29.06.2020

CHP SÖZCÜSÜ ÖZTRAK: “KABİNE DEĞİL KABİLE”

-“ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARILANLARIN YÜZDE 30’U İŞE DÖNEMEYEBİLİR”
CHP’li Öztrak, çok düşük bir para verilerek ücretiz izne çıkarılan emekçilerin, Ekim ayı ortasına kadar, iş başında olmamasına rağmen çalışıyor gibi görüneceğini hatırlatarak, “Ekim’den sonra ne olacak? İşçi ve işveren temsilcileri ücretsiz izne çıkarılanların en az yüzde 30’unun işlerine geri dönemeyeceğini tahmin ediyorlar” diye konuştu.
Bunun Saray kabinesinin umurunda bile olmadığını ifade eden Öztrak, “Kabinlerine kapanmışlar, milletin sesini duymuyor, halini görmüyorlar. Aslında bunlar kabine değil, Saray kabilesi olmuşlar” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün Genel Merkez’de MYK sürerken düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:


Dün, Irak’ın kuzeyinde bölücü terör örgütüne karşı yürütülen operasyonlarda, Piyade Uzman Onbaşı Recep Yüksel şehit oldu. Şehidimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine, sevenlerine ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Hafta sonu 2 milyon 433 bin öğrencimiz YKS sınavına girdi. Bu yıl gençlerimizin sınav stresine, bir de salgın stresi eklendi. Sarayın kibirli adamı, gençlerimizin sınav tarihleriyle bir ileri, iki geri oynamıştı. Gençlerimizin moral ve motivasyonunu dikkate almamıştı, süreç son derece özensiz yönetildi.
GENÇLERİN CEVABI AĞIR OLDU
Gelin görün ki, süreci yönetemeyenler algıyı yönetmek isteyince, gençlerimizin cevabı da çok ağır oldu. Sarayın kibirli başının, sınav öncesinde gençlerle sosyal medyada düzenlediği toplantıya, gençlerimizin dijital protestosu damgasını vurdu. Toplantıda Erdoğan’ı “dislike” etme, yani “beğenmeme” fırtınası koptu. Gençlerimiz sana “Oy moy yok!” diyerek, seçim gününe randevu verdi. Ne güzel demiş Sadi Şirazi: “Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur.” Saray sosyetesi hata virüsüyle malul, hem de iflah olmaz bir şekilde.
GENÇLERİ ANLAMAK YERİNE KARALAMAYA ÇALIŞIYORLAR
Gençlerimizin kaygılarını, düşüncelerini, protesto gerekçelerini anlamak istemiyor. Onun yerine, gençlerimizi itibarsızlaştırmak ve karalamak için uğraşıyor. Yıllarca beraber el ele yürüdüğü FETÖ’den ellerine bulaşan çamuru, bu sefer gençlerimize bulaştırmaya çalışıyorlar. On parmaklarında on kara, tertemiz gençlerimizi karalamak istiyorlar. Ama unuttukları bir gerçek var; bu ülke eğer muasır medeniyetlerle yarışta öne geçecekse, bu; yürekleri tertemiz, eleştiren, soran, bilgili, hakkını arayan gençlerimiz sayesinde olacak.
BOŞ İŞLERİ BIRAKIN
Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bunun için; “Bütün ümidim gençliktedir” demiştir. Aklı başında hiçbir iktidar; ülkesinin geleceğiyle kavga etmez. Kendi ideolojik saplantılarıyla, gençlerine format atmaya kalkmaz. Gençlerin özgürlük alanlarını sınırlamaz. Ama bakıyoruz sarayın kibirlisi, gençlerden umduğunu bulamıyor, “Sosyal medyaya çeki düzen vermekten” bahsediyor. Saray, zorbalığı “demokrasi”, “Yasak ve cezaları” ise “hukuki düzenleme” diye kimseye hele hele gençlere hiç yutturamaz. Saray sosyetesinin yeşil benekli trol hesaplarının, sosyal medyada estirdiği teröre, rezilliklere sadece biz değil dünya şahit oldu. Bu boş işleri bırakın. Bu ülkeyi yönetenlerin görevi, ülkenin en önemli stratejik üstünlüğü olan gençlerimize, Dünyadaki akranlarıyla yarışabileceği şartları ve ortamı, “Tek bir gencimizi dahi dışlamadan” hazırlamaktır. Gençlerimize çağdaş ve kaliteli bir eğitim vermektir, onların yaratıcı gücünün önünü açmaktır, gençlerimize, nitelikli, yüksek ücretli, güvenceli işler sağlamaktır. 18 yıldır ülkeyi yönetenler bu görevlerini başarıyla yerine getirdiler mi, getirmediler mi? Açıkçası ne gezer…
6 REKTÖRDEN 4’ÜNÜN BİLİMLE ALAKASI YOK
18 yılda 15 kez eğitim sistemi değiştirildi. Kasaba üniversiteleriyle gençlerimizin ve ailelerinin hayalleri çalındı. Bir ülkede, itibarlı bir bilim dergisinde tek bir makalesi yayımlanmayan biri, üniversiteye rektör yapılır mı? Dünyanın hiçbir ülkesinde yapılmaz ama Sarayın kibirli adamı bunu da yaptı. En son atanan 6 rektörden 4’ünün bilimle falan alakası yok. Üniversitelerimizde liyakatin yerini sadakat aldı.
ÜNİVERSİTE TAHSİLİ İŞSİZLİĞİN SEMBOLÜ OLDU
Bilim yuvası üniversitelerimizin içi boşaltıldı. Önceden üniversite tahsili bir itibar sembolüydü, şimdi artık işsizliğin sembolü oldu. 2014’te üniversite mezunu işsizlerimizin sayısı 606 bindi, 2019’da 1 milyon 123 bine çıktı. Üniversiteli işsizlerimizin sayısı beş yılda, ikiye katlandı. Bugün, 20-29 yaş arasındaki her 100 gencimizden 38’i ne eğitim görüyor, ne de bir işte çalışıyor. Evinde oturuyor. Anasının, babasının eline bakıyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı içinde, ki biz bu teşkilatın üyesiyiz, gençler konusunda en kötü durumdaki ülkelerden biriyiz. Bir de bunun üstüne salgın eklenince koskoca bir nesli kaybetmek üzereyiz.
ASIL BEKA SORUNU “GENÇ İŞSİZLİĞİ”
Bu sene üniversiteyi bitiren gençlerimizin, bıraktık işe girmelerini, işgücü piyasasına bile girememe riski var. Bu ülkenin en önemli stratejik üstünlüğü bizim genç nüfusumuz. Türkiye’nin en önemli beka sorunu “genç işsizliğidir.” Tekrar ediyorum, bizim en önemli beka sorunumuz gençlerin işsizliğidir. Bu sorun çözülmeden, ülkeyi yönetmeye talip olanlara “rahat uyku” haramdır. Erdoğan, gençlerle yaptığı toplantıda ceketinin duruşuna gösterdiği özeni, gençlerimizin sorunlarına, genç işsizliğine göstermiş olsaydı, böyle bir “dislike tsunamisi” altında kalmazdı. Sen görevini yapmıyorsan, gençlerimiz de sana elbette “Oy yok!” der. Sana “Oy yok!” der. Attığınız her adımda, söylediğiniz her sözde, yaptığınız her işte gençler sizi görüyor. Notunuzu veriyor. Sandık geldiğinde de yerinizi gösterecek.
EKONOMİ DEĞİL, SALGIN “V” YAPIYOR
İspanya, İtalya ve Almanya, normalleşme sürecini günlük vaka sayılarını 200’lere indirdikten sonra başlattı. Biz de ise; günlük hasta sayıları 800’ün üzerindeyken, bilimin değil, Sarayın kibirli başının gönlünün sesi dinlendi. Apar topar, plansız programsız, “haydin normalleşmeye” dendi. Günlük vaka sayısı yeniden bin 500’lere yaklaştı. İddia ettikleri gibi ekonomi değil ama salgın şimdi “v” yapıyor. Turizmdeki rakibimiz Yunanistan’da günlük hasta sayısı sadece 10. Tedbirleri erken gevşetip, “Avrupa’dan turist gelecek” diye ellerimizi ovuştururken, salgında riskli ülkeler kategorisine düştük. Saray hükümeti, acelecilik, plansızlık ve öngörüsüzlükle, “Algı operasyonlarıyla her şeyi yönetirim” zannederek süreci eline yüzüne bulaştırdı.
TURİZM SEZONU BAŞLAMADAN BİTMEK ÜZERE
Geçtiğimiz yılın Nisan ve Mayıs aylarında, ülkemize gelen ziyaretçi sayısı 7 milyonun üzerindeydi. Bu yılın aynı döneminde ise ülkemize gelenlerin sayısı sadece 54 binde kaldı. Yani, turizm sezonu başlamadan bitmek üzere. Sadece Antalya’da turizmden ekmek yiyen yurttaşlarımızın sayısı 700 bin civarında. Bu yurttaşlarımızın büyük bölümü, geçtiğimiz Kasım ayından bu yana işsiz. Bu insanlarımız ne yiyecek, ne içecek? Ama ortada bunu düşünen tek bir yetkiliyi göremiyoruz. Bunları bir tek Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz düşünüyor ve söylüyoruz.
ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARILANLARIN YÜZDE 30’U İŞİNE DÖNEMEYEBİLİR
Yine, İş Kanunu’nda olmamasına rağmen çok sayıda yurttaşımız bin 170 lira gibi düşük bir ücretle ücretsiz izne çıkarıldı. Daha doğrusu düşük bir ödemeyle ücretsiz izne çıkarıldı. Böyle bir düzenleme daha önce mevzuatımızda yoktu. Ekim ayı ortasına kadar pek çok emekçi, bu komik maaşlarla “çalışıyor gibi” gösterilecek. İş başında olmayacak ama çalışıyor gibi gösterilecek. Peki, Ekim’den sonra ne olacak? İşçi ve işveren temsilcileri ücretsiz izne çıkarılanların, en az yüzde 30’unun işlerine geri dönemeyeceğini tahmin ediyorlar.
KABİNE DEĞİL KABİLE
Ama bu Saray kabinesinin umurunda bile değil. Kabinlerine kapanmışlar, milletin sesini duymuyor, halini görmüyorlar. Aslında bunlar kabine değil, Saray kabilesi olmuşlar. Şimdi de salgının tüm yükünü, emekçilerin sırtına yıkmanın hesabını yapıyorlar. Salgını bahane edip, emekçilerimizin elinde kalan son ekonomik, sosyal ve demokratik hakları gasp etmek ve çalışanın güvencesinin olmadığı bir çalışma rejimi kurmanın peşindeler. Hükümet bir yandan “kıdem tazminatını” tartışmaya açıyor, diğer yandan “esnek çalışma” istiyor. İşçilerimize “ölümü gösterip, sıtmaya razı etme” taktiği uyguluyor.
SEN NE SÖYLÜYORSUN, DAMAT NE ÇALIYOR
Sonra da Sarayın kibirli adamı çıkıyor, “Kıdem tazminatı meselesini kendi aranızda halledin. Bunu Kabine halletsin diyorsanız burada art niyet var” diyor. Peki ben soruyorum, işçi sendikalarının “kıdem tazminatı” ile ilgili talebi var mıydı? Yoktu hayır. İşveren tarafının böyle bir talebi var mıydı? O da yoktu hayır. Peki, kıdem tazminatını ilk kim ağzına aldı? Sarayın sosyete damadı... Şimdi Erdoğan’a sormazlar mı? “Sen ne söylüyorsun, tamburayı emanet ettiğin damat ne çalıyor?” diye. Sayın Erdoğan; dedikodu çıkaran bir art niyetli arıyorsanız, önce etrafınıza ve altın varaklı sarayınızın aynalarına bakacaksınız.
CHP İKTİDARINDA GASBEDİLEN HAKLARI GERİ VERECEĞİZ
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, işçilerimizin ve konfederasyonlarının alacağı ortak kararları, bundan sonra da desteklemeye devam edeceğiz. Eğer işçinin sözünü dinlemez, esnek çalışmaymış, kıdem tazminatıymış diyerek, emekçilerimizin tüm direnmelerine karşın, haklarını gasp etmeye kalkarsanız, eli kulağında yaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, ilk iş olarak çalışanlarımızın elinden alınan hakları geri vermeyi buradan açıkça taahhüt ediyoruz.
İLK 10’A GİRECEĞİZ DERKEN, KENDİ LİGİMİZDEN DÜŞÜYORUZ
Kayınpeder, Damat ikilisi serbest atış kategorisinde Teyyo Pehlivan’a rahmet okutur hale geldiler. Geçtiğimiz hafta; “Dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmeye hiç bu kadar yakın olmadık” dediler. Bir baktık, en büyük 10 ekonomi arasına gireceğiz derken, “Gelişen Ekonomiler Liginden” düşme noktasına gelmişiz. Uluslararası kabul gören, “Gelişen Piyasalar Endeksi” diye önemli bir endeks var. Ülkemizin bu endeksteki “gelişen piyasalar” liginden, şimdi “sınırdaki piyasalar” ligine düşebileceği açıklanıyor. Gerekçe ne? Borsa İstanbul’da yapılan yatırım ve işlemlerle ilgili sürekli değiştirilen kurallar, sermaye hareketlerine getirilen kısıtlamalar. Türkiye gelişen ülkeler liginden düşerse ne olur? Küresel kurumsal yatırımcılar Türkiye’den kaçar, şirketlerimizin yeni fon ve kaynaklara erişmesi daha da zorlaşır. Bu da yatırımı, işi, aşı sınırlandırır. Biz her fırsatta bunun için “Hukuk ve öngörülebilirlik, aştır, iştir” deyip duruyoruz. Oyun esnasında 90 metrelik sahayı bir kararla 10 metreye indirdik diyeceksiniz. Ondan sonra çıkıp, “burada bir tek benim takımım oynar başkası oynamaz” diyeceksiniz. Tek kale maç yapacaksınız, dünya ne diyecek size? Dünya size mızıkçı diyecek tabi. Kendi liginden de sizi atacak. O zamanda bir başınıza kalırsınız. Oysa şu anda küresel dayanışma ve istişareye, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
DÜNYA ÇÖZÜM ÜRETİYOR, SARAY İSE BOŞ LAF
Geçtiğimiz hafta, Uluslararası Para Fonu küresel ekonomiye ilişkin tahminlerini güncelledi. Ve görüldü ki salgın, beklentilerin çok ötesinde bir küresel depresyona, çöküşe neden olacak. İki ay önce dünya ekonomisinin yüzde 3 daralacağını söyleyen IMF, iki ay geçtikten sonra bu rakamını yüzde 4,9’a revize etti. Eksi yüzde 4,9’a revize etti. En büyük ticaret ortaklarımızda, ekonomik daralmalar yaşanacağı anlaşılıyor. Bunun olumsuz etkilerinin, gelecek yılda da pek telafi edilemeyeceği gözüküyor. Şimdi dünya salgının ekonomik etkilerini, ölçüp çözüm üretmeye çalışırken, Sarayın kibirlisi ve damadı sadece boş laf üretiyor. Sarayın kibirli başına göre, öncü göstergeler “ekonominin ciddi bir sıçramanın eşiğinde olduğunu” gösteriyormuş. Dış konjonktürdeki toparlanma ve canlanmayla, yılın ikinci yarısında güçlü büyüme oranları gelecekmiş. Peki, nedir o güçlü öncü göstergeler? O belli değil. Onu söylemiyor. Dış konjonktürden büyümeye bir destek gelmeyeceği Uluslararası Para Fonu tarafından açıklandı. Herhalde yılın ikinci yarısındaki büyüme rakamları için TÜİK’in başına atadıkları yeni saray damadına güveniyorlar. Hep söyledik; teşhis doğru konmadan, tedavi olmaz. Güçlü, güven verecek dayanışmayı öne çıkaran, yeni bir program ve yeni bir bütçe olmadan bu ekonomi toparlanamaz. Ama dinlemediler. Artık ne diyelim. Kendi düşen ağlamaz.
ÜLKE DEĞİL FİYATLAR UÇTU
Ülkeyi uçuracak diyerek ucube tek adam vesayet rejimini, tam iki yıl önce, iş başı yaptırdılar. Son iki yılda, ülkemiz ve milletimiz uçamadı ama her şeyin fiyatı uçtu. İki yıl önce 328 lira olan çeyrek altın bugün 661 lira. Artış yüzde 101. Vatandaşımız düğünde, dernekte; eşine, dostuna bir çeyrek altın takamaz oldu. Artık çeyrek altın falan kalmadı. Cumhuriyet bitti onlar. Artık gram altın var, “yarım gram” altın var, “çeyrek altın” değil “çeyrek gram altın” var. İki yıl önce 4 lira 64 kuruş veriyorduk 1 doları alıyorduk. Şimdi o 1 doları almak için 6 lira 85 kuruş ödemek zorundayız. Doların fiyatı da yüzde 47 artmış. Ucube tek adam rejiminde, Türk Lirası’nın satın alma gücü güngörmüş kar gibi erimiş.
TÜİK FİYATLARIYLA BİLE DURUM BÖYLE
Son iki yılda: Sarımsağın fiyatı yüzde 313, köprü geçiş ücretleri yüzde 179, özel lise ücretleri yüzde 119 artmış. Kuru fasulyenin fiyatı yüzde 89, salçanın fiyatı yüzde 85, sivri biberin fiyatı yüzde 69, domatesin fiyatı yüzde 66, bulgurun fiyatı yüzde 65 pahalanmış. Bunlar da TÜİK’in makyajlı fiyatları. Yani TÜİK’in yüksek indirimli marketlerden topladığı fiyatlar. Milletin pazarda, markette karşılaştığı pahalılık bunun kat kat üstünde. Milletimiz; geçen yıl ucuz patates, soğan için soğuk kış günlerinde, tanzim satış kuyruklarında saatlerce bekletildiğini unutmadı. Ucube rejimle milletin sofrasının bereketi kaçtı.
TÜRKİYE REZERVLERİ YETERSİZ 4 ÜLKE ARASINDA
Ama bununla da kalmadı devlet bütçesinde de bereket kalmadı. “Bu kardeşinize yetkiyi verin; faizle, şununla bununla nasıl uğraşılır göreceksiniz” diyerek iş başına geldiler. İki yılın sonunda; ucube rejime geçmeden önce bütçeden yıllık 62 milyar TL faiz ödeniyordu. Yani iki yıl önce. Şimdi 118 milyar lira ödeniyor. Neredeyse iki katı. Milletin kefen parası olan Merkez Bankası’ndaki ihtiyat akçeleri de bu iki yılda harcandı bitti. Bu ucube tek adam vesayet rejimiyle, Merkez Bankası kasasındaki rezervler de eridi gitti. 2 yıl önce TCMB kasasındaki net rezervler 28 milyar dolardı. Şimdi buhar olmuş gitmiş Merkez Bankası kasasında bir şey kalmamış rezerv dediğimiz şey eksi 14 milyar dolar olmuş. Yani birilerine net 14 milyar dolar borçluyuz rezerv mezerv yok. Merkez Bankası kasasında kendimize ait rezerv kalmamış. IMF de son Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda Türkiye’yi rezervleri yetersiz 4 ülke arasında saymaya başladı. 2 yıl önce brüt rezervler içinde SWAP’ların, yani emanet dövizlerin payı sadece yüzde 1’di. Şimdi yüzde 61. Ama beyler “el atına binip, türkü çığırmaya” nasıl olsa alışık.
BU UCUBE REJİM CEBİMİZDEN 100 MİLYAR DOLARI GÖTÜRDÜ
Bu ucube rejimle birlikte işsizlikte çığ gibi büyüdü. İki yılda 2 milyon 281 bin yurttaşımız işini kaybetmiş yani yeni gelenlere iş bulmak bir yana 2 milyon 281 bin yurttaşımız işini kaybetmiş. Milli gelirimiz son iki yılda 754 milyar dolara düşmüş. Bu rejim cebimizden son iki yılda 100 milyar doları alıp götürmüş. Bu yılın sonunda milli gelirimiz 700 milyar doların altına düşecek öyle gözüküyor. 2017’nin sonunda dünyanın en büyük 17. ekonomisiydik. 2019’da 19. sıraya düştük. 2020 sonunda, büyüklüğü aşağı yukarı bizim Konya vilayetimiz kadar olan İsviçre ile yer değiştirip 20. sıraya gerileyeceğiz.
YERLİLİK VE MİLLİLİK, MİLLETİN YANINDA OLMAKTIR
Çürük tahta çivi tutmaz. Bu çürük rejimle de milletimiz hak ettiği işe, aşa ve huzura kavuşamaz. İki yıllık acı tecrübe bunu anlamak için yetti de arttı bile. Boş çuval ayakta durmazmış. Bu rejimde boş çuval gibi ayakta duramıyor. Ve mızrak da artık çuvala sığmıyor. Milletimizin zor günlerinde yanında duramadılar. Ama ağızlarında bir “yerlilik, millilik” sakızı, ha bire çiğneyip duruyorlar. Yerlilik ve millilik, zor gününde milletinin yanında olmaktır. Esnafımızı, çiftçimizi, işsizimizi, işçimizi, sanayicimizi salgında bir başına bırakmamaktır. Milletin zararlarını telafi etmektir. Yerlilik, millilik kim? Saray sosyetesi kim? Beş maskeyi bedava dağıtamadılar. Bir de yetmedi sıkılmadan İBAN numarası millete atıp para dilendiler. Topladıkları paraları da nereye, kime harcadıkları belli değil. Türkiye salgında verdiği doğrudan mali desteklerle, yani milletin cebine koyduğu nakit paralarla G-20 ekonomileri içinde, sondan birinci… Ama aynı G-20 içinde vatandaşına en çok borç veren 7. ekonomi.
40 YILDIR VERGİ VERENE, 40 GÜN BAKAMADILAR
Elin oğlu salgınla mücadelede hibeyi ve borcu dengeli kullanıyor. Hem yoksulunu, hem çalışanını, hem de çalıştıranını destekliyor. Borç da veriyor ama kaybettiği kazancı, yitirdiği kazancı bütçeden vermek suretiyle bu borcu ödeyebilir halde tutuyor. Bizdeki ucube rejim ise ezberini hiç bozmuyor. Kamu bankaları üzerinden kredi musluklarını sonuna kadar açıyorlar. Borcu borçla çeviriyorlar hala da buna devam ediyorlar. Ama bunu yaparken yandaşlarını kayırmayı da unutmuyorlar. KOBİ ve esnaf kredilerinin çoğu tuzu kurulara gitti. Ama Saray; salgında işyeri kapatılan esnafa kaybettiği geliri, KOBİ’lere mahrum kaldığı kazancı, işçiye alamadığı maaşı bütçeden veremedi. Bırakın bütçeden vermeyi işçinin kendi parasıyla oluşturulan İşsizlik Fonu’ndan dahi veremedi. 40 yıldır devletine vergi veren vatandaşlarımıza, 40 gün bile bakamadılar.
70 MODEL POLİTİKALARLA OLMAZ
Aslında bu memleket çok zengin bir memlekettir. Kaynakları doğru ve akıllıca yönetilirse şahlanıp gider, bu paraları rahat rahat öder. Her hafta sonu yüzlerce ürünün ithalatına ek vergiler geliyor. Dün de 400 civarına ürünün vergisine yine zam geldi. Tüketicinin satın alma gücü zaten darbe yemiş, üreticinin tedarik zinciri kopmuş. Bir de geliyorlar adamın ithal edeceği, girdi olarak kullanacağı ithal edeceği malı da pahalandırıyorlar. Bu işler saray hükümetinin bugün yaptığı gibi 1970 model politikalarla içe kapanarak, Dünyaya sırtımızı dönerek tekrar ediyorum olmaz. İçe kapanmanın, dünyadan kopmanın adı “yerlilik ve millilik” olamaz. Gerçekten aziz milletimiz, bu ucube tek adam vesayet rejiminden çok daha iyisini hak ediyor. Saray, millet ekonomiyi konuşmasın diye, milletin emanet verdiği gücü, milleti vesayet altına almak için, yasak üstüne yasak getirmekte kullanıyor. Tarafsız basını hapse atarak, kamu meslek kurumlarını, sivil toplum kuruluşlarını, bölüp, parçalayıp, yöneterek, kaderinden kaçacağını sanıyor.
Açıklamamı bitirirken bir kez daha tekrarlayalım. Attığınız her adımda, söylediğiniz her sözde, yaptığınız her işte milletimiz sizi görüyor, notunuzu veriyor, sandık geldiğinde de yerinizi gösterecek.
Benim diyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim.

Soru- Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta sonu yaptığı konuşmada Ergene havzasındaki yerel yönetimlerin senelerce buranın korunması konusunda gerekli hassasiyeti göstermediğini söyledi. Sizin bu konudaki yorumunuz ne olacak?
Faik ÖZTRAK- Çok açık söyleyeyim, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan AK Parti Genel Başkanı, peynir ekmek gibi hak yiyor. Ergene’yi kirleten Trakya’da oturan vatandaşlarımız değil. İstanbul’un geçmişten itibaren Trakya’ya plansız, programsız deşarj ettiği kirli sanayi ve Istranca sularını gasbeden bir dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Şimdi bu sözlerle Trakya’daki belediyelerin hakkını yiyor. Şu an Tekirdağ’da 21 adet atık su arıtma tesisi bulunuyor. Bu tesislerde yılda 57 milyon metreküp evsel atık temizleniyor, deşarj ediliyor. Bu 21 tesisin 11 tanesi de Ergene Havzası’nda. Ergene Havzası’ndaki kullanılamaz durumdaki atık su tesisleri yine Tekirdağ Su ve Kanalizasyon İdaresi tarafından revize edildi. Ve bu bölgede belediyelerimiz hemşerilerine hizmet edecek kanalizasyon altyapısı için Büyükşehir Belediyemiz 170 milyon Türk Lirası harcadı. Atık su tesislerinin yapımı içinde 2,5 milyon lira harcadı. Kirliliğin esas nedeni olan Ergene Havzasındaki sanayi kuruluşlarının atıkları. Sanayi kuruluşlarının atıklarının denetimi Çevre ve Şehircilik Bakanlığının sorumluluğunda. Tekirdağ’daki yerel yönetimler atıkların bertarafı konusunda gereken hassasiyeti her zaman gösteriyorlar.
Şunu açık söyleyeyim, Marmara Denizi’ne belediyelerimizin akıttığı, deşarj ettiği sular pırıl pırıl. Nereden mi biliyorum? Çünkü Ankara’dan Çevre Bakanlığı tarafından bu sular her gün online denetleniyor.
Şimdi bu derin deşarjdan Marmara denizine akıtılacak olan suyun, renk ve tuzluluk parametrelerinin öngörülen seviyelere indirilmediği söyleniyor. Dolayısıyla böyle bir deşarjın Marmara denizinde ciddi çevre kirliliği yaratma riski var. İşte bu nedenle ve belediyelerimizin bu çevre kirliliğine olan hassasiyeti nedeniyle, bizim belediyelerimiz bu derin deşarjdan evsel sularını akıtmayacaklar. Bunları pırıl pırıl olan bu suları bugün denetimden geçmiş, her türlü kritere uygun olan bu suları denize akıtmaya devam edeceklerdir.
Soru- Kurultay’da alınacak önlemleri paylaşır mısınız? Parti Meclisine aday olmak isteyenlerin 5 delegeden imza alması gerekiyor. Bu durum salonda sosyal mesafenin korunmasına bir engel oluşturur mu? Buna yönelik fazladan bir önlem alınacak mı?
Faik ÖZTRAK- Her şeyden önce 10 delegeden imza alması gerekiyor da... Şunu söyleyeyim, biz bu kurultayımızı ne sağlıktan ne de demokrasiden ödün vermeden yapacağız. Biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Bu nedenle sağlıkla ilgili ve yine parti içi demokrasinin işlemesi bakımından her türlü tedbiri alacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Bu Kurultay, Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar kurultayıdır. Bu Kurultay’dan sonra Cumhuriyet Halk Partisi iktidarda olacaktır. O nedenle de bu Kurultay’da bu parametrelere yani demokrasiye ve sağlığa her türlü önceliği vereceğiz. Hiçbiri diğerinin alternatifi değildir.

Soru- Kurultayın ertelenmesine yönelik bazı istek ve eleştiriler dile getiriliyor. Son olarak Önder Sav’dan benzeri bir tepki geldi ve mahkemelik olabilir dedi. Ayrıca Şahin Mengü salonun yetersiz olacağı gerekçesiyle kurultayın ileri bir tarihte yapılması için dava açtı. Bu iddiayı ve erteleme taleplerini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Tekrar söyleyeyim, Cumhuriyet Halk Partisi Kurultayı’nı Cumhuriyet Halk Partisi’ne yakışan bir biçimde yapacaktır. Yani dava açmaları falan anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Bunlar dereyi görmeden paçayı sıvamaktır. Çok açık söyleyeyim, altını çizerek söylüyoruz, bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidara yürüyüşünün Kurultayıdır. Cumhuriyet Halk Partili olan herkes bu Kurultay’a destek olmak durumundadır.

Soru- Siyasetteki son tartışmalardan biri de kadının adı. AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin’in bu yöndeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kadının siyasetteki yerinin güçlendirilmesi için CHP’nin uyguladığı cinsiyet kotasının siyasi partiler yasasında uygulanması için bir değişiklik önerisi oldu. Bu kanun teklifi olarak meclise sunulacak mı?
Faik ÖZTRAK- Şimdi her şeyden önce şunu söyleyeyim, “kadının adı yok” ya da “kadının adı bizim sayemizde oldu” tartışmasına başlangıç noktasını başörtüsü olarak seçmek son derece yanlıştır. Türkiye artık bu başörtüsü tartışmalarını aşmıştır. Türk kadınının ne giyeceğine, ne giymeyeceğine kimse karışamaz. Buraları bunun üzerinden de statü falan analizleri yapmak son derece yanlıştır. Bunu siyasi rant gündemi yapmanın da hiçbir etkisi yoktur.
Şunu bir kere bilelim, bu ülkenin kurucu babaları Kurtuluş Savaşı’nda sırtında mermi taşıyan Anadolu’nun ve Rumeli’nin cefakar kadınlarını, bu ülkenin modernleşme projesinin en müstesna yerinde görmüştür. Bu ülkenin kadınları seçme ve seçilme hakkını çağdaş ülkelerin birçoğundan çok daha önce almıştır. Bu boş lafları, bu başörtüsü üzerinden geliştirilen söylemi geçelim. Bugün kadınların sorunlarını gerçekten çözmek istiyorsak biz bir çağrıda bulunuyoruz. Siyasette yönetimlerin her kademesinde, bürokraside yüzde 50 kadın kotası getirelim, cinsiyet kotası getirelim. İş yaşamında, ekonomik ve sosyal hayatta kadın – erkek eşitsizliğini azaltacak ve kadına yönelik şiddeti, bununla ilgili her türlü söylemi önleyecek her türlü tedbiri getirelim. Siyaset kurumunun vatandaş nezdinde itibarını artırmak için Siyasi Ahlak Yasasını vakit geçirmeden çıkaralım. AK Parti’ye buradan sesleniyoruz, bu düzenlemeleri hemen getirin, bu ülkenin gündeminde olmaması gereken işlerle uğraşacağınıza bu düzenlemeleri hemen getirin biz de destek verelim.

Soru- İktidarın çoklu Baro taslağıyla ilgili bazı detaylar kamuoyuna yansıdı. Buna göre 5 binden fazla avukat bulunan illerde asgari 2 bin avukatla bir baro kurulabilecek. Diğer taraftan, Savunma Yürüyüşünün ardından pek çok baro yürüyüş ve mitinglerle tepki eylemleri verme kararı aldı. Bu iki konudaki görüşünüz nedir?
Faik ÖZTRAK- Sarayın şöyle bir taktiği var. Vesayet altına almak istediği her yeri önce bölüyor, sonrada vesayeti altına almaya çalışıyor. Şimdi baro nedir bir kere Türkiye’de bunu açık seçik konuşmamız lazım. Baro öyle sivil toplum kuruluşu falan filan değildir. Baro kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Aidatlarını yasayla toplar. Baro Başkanlarının altında resmi plakalı araç vardır. Şimdi ama bunun hepsinden daha önemlisi Baro iddia makamı, yargı makamı ve savunma makamı olarak bu üç ayağın bir tanesidir. Şimdi Saray bir takım şeyleri gerekçe göstererek; aynen iddia makamı, yani savcılarda olduğu gibi, aynen yargıçlarda olduğu gibi, baroları da vesayeti altına almak istiyor, kontrolü altına almak istiyor. Yani vatandaş hakkını aramak için avukata gidecek, hakkını aramak için avukata gittiğinde sen nerenin avukatısın diye bakacak. Sarayın avukatı mısın yoksa milletin avukatı mısın? Böyle bir ayrım… o partinin avukatı mısın, bu partinin avukatı mısın, o partinin barosu musun, bu partinin barosu musun bunlar son derece tehlikeli işler.
Bakınız, geçmişte bu ülke Pol-Der ve Pol-Bir gibi ayrımlarla çok ciddi sorunlar yaşamıştır. Bunlardan ders çıkartmak zorundayız. Çok açık söyleyeyim, bu yasaya karşı biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak yasalardan, anayasadan ve meclis içtüzüğünden gelen her türlü engelleme hakkımızı kullanırız. Milletimizin hakkını savunacak olan avukatların üst kuruluşu olan baroları sarayın vesayeti altına girmesine izin vermeyiz. İktidar yargının üzerinden elini artık çekmek zorundadır. Sadece barolar değil yargının da, iddianın da üzerinden elini çekmelidir.

Soru- İçişleri Komisyonu’nda kabul edilen bir anlamda insanların fişleneceği eleştirilerine neden olan güvenlik soruşturmasına yönelik Meclis Genel Kurulu’nda CHP olarak bununla ilgili tavrınız nasıl olacak?
Faik ÖZTRAK- Yine burada da bunlar darbe dönemlerinin düzenlemeleridir ve 20 Temmuz sivil darbe sürecinde getirilen bir takım uygulamalardır. Anayasa Mahkemesi iptal edince bir daha getirmeye kalkıyorlar. İnsanları fişleyecekler. Biz insanların fişlenmesine, insanların ayrıştırılmasına, insanların dışlanmasına karşıyız. O nedenle burada da yine anayasadan, yasalardan ve Meclis içtüzüğünden kaynaklanan her türlü direnme hakkımızı kullanacağız.

Soru- 15 Temmuz paralarıyla ilgili CHP Ankara Milletvekili Murat Emir’in verdiği soru önergesinde paranın 7 ayda 38 bin TL azaldığı ortaya çıktı. Siz bu konuyla ilgili nasıl bir değerlendirmede bulunursunuz?
Faik ÖZTRAK- Yani nihayet 15 Temmuz paralarıyla ilgili bir bilgi alınmış. Ama Beşiktaş’taki şehit olan polis ve vatandaşlarımız için toplanan para nereye gitti bundan daha hala bir haber yok. Ama şu 7 ayda harcanan 38 bin liraya baktığım zaman aklıma hemen şu geliyor, acaba burada da oluşturduğunuz fonla bugün iki maaş yetmeyen, üç maaş almaya kalkan kimlere buradan ballı maaşlar ödediniz diye sormak geliyor. Bu hesaplar açık seçik ortaya dökülmeli. Sadece 38 bin lira azalması önemli değil. Nereye harcandı bu para bunu görmemiz lazım. Hangi ballı maaş alan yönetim kurulu üyelerine bu para verildi bunu görmemiz lazım.

Soru- Hem CHP, hem İYİ Parti, hem de HDP’li isimlerin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili fezlekeler bugün meclise geldi. Bu fezlekelerle ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin yorumu ya da duruşu nasıl olacak?
Faik ÖZTRAK- Biz baştan itibaren söylüyoruz yani anayasada bir düzenleme var. Bu fezlekelerin yasama döneminin sonuna bırakılmasını söylüyor. Bırakırlar bırakmazlar Meclis’te çoğunluk onlara ait. Ama çok açık şunu ifade edeyim, bundan önceki konuşmalarımda da ifade ettim bunlarla bizim gözümüzü korkutacaklarını zannediyorlarsa yanılıyorlar. Evet bir daha tekrarlıyorum, demirden korksak trene binmezdik.