23.02.2016

23 Şubat 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU:

ÇARK TUTMAZ OLDU BU DÜZEN

MİLLETİN KANINDA BOĞULACAKSIN SEN

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup toplantısında, “Çark tutmaz oldu bu düzen. Bu düzen, bu ülkeye acıyı ve gözyaşını getiren düzendir” diye konuştu.

MİLLETİN KANINDA BOĞULACAKSIN

“Tek hedefleri var, ‘Milletin önüne acıyı, kanı, gözyaşını koyacağız ve ondan sonra da ben başkan olacağım’ diyor. Sen başkan olamayacaksın kardeşim, bu milletin kanında boğulacaksın sen, kanında” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:

BÜTÜN ARTVİNLİLERİ TÜRKİYE’NİN BİR NUMARALI VATANSEVERİ İLAN EDİYORUM



“Hepinize yürekten teşekkürler. Engelli kardeşlerimiz de aramızda, onları da saygıyla selamlıyoruz. Bütün Türkiye’nin, başta engelliler, bütün engelleri aşmasını istiyoruz, zaten siyaseti de bu amaçla yapıyoruz. Türkiye’nin önünde hiçbir engel kalmamalı. Türkiye, Batı uygarlığına ulaşma yolunda, çağdaş uygarlığı yakalama yolunda kararlı adımlarla yoluna devam etmeli. En büyük arzumuz, en büyük hedefimiz bu.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, birkaç konuya değineceğim. Bunlardan birisi Artvin’de yaklaşık on-on beş gündür devam eden doğaya sahip çıkma eylemi. Düşünün, dünyanın en güzel doğasında, tabiatında yaşıyorsunuz, yeşilin bütün renkleri orada, sonbaharda bütün güzellikleri yaşıyorsunuz; insanlar o doğanın bir parçası olarak son derece mutlular. Bugün gazetelerde var, yaşlı bir Artvinli toprağı eline almış “Bu toprak sadece bizim değil, buradaki kuşların ve böceklerin de hakkı var burada ve bunun korunması lazım” diyor. Evet, korunması lazım. Bütün Karadeniz’de olduğu gibi Artvin’de de yayla şenlikleri yapılıyor. Nerede yapılıyor, kentin merkezinde mi? Hayır, yaylalarında yapılıyor. O güzel tabiatla iç içe bütün şenlikler yapılıyor. İnsanlar hayatından mutlu, huzur içinde yaşıyorlar orada. Hani meşhur bir sloganları var “Altında ölüm ama üstünde hayat var” diyorlar. Evet, altında ölüm var Artvin’in ama üstünde hayat var. Şimdi hayata izin vermek istemiyorlar, ölüme mahkûm etmek istiyorlar insanları. “Senin elinden tabiatı alacağım” diyor. “Canlılar mı yaşıyor, onların elinden de alacağım” diyor. Kim için mücadele edeceğim? Ben, AKP hükümeti olarak milletin anasına küfredenin yanındayım” diyor. Artvinli de “Hayır” diyor.

Bakın değerli arkadaşlar, bu olay yeni ortaya çıkmış bir olay değil, Artvinlinin sabrı taştığı için olay bu noktaya geldi. Olay, 1990’lı yıllardan beri devam eden bir olay. Peki, sadece Artvinliler mi karşı buna? Hayır. Şimdi size örneklerini vereceğim değerli arkadaşlarım. Artvin Valiliği Çevre Kurulunun –tarihe dikkat edin- 13 Şubat 1996 tarihli kararı Resmî Gazete’de yayımlanıyor. Maden faaliyetlerine neden onay verilmediğini anlatıyor bu kararda ve diyor ki “Orman varlığının yok edilmesiyle oluşacak erozyon sonucu heyelan ve sel nedeniyle il merkezi başta olmak üzere bölgenin olumsuz etkileneceğini, Kafkasör yöresindeki turizm faaliyetlerinin olumsuz etkileneceğini, kaynak suları ve yüzeysel suların kirleneceği”… Resmî Gazetede yazılan raporda açıkça belirtiliyor. Ne zaman? 1996 tarihinde. Sadece Artvin Valiliği mi? Hayır. Kafkas Üniversitesi, Artvin Orman Fakültesi’nin Akademik Genel Kurulunun kararı, 18.4.2006 tarihli kararı fakülte görüşü olarak diyor ki “Cerattepe’de madencilik faaliyetinin durdurulmasının kamu yararına uygun olduğunu düşünüyoruz. Eğer bunu yaparsanız kamu yararı zedelenir.” Sadece üniversite mi? Hayır, o da değil. Artvin Orman Bölge Müdürlüğü, o da bir rapor veriyor. Ne zaman? 8.11.2012’de. O da diyor ki “Yer altı üretim yöntemiyle üretilecek madenin yer üstü tesisleri için ormanlık alanda yapacağı tahribat nedeniyle olumsuz görüş bildiriyoruz.” Sadece o mu? Hayır. Maden Tetkik Arama Enstitüsü, onlar da 98-21/ e sayılı raporlarında şunu söylüyorlar “Cerattepe’deki madenin işletilmesi durumunda oluşacak yapay titreşimlerin (patlamaların) bu bölgedeki heyelanları etkilemesi doğaldır. Buna izin vermeyin.” Sadece bu mu? Hayır. Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği, onlar da bir rapor veriyorlar, 13.9.2013 tarihinde onlar da, “Söz konusu orman alanları ve sağladığı sayılmaz, ölçülemez çevresel hizmetler hiçbir kısa süreli ekonomik faaliyetler uğruna gözden çıkarılmamalı. Artvin Cerattepe ve Genya ormanlarında madencilik yapılmamalıdır.” diyor. Yani Artvin halkı, boşuna kendi ormanına, kendi canlılarına sahip çıkmıyor, sadece o değil herkes sahip çıkıyor. Kim sahip çıkmıyor? Sadece bir kişi, milletin anasına küfreden kişi. Kim onun yanında? AKP ve kadroları onun yanında. Artvinlileri, bu nedenle, kendi havuz medyası Artvinlileri terörist ilan etti “Bunlar teröristtir” diyor. Ben Artvinlileri, hangi partiye oy verirse versin, bütün Artvinlileri terörist değil, bütün Artvinlileri Türkiye’nin bir numaralı vatanseveri ilan ediyorum.

Son bilirkişi raporunda “50 bin 300 ağaç kesilecek.” diyor. Sizde nasıl bir vicdan var, nasıl bir ahlak var, tabiata nasıl saygı var sizde? 50 bin 300 ağaç kesilecek. “Efendim yerine yeni ağaç dikeceğiz.” Peki, oradaki canlıları da oraya taşıyabilecek misiniz? Yazık günah değil mi?

Değerli arkadaşlarım, Artvinli kadınları copladılar. Olay, Artvin olayı olmanın ötesine geçti. O nedenle biz, bütün Artvinlileri, bakın çok farklı siyasi görüşlere sahip olan bütün Artvinliler bu konuda ortak çaba harcıyorlar “Biz Artvin’e sahip çıkacağız.” Diyorlar, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Artvinlileri kucaklıyoruz, onların yanındayız, size her türlü desteği vermek bizim namus borcumuzdur, bunu da ifade edeyim.

Biraz da tabii bunu AKP açısından doğal karşılıyorum. Teröre yardım ve yataklık yapanlar milletin anasına küfredenlere de yardım ve yataklık yapıyorlar bu faaliyetleriyle. O nedenle hepinizin, özellikle bütün Artvinlilerin dikkatini çekmek isterim.

KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI ADINA HERKESİ FİŞLEMEYE BAŞLAYACAKLAR




Değerli arkadaşlarım, bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, TBMM’de önemli bir kanun görüşülecek. Bu kanun tasarısı komisyonlardan geçti, alelacele yıldırım hızıyla geçirdiler. Nedir bu kanun tasarısı biliyor musunuz? Kişisel verilerin korunması kanunu. Kişisel verilerin korunması elbette mümkündür ve olması gerekir, bu konuda hiç kimsenin bir tereddüdü yok. Avrupa Birliği bu konuda standartlar belirlemiş, aynı standartlara Türkiye’nin de uymasından daha doğal hiçbir şey olamaz. Ama şimdi bunlar, kişisel verilerin korunması adına herkesi fişlemeye başlayacaklar, önümüzdeki süreçte başlayacaklar. Zaten başlamışlardı da, şimdi bunu yasal hâle getiriyorlar.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Batı’da kişisel verilerin korunmasıyla ilgili sorumluluk üstlenen kurumların tamamı özerk ve bağımsızdır çünkü onlar bir sorumluluk üstleniyorlar. Herkesin kişisel verisi var ve bu verilerin çok dikkatli kullanılması ya da korunması lazım. Bizde ne yapılıyor? Bir komisyon kuruyorlar, bir kurum kuruyorlar, efendim kurumun 3 üyesini Cumhurbaşkanı, 4 üyesini Bakanlar Kurulu atayacak yani 7’si de AKP’li olacak ve bunun adı da bağımsız kurum olacak. Siz çocuk mu kandırıyorsunuz? Bu, asla doğru değil. Batı’daki standartlar neyse aynı standartları getirin kurumun yönetimi açısından. Daha tehlikeli olan 6’ncı madde. Bakın 6’ncı maddeyle vatandaşın nesini fişleyecekler, bütün vatandaşlarım lütfen dikkatle dinlesinler sizi nasıl fişleyecekler. Kişilerin ırkı, hangi ırktan olup olmadığınız; etnik kökeni, hangi etkin kökenden olup olmadığınız; siyasi düşüncemiz, onu da fişleyecekler; felsefi inancımız, onu da fişleyecekler; dinimiz, o da fişlenecek; mezhebimiz veya diğer inançlarımız, onlar da fişlenecek. Kılık ve kıyafet, nasıl kılık kıyafetimiz var, o da fişlenecek. Dernek, vakıf ya da sendika üyeliğimiz varsa onlar da fişlenecek. Sağlığımız, o da fişlenecek. Cinsel hayatımız, niye merak ediyorlar merak ediyorum, onu da fişliyorlar. Ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri biyometrik ve genetik verileri de fişleyecekler.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir kanun tasarısı komisyonda görüşülürken bizim arkadaşlar da doğal olarak ya, Avrupa Birliği uyum süreci içinde geliyorsa şu Avrupa Birliği mevzuatına bir bakalım demişler. Avrupa Birliği gerçekten bunları mı yapıyor? Bakıyorlar, Avrupa Birliği Aralık 2015’te Parlamentonun yayınladığı bir basın bildirisi var. Diyorlar ki “Biz bu konuda geçmişte bir şeyler yaptık ama daha güzel çalışmalar yapacağız.” Komisyondaki arkadaşlarımız Adalet Bakanı’na diyorlar ki “Siz bu tasarıyı getirdiniz ama bakın Avrupa Birliği Parlamentosu bir bildiri yayınlamış, basın açıklaması yayınlamış ve bununla ilgili bazı çalışmalar yapacak ve 95/46 sayılı direktifte diyor ki “Yeni bir direktif hazırlayacağız Mart 2016 itibarıyla, yani önümüzdeki ay bu direktif yürürlüğe girecek. Avrupa Birliği üyeleri bu yeni direktife iki yıl içinde uyacak. Diğerleri de, birlik üyesi olmayan ülkeler de Mart 2016’dan sonraki kriterlere göre çalışmalarını yapacaklar.” Bunu söylüyorlar ve Adalet Bakanı’na hatırlatıyorlar. Bu konuda bizi neden bilgilendirmediniz? Hemen çantasını açıyor “Efendim, onlar bizim elimizde var.” diyor. Peki, elinizde varsa niye komisyon üyelerine dağıtmadınız, niye komisyon üyelerine vermediniz? Çünkü bunların amacı, Avrupa Birliği ile uyumu sağlamak değil, Avrupa Birliği’nin bazı kriterlerinden yola çıkarak 78 milyonu fişlemek. Buradan söylüyorum, bu hatadan vazgeçin. Bu yasayı biz Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacağız. Anayasa mahkemesinden sonra gerekirse Avrupa İnsan Haklarına Mahkemesine götüreceğiz. Bunu herkesin bilmesini isterim.

İFLAS EDEN BİR YÖNETİM VAR



Değerli arkadaşlarım, benden sık duyduğunuz bir cümle var. Türkiye, cumhuriyet tarihinin en derin krizlerinden birisini yaşıyor. Bunu her gittiğim yerde söylüyorum, sizler de her gittiğiniz yerde vatandaşa hatırlatın. Böyle bir kriz dönemi İkinci Dünya Savaşı dâhil yaşanmamıştır. Şimdi, haklı olarak bana şu sorular geldi: En derin krizlerinden birini yaşıyor da bu krizin adı ne? Ekonomik kriz mi, siyasal kriz mi nedir bu krizin adı? Bu krizin adı yönetim krizi arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti iyi yönetilmiyor, daha açıkça söyleyeyim Türkiye Cumhuriyeti yönetilmiyor, yönetim boşluğu var.

Patlama oluyor ülkeyi yöneten Başbakan Davutoğlu "Patlama sesi duyduk araştıracağız" diyor. İyi ki duymuş sesini onu da duymayabilirdi. İflas eden bir yönetim var arkadaşlar. Bakın neden iflas eden bir yönetim? Eğer bir devlette, birinci kuralı şudur: Devlette liyakat sistemi çökmüşse orada devlet çökmüştür. Yani işi ehline verme sistemi çökmüşse orada yönetim de çökmüştür, devlet de çökmüştür. Tipik bir örnek vereceğim, bütün vatandaşlarım dinlesin. Devlette şube müdürü olmak için mutlaka dört yıllık üniversite mezunu olmak gerekir; ama milletvekili olmanız için, bakan olmanız için ilkokul diploması olması yeterli. Devletle siyaset arasında bu kadar derin bir farklılık var. Şimdi, değerli arkadaşlar, yönetim krizi nedir biliyor musunuz? Devletin ilgili organı uyarıyor, önümüzdeki günlerde istihbarat örgütü bildiriyor, açıkça ifade edelim, MİT emniyete bildiriyor, diyor ki “Önümüzdeki günlerde şu terör örgütü –ismini de veriyor- askerlerin yoğun olduğu yerlerde –bazı illeri de veriyor Ankara, İzmir, İstanbul gibi- eylem yapacaktır, önlem alın.” Önlem alın diyor mu? Önlem sıfır. Kim alacak önlemi? Siyasetçi talimat verecek, bürokrat da önlem alacak. Ankara’nın göbeğinde, kalbinde şuraya iki dakika mesafede yürüdüğümüz alanda, bomba patlıyor, bugün 1 kişi daha hayatını kaybetti, Allah rahmet eylesin, 29 vatandaşımız hayatını kaybediyor. Bakın değerli arkadaşlarım, bu terörist, 2 bin 850 kilometre yol kat ediyor Türkiye’de kimse dokunmuyor buna, trafik cezası yediği hâlde. 43 ili geziyor, 22 kişiyle telefon konuşması yapıyor terör eylemini nasıl gerçekleştireceği konusunda, peki bu süre içinde ne oluyor? Hiçbir şey olmuyor. Bomba patladıktan sonra hemen apar topar yıldırım hızıyla isim veriliyor “Şu kişi, Suriye vatandaşı geldi bombayı attı. Biz demedik mi biz haklıyız. Bak, Suriyeli şu terör örgütüne mensup kişi” diye çıkıp açıklama yaptılar. Kim yaptı? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, bu ülkenin Başbakanı yaptı. Bakın değerli arkadaşlar, daha acısını söyleyeyim. Bir yönetimin nasıl dağıldığını, nasıl sıfırlandığını, yönetim aczinin ne olduğunu şimdi sizlere onların cümleleriyle açıklayacağım.

Davutoğlu, Başbakan, bu ülkeyi yöneten Başbakan, patlama oluyor yaptığı açıklama: “Patlama sesi duyduk, inceleyeceğiz.” İyi ki duymuş sesi, hiç duymayabilirdi de yani. Evet, bu ülkenin Başbakanı’nın ilk tepkisi bu. Bir başka bakan, Veysel Eroğlu “Bir terör örgütü gerçekleştirdi diye bir duyum var.” O da bir duyumdan bahsediyor. Düşünün, bu ülkenin bakanı arkadaşlar bunu söyleyen kişi. Geçelim İçişleri Bakanı’na, o da Twitter üzerinden haber veriyor, “Bu akşam Ankara’da yaşanan terör saldırısını şiddetle kınıyorum.” Ee, kınamasaydın bari, şiddetle kınıyormuş beyefendi, İçişleri’ne bakın. “Bu, ülkemize karşı yapılmış saldırıdır.” Biz de sanki Küba’ya karşı yapılmış diye düşünüyorduk! Ya, sen İçişleri Bakanısın, 29 kişi hayatını kaybetti, sen kalkıp Twitter üzerinden kınayacağına, lanetleyeceğine ya, bu işi kim yaptı, doğrusu nedir diye otur bir konuş bakalım, bir araştır bakalım. Senin emniyet teşkilatına yazı yazıldı, terör örgütünün adı verildi. Neden bu terör örgütünü koruyorsun, neden ismini kamuoyuna açıklamıyorsun? Sen o terör örgütünün adını kamuoyuyla paylaşmadığın andan itibaren o terör örgütüne yardım ve yataklık yapıyorsun, demektir.

Daha acı olanı, Hükümet sözcüsü patlamadan sonra basın toplantısı yapıyor. Bu cümle ne hikmetse medyada çok fazla ilgi görmedi ama işin can alıcı noktası bu. Bakın ne diyor: “ Bu bombayı patlatanlar, orada bu akşam vefat eden, şehit olan kardeşlerimizi tesadüfen seçtiler.” MİT emniyete bildiriyor, örgütün adını da veriyor, “TAK” diye bir örgüt diyor. Askerlerin yoğun olarak bulunduğu yerlerde bombayı patlatacaklar” diyor, kentlerin ismini de veriyor, beyefendi çıkıp “Bu terör örgütü orayı tesadüfen seçti” diye bir açıklama yapıyor, bu kişi hükümet sözcüsü “Tesadüfen seçti” diyor. Ne tesadüfü kardeşim, bilinçli olarak adam geldi, bombayı patlattı, orada pek çok insan hayatını kaybetti.

Değerli arkadaşlarım, burada acı olan şu: Bununla yetinmediler, büyükelçileri çağırdılar “Bakın şu terör örgütü yaptı, Suriyeli birisi yaptı.” Biz doğruyu nereden öğrendik? Terör örgütünün yaptığı açıklamadan öğrendik. Bombayı patlatanın babasından öğrendik “O benim çocuğumdur” diye. En sonunda DNA testleriyle tespit edildi, çıktı ortaya. Şimdi şu olabilir: Efendim, Suriyeli veya Türkiyeli ne fark eder, terörist terörist tamam ama sen, doğru açıklama yapmak zorundasın millete. “Efendim ne fark eder, A terör örgütü, B terör örgütü?” Çok şey fark eder. Davet ettikleri büyükelçilerden hiçbirisi Türkiye’nin yaptığı açıklamaya inanmadı, hiçbirisi ama. Resmî açıklamalar yapıldı “Bizi tatmin etmedi” diye. Doğru değil diye, diplomatik dille söyleyemiyorlar ama doğru olmadığını bir şekliyle ihsas ettiriyorlar. Peki bu yanlış açıklamayı kim yapıyor? Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, bu ülkenin Başbakanı yapıyor zaten sorun da orada. Bir ülkenin Başbakanı, bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendi halkına, kendi milletine doğruları söylemezse, onları kandırmaya kalkarsa ve gerçek ortaya çıktığı anda hâlâ koltuğunda oturursa bu millete saygısızlıktır, nokta. Hani, açıklamayı Yalova Kaymakamı yapsa diyeceğiz ki “Ya, kaymakam yanlış bir açıklama yaptı.” Bir başka vatandaş açıklama yapsa deriz ki “Ya, yanlış açıklamadır.” Ya, sen ülkenin Cumhurbaşkanısın kardeşim, Başbakanısın sen, bütün devlet senin emrinde. Sen Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gelen yazıyı bile bilmiyorsun, sen nasıl yönetiyorsun bu ülkeyi? Ne diyordum, krizin adı nedir? Cumhuriyet tarihinin en derin krizi yönetim krizidir. Türkiye yönetilmiyor arkadaşlar.

TERÖRİSTİN TAZİYE ÇADIRINA GİTMEK DOĞRU DEĞİLDİR VE BU ÜLKEYE İHANETTİR



Bu arada bir şey daha ifade etmek isterim değerli arkadaşlarım. Yanlışa her zaman yanlış dedik ve diyeceğiz. Terörün bir insanlık suçu olduğunu söyledik, hep söyleyeceğiz. Teröristin A’sı, B’si olmaz, teröre karşı bütün siyasi partilerin açık, net tutum takınması lazım. Terör konusunda hiçbir siyasi partinin farklı bir görüş beyan etmeye hakkı ve yetkisi yoktur, özellikle Parlamento çatısı altında olan bütün siyasal partilerin. Teröristin taziye çadırına gitmek doğru değildir ve bu ülkeye ihanettir, asla kabul etmiyorum. Parlamentoya geleceksin, Türkiye Cumhuriyeti’nden aylık alacaksın, namusun ve şerefin üzerine yemin edeceksin sonra kalkacaksın teröristi ödüllendirir gibi, terör eylemini özendirir gibi çadırına gideceksin. Bunu kınıyoruz ve kabul etmiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti en derin yönetim krizlerinden birisini yaşıyor dedik, yaşıyor. En derin kriz yönetim krizi, yönetim krizinin ikinci ana aktörü yargının siyasallaşmasıdır, Türkiye’de yargı yok, adalet kavramı yerlerde sürünüyor. Hâkimler siyasal baskı altında. Yargıçlara, savcılara açıkça talimat veriliyor şöyle karar vereceksin diye. Bu doğru değil değerli arkadaşlarım.

SİYASETÇİ SORUMLUĞUNUN BİLİNCİNDE OLMAZSA GÖREVİNİ YAPAMAZ

Değerli arkadaşlarım, üçüncü halka: Yöneticinin sorumluluğu vardır, yöneticinin sorumluluğu vardır. Sorumsuz bir yönetici olamaz, sorumsuz bir yönetici olamaz. Size şimdi Anayasanın 112’nci maddesinin başlığı şu: “Görev ve siyasi sorumluluk, altını çiziyorum görev ve siyasi sorumluluk.

Değerli arkadaşlarım, görev ve siyasi sorumluluk olmazsa ülkede keyfî yönetim olur. Siyasetçi sorumluğunun bilincinde olmazsa görevini yapamaz.

Bakın değerli arkadaşlarım, hepimiz unutmuş olabiliriz,

11 Şubat 2013’te Cilvegözü’nde patlama oldu, 14 kişi hayatını kaybetti.

11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da 52 kişi hayatını kaybetti. Reyhanlılı bir kadının bombanın patladığı çukurda iki elini gökyüzüne açıp yaptığı haykırmayı hiç kimse unutmamalıdır. O kadının yaşadığı acıyı bu Türkiye’de, bu ülkede kim yaşadı acaba?

5 Haziran 2015’te Diyarbakır’daki mitingde bomba patlattılar, 5 ölü, 400’ün üzerinde yaralı var. 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta 34 çocuğumuz hayatını kaybetti, bomba patladı yüzden yaralı var.

12 Ocak 2016’da Sultanahmet’te 10 kişi hayatını kaybetti, 15 yaralımız var.

18 Şubat 2016 tarihinde Ankara’da en son patlayan bomba ve 29 vatandaşımız hayatını kaybetti değerli arkadaşlarım.

Şimdi soru şu: Bu Anayasada yazılan siyasi sorumluluk ne anlama geliyor? Görevse görev yapan var. Cumhurbaşkanı makamında oturan var mı? Var. Başbakanlık makamında oturan var mı? Var. Bakanlar Kurulu var mı? Var. Peki, bürokratı siyasi sorumlu olarak alabilir miyiz? Hayır. Bürokratın görevi siyasetin verdiği talimatı yerine getirmektir. Bu anayasada yazılan siyasi sorumluluk ne anlama geliyor? “Görev ve siyasi sorumluluk” diyor. Bakın maddenin başlığı hem görev, hem siyasi sorumluluk diyor. Peki, bu kadar insan hayatını kaybetti değerli arkadaşlarım, istifa eden bir bakan gördünüz mü? Sorumluluk üstlenip, “Benim vicdanım sızlıyor, çocuklarıma, torunlarıma hesap veremez noktaya geldim, ben istifa ediyorum” diyen erdemli, yürekli, bilgili, namuslu bir bakan gördünüz mü?

Sorumluluk almıyorlar. Peki, görev? O da var. Bakanlar Kurulunun Kuruluş Yasası’nda görevleri var. Bakın okuyayım görevleri. Başbakanlığın görevleri: “Devlet teşkilatının düzenli ve müessir bir şekilde işletilmesini temin edecek prensipleri tespit etmek.” Yani devlet örgütünün, devlet teşkilatının düzenli ve etkili çalışmasını sağlayacak. Var mı böyle bir şey? Devlet teşkilatı düzenli ve etkili mi çalışıyor? Düzenli ve etkili çalışsa bu failler zamanında bulunmaz mı? Bu teröristler yakalanmaz mı? Devleti bozarsanız bunların hiçbirisi çalışmaz, bu kanunlar da havada kalır. Başka ne diyor? “Devlet teşkilatındaki teftiş ve denetim sistemini geliştirmek, uygulanmasını takip etmek, gerektiğinde teftiş ve denetim yapmak.” Bunlar teftiş kurullarını kapatmadılar mı? Niye kapattılar? Hangi gerekçeyle kapattılar? Ve daha önemlisi, bu 2006’da ilave edilmiş değerli arkadaşlarım. “ İç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda görevli kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak.” Sevsinler sizi, ne koordinasyonu sağlıyorlar. Yazı yazıyor, diyor ki “Şu örgüt gelip şuralarda eylem yapacak” ne Cumhurbaşkanın ne Başbakanın ne diğerlerinin haberleri bile yok. Ne zaman haberleri oluyor? Bomba patladıktan sonra. Ne diyorlar? “Bir bomba patladı, inceleyeceğiz.” Güzel, inceleyin bakalım.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir devlet yönetimi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiç ama hiç olmamıştır. Peki, sorumluluk üstlenmiyorlar, görev var ama sorumlulukları yok. Kendilerini sorumsuz bir siyasetçi olarak görüyorlar ve kamuoyuna öyle sunuyorlar. Çok sık örneğini veririm. Japonya’da dört saat sular akmadı diye belediye başkanı istifa ediyor. Diyor ki “Suların akmasından ben sorumluyum. Eğer su akmadıysa benim istifa etmem lazım. “ Ya, bırak dört saati yüzlerce insan hayatını kaybetti bir Allah’ın kulu çıkıp ya, ben istifa ediyorum demedi, bu cesareti göstermedi. Aldığınız para size haram olsun diyorum, başka ne diyeyim ben.

NAMUS VE ŞEREF KAVRAMININ BİLE İÇİNİ BOŞALTTILAR

Sorumluluk nedir, kim sorumluluk hisseder, bu da dördüncü halka. Sorumluluk yüksek ahlaki değerlere sahip olan kişiler içindir. Yüksek ahlaki değerlere saygılıysanız, varsa yüreğinizde böyle bir şey, insanlara saygılıysanız, bu ülkenin doğasına, taşına, toprağına, insanına saygılıysanız sorumluluk hissedersiniz, yüksek ahlaki değerleriniz vardır ve istifa edersiniz. Ben neden özellikle namus ve şeref üzerine yemin edildiğinde namus ve şeref kavramı üzerinde duruyorum? O yüksek ahlaki değerleri korumak için. Namus ve şeref kavramının bile içini boşalttılar. Böyle bir ahlaki değerlerin yozlaştığı bir Türkiye Cumhuriyeti ile karşı karşıyayız. Sorumluluk ahlaki değerlerle yerine getirildiğinde ancak bir anlam ifade eder.

Başka? Sorumluluk kararlılık ister arkadaşlar. Ben sorumluysam, yasalar bana bu görevi verdiyse, Anayasa bana bu görevi verdiyse kararlılıkla ben görevimi yaparım ve benim görev alanıma bir başkasının müdahale etmesine asla izin vermem demesi lazım. Eğer siz vesayet altında olduğunuzu biliyor ve bunu kabul ediyorsanız, boynunuza bir davul asılmışsa, tokmağı bir başka yerdeyse ve siz de yönetici pozisyonundaysanız hiçbir anlamı yok bunun. Sizin boynunuzdaki davulu çalarlar, siz sadece dinlersiniz ve sadece kulaklarınız rahatsız olur. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği nokta budur. Sayın Davutoğlu’nun boynunda kocaman bir davul var, tokmak ise kimin elinde belli değil. Kimin elinde bakın, kimin elinde belli değil. Yetki gaspına nasıl izin veriyorsunuz siz Başbakansınız? Az önce okudum maddeleri, yetki gaspına izin veriyorsun. Yetki gaspına izin verdiğiniz zaman Türkiye’de yönetim sıfırlanmış olur, geldiğimiz nokta budur.

AKP HÜKÜMETLERİ TERÖR ÖRGÜTLERİNE AÇIKÇA YARDIM VE YATAKLIK YAPMIŞLARDIR


Peki, bu anlayış neyi getiriyor? Bu anlayış iktidar partisinin değil iktidarın -çünkü oy veren vatandaşlarımı tenzih ediyorum- teröre yardım ve yataklık yapması sonucunu doğuruyor. Bir daha altını özenle çiziyorum. AKP Hükümeti, bakanlar ve Başbakan, daha önceki bakanlar ve Başbakanlar da dahil terör örgütlerine açıkça yardım ve yataklık yapmışlardır. Bugün Türkiye kan gölüne dönmüşse bu yardım ve yataklığın soncudur. Bunu ben söylemiyorum, onlar söylüyorlar üstelik televizyonlara çıkıp söylüyorlar. “Biz valilere talimat verdik. Sakın ha, terör örgütlerine dokunmayın. Bunlara dokunmayın” diyorlar. Bakın değerli arkadaşlarım, 2014 rakamını vereyim. Türk Silahlı Kuvvetleri 290 kez yazı yazıyor “Şurada terör örgütleri var, müdahale etmek istiyorum” diyor. 282’sine “Hayır, dokunmayacaksın” diyorlar. Dokunmayın ne demektir? O terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak demektir. Şimdi ben bütün vatandaşlarıma, oy kullanan bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren saygıdeğer, yurtsever, vatansever vatandaşlarıma sesleniyorum: Türkiye’yi bu hâle getiren, kan gölüne çeviren, terör örgütlerine açıkça yardım ve yataklık yapan bu partiye ne zaman kırmızı kart göstereceksiniz? Elinizi vicdanınıza koyun. Düzen o kadar bozuldu ki --gazetelerin spor sayfalarına bakın- hakem kırmızı kart gösterirdi şimdi artık oyuncu kırmızı kart gösteriyor, düzen bu kadar bozuldu. Çark tutmaz oldu bu düzen. Bu düzen, bu ülkeye acıyı ve gözyaşını getiren düzendir. Herkesin bunu bilmesi lazım.

Yine bir şey daha, geçen hafta söylemiştim, yine söyleyeceğim. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ açık ve net itiraf ediyor ve “PKK 200 bin kilo bomba döşedi” diyor. Kimin sayesinde döşedi? Herhâlde benim sayemde değil, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı bunlara izin verdi “bombaları döşeyin arkadaşlar, istediğinizi yapın, kan ve gözyaşı olsun, insanlar ölsün, sonunda da çıkıp millete diyeceğim ki bak insanlar ölüyor, beni başkan yap.” Evet, oynanan oyun budur, herkes bunun farkına varsın. AKP yönetimiyle PKK iş birliği hâlindedir, açıkça söylüyorum.

BU ŞEHİTLERİN SORUMLUSU BU ÜLKEYİ YÖNETENLER




Versinler mahkemeye. Söyledim, vermezseniz namertsiniz, hepsini ispat edeceğim, hepsini. Kimse kanın üzerinde oturamaz, gözyaşının üzerinde kimse oturamaz, kimsenin buna hakkı ve yetkisi yoktur. Demokrasi, demokrasi, elbette demokrasi… Kanı ve gözyaşını bir seçenek olarak milletin önüne koymayı asla kabul etmiyorum. Bakın neden yardım ve yataklık diyorum? Bakın değerli arkadaşlar, PKK mahkemeler kurdu, sesleri çıkmadı; mahkeme kuruyor resmen, sorgulama yapıyor; vergi daireleri kurdu, vergi topluyor, sesleri çıkmadı “Devam edin” dediler. Askere alma daireleri kurdular, ailelere gittiler “Şu çocuğunuzu vereceksiniz, askere alacağız” dediler, hükümet kanadından yine ses yok. Trafik kontrolleri yaptılar arkadaşlar medyanın önünde, yine ses yok “Kontrolleri yapabilirsiniz” dediler. Şehirleri cephaneliğe dönüştürdüler, yine ses yok. Niye ses yok? Tek hedefleri var, ‘Milletin önüne acıyı, kanı, gözyaşını koyacağız ve ondan sonra da ben başkan olacağım’ diyor. Sen başkan olamayacaksın kardeşim, bu milletin kanında boğulacaksın sen, kanında.

Neden bunları söylüyorum biliyor musunuz? 7 Haziran’da seçimde oldu, havuz medyası başta bütün AKP kadroları açıklamalar yapıyorlar “Türkiye kaosu seçti.” Ya, millet oy kullanmış niye kaosu seçsin? 1 Kasım’da tekrar seçime gidiyoruz “Bize oy verin, şeni şehitler gelmeyecek. Bize oy vermediniz bak şehitler geldi” Vatandaş da “Peki kardeşim oy verelim, gelmesin” dedi. Her gün, her gün şehitler geliyor. Bu şehitlerin sorumlusu kim? Bu ülkeyi yönetenler arkadaşlar. Buna herkesin şahit olması lazım.

Üreticilerin sorununa kısaca değineyim. Alın teriyle kazanılan para kadar mübarek bir para yoktur. Üreticinin perişan olduğunu biliyorum, sorunları olduğunu biliyorum. Alın teriyle kazanılan paranın ne kadar mübarek olduğunu da biliyorum. Herkesin alın teriyle para kazanması lazım ama şu anda millet öyle bir noktada ki her gün şehitlerimiz geliyor, acılarımız çok fazla. Sizden isteğim, alın terinin karşılığını alamayanlar, emeğinin karşılığını alamayanlar: Demokraside bir kural vardır. Gideceksiniz, beni değil, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren vatandaşları sizler ikna edeceksiniz. Bunlara oy verdik, bak başımıza bunlar geldi. Bunlara oy verdik bak sütümüz bile koladan daha ucuz. Bunun mücadelesini elbirliğiyle yapacağız. Korkmayın arkadaşlar, hiç korkmayın, Allah’tan başka korkacağımız hiçbir şey yok.

TÜRKİYE’Yİ ORTA DOĞU BATAKLIĞININ BİR PARÇASI HALİNE GETİRENLER DEVLET ADAMI OLAMAZLAR

Değerli arkadaşlarım, Suriye politikasına da kısaca değinmek isterim. Açık ve net söyledim, yine söyleyeceğim, 180 derece değişmesi lazım. Devlet adamlığından söz ediyorlar. Devlet adamlığı kendi ülkesinin çıkarlarını savunan adam devlet adamıdır. Kendi ülkesinin çıkarlarını uluslararası pazarda kendi çıkarının altında görenler devlet adamı olamazlar, bu kadar açık ve net. Türkiye’yi Orta Doğu bataklığının bir parçası hâline getirenler devlet adamı olamazlar. O politikaya destek verenler de devlet adamı olamazlar. Durup dururken niye Suriye’nin iç işine karışıyoruz? Niçin? Hangi gerekçeyle karışıyoruz? Emevi Camii’nde namaz kılacaklardı! Buyurun gidin bakalım namaz kılabiliyor musunuz? Namaz kılmaya gideceklerdi 2,5 milyon Suriyeli geldi. Şimdi diyorlar ki “Bu Suriyeliler niye geliyor?” Bakın Türkiye için özel bir bölge var, o bölge önemlidir ama o bölgenin öneminin gereğini bu hükümet asla yapamaz. O gücü yoktur, yeteneği de yoktur, sadece konuşur. Bakın Rusya ile Amerika anlaştılar, açık ve net, sözleşme de yaptılar “Uluslararası Suriye Destek Grubu.” Düşmanlıkların sona erdirilmesi için koşulları da belirlediler. Gayet açık ve net “Ateşkes ilan edeceğiz, ama IŞİD ve El Nusra için savaşmaya devam edeceğiz, vurmaya devam edeceğiz” diyorlar, bu gayet açık ve gayet net. Türkiye’nin adı bile okunmuyor, sözde biz bölgesel liderdik. Ülkeyi bu hâle getirdiler, bu memleket bu hâle gelir miydi arkadaşlar? Yazık, günah değil mi? Biz bu ülkeyi kanla, gözyaşıyla kurduk. Bu ülkeyi hiç kimse bize altın tabak içinde sunmadı. Orta Doğu’nun en itibarlı devletiydik, şimdi en itibarsız devletiyiz. Oradaki kabile reisleri bile Türkiye Cumhuriyeti’ne şimdi kafa tutuyorlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün, Kurtuluş Savaşı gazilerinin, Kurtuluş Savaşı şehitlerinin emin olun kemikleri sızlıyor, böyle bir tabloyu asla kabul etmiyorlar. “Fırat’ın kenarında bir koyun kaybolsa onun sorumluluğu bana aittir” der Hz. Ömer. Fırat’ın kenarında bir koyun kaybolsa, vatandaşın bir koyunu kaybolsa onun sorumluluğu bana aittir çünkü ben yöneticiyim diyor, o sorumluluğu ben üstleniyorum. Ya, bırakın koyunun kaybolmasını her gün şehitlerimiz geliyor, bu sorumluluğu kim yüklenecek? Kimin sorumluluğu var? Bir de sözde Müslüman geçiniyorlar bunlar. Ya, sizin Müslümanlık anlayışınız bu mu? Her gün şehitler geliyor, içinizde bir namuslu adam çıkıp da “Yeter artık, ben istifa ediyorum” demeyecek mi acaba?

Hepinize teşekkürler, saygılar değerli arkadaşlarım.”