17.07.2020
17.07.2020
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Değerli basın mensupları, dün Siirt Pervari’de terör örgütü PKK’yla girdikleri çatışmada yaralanan 2, Van’ın Gevaş ilçesinde görev esnasında düşen keşif uçağımızda da 7 emniyet mensubumuz şehit oldu; şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine, emniyet teşkilatımıza ve milletimize başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Yine Azerbaycan ve Ermenistan arasında sınırlarımızın hemen yanı başında çıkan çatışmalarda çok sayıda Azeri kardeşimiz şehit oldu. Şehit olan Azeri kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Azerbaycan’ın acısını yürekten paylaşıyoruz. Çatışmaların olduğu bölge Türkiye içinde son derece stratejik bir bölge, umarız ülkemizi yönetenler bu bölgede kurulan tuzakların farkındadır ve ona göre gerekli tedbirleri alıyordur.
ELİNİZİ, DİLİNİZİ GAZİLERİMİZİN VE ŞEHİT AİLELERİMİZİN ÜZERİNDEN ÇEKİN
Değerli basın mensupları, 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden 4 yıl geçti. O uğursuz gecede cep telefonlarının ardına saklanıp milleti sokaklara davet edenler 4 yıl sonra saraya giden sokakları milletimize dar ettiler. 15 Temmuz gecesi mermilere göğsünü siper eden gazilerimiz, mermi yedikleri o sokaklarda yürütülmedi. Ve sarayın kibirlisi Erdoğan yine o bildik kibriyle çıktı, saraya yürümek isteyen şehit yakınları ve gazilerimizi kastederek, “bu unvanların sorumluluğunu taşımakta zorluk çekenler elbette olabilir” gibi son derece yakışıksız bir takım laflar etti. Her şeyden önce şehitlik ve gazilik bir mertebedir. O mertebeye can vererek, kan vererek ulaşılır. Bu ülkede kim şehit, kim gazilik makamına erişmiş ona siz karar veremezsiniz Sayın Erdoğan. Bunlar sizin dağıtamayacağınız makamlardır. Size de, bizlere de o insanlara saygı göstermek, sahip çıkmak düşer, nokta. Milletimiz şehidine, gazisine sahip çıkmış, 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için para toplamış, saraya vermiş ama para şimdi ortada yok. Şehit yakınlarımız ve gazilerimiz size çok basit bir soru soruyor: “Milletimizin bize yaptığı bağışları neden bize vermiyorsunuz?” Bu kadar basit. Size düşen de bu soruya cevap vermek, gereğini yapmak. Ben açık söyleyeyim, bu bağışlanan paralar az daha iç ediliyordu. Genel Başkanımızın ısrarlı takibi sayesinde bu parayı iç edemediler. Saray iktidarına ve Erdoğan’a bir kez daha söylüyoruz, 2019 Ocak ayı itibariyle 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için 338 milyon 971 bin 732 lira toplanmıştı. Buna enflasyon kadar nema verseniz bu para bugün 397 milyon lira yapar. Yine Beşiktaş’taki terör saldırılarının ardından toplanan 52 milyon liranın akıbeti de belli değil. Evelemek yok, gevelemek yok, bu paraları şehit yakınları ve gazilerimize bir an önce ödeyin. Şimdi siz bu paraları ödemek yerine makbul şehit yakını, makbul gazi diye ayrımcılık yapıyorsunuz. Bu ülkede soru sormayan şehit yakınları, gaziler makbul, hakkını arayanlar makbul değil. Böyle saçma bir ayrımcılık olur mu? Tek adam vesayet rejiminin elinde, kimlik siyasetiyle, gerçek ötesi popülizmle bölünüp parçalanmayan tek bir değerimiz kalmadı. Sıra şehitlerimiz, şehit ailelerimiz, gazilerimiz arasında ayrımcılık yapmaya geldi. Şehit yakınları bize şehitlerimizin emaneti, gazilerimiz milletimizin, devletimizin gurur nişaneleri. Sayın Erdoğan, elinizi, dilinizi gazilerimizin ve şehit ailelerimizin üzerinden çekin. Bu millet şehadeti, şehitliği, gaziliği sürekli aldatılan sizden öğrenecek değil. Siz her aldatıldığınızda bedelini bu millet canıyla, kanıyla ödüyor. Devletin valilerine “aman teröristlere dokunmayın, operasyon yapmayın” diye talimat veriyorsunuz, ondan sonra da sizin bu hatalarınızı temizlemek için hendeklerde 793 şehit veren bu milletimiz. Bu ülkenin adliyesini, maliyesini, mülkiyesini, askeriyesini yani tüm devleti FETÖ’ye teslim ediyorsunuz, bunu da temizlemek için 251 şehit veren yine milletimiz. Şimdi milletimiz sarayın kibirlisinden bir de fırça mı yiyecek? Hangi hadle, hangi hakla? 15 Temmuz’da tankların önüne çıkan bir gazimiz, “bizi önce bulutlara çıkardılar, sonra da paraşütsüz aşağı saldılar” diyor. Yine bir başka 15 Temmuz gazimiz ise “biz hükümetin değil devletin gazileriyiz” diyerek tavrını koyuyor. Erdoğan istiyor ki, o gün tankların önüne çıkan gazilerimiz, bugün de sarayın ve bekçisinin müsamerelerine figüranlık yapsın. Gazilerimiz bunu kabul etmeyince de hemen ağzından kem sözler dökülüveriyor.
KENDİSİ OKYANUS ÖTESİNDE, FİKİRLERİ İKTİDARDA
Değerli basın mensupları, hırsız içerden olunca kapı kilit tutmazmış. FETÖ’yü devletimizin kılcal damarlarına kadar yerleştiren, ordumuzun harimi ismetini, kozmik odasını bu terör örgütüne teslim eden Erdoğan başta olmak üzere, FETÖ’yle yan yana diz dize fotoğraf çektiren bazı kendini bilmezler Genel Başkanımıza, partimize olmadık iftiralar atıyorlar. Çok şükür bizler ekşi yemedik, karnımız da ağrımıyor. Bizim partimizde, boğazını yırtarak “dön artık bitsin bu gurbetlik” diyerek okyanus ötesine arzuhal yazan Genel Başkan çıkmadı. Bölücü terör örgütünün başına “Sayın” diyen Genel Başkan da çıkmadı. FETÖ’nün başına “Sayın” diyen Grup Başkanvekilleri hiç çıkmadı. Çok şükür “FETÖ, PKK baro kurabilir” diyen Grup Başkanvekillerimiz de yok. Bunları yapanlar, bugün bize FETÖ üzerinden, PKK üzerinden ders vermeye, istikamet çizmeye çalışıyorlar. Hadi oradan, haddinizi bileceksiniz. FETÖ’nün kendisi okyanus ötesinde ama fikirleri iktidarda. Bunu her gün daha iyi görüyoruz. Çoklu baro kimin? FETÖ’nün. Peki bu projeyi bugün sahiplenen kim? Koalisyon ortağıyla beraber Erdoğan ve partisi. Çoklu baro demek, çoklu hukukun kapısını aralamak demek… Parçalanmış bir hukukla “istiklali tam” olunamaz. Parçalanmış hukuk, parçalanmış devlettir. Parçalanmış hukuk, parçalanmış üniter yapıdır.
600 yıllık Osmanlı, parçalanıp yok olduysa bunun en önemli sebebi çoklu hukuktur. Erdoğan tarih bilmediği için bunları da elbette bilmez. Ama biz kendisine tarihten küçük bir anekdot anlatalım. Bundan tam 115 yıl önce, 21 Temmuz 1905’te, Belçikalı bir anarşistin de içinde bulunduğu bir grup komitacı, Cuma selamlığı sonrasında, II. Abdülhamit’e bir suikast girişiminde bulundu. Belçikalının suçu sabit olmasına ve mahkeme önünde suçunu itiraf etmesine rağmen, Osmanlı bu Belçikalıyı cezalandıramadı. Çünkü Belçika ile imzalanan kapitülasyonlar nedeniyle, Osmanlı toprağında suç işleyen Belçikalılar, Belçika hukukuna göre, Belçika Mahkemeleri tarafından yargılanmak zorundaydı. Osmanlı kendi payitahtında, Osmanlı sultanına suikast düzenleyen bu Belçikalı anarşistin kılına bile dokunamadı. Suçluyu sınır dışı etmekle yetindi. İşte Cumhuriyetimizi kuranlar, bu dersi hiç unutmadılar. İstiklali tam olmak için “hukuk birliğinin” şart olduğunu gördüler. Bu nedenle de Lozan’da en çetin mücadeleleri bir hukuk garabeti olan kapitülasyonların kaldırılması için verdiler.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN DE Mİ BEKÇİSİ OLDUNUZ?
Bugün eğer birileri “çoklu baro” diyorsa, bunun arkasında emperyalistler ve Büyük Ortadoğu Projesi müellifleri aranmalıdır. AK Parti’nin grup başkanvekili ne diyor? “PKK, FETÖ baro kurarmış, kursun arkadaş” diyor. Dervişin zikri, fikrini ortaya koyuveriyor. Ama bundan daha üzücü olanı, sarayın koalisyon ortağı Devlet Bahçeli’nin bu sözlere gık çıkarmamasıdır. Hayırdır Sayın Bahçeli? Ortağınız “Bu ülkede PKK ve FETÖ baro kurabilir” derken sizin buna bir itirazınız olmayacak mı? Yoksa sarayın bekçisi olunca büyük Ortadoğu Projesinin de mi bekçisi oldunuz? Sizin ortağınıza bir itirazınız olmasa da biz itirazımızı Anayasa Mahkemesine yaptık. Ülkemizi bölüp, parçalama projesi olan “çoklu baro” yasasının iptali için Mahkemeye başvurduk. Aslında Sayın Bahçeli, Erdoğan’a karşı, sadece bu konuda sessiz kalmadı. Erdoğan, Ayasofya’nın müze kararının altında imzası olan ulu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü “tarihe karşı ihanetle” suçladı. Bugün pek çok Filistinli, Müslümanlığın ilk kıblesi, Peygamberimizin miraca çıktığı Mescidi Aksa’ya bile giremiyor. Kendi toprağında, kendi mukaddes mekânına alınmıyor. Bugün bizim topraklarımızda, camilerimizde böylesine bir zilleti yaşamıyorsak, bu kimin sayesinde? Sarayın kibir abidesinin dil uzatmaya cüret ettiği Gazi Mustafa Kemal Atatürk sayesinde…
Tarihi “keşke Yunan galip gelseydi” diyenlerden öğrenen Erdoğan’ın Cumhuriyet tarihine ihanetini yadırgamıyoruz. Ama Sayın Bahçeli’nin bu konudaki tutumunu da ibretle izliyoruz. Bahçeli, “Atatürk ve Fatih arasına nifak tohumu atan bizden değildir” demişti. İyi de Sayın Bahçeli Atatürk’ü “tarihe ihanetle” suçlayarak, nifak tohumları eken sizin koalisyon ortağınız, Sizin koalisyon ortağınızın başı. Böyle bir münafıklığa diyecek sözünüz yok mu? Bunu neden yutup, sessiz kalıyorsunuz?
Unutmayın, milletimiz hepinizi izliyor, notunuzu veriyor, sandık önüne geldiğinde de sizlere yerlerinizi gösterecek.
MİNİ İSTİHDAM PAKETİYLE İŞÇİLERİMİZE BÜYÜK BİR TUZAK KURULUYOR
Değerli basın mensupları, sarayın sosyete damadı “şöyle toparlanıyoruz, böyle toparlanıyoruz” diye mezarlıkta ıslık çala dursun, artık mızrak çuvala sığmıyor. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat), salgın döneminde mevcut işsizlik göstergelerinin yetersizliğini dikkate almış ve bir takım yeni gerçekten işsizliği gösterecek göstergeler üretmiş, bunları da paylaşmaya başlamış. İşgücü piyasasındaki durgunluğu, gerçek işsizliği ölçen bu yeni tanıma göre, Türkiye’de 20 ila 64 yaş arasında çalışma çağındaki nüfusta, bu yılın ilk üç ayı itibariyle, gerçek işsizlik oranı yüzde 19,4. Avrupa’da ekonomisi iflas etmiş Yunanistan ve salgının merkez üssü olan İspanya ve İtalya’dan sonra en yüksek işsizlik oranı Türkiye’de. Macaristan’da işsizlik oranı yüzde 6,5, Polonya’da yüzde 5,5, Romanya’da yüzde 6,3, komşumuz Bulgaristan’da yüzde 7,6. Bizde ise yüzde 19,4. Avrupa’nın gelişen ve yükselen ekonomilerindeki işsizliğin neredeyse üç katı kadar işsizliğimiz var. Bu mu dur pozitif ayrışma? Buna bir de istihdamda görünen ama esasen işle bağları kopmuş işçilerimizi ekleyin, durum çok daha vahim boyutlara ulaşıyor.
İktidar, TBMM’ye adına “mini istihdam paketi” dediği bir yasa teklifi getirdi. Bu yasa teklifi ile işçilerimize büyük bir tuzak kuruluyor. Ağustos ayında sona erecek ücretsiz izin uygulaması 1 Temmuz 2021’e kadar uzatılıyor. Böylece işverenler istedikleri işçileri, istedikleri sürede bu bir yıl boyunca ücretsiz izne gönderebilecekler. Ücretsiz izne gönderilen işçiler, işsiz görünmeyecek, istihdamda sayılacak. Peki, bir yıl boyunca işçilerimize ayda 1170 lira ödenecek, bu parayla bu işçiler nasıl geçinecek? Evinin kirasını, faturalarını, mutfak masraflarını nasıl karşılayacak? Eğer bu koşulları beğenmez, yeni iş aramak için işinden istifa ederse de ne kıdem tazminatından ne de ihbar tazminatından yararlanamayacak. Yani işçimiz yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal. Aslında bu yapılanın adı ücretsiz izin falan değil, zorunlu işsizliğe mahkûmiyettir, hiçbir tazminat ödemeden. Emekçi bir yıl boyunca 1170 liraya mahkûm olacak. Ama bir şey daha olacak. İşbaşı yapmayacak ama işsiz de görünmeyecek. Böylece sosyete damadın işsizlikteki bozuk karnesi, daha da bozulmayacak. Talimatlı marketlerden fiyatları toplayıp, enflasyonu düşük gösteren sosyete damat ve ekibinin işsizliği düşük göstermek için bulduğu yeni yöntem de bu.
Salgından en çok etkilenen bir diğer kesim ise gençlerimiz. 25-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 40’ı ne eğitimde, ne de istihdamda. Taşı sıksa, suyunu çıkaracak 2 milyon 458 bin genç evde oturup maalesef anasının babasının eline bakıyor. Ama saray sosyetesinin çocukları için böyle bir şey sözkonusu dahi değil. Onlar bambaşka bir dünyada yaşıyor... Onlara yönetim kurulu üyelikleri, şube başkanlıkları, sarayda danışmanlıklar, çifter çifter maaşlar. Seç, beğen, al. En son skandal Türk Hava Kurumunda yaşandı. AK Parti’nin Eskişehir Milletvekilinin oğlu, Türk Hava Kurumuna bir ay önce üye yapıldı, sonra da kayyım eliyle Eskişehir Şube Başkanlığına atandı. Herhangi bir seçim sonucunda mı? Hayır. Sınav mı yapıldı? Yok. Liyakat mı arandı? O da yok. Ama milletin çocukları doğru düzgün bir iş bulamazken, bulanlar da üç kuruşa çalışırken, bu beylerin çocukları ikbal merdivenlerini sınavsız, sorgusuz, sualsiz, hoplaya, zıplaya tırmanmaya devam ediyor. Devlet bunlar için yağma Hasan’ın böreği olmuş.
Değerli basın mensupları, saray sosyetesi gününü gün ediyor. Türkiye ekonomisi ise uçurumdan baş aşağı gidiyor. Döviz bilançomuz, yani cari dengemiz hızla bozuluyor. Merkez Bankası kasasından bu yılın ilk beş ayında 22 milyar dolar rezerv kullanmışız, eritmişiz. Böyle bir rezerv erimesi daha önce hiçbir yılda yok. Diğer tarafta da bütçe açığı rekor üstüne rekor kırıyor. Türkiye ekonomisi giderek büyüyen bir “ikiz açık” sorunuyla karşı karşıya... Geçmişte ne zaman “ikiz açık” büyüse; işin sonu hayırlı olmamıştır. Net döviz rezervlerimizin negatif bakiye verdiği de düşünülürse bu hikâyenin sonu gerçekten acı biter tedbir alınmazsa.
BU BÜTÇE KADÜK OLMUŞ, BU BÜTÇE BİTMİŞ
Dün bütçe rakamlarını gördük, ilk yarının bütçe rakamları. Bütçenin faiz harcamaları ilk altı ayında, geçen seneye göre yüzde 40 artmış, 71 milyar lirayı aşmış. Harcamalar içinde en hızlı artan kalem “faiz harcamaları” olmuş. Faizi düşürdük, faizi kontrol ediyoruz derken ortaya çıkan manzaraya bakın. “Personel”, “cari transferler” ve “faiz” gibi zorunlu harcamaların bütçe harcamaları içindeki payı da yüzde 81’e ulaşmış. Yani bütçede hiçbir manevra alanı bırakmamışlar. Bütçe açığı aynı dönemde yüzde 39 artarak 109 milyar liraya ulaşmış. Böylesine büyük bütçe açıklarıyla bundan önce hiç karşılaşmadık. Tüm yıl için hedeflenen bütçe açığının yüzde 79’u yani neredeyse yüzde 80’i yılın ilk yarısında gerçekleştirilmiş. Bu bütçe kadük olmuş, bu bütçe bitmiş. İşte biz bu nedenle TBMM’ye yeni bir “dayanışma programı ve bütçesi” getirin deyip, durduk. Dilimizde tüy bitti. Ama dinlemiyorlar. Esnafımız haklı olarak bana kredi verme, bana nakdi destek ver diyor. Dünyada tüm ekonomiler salgın döneminde sanayicisine, işçisine, esnafına, KOBİ’sine karşılıksız nakdi destek verdi. Çünkü biliyordu ki üretim gücünü ancak böyle ayakta tutabilir.
SARAY HÜKÜMETİ, TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNDÜRMEYE ÇALIŞIYOR
Uluslararası Para Fonu yakın zamanda bir çalışma yapmış. G20 ülkeleri içinde gelir dağılımı en bozuk ülkelerden biri Türkiye. Ama buna rağmen, salgında ailelere en düşük doğrudan yardım veren ülkelerden biri de Türkiye. Biz, Aile Destekleri Sigortasını bunun için yıllardır dillendirip duruyoruz. Türkiye’deki saray hükümeti ekonomimizi ve insanımızı güçlendirmek yerine taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışıyor. Borcu borçla çevirttiriyor. Ama görmüyor ki borç yiyen kesesinden yiyor. Şirketlerimize, insanlarımıza gelecekteki gelirini bugün harcatıyorsun. Gelecekteki gelirlerine ipotek koyuyorsun. Türkiye’nin anlı şanlı firmalarının durumuna bir bakın. En büyük 500 sanayi kuruluşunun finansman yapısındaki bozulma 2019’da devam ediyor. Borçların toplam kaynaklar içindeki payı 2019’da yüzde 68,4’e yükselmiş. Çok değil, daha 9 yıl önce aynı oran yüzde 51’miş. Şirketlerimiz bu borçları öderken ne yapacak? Yatırım yapmayacak bu borcu ödemek için. İşçi almayacak, sıkışırsa işçi çıkaracak. Oysa dünyaya baktığımızda arz zincirleri dağılıyor. Bütün dünya üretiminde Çin’e bağımlılıklarını azaltmaya çalışıyor. Yeni üretim üsleri çıkacak. Türkiye, 4,5 saatlik uçuş mesafesinde, 1,5 milyar nüfusa, 56 ülkeye, 24 trilyon dolarlık büyük bir pazara erişecek bir coğrafi konumda. Genç dinamik, girişimci nüfusuyla, dışa açık piyasa ekonomisiyle, küresel değer zincirlerinde yer tutmuş şirketleriyle büyük bir avantaja sahip. Ancak ülkemiz borç yükü altında ezilen şirketlerle, esnaflarla, çiftçilerle, çalışanlarla bu avantajını, bu doğal avantajını kullanamaz. Kendini tamamen borç ödemeye verir. Daha önce küresel döviz bolluğunda kaçırılan fırsatlar bir kez daha kaçırılır. Hep söylüyorum, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Nasıl daha önce, dünyadaki en elverişli iklime rağmen, tek adamlık hırsı nedeniyle; 2023 hedeflerinin yarısına bile ulaşamadıysak, bu yönetim sürerse ortaya çıkan yeni fırsatları da kaçıracağız. İşte bu fırsatlar kaçmasın diye, insanlarımızın krizde mahrum kaldığı kazancı karşılığında borç vermeyin. Bu kazancı bütçeden vereceğiniz gelir destekleriyle telafi edin. Saray sosyetesinin evlatları değil, milletin evlatları iş bulsun. Beş tane havuz müteahhidine giden kaynaklar, millete gitsin diyoruz. Ama Saray milletimizi değil, sadece kendini düşünüyor. Milletimiz onları görüyor, notunu veriyor, sandık geldiğinde de hiç şüpheleri olmasın ki yerlerini gösterecekler.
Ondan sonra gelecek CHP iktidarında; yarınlarımızı milletimizle birlikte inşa edeceğiz, üreteceğiz, kazanacağız ve hakça paylaşacağız. Bu ülkede hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Herkes bu ülkenin yurttaşı olmakla gurur duyacak. Bugünlerin yaralarını hep beraber, ortak akılla, istişareyle, adaletle saracağız.
Son olarak emeklilerimize bir müjde vermek istiyorum. Biliyorsunuz iktidar söylemekten dilimizde tüy bitti. Emeklilerimize vereceğin ikramiyeyi 1500 lira yap dedik iktidara, oralı dahi olmadılar. Bugün üç Grup Başkanvekilimiz meclise bir kanun teklifi verdiler ve emekli ikramiyelerinin 1500 liraya çıkarılmasını önerdiler.
Benim diyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alıyım.
Soru- Cumhurbaşkanı bugün kıdem tazminatıyla ilgili konuştu. Adil olmayan bir düzenleme yapamayız. Yeni düzenlemeye kaldı. Taraflarla görüşülecek dedi. Bu konudaki yorumunuzu alabilir miyiz?
Faik ÖZTRAK- Peki bu kıdem tazminatı meselesini kim çıkarttı? Bu kıdem tazminatı meselesini sarayın sosyete damadı ortaya attı. Şimdi adil olmayan bir düzenleme yapamayız diye bu işten vazgeçmiş görünüyorlar. Ama yaptıkları diğer düzenlemelere bakarsanız hepsi adaletsizlikle malul. İşte biraz söyledim zorunlu izin, ücretsiz izin. Bu son derece adaletsiz bir uygulama. Kıdem tazminatı ödemenin bir yıl boyunca, diğer tazminatları ödemenin, işsizlik parası vermenin önüne geçmek için yapılmış olan bir uygulama. Halbuki dünyanın diğer ülkeleri gibi biz çok daha uzun sürecek şekilde böyle 1170 lira gibi komik ayda paralar vereceğimize herkesin maaşının yüzde 80’ini, İngiltere’nin yaptığı gibi, başka ülkelerin yaptığı gibi ödeyerek işbaşı yapamayanlara destek olabilirdik. Ama hükümet maalesef bu yola gitmek yerine bütçeden ödeyerek yapabilirdik. İşsizlik fonundan, işçilerin, çalışanların parasına el atıp bu tür hakkaniyetle bağdaşmayan uygulamalar yapmayı tercih etti.
Soru- HDP milletvekili Mensur Işık’ın eşine şiddet uyguladığı ortaya çıktı. Partisi de ihraç talebiyle disipline sevk etti. Bu konudaki görüşünüzü alabilir miyiz?
Faik ÖZTRAK- Kim, kimliği ne olursa olsun, bulunduğu mevki ne olursa olsun herhangi biri eşine şiddet uyguluyorsa o zaman bununla ilgili olarak… Bu kabul edilemez ve bununla ilgili olarak da her müessese, her siyasi parti, her kuruluş gereğini yapmak zorundadır. Kadına şiddet maalesef bu ülkenin kanayan yarasıdır ve kadına şiddeti önleyen bizimde ev sahibi ülke olduğumuz İstanbul Sözleşmesinde bu ülkenin imzasını, kendi imzalarını geri çekmekten bahsedenler maalesef kadına şiddeti özendirmektedirler.
Soru- Kurultaya bildiğimiz kadarıyla pandemi nedeniyle onur üyeleri davet edilmeyecek. Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da bir mektup gönderecekti o mektuplar gönderildi mi? Buna ek olarak onur üyelerine davet gönderilmemesine tepkilerde geliyor. En son Sayın Umut Oran’ın eleştirileri oldu. Nasıl değerlendirirsiniz?
Faik ÖZTRAK- Hep söyledim, bu kurultay sürecinde en bizim en önemli önceliğimiz sağlıktan taviz vermeden demokrasinin en iyi şekilde işlemesini sağlamaktır. Biz bu kurultaya katılmak üzere gelecek onur üyelerimizle ilgili almayacağız diye bir şey demiyoruz. Ama tercih hakkını onlara bırakıyoruz. Şunu görmek lazım, yani bunun üzerinden gerçekten Cumhuriyet Halk Partisine eleştiri yöneltmek, partimize eleştiri yöneltmek insafsızlıktan başka bir şey değil. Ortada bir pandemi var, bu işin ne zaman düzeleceği de belli değil. Bugün Cumhuriyet Halk Partisine bu eleştirileri yöneltenlerin, yarın kurultayı salgın nedeniyle yapamaz duruma yeniden ikinci dalganın başlaması ihtimalinde, bu kurultayı yapamaz duruma gelmemiz halinde, Mart ayında ortaya çıkıp kurultayı yapamadılar, kayyum atayın diye barbar bağırmaya başlayacaklarından hiç şüphem yok.
Tekrar söylüyorum, onur üyelerimiz ve tüm üyelerimiz bizim başımızın tacıdır. Onur üyelerimizin kurultayımıza gelmek istemeleri halinde, kendileri için de azami sağlık şartlarını sağlayarak kurultayımızı izleme imkanını vereceğiz.
Teşekkür ediyorum.
24.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024