08.09.2019

CHP SÖZCÜSÜ: ATANMIŞ İÇİŞLERİ BAKANI SEÇİLMİŞ İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANI HAKKINDA AĞZINA GELDİĞİ GİBİ KONUŞAMAZ

CHP SÖZCÜSÜ: ATANMIŞ İÇİŞLERİ BAKANI SEÇİLMİŞ İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANI HAKKINDA AĞZINA GELDİĞİ GİBİ KONUŞAMAZ
 CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, Halk TV’de yayımlanan “Türkiye Nereye?” programında şu açıklamalarda bulundu:
Dünyada ilginç bir eğilim var. Ortaya çıkan yeni popülist liderler, kutuplaştırmayı ve çatıştırmayı ülkelerinde, kendi yarattıkları sorunları unutturmak, toplumu bölmek ve yandaşlarını etraflarında toplamak için kullanıyorlar. Türkiye de böyle bir dönemden geçiyor. Ülkemizde ciddi bir ekonomik kriz var. Ekonomi uzunca bir süredir daralıyor, hayat pahalılığı artıyor, insanlar borçlarını ödeyemiyorlar, işsizlik aldı başını gidiyor. Böyle bir ortamda gündemi değiştirmek için her şey yapılıyor.
O GÜN SUÇ DEĞİLDİ, BUGÜN SUÇ OLDU
Canan Kaftancıoğlu bizim İstanbul İl Başkanımız. İddiaya konu sosyal medya paylaşımları, kendisi İstanbul İl Başkanı olmadan çok önce yapılmıştır. O gün suç olarak görülmeyen bu paylaşımlar, her nedense, İstanbul İl Başkanı seçildikten tam iki gün sonra birden bire suç unsuru olarak görülmeye başlandı. Bunlar üzerinden bir karalama kampanyası yürütüldü. Aynı zamanda mahkeme süreci de devam etti ve 31 Mart’tan sonra savcı mütalaasını mahkemeye sundu.
SEÇİM KAYBETMEYİ SİNDİREMEDİLER
Buna böyle baktığımızda yapılanların içinde tehdit unsuru olduğunu, öç alma amacı güttüğünü, kitleleri korkutmayı hedeflediğini ve hepsinden önce ciddi bir hukuksuzluk olduğunu görüyoruz. Bunun arkasındaki temel sebep hazımsızlıktır. İktidar başta İstanbul olmak üzere, Adana, Ankara, Antalya, Mersin gibi büyükşehirlerde seçimleri kaybetmiştir. Saray sosyetesi müthiş bir kibir içerisindeydi. Birden seçim kaybedince ne yapacaklarını bilemiyorlar.
DEMİRDEN KORKSAK TRENE BİNMEYİZ
Burada Türk demokrasisi açısından hazin bir manzara var. Kuvvetler ayrılığının ne hale geldiğini, dahası yargının siyasetin tetikçisi haline geldiğini gösteriyor. Bu Türkiye’nin dışarıdaki görünümü açısından da son derece üzücüdür. Umarım akıl baliğ olur, bunan sonraki mahkeme süreçlerinde Türkiye bu ayıptan kurtulur. Ama şunu da söylemek gerekiyor. Canan Hanım’ı da Cumhuriyet Halk Partisi’nin hiçbir yöneticisini de korkutarak susturamazsınız. Demirden korksak trene binmezdik. Siyaset yapıyorsanız, milletin hakkını ve hukukunu savunuyorsanız, adalet istiyorsanız korkmayacaksınız. Biz korkmayız. Bu parti, Kuvayı Milliye ruhundan neşet eden, ilk Kurultayı’nı Sivas’ta 100 yıl önce yapmış bir büyük partidir. Bizim defterimizde korku yok. İstedikleri kadar uğraşsınlar.
SİYASETTE DAHA DA DİBE BATACAKLAR DEMEKTİR
Ama beni umutlandıran bir şey var. İstanbul seçimlerinde mızıkçılık ve oyun bozanlık yaparak seçimleri haksız şekilde iptal ettirdiler. Millet de “13 bin farka razı olmadın mı, al sana 800 bin fark” dedi. İstanbul seçiminin hesaplaşmasını yapıyorlarsa siyasette giderek daha dibe batacaklar demektir. Artık milletimiz, insanların hakkının nasıl yendiğini görüyor. Karşımızda şiir okudu diye hapse düşmesini yıllarca istismar eden bir siyasetçi var. Her ne kadar o hapis süresinde bir eli yağda bir eli balda da olsa… Şimdi geldiğimiz yerde şiir okudu diye İstanbul İl Başkanımızın cezası ağırlaştırılıyor. Nereden nereye… Mutfakta tencere boş, gençler iş bulamıyor, iş insanları üretim yapmakta zorlanıyor, yatırım yapmaktan çekiniyor. Bütün bunların üzerini bu tür işlerle örtmek mümkün değil. Bir an önce ekonomiye yoğunlaşmaları lazım ama bunu hala anlayabilmiş değiller.
ATANMIŞ BAKAN SEÇİLMİŞ BELEDİYE BAŞKANI HAKKINDA KONUŞAMAZ
Bu ülkenin ana muhalefet partisinin il başkanından, seçilmiş belediye başkanından bahsediyoruz. Bu işler öyle kolay değil. Böyle bir keyfiliğe milletimizin vicdanı razı olmaz. Biz her türlü hesaplaşmanın sandıkta yapılmasından yanayız. 
İçişleri Bakanı reyting için pazara randevu vermiş. Ama manzara feci. Tek adam rejiminin ülkeyi getirdiği yer burası. O İçişleri Bakanı atanmış bir Bakandır. Atanmış bir Bakan, İstanbulluların seçtiği ve arkasında milli irade olan bir Büyükşehir Belediye Başkanı hakkında Pazar günü açıklama yapacağını söylüyor. Türkiye böyle bir çılgınlığın içine giremez. Hani bu iktidar seçilmişleri atanmışların vesayetinden kurtaracaktı? Seçilmişleri atanmışların vesayeti altına sokamazsınız. İçişleri Bakanı kendine gelecek. İçişleri Bakanı aslında atanmış olduğu için eski İçişleri Müsteşarı’na tekabül eder. Bu atanmışlar konuşurken dikkatli olmalı. Yorum yapılacaksa AK Parti Genel Başkanı çıksın yorum yapsın. Herkes yerini bilecek. İçişleri Bakanı büyük büyük konuşmalar içinde. Geçmişte kendisinin mevcut cumhurbaşkanı için de neler dediğini biliyoruz. O bir atanmıştır, memur statüsündedir. Bunlar seçilmişler hakkında ağızlarına geldiği gibi konuşamazlar.
 TEK ADAM REJİMİ KURULDUKTAN BERİ HER ŞEY KÖTÜYE GİDİYOR
Biz erken seçim talep etmeyeceğiz. İktidarın halka sözleri var. Bu rejimi kurunca çok hızlı karar alacağız, her şey çok daha iyi olacak dediler ama bu tek adam rejimi kurulduktan beri her şey daha kötüye gidiyor. Gelir azalıyor, işsizlik ve enflasyon artıyor. Her geçen gün insanların durumu bozuluyor. “Bu kardeşinize oy verin, ne faiz ne enflasyon kalacak” dediler. Millete verdikleri sözleri tutsunlar. Ama gün gelir derlerse ki “Biz millete verdiğimiz sözleri yerine getiremiyoruz, biz ülkeyi yönetemiyoruz, biz erken seçime gitmek istiyoruz”, ona da hayır demeyiz. Yönetemeyen gider ama biz erken seçim talep etmeyeceğiz.
İKTİDAR YÖNETEMİYOR, ÜLKE SAVRULUYOR
Manzara açıktır. Ciddi bir yönetme problemiyle karşı karşıyayız. Devletin tüm kurumları tahrip olmuş vaziyette. Ordusu, maarifi, maliyesi… Devlet bir takım memurları seçmiş, göreve almış, yurtdışında yüksek lisans ve doktora yaptırmış. Bu kıymetli elemanların çoğu havuzda kalmış. Geçmişte kriz yönetmiş bu elemanları kullanmıyor. Liyakat yok. Bugün AK Parti Genel Başkanı’nın damadı ekonomiyi yönetiyor. Dünyanın hiçbir düzgün ülkesinde yönetici, damadını ekonominin başına getirmez. Bunun liyakat nedeniyle olduğuna kimseyi inandıramazsınız. Ekonomide Nobel ödülü aldıysa o başka. Onda bile insanlar bir bakarlar. Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklediler. Bürokrasi kendi içinde birbirine giriyor. Burada bir yönetememe, savrulma sorunu var. Bu giderek daha ciddi şekilde ortaya çıkıyor.
YA İŞSİZLİK YANLIŞ, YA MİLLİ GELİR YANLIŞ
Türkiye 3 çeyrektir daralıyor. Ben ekonomiyi takip ederken bazı rakamlara özellikle bakarım. Bunlardan biri işsizlik. Mesela 2009 yılında birinci çeyrekte Türk ekonomisi yüzde 14,4 daraldığında işsizlik yüzde 14,8 idi. Bu yıl birinci çeyrekte işsizlik yüzde 14,7 ama ekonomideki daralma yüzde 2,4. Ya işsizlik yanlış ya büyüme yanlış. TÜİK verileriyle ilgili olarak ciddi endişeler var. Eylül ayında yüzde 6’nın üzerinde aylık enflasyon açıkladı. Başkan Yardımcısı hemen değiştirildi ve yerine Damadın arkadaşı getirildi. Bugün Türkiye’de TÜİK’in rakamlarına kimsenin güveni kalmadı.
KURDAKİ DALGALANMALAR EKONOMİDEKİ KIRILGANLIKLARI GÖSTERİYOR
Türkiye’nin ciddi bir borç sorunu var. Ailelerin ve şirketlerin borç sorunu çok ciddi, devletin de borç sorunu büyümeye başladı. KÖİ kapsamında verilen garantiler nedeniyle devletin yaptığı ödemeler de hızla artıyor. Dolayısıyla mali disiplin de bozulmaya başladı. Bütün bunlar ekonomiye güveni azaltıyor. TL, dolar karşısında biraz değer kazansa ayrıştık diye ortaya çıkıyorlar. Enflasyonu hükümetin düşük göstereceği buna bağlı olarak faizlerin indirileceği tahmin ediliyor. Bundan dolayı uluslararası sermaye kar yazacak. Bir miktar geliyor ama sonra kur yeniden yukarı çıkıyor. Döviz kurunda bu kadar büyük dalgalanmalar, ekonominin ciddi kırılganlıkları olduğunu gösterir. Sonuçta bu ülkede gerçek işsiz sayısı 8 milyon kişi civarında. Gerçek işsizlik oranı yüzde 22’lerde. Daha vahimi işsizlerin 850 binden fazlası son bir yılda çalışırken işini kaybedenler.
TÜRKİYE’Yİ YÖNETENELER HER TÜRLÜ YANLIŞI YAPTILAR
2013 yılından beri ekonomi kötüye gidiyor. Ne oldu? 2013’te ABD Merkez Bankası Başkanı artık para basmayacaklarının işaretini verdi. Bu işaret önemliydi ama Türkiye’de iş başında olanlar bunu okuyamadılar. Türkiye’ye sıcak paranın yağmaya devam edeceğini zannettiler. Ekonominin içsel dayanıklılığını sağlayacak önlemlerin alınması gerekiyordu ama almadılar. Sermayenin giderek daha seçici olduğu bir dönemde, Türkiye’de sermayeyi ürkütmek için her şey yapıldı. Bir de aynı dönemde Cumhurbaşkanı, alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağını söyledi. Hukuk devleti perişan edildi, demokrasinin kalitesi hızla düşürüldü. Bu ülkede yatırımcı hakkını arayıp arayamayacağı konusunda şüpheye düştü. Yerli de yabancı da yatırımı kesti. Uzun yıllardır eğitim konusunda ciddi sorunlarımız var. Her iki üç yılda bir bakan değişti. Her bakanla da eğitim sistemi değişti. Uluslararası sınavlarda Türkiye çok sıkıntılı bir yerde. Yatırım yok, yatırım olmayınca doğru düzgün üretim yok, işgünün eğitimi yok, dolayısıyla verimli değil. Bu tabloda rekabet edemiyorsunuz. Bir de dışarıdan gelen sıcak parayı yönetemiyorsunuz.
ÜRETİMİN YERİNİ İTHALAT, GELİRİN YERİNİ BORÇ ALDI
Tüm bunlar bir araya gelince üretimin yerini ithalat alıyor. Gelirin yerini de borç alıyor. Aileler ve şirketler borca girdi. Zannedildi ki durum iyi. Ama bir noktadan sonra bu borçları geriye ödeyemeyeceklerini çünkü gelir elde edemediklerini gördüler. Üretim olmazsa gelir olmaz. Türkiye ciddi bir sorunla karşı karşıya. Ama iktidar bu problemi insanları ve şirketleri daha fazla borçlandırarak aşmaya çalışmakta, aspirin tedavisiyle geçiştireceğini sanmaktadır. Bu ekonomiyi daha da sıkıntılı noktaya sürüklüyor. “Cari açık problemini çözdük” diyorlar. Nasıl çözdünüz? Ekonomiyi küçülterek. Hasta yatakta ölüme gidiyor, tansiyon gitmiş. Acemi doktor diyor ki “Yüksek tansiyon sorunu vardı, sorun çözüldü.”
İKTİDARIN YÖNETME KAPASİTESİ KALMADI
Bu iktidarın bu ülkeyi yönetme kapasitesi bitmiştir. Bunu metal yorgunu olduklarını söyleyerek kendileri de itiraf etti. Metal yorgunu olunca bu ülkeyi düzlüğe çıkarak politikaları bir türlü uygulayamıyorlar.
ADALET OLMAYINCA GÜVEN OLMUYOR
Nedir bu politikalar? Birincisi bu ülkede yeniden hukuk devletini ve demokrasiyi güçlendirmeniz lazım. Ama oralı bile değilsiniz. Dolayısıyla insanlar bakıyorlar, bu ülkede uzun dönemli yatırım yapmam diyorlar. İkincisi, rekabet gücünü artıracak reformların yapılması gerekiyor ama iktidar yine oralı bile değil. Ne vergi sistemine dokunuluyor ne işgücünün verimliliğini artıracak önlemler alınıyor, ne yatırımları artıracak tedbirler alınıyor. Gerçi bu önlemleri alsanız da bilançolara baktığınızda şu an insanların yatırım yapacak durumu yok. Üstüne üstlük ekonomiyi düzeltmeye çalışırken adil değilsiniz. Bir taraftan borcunu ödemeyen yandaşlarınıza 400 milyar TL’lik bir kaynağı aktarmaya çalışırken, emeklilere, memura bir şey vermiyorsunuz. Doğalgaza yüzde 32 zam yapıyorsunuz ama memura yüzde 4+4 vereceğinizi söylüyorsunuz. Devlet tarafından fiyatı yönetilen veya yönlendirilen mallara yapılan zamlar böyleyken memura yüzde 4+4 zam veriliyor. O zaman adalet bunun neresinde? Adalet olmayınca insanlar da programınıza inanmıyor zaten. Onun için bu kriz giderek derinleşecektir.
GÜVEN VERMEK İÇİN İYİ BİR İSTİŞARE MEKANİZMASI ŞART
Ekonomide sorunları çözmek için öncelikle güven vermeniz lazım. İktidarın adil olmayan yaklaşımları, yandaşlara yönelik adımları ve liyakatsiz kadrolarıyla bu güveni vermesi mümkün değil. Formüllerin en başında güveni sağlamak geliyor. Bir programın başarılı olması için temel şartı vatandaşa güven vermesidir. Bu güveni vermesi için iyi bir istişare mekanizması çalıştırmanız lazım. Bu da yok. Türkiye’nin yaşadığı en derin krizlerden birinde, 2001’de, bürokrasi tarafında üst yöneticilik yaptım. Biz sabah akşam toplumun tüm kesimleriyle, sendikalarla, işverenlerle toplanırdık. Şimdi bir paydaşlar lafı tutturmuş gidiyorlar. Kim bu paydaşlar diye bakıyoruz, üç beş tane adam. Hep de iş alemi. Ne sendika ne esnaf ne çiftçi var.
GÖMLEĞİN İLK DÜĞMESİ HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
Sürekli söylüyoruz, Genel Başkanımız bunu sürekli tekrarlıyor. Birincisi hukukun üstünlüğü meselesi için yapılması gereken Cumhurbaşkanının tarafsız olmasıdır. Toplumda bir denge unsuru olarak, taraflar çatıştığı zaman uzlaştırıcı olacak bir yüksek makam istiyorlar. Bizdeki Cumhurbaşkanı parti genel başkanı. Biz bunu 1947’de değiştirmiştik. Rahmetli Celal Bayar ile Rahmetli İsmet İnönü bir araya geldi, Sayın İnönü hem iktidarla hem muhalefetle görüştü, Cumhurbaşkanı iken parti genel başkanlığını bıraktı. Bugün döndük dolaştık parti genel başkanı olan Cumhurbaşkanına döndük.
EKONOMİ BÜTÜNCÜL BİR BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALINMALI
İnsanlar bu ülkede kuvvetler ayrılığının olmadığını düşünüyor. Her şey AK Parti Genel Başkanına bağlı. Nasıl kuvvetler ayrılığı olacak? Kuvvetler ayrılığı olmayınca, demokrasi, hukuk devleti ve yatırım olmuyor, istihdam olmuyor. Rekabet gücünü artıracak reformları yapmıyorsunuz. Bir Kredi Garanti Fonu biliyorsunuz. Bu Fonu yenileye yenileye, borçlandırarak götürürüm sanıyorsunuz ama yok böyle bir şey. Dış denge ekonomi küçüldüğü için düzelmiş gibi görünüyor ama bu yapı içerisinde ekonomi büyümeye başladığı andan itibaren hızla bozulacak bir ödemeler dengesi yapınız var. Mali denge bitmiş vaziyette. Sürdürülebilirlik ve çevre sorunlarınız aldı başını gidiyor. Bütün bunlar böyle giderken ekonomi düzelmez. O halde tüm bunları dikkate alan bütüncül bir bakış açısıyla ekonomiye bakılmalı. Ama Sarayın bunu yapabilmesi mümkün değil. Zamanında 11. Kalkınma Planı’nı bile çıkaramadılar. Onun da içindeki verilerde ciddi sorunlar var. Bu gidişin sonunda Türkiye’nin 100. Yıl hedeflerinin hepsinde, büyümede GSYH’de, kişi başına gelirde, ihracatta yüzde 50 iskonto yapılmak zorunda kalındı.
İLK 10 DERKEN, İLK 20’DEN DÜŞME RİSKİ ORTAYA ÇIKTI
Türkiye’nin bırakın ilk 10 ekonomi arasına girmeyi, şimdi ilk 20’den düşme riski söz konusu. Halkımız bunu biliyor ve hissediyor. Ama umutsuzluğa kapılmanın anlamı yok. Doğru ilaç verildiğinde bu ülke şahlanır. Biz bunu 2001-2002’de gördük. Doğruları yapmaya başladığımız anda ülke hızla toparlandı. Mevcut iktidar da bu programla bir süre idare etti. Dünya ekonomisindeki coşku da iktidara yardımcı oldu o dönemde. Keşke dolar bolluğu döneminde ellerinde de böyle bir program varken, ekonominin içsel dayanıklılığını güçlendirecek önlemleri almış olsalardı. Bugün bu duruma düşmezdik. Bunun yerine tek adam olma hırsının neden olduğu hataların sütünü sıcak parayla örtmeyi tercih ettiler. Ekonomiyi böyle götürürüz sandılar ama yürümedi, gitmedi.
DAHA İLERİ BİR PARLAMENTER REJİME İHTİYACIMIZ VAR
Bu işin doğrusu şudur: Türkiye mutlaka daha ileri bir parlamenter rejimi mutlaka getirmemiz lazım. Biz bunu neden istiyoruz? İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde ilk 10 ülkenin 9’u parlamenter sistemle yönetiliyor, birinde karma sistem var. Son 10 ülkenin 7 tanesi başkanlık sistemiyle, 3 tanesi yarı başkanlık sistemiyle idare ediliyor. Nasıl refaha ulaşılırız diye bakıldığında, parlamenter demokrasinin refahı arttırdığı ortaya çıkıyor. Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde de benzer bir durum var. İlk 10 ülkenin tamamı parlamenter demokrasi, son 10 ülkeden 3 tanesi parlamenter demokrasi, 6 tanesi başkanlık sistemi, 1 tanesi yarı başkanlık sistemi. Yolsuzluk Algı Endeksi, Mutluluk Endeksi… hepsinde durum aynı. Demek ki bu başkanlık sistemi mutsuz ediyor ve geçen senenin Ağustos ayından bu yana baktığımız zaman bunu açıkça biz de görüyoruz. Dolayısıyla gömleğin doğru iliklenecek ilk düğmesi güçlü bir demokrasinin olduğu parlamenter sisteme geçiştir. Bu ucube tek adam parti devleti rejiminden derhal kurtulmaktır. Ortak aklın egemen olduğu parlamenter rejime geçiştir.
TÜRKİYE’DE ENFLASYON DÜŞÜRME YÖNTEMİ
Enflasyon nasıl düşer, bu iktisat fakültesinin birinci sınıfında okutulur. Talebi kısarsınız, üretimi artırırsınız. Türkiye’de ise enflasyon şöyle düşüyor: arkadaşınızı TÜİK’in başına getiriyorsunuz. Fiyat toplama yöntemini değiştiriyorsunuz. 5-6 büyük marketten fiyat toplamaya başlıyorsunuz. Sonra Bakan Yardımcısı arkadaşınızdan rica ediyorsunuz o marketlere fiyat toplama günlerinde telefon ediyor, şunun fiyatını buraya bunun fiyatını buraya indir diye. Bizde enflasyon bu şekilde düşüyor. Burada mesele mühim. Türkiye piyasa ekonomisinden uzaklaşıyor ve doğrudan müdahalelerle, gerçeği göstermeyen rakamlarla uğraşıyor. Sonuç itibariyle gerçeği bilen vatandaş var.
ÖĞRENCİLERE YURT TESİSİ Mİ, YANDAŞLARA RANT TESİSİ Mİ
İstanbul uzunca bir süre iktidarın siyasetinin finansmanını sağlayan bir şehir oldu. Yandaş vakıflara, müteahhitlere ciddi imkanlar da sağlanmış. CHP vakıflara karşı değildir. Ama bir yerden parayı alıp başka yere aktarmak ve dağıtmak için işin içine vakfı sokuyorsanız o zaman da gerçekten hayır işinden çok ticari bir işe dönüyor. Mesela TÜRGEV ve Ensar Vakfı, ABD’de vakıf kuruyor. Güya Türkiye’den giden öğrenciler kalacak. Bakıyorsunuz, Manhattan’da 21 katlı gökdelen dikiyorlar, Muhammed Ali’nin çiftliğini satın alıyorlar. Bu öğrenciye yurt tesisi mi yoksa birilerine rant tesisi mi olacak? Buna iyi bakmak lazım. ABD’deki Temsilciliğimiz bunları ortaya çıkardı. Bunların ne kadar bağış aldığı ortaya çıktı. Bu bağışlar neden veriliyor? Hayır hasenat için mi yoksa başka bir şeyin karşılığı mı?
KAPAK VAR KUYU YOK
İstanbul’daki araba meselesi ibretlik. Ama bunun kadar ilginç bir başka örnek. Adana’da su kuyuları açıldı diyorlar. Kapaklar var ama kapaklar bir kaldırılıyor altta kuyu yok. Açılması için para verilmiş bir tek kapak var. Bunlar ortaya çıktıkça iktidar rahatsız oluyor. Rahatsız oldukça da tehdit sopasını sallamaya başlıyor. İstanbulluların parası İstanbullulara, Adanalıların parası Adanalılara harcanmalı. Burada tüyü bitmedik yetimin hakkını konuşuyoruz. Bunların hesabı sorulur. Gerekli davalar açılır, son kuruşuna kadar da tahsil edilir. Devlet ilgilenmese bile belediye hakkını arar. Hakkı sormayacaksanız neden oraya oturdunuz ki? Arkadaşlarımız ciddi şekilde uğraşıyorlar. Daha önce başkaları için kullanılan ama şimdi kendi hemşerileri için kullanılabilecek ciddi kaynaklar ortaya çıkıyor. Bolu ve Kırşehir belediyelerimiz borçlarını ciddi şekilde azalttı. İyi yönetince bu iş oluyor. İnsani Gelişmişlik bakımından Türkiye’nin en gelişmiş belediyelerinin çoğu CHP’li Belediye Başkanları tarafından yönetiliyor. Şimdi bu sayılar çok daha fazla artacak.
BÜYÜKŞEHİRLERDEKİ İSRAFIN MİSLİ DEVLETTE
KÖİ Projelerinde döviz garantileri TL’’ye çevrilmeli. Bu şirketler çok ciddi paralar kazanıyorlar, fakat TL değer kaybettiğinde bunların faturası vatandaşın sırtına biniyor. Ya da şehir hastaneleri… Orada bir utanma içine girdiler, bunun dövizle yapılmasını azaltma konusunda yasa teklifi verdiler. Ama hala bu garantilerin dövizden TL’ye geçişi sağlanmadı. Bunu yapmazsanız vatandaşta adil olduğunuz kanaatini uyandıramazsınız. Bu kadar uzun süren bir iktidarın metal yorgunluğu ve yönetme sorunu buna bağlı olarak da kaynak israflarının olduğu ortada. Büyükşehir belediyelerindeki bu israfın misliyle fazlasının devlette olduğunu söylemek mümkün. En basiti Cumhurbaşkanlığının örtülü ödeneğinin ne kadar arttığına bakılabilir. Cumhurbaşkanlığının itibarında tasarruf olmaz diyerek oradan tasarrufa gidilmiyor.
İÇİŞLERİ BAKANI UCUZ POLEMİĞE GİRMEK İSTİYOR
Ekrem İmamoğlu’nun yerine kayyum atanabileceğini düşünmüyorum. İçişleri Bakanı konuşsun dursun. Öyle kolay mı? İçişleri Bakanı ucuz polemiğe girmek istiyor. Kimsenin onunla polemiğe girmesine gerek yok. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı görevden almak… bu gözü dönmüşlüğü ifade eder. Bunun da sıkıntılı sonuçları olur.
YAPILAN HATALARIN FATURASINI MİLLET ÖDÜYOR
Bugün Canan Kaftancıoğlu ile ilgili kararı aldınız. Yabancı yayın organları sabahtan bunu yayınlamaya başladı. Bu akşam dolar 5,72 TL’ye çıktı. Bunların bizim cebimize ciddi etkisi oluyor. Çünkü, yatırımcı daha da ürküyor. Dışarıdan bakan diyor ki, “Bunlarda hukuk devleti falan yok, bu işi bir sosyal huzursuzluk yaratmadan daha ne kadar götürebilirler belli değil. O zaman ben buraya yatırım yapmam.” Ciddi bir takım firmalar Türkiye’den ayrılmaya başladı. Yapıyorlar, ayıp oluyor diye kalmıyor bu iş. Bugün mutfakta tencere boşsa, yapılan bu saçmalıklar nedeniyle boş. Bir ülkenin İçişleri Bakanı Pazar gününe randevu verip, İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında tasarrufta bulunacağı imasında bulunduğu andan itibaren bu işin ekonomideki rengi değişiyor. Atanmış İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun beyanatıyla Türkiye’ye bugüne kadar ciddi zararı oldu. Bugün her TL’deki her 1 kuruşluk değer kaybı şirketlerde yaklaşık 2 milyar TL zarara neden oluyor. Bunun farkında olan var mı? Bu zarar kimden çıkacak? Bu zarara uğrayan şirket sahibi ya şirketini kapatacak, ya işçi atacak, ya da zam yapacak. Bunun faturası dönüp dolaşıp bize çıkacak. Ailelere çıkacak. O yüzden söylüyoruz, “Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor.” Ucube başkanlık sistemiyle Türkiye’nin kurumsal yapısında ortaya çıkan tahribat ve bu tahribat sonucu ortaya çıkan garip manzara yani atanmışların seçilmişler hakkında konuşmaları Türkiye’nin riskliliğini artıran faktörler. Bu hatalar yapıldıkça cebimizde yangın çıkıyor. Siyasette yapılan hatalar cebinizi boşaltıyor. Öyle kolay değil bu işler.
YAPACAKLARIMIZ DA KAYNAKLARIMIZ DA BELLİ
CHP iktidar olmaya hazır. Biz ekonomide ne yapacağımızı biz sıkça anlatıyoruz. Hatta projelerimizi de sunuyoruz. Bundan önceki seçimlerde hiçbir partinin yapmadığı işleri biz yaptık. Kaynaklarıyla neler yapacağımızı söyledik. Bu konuda kitapçıklar da çıkarıyoruz. Adalet, rekabet gücünü artırmak, kucaklayan büyüme ve sürdürülebilirlik diyoruz. Belli kesimlerden vergiyi artırmak diyoruz, buna karşı 3600 ek gösterge diyoruz. Yani söylediklerimizin kaynağını da ortaya koyuyoruz. Emeklilikte Yaşa Takılanların meselesini çözmenin maliyetini söylerken, bunun için nereden kaynak bulunacağını ifade ediyoruz. Stratejik projeleri de ortaya koyuyoruz. Hatırlayacaksınız, Merkez Türkiye projemiz vardı. Türkiye’nin coğrafi konumundan yararlanmak üzere bir büyük lojistik merkez kent kurmak ve bunu bir cazibe merkezi haline getirmek. Burada üretim maliyetlerini ve diğer maliyetleri düşürmek suretiyle rekabet gücümüzü artırmak. Bütün bu çözümler var.
KUVVETLER AYRILIĞININ GÜÇLÜ OLDUĞU İLERİ PARLAMENTER DEMOKRASİ
Ama tüm bunların ötesinde, birinci yapılacak şey, Türkiye’nin ileri demokrasilerde gördüğümüz, güçlü kuvvetler ayrılığının olduğu parlamenter demokrasiye geçmeli. Bu birincisi. İkincisi, işgücü iyi eğitilmeli. Almanya’da bir saat çalışan bir işçi ne kadar mal üretiyorsa, bizim işçimizin de o kadar mal üretmesini sağlamamız; o işçinin aldığı kadar maaşı da burada kendi işçimize verebilmemiz gerekiyor. Bunun için iş yerindeki örgütlenmeden başlayıp, işgücünün eğitimine kadar giden, yatırım ve vergi politikalarını kapsayan bir dizi önlemi almak lazım. Burada güven önemli. İnsanlar baktıkları zaman, “Evet işin başındakiler doğruları yapıyorlar. Burada biz uzun vadeli pozisyon alabiliriz” diyebilmeli. Sadece yatırımcı değil tüketici de önemli. Tüketici, yarın işsiz kalabilirim endişesiyle tüketmekten vazgeçiyorsa oradan da bir yara alıyorsunuz.
METAL YORGUNU İKTİDAR GÜVEN VEREMEZ
Bu iktidar güven vermiyor. Metal yorgunuyuz diyor, nasıl güven versin. Bu rejim güven vermiyor. Kurumları tahrip etti, liyakate değil sadakate dönük bir görevlendirme sistemi getirdiler. Güven vermek için en önemli şeylerden biri de saydamlık ve hesap verebilirlik. Vatandaş ödediği verginin istismar edildiği, yanlış kullanıldığı zaman hesabının sorulacağını bilecek.