CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN; 12.07.2016 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Daha düne kadar Anayasa, Anayasa, Anayasa diyenler bizim bu teklifimize kulaklarını tıkadılar. Niçin? Parlamentoya bir yasa getirdiler, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üyeleri görevden alınıyor. Ne demektir bu biliyor musunuz? Bir alt hukuk normuyla bir üst hukuk normunu değiştiriyorsunuz veya işlemez hale getiriyorsunuz. Yani bir kanunla Anayasa’nın hükümlerini işlemez hale getiriyorsunuz. Anayasa’nın bazı maddelerini bir süreliğine askıya alıyorsunuz. Bu kabul edilemez, bu asla doğru değil ve buna karşı hepimizin ortak çaba harcaması lazım” diye konuştu.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Gençler çok teşekkür ederim, Türkiye’nin umudu ve Türkiye’nin geleceği. Sizinle her zaman iftihar ediyoruz.
Uzun bir bayram tatilimiz oldu, geçmiş bayramınızı yürekten kutluyorum. Tabii gönül isterdi ki, bu bayramı huzur içinde geçirelim, hiçbir olay olmasın, hiçbir anne baba üzülmesin. Dolayısıyla Türkiye bayrama huzur içinde girsin ve huzur içinde çıksın. Ama bunlar maalesef gerçekleşmedi. Sonuç? Sonuç şu: “Hep birlikte Türkiye’nin sorunlarını çözmek için çaba harcayacağız. Çabamızdan hiçbir güç bizi alıkoyamayacak. Bunun mücadelesini vereceğiz” değerli arkadaşlarım.
Bu arada, Ordu’nun Fatsa ve Perşembe ilçesinde bayramın birinci gününde bir afet yaşandı, 3 vatandaşımız hayatını kaybetti, 2 vatandaşımız aranıyor. Ölenlere Allah’tan rahmet diliyoruz, ama bütün Ordulu, Perşembeli, Fatsalı kardeşlerim şunu çok iyi bilsinler, yaralar sarılıncaya kadar olayların takipçisi olacağız. Bu konuda milletvekili arkadaşımız gerçekten olağanüstü bir çaba harcıyor. Buradan bütün Ordu, Perşembe ve Fatsalı kardeşlerime geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Bu arada değerli arkadaşlarım, Srebrenica’da bir katliam gerçekleşti. Üstelik Avrupa’nın göbeğinde binlerce insan, genç, kadın, çocuk, yaşlı öldürüldü ve bu vahşete bütün Avrupa tanık oldu. Bana bunu Srebrenica’daki kadınlar gönderdiler. Bugün onların bütün acılarını paylaşıyoruz. Böyle bir acının, hele hele Avrupa’da yaşanması, bir soykırımın Avrupa’da yaşanması son derece büyük bir acı. Milletvekili arkadaşlarımı gönderdim, diğer arkadaşlarımız da gittiler, onların acılarını paylaştılar. Buradan Bosna’ya sevgilerimizi ve saygılarımızı gönderiyoruz. Hiçbir zaman unutmayın, Türkiye’de farklı görüşlerimiz olabilir, ama Türkiye bir yürek olarak her zaman sizin yanınızda. Doğal olarak biz de sizin yanınızdayız, sizin acılarınızı paylaşıyoruz ve asla unutmayacağız.
Dünya Şampiyonasında ödül alan kızımız var, Ayşe Begün Odabaşı, bizi güldüren, sevindiren 15 yaşındaki kızımız. Kendisine yürekten sevgilerimi, saygılarımı gönderiyorum. Atletizm Şampiyonası’nda ödül alan bütün kardeşlerimi yürekten kutluyorum.
YARGININ SİYASALLAŞMASI, EN BÜYÜK TEHLİKEDİR
Değerli arkadaşlarım, yargı tarihin ilk dönemlerinden itibaren ahlak üzerinde kurulmuştur. Toplumun gelenekleri, duyarlılıkları dikkate alınarak. Bazen bunlar toplumun kanaat önderi olmuştur. Daha sonra gelişen tarih içinde günümüze kadar adaleti dağıtan organ olarak yargı görülmüştür. Dünyanın bütün ülkelerinde adaleti dağıtan organdır yargı ve eğer adalet dağıtacaksa, yargıcın toplumun farklı görüşlerine eşit mesafede olması gerekir. Yargı dünyasının eşit mesafede olması lazım. Herkese eşit davranacak, çünkü adaleti dağıtıyor. O nedenle yargının siyasallaşması, en büyük tehlikedir.
Yargının siyasallaşması şu anlama gelir: Siyaset kurumunun talimatlarını yerine getiren organ haline gelir yargı siyasallaşırsa. Siyasetin emrine giden bir yargı adalet dağıtmaz, iktidardakilerin sopası işlevini görür. Birisi mi konuşacak iktidar aleyhine, onu susturmanın aracı olarak görülür. O nedenle, yargının siyasallaşması asla kabul edilemez. Bu güvence, her dönem Anayasal hak olarak yargıya verilmiştir. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı üzerinde hep durulmuştur. Biz de duruyoruz, biz de yargıyı savunuyoruz. Yargıç, sıradan insanlar gibi bir insan değildir. Yargıç sosyal yaşamına dikkat etmek zorundadır. Oturması, kalkması, konuşmasıyla topluma güven vermesi gereken kişidir yargıç. Eğer yargıç bu niteliklerini kaybediyorsa, adalet dağıtamaz algısı topluma yerleşmiş olur ve en büyük tehlike de budur.
Yargıcın bu özellikleri olduğu içindir ki, Amerikan Başkanı bir toplantıya gittiğinde Kongre üyeleri ayağa kalkarlar, gelen konuklar ayağa kalkarlar, konuştuğu zaman alkışlarlar. Ayağa kalkmayan ve alkışlamayan, kendi duygularını medyanın önünde bile yansıtmayan tek kurum vardır, tek kişi vardır, o da yargıçlardır. Çünkü o yargıçlar şunu çok iyi bilirler, öyle bir eğitimden gelmişlerdir, öyle bir kültürden gelmişlerdir: Gün olur harman olur, bugün herkesin önünde kalktığı Amerikan Başkanı bile önümüze gelir ve biz onu yargılamak zorunda kalırız. Ama ben bugünden onu alkışlarsam, benim vereceğim karar kamuoyunda yeteri kadar dikkate alınmaz. Yargının önemi budur değerli arkadaşlar. O nedenle siyasal iktidarlar, siyasal partiler yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda duyarlıdırlar, duyarlı olmak zorundadırlar. Adaleti dağıtan bir organ bir kişinin vesayeti, bir kurumun vesayeti altında asla olmamalıdır. Bunun içindir ki toplumun tüm kesimleri adaletin bağımsızlığı üzerinde ortak görüş oluşturmak zorundadırlar.
Değerli arkadaşlarım, bir diğer özelliği daha var 21. Yüzyılda, 20. Yüzyılda adaletin: Adalet, sadece kendi ülkelerinde çıkarılan yasalarla karar verilen bir kurum olmaktan da çıktı. Artık adaletin evrensel kuralları var. Düşünün, bir ilçede bir hâkim karar veriyor ama o süreç yeri geldiği zaman Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar gidiyor. Yani adaletin artık evrensel kuralları var. Eğer biz demokrasiyi savunuyorsak, bu evrensel kurallara da uymak zorundayız.
BİR KANUNLA ANAYASA’NIN HÜKÜMLERİNİ İŞLEMEZ HALE GETİRİYORSUNUZ
Değerli arkadaşlar, adaletin sorunu var mı, yargı sorunu var mı bizde? Evet var. Bu soruyu sorduk “Evet, var” dedik. Peki, bu sorunun çözülmesi gerekiyor mu? Evet, çözülmesi gerekiyor. Peki, çözülmesi için hangi yöntemin uygulanması gerekiyor? Hukukun üstünlüğü, evrensel hukukun gerektirdiği yöntemlerle bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Sorunun çözümünde önce Anayasa’dan mı başlamak lazım? Evet, önce Anayasa’dan başlamak lazım. Peki, bir yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı üzerine bir Anayasal düzenleme Parlamentoya geldiğinde, CHP buna destek verecek mi? Kesinlikle “Evet” diyecek. Bunu geçen Grup toplantısında gayet açık, gayet net dile getirdim. Daha düne kadar Anayasa, Anayasa, Anayasa diyenler bizim bu teklifimize kulaklarını tıkadılar. Niçin? Parlamentoya bir yasa getirdiler, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın üyeleri görevden alınıyor. Ne demektir bu biliyor musunuz? Bir alt hukuk normuyla bir üst hukuk normunu değiştiriyorsunuz veya işlemez hale getiriyorsunuz. Yani bir kanunla Anayasa’nın hükümlerini işlemez hale getiriyorsunuz. Anayasa’nın bazı maddelerini bir süreliğine askıya alıyorsunuz. Bu kabul edilemez, bu asla doğru değil ve buna karşı hepimizin ortak çaba harcaması lazım.
Değerli arkadaşlarım, amaç ne? Niçin Yargıtay üyeleri, Danıştay üyeleri görevden alınıyor? Yerine başkaları atanacak. Çünkü yargıyı yürütme organının emrine almak istiyorlar. Ve talimat alacak bir yerden yargı ve o talimata göre karar verecek. Grup toplantılarında çok sık Hitler’in Adalet Müşavirinden, Hans Frank’tan söz ederdim. Hans Frank, Hitler döneminde yargıçlara şunu söylüyor: “Verdiğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verirdi?” Şimdi yapılmak istenen, “Benim yerimde saraydaki olsaydı nasıl düşünürdü, ben de onun talebi doğrultusunda karar vereceğim” Yargıyı bu hale getirmek istiyorlar ve bu Türkiye için tam bir felaket olur.
GELEN BİLGİLER İÇ AÇICI DEĞİL. SARAYA HÂKİMLERİ DAVET EDİYORLAR
Apar topar çıkarıldı, gece yarılarına kadar çalışıldı. Biz hemen yok hükmünde sayılması için Anayasa Mahkemesine yasa Resmî Gazete’de yayınlanmadan önce başvurduk, dedik ki “Bunu yük hükmünde sayın, bu doğru değildir. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir.” Yargıyla bu kadar oynanmaz. Sıkıyönetim dönemlerinde, darbe dönemlerinde bile yargıyla bu kadar oynanmadı. Niçin yapıyorsunuz bunu? Anayasa Mahkemesi, 2 üye hariç “Hayır, Resmî Gazete’de yayınlanmadan biz buna bakmayacağız” diye. Ama 2 üye buna bakılması gerektiği yönünde görüş beyan etti; bu çok önemlidir. Neden çok önemli değerli arkadaşlarım? Şimdi bakınız, eğer siz bir yasayla Anayasa’nın yargıyla ilgili hükümlerini askıya alıyorsanız, yarın dönem değişir, gün olur harman olur, bir başka iktidar gelir der ki “Ben de Anayasa Mahkemesi üyelerini görevden alıyorum. Başkan hariç üyelerin tamamının görevine son veriyorum kanunla.” Yapar mı yapar. Bir şeyin yol olması kötüdür. O nedenle ben bayram tatilinde yayınlanır ve bu süre içinde Anayasa Mahkemesi toplanamaz endişesiyle Anayasa Mahkemesi Başkanına bir yazı yazdım: Konu konusunda bizim görüşlerimizin yapılan düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğunu, ama bunun bizim görüşlerimiz olduğunu, asıl kararın Yüce Mahkeme tarafından verileceğini, bayram tatili sırasında bu yayınlanırsa buna ivedilikle bakılması gerektiğini, bu konuda bizim sorumluluğumuzun ötesinde asıl temel sorumluluğun yargıya ait olduğunu kendilerine duyurdum. Şu ana kadar arkadaşlarla gelirken sordum, yasa henüz Cumhurbaşkanına gitmiş değil. Dolayısıyla bu acele nedendir, bu beklenti nedendir? Gelen bilgiler iç açıcı değil. Saraydan hâkimleri davet ediyorlar, bazen gece sabaha karşı 3’te, bazen 2’de, bazen 1’de, bazen 23’te, orada hâkimlere soru soruyorlar, elde etmeye çalışıyorlar. Vicdanı olan hâkimlere sesleniyorum: Bir diktatör bozuntusunun tutsağı olursanız tarih sizi affetmez. Bu iş çay toplama işine benzemiyor arkadaşlar. Bu, Türkiye’nin demokrasiyle ilgili, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili, Türkiye’nin kazanımlarıyla ilgili bir sorun. Bu kadar köklü, bu kadar tarihî bir sorumluluğu var Anayasa Mahkemesi üyelerinin. Elbette ki karar verecekler, elbette ki kararlarına saygı duyacağız; katılırız veya katılmayız ama hiç kimse şunu unutmamalıdır: Türkiye’de demokrasiyi kolay kazanmadık, bu kadar kolay kaybetmemeliyiz. Eğer bir alt hukuk normuyla, kanunla Anayasa maddelerini işlemez hale getiriyorsan ve buna Anayasa Mahkemesi “Evet” diyorsa, bu tarihî sorumluluğun altından kalkamazsın.
Bakın, kanuna karşı hile diye bir deyim vardır hukukta. Kanunun izin vermediği bir olayı, arkadan dolanarak gerçekleştirmeye çalışırsınız. Burada da kanuna karşı hile yapılmak isteniyor. Deniyor ki: “Efendim, nasıl olsa bu kanun çıktıktan sonra geriye yürümez, biz gereğini yaparız, bu mesele de bitmiş olur.” Hiçbir hukuk, hiçbir hukuk adamı, hiçbir devlet adamı kanuna karşı hileye göz yumamaz arkadaşlar, yummamalıdır. Nasıl olsa geriye çalışmaz, biz yaptıktan sonra, atı alan Üsküdar’ı geçtikte sonra mesele yoktur… Buna siyasiler bu pencereden bakabilirler ama bir yargıcın, dürüst bir yargıcın, hukuk eğitimi almış bir yargıcın bu pencereden bir olaya bakması, hele hele demokrasiye bu pencereden bakması asla doğru değildir.
AYNI ÇUKURUN İÇİNE DÜŞERSE LEKEYİ KİMSE AYIKLAYAMAZ
Değerli arkadaşlarım, elbette yargının içinde sorunlar olabilir. Yargıcın olması gereken saygınlığına uygun davranmayan yargıçlar da olabilir ama sorun, siyasetin çözeceği bir sorun olmanın çok ötesinde, yargının kendi içinde çözmesi gereken bir sorundur. Varsa böyle hâkimler, bir yerden talimat alıp ona göre karar veren hâkimler varsa toplarsınız hâkimleri, hepsinin görevine son verirsiniz, kimse de bir şey demez. Gerekçesini koyarsınız ortaya. Ama hayır öyle yapmayalım, biz bildiğimizi okuyalım, oradan bazılarını ayıklayalım, yandaşlarımızı getirelim, biz ne dersek ona uygun karar versinler, e bunun adına da yargı diyelim. Son derece tehlikeli bir olay, son derece tehlikeli. Umarım buna kimse izin vermez.
Bakın, yargı niçin bu kadar önemli değerli arkadaşlar? Eğer adaletten söz ediyorsak, ahlaktan söz ediyorsak, hak arıyorsak, hakkımızı arıyorsak başvuracağımız bir yer gerekiyor. Nedir o? Mahkemeler. Oraya başvurmayıp da başka bir yerden adalet bekliyorsa bir toplum, bu noktaya taşınmışsa, o toplumda çürüme vardır arkadaşlar, yozlaşma vardır. Çürümeye ve yozlaşmaya izin vermeyecek olan da yargının kendisidir. Yargı kendi güvenliğini, kendi güvencesini, kendi saygınlığını siyasetin bütün ayak oyunlarına rağmen korumak zorundadır. Aynı çukurun içine düşmemek zorundadır. Aynı çukurun içine düşerse lekeyi kimse ayıklayamaz arkadaşlar.
Bakın değerli arkadaşlar, bir siyasetçimiz, Muhsin Yazıcıoğlu. Bizim dışımızda bir siyasal partide. Helikopterle giderken 25 Aralık 2009’da bir kaza oldu, öyle deniyor ve helikopter düştü, Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberinde olan insanlar hayatlarını kaybettiler. Davalar açıldı. 132 şüpheli hakkında dava açıldı. Davanın konusu şu: İhmal, kasten öldürmek, suç delillerini yok etme ve değiştirme. Dava açıldı, davanın sonunda takipsizlik verildi ve dosya kapatıldı. Ne oldu peki arkadaşlar? Kaza olduğunda arama kurtarma ekipleri kazanın tam 115 kilometre ötesinde bir arama yapıyorlardı. Helikopterin düştüğü yer ayrı, onun 115 kilometre ötesinde arama kurtarma çalışmaları yapıyorlardı. Aklın, mantığın alacağı şey değil. Üstelik hepsinin yanında cep telefonu var yani kimin nerede olduğunu gayet rahat saptayabilirsiniz.
Başka? Dönemin Kayseri Valisi açıklama yaptı, “Muhsin Yazıcıoğlu hayatta” diye. 15.03’te helikopter düşüyor, 2 kişi yaralı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ayakları kırık, 50-60 metre sürükleniyor ve iki saat beklediği söyleniyor ve ondan sonra hayatını kaybediyor. İhlas Haber Ajansının bir muhabiri o 112’yi arıyor telefondan, 112 Acil servisi arıyor, 20 dakika konuşuyor arkadaşlar, 20 dakika. Gene buraya kimse ulaşmıyor.
Daha sonra otopside bunun çenesinin yani muhabirin çenesinin kırık olduğu söyleniyor. Çenesi kırık birisi 20 dakika derdini anlatmaya, nerede bulunduğunu anlatmaya çalışıyor ama kimse buraya ulaşmıyor. Daha da önemlisi, enkaz üzerinde helikopterin beyni denen kısım yok arkadaşlar, sökülüp alınmış. Kimlerin söküp aldığı belli değil.
Başka? Kendi avukatı, ailenin avukatı diyor ki “Düşmeyle ilgili 4 dakika 37 saniyelik radar görüntüleri silinmiş.” Şimdi değerli arkadaşlar ve Cumhurbaşkanı Devlet Denetleme Kurulunu devreye koyuyor, onun verdiği rapor: “Ağır bir kamu hizmet kusuru ortaya çıkmıştır” diyor. Devlet Denetleme Kurulunun da raporu. Yargı nedir? Eğer yargı verdiği kararda, incelediği bir olayda vatandaşın kafasında kocaman bir soru bırakıyorsa orada yargı yoktur arkadaşlar. Yargının önemi budur işte. Hiç kimsenin kafasında bir soru işareti bırakmayacak. Herkes vicdani olarak “Evet, bu doğrudur” diyecek. Emin olun, Rıza Zarraf’ın Amerika’da verdiği, yanlış hatırlamıyorsam 50 milyon dolarlık bir kefalet vardı, kefaleti reddedecek… Ben de merak ediyorum, yargıç bunu hangi gerekçeye dayandırarak reddedecek diye. Dört gerekçe söyledi arkadaşlar, dört gerekçe, dördü de kapı gibi gerekçe. Hiç kimse de çıkıp “Bu gerekçeler yanlıştır” diyemedi arkadaşlar. Yargıç budur işte.
Değerli arkadaşlarım, yargı üzerinde oynanan oyun konusunda siyasetçilerden çok yargıçların dikkat etmesi lazım ve sadece Türkiye’nin bugününü değil, Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bir konudur bu. Çocuklarımızı ilgilendiren bir konudur bu, demokrasimizi, özgürlüklerimizi ilgilendiren bir konudur bu. O nedenle bütün yargıçları dikkatli olmaya çağırmak Cumhuriyet Halk Partisinin tarihî sorumluluğu içindedir. Bu tarihî sorumluluğun gereği olarak onlara tekrar, yeniden dikkatli olmaları gerektiğini yapmak zorundayız.
7 HAZİRANDAN BU YANA KIBRIS ÇIKARMASINDAN FAZLA ŞEHİDİMİZ OLDU
Değerli arkadaşlarım, geliyorum terör konusuna. 7 Hazirandan bu yana Kıbrıs çıkarmasından çok daha fazla şehidimiz oldu, 7 Hazirandan bu yana. 1.000’in üzerinde sivil hayatını kaybetti, çeşitli terör olayları nedeniyle. Hep şu soruyu sordum ve yine soracağım… Kimler için? Şehitler için soracağım, gaziler için soracağım, anneler için soracağım, genç yaşta çocuğunu toprağa veren babalar için soracağım: Bu işin sorumlusu kim? Kim Türkiye’yi terör bataklığına sapladı, kim? Ben bu soruyu sormak zorundayım. Ben bu soruyu sormazsam insani olarak da görevimi yapmamış olurum. Hangi gerekçeyle bu çocuklarımız hayatlarını kaybediyorlar ve hangi gerekçeyle Türkiye bir terör batağının içine saplandı ve bu işin sorumlusu kim? 2002’de sıfır terörle devraldılar, terör yoktu. Ne oldu da birdenbire Türkiye bu hale geldi, ne oldu? Değerli arkadaşlarım, bu işin sorumlusu kim? Kayseri’deki Adem mi bu işin sorumlusu? Maraş’taki Şeyhmus mu bu işin sorumlusu? Konya’daki Muhammet mi bu işin sorumlusu? Trabzon’daki Temel mi bu işin sorumlusu? Kim bu işin sorumlusu? Hadi ondan da vazgeçtik, ya esnaf mı bu işin sorumlusu, bakkal mı, manav mı, sanayici mi, berber mi, berber çırağı mı bu işin sorumlusu, kim bu işin sorumlusu? Çıkıp da bana bu sorunun cevabını birilerinin vermesi lazım. Ben biliyorum, dünyanın her tarafında bu işin sorumlusu iktidardır, hükümet edenlerdir. Onlar geldiler, vatandaş oy verdi, derdimizi çöz diye. Terörü bırakın önlemeyi, teröre yardım ve yataklık yaptılar. Terörü azdırdılar. Binlerce kişi hayatını kaybediyorsa, e bunu bizim sormamız lazım, sorgulamamız lazım. Ben bu soruyu Binali Bey’e tekrar soruyorum: Binali Bey, sana eskiden Milyon Ali diyordum, şimdi Bin Ali diyelim, bu işin sorumlusu kim Binali Bey? Başbakanlık koltuğunda oturuyorsun, havuzun başında değilsin şimdi devletin başındasın, devletin hazinesinin başındasın, istihbaratın başındasın, Emniyetin başındasın, kim bu işin sorumlusu Binali Bey, kim?
Binali Bey’e soruyoruz yine: Ya, terör örgütü mahkeme kurarken Allah aşkına bu ülkede kim iktidardaydı ya, hangi parti iktidardaydı? Şehirler silah deposuna döndürülürken bu ülkenin iktidarı kimdi? Kim vardı iktidarda? Binali Bey, bunlara açık ve net cevap istiyorum senden, açık ve net. Benim soracağım soruyu okuması yazması olmayan 4 yaşındaki çocuk bile biliyor. Şimdi ben senden, ODTÜ’yü bitirmişsin, üniversiteyi bitirmişsin, kayığın yokken şimdi gemilerin var, e herhalde bu sorunun cevabını verirsin. Kim bu işin sorumlusu?
HESABINI SORARSAN SÖZ VERİYORUM SANA BİR DAHA “DÜŞÜK PROFİLLİ BAŞBAKAN” DEMEYECEĞİM
Başbakanlık koltuğuna yeni oturdu tabii, belki bilmeyebilir. Havuz işlerine meraklıydı, olabilir. Şimdi oturdun, şimdi bak bakalım, “Bu terör örgütlerine dokunmayın” diye talimatı veren kim? Onlar bomba yerleştirirken “Sakın bunlara dokunmayın” diyen kim? Sen bunun hesabını soracak mısın yoksa sormayacak mısın? Eğer hesabını sorarsan söz veriyorum sana bir daha “Düşük profilli Başbakan” demeyeceğim. Ama sorarsan geleceğim, kutlayacağım, yürekten kutlayacağım seni.
200 ton bomba yerleştiriliyor, 200 ton. 200 bin kilo bomba yerleştiriliyor. Şehitlerimiz bombalar sonucu hayatlarını kaybediyor çoğunlukla. Allah aşkına bu bombalar yerleştirilirken siz neredeydiniz? Binali Bey, yeni oturdun Başbakanlık koltuğuna, şimdi bekliyorum senden. Bak, ne kadar basit sorular soruyorum sana. 200 ton rakamı bana da ait değil, AKP’nin Genel Başkan Yardımcısına ait bu söz veya onu çağırırsın kendisine sorarsın: “Ya, bu 200 ton nereden çıktı, sen nereden söyledin? Bu Kılıçdaroğlu habire söyleyip duruyor” diye; bir ona sor bakalım. Soracak mı? Abisi izin verirse! Ki, abisinin de izin vereceğini hiç sanmıyoruz.
Ama bir şey daha var: Ağzımızı her açtığımızda hakkımızda dava açıyorlar ve onların savcıları da dava açıyor. Ben de demiştim “Açmazsanız namertsiniz” diye. Fakat ben “Bu PKK terör örgütüne AKP’nin yöneticileri, bakanlar, başbakanları yardım ve yataklık yapıyorlar” dediğimde bir Allah’ın kulu çıkıp dava açmıyor ya, niye açmıyor? Kabul ediyorlar. Sükût ikrardan gelir, sükût ikrardan gelir. O zaman bunun hesabını sormak zorundayız. Ben değil sadece, bütün şehit yakınları sormak zorunda, bütün gaziler sormak zorunda, hepimiz sormak zorundayız. Sormazsak vatandaş olarak görevimizi yapmamış oluruz.
Tabii, PKK terör örgütü yetmiyormuş gibi, başımıza bir de IŞİD çıktı. Değerli arkadaşlarım, 3 canlı bomba. Atatürk Havalimanını ellerinde uzun namlulu silahlarla bastılar, insanları taradılar, sonra kendilerini patlattılar, 45 kişi hayatını kaybetti arkadaşlar, 45 kişi. 200’ün üstünde de yaralı var. Ne yaptık? Vatandaşlara söyleyeyim, ne yaptık Allah aşkına? Hep beraber çıktık şunu yaptık: Teröre lanet olsun dedik, terör bir insanlık suçudur dedik ve bir günlük yas ilan ettik. Daha yaralılar tedavi olmadan, şehitler toprağa verilmeden gittiler davul zurnayla köprü açılışını yaptılar. Bütün dünya yas tutuyor bakın, bütün dünya. Parlamentolarda yas tutuluyor, ayağa kalkıyorlar. Futbolcular maçtan önce hep beraber Türkiye’deki terör nedeniyle saygı duruşunda bulunuyorlar. Bizimkiler davulla zurnayla köprü açıyorlar. Şimdi ben merak ediyorum: Bunu CHP yapsaydı ne olurdu? CHP böyle bir şey yapsa… Yapmayız da. Çünkü biz insana saygılıyız. Yasımızı biliriz, şehidimizi, yaralımızı, gazimizi biliriz. Ama biz bunu yapsaydık kıyamet kopardı. Şimdi bunlar yapıyorlar, niye kıyamet kopmuyor? Neden kimse bir şey söylemiyor? Neden bu AKP’nin tabanı “Ya, ben bu işten rahatsızım” demiyor. “Ya, insanlık öldü mü?” diye bir cümle neden kurmuyor? Eğer sen kendi vicdanında “Ya, insanlık öldü mü, ya 45 kişi daha toprağa verilmedi, bu davul zurna nedir?” diye sormayacak mısın sen? Sormazsan vatandaş olarak görevini yapmazsın değerli arkadaşlarım, soracak herkes. Soracağız, hiç meraklanmayın, soracağız.
BİNALİ BEY’E 11 SORU SORUYORUM, 11 SORUNUN CEVABINI İSTİYORUM
Bayram öncesi tabii bu olaydan sonra gazeteciler geldiler, görüşlerimi sordular. Hiç kimseyi eleştirmedim, hiçbir partinin adını da vermedim, dedim ki “Önümüzde uzun bir süre var, bayram tatili de var. Binali Bey’e 11 soru soruyorum, 11 sorunun cevabını istiyorum ben. Bırakın yani bir siyasetçi olmayı, sade bir vatandaş olarak 11 soru sormak istiyorum. Binali Bey de otursun, düşünsün, taşınsın, 11 soruya cevap versin.” Neydi sorular:
1-Musul Başkonsolosluğumuz basılıp 49 vatandaşımız esir alınırken hangi hükümet “Bunu IŞİD terörü yaptı” demedi? Gayet açık değil mi?
2-Hangi milletvekili “PKK ve IŞİD terör örgütü değildir” dedi?
3-“IŞİD, iyi ki varsın, Allah kurşununu azaltmasın” diyen kişi hangi partiden? Ve nerede görev yapıyor?
4-IŞİD hangi iktidar döneminde Türkiye’de palazlandı ve 70 ilden IŞİD’e katılım oldu?
5-Suriye’deki çatışmalarda yaralanıp Türkiye’ye tedavi için getirilen, tedavi edildikten sonra da tekrar Suriye’ye gönderilen IŞİD militanları hangi iktidar döneminde bu ayrıcalığa sahip oldu?
6-Sadece IŞİD’e değil, oradaki bütün cihatçı gruplara tırlarla kim, hangi iktidar döneminde silahlar gitti, insanı insana kırdırmak için?
7-IŞİD’in bir terör örgütü olduğunu, Türkiye IŞİD’inin bir terör örgütü olduğuna dair Bakanlar Kurulu kararı var mı? Millî Güvenlik Kurulu bu kararı aldı mı almadı mı IŞİD terör örgütüyle ilgili olarak?
8-Türkiye’de hangi savcı IŞİD terör örgütüyle ilgili bir iddianame hazırladı?
Bakın, FETÖ terör örgütü dediler, onunla ilgili iddianameler hazırlandı. Peki, Türkiye IŞİD’iyle ilgili niye iddianame hazırlanmıyor? Hazırlandı da bizim haberimiz mi yok? Hangi savcı bu iddianameyi hazırladı?
9-IŞİD terör örgütünün Türkiye lideri kimdir? Elini kolunu sallayarak geziyor, demeçler veriyor, konuşuyor. Hangi iktidar buna bu ayrıcalığı tanıyor?
10-IŞİD terör örgütünün son bir yıl içinde Türkiye’de yaptığı eylemler belli. Bu işin siyasi sorumlusu kimdir?
11-Sayın Binali Yıldırım dedi ki “Güvenlik zafiyeti yok” Ben de kendisine dedim ki 11. soru olarak: Güvenlik zafiyeti yoksa acaba bir yönetim zafiyeti mi var?
11 soruyu sordum…
AKP İLE IŞİD ARASINDA İDEOLOJİK AKRABALIK VAR
Bugün söylüyor. Oraya gelmeden önce -bugün cevap vermiş bana- AKP sadece PKK terör örgütüne yardım ve yataklık yapmadı, aynı zamanda bu Hükümet IŞİD terör örgütüne de yardım ve yataklık yaptı. IŞID terör örgütüne de yardım ve yataklık yaptı. Bu soruları sorarken, bir gazeteci sordu, şunu söyledim: “AKP ile IŞİD arasında ideolojik akrabalık vardır” dedim. Evet, AKP ile IŞİD arasında ideolojik akrabalık var, o nedenle üzerine gidemiyor, o nedenle kol kanat geriyor.
Bakın neden? Biz konuşurken onlar gibi mideden atmıyoruz, halkın deyimiyle işkembeden atmıyoruz, belgesi var, bulgusu var, elde delillerimiz var, ona göre konuşuyoruz. IŞİD eğitim, transfer ve lojistik destek açısından Türkiye’yi seçmiştir. Eğitim, lojistik destek ve transfer açısından Türkiye’yi seçmiştir. Türkiye IŞİD için cihada açılan kapı olarak tanımlanmaktadır, cihada açılan kapı olarak tanımlanmaktadır. Gidin dünyadaki bütün raporlara bakın, bu raporların tamamında bu ifadeler var.
Türkiye üzerinden tırlarla silah gönderildi mi cihatçılara? Gönderildi. IŞİD’in eline geçti mi? IŞİD’in eline geçti. Siz Türkiye Cumhuriyeti, saygınlığı olan bir Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl bir korsan ülke haline getirirsiniz? Ve hangi gerekçeyle siz tırlarla Suriye’ye, Irak’a silah gönderiyorsunuz? Ortaya çıktıktan sonra dediler ki “Efendim, biz bunları Bayır Bucak Türkmenlerine gönderiyoruz” Adamlar dediler ki “Ya, biz hiç silah almadık, nereden çıktı bu silahlar, bize gelmedi.” Üstelik şimdi Bakan olan da yemin billah etti “Vallahi bu silahlar oraya gitmedi” diye.
Bir başka konu, bir IŞİD komutanı 12 Ağustos 2012’de Washington Post gazetesine demeç veriyor, “Bize savaşın başında katılan savaşçıların çoğunun yanı sıra, teçhizatımız ve tedarikimiz Türkiye üzerinden geldi.”, “Teçhizatımız ve tedarikimiz Türkiye üzerinden geldi” diyor. Hükümet kimdi Allah aşkına bu sırada? Hükümet kimdi? Teçhizat, tedarik, hepsi Türkiye üzerinden.
19 Eylül 2014, Suudi Emiri Bender Bin Sultan, IŞİD’e Türkiye üzerinden silah gönderirken belgeler ortaya çıktı. IŞİD’e silah gönderirken Türkiye üzerinden gönderirken belgeleri ortaya çıktı.
IŞİD bir terör örgütü ama yıllık 500 milyon dolar petrolden gelir elde ediyor. IŞİD 500 milyon dolarlık petrol gelirini Türkiye üzerinden sağlıyor. Ve AKP de buna kol kanat geriyor. Çünkü IŞİD’in Türkiye dışında petrolünü satacağı hiçbir yer yok. 500 milyon dolar yıllık avantaj sağlıyorsunuz.
2014, Sağlık Bakanı Ziya Müezzinoğlu “IŞİD yaralılarını da tedavi ederiz” diyor. Yani IŞİD militanları yaralanır, Suriye’de çarpışırlar, gelirler Türkiye’ye biz burada da tedavi ederiz… Burada bir ayrıntıya girmek isterim. Tedavi edebilirsiniz elbette, hiç kimse, hiçbir doktor gelen kişinin kimliğine bakmaz ve tedavi eder. Sorun şu: Sen bu militanı tedavi ettikten sonra niye tekrar Suriye’ye gönderiyorsun, niye tutuklamıyorsun? Eğer terör örgütünün üyesi ise tutukla, mahkemeye çıkar, hapse at, gereğini yap. Yasalar zaten buna izin veriyor. Ama sen tam tersini yapıyorsun, tedavi edip tekrar gönderiyorsun.
Musul Konsolosluğunu basması talimatını veren kişi Muhaser Ebu Muhammed 16 Nisan 2014’te Hatay’da tedavi gördü arkadaşlar. Bizim Konsolosluğumuzu basıyor. Rehin alıyor insanlarımızı, bürokratlarımızı. Yaralanıyor, geliyor Türkiye’de tedavi görüyor ve tekrar gidiyor.
11 Eylül 2014, IŞİD’in üst düzey komutanlarından ve IŞİD terör örgütünün lideri El Bağdadi’nin sağ kolu, Şanlıurfa hastanesinde tedavi edildi ve masraflarını Türkiye ödedi.
28 Temmuz 2014, IŞİD militanları İstanbul Ömerli’de piknik yapıp cihat çağrısında bulundular. Komik geliyor değil mi? Kendilerini gizlemiyorlar ki. Nasıl olsa Hükümet bizi destekliyor diyorlar. Piknik yapıyorlar, cihat çağrısı yapılıyor.
Türkiye IŞİD’inin yapılanmasında meşhur birisi var, Ebu Hanzala kod adıyla tanınan birisi. Bu, videoyla Türkiye’yi düşman ilan etti, videoyla. Bunların evleri basıldı, evlerinde yapılan aramada IŞİD bayrakları, IŞİD mührü, askerî elbiseler, bomba, intihar yelekleri çıktı ve bunların tamamı serbest bırakıldı arkadaşlar. Siyasi irade bunları serbest bırakır mı? Böyle bir şey olabilir mi?
15 Ekim 2015, Ankara Garında patlama gerçekleşti ve 103 gencecik çocuğumuz hayatını kaybetti. Bunun telefonları 2012’den beri dinleniyordu, 2012’den beri dinleniyordu. Gelip ta bomba atıncaya kadar ve insana, 100’ü aşkın gencecik çocuğumuzun ölümüne kadar kimse buna dokunmadı ve dokunmadılar. Hiçbir önlem de almadılar. Garda hiçbir önlem de almadılar.
Sadece bunlar değil arkadaşlar, Emniyetin İstihbarat Raporu var, 300 sayfalık bir rapor. O raporda bakın ne diyor: “Türkiye’de IŞİD’in ve Selefilerin 20 bin kişiyi bulan tabanı var.” Ve şu çarpıcı gerçeği ifade ediyor: “Ürdün, Tunus ve Suudi Arabistan seviyesine ulaştı Türkiye’deki militan sayısı” Kimin gözü önünde ulaştı? Kim iktidar Türkiye’de? Kim terörle mücadele ediyor, kim IŞİD’le mücadele ediyor? Yok arkadaşlar!
Nisan 2011’den beri 2.750 Türk Selefi geliyor ve gidiyor. Bütün bunların hepsi biliniyor.
2014 yılından sonra IŞİD kontrolündeki bölgeye sempatizan ve militanlar sürekli girip çıkıyorlar, gidip geliyorlar ve bunların tamamını Emniyet biliyor, tamamının telefonları dinleniyor.
Raporun şu bölümü çok çarpıcı arkadaşlar: “Bugün bölgede askerî ve ideolojik eğitim alan, yarın Türkiye’ye dönebilecek ve burada eylem gerçekleştirebilecek 1.000’in üstünde insan var” diyor. Değerli arkadaşlar, ben bunları söyledim, o soruları sordum ve arkasından bu açıklamaları yaparak dedim ki “AKP’nin yöneticileri yani iktidar olanlar yani bakanları nasıl PKK’ya yardım ve yataklık yaptılarsa IŞİD terör örgütüne de yardım ve yataklık yapıyorlar.”
Şimdi şu soruyu soruyorum: Türkiye IŞİD’i hakkında hangi savcı iddianame hazırladı ve hangi bakanlar kurulu Türkiye IŞİD’i hakkında “Bu bir terör örgütüdür” kararı aldı? Diyecekler ki: “Böyle bir karar var” Evet, böyle bir karar var ama o karar Türkiye IŞİD’iyle ilgili değil, Birleşmiş Milletler IŞİD’i terör örgütü olarak tanımlıyor, bütün ülkelere yazı gönderiyor, diyor ki “Bunların mal varlıklarına el koyun” Maliye Bakanlığı da karar alıyor, varsa bir yerde mal varlığı, gidip el koyacak, o kadar. Ama bizde Bakanlar Kurulunun hâlâ IŞİD’i bir terör örgütü olarak gördüğüne dair bir karar hiçbir yerde yok. Bugün Binali Bey bana cevap vermiş, “Kılıçdaroğlu soru sordu, vesaire” falan diye. 11 soru, diyor ki: “Ben tek cevap veriyorum” E, 11 soru sıkar tabii, tek cevap verecek. Neymiş? “2013’te DAEŞ ve PKK’ya karşı karar alınırken CHP neden “Hayır” oyu kullandı?” Ya, Abinin yalan söylediğini ve bu konuları çok iyi bildiğini ve bir yalan ustası olduğunu biliyorduk da, ya kardeşim, senin için ayıp oluyor, senin için ayıp oluyor. Çünkü senin bir diploman var, onun diplomasının da ne olduğunu kimse bilmiyor.
Bu 2013’teki karar nedir? Karar şu arkadaşlar: 1047/3.10.2013 tarihli karar. Suriye’ye savaş açma kararı, biz de buna “Hayır” demişiz. İçinden bir tek kelime ne PKK var, ne IŞİD var ne de başka bir şey, hiçbir şey yok. Suriye’de gidecekler, Suriye’ye savaş açacaklar. Biz de karşı çıkıyoruz. Karşı çıkıyoruz. Bugün getirsen bugün de karşı çıkacağız. Niye ben gideceğim askerimi yabancı ülkelere savaşa göndereceğim?
Hani, yalan at ama bu kadar da kuyruklusu olmaz. Yani samimi söylüyorum. Yani bu cevabı verirken bile ben utanıyorum. Ya, sen koskoca Başbakansın ya, o koltukta oturuyorsun ya, koltuğun ağırlığının nasıl farkında değilsin sen, nasıl bu kadar ucuz ve rahat yalan söyleyebiliyorsun? Sana bu bilgiyi getiren adamı tut kulağından at kardeşim. Karar burada.
Ha, PKK ile ilgili, evet getirmişler 2013’te. 1049/10.10.2013, o da elimde. Biz buna “Evet” demişiz, “Hayır” dememişiz ki. Şimdi ne diyecek Binali Bey, Allah aşkına ne diyecek? Ben bütün bunları affediyorum. Binali Bey, senden tek isteğim var, benim 11 soruma adam gibi otur cevap ver, başka bir şey istemiyorum senden. Yüreğin yetiyorsa, Başbakanlık koltuğunda oturuyorsan, ben her sorunun cevabını veririm diyorsan, geçmişte yapılan hataların da üzerine gideceğim diyorsan çık benim 11 soruma adam gibi cevap ver. Bak, bana sordun, ben gayet iyi belgelerini gösterdim. Şimdi sen buralarla ilgili artık konuşamazsın, konuşamazsın. PKK ile ilgili getirmişsin önergeyi, biz buna “Evet” demişiz, “Suriye’de savaşa girelim” demişsin, biz ona “Hayır” demişiz. Orada IŞİD de yok, orada PKK da yok, tek cümle de yok, tek cümle de yok.
Şimdi, bizim üzerinde duracağımız, vatandaşlarımın üzerinde duracağı konu şu: Eğer siyaset yalan üretiyorsa, o insanlara güvenmeyin. Yalan üzerine inşa edilen siyaset doğru bir siyaset değildir. Siyasette abartmalar olabilir, ama siyaset yalanı kaldırmaz arkadaşlar. Hele hele “Ben Müslümanım” diye meydana çıkan adamın yalan söylemesini bu toplumun değerleri kabul etmez.
180 DERECE DEĞİL, 360 DERECE FIRILDAK GİBİ DÖNÜYORLAR
Dış politikada elli sefer söyledik ya, “Yapmayın, yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz…” Defalarca söyledik. Bugün bizim haklılığımız çıktı ortaya. Hatırlarsanız, koalisyon görüşmeleri sırasında bize gelmişlerdi, biz de demiştik ki “Bu dış politikanın 180 derece değişmesi lazım.” 180 derece değişmesi lazım. Bize demişlerdi ki “Dış politikada siz 180 derece değişmesi gerekiyor dediğiniz için biz koalisyonu yapmadık” gerekçe söylemişlerdi. Şimdi 180 derece değil, 360 derece fırıldak gibi dönüyorlar, 360 derece.
Dış politikayı iç politika malzemesi haline getirmeyin dedik, yapmayın, yazık günahtır… Dış politikada hamaset nutukları söylenmez dedik. Dış politikada konuşurken çok dikkatli bir dil kullanacaksın dedik. Eğer büyük laflar edersen yarın o lafların altında kalırsın dedik. Ama “Hayır, biz en iyisini biliyoruz, en iyisini yapacağız” dediler. Rusya’dan özür dilediler, gittiler şimdi tekrar bir görüşme yapacaklar. İsrail’e gittiler, büyük tavizler vererek, İsrail ile anlaştılar. İsrail hiçbir şey yapmadı, hiçbir şey yapmadı. Hiçbir taviz vermedi İsrail. “Efendim, özür diledi…” Mektubun var mı? Yook. Telefonda özür dilemiş. Geçin onları, geçin onları… Sen oturdun Rusya’ya ne yaptın? Yazılı metin gönderdin değil mi, “Özür diliyorum” diye yazı gönderdin. Niye İsrail’den yazılı bir metin istemedin? Çünkü adamlar göndermeyecek, göndermeyecek. Ve kalktın bir laf ettin, “Onlarla bizim bir araya gelmemiz için üç şartımız var” dedin, “Gazze’de abluka kalkacak, İsrail özür dileyecek ve tazminat ödeyecek.” Tazminatı bile İsrail ödemiyor, “Sizin bir vakfınıza öderim ben” diyor, “Bir vakfınıza öderim” diyor.
20 MİLYON DOLARA TÜRKİYE’NİN ÖZGÜRLÜĞÜ, İRADESİ, SAYGINLIĞI İSRAİL’E SATILDI
Hatırlar mısınız, bizim bir büyükelçiyi çağırmışlardı Dışişleri Bakanlığına İsrail’den, düşük bir koltuk vermişlerdi ve Türkiye’nin onuru ve gururuyla oynamışlardı. Bütün bunları sineye çektiler, tamamını. Kalktı önce şu demeci verdi: “Biz İsrail’e muhtacız.” Niye muhtaçsın kardeşim? Hani sen dünya lideriydin? Hani borazanın ötüyordu dünyanın her tarafında, ne oldu birdenbire İsrail’e bu koskoca ülkeyi muhtaç hale getirdin? Türkiye eğer böyle bir anlaşmayı imzalasaydı, yani CHP böyle bir anlaşmayı imzalasaydı CHP, emin olun bütün dindar vatandaşlarıma sesleniyorum: Eğer CHP bunların yaptığı anlaşmayı imzalasaydı, Cuma namazlarında namaz sonrası bütün camilerde mitingler olurdu, bütün camilerde mitingler olurdu. Şimdi ben samimi Müslüman kardeşlerime sesleniyorum, samimi, üç kâğıtçı olanlara değil, dini çıkarları için kullananları değil, samimi Müslüman kardeşlerime sesleniyorum: Bizim samimiyetimize inanın. Biz her koşulda Türkiye’nin çıkarlarını savunan bir partiyiz, her koşulda. Herkesin inancına saygılı bir partiyiz, herkesin kimliğine saygılı bir partiyiz, her kişinin yaşam tarzına saygılı bir partiyiz. Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz, çünkü biz insanı düşünen partiyiz.
Bakın arkadaşlar, bu anlaşmanın ayrıntılarını veriyorum:
1-Gazze ablukası olduğu gibi kaldı, abluka kalkmadı. Gayet açık, gayet net.
2-İsrail’in NATO’ya üye olmasının yolunu açtık, itiraz etmedik. Oysa itiraz etseydik bu yol açılmazdı.
3-OECD üyeliğini açtık İsrail’in, itiraz etseydik bu da olmazdı, ona da izin verdik.
4-İsrali doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlayacak, bu imkânı verdik onlara.
5-İsrail askerleri aleyhine açılan bütün davalardan tek taraflı olarak vazgeçtik. Tek taraflı olarak vazgeçtik.
6-Resmen bir özür mektubu bile göndermediler.
7-İsrail’in Gazze üzerindeki egemenliğini Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tanımış oldu. “Evet, Gazze üzerinde İsrail’in egemenliği var” dedi ve bu anlaşmayı kabul etti.
Bütün bunların karşılığını 20 milyon dolar para ödeyerek aldı. 20 milyon dolara Türkiye’nin özgürlüğü, iradesi, saygınlığı İsrail’e satıldı. 20 milyon dolara satıldı.
Bunlar da Müslüman geçiniyorlar değil mi! Bunlar Türkiye’nin çıkarlarını savunuyorlar değil mi! Bunlar “Efendim, biz dünya lideriydik” diyorlardı değil mi! Öyle anlaşıldı ki bunlar kendi çıkarları için, ailelerinin çıkarları için yeri geldiğinde Türkiye’yi de satarlar ve sattılar. Tam bir teslimiyet anlaşması…
Ne diyordu bu diktatör bozuntusu: “Ben görevde olduğum sürece İsrail ile normalleşme mümkün değil.” Neyse bir şey söyleyeceğim de söylemeyeyim. Mavi Marmara… Zaten baştan dediler ya “Aşdod’a gel, biz buradan yardımı Gazze’ye götürelim, Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde.” Şimdi nasıl kurtaracaklar, nasıl kıvıracaklar bunun arayışı içindeler.
“Efendim, biz yeni yardım gemisini gönderdik…” Gitti yardım gemisi. Nereye? Gazze’ye mi? Hayır. Aşdod Limanına gitti İsrail’in istediği gibi, ta en başından beri söyledik, oraya gitti, Aşdod Limanına gitti. Peki kardeşim, buradan da televizyoncular gidiyorlar, “İlk yardım geldi” diye. Ya 2002’den beri böyle yardım yapılıyor. Vatandaşı kandırıyorlar, kandırmaya çalışıyorlar vatandaşı. Kızılay’ın çadırı var orada, Kızılay 2002’den beri dünyanın yardımını yapıyor Gazze’ye. Ama hep aldattılar, hep kandırdılar.
Değerli arkadaşlarım, bu yardımları yapan, Türkiye’nin başına bunları açan insan hak ve hürriyetleri, İnsani Yardım Vakfı var, İHH diye kısaca adlandırdığımız. Bunlar başlangıçta bir itiraz edecek gibi oldular, “Biz yardım götürdük, bak 9 kişi de hayatını kaybetti” diyecek oldu, Erdoğan bağırdı, fırçasını attı “Siz yardım götürürken dönemin Başbakanına mı sordunuz?” dedi. Bunlardan tık yok, tık yok. Neden? Bir yerden besleniyorsan oraya mahkûm olursun. Beslenmeyeceksin eğer sen vakıfsan, beslenmeyeceksin. Beslenirsen boynuna yuları takarlar işte böyle. Ses bile çıkaramadı, ses bile çıkaramadılar. Gidip teslim oldular. Oysa, evet izni Erdoğan kendisi vermişti. Ne zaman söyledi bunu? 17 Temmuz 2014. “Otorite biziz, bu izni biz verdik” dedi.
Değerli arkadaşlarım, dün öyle bugün böyle. Artık bu milletin gerçeği görmesi lazım. Artık bu milletin kim doğruyu, kim yalanı söylüyor, onu öğrenmesi lazım.
Bakın, gün veriyorum, tarih veriyorum, konuşmaları veriyorum. Bir tek Allah’ın kulu çıkıp “Hayır, bu tarih doğru değil, bu konuşma doğru değil” diyemiyor, diyemiyor. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyoruz. Ne demiştik? Dış politikada, bizim güzel bir atasözümüz var, büyük lokma ye ama büyük söz söyleme. Evet, büyük lokma yemediler, malı götürdüler, çünkü lokmanın çok daha ötesinde ama ettikleri büyük lafların tamamının altında kaldılar. Tükürdüler, tükürdüklerini yalattılar.
Bir Suriyeli tartışmasıdır gidiyor değerli arkadaşlar. Ne diyorlardı? “Emevi camisinde namaz kılacağız” diyorlardı, “3 saatte Suriye’ye girer, Şam’ı da alırız” diyorlardı. Bırakın 3 saatte Suriye’ye girmeyi, Süleyman Şah Türbesini zor kaçırdılar. Bırakın Suriye’ye girmeyi, 3 milyon Suriyeli Türkiye’ye geldi. Şu öngörüye bakın arkadaşlar, şu öngörüye bakın. Şu devlet yönetimine bakın. Böyle bir şey olabilir mi? 3 milyon Suriyeli geldi. Bir baktık, birdenbire bir açıklama, neymiş? Suriyelileri vatandaşlığa alacağız. Niye alıyorsun? Hangi gerekçeyle alıyorsun vatandaşlığa? Ya, 6 milyon işsiz var, 6 milyon, gencecik çocuklar işsiz. 17 milyon fakirimiz var. Ben Suriyelilere karşı değilim arkadaşlar, onlar da insan, bizim misafirimiz, kucakladık, soframızı paylaştık. Onların Türkiye’ye gelmelerine hiçbir zaman niye geldiniz de demedik zaten. Savaştan kaçıyor insanlar. Ölümden kaçıyorlar, açlıktan kaçıyorlar. Binlerce çocuk öldü, binlerce Suriyeli öldü orada. Kaçıyorlar bunlar. Ama kimse Türkiye’de pek kalmak istemiyor. Herkes Katar’a gideceğim demiyor, Suudi Arabistan’a gideceğim demiyor, Libya’ya gideceğim demiyor, nereye gideceğim? Demokrasisi gelişmiş ülkelere gideceğim, Avrupa’ya gideceğim diyor, Almanya’ya, Fransa’ya, Norveç’e, İsveç’e gideceğim diyor, orada insan hakları var diyor. Sonunda gittiler, anlaşmayı imzaladılar, Suriyeliler burada kaldı. Şimdi onlara vatandaşlık vereceğiz. Niye veriyoruz arkadaşlar, hangi gerekçeyle veriyoruz vatandaşlığı? 3 milyon Suriyelinin 400 bini Şanlıurfa’da yaşıyor. 391 bini İstanbul’da yaşıyor. 386 bini Hatay’da yaşıyor. 324 bini Gaziantep’te yaşıyor. Gaziantep demişken, Gaziantep, eğer önlem alınmazsa önümüzdeki süreç içerisinde çok daha ciddi tehlikelerle karşılaşabilir. IŞİD’in yuvalandığı bir yerdir Gaziantep. Ankara’da Hacı Bayram’da olduğu gibi.
Kilis’in nüfusu 106 bin, Suriyeli sayısı 116 bin değerli arkadaşlar. 700 bin Suriyeli çocuktan 400 bini okula gitmiyor. Bunlar ne olacak? Ne olacak bunlar? Nasıl eğiteceksin bunları? Böyle bir öngörüsüzlük olabilir mi? Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar?
Bakın değerli arkadaşlarım, bu açıklamayla Avrupa derin bir nefes aldı, “Oh, artık kimse bize gelmeyecek, Türkiye vatandaşlık veriyor” dedi. Yardım? E, niye yardım yapalım ki diyecekler, nasıl olsa Türkiye bunları kabul etti. 500 milyon nüfusu olan Avrupa 500 kişiyi almıyor, biz 78 milyonuz 3 milyonu alıyoruz. Niçin? Hangi gerekçeyle?
Suriye’de savaş sonrası onarıma bile Avrupa Birliği bu açıklamadan sonra katılmayabilir arkadaşlar. Ben Avrupa’ya gittiğimde bana Suriye’yi sordular ve Suriye politikasını sordular. Kendilerine şunu söyledim: “İlk yapacağınız iş Suriye’deki savaşı sonlandırmak. Cenevre görüşmelerini barışla sonlandırmak. İki, yetmez bu, savaş sonrası elinizi cebinize atacaksınız ve Suriye’yi yeniden onaracaksınız ki Suriyeli kardeşlerimiz kendi ülkelerine geri dönsünler. Evleri olsun, barkları olsun, parkları olsun, okulları olsun, hastaneleri olsun ki bu insanlar kendi ülkelerine dönebilsinler.” Eğer bunları alırsanız Türkiye’nin sosyal dokusu bozulacak arkadaşlar. Türkiye’nin açıkça genleriyle oynanıyor. Güvenlik riski var. Kimin terörist olduğu, kimin masum olduğunu kimse bilmiyor. Böyle bir açıklamayı yapmak için aklını peynir ekmekle yemek gerekir. Hangi gerekçeyle böyle bir açıklama yapılıyor?
Bakın, Reyhanlı’da 2 Suriyeli bomba yaparken patladı ve öldüler. Hatay, aynı şekilde karışacak yerlerden birisidir. Kim, hangi evde, nerede oturuyor?.. İstanbul gene aynı şekilde. Fatih’te… Bütün bu gerçekler dururken siz bütün bunları unutuyorsunuz, “Ben Suriyelilere vatandaşlık veriyorum” diyorsunuz. Büyük kentlerde gettolar oluşacak ve bu kamplaşmalara, gerilimlere yol açacak arkadaşlar. Bakın, daha geçen gün Konya’da oldu, 1 Suriyeli 1 bizim vatandaşımız hayatını kaybetti. Çatıştılar. Şanlıurfa’da çatıştılar. Önümüzdeki süre içinde çatışmalar çok daha farklı noktalara gidebilir. Diyorum ya, bunlar devleti yönetemezler. Yönetme güçleri yok bunların. Bunlar devleti yönetecek strateji dahi üretemezler. Böyle bir ruh hali içinde Türkiye’yi yönetiyorlar.
Eğer bütün bunları Türkiye’de yeni bir rejim kurgulamak için yapıyorlarsa bu da Türkiye’ye ve bizim insanımıza karşı bir ihanettir arkadaşlar. Başkanlığı getireceğim, bunlar da bize oy verecekler diye bir arayış içindeysen ve bunun için yapıyorsan bu Türkiye’ye ihanettir. Herkesin bunu böyle bilmesi lazım.
Yapılması gereken şudur arkadaşlar: Suriyeli kardeşlerimizi elbette kabul edeceğiz, elbette ki sorunlarıyla ilgileneceğiz. Suriye’deki savaşın bir an önce sona ermesi lazım. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak da, siyasi partiler olarak da, sivil toplum kuruluşları olarak da o savaşın bir an önce bitmesi için elimizden gelen her türlü çabayı göstermeliyiz. Oraya silah göndermemeliyiz. Komşunun evinde yangın varsa elinde benzin bidonuyla gidilmez arkadaşlar, benzin bidonuyla gidilmez. Tırlarla silah gönderilmez. Müslüman Müslümana kırdırılmaz. Önce bu politikadan vazgeçeceğiz. Bittikten sonra, başta Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler olmak üzere, Suriye’nin yeniden onarılması lazım. Herkesin evinin olması lazım. TOKİ konutlarını vereceğim diyorsun. Ya kardeşim, Suriye’de yanan, yıkılan evler var, onları yapalım, Avrupa Birliğinden de yardım alalım. Hiç kimse dedesinin, babasının bulunduğu toprakları terk etmek istemez arkadaşlar. Çocukluğunun geçtiği toprakları terk etmek istemez. Ama savaş varsa zorunlu kaçıyor oradan, ne yapsın! Çoluk çocuğunu kurtarmak istiyor. Sokaklarda dilenen binlerce Suriyeli var. Dolayısıyla savaşın bitmesi lazım, Suriye’nin onarılması lazım, sonra Suriyeli kardeşlerimiz kendi iradeleriyle zaten kendi ülkelerine dönerler. Bu politikayı oluşturabilirsek en büyük başarıyı sağlamış oluruz.
Ha, illa diyorsan ki: Efendim, biz bunu yapacağız… E, sen düne kadar hep millî irade, millî irade, millî irade diyordun değil mi? E, o zaman gel kardeşim, bir referandum yapalım, şu millete bir soralım. Var mısın var mısın? Hodri meydan hodri meydan!..
Vatandaş Suriyeliye kızıyor… Bu yanlış arkadaşlar. Suriyeliye niye kızıyorsun? Savaştan kaçmış bu adam. Suriyeliyi senin başına musallat eden hükümete kızacaksın kardeşim! Onu buraya getiren kim? Oraya silah gönderen kim? Kardeşi kardeşe kırdıran kim? AKP Hükümeti. Sen Hükümete kızmıyorsun, Suriyeliye kızıyorsun. Ya, bu Suriyeliyi oraya bu Hükümet getirdi. Ben ne diyorum? 1-Suriye’de savaşı bitireceğiz, 2-Suriye’yi sıfırdan yeniden onaracağız. 3-Suriyeli kardeşlerimiz gönüllü olarak hepsi baba topraklarına geri gidecekler. Bitti, bu kadar!..
Hepinize en içten selamlar, saygılar arkadaşlar.