08.10.2019
08.10.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(8 EKİM 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ederim. Elbette güzel günler göreceğiz. Teşekkür ederim, halkın desteğini alarak hep beraber yürüyeceğiz güzel bir Türkiye için, aydınlık bir Türkiye için beraber mücadele edeceğiz. Yaşlı-genç ayrımı yapmadan, kadın-erkek ayrımı yapmadan hep beraber bu ülkenin çıkarlarını sonuna kadar savunacağız. Özellikle de gençlerin siyasete ilgi göstermesi, Türkiye’nin geleceğine yönelik düşüncelerini ifade etmesi bizim için en değerli şeydir. Çünkü gençler sorunlara ilgi gösterdikçe Türkiye’nin geleceği açısından hiçbir endişe duymayacağız. O nedenle biz gençlerimize güveniyoruz.
Efendim, Ahi Evran Haftası. Bütün esnaf kardeşlerimin örnek aldığı, dükkânını açarken adını andığı, dükkânını kapatırken adını andığı bir kişi, bir Anadolu ereni, bir Anadolu alpereni, Anadolu ocağında yetişmiş, emeğini Anadolu’ya vermiş, esnafa vermiş değerli bir insan, Hacı Bektaşi Veli’den, Mevlana’dan, Yunus Emre’den, bir anlamda aynı kültürden gelen değerli bir alperen. Şöyle der Ahi Evran: “Harama bakma, haram yeme, haram içme. Doğru, sabırlı, dayanıklı ol. Yalan söyleme, kimseyi kandırma, dünya malına tamah etme, yanlış ölçme, eksik tartma, kuvvetliyken affetmesini, hiddetliyken sakin davranmasını bil. Kendin muhtaç olsan dahi başkalarına verecek kadar cömert ol.” Bu kadar güzel sözleri Ahi Evran söylüyor. Esnaf örnek alıyor tabii Ahi Evran’ı, sadece esnaflar mı örnek almalı? Hayır, hepimiz almalıyız. Çünkü söylediği sözler sadece bizim için değil, insanlık için değerli sözlerdir. Bütün insanlığın bu kadar değerli sözleri örnek alması lazım. Sözlerinde adalet var, sözlerinde doğruluk var, sözlerinde insanları kucaklama var, sözlerinde kul hakkını koruma var, sözlerinde yanlışlık yapmama var. Dolayısıyla önemli bir Anadolu bilgesi olan Ahi Evran’ı saygıyla, rahmetle anmak hepimizin gönül borcudur, vicdan borcudur.
Esnaf hayatından memnun mu? Hayır. Esnaf kardeşlerim açıklamalar yapıyorlar. TESK’in Genel Başkanı da açıklamalar yapıyor: “Esnafın durumu iyi değil, şu kadar esnaf dükkânını kapattı” diye, esnaf kardeşlerime biraz sitem edeyim, kimse kusura bakmasın. Esnaf kardeşlerime biraz oturup düşüncelerimi ifade edeyim, kimse kusura bakmasın. Esnaf kardeşim ağlıyor, mahvolduk diyor, dükkânımı kapattım diyor, geçinemiyorum diyor, zam üstüne zam geliyor diyor. Efendim, bir ürün alıyorum koyuyorum, onu satarken yeni ürün alıyorum, ama o zamlı fiyattan aldığım malın yerine yenisini koyamıyorum, zarar ediyorum, dükkânımı kapatıyorum diyor. Alışveriş merkezleri bizi mahvetti diyor da, bunları yapan kim? Sen değilsin. Kim yaptı? Senin oy verdiğin siyasi parti yaptı. Yani o partinin lideri yaptı. Seni açlığa, yoksulluğa mahkûm eden AK Partinin yönetim kadrosu yaptı. Sen o yönetim kadrosuna ders verdiğin gün bu sorunların bitecektir kardeşim, biz bu sorunları çözeceğiz. Çalışan, üreten, alın teri döken herkesin yanında olacağız.
Acıpayam’dan gelen kardeşlerim var. Yanınızda Belediye Başkanınız da var. Efendim, bir deprem yaşadınız, bunu gayet iyi biliyorum. Geldim, gördüm, gezdim, sorunları gördüm. Belediye Başkanımız bu konuda gerçekten de son derece güzel ve verimli bir çalışma yapıyor. Aydın Büyükşehir Belediyesiyle birlikte oradaki sorunları çözmeye çalışacaklar, ama daha henüz iktidardan tık yok. Bizim belediyelerimiz imkanları dahilinde sorun çözmeye çalışırken daha iktidardan tık yok. Bakanlar gelmişler, lüks arabalarla gezmişler, önde korumalar, arkada korumalar yüzlerce kişi arabayla deprem olan alanı gezmişler, sonra tozu dumana katıp Ankara’ya doğru gelmişler. Bir şey yapmışlar mı? Şu ana kadar bir şey yok. O zaman size de söylüyorum, bir dahaki seçimlerde bunu yapanlara ders vermek sizin demokrasi görevinizdir. Gideceksiniz, diyeceksiniz ki kardeşim kusura bakma, geldin buraya, arabadan inip bari bir merhaba de, arabadan in, köyün kahvesinde bari vatandaşla bir çay iç. Onu bile yapmamışlar. Çünkü gittim, gezdim, gördüm, kahvede oturdum, vatandaşla oturdum, çay içtim, sohbet ettim, bana bu şikayeti ilettiler. Dedim ki “Gayet güzel, oy verdiniz bunu yaptılar, bir de bizi deneyeceksiniz. Bakın, belediye başkanlarınız ne kadar güzel iş yapıyorlar, yönetimi bize teslim edin, göreceksiniz Türkiye nasıl yönetiliyor, göreceksiniz her evde huzur nasıl oluyor, göreceksiniz işsizlik nasıl bitiyor, göreceksiniz çiftçi alın terinin karşılığını nasıl alıyor, göreceksiniz yandaşlar nasıl kaçacak, göreceksiniz Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edilmeyen Türkiye tablosu nasıl ortaya çıkacak.” Biz bunların hepsini yapacağız, hiç endişe etmeyin.
Bütün bunlar nasıl oluyor? Bu kadar zam nasıl oluyor, bu kadar felaket nasıl geliyor milletin başına? Çünkü devlette liyakat kalmadı, her şeye bir kişi karar veriyor. Bir kişi karar verdiği için kim onun yanına sabah giderse onun kararı çıkıyor, sonra birisi geliyor, onun kararı çıkıyor. Peki, ulaşamayan yüz binlerce esnaf, ulaşamayan yüz binlerce çiftçi? Onların derdini dinleyen yok. O sarayda otururken sanıyor ki herkes huzurlu, çünkü bakıyor saraya, herkesin işi tamam. Sarayda herkes bir maaş değil, birden fazla maaş alıyor. Tam bir arpalığa dönmüş. Buradan Ak Partili kardeşlerime seslenmek isterim, önümüzdeki hafta size sarayın Türkiye Cumhuriyeti Devletini nasıl arpalık haline getirdiğinin raporunu açıklayacağım. Arpalık haline nasıl getirilmiş, bunun raporunu açıklayacağım. Vatandaş vergi verir, nasıl bu paralar dağıtılır, kimlere dağıtılır, kimlerin bir eli yağda, bir eli balda, bunların tamamını açıklayacağım size önümüzdeki hafta, bir hafta sabredeceksiniz. Hiç endişe etmeyin, bu ülkenin, bu memleketin, bu güzel vatanın her kuruşunun doğru harcanmasını isteriz. Çünkü o her kuruşu ödeyen 82 milyondur. Eğer 82 milyonun ödediği vergiler birilerinin cebine akıyorsa, birileri aç, soğukta doğru dürüst ısınamazken, yemek yiyemezken, evinde rahat oturamazken birileri sarayda krallar gibi yaşıyorsa, o ülkede sorun var demektir, o ülkede huzur yok demektir. O nedenle biz bu doğru bilgileri paylaşacağız, ama daha sonra seçimlerde de hep birlikte gereğini yapacağız. Demokratik yollarla beyefendiyi göndereceğiz, yerel seçimlerde yaptığımızın aynısını yapacağız.
Vatandaş geçinemiyor, esnaf geçinemiyor. Nereden biliyoruz? İşsizlikten biliyoruz. Geniş tanımlı işsiz 8 milyona dayandı. Çiftçiden biliyoruz, geçinemiyor. Esnaftan biliyoruz, geçinemiyor. Sanayiciden biliyoruz, şikâyet ediyor, geçinemiyoruz diyorlar. Demek ki bir sorun var. Peki, işçiler? Biliyorum, herkesin sorunu var, biliyorum; sarayda oturanlar hariç, onların derdi filan yok, onların keyfi yerinde, onlar Lale Dönemini yaşıyorlar, Lale Devrini yaşıyorlar. Bir elleri yağda, bir elleri balda işsizlik nedir bilmezler, yoksulluk nedir bilmezler, esnafın derdini bilmezler, çiftçinin derdini bilmezler, sanayicinin derdini bilmezler. Hortumla para alırlar, dünyanın faizini öderler, borçla Türkiye’yi yönetmeye kalkarlar. Trump bağırıyor, değil mi? “Ekonomini darmadağın yapacağım senin” diyor. Neye göre diyor? Biliyor ki Türkiye Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edilmiş vaziyette; bir bağırıyor, dolar fırlıyor, bir susuyor dolar iniyor. Nasıl bir memleket? Nasıl yönetiyorlar, kim bunun sorumlusu? Sorun çok önemli, tarihi bir sorun, bunun sorumlusu kim? Tek adam… Bunun sorumlusu odur. Türkiye’yi çünkü tek başına yönetiyor. Eğer tek başına yönetiyorsan bütün sorunların kaynağı sensin kardeşim, ikinci bir kişi yok, sensin! Tabii laf aramızda kimse duymasın, damadı da almış tabii, damatla beraber götürüyorlar. Devletin hazinesini damada teslim etmiş, el bebek gül bebek beraber götürüyoruz diyor. O kadar ki bakın, özellikle ben gerçekten de iktidar partisine oy veren vatandaşlarıma seslenmek isterim; sizlere vergi verin dediler, vergi verdiniz. Üstelik boğazınızdan keserek verdiniz, üstelik bazen borçlanarak verdiniz. Af çıkardılar, incelenmeyeyim diye tehdit edildiniz, matrahınızı arttırdılar, onu da verdiniz. Fabrikaları sattılar, onu da kullandılar. Arsaları sattılar, onu da kullandılar. Sonunda gittiler 420 milyar Dolar borç aldılar 17 yılda, o nedenle Trump biliyor neyin ne olduğunu, ekonominin ne olduğunu ve hangi noktanın zayıf olduğunu gayet iyi biliyor. Dağıtacağım seni diyor, perişan edeceğim seni diyor. Herkes konuşuyor, ilk tepki bizden geldi, “Türkiye Cumhuriyeti Devletini hiçbir güç tehdit edemez” dedik. Daha şu ana kadar AK Partiden tık yok. Niye yok, niye itiraz etmiyorlar, hangi gerekçeyle itiraz etmiyorlar? AK Partili kardeşlerimin bunu mutlaka, ama mutlaka hafızalarının bir yerinde tutmaları lazım. Bu memleket sıradan bir memleket değildir. Her taşının, her toprağının altında şehit kanı vardır. Eğer tehdit ediliyorsan tepkini göstereceksin, tepki göstermiyorsan çekileceksin o zaman, “Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten” demiş şair, çekileceksin o zaman, yönetemiyorsan çekileceksin.
Faiz geldi, yükseliyor faizler, dolar yükseliyor, zamlar yağmur gibi, nedir bu zamlardan çektiğimiz Allah aşkına? Vatandaş bu zulme layık mı Allah aşkına? Bakın, Eylül ayında sarımsaktaki artış yüzde 42.58, kabakta yüzde 30 -küsuratları okumuyorum- salatalıkta yüzde 27. Resmi rakam ne? Yüzde 9. Millet buna inanacak sanıyorlar. Neden? Devlette liyakati öldürdüler, bilen insanı değil, kendilerine sadık insanı getirdiler. 9 diye açıkla diyor, 9 diye açıklıyor. Efendim, sarımsakta yüzde 42… Önemli değil, sen bunu 9 olarak açıklayacaksın diyor. Doğalgaza bir yılda yüzde 57 zam geldi, elektriğe yüzde 56 zam geldi, benzine yüzde 32 zam geldi, enflasyonumuz yüzde 9… Resmi görüş öyle, yüzde 9 ve millet de buna inanacak! Çay bile yüzde 15 arttı, 15, iki sefer zam geldi. Şekere yüzde 16 zam geldi, ama enflasyonumuz yüzde 9, çünkü resmi rakam öyle diyor! Beyaz peynirin kilosuna bir yılda yüzde 61 zam geldi, yarım kilo makarnanın fiyatına yüzde 58 zam geldi. Domatesin kilosu yüzde 40 zamlandı, nohut yüzde 34 zamlandı, yarım litre sütün fiyatı yüzde 14 zamlandı, ama enflasyonumuz saraya göre yüzde 9! Daha dün trene, postaya yüzde 20 zam geldi. Köprülere bir yılda gelen zam yüzde 165, ama enflasyonumuz yüzde 9! Tabii diyor yersen, ben bunu söylüyorum, yerseniz diyor, ama bu millet yemeyecek. Önümüzdeki seçimlerde bunu gösterecek, yüzde yüz buna inanıyorum, önümüzdeki seçimlerde gerekli dersi verecek.
Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Başkanı bir açıklama yapmış diyor ki: “Son bir yılda maliyetlerimiz yüzde 50 arttı. Tüketim yüzde 40 daraldı. İnsanlar artık kırmızı et alamıyor, yüzde 40 daraldı. Yüzde 20 zam yapmak istiyoruz, ancak iç piyasada tüketim düştüğü için kimse korkudan fiyatları arttıramıyor.” Millet et yiyemez noktaya geldi, o noktaya geldi. Bunu da herhalde AK Partiye oy veren değerli kardeşlerim hafızalarının bir köşesine yazıyorlardır. Tren ve posta ücretlerine de zam geldi, yüzde 20 zam geldi.
Buradan kamyon şoförlerine, taksi şoförlerine, otobüs şoförlerine, tır şoförlerine seslenmek isterim. Özellikle de kamyon şoförleri günün 24 saati çalışırlar, direksiyon kullanırlar. Türkiye’yi bir uçtan bir uca kat ederler. Tükettiğimiz gıdaların büyük bir kısmını bunlar taşırlar, alın teri dökerler. Bunların belli güzergahlarda konakladıkları yerler vardır. Oraların mutfağı çok güzeldir. Fırsat buldukça ben de, kamyon şoförlerinin geldiği bu yerlere ben de uğrarım, onlarla birlikte yemek yerim. Onlar bana dertlerini anlatırlar, ben de dertlerini ne oluyor, ne bitiyor diye büyük bir dikkatle dinlerim. Hepsinden şikâyet dinlerim. “Mazota zam geldi, benzine zam geldi, yedek parçaya zam geldi, geçinemiyoruz” diye dünyanın şikayetini yaparlar. “Otoyoldan, otobandan, köprüden, tünelden geçişlere büyük zamlar geldi, nasıl ödeyeceğiz bu parayı? Geçmek istemiyoruz, ama bizi zorla trafik polisleri o yoldan geçeceksin ve para vereceksin diyorlar ve bunun altında kalıyoruz” diyorlar. Kamyon şoföre kardeşlerime de seslenmek isterim: Senin derdini hiçbir siyasi parti dile getirmedi. Bütçe görüşmelerinde kamyon şoförlerinin sorununu dile getiren parti Cumhuriyet Halk Partisidir. Burada da bu salı toplantısında da kamyon şoförlerinin, otobüs şoförlerinin, taksi şoförlerinin, minibüs şoförlerinin dertlerini dile getiriyoruz. Çünkü onlar havadan para kazanmıyorlar, alın teri döküyorlar, emek harcıyorlar. Evlerine helal ekmek götürmek istiyorlar, çoluk çocuğuyla beraber huzur içinde yaşamak istiyorlar. Eğer bir otobüs şoförü akaryakıt yerine 10 numaralı yağ yakıyorsa, işte otobüsler yanıyor. Bir servet gidiyor aslında, sorumlusu kim? İktidarda olanlar. O nedenle direksiyon sallayan bütün şoförler için ister taksi, ister tır, ister minibüs, ister kamyon olsun hepsine müştereken sesleniyorum: Sorununu biliyorum, derdini de biliyorum, nasıl çözülmesi gerektiğini de biliyorum. Yaratılan gelirin hakça paylaşılması gerektiğini de biliyorum. Bunun yolu seni düşünen siyasi iktidara oy vermektir, partiye oy vermektir. O nedenle ben Cumhuriyet Halk Partisinin genel başkanı olarak sizlerin oyuna talibim, sizlerin oyunu istiyorum. Huzur için istiyorum, bereket için istiyorum.
Düne kadar diyorlardı ki, “vergiyi tabana yayacağız”, şimdi zammı tabana yaydılar. Herkes zamdan nasibini aldı, herkes! Okula giden çocuk kalem alırken o da zamlı kalem fiyatını ödüyor, defter alırken ödüyor, bez alırken ödüyor, vergi dışında ayrıca ödüyor. Bir vergi ödüyor, bir de zamlı fiyat ödüyor. Yani çift kaymaklı hazineye para gidiyor. Para gidiyor da ne oluyor bu paralar? Bu paralarla fabrika yapılsaydı işsizlik olur muydu? Olmazdı. Bu paralarla fabrika yapılsaydı, Türkiye büyük güçlü ihracat ülkesi olsaydı böyle olur muydu? Nereye gitti bu paralar? Özellikle AK Partiye oy veren kardeşlerime soruyorum: Vicdanına bir sor, nereye gitti bu paralar? Fabrikalar kapanıyor, neden? Dışarıdan nohut getiriyoruz, neden? Dışarıdan mercimek getiriyoruz, neden? Türkiye’de ekilmiyor mu bunlar? Sorması lazım, hepimizin sorması gerekiyor.
Tek adam rejimine geçerken sarayda oturan zat şunu söylemişti, bir yıl önce, fazla değil, bir yıl önce söylemişti: “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, dolarla, şununla bununla nasıl uğraşılır göreceksiniz. Ekonomi şaha kalkacak, Türkiye de uçacak” diyordu. Doğru Türkiye uçtu, yokuş aşağı uçtu. Peki, Türkiye şaha kalktı mı? Hayır. Yetkiyi aldın, saray şaha kalktı eyvallah, orada tamam, orada bir sorun yok zaten, ama 82 milyonun nefesi kokuyor açlıktan, perişanlıktan, gidin ailelere bakın, mutfaklara bakın, yangın var. Bütün bu tablo dururken saraydakiler bu sorunu çözmek için bir adım attılar mı Allah aşkına, bir kişi nasıl iş bulacak diye çalıştılar mı, emek harcadılar mı? Bunların hiçbirisi yok değerli arkadaşlar.
Çiftçilere de seslenmek isterim. Bir dönem dediler ki: “Hiç meraklanmayın, traktörün deposunun yarısı sizden, yarısı bizden…” Evet, yarısı sizden, yarısı bizden. Şimdi çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, Allah aşkına traktörün deposunun yarısını aldınız mı onlardan? Söz vermişlerdi yarısı sizden, yarısı bizden, ne oldu bu yarıya? Çiftçi perişan, elde traktör de kalmayacak bu gidişle, onu da satacaklar, biliyorum. Ben bunu dile getirince sarayda oturan zat: “Biz çiftçilere her türlü desteği yapıyoruz” demiş. “Çiftçinin durumu çok iyi, ama Kılıçdaroğlu bunu doğru söylemiyor” diyor. Bana inanmıyorsan git Şanlıurfa’ya, bana inanmıyorsan git Denizli’ye, bana inanmıyorsan git Hatay’a sor bakalım, ya çiftçiye sor durumun iyi mi, kötü mü? Ama gidemez, soramaz. Neden? Beyefendi sarayda oturuyor, giderse 10 bin kişilik korumayla gidecek, 10 bin kişilik koruma. Vatandaş nasıl yaklaşacak da derdini anlatacak? Derdini anlatsa yarın hapse girmeyeceğinin garantisini kim veriyor? Benim sözümü dinleyeceksin arkadaş, sen Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine aykırı davranıyorsun. Kanun çıktı, Tarım Kanunu, 21. madde diyor ki: “Çiftçilere destekleme için bütçeden ayrılacak kaynak gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’inden az olamaz.” 2006-2019, çiftçiye ödemesi gereken para ne kadar? 269 milyar lira… Ödemesi gereken para kanuna göre 269 milyar lira. Peki, bugüne kadar ne kadar ödendi? Ödenen para 121 milyar lira. Çiftçinin hakkı olup da Erdoğan tarafından verilmeyen paranın miktarı 148 milyar lira. Her çiftçinin alacağı var. 148 milyar lira çiftçiye ödenmesi gerekip de ödenmeyen para. Şimdi bana söyleyin, Kılıçdaroğlu’nun rakamları doğru değildir deyin. Diyemezler, söyleyemezler. Çünkü bu rakamlar bana ait değil, bu rakamlar bizim zaman zaman eleştirdiğimiz devletin resmi rakamları, onun yüzde 1’ini alıyoruz, yüzde 1’ini çarpıyoruz yılla, ödenmesi gereken para çıkıyor. Ödenen para da var, bakıyoruz ki çiftçilere 148 milyar lira eksik para ödenmiş.
Çiftçiye yok, esnafa yok, sanayiciye yok, işsize hiçbir şey yok zaten, asgari ücretliye yok, emekliye yok. Peki, paralar kime gidiyor? Birilerine gidiyor, yandaşa gidiyor paralar. Örnek mi istiyorsunuz? En somut örneği Türkiye Varlık Fonunu kurdular. Türkiye Varlık Fonunu çiftçiler için mi kurdular? Hayır. Emekliler için mi? Hayır. Sanayiciler için mi? Hayır. Türkiye Varlık Fonunu yandaşlar için kurdular. Üç yandaş bir bina yapıyorlar “İstanbul Finans Merkezi” diye, bina yarıyken diyorlar: “Vallahi iflas etmek üzereyiz, bitiremiyoruz.” Hemen koşuyorlar, 1 milyon 670 bin lira para verip binayı satın alıyorlar ve onları kurtarıyorlar. Çiftçiyi niye kurtarmıyorsun, esnafı niye kurtarmıyorsun, üreten sanayiciyi niye kurtarmıyorsun? Paralar buralara gidiyor. Buralara gittiği için de işsizlik oluyor.
İki soru soracağım, iki ayrı konudan soru soracağım: Defalarca sordum, sanıyorlar ki Kılıçdaroğlu bir sordu, unuttu. Hayır, unutmadım.
1. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir vakıf kurdunuz. Dediniz ki 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri için kampanya açıyoruz, para topluyoruz. O dönem toplanan para 100 milyon Dolar civarında. Aradan bu kadar süre geçti, bu para nereye gitti? Hani 15 Temmuz gazileri var, zaman zaman bizi eleştirirler, şehit yakınları var iktidara yakın, zaman zaman bizi eleştirirler. Bizi eleştirmelerine rağmen onların hakkını savunan tek parti biziz. Para nereye gitti, parayı kime verdiniz, nerede bu para? Aradan geçmiş bu kadar süre, 15 Temmuz neredeyse unutuldu, nereye gitti bu para?
2. Tank Palet, sanıyorlar unuttum Tank Palet olayını. Sakarya Arifiye’de 1 milyon 408 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulu, Avrupa’nın en büyük tank silah entegre tesisi, Avrupa’nın en büyüğü, değeri 20 milyar Dolar. Bedava -altını çiziyorum- ihalesiz BMC Grubuna verdiler. Bedava ve ihalesiz bir yandaş şirkete verdiler. Bakın değerli arkadaşlar, bu fabrikada fırtına obüsleri yapılırdı. 40 kilometredeki bir noktayı şaşmadan vuran bizim ürünümüz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ürünü o fabrikada üretiliyor. Şimdi değerli arkadaşlar, fabrikanın o bölümünü, yani obüs toplarının üretildiği bölümü 28 Aralık 2018 tarihinde bedelsiz olarak 2 yıl süreyle BMC şirketine verdiler. Tarih verdim, 28 Aralık 2018, ihalesiz 2 yıl süreyle verdiler. Niçin veriyorsunuz? Şimdi orada ne oluyor, 2 yılda ne olacak orada? Bunun cevabını bekliyorum tıpkı 15 Temmuz şehit ve gazileri için toplanan paralarda olduğu gibi.
İkinci bir şey daha soracağım yine Tank Paletle ilgili: Tank Palet Fabrikasının asıl ismi Arifiye 1. Ana Bakım Merkez Komutanlığıdır, asıl isim bu, Merkez Komutanlığının fabrikası. Milli Savunma Bakanlığı ve orduya ait bir fabrika, ama bu fabrikayı birilerine peşkeş çekmek için anonim şirkete dönüştürdüler. 17 Ocak 2018 tarihli Ticaret Sicili Gazetesi, gazeteler de burada, orada diyor ki: “Askeri fabrika ve tersaneleri, Türk Silahlı Kuvvetleri için yapmakta oldukları faaliyetleri aksatmamak kaydıyla iş veya ihale alabilirler.” Yani önemli olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetlerini aksatmamak, onun ihtiyaçlarını karşılayacaksın, aksatmadan şu işleri de yapabilirsin diyor.
Değerli arkadaşlar, 31 Mayıs 2018, yani 3 ay sonra yine Ticaret Sicili Gazetesinde bu maddede bir değişiklik yapıldı. Değişiklik şu: “Askeri fabrika ve tersanelerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetlerini aksatmamak kaydıyla üretim yapabilir” maddesini buradan çıkarıyorlar. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetlerini aksatmama kaydıyla” cümlesi buradan çıkarıldı. Şimdi ben AK Partiye oy veren değerli vatandaşlarıma sesleniyorum, onların vicdanlarına sesleniyorum, onların adalet duygusuna sesleniyorum. Ülkücülerin de, milliyetçilik duygularına sesleniyorum, onların da vicdanına sesleniyorum. Ben inanıyorum bu ülkede 82 milyon vatanseverdir, ama şu sorunun cevabını sarayda oturan zata sormak isterim: Sen hangi gerekçeyle “Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetlerini aksatmamak kaydıyla” cümlesini oradan çıkarırsın? Bu sorunun cevabını istiyorum. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetlerini aksatmamak kaydıyla…” Demek ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin faaliyetlerini aksatabilirsin, her şey yapabilirsin. Kim yapıyor? Sarayda oturan zat yapıyor. Tank Palet Fabrikasının Katar Ordusuna peşkeş çekilmesi vatana ihanettir. Bir daha söylüyorum, versinler mahkemeye, önüne geleni mahkemeye veriyorlar, versinler bunun için de mahkemeye, hiç değilse gidelim bir hâkimin önünde anlatalım, neyin ne olduğunu anlatalım. Arkadaşlarımız dava açtılar. Davayı takip edeceğiz. Onlar yapmadı, ama biz bu işlemin iptali için dava açtık.
Hepimizin gündeminde zamlar var, yoksulluk var, geçim sıkıntısı var, işsizlik var, bunlar var, ama hepimizin gündeminde bir de Suriye konusu var, Ortadoğu bataklığı var. Ta en başından söyledik, “Ortadoğu bataklığına girmeyin” dedik. “Türkiye’nin orada ne işi var” dedik. “Suriye’yle dost olalım” dedik. “Ortadoğu’yla dost olalım” dedik. “Ortadoğu’yla, Arap halklarıyla kavga etmenin mantığı yoktur” dedik. “Bizim tarihi bağlarımız var, bizim kültürel bağlarımız var, bizim inanç bağlarımız var, bizim akrabalık bağlarımız var, neden düşman oluyoruz birbirimize, neden kavga ediyoruz biz” dedik. Bunu defalarca söyledim. Suriye’yle, Irak’la, İran’la Türkiye bir araya gelip Ortadoğu’yu bir barış havzasına döndürebilirler. Emperyal güçlerin neden oyuncağı oluyoruz? Bir tarafta Amerika, bir tarafta Rusya, biz neden ikisinin arasında sürekli gidip geliyoruz? İkisinden talimat alan bir saray devletine dönüştük, ikisinden de ayrı ayrı talimat alan bir saray devletine dönüştük. En ağır hakaretler yapılıyor, en ağır! Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görmediğimiz ağır hakaretlere muhatap olduk. Kimin yüzünden? Saray yüzünden. O ağır hakaretleri duyuyorlar, koşa koşa Amerika’ya gidiyor, hâlâ koşa koşa gidiyorlar. Bir fotoğraf çektirmek için yapmadıkları, atlamadıkları takla kalmadı. Rezalet üstüne rezalet! Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak bu kadar ağır hakareti asla kabul etmiyorum asla, ama saraydakiler içlerine sindiriyorlar. Anlamıyorum, bunlar tarihimizi de bilmiyorlar, Milli Kurtuluş Savaşını bilmiyorlar. O savaşı hangi koşullarda verdiğimizi bilmiyorlar. Bir taraftan bir tarafa savruluyorlar. Yönetilmeyen, savrulan bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Defalarca söyledik bunu, yanlış yapıyorsunuz dedik, yapmayın etmeyin dedik, Türkiye zararlı çıkar dedik. Suriye’den kim kârlı çıktı? Özellikle AK Partiye oy veren ve milliyetçi olduğunu ifade eden ülkücü kardeşlerime seslenmek isterim: Kim kârlı çıktı Suriye politikalarından, kim? Ben söyleyeyim: 1. Amerika kârlı çıktı, 2. Rusya kârlı çıktı. Kim zararlı? Biz zararlıyız. En büyük zararı kim gördü? Suriye’deki Türkmen kardeşlerimiz gördü, orayı darmadağın ettiler. Şimdi Ortadoğu bataklığının içinde debelenen bir Türkiye gerçeği var. Üzülerek ifade ediyorum, debelenen bir Türkiye gerçeği var. Ne diyorlardı? Öyle gaz vermişlerdi ki emperyal güçler, Erdoğan’a öyle gaz vermişlerdi ki havaya girmişti: “24 saat içinde gideceğim, Şam’da Emevi Camiinde namaz kılacağım.” Buyur kıl bakalım! Bu kadar gazla giderse, akılla değil, mantıkla değil, birilerinin gazıyla gidersen işte seni Ortadoğu bataklığına böyle sokarlar. Ben Ortadoğu bataklığı dediğim zaman vay efendim, sen Ortadoğu’ya nasıl bataklık dersin diye kızıyorlar. Bugün kendileri de kullanıyorlar, o noktaya geldiler.
Değerli arkadaşlarım, gözlem noktalarımız, İdlib’de gözlem noktalarımız sorunlu, 9 numaralı gözlem noktasına Rusya izin verdiği ölçüde oraya bir şeyler götürüyoruz. Rusya’nın kontrolünde götürüyoruz oraya ve bizim askerlerimiz Rus askerleri tarafından korunuyor. Saraydakiler bunu yutuyor, saraydakiler bunu hazmediyor. Ben hazmedemiyorum, benim ağrıma gidiyor. Çünkü ben onlar gibi değil, gerçek milliyetçiyim, hakiki milliyetçiyim, saf milliyetçiyim. Memleketimi savunurum, taşını toprağını savunurum.
Altı okumuzdan birisi milliyetçilik, milliyetçiyiz. Vatanımızı seviyoruz, bayrağımızı seviyoruz, güvenlik güçlerimizi seviyoruz, askerimizi, polisimizi seviyoruz. Hiç kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. Barış içinde yaşamak varken neden elin oğlunun söylemleriyle oralara giriyoruz, hangi gerekçeyle giriyoruz? Yazık günah değil mi bu memlekete? Bıraktık Suriye’yi ta gittik Mısır’la kavga ediyoruz. Niye kavga ediyoruz? Suriye’ye silah gönderdik, şimdi de Libya’ya silah gönderiyoruz. Niçin? Oradakiler de Müslümanlar birbirini öldürsün diye.
Değerli arkadaşlarım, en baştan beri uyardık, en baştan beri, oysa bir dönem ne kadar güzeldi, Suriye’nin Devlet Başkanı Türkiye’ye gelirdi, Türkiye’de Devlet Başkanı oraya giderdi, beraber tatil yaparlardı, sohbetler yapılırdı, futbol karşılaşmaları yapılırdı. Bütün bunların hepsi olurdu. Kimse de niye bunu yapıyorsunuz demedi, herkes hayatından memnundu. İthalatı vardı, ihracatı vardı, sanatçılar gider gelirdi, her şey çok güzeldi, ama birden bire bir sabah kalktık, en büyük düşman Suriye. Niçin, hangi gerekçeyle?
Bakın, biz CHP olarak neler yaptık, onu da söyleyeyim. Vicdan sahibi herkese seslenmek istiyorum. Vicdan sahibi, ahlâk sahibi herkese seslenmek isterim. Suriye’de karışıklık çıktığı zaman, Eylül 2011’de Suriye yönetimine bizim arkadaşlar gidip görüştüler Suriye’de karışıklıklar olmasın diye. Yine Aralık 2012’de de Suriye muhalefetiyle görüştük, yani hem Suriye’nin iktidarı, hem Suriye’nin muhalefetiyle görüştük, dedik ki: “Kavga etmeyin, barışın. Kendi sorununuzu kendiniz çözün” Biz bunu yaptık, milletvekilleri gönderdik oraya, ama iktidar silah gönderdi. Biz milletvekili gönderdik barış olsun orada diye, insanlar birbirlerini öldürmesinler diye, kadınlar, küçücük çocuklar mahvolmasın, öldürülmesin diye yaptık.
Nisan 2012’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme önergesi verdik. Dedik ki: “Meclis Suriye konusunu bir oturup konuşsun, nedir bu Suriye’de olan bitenler”, yine biz yaptık, Cumhuriyet Halk Partisi yaptı.
Nisan 2012’de yine Cumhuriyet Halk Partisi olarak Arap Baharı Konferansı düzenledik. Bütün Arap ülkelerinin hem birikimli, hem deneyimli siyasetçilerini, gazetecilerini davet ettik bütün Arap coğrafyasından. Arap dünyasında barışı nasıl yapabiliriz, Türkiye’yle Arap dünyası arasındaki sıcak, samimi akrabalık ilişkilerine dayanan, ekonomiyi de güçlendirecek olan ilişkileri nasıl büyütebiliriz diye bir uluslararası konferans düzenledik.
Yetmedi, 4 Ağustos 2012’de Türkiye de bir Uluslararası Suriye Konferansı düzenlesin diye Erdoğan’a çağrı yaptım ve mektup gönderdim. Elinin tersiyle itti. Türkiye’de konferans mı olur, Uluslararası Suriye Konferansı, ama Trump “Cenevre” dedi, koşa koşa Cenevre’ye gitti. Hani yoktu, niye oraya gidiyorsun o zaman? Sen düzenle, aktör olacaksın sen aktör ol, sorun çözeceksen sen sorunu çöz. Neden birilerinin gölgesine sığınıyorsun? Bu benim ağrıma gidiyor. Komşu Amerika’nın komşusu değil, Rusya’nın komşusu değil, ama benim komşum, ben sorununu çözeyim. Neden onlar çözüyorlar ve sen onların gölgesinde bir yerlere tutunmaya çalışıyorsun?
Cenevre görüşmeleri devam ediyor. 3 Şubat 2013’te Sosyalist Enternasyonal de dedi ki, bir Suriye çalışma grubu oluşturalım ve oluşturduk. Uluslararası bir Suriye Çalışma Grubunu Sosyalist Enternasyonalde oluşturduk.
Mart 2013’te dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a bir mektup yazıp Cumhuriyet Halk Partisinin Suriye sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin bir mektup gönderdik.
Yetmedi, Haziran 2016’da Suriyeli sığınmacılarımız vardı, 3.5 milyon Suriyeli. Bu Suriyelilerin durumu ne olacak? Suriyeliler kendi ülkelerine hangi koşullarda gidecek? Bununla ilgili iki rapor hazırladık.
Yetmedi, Mayıs 2018’de seçimler vardı ve seçimlerde ilk kez, cumhuriyet tarihinde ilk kez bir siyasal parti dış politikayla ilgili bir proje üretti, “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatını kuralım” dedik. “Türkiye, İran, Irak ve Suriye, dört ülke bir araya gelsin, Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kuralım. Sorunumuzu biz çözemiyor muyuz, niye Amerika, niye Rusya? Oturalım biz hep beraber, kendi sorunumuzu kendimiz çözelim, kendi göbeğimizi kendimiz keselim. Rusya gözlemci olsun, Amerika gözlemci olsun, Avrupa Birliği gözlemci olsun, İsrail gözlemci olsun, buna itirazımız yok, ama biz kendi sorunumuzu kendimiz çözelim. Egemen güçlerden bu bölgeyi kurtaralım”, bunu da söyledik.
Eylül 2018’de İdlib konusunda Türkiye çok sıkıştı, 6 maddelik bir çağrı yaptık ve Ekim 2019’da, yani bu ayın başlarında “Suriye’de Barışa Açılan Kapı” diye uluslararası bir Suriye konferansı düzenledik.
Bakın değerli arkadaşlar, memleketimizi seviyoruz, ama komşularımızı da seviyoruz. Memleketimizde hiç kimsenin burnu kanamasın diyoruz, ama komşularımızda da kimsenin burnu kanamasın diyoruz. Komşuda yangın çıkıyorsa, yangına müdahale etmezseniz o yangın size sıçrayacaktır. Terör örgütlerine destek verdi Türkiye bir dönem, hâlâ da destek veriyor, İdlib’de destek veriyor. Bütün dünya bunları biliyor.
Şimdi ben hepinizin huzurunda 82 milyon adına Erdoğan’a 7 maddelik bir soru soruyorum. Erdoğan’a 7 maddeden oluşan 7 soru soruyorum. Eğer bu ülkeyi seviyorsa, bu ülkenin çıkarlarını savunuyorsa ve bu ülke için çalıştığını iddia ediyorsa 7 soruya cevap istiyorum. Onlardan birisi şu:
1. Bir zamanlar dost olduğumuz Suriye’yle durup dururken neden kavgalı hale geldik? Bir zamanlar dosttuk, neden kavgalı hale geldik? Sana, yani Erdoğan’a “Suriye’nin içişlerine karış” diyenler kimdi, kimlerdi bunlar, kimler seni aldı Suriye batağına sürükledi? Ben bunun cevabını istiyorum.
2. Türkiye’deki teröristlere, Suriye’deki teröristlere Türkiye üzerinden silah gönderenler kimlerdi? Meşru olmayan bu yolu sana kimler önerdi? Bu gayrimeşru yolu sana önerenler hâlâ senin yanındalar mı? Silahlar geliyordu Türkiye’ye, karayolu ve havayoluyla geliyordu, tırlara bindiriliyordu, yasa dışı meşru olmayan yollardan Suriye’deki teröristlere gönderiliyordu. Sana bunu kim önerdi, bu silahları sana kim verdi “al Suriye’ye götür” diye, “Müslüman’ı Müslüman’a kırdır” diye kim sana söyledi? Ben bunun cevabını bekliyorum.
3. “Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelip Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen teröristlere geçiş imkanı sağlayın” diyenler kimlerdi? Dünyanın her tarafından teröristler geldi Türkiye’ye, Türkiye’de bulundular, alındılar Suriye’ye götürüldüler. Sana kim bu teröristleri Türkiye üzerinden geçir dedi ve bunun telkinini sana kim yaptı?
4. Astana sürecinde İdlib’deki teröristlerin elinden ağır silahları alacağız sözünü verdin. Dedi ki: “İdlib’de teröristler var, söz veriyorum onların elindeki ağır silahları alacağım.” O sözü verdin. Bu sözünü dahi yerine getirememişken şimdi Fırat’ın doğusundaki tutuklu IŞİD teröristlerini ABD’den devralmaya kalkıyorsun. Evet, IŞİD’in teröristlerini Trump dedi ki: “Sana veriyorum, sen bundan sonra devral.” Biz teröristlerin bekçisi miyiz? İdlib’de teröristlerin bekçiliğini yapıyoruz, şimdi diğer yerde de IŞİD teröristlerinin bekçiliğini yapacağız. Bu tablo Türkiye Cumhuriyeti Devletine yakışıyor mu?
5. Suriyeli sığınmacıların bize maliyeti 40 milyar Dolar, kendileri söylüyorlar. Suriyeli mültecilerin, yani sığınmacıların bize maliyeti 40 milyar Dolar. Peki, Suriye bataklığının Türkiye Cumhuriyeti Devletine maliyeti ne kadar? Trump ne dedi? “Ben Amerikan vatandaşlarının ödediği vergileri oraya harcamayacağım.” Erdoğan, sen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ödediği vergiyi niye o bataklığa harcıyorsun, ben bunu sormayacak mıyım?
6. Amerika’yla bir telefon görüşmesi üzerine mutabakat sağladığın anlaşılıyor, ama ortağın, yani Trump: “Haddini aşarsan ekonomini mahvederim” diyecek kadar cüretkâr ve küstah. Ne için söz verdin? Haddini aşmayacağın nokta nedir? Operasyonun sınırları hakkında bir anlaşmaya vardın mı? Bunun da cevabını bekliyoruz.
7. Büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığını hâlâ sürdürüyor musun? Eş başkanlığın Türkiye’ye ne faydaları oldu?
7 sorunun cevabını bekliyorum.
Tezkere bugün görüşülecek. Orada askerlerimiz var. O askerleri korumamız lazım, o askerlerin burnunun kanamaması lazım. O nedenle bu tezkereye askerlerin hatırı için, orada oğlunu gönderen askerlerin annelerinin hatırı için, o çocukların burnu kanamasın diye bu tezkereye içimiz yana yana evet diyeceğiz. Evet, işin acı tablosu budur. O askerlerin hatırı için yazıktır günahtır, bütün bu tabloyu milletin önüne koymak da benim namus borcumdu, vicdan borcumdu, siyaset borcumdu, ahlâk borcumdu. Bu tablo Türkiye’nin yaşayacağı bir tablo değildir ve bu tablodan biz çok rahatsızız. Bu tablonun düzelmesi lazım, bu tablonun düzelmesi için de bize kulak vermeleri lazım, bizi dinlemeleri lazım. Doğruları söylüyoruz, ahlâklı olarak doğruları söylüyoruz. Türkiye’nin çıkarlarını savunuyoruz, savunmaya da devam edeceğiz, ama gidip de Trump’a teslim olan bir adamdan bu memlekete hayır gelmez. Onun da altını çizmek isterim.
26.12.2024
26.12.2024
26.12.2024
26.12.2024