zaman dilimi içinde gerçekleştireceğinizi söyleyeceksiniz. Güven vereceksiniz. Bakın, şu anda sorun, siyasetçi, vatandaş için en güvenilmez kişidir. Siyasetçi deyince güvenmiyoruz diyorlar. Bunun çoğu yerde tanığı oldum. Siyasetçi olmadan önce bürokratken de bunlar söylenirdi, şimdi de söyleniyor. Kabahat vatandaşta mı? Hayır, kabahat siyasetçide. O kadar çok aldatıldı ki. Buradan çıkarmak lazım. Gelir dağılımının dengelenmesi lazım. Devletin gerçek anlamda sosyal devlet olması lazım. Bir avuç kişiye siz milyar dolarlar veremezsiniz. Verdiğiniz andan itibaren tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemiş oluyorsunuz. Ve Türkiye’yi tefecilere hizmet eden bir devlet olmaktan çıkaracaksınız. Bunu yapacağım. Şimdi diyorlar ki, ‘biz faize karşıyız’, siz onu Bay Kemal’in külahına anlatın, hepsi hikaye.

Sacit Ak- Bay Kemal'i içselleştirdiniz efendim. Egonuzu nasıl yendiniz? Hakaret gibi kullandılar ama siz bu Bay Kemal’i sevdirdiniz topluma.

Kemal Kılıçdaroğlu- Şunun için, doğruysanız, doğruyu söylüyorsanız ve doğru söylediğiniz için size saldırılıyorsa demek siz haklısınız. Bu şimdi tersine döndü. Çünkü ben doğruyum. Kendime güveniyorum. Niye güveniyorum? Çünkü az önce de söyledim, verilmeyecek hesabım yok. O nedenle açık çağrı yapıyorum Sayın Erdoğan’a; gel televizyonda uygar iki insan gibi oturalım konuşalım, kavga edecek halimiz yok ya. Ama korkuyor, gelmiyor. Cesaret edip çıkmıyor. Neden? Benim soracağım sorular onu çok rahatsız eder ve cevabını veremez. Eğer benim sorduğum, ana muhalefet partisinin Genel Başkanının sorduğu sorunun cevabını veremiyorsa o zaman karanlık noktalar var demektir. O bana 10 soru sormuştu geçmişte, Kılıçdaroğlu bunlara cevap verir mi diye. 10 sorusuna tek tek cevap verdim. Ben de ona 10 soru sordum, birisine bile cevap veremedi. Veremez zaten. Ve üzülerek ifade edeyim, bu insan inancı kullanarak siyaset yapıyor. İnsanların inançlarını kullanarak siyaset yapamazsınız. Allah’la kulun arasına kimse giremez. Böyle bir yetki hiç kimseye verilmemiştir. Ama siz bunu yapıyorsunuz. Dini kullanarak siyaset yapıyorsunuz. Kimlik kullanılmaz. Niçin? Ben anne babamı seçme hakkına sahip değilim ki nasıl kimliği kullanacaksın? Benim elimde olmayan bir yetkiyi siz de anne babanızı seçebilir misiniz? Yok öyle bir şey. İnanç; her birimiz bir değerin içinde doğarız, o değere hepimiz saygı duymak zorundayız. Allah’la kulun arasına kimse giremez. Bu yetki peygambere bile verilmemiştir. Kimin inançlı, kimin inançsız olduğunu bir tek Yüce Yaradan bilir. Şimdi siz oraya da giriyorsunuz. Yaşam tarzı herkesin yaşam tarzına ben saygı duymak zorundayım. Az önce tartıştık. Şimdi siz bunları siyasetin öznesi haline getirirseniz toplumu kamplaştırırsınız ve toplumu ayrıştırırsınız. Türkiye’nin buradan çıkması lazım. Onu da inşallah Allah nasip ederse, halkımız da izin verirse Türkiye’yi buradan çıkaracağız. Herkes rahat edecek, herkes huzur içinde olacak. Herkes siyasetçiyi özgürce eleştirebilecek.

Bakın şunu da söyleyeyim. Bir siyasetçinin alkıştan çok akıllı eleştiriye ihtiyacı vardır. Benim görmediğimi bir başka arkadaşım görebilir. Özgür medyaya ihtiyacı vardır. Bizim görmediğimizi medya görebilir. Bizim medya özgürlüğü nereden kaynaklanıyor? Buradan kaynaklanıyor. Şimdi havuz medyası var, manşetler bir yerden belirleniyor, hepsi aynı manşeti atıyorlar. Güven vermiyor o. Bakmayın öyle 300 bin sattık, 500 bin sattık, hepsi hikaye. O yüksek tirajlardan devlet soyuluyor aslında. Basın İlan Kurumu aracılığıyla soyuluyor, biz onun da farkındayız. Ama bunların hepsini kaldıracağım. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı o, korunacaktır. Harcanan her kuruşun hesabını bu millete verdiğiniz zaman bu ülkede dürüst siyaset olur. Ama hayır biz biraz malı götürelim, önemli değil derseniz sizin siyaset yapmanıza gerek yok o zaman. 

Sacit Ak- Hakkari’den Edirne’ye kadar bu halk etle tırnak gibi efendim. Ankara’da ayrıştırmaya çalışsalar da bu halkı birbirinden kopartamazlar; biz buna inanır, buna güveniriz. Sivas da bu anlamda Türkiye’nin küçüğüdür. Edirne’den Hakkari’ye kadar ne görürseniz Türkiye’de, Sivas’ta hepsini görürsünüz. Biz etle tırnak gibiyiz. Siyasiler çok çırpınsalar da bizi birbirimize düşüremezler. Bundan biz eminiz. Evet Sivas’ın ve Türkiye’nin egolarını yenmiş, hırsları olmayan, siyasetinin temeline vatan sevgisini, millet sevgisini koymuş yöneticilere ihtiyacı var. Yolunuz açık olsun. Sivaslı beni tanır, bilir, ben CHP’li değilim Sayın Genel Başkanım. Hatta başka partilerde siyaset de yaptım. Kısmet oldu, sizinle ikinci defa program yapma onuruna nail oldum. En çok memnun olduğum taraf, bana şunu sor, bunu sorma gibi bana hazır sorular da vermediniz. Ben özgürce sordum.

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi.

Sacit Ak- Buraya gelmeden önce çeşitli tüccar arkadaşlarla, insanlarla, ailemle, arkadaşlarımla görüşerek sorular hazırladım. Sürçülisan etmedik inşallah.

Kemal Kılıçdaroğlu- Estağfurullah efendim.

Sacit Ak- Mutmain oldum. Beni ikna ettiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Sağ olun, teşekkür ederim.

Sacit Ak- Yolunuz açık olsun.

Kemal Kılıçdaroğlu- Sağ olun hepimizin yolu açık olsun.

Sacit Ak- Aydınlık Türkiye’ye inşallah beraber gideriz.

Kemal Kılıçdaroğlu- İnşallah.

Sacit Ak- Bizim aydınlanmaya ihtiyacımız var, bizim kalkınmaya ihtiyacımız var. Kendi kendine yeten bir ülkeyiz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Öyle.

Sacit Ak- Maalesef iyi yönetilmiyoruz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet. İnşallah kısa sürede toparlanır efendim. İnşallah toparlanacağız.

Sacit Ak- Çok teşekkür ediyorum efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Efendim ben de teşekkür ederim bu fırsatı verdiğiniz için.

Sacit Ak- Söyleyeceğiniz bir mesaj varsa buyurun efendim, ekran sizin.

Kemal Kılıçdaroğlu- Yo hayır. Bütün Sivaslı kardeşlerime selamlarımı saygılarımı söylüyorum. Burası dediğim gibi kadim bir kent zaten, tarihi bir kent. 8 bin yıllık bir kent. Bu 8 bin yıllık tarih üzerine oluşmuş olağanüstü güzel bir kültür var. Siz de az önce dediniz; Hakkarili de burada, Tekirdağlı da burada, Çerkez’i de burada. Olağanüstü güzel bir kent ve dolayısıyla bu kentin bir başka önemli markası daha var. Milli Kurtuluş Savaşının en temel kararlarının alındığı yerdir Sivas. Dolayısıyla Sivas’ın bizim tarihimizden de, bağımsızlığı kazanmamızda da önemli bir yer vardır. Mandayı kabul etmiyoruz kararı Sivas’ta alınmıştır. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devletini bir başka yere peşkeş çekmeyeceğiz kararını Sivaslılar almıştır, Sivas’ta alınmıştır. Bu açıdan Sivas’ın bizim tarihimizde de bir yeri var. Sivas’a ve Sivaslılara selam olsun diyeceğiz başka ne diyelim.

Sacit Ak- Teşekkür ediyoruz efendim, saygılar sunuyoruz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Sağ olun efendim.