05.04.2011
05.04.2011
Kılıçdaroğlu: ”On binlerce kişi bu kitabı okudu. Buyurun yasaklayın. On binlerce kişiyi hapse mi atacaksınız? Atmazsanız namertsiniz”
CHP Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin demokrasi açısından geldiği noktanın ”basılmamış kitabın imhası” olduğunu; ancak kitabın teknoloji sayesinde on binlerce kişiye ulaştığını belirterek, ”On binlerce kişi bu kitabı okudu. Buyurun yasaklayın. On binlerce kişiyi hapse mi atacaksınız? Atmazsanız namertsiniz.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, haftalık olağan grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri; her hafta yoğun bir gündemimiz var. Bu hafta da yoğun bir gündemimiz vardı. CHP eleştirmiyor, CHP öneri getiriyor. CHP üretiyor. CHP, projeleri olan tek siyasal parti; CHP, projelerini halka anlatan tek siyasal parti; CHP, halkın sorunlarına kilitlenip halkın sorunlarını nasıl çözeceğini anlatan tek siyasal parti, bunu herkesin bilmesini isterim. Projelerimizi açıklarken hiçbir kesimi, toplumun hiçbir kesimini ötekileştirmiyoruz. Bunlar bizi destekler, desteklemez diye bakmıyoruz. Eğer bu ülkede yaşayan bir insanın sorunu varsa, o sorun Cumhuriyet Halk Partisinin sorunudur diyoruz; öyle bakıyoruz, soruna da öyle yaklaşıyoruz. Sorunlara çözüm üretirken o konunun taraflarıyla olabildiğince görüşüyoruz. Onların da görüşlerini alıyoruz. Akıl akıldan üstündür mantığını kendimize şiar edindik. Ortak aklı egemen kılıyoruz, o nedenle bizim projelerimiz toplumda ses getiriyor. Şu kanaatinde toplumda oluşmasından son derece memnunum. Cumhuriyet Halk Partisi söylüyorsa doğruları söylüyor.
Değerli milletvekilleri, geçen hafta Macaristan Büyükelçisinin davetlisi olarak AB büyükelçileriyle bir araya geldik. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir toplantımız, bir görüşmemiz oldu. Gördüğüm tablo şu: Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerdeki kısıtlamalar sadece bizim sorunumuz olmanın ötesine taşmış. Avrupa Birliğinin değerli büyükelçileri de aynı kaygıları taşıyorlar. Onlara bir sözü söylediğimde, bu ülkenin Başbakanı “Biz yargının işine karışmıyoruz, onlar da bizim işimize karışmasınlar” bir söylemi dile getirdi diye söylediğimde bütün büyükelçilerin yüzlerinde alaycı bir ifade gördüm. Nasıl olur da bu çağda, bu dönemde, 21’inci Yüzyılda, Anayasa’sında “idarenin her türlü iş ve eylemi yargının denetimine tabidir” diye bir hükmün olduğu bir ülkede, bir başbakan, “Avrupa Birliği giriş süreci için çaba harcıyorum” diyen bir Başbakan “Yargı bizim işimize karışmasın” der? Bu çağdışı anlayışı, onlar biraz garipseyerek, biraz üzülerek, biraz acaba, bu doğru mudur diyerek, evet, doğrudur dedik, maalesef doğrudur, üzülerek söylüyoruz maalesef doğrudur. Bu kişinin bu ülkeyi yönettiğini de onlar da biliyorlar. O nedenledir ki demokrasi ve özgürlük söylemleri önümüzdeki dönemde toplumda daha büyük yankılar bulacaktır diye düşünüyorum.
Bu kaygıları sadece Avrupa Birliğinin büyükelçileri taşımıyor. 4 arkadaşımız Amerika Birleşik Devletlerine gitti. Oradaki düşünce kuruluşlarıyla bir araya geldiler. Bir haftada çok yoğun görüşmeler yaptılar, aynı kanı orada da var. Türkiye, özgürlükler açısından, demokrasi açısından ileriye değil, geriye giden bir ülkedir. Artık, dünyanın büyük merkezleri, Türkiye’yi daha güzel bir mercek altına aldılar, iktidarı mercek altına aldılar. Eskiden bunlar giderlerdi hep CHP’yi kötülerlerdi. Efendim biz reform yapmak istiyoruz CHP engel oluyor. Efendim, işte biz, özgürlükleri artırmak istiyoruz CHP engel oluyor. Biz, Avrupa Birliğine giriş sürecinde mücadele etmek istiyoruz, yasa getiriyoruz CHP engel oluyor. Şimdi bir gerçek çıktı ortaya, AKP’nin iki yüzü, oradaki yüzüyle Türkiye’deki yüzü. Batıya dönük maskesini indirdik, gerçek yüzü göründü, artık herkes görüyor. Söylemiyle eylemi taban tabana zıt olan bir siyasal partinin kimliğini artık bütün dünya biliyor. Şimdi araya bir sürü adam koymuşlar. Yine gidiyorlar oralara, kendilerini anlatmak istiyorlar ama yemezler, öyle kolay kolay anlatamazlar. Biz belgeyle gidiyoruz oraya, dokümanla gidiyoruz oraya, projelerimizle gidiyoruz oraya neden çağdaş, neden özgür bir Türkiye istediğimizi her yerde anlatıyoruz, Türkiye’de de dünyanın bütün noktalarında da anlatacağız ve bunu söyleyeceğiz. Biz, demokrasiyi istiyoruz, biz özgürlük istiyoruz, biz kadın erkek eşitliği istiyoruz, biz bu coğrafyada yatağa bir çocuğun bile aç girmemesini istiyoruz, bizim temel hedefimiz budur diyoruz.
Tabii onlar şunu da anlayamıyorlar: Basılmamış bir kitap taslağının peşine savcı, yargıç, polis hep beraber düşüyorlar. Basılmamış bir kitaba nasıl imha kararı alınır diye soruyorlar bize. Dedik ki bunun yanıtını biz veremeyiz. Sizin muhatabınız başka şeyler. Sizin taşıdığınız kaygıları aynen biz de taşıyoruz. Onlara bir sorun bakalım. Efendim savcıları değiştirdiler. Ne fark eder, savcı iddia makamı, yargıç yerinde oturuyor, asıl ona sormak lazım, sen bu kararı neye göre verdin diye sormamız lazım. Demokrasi açısından geldiğimiz nokta budur, basılmamış kitabın imhası. Şimdi geldiğimiz bir başka nokta daha var. Teknolojinin, bilimin bizi getirdiği nokta, aydınlanma kararlılığımızın bizi getirdiği nokta. Ne oldu? Yasak koydular. Birileri yükledi İnternete, binlerce, on binlerce kişinin bilgisayarına ulaştı. On binlerce kişi bu kitabı okudu, buyurun yasaklayın. On binlerce kişiyi hapse mi atacaksınız? Atmazsanız namertsiniz.
Şimdi buradan o yargıçlara seslenmek istiyorum. Çocuklarımıza nasıl bir miras bıraktığımızın farkında mısınız? Sizin çocuklarınız, sizin torunlarınız, ileride okula giderken, benim babam yargıçlık yaparken henüz taslak hâlindeki bir kitabın imhasına karar verdi diye övünecek mi sanıyorsunuz? Bu utancı çocuklarınıza ve torunlarınıza miras bırakmaktan utanmıyor musunuz? Bir yargıç, çocuklarına, ben özgürlük için, demokrasi için, hukukun üstünlüğü için neler yaptım diye övünür. Tarihin tozlu sayfaları, o eski baskıcı zihniyeti yansıtan, siyasal iktidarın sopası hâline gelen yargıçların mezarlığıyla doludur. Herkes, insan olan herkes, geleceği düşünen herkes, yüreğinde insan sevgisi olan herkes gelecekte çocuklarına iyi bir miras bırakmak ister. Babalarıyla, dedeleriyle övünebileceği bir miras bırakmak ister. Çocuklarının utanmaması gerekir, torunlarının utanmaması gerekir. Siz nasıl bir miras bıraktığınızın farkında mısınız? Eğer böyle bir mirası övünülecek bir miras olarak algılıyorsanız, sizin çağınız, sizin döneminiz 21’inci Yüzyıl değil, Avrupa’nın Engizisyon mahkemelerinde görev alabilirsiniz.
Tabii bütün yargıçlarımız böyle değil, hukukun üstünlüğünü savunan, yürekli, siyasal baskılara rağmen direnen, vicdanına seslenen, vicdanının sesini duyan yargıçlarımız da var ve o yargıçlarımızdan birisi yine geçen hafta gündemde idi. Birisi bir kitap yazıyor. Her şey güllük gülistanlık. Kitabı yazdıktan sonra devlet bütün kurumlarıyla üstüne yükleniyor ve hapse atılıyor, Haliçte Yaşayan Simonlar Kitabını yazan Sayın Hanefi Avcı. İki davadan tutuklanma kararı veriliyor. Yargıç diyor ki “Yahu, zaten bu davadan tutukluluğunu kaldıracak yine hapiste kalacak, dolayısıyla delilleri karartma diye bir şey yok ki.” “Hayır” diyor diğer iki yargıç “Bunun içeride kalması lazım.” Ve bu yargıcın, mahkeme başkanının muhalefet şerhindeki şu cümleyi sizin dikkatinize sunmak istiyorum: “Savcılıkta yüzden fazla klasör olduğu hâlde, bize sadece 16 klasör gönderildi. Belki başka deliller de var ama bunu bilmiyoruz.” Dikkatinizi çekiyorum, “yüzden fazla dosya var” diyor “Bize sadece 16 klasör gönderildi.” Olabilir, başka deliller de olabilir ama biz bunları bilmiyoruz. Diğer iki yargıca soru şu:
Bilmediğiniz delillerle ilgili olarak nasıl karar veriyorsunuz? Hayır, bize yüzde yakın dosya da geldi diyorsanız eyvallah. Yüze yakın dosyadan 16’sı gelmiş ve bunların içinde de elle tutulur hiçbir delil yoksa görmediğiniz, bilmediğiniz dosyalar hakkında siz nasıl karar veriyorsunuz? Ve bu yargıç soruyor: “Neden bize gönderilmiyor?” diyor. Ve yine soruyor: “Sağlıklı bir inceleme yapılabilmesi için soruşturma dosyasının tüm eklerinin gönderilmesi gerekir. Bunlar istenmiştir ama cevap verilmemiştir, ekler gönderilmemiştir. İstiyorsunuz dosya gelmiyor, ekleri istiyorsunuz göndermiyorlar. Sizden neyi istiyorlar? Tutukluluğuna devam kararını verin ve tutukluluğuna devam kararı veriliyor. İnsanda biraz vicdan olur, hukukun h’si olur, hatta h’nin de bir çizgisi olur. Nasıl olur da siz delillerini görmeden, dosyasını görmeden, içeriğini bilmeden bu kararı verebiliyorsunuz? Çocuklarınıza neyi miras bıraktığınızın farkında mısınız siz? Arkadaşlarımdan rica ettim, bu muhalefet şerhini İngilizceye çevirsinler, bizim İnternet sitemize koysunlar, yanına da, arkadaşlarım uygun görürlerse, hukukun üstünlüğüne inanan Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafını koysunlar. Bu, sadece yargıçların ayıbı değildir, bu artık, hukukun, adaletine dönüşmüştür. 21’inci Yüzyılın Türkiye’sinde bir hukuk katliamı yaşanmaktadır. Ne eliyle? Özel yetkili mahkemeler eliyle. Eskiden adı neydi? Devlet Güvenlik Mahkemesi. Kim kurmuştu bu mahkemeyi? Kenen Evren ve arkadaşları. Özel yetkili mahkemeleri kim kurdu? Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları. İkisinin arasında fark yok, aynı anlayış var. Siyasi otoritenin emrinde mahkeme olmaz. Bir mahkemeyi siyasi otoritenin emrine veriyorsanız orada hukuk olmaz, zaten hukuk yok, hukuk yok orada. Olmayan hukuk, hukuk kılıfı içinde götürülüyor.
Değerli milletvekilleri, bugün aynı zamanda Avukatlar Günü. Avukat, yargının çok önemli bir ayağıdır. Eğer bir sanığın parası yoksa, avukat tutacak parası yoksa devlet ona avukat tutar onu savunsun diye çünkü hukuka inanıyoruz biz ve o avukatın parasını devlet öder sanığı savun diye. Şimdi, avukatlar, bugün gazetelerde bildiri yayınlamışlar. “Avukatlar Günü ama biz Avukatlar Günü’nü kutlayamıyoruz.” Neden? “Savunma hakkımız gasp edildi” diyorlar, “Sanığı savunamıyoruz. Delil istiyoruz, siz bunları suçluyorsunuz, suçladığınız delilleri verin bize” delilleri vermiyorlar. Yargılamada avukat yok sayılıyor. Avukat saldırıya uğruyor ve hukuk güvenliği yok ediliyor. Diyorlar ki “Böyle bir tabloda biz hangi Avukatlar Günü’nü kutlayacağız.” Buradan sessiz kalan barolara sesleniyorum, sessizliğini koruyan hukuk fakültelerine sesleniyorum. Sizin sessizliğiniz nedir biliyor musunuz? Sizin utancınızdır, utancınızdan ses çıkaramıyorsunuz. Eğer siz hukuk fakülteleri, memur değil de yargıç yetiştirseydiniz, yetiştirdiğiniz yargıcın vicdanı olsaydı, hukukun üstünlüğüne inansaydı bu tür hukuk garabetleriyle karşılaşır mıydı bu ülke? Bunlar bizim bildiklerimiz. Hapishanelerde yatan binlerce kader mağduru var. Kim bilir buralarda kimler o yurttaşlarımız hangi mağduriyetlerle karşı karşıya kaldılar. Bu tablo 21’inci Yüzyılın tablosuna yakışmıyor. Biz, bunları savunuyoruz, daha iyi bir Türkiye’yi savunuyoruz, daha sağlıklı çalışan bir yargı düzenini savunuyoruz. Bunları eleştirdik ama biz ne yapacağız?
1 – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu böyle olmayacak, savcıları ayıracağız, yargıçları ayrı bir kurum hâline getireceğiz. Orada, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı görev almayacak. Yargıyı siyasallaştırmayacağız. Gel kardeşim senin yerin parlamento.
Başka bir şey daha yapacağız. Adalet Bakanlığının Teftiş Kurulunu siyasi otoritenin emrinden çıkaracağız. Doğrudan doğruya Yargıçlar Yüksek Kuruluna bağlı olacak ve bir şeyi daha yapacağız. Yargıçlar Yüksek Kurulunun başkanı para dilenmek için Maliye Bakanının kapısında beklemeyecek, onun ayrı bir bütçesi olacak ve özel koyacak. Ve Adalet Akademisini de bu yapıdan kurtaracağız. O da Hâkimler Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olacak, irfanı hür, vicdanı hür yargıçlar yetişecek orada. Hukukun üstünlüğüne inanan yargıçlar yetişecek orada. Evet, bu ülkede yargıçlar vardır diyebileceğimiz, hepimizin gururlanacağı bir yargıçlar düzenini oluşturacağız biz. Elbette ki o da denetlenecek ama biz hukukun üstünlüğünü bu ülkede egemen kılacağız, bu konuda kararlıyız.
Ve bir şey daha yapacağız. Savcı yargıcın yanında kürsüde olmayacak, savcı, aşağıda avukatın karşısında olacak. Bu düzen nedir biliyor musunuz? Bu düzen, yolsuzlukları kapatma düzenidir. Almanya’da bir dava görüldü, Deniz Feneri hepiniz bilirsiniz. Dava sürdü, kişiler mahkûm oldu, “asıl failler Türkiye’dedir” denildi. Birisi devletin önemli kurumlarından birisinin başındaydı, sözde medyaya ahlak dersi verecekti orada. Mahkûm olmuş, fail, Alman mahkemelerine geçmiş, bir de beyefendi çıktı dedi ki “Benim güvencem Recep Tayyip Erdoğan’dır” dedi. Ee, olur, senin güvencen de olur zaten, senin güvencenin ben olacak hâli var mı? Yok öyle bir şey. Bu dava bitmiyor. Bir türlü dava açılmıyor. Şimdi, Ankara Adliyesinde yeni görevlendirmeler yapıldı. Bu dava açılmazsa açtırmayanın siyasi iktidar olduğunu buraya yazıyorum. Bu dava açılmazsa bunun sorumlusu Ankara’daki Başsavcıdır, o da bilsin. Türkiye’yi bu ayıptan kurtarmak ve temizlemek zorundayız. Başka yerde görülecek dava, bütün delilleri Türkiye’ye gelecek, dava açın, “Açmıyoruz.” Niçin? Siyasi otorite mi müdahale ediyor size? Davayı açmayın mı dediler size? Bu davanın takipçisi olacağız. Kul hakkı yiyenin ne kadar ağır bir sorumluluk getirdiğini hepimiz biliyoruz. Müslümanlıkta da çok ağır bir sorumluluğu var, siyasette de var, ahlakta da var. Fakire yardım edeceğim diye para topla, götür parayı başka yerlerde kullan. Bu davaya el atılmazsa, bu dava açılmazsa kul hakkı yiyenin Recep Tayyip Erdoğan olduğunu bütün Türkiye’ye ilan edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, bu hafta aynı zamanda polislerin de haftası. Zaman zaman kızdığımız, zaman zaman eleştirdiğimiz, dertlerini dinlediğimiz polis kardeşlerimizin de haftası. Bir yerde saldırıya uğrarız, şiddete uğrarız, bir yerde cüzdanımız çalınır, herhangi bir şekilde haksızlığa uğradığımızda, ilk bağırırız televizyon ekranlarında, nerede bu devlet? Aslında nerede bu polis demek isteriz çünkü imdada önce polisin gelmesi lazım. Gelir bize sorar, kim, nasıl, nerede oldu, nasıl oldu diye. Zaman zaman polisi belki acımasızca, belki dozu aşarak eleştiririz ama unutmamamız gereken bir şey var. Polis de insan, onun da sorunları var, onun da dertleri var. O eğer bir gösteriyi dağıtıyorsa kendi istediğinden değil, birileri ona talimat verdiği için. Geçenlerde hatırlarsanız televizyonlarda gazetelerde izledik, bir siyasetçinin bir polisi tokatladığını. Yüreğimiz burkuldu. O bir kamu görevlisi, onu tokatlamak değil, tokatlamamız lazım, tam tersine onun sorunlarıyla ilgilenmemiz lazım. Eğer orantısız güç kullanılıyorsa polis tarafından onun sorumlusu polis değil, siyasi otoritedir, talimatı veren o çünkü. Kime bağlı polis? Özerk mi? Hayır. Özgür mü? Hayır. “Dağıtacaksınız” diyorlar, “Biber gazı sıkacaksınız” diyorlar, “coplayacaksınız” diyorlar, o da görevini yapıyor. Bu tablonun herkes tarafından bilinmesi lazım. Polis arkadaşlarımızın sorunlarıyla ilgileniyoruz, ilgileneceğiz. Bizim iktidarımızda, yani halkın iktidarında Türkiye Cumhuriyetinin polisi halkın polisi olacaktır, bunu unutmayın.
Geçen hafta sonu Antalya’daydık. Antalya Büyükşehir Belediyesinin yaptığı bazı tesisler hizmete açıldı. Güzel çalışmalar var. Bir tesisi açtık diye eleştirildi. “Efendim onun temeli başka zamanı atılmıştı, biz yapmıştık, Sayın Menderes Türel döneminde tesis yapıldı” diye. Doğrudur. Tesisin bir kısmı Sayın Menderes Türel zamanında yapıldı. Zaten, Anakent Belediye Başkanımız konuşurken de ona teşekkür de etti ama Recep Tayyip Erdoğan’ın kulakları bunu duymaz çünkü onda insan sevgisi yok, çünkü onda yapılana değer vermek yok. Biz bu ülkede kim taş taş üstüne koymuşsa hepsine saygı duyarız. Bugün yine, efendim bu CHP’lilerin dikili ağacı yok, CHP’liler şunu yapmadı bunu yapmadı falan demiş. Geçen hafta aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığını ziyaret ettim. O dikili ağacı yoktur diyen insanın bir düşünmesi lazım, bu Diyanet İşleri Başkanlığını kim kurdu? Seni siyasallaştırmak için çaba harcadı, bizim de siyasallaşmasın, insanlar dini konularda en yetkin kurumdan bilgi sahibi olsunlar diye çaba harcadığımız, siyasetin dışında özenle tutmaya çalıştığımız o Diyanet İşler Başkanlığını Cumhuriyet Halk Partisi kurdu. Senin dikili ağacın yok. Bizim Türkiye’miz var, senin haberin yok, senin ceplerin var, bizim Türkiye’miz var.
Antalya’da tesisleri açarken tabi Başbakanın rahatsızlığını ben biliyorum çünkü o bir dönem her ile gidip yüz tesis, yetmiş sekiz tesisi, beş yüz tesisi düğmeye bastı açtı. Biz de dedik ki ya, Allah Allah bu tesisler nedir böyle, mantar gibi tesis, Türkiye’de işsizlik var olmaması lazım. Masaya yatırdık, bakalım o tesis nedir? Çatı aktarması olmuş okulda, beyefendi tesis açmış. Okulun badana boyası yapılmış, beyefendi tesis açmış. Bunu afişe ettik, şimdi artık tesis açamıyor, bir maskesini daha indirdik aşağıya. Ama biz, gittiğimiz yerde tesis açıyoruz. Binası var, içinde insanlar var. Ataşehir’e gittik, Türkân Saylan Tıp Merkezini açtık. O bölge halkına nasıl sağlık hizmeti veriliyor Recep Bey gitsin bir baksın bakalım tesis neymiş. Antalya’da açtığımız arıtma tesislerine gitsin baksın bakalım, açtığımız tesislerin temelini önceki Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal açtı on altı ay önce, beraber gittik kurdelesini kestik, yani yaptık on altı ayda. Onun aklına gelmez tabi. O tesisler yapıldığı dönemde etrafa felaket koku veriyordu, şimdi koku yok. Ne var şimdi? Orada aynı zamanda elektrik üretiliyor. Hayali bile yetmez onun, düşünemez bile. Biz düşünürüz, biz yaparız, çünkü biz halk için çalışıyoruz, halkımız için çalışıyoruz, cebimiz için değil, onlar cepleri için çalışıyorlar.
Antalya’da programımız sürerken Aksu yöneticimizden bir telefon geldi. Burada bir felaket oldu, programımızı kestik ve gittik. Gerçekten bıldırcın yumurtası büyüklüğünde dolu bütün seralarda müthiş bir tahribat yapmış. Bir seraya girmek istedik cam kırıklarından giremedik seraya. Can kaybı da var afette. Muhtarlarla konuştuk. Onlara şunu sordum: Tarım sigortası yaptıran kaç kişi vardır acaba bu zararı karşılamak amacıyla sigortadan? “En fazla yüzde 20’dir” dedi. Niye yaptırmadınız diye sorduğumuzda “Bazı koşullar bizim sigorta yaptırmamıza engeldir. Örneğin arsalar babalarımızın, amcalarımızın üstüne hâlâ, dolayısıyla onları kendi üstümüze alıp sigorta yaptırmak için bir zaman var, bunu yapamadık” diye söylediler. “Bazı ek koşullar var, o koşulları yerine getiremediklerini” ifade ettiler. Bizden sonra hükümet yetkilileri de gitmiş. Zarar tespiti yapmışlar. “Zarar tespiti varsa en azından sigortanın karşılamadığı zararın hükümet tarafından karşılanması. Bunu Parlamentoda dile getirir misiniz” dediler. Onlara söz verdiğim için burada dile getiriyorum. Onların zararları bizim zararımızdır. Onlar alın teri döküyorlar, üretiyorlar, çalışıyorlar, çoluk çocuk bütün aile çalışıyor, bütün aile üretiyor, alın teri döküyorlar. Bize dediler ki “Çiftçi bitti, bundan haberiniz olsun, mazot çok pahalı.” Onlara bir şey söyledim. Biz mazotu bir buçuk liraya indireceğiz çiftçi için, bunu duydunuz mu? “Duyduk” dediler. Teşekkür ediyorum dedim. Biz mazotu bir buçuk liraya indireceğiz, onların tarım sigortası bağlamında karşılaştıkları bürokratik engeller varsa onları kaldıracağız, her çiftçimizin kendisini tarım sigortası kapsamında olabilmesi için çaba harcayacağız. Ama onlara şunu da söyledim: Karadeniz’de don nedeniyle fındık üreticisini alacağı vardı. Para koydular, ödenek koydular vereceğiz diye vermediler. Fındık üreticisi de duysun Karadeniz’de, vermediler. Sonra onu bütçeye gelir kaydettiler. Size de verecekleri konusunda endişem var. Ama 12 Haziran var, bize destek verirsiniz, güç verirsiniz, bizim iktidarımızda göreceksiniz, haziran ayı içinde sizin zararlarınız ödenir.
Antalya’da hurdacılar sitesine de gittik. Doğu, güneydoğu yurttaşların ağırlıklı olarak hurda toplayıp sattıkları bir yer. Kentin biraz dışında. Yangın çıkmış, dört iş yerinde zarar, hasar var. Onlarla konuştuk, çaylarını içtik. Onlara dedik ki sizin derdiniz bizim derdimizdir. Sizin doğu, güneydoğulu olmanız hiç önemli değil, siz artık Antalyalısınız, Antalya’da oturuyorsunuz, Antalya’da yaşıyorsunuz sizin derdinizi çözeceğiz. Bizden bir köprü istediler. “O köprünün olması lazım” dediler. Anakent Belediye Başkanımız yanımdaydı. Onlara o köprü sözünü verdik, köprü bitecek, gideceğiz o kardeşlerimizle beraber o köprünün kurdelesini keseceğiz, onlara da sözümdür buradan.
Değerli milletvekilleri, Antalya dönüşünde İstanbul’da yakınlarını kaybetmiş ailelerin derneğine uğradık. Çocuklar için bu toplumun duyarlılığını, ailelerin duyarlılığını hepimiz biliriz. Bizim çocuklarımız, geleceğimiz, umutlarımız, yemeyip yedirdiğimiz, giymeyip giydirdiğimiz, okula gönderdiğimiz, daha iyi bir yaşam kalitesi yakalasın diye bizden daha okumasını istediğimiz çocuklar ama bu çocuklarımızdan her yıl yaklaşık on bini kayboluyor, çeşitli nedenlerle kayboluyor. O aileleri ziyaret ettiğimde dramı bir kere daha yaşadık. Bir kişi gelip bana şunu söyledi. “Kemal Bey, biz fakir olduğumuz için bizim kaybolan çocuklarımız bulunmuyor. Biz fakiriz, gidecek yerimiz yok, sadece emniyete gidiyoruz çocuklarımızı bulun diye, yapacağımız hiçbir şey yok.” Kibrit kutuları bastırmışlar, başka ürünler de var kutular, çocukların resimlerini onların üzerine yapıştırmışlar acaba çocuklarımız bulunur mu diye. On beş yirmi yıldır kaybolan çocuklar var ve anneler ağlıyorlar. “Yaşadıklarından da emin değiliz, bari mezarlarını bilelim, hiç değilse gidip bir dua okuruz” diyorlar. Dokunan şu oldu: “Biz fakir olduğumuz için bizim çocuklarımız bulunmuyor. Zengin olsaydık devlet seferber olur bizim çocuklarımızı bulurdu.” Bu algı aslında hepimizin ayıbıdır. Emniyet Genel Müdürlüğünün bu konuya biraz daha ağırlık vermesi lazım. O ailelerin dramı hepimizin dramı olmak zorundadır. O anneler, gerçekten de acılarını konuşurken ağlayarak gösteriyorlar. Küçük bir kız çocuğu “Kardeşimi bulun çünkü annem ağlıyor, ben annemin ağlamasını istemiyorum” diyor. Bu dram hepimizin dramıdır. Emniyet Genel Müdürlüğü bu konuda daha aktif, aileyi bilgilendiren bir çabanın içine girerse hepimiz mutlu oluruz diye düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, geçen hafta doğu ve güneydoğunun ekonomik kalkınmasıyla ilgili bir raporumuzu da açıkladık. Öyle gidip doğuya, güneydoğuya size modern hapishane yapacağız falan demedik. Onu söyleyeni biliyorsunuz değil mi? Diyarbakırlı kardeşlerim unutmasınlar. Yine söylüyorum. Diyarbakır’a gelip sana fabrika değil, iş yeri değil, sana hapishane sözü veren Başbakana oy verirsen, kusura bakma ama sen hapishaneyi hak ediyorsun. Oraya afiş de astıracağım, gözümden kaçmış olabilir, Diyarbakır’a astıracağım o afişi, sana hapishane değil fabrika sözü verene oy ver diyeceğim. Elini vicdanına koy öyle oy ver diyeceğim. Bana kızdın, Cumhuriyet Halk Partisine kızdın, kızmakta haklı olabilirsin ama ben sana şunu söylüyorum: Doğu, güneydoğuyu kalkındıracağım, kalkınma hızı 9,5 olacak. Orayı petrokimya üssü hâline getireceğiz. Gör bakalım, petrol boru hatları oradan geçer, doğalgaz hatları oradan geçer niye petrokimya üstü olmaz orası, ne eksiği var? Toprak mı yok? Var. İnsan mı yok? Var. Mühendis mi yok? Var. Eksik olan ne? Siyasi irade, o irade de bizde var. O coğrafya, dünyanın en güzel coğrafyası, doğu, güneydoğuyu bir lojistik üssü hâline getireceğiz karayoluyla, demir yollarıyla orası, o bölgenin, Avrasya coğrafyasının lojistik üssü hâline gelecek. Ve yine o bölgeyi biz, güneş enerjisi, ileri teknolojinin üssü hâline getireceğiz, güneş pilleri orada üretilecek. Ve iddia ediyorum, bizim hazırladığımız rapordan daha mükemmel bir rapor Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yazılmamıştır, biz yazdık. Özelleştirme kapsamındaki şeker fabrikalarını, o bölgedeki şeker fabrikalarının tümünü özelleştirme kapsamından çıkaracağız, orayı şeker üstü hâline getireceğiz. Ora aynı zamanda hayvancılığın da üssü olacak, besiciliğin üssü olacak. Şeker fabrikalarıyla besiciliği destekleyeceğiz. Doğu, güneydoğulu kardeşlerim bunu unutmasınlar. Ve onlara bir şey daha söylüyorum. Biz bunları size siyaseten, sizden oy almak için söylemiyoruz. O vermeseniz de, iktidar olduğumuzda bunları yaptığımızı göreceksiniz. Biz bunları yaptığımızda bile, Batıya ancak yüzde 75 oranında yaklaşabiliyor. Doğu Batı farkı gittikçe açılıyor, biz bu farkı kapatacağız. Ve bir şey daha: Şunu sakın düşünmeyin, efendim ekonomik açıdan düşündünüz, bizim başka sorunlarımız da var. Sizin kültürel sorunlarınıza da, sosyal sorunlarınıza da çözüm getireceğiz. Bu bizim görevimiz. Onunla ilgili de çalışmalarımız devam ediyor, onunla ilgili raporlarımızı da açıklayacağız. Hiç meraklanmayın, baştan söyledim, bu ülkede bir yurttaşın sorunu varsa, o yurttaş bilsin ki benim sorunumu sorun edinen Türkiye’de tek parti var, onun adı da Cumhuriyet Halk Partisidir.
Pazar günü Ankara’da bir yürüyüş vardı, taşeronluğa hayır yürüyüşü. Biz daha önce biz Gebze’de bir miting yaptık taşeronluğa son diye. Biz insan haklarına inanıyoruz, emeğe saygınlığına inanıyoruz, bütün devlet kurumlarında çalışan, hastanelerde çalışan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan bütün taşeron işçisi kardeşlerime söylüyorum, senin sorununu çözecek olan parti Cumhuriyet Halk Partisi, bunu unutma. Sosyal devleti yeniden inşa edeceğiz. O da sendikalı olacak, onun da kıdem tazminatı hakkı olacak, onun da izin hakkı olacak, onun da iş güvencesi hakkı olacak, çağdaş köleliğe hayır diyen tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir, herkesin bunu bilmesi lazım.
Son zamanlarda itiraflarla karşılaşıyoruz. İtirafları hatırlarsanız, biz aile sigortasını getireceğiz dediğimiz zaman Recep Bey demişti ki “Efendim siz o 12 milyon 715 yoksul açıklanmış, o rakam az, siz asıl kayıt dışı yoksullara bakın” demişti, AKP Grubunda demişti. Biz de dedik ki, biz zaten senin verdiğin rakamlara değil, biz onu biraz daha yüksek aldık, senin kayıt dışılığı ne kadar teşvik ettiğini biz biliyoruz zaten, ilk itirafı bu oldu. Bir Başbakanın ilk itirafı, “bu ülkede resmî kayıtlara girmeyen yüz binlerce yoksul var” diyor.
İkinci itirafı, o da ilginç bir şey. Ben sanırdım ki bu ülkeyi tanıyan, sorunlarını bilen bir iktidar yönetiyor, en azından öyle bir iddia var. Meğer öğrendik ki dokuz yıldır bu ülkeyi acemiler yönetiyormuş. Diyor ya, “çıraktık o zaman” diye. Sonra kalfa olmuş, şimdi ustalığa gelmiş. Biz senin hangi konularda usta olduğunu çok iyi biliyoruz. Şu kürsüden ben bir açıklama yapmıştım, Recep Beyin AKP Grubundaki açıklaması idi. Diyordu ki “53 milyar dolarlık petrol kaçakçılığı var. 14 ülkeden yanıt geldi, bunun hesabını soracağız. Sonra raporlar çıktı, 53 milyar dolar değil, 1 dolarlık bile bir şey çıkmamış. Çünkü gelen bilgilerin hiçbirisi devletin denetim elemanlarına verilmemiş. Ustalığa bakın, ancak ustalık bu kadar olur. 53 milyar dolarlık bir yolsuzluğu kapatan partinin Genel Başkanı hangi konuda usta olur? Bu konularda usta olur.
Ve bir başka itiraf da bugün. Biz dedik ki aile sigortasını getireceğiz. Her yoksul ailede kadının banka hesabına 600 lira yatıracağız. O kadın gidip birilerine minnet borcu duymayacak, sosyal devletin koruması altında olacak. Önce kıyameti kopardılar. “Vay efendim, kaynağı nereden bulacaksınız?” Bugün, beyefendi diyor ki, “efendim bizim dağıttığımız o 600 liradan fazla” itirafa bakın. Hani sen kaynak soruyordun bana. Bizim projelerimizin karşılığında ayakları dolandı, dilleri dolandı, ne konuşacaklarını bilmiyorlar. Bugün demiş ki, “Efendim bunlar bizim düşündüğümüzü düşünüyorlar, kes yapıştır bizi taklit ediyorlar.” Senin programında aile sigortası mı var? Yok. Sen benden kopya çekiyorsun, ne söylüyorsun sen.
Taşeronluğu kaldıracağız dedik, senin programında taşeronluğu kaldırmak mı var? Yok. Emeklinin intibak yasasını çıkaracağız dedik, emeklinin intibak yasasını çıkaracağım diye senin hedefin mi var? Yok. Hiç meraklanmayın değerli arkadaşlar, hiç meraklanmayın, onların kimyalarını, ezberlerini bozduk, hiç meraklanmayın siz.
Askerliği 15 aydan önce 9 aya, sonra 6 aya indireceğiz dedik. Senin programında mı var da sen kes yapıştır diyorsun. Senin programında böyle bir şey yok. Bir insanın ar damarı çatlarsa yalan söylemekten kendisini alı koyamaz. Bütün milletimin şunu bilmesini isterim: Bunlar halkın partisi olamazlar, bunlar şu olamazlar vesaire ne derse desin milletimin şunu bilmesini isterim: Samimiyetimize inanmasını isterim. Biz bu milletin ayağının turabı olmaya her zaman için hazırız, bunu bilsinler.
29 ilde ön seçim yaptık. Arkadaşlarımız demokratik yöntemlerle seçildiler. 12 ilde eğilim yoklaması yaptık, diğer illerde kamuoyu yoklamaları yapacağız. Bugün Uşak Milletvekilimiz Sayın Osman Coşkunoğlu’nun güzel bir yazısını okudum Hürriyet Gazetesinde. Artık, kendisi listede birinci sırada olmamasına karşın söylediği “Artık, halkın iktidarını kurmak için mücadele edeceğiz. Yeni bir sürece başladık” diyor. Kendisini bu duyarlılığından ötürü yürekten kutluyorum.
Grubumuz bu yasama döneminde olağanüstü çaba harcadı, mücadele etti, demokrasiyi sağlamak için, yasaların halkın yararına çıkması için mücadele etti. 12 saat oldu 12 saat, 24 saat dendi 24 saat, cumartesi, Pazar dendi cumartesi, Pazar günü kesintisiz çalıştı. Çaba harcayan, emek harcayan bütün milletvekillerime yürekten teşekkür ediyorum; onlara sağ olun, var olun diyorum.
Bu dönem kolay bir dönem olmadı. İç Tüzük’ün bize verdiği bütün hakları kullanmaya çalıştık. Orada engel oldular, konuşma sürelerimizi 5 dakikayla sınırlandırdılar komisyonlarda, konuşturmadılar bizi, onunla mücadele ettik ama sesimizi kesmedik, halka gittik, halkla beraber olmaya özen gösterdik. Mücadele bu çatının altında demokrasi adına yapıldı, hukukun üstünlüğü adına yapıldı, yasama organının saygıdeğer bir kurum olması adına yapıldı. Birilerinin baskısıyla değil, özgür irademizle kürsüye çıktık, özgür irademizle mücadele ettik, özgür irademizle konuşmalarımızı yaptık, seçmenlerimize doğruları anlatmaya çalıştık, o nedenle bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin İnternet sitesinde bir yenilik yaptık. Türkiye’deki herhangi bir yurttaşımız vatandaşlık numarasını girdiğinde kendisinin seçim listelerinde olup olmadığını öğrenebiliyor. Çok sayıda muhtarımız CHP’nin İnternet sitesini kullanıyor zaten. Kendi evinde başkaları da bazen oy kullanıyormuş gibi görülebilir veya yurttaşlık numarasını girdiğinde kendisinin listelerde yer almadığını da öğrenebilir. Bu hizmeti bütün seçmenlere veriyoruz. Ve buradan Yüksek Seçim Kuruluna bir çağrıda daha bulunuyorum, o da şu: Sandık kurulu üyelerince imzalanmış sandık sonuç tutanaklarının asıllarının Yüksek Seçim Kurulunun İnternet sitesine konulmasını istiyoruz. Eğer bu konursa scannerla taranır İnternet sitesine konur. Kaç bin tane sandık var, bugün teknolojik imkân içinde bu mümkün. Böylece, seçimlere gölge düşmemiş olur, bir yerde yanlışlık varsa onların hepsini görmüş oluruz ve seçimin denetimini bütün yurttaşlarımıza açmış oluruz. Bu da bizim açımızdan oldukça güzel bir tablo olur. Bu son grup toplantımız. Arkadaşlarıma daha önce söylemiştim. Çalışacağız, üreteceğiz, arabanızın bagajında bizim broşürlerimiz olsun gittiğiniz her yerde onları dağıtmaya özen gösterin, özellikle hiç kimseye, şurası bize oy vermez demeden her yere her zaman giderek her insanla, her yurttaşımızla konuşarak, tokalaşarak, onlarla beraber olarak onlara Cumhuriyet Halk Partisini, projelerimizi anlatalım. Bizim projelerimizi kopya edebilirler, çalabilirler, onun için biz seslendirirsek çalamazlar. Bundan sonra da bazı projelerimiz olacak, çocuklarımızla ilgili güzel bir projemiz olacak, tarımla, ekonomiyle ilgili 2023 hedeflerini gösteren stratejik bilgi de dün gece hazırlandı, matbaada bitti, o da önümüzdeki günlerde açıklanacak. Söyledim, projeleri olan, ekonomiyi ve ülkeyi yöneten, yönetmeye talip olan ve bu konuda en hazırlıklı olan, temiz siyaseti, temiz toplumu, yürekli insanları, saygıdeğer bir parlamentoyu hep beraber oluşturacağız. Bizim tek hedefimiz var, bu ülkede hukukun üstünlüğü içinde herkesin alın terinin karşılığını aldığı, sosyal, hukuk devletini yaşama geçirmek. Bu amaçla çalışacağız. Hepinize içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.
27.12.2024
27.12.2024
27.12.2024
26.12.2024