CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 24.02.2015 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal KILIÇDAROĞLU – Hiç endişeniz olmasın, atama bekleyen öğretmenler, hiç endişeniz olmasın, Hazirana kadar sabredin, ondan sonra Türkiye’yi göreceksiniz.
Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum.
Geçen hafta, bizim alışkın olduğumuz bir saldırıyla karşı karşıya kaldık. Bana ve bazı CHP milletvekillerine yönelik ahlaksızca saldırılar yapıldı. Saldırıyı yapan haram medyasıydı. Hepsini mahkemeye verdik. Şimdi merak ediyorum mahkemede neler söyleyecekler diye. Tabii, bunlar için tazminat ödemek hiçbir şey değil, paraları bol, yeşil dolarları bol; iftirayı at parayı ver. Ne olacak, bunlar için öyle bir tablo var. Ama bu saldırılar CHP’nin iktidara yürüdüğünü gösteriyor, korkuyorlar. İstediğiniz kadar korkun, istediğiniz kadar baskı kurun, istediğiniz kadar iftira atın, iktidar olacağız ve bunun hesabını soracağız. Onlar paraya güveniyorlar, yandaşlara güveniyorlar; biz halkımıza güveniyoruz, halk için çalışıyoruz. Hatırlarsınız, bir köstebek vardı bunlardan, köstebek Beşir Atalay. Önceden Deniz Feneri’ne haber veriyor “Polisler gelip arama yapacak, önlem alın” diye. O da beni mahkemeye verdi “Neden bana köstebek dedin” diye. Nihayet, mahkeme beni haklı buldu, onun da köstebek olduğu tescil edilmiş oldu.
Şimdi, bu köstebek, yine geçen gün açıklama yapmış, diyor ki: “Bu iftiraların, bu yazışmaların devamı gelecek.” Kendileri hazırlıyorlar ya. Söyledim, adında ve unvanında “Milli” olan bir kuruluş yani Milli İstihbarat Teşkilatı gayri milli bir oluşum içinde olamaz. İktidara hizmet etmek, iktidarda olan partiye hizmet gibi bir görevi yoktur Milli İstihbarat Teşkilatının. Milli İstihbarat Teşkilatı ya milli olur ya da biz o isimlerin hepsini açıklarız. Bizim duyduğumuz saygı dolayısıyla sesimizi çıkarmıyoruz ama artık yeter. Almanya’da Gestapo neyse onların bir kanadı da Gestapo gibi çalışıyor. İktidara hizmet ediyor, muhalefeti dinliyor, belgeler uyduruyorlar. İstediğiniz kadar uydurun belgeyi. Rahmetli babam “Oğlum sen doğru dur, eğri belasını bulur.” derdi, aynen öyle.
Değerli arkadaşlarım, geçen Pazar günü Süleyman Şah Türbesi dolayısıyla bir operasyon yapıldı. Türbeye gidildi, askerler geri çekildi, geri çekilirken bir de şehit verdik. Tek kurşun atılmadı ama bir de şehit verdik. Halit Avcı’ya, şehidimize Allah’tan rahmet diliyoruz; silah arkadaşlarına, ailesine, ordumuza da başsağlığı diliyoruz. Bunu da açık yüreklikle ifade etmiş olalım.
Oraya gidildi, Süleyman Şah ve 2 askerin naaşları alındı, Kobani kantonundan geçildi, Türkiye’ye yakın bir yerde yeniden bir türbe inşa edecekler.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez böyle bir olayla karşılaşıyoruz, ilk kez ve Türkiye, aciz bir ülke görünümünü sergilemiştir. Elindeki bütün kozları kaybetmiştir. Sadece Orta Doğu’nun değil, bütün dünyanın şamaroğlanı konumuna getirilmiştir. Benim vicdanım sızlıyor. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu hâle düşürülmesi beni rahatsız ediyor, sokaktaki vatandaşı da rahatsız ediyor. Nasıl oluyor da Türkiye bu hâle düşer? Tabloyu biraz daha net görmek için sizleri biraz geriye götüreceğim. AKP iktidarı döneminde ne oldu da Türkiye bütün dünyanın şamaroğlanı konumuna geldi? İlk kırılma noktası 4 Temmuz 2003’tür. Irak’ın Süleymaniye kentinde 11 askerimizin başına çuval geçirildi arkadaşlar. Elleri kelepçelendi, 60 saat sorgulandı ve bu ülkenin Başbakanı ağızını açıp tek kelime bile etmedi, tek kelime bile etmedi. Şimdi, palavracı kahraman olarak geziyor, tek kelime bile etmedi. Gazeteciler, haklı olarak, şu soruyu sordular: “Siz, nota verecek misiniz?” O da bir üslup içerisinde, sözde espri yapıyor “Müzik notasından mı söz ediyorsunuz?” diyor. Ya, sen bu ülkenin onurunu ayaklar altına aldın, burada espri yapacak zaman mıdır, yer midir? Ama bu yapıldı. İlk kırılma budur değerli arkadaşlar. Sonra, Mavi Marmara olayı yaşandı. Bir gemi yasadışı olarak Türkiye karasularından hareket etti. Gazze’ye yardım götürecekler. Kimse, Gazze’ye yardım götürülmesin demiyor zaten, insanı yardım elbette olmalı, burada hiçbir tereddüdümüz yok ama onların amacı başkaydı. Sözde, AKP milletvekilleri de o gemiye binecekti ama AKP milletvekilleri o gemiye binmedi son anda çünkü uyarıldılar “Binmeyin.” Ve uluslararası sularda 9 vatandaşımız öldürüldü. Yine tık yok. Oturdular, estiler, köpürdüler “Asarız keseriz” arkadan hiçbir şey çıkmadı. İkinci kırılma noktasıdır. Efelenmekle dış politika olmuyor, hâlâ bunu öğrenemediler.
Bir üçüncü olay Suriye olayıdır. Suriyelilerle hiçbir sorunumuz yoktu, Suriye yönetimiyle de bir sorunumuz yoktu. Ortak bakanlar kurulu yaptık, ortak futbol takımı kurduk, maçlar oynandı, Esad ve eşi Türkiye’ye geldi, Bodrum’da karşıladı Başbakan, beraber tatil yaptılar. Vizeler kalktığı için hiç kimse şikâyetçi değildi, 77 milyon yurttaştan bir tek kişi bile “Niye böyle bir politika izlediniz?” diye şikâyet etmedi. Ama bir sabah kalktık, Suriye bizim can düşmanımız olmuş. Buradan silahları götürdük, Katar’dan paraları götürdük, dünyanın her tarafından militanları Türkiye üzerinden Suriye’ye geçirdik ve Müslümanlar birbirlerini katletmeye başladılar. Müslüman kanı aktı o coğrafyada, hâlâ akmaya devam ediyor. Uyardık “Yapmayın, yanlış yapıyorsunuz” dedik. “Türkiye’nin büyüklüğüne bu yakışmaz” dedik, ısrar ettik. “Hayır, biz doğruyu yapıyoruz.” dediler. Tırlarla dolu silah götürdüler. Bugün Suriye’de hâlâ kan akıyor ve bunun en büyük sorumlusu AKP Hükümetidir. 1 milyon 700 bin –resmî rakamlara göre- Suriyeli bizim topraklarımızda; yazık, günah onlara. Bu, bir başka kırılma noktasıdır.
Değerli arkadaşlarım, silah götürürken “Bakın ha, siz silah götürüyorsunuz oraya, yarın bu silahlar IŞİD’in eline geçerse daha büyük bir bedel öderiz biz. Orada neyin ne olduğu belli değil.” dedik. “Hayır, biz silahları götüreceğiz” dediler ve götürdüler. Sonra ne oldu değerli arkadaşlarım? Niğde Ulukışla’da bir başka olay yaşadık. IŞİD militanları Niğde Ulukışla’da bir kamyon şoförünü, 1 askeri ve 1 polisimizi şehit ettiler. Hâlâ davaları görülüyor, ne olacağı da belli değil. Arkasından, 2 Temmuz 2014, IŞİD You Tube bir tehdit koydu açıkça, aynen okuyorum: “Süleyman Şah Türbesi’ndeki Türk askerlerinin orayı boşaltması için 3 gün süre veriyoruz. 3 gün içinde türbeyi boşaltıp Türk bayrağını indirmedikleri takdirde türbeyi yerle bir edeceğiz.” Gayet açık, gayet net tehdit. Biz IŞİD’e terör örgütü diyoruz, bu tehdide doğrudan muhatap olan hükümet terör örgütüdür diyemiyor, söyleyemiyor. “Senin bayrağını indireceğim” diyor, tık yok bunlarda, “Türbeyi yıkacağım” diyor, tık yok bunlarda. Sonra, Musul Başkonsolosluğumuzu bastı 900 IŞİD militanı ve 49 görevliyi rehin aldılar. Araya bir sürü insan girdi, IŞİD’e bir sürü şeyler ikram ettiler, verdiler ve 49 görevli serbest bırakıldı.
Değerli arkadaşlarım, şimdi sıra geldi Süleyman Şah Türbesine. Bakın değerli arkadaşlar, Süleyman Şah Türbesiyle ilgili olarak bunlar da güzel şeyler söylediler. Davutoğlu, 14 Mart 20014’te Van’da bir konuşma yapıyor İranlı ve Azerbaycanlı dışişleri bakanlarıyla beraber. Yaptığı konuşma aynen şu: “Oraya dönük yani Süleyman Şah Türbesine dönük olarak ister rejimden yani Suriye’den ister radikal gruplardan yani IŞİD’den ister başka bir yerden gelebilecek her türlü saldırı aynıyla mukabele görür ve oradaki o vatan toprağının savunması konusunda da Türkiye hiçbir tereddüt göstermeden her türlü tedbiri alır. Hiçbir tereddüt göstermeden her türlü tedbiri alır” diyor dönemin Dışişleri Bakanı, şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu. Numan Kurtulmuş da diyor “Eğer Süleyman Şah’a bir saldırı olursa 3 dakika içinde Türk Silahlı Kuvvetleri derhal oraya müdahale eder.” Türkiye Büyük Millet Meclisine bir tezkere geldi, 2 Ekim 2014. Milli Savunma Bakanı konuşuyor, adı üstünde Milli Savunma Bakanı, Mecliste o konuşuyor: “IŞİD’ın Türkiye-Suriye sınırına 37 kilometre mesafede bulunan Süleyman Şah Saygı Karakolu bölgesindeki mevcudiyeti ulusal güvenliğimize yönelik apaçık bir risk, apaçık bir tehdit oluşturmaktadır. Türk ana vatanının ayrılmaz bir parçası olan Süleyman Şah Saygı Karakolunu korumak devletimizin aslı vazifesidir. Süleyman Şah Saygı Karakolunu korumak devletimizin asli vazifesidir. Türkiye Cumhuriyeti bu sorumluluğunun gereğini yerine getirme konusunda hiçbir tereddüt göstermeyecektir.” diyor. Doğru mu? Yüzde yüz doğru, devlet dediğiniz budur zaten. Benim topraklarıma saldırı olacak, ben yerimde oturacağım, bu, mümkün değil. Neden tereddüt göstermeyecektir? Çünkü Süleyman Şah bizim vatan toprağımız. 1921’de anlaşma yapmışız, orası Türkiye Cumhuriyetine aittir” diye uluslararası sözleşmemiz var. Sonra? Lozan Anlaşmasıyla da biz bunu perçinlemişiz. Nasıl oluyor da biz orayı terk ediyoruz? Hangi gerekçeyle biz orayı terk ediyoruz? 3 naaşı hangi gerekçeyle oradan biz taşıyoruz? Peki, Türkiye Cumhuriyeti’ne, bir geriye gidelim tekrar acaba biz ne yapmışız bugüne kadar? Süleyman Şah’ı güvence altına almış mıyız? Almışız. Lozan Anlaşmasıyla da almış mıyız? Evet, almışız. Türkiye Cumhuriyeti toprağı mı? Evet, Türkiye Cumhuriyeti toprağı. Uluslararası anlaşma var mı? Evet, uluslararası anlaşma var. Niye terk ediyoruz? Buradan, 77 milyon yurttaşıma açık ve net çağrı yapıyorum: Kendi ülkesinin toprağını yabancılara teslim eden, teslim ederken de kaçan bir iktidara ne denir, oturun düşünün. Yine söylüyorum, 77 milyon yurttaşıma sesleniyorum: Uluslararası sözleşmelerle Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak bilinen bir yerden askerinizi çekerseniz, türbeyi bombalarsanız, naaşları getirirseniz buna ne denir? Neyin karşılığında siz, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını terk ettiniz? Neyin karşılığında kaçtınız siz? Ben bunu sormak zorundayım. Bu ülkede namuslu her vatandaşın bu soruyu sormasını istiyorum. (Alkışlar) 1921’de “orası Türkiye toprağıdır” diye anlaşma yapmışız, uluslararası anlaşma. 1923’te Lozan Anlaşması yapmışız, 1936’da Montrö Anlaşması yapmışız, Boğazları güvence altına almışız. 1938’de Hatay’ı Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katmışız. 1974’te garantörlük hakkımızı kullanarak Kıbrıs’a gitmişiz. Şimdi 77 milyon yurttaşıma soruyorum: Bunların tamamını kim yaptı? Hatay, Boğazlar, Kıbrıs, Süleyman Şah, kim yaptı bunları? CHP yaptı, Cumhuriyet Halk Partisi yaptı. (Alkışlar) Şimdi 77 milyon yurttaşıma tekrar soruyorum: Biz bunları yaptık. Bir karış toprağımızdan ödün vermedik. Bir karış toprağımızı terk etmedik, kaçmadık, göğsümüzü açtık, mücadelemizi yaptık bu ülkenin onuru için, sen ne yaptın? Süleyman Şah’tan kaçtın. Kaçarken nal topladın sen. Senin, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olduğun tartışmalıdır bu saatten sonra artık, kimse kusura bakmasın. Hem kaçıyorlar hem de “Zafer” diyorlar, şaşırdığım da o zaten. Kaçmak ne zamandan beri zafer oldu? Kendi toprağın, hiçbir ülke “Hayır, burası Türkiye Cumhuriyeti’nin değildir” demiyor, kendi toprağın. Askerlerin orada, Süleyman Şah orada, 2 askeri orada, türbeyi yapmışsın, 10 dönümlük bir arazi üzerine yapmışsın, bir ada üzerine yapmışsın ve orayı terk ediyorsun. Terk ediyorsun kaçıyorsun geliyorsun, bunu da millete “Zafer” diye kakalıyorsun. Kendi toprağını satan adama ne denirse ben de onu söylüyorum. Sordum, toprak kime ait? Bize ait. Askerler kime ait? Bize ait. Orada yatan naaşlar kime ait? Bize ait. Orada görev yapan askerler kime ait? Onlar da bize ait. Niye kaçıyoruz? Hangi gerekçeyle kaçıyoruz? Sen yetki istedin Türkiye Büyük Millet Meclisinden Süleyman Şah’a saldırı olabilir diye, biz de sana yetki verdik. Sana kaç diye yetki vermedik ki; toprağı koru diye, vatanı koru diye yetki verdik biz sana. Hayatımda, kaçmayı “Zafer” olarak sunan bir iktidar da gördüm ya! Hiçbir zaman aklıma gelmezdi, hiçbir zaman. Korkaklığın, kaçmanın, sünepeliğin, aciz olmanın zafer olduğunu da gördüm ya, anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum. Ben onlara söyleyeyim, sen zafer mi görmek istiyorsun? Sakarya’ya bakacaksın, zafer orada. Sen zafer mi görmek istiyorsun? Dumlupınar’a bakacaksın, zafer orada. Sen zafer mi görmek istiyorsun? Afyon’a bakacaksın, Afyon’a. Sen zafer mi görmek istiyorsun? Erzurum’da Nene Hatun’a bakacaksın. Sen zafer mi görmek istiyorsun? Maraş’ta Sütçü İmam’a bakacaksın. Bunların hiçbirisi ülkesini terk etmedi, ölümü göze aldılar bunlar bu ülkenin onuru için, bu ülkenin şerefi için, bu ülkenin geleceği için. Siz ne yapıyorsunuz? Bir de kalmışlar, bunu “Zafer” diye satıyorlar. Sen zafer mi görmek istiyorsun? Kıbrıs’ın Beşparmak Dağlarına bakacaksın zafer görmek istiyorsan. Öyle anlaşılıyor ki çok büyük bir fiyaskoyla karşı karşıyayız, bunu “Zafer” diye satıyorlar, yerlerse diyorlar. Ama bu ülkenin namusu ve onurlu insanlar, bayrağını, vatanını seven herkesin bunun büyük bir fiyasko olduğunu biliyor. Düne kadar Esad’ı ve rejimini hiç muhatap almıyorlardı, ne yaptılar? Muhatap aldılar. Ne yaptılar? İstanbul Başkonsolosuna haber verdiler “Biz oraya gidiyoruz” diye. Bu kadar ikiyüzlü bunlar, bu kadar ikiyüzlü.
Çözüm, ne yapacağız? Umutsuzluğa kapılma lüksümüz yok. Herkes şunu gayet iyi bilmeli, 77 milyon yurttaşıma sesleniyorum: Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, CHP’nin iktidarında, benim başbakanlığımda senin yüzün yere eğilmeyecektir. Bu ülkenin onuruyla oynadılar. Bu ülkenin gururuyla oynadılar. Bunlara dersini vermek bu ülkede her vatandaşın boynunun borcudur, temel görevidir bu. Sözüm söz, söyledim, bizim iktidarımızda Orta Doğu’da kesinlikle kan akmayacak. Orta Doğu’ya huzur, Orta Doğu’ya barış gelecek. Suriye’yi de Irak’ı da yeniden biz inşa edeceğiz, barış köprülerini yeniden biz kuracağız, kardeşliği yeniden biz tesis edeceğiz, yeniden yapacağız bunları. Mısır’la kavga etmeyeceğiz, yeniden dost olacağız. Libya’ya bakın, karar verdiler, hiçbir Türk istemiyorlar. “Libya’nın tamamını terk edin” diyorlar. Bunlar ne yapmışlardı? Acaba bir şeyler kapabilir miyiz diye bavula parayı doldurdular, apar topar Libya’ya gittiler “Acaba bir şeyler bize düşer mi?” diye. Sen, önyargılı davranırsan, Kaddafi’yi arkadan hançerlersen senin gibi insanları Libyalılar da adam yerine koymazlar ve değer vermezler. Sen hâlâ bunu öğrenemedin mi? Kaddafi bizim için çok önemliydi. Kıbrıs çıkarmasında bütün desteğini verdi bize. Ahde vefa denen bir şey vardır. Kaddafi linç edildi, bunlar düğün dernek yaptılar. Biz bunlara karşı çıktık, doğru bulmadık. Libya ile de ilişkilerimizi düzelteceğiz. Toplumun her kesimiyle, her ülkeyle yeniden sıcak ilişkiler kuracağız, yeniden inşa edeceğiz Türkiye’yi, Orta Doğu’yu, hepsini. Onun için diyoruz, çözümün adresi biziz çünkü biz sadece ülkemizin insanlarını değil, bütün insanları seviyoruz ve bütün insanların huzur içinde, barış içinde kendi ülkelerinde yaşamalarını istiyoruz. Suriye’de savaş bitecek, Suriye’de kaos bitecek, 1 milyon 700 bin Suriyeliyi güle oynaya kendi ülkelerine göndereceğiz ve benim ülkemde benim insanlarım huzur içinde yaşayacak; iş bulacak, aş bulacak, onun da sözünü veriyoruz biz.
İngiltere’yi bilirsiniz, büyük devlet nedir? Taa binlerce kilometre ötede Arjantin’e komşu Falkland Adaları vardı. Arjantin dedi ki “Burası bana aittir” gitti, işgal etti. Gemilerle gittiler, adayı geri aldılar. “Kilometrelerce uzakta da olsa ben izin vermem dedi. Benim insanımın onuru var, burası benim ülkeme aittir” diye. Sen, sana ait olan topraktan kaçıp geliyorsun ve bunu da “Zafer” diye satıyorsun bu millete. Ya, bu kadar ahlaksızlık, bu kadar utanmazlık emin olun tarihte yoktur.
Değerli arkadaşlarım, Parlamentoda milletvekillerimize karşı şiddet uygulanıyor. AKP milletvekilleri, her türlü saldırıya biz hazırız, her türlü baskıya da hazırız. Sanıyorlar ki saldırı yapılınca CHP geriye çekilecek. Cumhuriyet Halk Partisi geriye çekilmeyecek, mücadelesini kapı gibi yapacaktır. Milleti kandırmak için “Efendim, biz molotofkokteyli atılıyor, uyuşturucu ticareti yapılıyor, biz bunları engellemek istiyoruz, CHP buna karşı çıkıyor.” Ya, akıl mantık… Birisinin Bilal’e anlattığı gibi ben de Davutoğlu’na anlatayım bari. Türk Ceza Kanunu, “Madde 6 .- molotofkokteyli kullanmak yasaktır, cezası var” diyor. Eğer bunu genel güvenliği kasten tehlikeye sokma suçu işlersen bununla ilgili cezası 3 yıla kadar artar” diyor, yani zaten var suç. Peki, yakalanan var mı? Niye yok? Hükümet yok, ortada hükümet yok. Sen yakaladın da biz sana engel mi olduk? Yapma mı dedik? Hayır.
Uyuşturucu: Her yerde peynir ekmek gibi satılıyor. Sen, uyuşturucu tacirlerini yakaladın da biz gelip “Ya, yapma, etme eyleme, gel bunları serbest bırak mı?” dedik. Hayır. Bütün okulların kapılarında peynir ekmek gibi satılıyor. Gencecik çocuklarımız perişan oluyor. Nerede hükümet? Hükümet yok. Bakın bizi suçluyorlardı. Dün akşam Parlamentoda yine bu görüşülürken uyuşturucuyla ilgili olarak araştırma önergesi verildi, AKP’nin oylarıyla reddedildi araştırma önergesi “Bu konuyu araştırmayalım” diyorlar. Niçin? Kendi suçlulukları ortaya çıkacak diye.
Türk Ceza Kanunu’nda cezayı ağırlaştırdılar, biz de evet dedik, Parlamentodan oy birliğiyle çıktı. Utanacaklar mı söylediklerinden? Emin olun utanmazlar. Utanmaları için ar damarı gerekiyor, o yoksa ne diyeceksiniz.
Efendim, uyuşturucu okullara 200 metrekare içinde satılırsa ağırlaştırılacak. Dedik ki niye 200 metrekare, 300 metrekare olsun. Çocuklarımızı daha fazla koruyalım, onu da reddettiler arkadaşlar.
Ben geçen hafta burada emeklilerle ilgili bir açıklama yapmıştım. Dedim ki emeklilere CHP’nin iktidarında Ramazan Bayramında ve Kurban Bayramında birer maaş ikramiye vereceğiz. Bundan rahatsız oldular. “Vay efendim, ne demek emekliye ikramiye vermek? Para yok pul yok. Ne demek para yok pul yok? Emekliye gelince “para yok pul yok” diyorlar. Bakınız bir yolsuzluk dolayısıyla savcılık bir soruşturma açtı. 28 ihalede, sadece 28 ihalede uğranılan toplam zarar 100 milyar dolar. 100 milyar dolar nedir biliyor musunuz? Emekliye on yıl bayram ikramiyesi vermek demektir. Buradan yine 11 milyon emekliye sesleniyorum, 11 milyon emekliye ve onların eşlerine ve çocuklarına sesleniyorum: Ne derlerse desinler, CHP iktidarında, benim başbakanlığımda sen Ramazan Bayramında ve Kurban Bayramında birer maaş ikramiye alacaksın, helal hoş olsun diyorum sana.
Bu memlekette para var, para var ama nerede kullanacağım önemeli. Para var, nasıl harcayacağın önemli. Bunun yolunu biz biliriz. Onlar cepleri için çalışıyorlar, çalışacaklar; biz halk için çalışıyoruz, çalışmamızı da sürdüreceğiz.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum değerli dostlarım.