03.03.2020
03.03.2020
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ederim arkadaşlar. Bizleri televizyonları başında dinleyen, izleyen saygıdeğer yurttaşlarım; bu grup toplantısı benim için de zor olan bir grup toplantısı. Meseleyi nasıl anlatacaksınız? Neler söyleyeceksiniz? Hepimizin yüreği kanıyor ve hepimiz ciddi bir gelecek endişesi taşıyoruz.
Samimi inancımı söyleyeyim: Türkiye iyi yönetilmiyor. Yönetilemeyen, savrulan bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ne söyleyeceksiniz? Söylenmesi gereken çok şeyi söyledik aslında. Yapılması gereken çok şeyi yapmaya çalıştık aslında. Öneriler getirdik. "Yapmayın, etmeyin" dedik. "Şöyle yapın, böyle yapın" dedik. 5 madde getirdik, 7 madde getirdik, 3 madde getirdik, 10 madde getirdik. "Buna göre davranın" dedik. "Türkiye bulunduğu coğrafya itibariyle sıradan bir coğrafyada değil, bütün dünyanın gözlerinin olduğu stratejik bir bölgededir" dedik. Egemen güçlerin bu bölgeden nasıl kovulduğunu acaba bu ülkeyi yönetenler biliyorlar mı? Milli Kurtuluş Savaşı'nın hangi koşullarda verildiğini acaba biliyorlar mı? Bir Milli Kurtuluş Savaşı yapacaksınız ve asla egemen güçlere teslim olmayacaksınız. Bunu biliyorlar mı acaba? Defalarca uyardık. "Egemen güçlerin bu bölgede taşeronluğuna soyunmak" en büyük tehlikedir dedik. "Egemen güçler bu bölgede operasyon yaparken maşa kullanırlar" dedik. "Maşa konumuna Türkiye Cumhuriyeti Devletini sokmayın" dedik. Defalarca söyledik, dilimizde tüy bitti. "Yanlış yapıyorsunuz" dedik.
Değerli arkadaşlarım; bir ülkenin, komşumuz bir ülkenin rejimini değiştirmek için özel bir çaba harcıyorsunuz. Sana ne kardeşim yahu? Varsa bir sorun uluslararası kuruluşlar var. Gidersin Birleşmiş Milletlere, gidersin başka organizasyonlara "Suriye'de insan hakkı ihlalleri var" dersin, "kabul etmiyoruz" dersin. Uluslararası arenaya taşırsın bunu. Biz hiçbir zaman demokrasiden ödün veren bir rejimi savunmadık, bundan sonra da savunmayız. Nerede bir insan hakkı ihlali varsa oraya gözlerimizi diker ve bakarız. Hiçbir zaman Suriye'deki rejimi savunmadık, savunmuyoruz da. İstiyoruz ki her bölgede, bizim bölgemizde bütün komşularımızla barış içinde yaşıyor olsun. Arzumuz budur bizim. Bizim askerlerimiz -defalarca söyledim yine söyleyeyim- bir Mehmetçiğin tek tırnağı bile Suriye'den de Libya'dan da, efendim İdlib'den de değerlidir dedik; bir Mehmetçik.
Niye söylüyoruz bunu? Çünkü biz kendi bölgemizde savaş istemiyoruz. Komşuda savaş istemiyoruz. Komşuda yangın istemiyoruz. Örnekler verdim, örnekler. Dedim ya: Apartmanda otururken komşuda yangın çıkarsa, elinde bir kova suyla koşacaksınız yangını söndürmek için. Biz komşuda çıkan yangını söndürmek için suyla değil, benzin bidonuyla gittik. Çünkü öyle talimat verdiler "onu yapacaksın" dediler. "Siz egemen güçlerin taşeronluğunu yapıyorsunuz" dediğimde bana kızıyorlar. Doğruyu söylemeye tahammül etmiyorlar. Doğruyu dinlemeye tahammül etmiyorlar.
Devlet aklından bahsediyoruz bu günlerde, devlet aklı. Ne demek devlet aklı? Ülkeyi yönetenlerin, o ülkenin hangi koşullarda kurulduğunu bilmeleri demektir devlet aklı önce. Milli Kurtuluş Savaşı'nın hangi koşullarda verildiğini bilmektir devlet aklı. Devlet aklı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çıkarlarını her yerde, her ortamda savunmaktır. Devlet aklı aynı zamanda liyakatli insanların bulunduğu yerde devlet aklı olur. Liyakati bir devlette yok etmişseniz, orada devlet aklından söz edemezsiniz, bir kişinin aklından söz edersiniz. Bir kişinin aklının egemen olduğu bir devletin geleceği felaketlerle doludur. Tarihin dünya kadar örneği vardır.
Değerli arkadaşlarım; 26 Şubat 2006, Erdoğan konuşuyor, Üsküdar AK Parti İlçe Kongresinde konuşuyor: “Biz Ortadoğu'da GOTKA denilen geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi'nin için de eş başkanız. Biz orada görev ifa ediyoruz. Böyle bir görev Türkiye'ye seçilerek verilmiştir.”
Sana bu görevi kim verdi? Kim Verdi? Bu sorunun cevabını istiyorum ben. Milletin vicdanı önünde bu sorunun cevabını istiyorum. Sana Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığını kim verdi? Çık milletin önünde bunu açıkla, açıklıkta ifade et. "Ortadoğu'yu kan gölüne döndüreceksin" diye sana talimatı kim verdi?
4 Mart 2006, Bayrampaşa İlçe Kongresinde konuşuyor beyefendi. “Türkiye'nin Ortadoğu'da bir görevi var…” Nedir o görev? “…Biz Geniş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesinin eş başkanlarından bir tanesiyiz ve bu görevi yapıyoruz biz.”
Sen Kendi Türkiye'nle uğraş. Bu ülkede demokrasiyi büyüt, kişi başına geliri arttır, her evde huzur olsun, her evde bereket olsun. Sana ne Ortadoğu’dan, sana ne Kuzey ya da Güney Afrika’dan? Sana ne kardeşim? Neden egemen güçlerin talimatına göre, yönlendirmesine göre, görevlendirilmesine göre görev alıyorsun?
Aslında zaman zaman Erdoğan da gerçekleri görüyor, hakkını yemeyelim. Yaptığı bir konuşma var. Anneler Günü dolayısıyla yapıyor. Anneler gününde şu konuşmayı yapıyor,12 Mayıs 2013: "Bizi Suriye'deki kanlı batağın içine çekmeye yönelik her türlü eyleme karşı soğukkanlı olmak zorundayız. Annelere söylüyoruz. Ortadoğu'da bir batak var, bizi oraya çekmeye çalışıyorlar. Hepimizin dikkatli olması lazım. Büyük devlet, hadiseler karşısında aklıselimle düşünebilen bir devlettir" diyor.
Doğru mu? Doğru... Peki ne oldu da bundan vazgeçti Erdoğan? Ne oldu da vazgeçti? Az önce bir soru sormuştum. Kim sana telkin etti? Kim seni yönlendirdi? Kim "şunu yap, bunu yap" dedi. Kim" Ortadoğu'ya gir" dedi?
Aslında onun cevabını da Erdoğan veriyor. Ne zaman? 5 Aralık 2017; yeni 2017 Ak Parti Grubunda. "Ya biz Özgür Suriye Ordusunu ey Amerika, seninle beraber kurduk ya. Bunun adımını sizden önceki Obama yönetimi ile beraber kurduk" diyor.
Telkinin kim tarafından yapıldığını, kimin talimatıyla bu işlerin içine bulaşıldığını Erdoğan kendisi itiraf ediyor.
Bütün milletimin, vicdan sahibi olan herkesin; kadın-erkek, yaşlı-genç, büyük-küçük, vicdan sahibi olan herkesin vicdanına sesleniyorum, herkesin! Ya arkadaş, Özgür Suriye Ordusunu Amerika'nın telkiniyle neden beraber kurarsınız? Hangi gerekçeyle kurarsınız? Suriye'nin parçalanması, Ortadoğu'nun parçalanması kimin işine yarıyor? Akıl var, akıl! Aklını kiraya vermeyeceksin, iradeni kiraya vermeyeceksin. Devleti yönetiyorsan devlet aklı dediğimiz kavramı asla unutmayacaksın. Uzmanlara danışacaksınız, bir değil beş sefer danışacaksın! Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarihini bileceksin. Ortadoğu'yu bileceksin, Arap dünyasını bileceksin. O dünyada nelerin olduğunu bileceksin. O dünyada suya giderken nasıl kandırıldığını göreceksin. Dünya kadar tarihi örnekleri var, dünya kadar. Falih Rıfkı Atay'ın Zeytin Dağı'nı okuyacaksın. Ortadoğu'yu anlamak istiyorsan Falih Rıfkı Atay'ın Zeytin Dağı kitabını okuyacaksın.
Değerli arkadaşlarım. Elim bir olay oldu 27 Şubat günü. O gün bir televizyon programı vardı, ona katılmıştım. Program biraz erken kesildi. Çünkü sosyal medyadan haberler geliyordu. Can yakıcı haberler geliyordu. Çok sayıda şehidimiz var. Hemen arkadaşları topladık; önce bir Ayak Divanı, olaylar büyüyünce grup başkan vekillerimizi ve genel başkan yardımcılarını Genel Merkezde topladık. Hep beraber olayları izlemeye, bilgi edinmeye çalıştık. Bölgeyle konuşuyoruz. Reyhanlı İlçe Başkanımızla, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanımızla, bölge milletvekilleri ile konuşuyoruz. Nedir oradaki olaylar? Neyin nesidir? İlerleyen saatlerde gelen haberler daha acı olmaya başladı. Bekliyoruz birisi bir açıklama yapsın açıklama yapsın, açıklama yapan yok.
Değerli arkadaşlarım 23.49'da Hatay Valisi çıktı, bir açıklama yaptı ve 9 askerimizin şehit olduğunu açıkladı. Ama gelen bilgiler bunun çok üstündeydi. Büyük bir sükûnetle yine olayları takip etmeye çalıştık. 27 Şubat'ı 28 Şubat'a bağlayan gece Sayın Vali önce 22 şehidin varlığını açıkladı, sonra "29 şehidimiz var" dedi. Biz oturduk, dedik ki: Bu kadar önemli bir olay varsa, bu kadar şehidimiz varsa. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanması lazım. "Bunu asla bir siyasi polemik konusu yapmayacağız" dedik. Şehitler hepimizin şehididir, başımızın tacıdır oradaki insanlar. Bir tırnağına Suriye'yi değiştiremeyiz, bir tırnağına!
28'inde saat 02.04'te Parti Sözcümüz bir basın açıklaması yaptı. Hiçbir eleştiri, hiç kimseye en ufak bir eleştiri gelmedi. "Türk Ordusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusudur" dedi. Evet öyledir, Anayasa'da öyledir, kuruluşundan beri de öyledir. O nedenle "Gazi Meclisi" unvanını almıştır. "Onlarca şehidimiz varken, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin buna sessiz kalmasını bekleyemeyiz" dedi. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hemen yarın bir kapalı oturum yapması gereğinin altını çizdi. Kapalı olmasının nedeni de şuydu: Olur ya, pek çok bilgi olabilir, açıklanmasında sakınca olabilir. Gelsinler 600 milletvekiline bilgi versinler. Bakın hiçbir suçlama yok, hiçbir siyasi eleştiri yok. Sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak toplanalım. Bu olay nedir arkadaşlar? Olayın ayrıntıları nedir? Bilgisi nedir, bunu öğrenelim. Milletvekili olarak, milletin vekili olarak buna hakkımız var bizim. Bunu söyledik.
Ertesi gün yine hiçbir haber yok. Ertesi gün bir açıklama daha yaptık değerli arkadaşlar. Sabahleyin yine MYK toplandı, biz sabaha karşı 5'te evlerimize gittik. Sabah 10'da tekrar geldik, 11’de tekrar MYK'mız başladı ve saat 15.06'da da ikinci basın toplantısı yapıldı. Talebimiz bu kez bir kez daha dile getirildi kamuoyu önünde. Yine Parti Sözcümüz hiç kimseyi eleştirmeden, siyasi polemik konusu yapmadan sağ duyulu bir açıklama yaptı. Bu toplantı çağrımız, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni toplantı çağrımız, Anayasa’mızdaki gerçeklere dayanmaktadır. Bu birlik ve bütünlük içinde -altını özenle çiziyorum- birlik ve bütünlük içinde yaşanan çok sıkıntılı süreci aşma gayretidir. Kavga demiyoruz. Birlik ve bütünlük içerisinde bu sorunu aşalım, Mecliste oturalım ve konuşalım diyoruz.
Öncelikle Türk ordusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusudur. Anayasamıza göre; Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılmaz bir bütündür. Anayasa böyle diyor. Onlarca şehidi varken Türkiye Büyük Millet Meclisinin kayıtsız kalarak hızla olağan üstü toplanmaması düşünülemez. Bakın ne kadar sağduyulu hareket eden bir partiyiz. Kavga istemiyoruz, polemik istemiyoruz, gerçekleri istiyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelip insanlar bilgi versinler, bunları istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, yine ses yok. O gece Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ile görüştüm, başsağlığı dileklerimi aktardım. Aynı şekilde kamuoyuna, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün vatandaşlarına başsağlığı dileklerimizi de ayrıca aktardık. Her basın toplantısında yine bunu özenle dile getirdik. Değerli arkadaşlarım; birinci gün kimse yok, ikinci gün kimse yok. Sadece Vali var.
Üçüncü gün Sayın Erdoğan İstanbul'da bir toplantı yaptı. İstanbul milletvekillerini topladı, Ak Parti İstanbul Milletvekilleri. Bazıları AK Parti'nin eski İstanbul milletvekilleriydi. Orada bir konuşma yaptı. İlk kez çıkıyor. 33 şehidimiz var, ilk kez televizyona çıkıyor ve televizyonda açıklamalar yapacak; herkes de dinliyor. Ekonomiden bahsetti, başarılarından bahsetti. İşsizliği nasıl engelleyecekler, ondan bahsetti. Bir sürü şeylerden bahsetti. Tabii doğal olarak bir de benden bahsetti. Ya arkadaş! Gerçekten dinleyince memleketin haline bir daha üzüldüm. Biz ne kadar sorumlu, o beyefendiyi ne kadar sorumsuz davranıyor. Milleti ateşe atsa, o gencecik pırlanta gibi çocuklarımızı ateşe atsa sevinecek. "Kılıçdaroğlu beni aramadı..." Kardeşim arayacak olan ben değilim, arayacak olan sensin. Nedir bu durum, bilgi vereceksin.
Bu neyi gösteriyor? Vatandaşlarıma bir daha söyleyeyim, bu şunu gösteriyor: Bir cumhurbaşkanı tarafsız olmazsa, memleketi yönetemez. Bir cumhurbaşkanı tarafsız olmazsa, 83 milyonun cumhurbaşkanı olamaz. Neden diyoruz cumhurbaşkanı tarafsız olsun. Çünkü cumhurbaşkanı bulunduğu konum gereği devletin sigortasıdır. Sigortası yok koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinin!
Değerli arkadaşlarım, o gece ve kapalı oturum, Cumartesi günü hemen toplanacağız, bütün milletvekillerini davet ettik, CHP milletvekillerini. Sağ olsun bütün milletvekillerimiz geldiler. Yine sağduyulu bir toplantı yaptık. Ama bu açıklamayı duyunca, Erdoğan'ın açıklamasını gerçekten çok üzüldüm, gerçekten. İnsanda biraz vicdan olur ya, biraz ahlak olur ya, daha şehitlerimizin cenazesini toprağa vermemişiz ya, nasıl böyle konuşursun sen! Ya bari cümleyi açarken şu kadar şehidimiz var, orada yanlış söyledi; bari bir başsağlığı dile yahu. Nasıl bir yönetim anlayışıdır? Nasıl bir kibirdir, bunu anlamakta zorlanıyorum; insan olarak anlamakta zorlanıyorum. Biraz vicdan lazım, biraz ahlak lazım, biraz adalet lazım, biraz hukuk lazım, biraz insana saygı lazım, nasıl böyle bir konuşma yaparsın? "Şehitler tepesi boş kalmayacak" diye açıklama yaptı.
Değerli arkadaşlarım; Bu Arif Nihat Asya'nın bir şiiri, çok güzel bir şiir aslında. Şehitler tepesinden, rüzgârın esmesinden ve bayrağın dalgalanmasından da söz eder. Şehitler tepesi zaten boş değil ki. O tepede yüz binlerce şehit var. O tepede dalgalanan bayrağımız var. Sen öyle bir pozisyon alıyorsun ki "neden ben buraya daha fazla şehit defin etmiyorum? Neden daha fazla şey Türkiye'ye gelmiyor? O tepe asla boş kalmayacak" diyor. "Sürekli şehitler gelecek" diyor. Ya insanda biraz vicdan olur. O gece emin olun on binlerce aile, anne uyumadı, on binlerce aile. Çocuğu Suriye'dе olan, Irak'ta olan annelerin dramını acaba bu saray sosyetesi biliyor mu Allah aşkına? Bunlar biliyorlar mı yahu? On binlerce anne o gece sabaha kadar uyumadı ya. On binlerce baba o gece sabaha kadar uyumadı. Değerli arkadaşlarım; binlerce gelin sabaha kadar uyumadı.
"Asker Yolu Gözlerim" diye bir türkümüz var. Bunlar asker yolu gözlerimin ne anlama geldiğini biliyorlar mı acaba? Askere giden biri evladının huzur içinde evine dönmesinin ne kadar değerli olduğunu acaba bunlar biliyorlar mı? On binlerce gelin, on binlerce anne, on binlerce baba, on binlerce, o gece sabaha kadar uyuyamadı. Ama o gece bu memleketin cumhurbaşkanı yoktu. O gece bu memleketin bakanları yoktu. Özellikle de Milli Savunma Bakanı yoktu o gece. O gece bu memleketin Genelkurmay Başkanı yoktu. Neredeydiler o gece? O gece devletten bir kişi vardı, Hatay Valisi.
Şimdi ben bunları söylemeyip ne söyleyeceğim arkadaşlar? Ben bunları söylemeyip de kahramanlık edebiyatı mı yapacağım? Oradaki erlerin, annelerin, babaların dertlerini ben dile getirmeyeceğim de kim dile getirecek? Bir anne, bir yüzbaşının annesi "bunları dile getirmezsen hakkımı helal etmem sana" diyor. Yaralılarla konuştum, milletvekillerimiz konuştu. Yaşanan tabloyu anlatmak istemiyorum, o dramı anlatmak istemiyorum ama değerli arkadaşlarım "nerede bu ülkenin Genelkurmay Başkanı?" derken bir gerçeğin altını daha özenle çizmek isterim. Orduda bir hiyerarşi vardır arkadaşlar; en üst komutandan en alttaki ere kadar ve orduda asla ve asla emir tartışılmaz. Ast tarafından emir tartışılmaz, yerine getirilir. Mete Han'dan bu yana, Mete Han'dan bu yana Türk ordusunun emir ve komuta zinciri bozulmamıştır. İlk kez 20 Temmuz sivil darbesinden sonra ordunun emir ve komuta zinciri yoktur arkadaşlar. Genelkurmay başkanının hiçbir yetkisi yoktur. Hiçbir kuvvet komutanı genelkurmay başkanına bağlı değildir. Açıkça Anayasa'ya aykırıdır. Yaşanan perişanlık, devlet aklının kaybolma perişanlığıdır.
Değerli arkadaşlarım; Hatay Valisi televizyona her çıktığında bütün arkadaşlarla beraber seyrederken yüreğimiz ağzımıza geliyordu; "Yahu kaç tane daha oldu, kaç şehit daha verdik?” Biz bunları düşünüyoruz, o beyler neyi düşünüyor acaba?
Değerli arkadaşlarım, milletin önüne çıkıp bir açıklama yapmadılar. Niye yapmadılar? Ben herkese sormak isterim, aklı baliğ olan herkese sormak isterim. Ordumuza büyük bir kumpas kurulmuş, onlarca şehidimiz var. Beyler sarayda oturuyorlar. Bir Allah'ın kulu çıkıp millete bilgi vermiyor. Beyefendi bekliyor, acaba Kılıçdaroğlu beni ne zaman arayacak… Ben seni niye arayayım yahu, millet seni bekliyor, çık millete bilgi ver kardeşim, niye bilgi vermiyorsun!
Değerli arkadaşlarım; o gece çıkmadılar, ertesi gün de çıkmadılar, ertesi gün de çıkmadılar. İki gün sonra da Genelkurmay Başkanı başsağlığı dileği için bir Tweet attı, çok önemli bir şey, yeni öğrenmiş demek ki, yeni öğrenmiş herhalde. Değerli arkadaşlarım; bütün bu tablo Türkiye'nin iyi yönetilmediğini gösteriyor. Üçüncü gün ancak çıkıyorsun medyanın önüne, üçüncü gün, çıkıyorsun yine şehitlerden söz etmiyorsun. Sonra arkalarda bir yerde, konuşmanın sonunda şehitlerden söz ediyorsun ve beni eleştiriyorsun. Ekonomiden, işsizlikten, şundan, bundan söz ediyorsun. Sanki Türkiye'de hiçbir şey olmamış, sıradan, rutin bir olay olmuş, 34 tane askerimiz şehit olmuş, bu da çok önemli bir olay değilmiş. Bunlar mı vatansever? Bunlar mı Türkiye'yi emperyal güçlerden koruyacaklar? Bunlar mı Türkiye'nin çıkarlarını savunacaklar? Emperyal güçlerin maşası olanlar Türkiye'yi düzeye çıkaramazlar. Bunu herkesin bilmesi lazım değerli arkadaşlarım.
Putin'e telefon eder, Merkel'e telefon eder, Trump'a telefon eder, onlara meydan okur. Onlar gelir; tak tak tak vururlar, koşa koşa ayaklarına gider. Hani sen kahramandın? Hani sen başkomutandın ya? Vurulan senin askerin, benim askerimi vuran hangi devlet olursa olsun benim düşmanımdır, nokta! Benim silahlı kuvvetlerimin, güvenlik güçlerimin vurulmasını sağlayan ya da vuran her devlet benim düşmanımdır. Ben niye ayağına gideyim? Topuğunuz kıçınızda Putin'e koşuyorsunuz ve diyorsunuz ki: "Ey Kılıçdaroğlu, sen niye böyle konuşuyorsun?" Ne konuşayım Allah aşkına ne konuşmamı istersiniz?
Hiç kimse unutmasın, hiç kimse; Mısır'daki sağır sultan da duysun. Bakın biz saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile açtık. Niçin? Çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisiyiz. Çünkü biz “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” anlayışından geliyoruz. Vatan kadar değerli bir şey yoktur. Bayrak kadar değerli bir şey yoktur. Bizim vatan sevgimiz, bayrak sevgimiz lafla değildir, lafla olmaz. Örnek mi istiyorlar? Hep örnek verdik. Kurtuluş Savaşını bıraktık bir tarafa, Rahmetli Ecevit'e bakın siz. Egemen güçler neden Cumhuriyet Halk Partisi'ni sevmezler? Egemen güçler neden CHP'nin iktidar olmasını hiç istemezler? Çünkü bilirler ki Cumhuriyet Halk Partisi'ne onların istediği sözü geçiremezler. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi, kendi ülkesinin çıkarlarını savunur değerli arkadaşlarım.
Az önce de ifade ettim. Milletvekilleriyle konuşurken neredeyse "İdlib'ten az şehit geldi" diye üzülecek beyefendi, az şehit geldi diye. Niçin? Şehitler tepesi boş kalmayacak? Daha çok gelirse, o kadar memnun olacak beyefendi. Değerli arkadaşlarım, şehitler tepesi zaten boş değil. Bu ülkenin bırakın tepesini, dağlarını, ovalarını, denizlerini; her karış toprağında şehitler var her karış toprağında. Adamın haberi yok bundan, bu devletin nasıl kurulduğundan haberi yok! Neler yapıldığından haberi yok bu insanın.
Değerli arkadaşlarım; siz oturursunuz, 34 şehidimiz olur, sarayınızda oturursunuz, çayınızı, kahvenizi içersiniz; İdlib'te neler olduğunu telefonlarla dinlerseniz milletin önüne çıkmaya utanırsınız. Üç gün geçtikten sonra çıkarsınız, Hedef Kılıçdaroğlu. Niçin? Kılıçdaroğlu vatansever, nasıl devireceğiz Kılıçdaroğlu'nu? Feriştahınız gelse deviremez! Çünkü biz haklıyız arkadaşlar, biz haklıyız. Sen oturacaksın çocuklarınla beraber Beştepe'de, fakir fukara, garip gurebanın çocuğu efendim şehitler tepesinde!
Değerli arkadaşlarım; sizin çocuklarınız Beştepe'de, uçan saraylarda, diğer saraylarda oturacaklar, keyiflerini çatacaklar; bu ülkenin fakir fukara, garip gurebanın çocuğu? Şehitler tepesi, onu da oraya layık göreceksin. Yabancı krallara, para babalarına her türlü imkanı vereceksin. Onların bir tepesi vardı meşhur, Sevda Tepesi, şehitlere gelince de şehitler tepesi. Sen niye gitmiyorsun oraya? Sen git, elinden tutan mı var? Kahramanlık edebiyatı yapıyorsun.
Değerli arkadaşlarım, şunu da sormak isterim: Hangi milletvekilinin çocuğu İdlib'te? Hangi üst düzey yöneticinin çocuğu İdlib'te, Suriye'de, Irak'ta? Hangi para babasının, cebinde para olan para babalarının çocukları Suriye'de, İdlib'te? Kimin çocukları orada? Saray sosyetesinin çocukları orada mı? Hepsi parayla yaptılar, bedelli askerlik yaptılar. Bastılar parayı, o işten kurtardılar. Bunları söyleyince de şimdi diyecekler ki: "Vay, Kılıçdaroğlu yine orduyu böldü, yine yanlış söyledi." Yanlış değil arkadaşlar. Herkes eşit şartlarda askerlik yapacak, nokta kardeşim! Para babasının çocuğu ayrı, fakir fukaranın çocuğu ayrı, siyasinin çocuğu ayrı, öbürünün çocuğu ayrı, bakanların çocukları ayrı, garip gurebanın çocukları ayrı; ben buna isyan ediyorum, ben bunu doğru bulmuyorum.
Erdoğan gidiyordu bazı yerlere değil mi? "Öl de, ölelim" diye slogan atıyorlardı. Hepsini topla, gönder İdlib'e. Gönder oraya, şehitler tepesi de boş, gönder oraya. Geldiği zaman da ağırla bari orada. Ama yapmıyorsun, seni kefenle karşılayanlar vardı, niye göndermiyorsun oraya?
Değerli arkadaşlarım; daha acı olanı ne biliyor musunuz? Özgür Suriye Ordusunu Kuvayi Milliye'ye benzetmesidir. Allah insana bu kadar cehaleti vermesin, bu kadar cehaleti vermesin! Hangi Kuvayı Milliye’ci egemen güçlerden aldığı parayla başka bir ülkede mücadele etti, hangi Kuvayı Milliye’ci!
"Beraber kurduk" diyorsun sen. Kiminle? Obama yönetiminden beri geliyor ÖSO; sen söylüyorsun, ben söylemiyorum. Yahu onlar vatanları için mi mücadele ediyorlar? Hayır. Para vermesen hepsi isyan edecek. Kendi vatanı için, kendi bayrağı için canını ortaya koyan adam aylık mı alır yahu? Aylığı vermeseniz isyan edecekler.
Devlet aklından söz ettim değerli arkadaşlarım. Devleti yönetenlerin aklından söz etmiyorum. Liyakat üzerine inşa edilmiş bir devlet geleneğinde bilgiden, birikimden, tarihten ders alınarak çıkarılan, süzülen bir akıldır devlet. Her alanı farklıdır. Bilge insanlar oturup konuşurlar. Onların görüşlerini alırsınız. Olayların içinde yoğurulmuşlardır, deneyim kazanmışlardır ve onlar siyasilere yol yöntem gösterirler. Geçmişte yapılan hataların bir ülkeye getirdiği faturayı siyasetçinin önüne koyarlar, yanlış bir karar vermesin diye.
Şeyh Edebali Osmangazi'ye der ki: "Ey oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın." Şeyh Edebali bilmiyor muydu şehitler tepesini! Önce insanı yaşatacaksın ki, devleti yaşatabilesiniz. Sen insanı öldürüyorsun. Birilerinin telkinleriyle insan öldürüyorsun. Şeyh Edebali bilge birisi değil mi? Hepimizin yüz akı değil mi? Bütün dünyanın bildiği bir bilge değil mi?
“Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir” arkadaşlar. Ben söylemiyorum. Bütün hayatı savaş meydanlarında geçmiş bir komutan söylüyor bunu, bütün hayatı geçmiş. Milleti savaşa götürünce vicdanında azap duymamalı, "Savaş öyle bir noktada olmalı ki, milleti savaşa götürdüğümde vicdanımda bir azap duymamalıyım" diyor. "Öldüreceğiz" diyenlere karşı "ölmeyeceğiz" diye savaşa girebiliriz. Ancak millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir" diyor. Kim söylüyor? Gazi Mustafa Kemal söylüyor; bütün hayatı savaş meydanlarında geçmiş.
Erdoğan yine kendisini tutamıyor. Arka arkaya gene uzun uzun konuşmalar, her seferinde malum benden söz ediyor ve şu açıklamayı yapıyor AK Parti İl Danışma Meclisinde, Çanakkale'den söz ederken "Gazi Mustafa Kemal'in hitabıdır, "Ben size ölmeyi emrediyorum.” Bay Kemal tarihinden uzak, şehadetten uzak, şehadet nedir bilmeyen, bunun cahili olan bir kişi. İnanıyorum ki CHP'ye gönül veren kardeşlerim, vatandaşlarım da böyle bir şahsın arkasından gitmeyecek, onu da hesaba çekeceklerdir" diyor.
Çanakkale ile İdlib'i kıyaslamak kadar cehalet olabilir mi? Çanakkale ile İdlib. Çanakkale vatan toprağı kardeşim, vatan toprağı yahu! Her karışına, her karışına binlerce can verildi. Her toprağına binlerce can verildi, vatan toprağı yahu burası. Sen İdlib'le Çanakkale'yi bir tutuyorsan vay bu memleketin haline, vay bu memleketin haline! Nasıl bir anlayıştır, nasıl bir tarih bilgisidir? Nasıl bir cehalettir? Anlamakta zorlanıyorum. Emin olun eğer Çanakkale ile Suriye'de bir yeri beraber tutacaksan, o yerin adı Süleyman Şah Türbesi. Niçin? Süleyman Şah Türbesi bizim topraklarımızın olduğu yerdir. Oradaki bayrak da bizim bayrağımızdır. Sen Süleyman Şah Türbesini IŞİD terör örgütünden kaçırmadın mı Allah aşkına yahu? Bayrağını indirmedin mi? Bayrağını indiriyorsun yahu; kendi toprağından bayrağını indiriyorsun ve bana Çanakkale örneğini veriyorsun. Şu cehalete bakın Allah aşkına, şu beceriksizliğe bakın, şu acziyete bakın!
Acizlik içinde, ne söylediğini bilmeyen garip bir adam, emin olun garip bir adam.
Daha acı olanı ise şu: Sen Çanakkale'yi örnek veriyorsun, Gazi Mustafa Kemal erlere dönüp "Ben size ölmeyi emrediyorum derken" neredeydi Gazi Mustafa Kemal? Sarayda mıydı? Cephedeydi, cephedeydi. Conkbayırı'nda cephede idi, Anafartalar'da cephede idi, İzmir'de cephede idi. Beyler siz neredesiniz? 33 erimiz şehit olmuş, beyler toplanmışlar sarayda. Sarayda toplananlar bana tarih dersi vermeye kalkıyorlar! Sen kim, tarih kim yahu? Sen adını bile doğru yazamazsın.
Şehitlerimiz, hepimizin baş tacı. Bu ülkenin şehitleri, bu ülkenin onurudur. Bayrağı için, vatanı için hayatını veren, canını veren herkes bizim şehidimizdir. Bu topraklar onların yurdudur. Nerede ölürlerse ölsünler, nerede şehadet şerbetini içerlerse içsinler, onların yeri bizim bağrımızdır. Ama o ailelerin çektikleri dram, hepimizin ortak dramı olmak zorundadır.
Piyade Uzman Çavuş Tolga Can Yılmaz, 24 yaşında. Bursa'da ailenin tek çocuğu... Evlenmek için para biriktiriyordu. Ailenin tek çocuğu şehit oluyor. O annenin, o babanın dramını acaba bunlar biliyorlar mı? Kınalı kuzusu hayatını kaybetti, o annenin yaşadığı tabloyu bunlar biliyorlar mı?
Piyade Teğmen Bayram Olgun, 26 yaşında Konyalı. Babası 2 ay önce vefat ediyor, 2 ay önce babasının cenazesine katılmak için Suriye'den geliyor, babasının cenazesine katılıyor. Cepheye gitmeden önce mahalledeki berbere gidiyor ve tıraş oluyor. Şöyle söylüyor: "Arkadaşlarım orada çatışıyor. Ben cenaze için geldim. Belki bu son tıraşım olur" diyor. Evet, bu topraklardaki son tıraşıydı…
Değerli arkadaşlarım Uzman Çavuş İbrahim Tüzel, 7 kardeş bunlar. Acılı baba 2 gün önce, şehadetinden 2 gün önce telefonla konuşuyor, şöyle diyor: "Oğlum iki gün önce telefonla beni aradı. Ben şehit olacağım baba dedi. Ben de kendisine dikkatli olmasını, kendisine iyi bakmasını söyledim" gözyaşları döküyor ve böyle anlatıyor.
Onbaşı Turgut Turgay Korkmaz, 23 yaşında Antalyalı. Baba yine aynı dramı anlatıyor: "Oğlumla en son 15 gün önce görüşmüştüm. O zaman belliydi şehit olacağı, 15 gün boyunca hep gezdi. Yıllardır gezmediği kadar gezdi. Eşime herhalde oğlumuz şehit olacak; yüzüne onur, güzellik yansımış" dedim. Baba bile kabul ediyor oğlunun şehit olacağını.
Süleyman Şahin, 35 yaşında Afyon'da. Annesi "sarı kuzum" diyerek tabutuna sarılıp ağlayan bir anne.
Piyade Uzman Onbaşı Ali Taşıyoruz, 24 yaşında Kayseri'de. Anne şunu söylüyor cenaze töreninde: "Dün akşam bana çok güzel göründün oğlum. Sen ağlama diyordun, bak ağlamıyorum. Seni asker selamıyla uğurluyorum evladım" diyerek tabutuna sarılıyor.
Uzman Çavuş Güven Kurtulmuş, 23 yaşında Bitlisli. Güroymak İlçesi'nin Budaklı Köyü'nde toprağa veriliyor. 4 aylık evli ve eşi hamile.
Piyade Uzman Onbaşı Batuhan Tank, 24 yaşında, 6 ay önce nişanlanmış ve hayatını kaybetti.
Piyade Uzman Onbaşı Halil İbrahim Akkaya'nın annesi yürüyemeyecek konumda ve onu sedyeyle tabutunun başına getirdiler ve anne öyle vedalaştı.
Akif Akçadağ, Kahramanmaraş'ta… Anne yine tabuta sarılıyor. "Yavrum gene şaka yapıp da geldiğini söyle bana. Herhalde şaka yaptı yavrum, şaka yapıyor benimle" diyerek.
Mehmet Muhammet Akay, Mersin'de. Göreve başlayalı henüz 1 ay olmuş ve şehit oldu. Buna benzer bütün şehitlerimizin dramı var değerli arkadaşlar. Annelerin dramı var, babaların dramı var.
Sözleşmeli Er Tekirdağ'da, bir paylaşımda bulunmuş. “Biz 7 yaşında, yağmurun altında soğuktan titreyerek "Varlığım Türk varlığına armağan olsun" derken şaka yapmıyorduk” diyor. 7 yaşında, soğukta, okulun bahçesinde "Varlığım Türk varlığına armağan olsun" derken diyor, şaka yapmıyorduk diyor. Kim yasakladı bunu?
Cenazeleri kaldırdılar. Evler Türk bayraklarıyla donandı, namazlar kılındı, helallikler istendi, ama sonuçta ateş düştüğü yeri yakıyor.
Biz -konuşmamın başında da aktarmıştım- bir an önce oturalım, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bu işi konuşalım… O gece Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına da söyledim: Hemen toplamamız lazım. "Efendim hemen toplanmayalım." Niçin? "Saray izin vermiyor. Sanki olağanüstü bir olay olmuş gibi o intiba ortaya çıkar." Yahu zaten olağanüstü bir olay!
Bakın değerli arkadaşlar, 28 Şubat'ta NATO Türkiye'nin talebi üzerine olağanüstü toplanıyor. Türkiye'nin talebi üzerine NATO olağanüstü toplanıyor. 28 Şubat, gene aynı gün, Putin, Güvenlik Konseyi'ni acil koduyla olağanüstü toplantıya çağırıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi yine bizim isteğimiz üzerine acil olarak toplandı. Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlığı acil olarak toplandı. Biz cuma günü- yaşanan olay Perşembe günü- "Cumartesi acil toplanalım" diyoruz. "Ne gerek var, salı günü zaten meclis açılacak, orada konuşuruz" diyorlar.
Şimdi ben milletime soruyorum, Allah aşkına ya, bunlarda vicdan var mı, ahlak var mı? Şehadetten söz ediyorlar. Yahu sen şehadetten anlar mısın? Sen O annenin, babanın dramını anlar mısın? Oğlunu askere gönderirken eline kına yakan annenin, oğlunu büyük bir sevinçle "tekrar bana gelecek" diye bir beklentisini anlar mısın? Asker yolu gözleyen bir annenin dramını anlar mısın sen? Ya Meclis bunları konuşmayacaksa, bunlara görüşmeyecekse, neyi konuşacak bu Meclis? Ya bu meclise biz neden "Gazi Meclis" dedik? Hangi gerekçeyle "Gazi Meclis" dedik?
Değerli arkadaşlarım; bakınız toplanıyoruz. Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelip bilgi vermiyor. Niçin? Şehitler oldu, ses çıkarmadın. Ertesi gün oldu, ses çıkarmadın. Üçüncü gün oldu, kalktın ekonomiden söz ettin, başarılarından söz ettin. Sonra bana çattı. Ya arkadaş, bari meclise gel, meclise bilgi ver. Trump'a bilgi veriyorsun, Putin'e bilgi veriyorsun, Merkel'e bilgi veriyorsun, 600 kişinin olduğu Gazi Meclise, milletvekillerine bilgi vermiyorsun! Niye vermiyorsun? Milletvekillerinin yüzüne bakmaktan utanıyorsun ondan mı acaba? Niye bilgi vermiyorsun?
Anayasa'ya göre gelmesi lazım. Okuyayım, Anayasa 104, Cumhurbaşkanın Görev ve Yetkileri: “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkomutanlığını temsil eder. Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verir." Karar verin adam gelsin buraya. Ya burası milletvekilleri, üstelik çoğunluğu sen, ayrıca MHP de seni destekliyor zaten. İstediğiniz kararı çıkarırsınız, istediğiniz gibi konuşursunuz. Ama bizim sorularımız var, milletin önünde soramadığımız sorunlarımız var bizim, kapalı oturumda bunlara cevap vereceksin! Koşa koşa Putin'e gidiyorsun, 600 milletvekili var buraya gelmiyorsun, neden arkadaş?
Milli Savunma, Başkomutanlık ile ilgili Anayasa'nın 117’nci maddesi: “Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilir.” Doğru... Başkomutanlık, cumhurbaşkanlığı tarafından temsil ediliyorsa, Kıbrıs Çıkarmasından bu yana en büyük kaybı -yurt dışında- en büyük kaybı bu olayda vermişsek, Erdoğan'ın gelip bilgi vermesi lazım Anayasa'ya göre.
Devam ediyorum: "Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne karşı Cumhurbaşkanı sorumludur" diyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne karşı Cumhurbaşkanı sorumludur. Sorumlu gelmiyor. Ne demektir bu? "Siz istediğiniz kadar Anayasa yapın, Anayasa'yı da ben takmıyorum; ben bekliyorum, yeni şehitler gelsin." Öyle diyor beyefendi!
Anayasa'nın 117’nci maddesinin son fıkrası: “Cumhurbaşkanınca atanan Genelkurmay Başkanı, Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup savaşta başkomutanlık görevini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir" diyor. Nerede Genelkurmay Başkanı? Bu OHAL kararnameleri ile sivil darbe ile neler yaptılar Genelkurmay Başkanına? Nerede bu askeri hekimler? Yaralılarımız vardı. Askeri hekimler olsaydı, doktorlar olsaydı orada belki çoğunun hayatı kurtulabilecekti. Askerler istiyorlar; ya asker hastanesi olsun, savaşta mutlaka savaşı bilen doktor olması lazım. İzin vermiyor Erdoğan, yapmıyor.
Şimdi koşacak Putin’e. Dün Parti Sözcümüz söyledi ama ben yine burada vatandaşların huzurunda ifade edeyim. Gidecek oraya; Erdoğan'dan şunu rica ediyorum, Putin'le yan yana geldiğinde de ki: "Ya bizim ülkemizde bir Bay Kemal var. Bu Bay Kemal durmadan bana soru soruyor. Benim soracağımı düşünmediği için onun adına ben sormazsam, döndüğümde memlekette yine bana soracak. Bana 4 tane soru sordu, Ben sana sormak zorundayım, Bay Kemal bunları istiyor.”
Birinci soru: “Sayın Putin; birliklerimizin yerlerini Rusya ile koordine etmemize, yerlerini size bildirmemize askerlerimizi neden şehit ettiniz?"
Bu soruyu sor, “Bay Kemal bu soruyu soruyor sana. Ben de onun sözcüsüyüm” de. Çünkü bu soruyu sormaya cesaret edemez. Hiç değilse Bay Kemal'in adını kullanarak bu soruları sorabilir.
İkinci soru: "Sayın Putin, ilk saldırının ardından Rusya'yı bir kez daha uyarmamıza rağmen ikinci saldırıyı neden gerçekleştirdiniz?"
İlk saldırı yapılıyor, uyarılıyor ama ona rağmen tekrar vuruluyor.
Üçüncü soru: "Yaralıların ve şehitlerin Türkiye'ye getirilmesi için helikopterlere neden izin vermediniz?"
Şehitlerimiz var, yaralılarımız var. Helikopterlerin gidip alması lazım, hava sahasını açmadılar daha fazla can kaybı olsun.
Dördüncü soru: "Sayın Putin, savaş hukukunda yaralıları taşıyan ambulanslar vurulmaz. Siz yaralı askerlerimizi almaya gelen ambulanslarımızı bile neden vurdunuz?"
Bu soruları sorsun, "Bay Kemal'in sorulardır" desin bu sorular.
Gazeteci arkadaşlardan da istirham ediyorum, uçakla gelirken Erdoğan'a sorsunlar: "Bay Kemal'in sorularını Putin'e sordunuz mu?" diye.
Bu soruların cevabını bekliyorum.
Benim için zor bir toplantı olacağını ifade etmiştim, doğrudur. Ama hiç kimse unutmasın bu ülkenin taşı toprağı için, çakıl taşı için, gözünü kırpmadan hayatını veren, hayatını verecek olan yüz binler, milyonlar var. Türkiye'nin savrulması konusunda da hiç kimse umutsuz olmasın, hiç kimse. Bu memleketi sokakta bulmadık. Bu memleketi tekrar bölgesinin en güçlü devleti haline getirmek bizim boynumuzun borcudur. O nedenle söyledim: Demokrasiden yana olan, barıştan yana olan, huzurdan yana olan, insandan yana olan Millet İttifakı bütün bu sorunları aşacaktır, bütün bu sorunları aşacaktır. Türkiye bölgesinin en güçlü ve en saygın devleti olacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum.
24.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024