28.07.2020
28.07.2020
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Teşekkür ederim, sağ olun. Değerli arkadaşlarım, bu son grup toplantımız olacak bu dönem. Daha sonra galiba salı günü büyük bir olasılıkta parlamento tatile giriyor. Bu son grup toplantısında özellikle ben pandemi sürecinde gerçekten de bütün engellemelere rağmen tarih yazan, mücadele eden, engelleri aşan, şikâyet etmeden aşan belediye başkanlarımıza hemen hemen her ortamda bir tarih yazdıkları için teşekkür ettim. Elbette ki bunun arkasındaki güç Cumhuriyet Halk Partililere aittir, yani hepimize aittir.
Milletvekili arkadaşlarım da yerel yönetimlerle birlikte hemen hemen günün 24 saati çalıştılar. Niçin çalıştık? Güzel bir Türkiye için. Ne için çalıştık? Cumhuriyet Halk Partili belediyeler halka nasıl hizmet verecek, halk bunu görsün diye, yerelde iktidar olsunlar, mücadeleyi yerelde yapsınlar, toplumun her kesimini kucaklasınlar, “ayrıştıran iktidara karşı birleştiren bir anlayışı Türkiye’de sergileyelim” dedim ve bunu beraber yaptık. O nedenle ben bütün milletvekili arkadaşlarıma da yürekten teşekkür ederim. Ayrıca parlamentoda gerek komisyonlarda, gerek genel kurulda milletvekili arkadaşlarımın büyük bir bilgiyle, birikimle tutanaklara geçen konuşmalarıyla, yasa değişiklikleri sırasında yaptıkları konuşmalar da gerçekten gelecek kuşaklara ibret verecek konuşmalardır. O konuşmaların her birinde, eğer bir teklif gelmişse, o teklifin eksikliği varsa o eksikliği bütün ayrıntılarıyla arkadaşlarımız ortaya koymuşlardır. Bu nedenle ben tekrar bütün milletvekili arkadaşlarıma yürekten teşekkür ediyorum ve bizi televizyonları başında izleyen, radyoları başında izleyen, sosyal medya hesapları başında izleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan en içten sevgilerimizi, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Onlar tatil beldelerindeyseler tatillerinde huzur içinde bir tatil geçirmelerini, eğer tarlada çalışıyorlarsa, huzur içinde alın terlerinin karşılığını almalarını arzu ederiz. İşsizseler bir iş bulmalarını yine isteriz ve yürekten dileriz.
Hayatın çok zor olduğunu biliyoruz, zorlukların olduğunu biliyoruz. Pek çok evde tencerelerin yeteri kadar kaynamadığını biliyoruz. Ciddi sorunların olduğunu biliyoruz, ama bunların geçici olduğunu bütün vatandaşlarımız düşünsünler, çünkü İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’yle biz bu sorunları nasıl çözeceğimizi ve kimlerle çözeceğimizi topluma umut vererek anlatmaya çalıştık ve anlattık da. Dolayısıyla kimse umutsuzluğa kapılmasın, önümüzdeki süreç parlak bir süreçtir, yeter ki sandığı koysunlar. Koyarlar mı bilmiyorum? Bir kişi karar verecek ona. Cesareti varsa sandığı koyar ve herkes boyunun ölçüsünü alır orada…
Mersin’in Mut ilçesinde bir trafik kazası sonucu 6 vatandaşımız hayatını kaybetti, 4 askerimiz şehit, onlara, bütün vatandaşlarımıza başsağlığı diliyorum. Ayrıca hayatını kaybeden şehitlerimize ve şoförlerimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Ailelerine başsağlığı diliyorum, milletimizin başı sağ olsun.
Değerli arkadaşlarım, zaman zaman grup toplantılarında annelerden söz ederim. Annelerimiz, bizi doğuran annelerimiz, bizi besleyen annelerimiz, bize dilimizi, sevgiyi, hoşgörüyü öğreten annelerimiz, başınızı dizine koyduğumuzda içimize huzur dolan annelerimiz, hasta olduğumuzda hastalanan, güldüğümüzde gülen annelerimiz, bir anne için evladın ne olduğunu hangi görüşten olursa olsun bütün anneler bunun değerini bilir. Hangi görüşten, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun her anne evladının üstüne titrer. Onun karnı açsa kendisi de açtır kesinlikle, önce onun karnını doyurur, önce onun büyümesini bekler. Büyütür, el bebek gül bebek büyütür onu, okula gönderir, üniversiteye gönderir. Üstünün başının temiz olmasını ister. Anneler evlatları üzerine titrerler. 800 haftadır bir grup anne evlatlarını arıyor. Evlatları kaybolduğu zaman bazıları 12 yaşında, bazıları 13, 16, 20, 30 yaşlarındaydı. Nerede kayboldu onların evlatları? Asıl soru bu, bu anneler evlatlarını nerede arıyorlar? Güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındılar, tutuklandılar, bir süre sonra bunlardan hiç kimse haber almadı. Anneler o yetiştirdikleri çocuklarının ne olduğunu öğrenmek istiyorlar, ne olduğunu araştırın diyorlar. 800 haftadır Galatasaray’a gelip 800. haftada bir karanfil bırakmak istediler. “Evlatlarımızın katledildiğini de biliyoruz, ama mezarı nerede, bize bari mezarını söyleyin, gidip başında bir Fatiha okuyalım” diyorlar. Bunu bile çok gördüler. Çok görenlere, o bir karanfil bırakmak için oraya gidip bir karanfil bırakıp “evladım nerede” diye söyleyen annenin sesini duymayan insanlara ben insan demem. Bakın, bu kadar açık ve net söylüyorum. Bu anne birisini mi dövdü? Hayır. Birisine mi kızdı? Hayır. Birisine biber gazı mı, birisine sopa mı? Hayır, hiçbir şey yapmadı, oturuyor. “Evladım nerede” diyor. Dönemin Başbakanı Erdoğan bunları davet etti. Etmeli miydi? Gayet güzel, etmeli, o yönetiyor çünkü devleti, dinledi bunları. Dinlemeli miydi? Evet, dinledi. Hani faili meçhuller olmayacaktı? Faili meçhullerin üzerine gitmek gerekiyor. Bir insanın hayatı bu kadar ucuz olamaz. Berfo Ana, onun güzel bir sözü var: “Benim evladım gelir diye kapıyı, bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti, benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse, cenazesini bana versinler” diyor Berfo Ana, ama oğlunun mezarı nerede? Oğlunun mezarının nerede olduğunu bilmeden Berfo Ana hayatını kaybetti. Berfo Ana’ya ne diyeceğiz, Berfo Analar’a ne diyeceğiz? Bu olayı bir siyasi gözlükle analiz etmek kadar yanlış bir şey yoktur. Eğer insana saygı duyuyorsak şundan veya bundan bir ayrım yapmadan, devletin itibarını korumak istiyorsak, devlet elinde sopa olan bir örgüttür demek istemiyorsak, devlet her vatandaşına eşit yaklaşır diyorsak Cumartesi Anneleri’nin sesini dinlemek zorundayız.
Bazen şunu söylüyorlar: “Vay, Cumartesi Anneleri’ni söyledin, Diyarbakır’da da anneler var”. O anneler de mübarek annelerdir. Onların da evlatları var, ama o evlatların terör örgütüne gitmesini kim sağladı, ortamı kim sağladı, sorumlusu kim? Anneler arasında hiçbir ayrım yapmıyoruz. Anne annedir, hepimizin anneleri var. Dolayısıyla anneyi bizi yetiştiren, bizim için her türlü fedakârlığı yapan bir insan olarak değerlendireceğiz. Devletin, yani devleti yönetenlerin annelerin sesine kulak kabartmaması, onların sesini dinlememesi kadar acı bir şey yoktur. Devleti yönetenlerin oturup bir daha düşünmeleri lazım, gitsinler o anneler, Galatasaray Meydanı’nda otursunlar. Niye izin vermiyorlar biliyor musunuz? Bir ayıbı dünya görmesin diye yapıyorlar onu, ama dünya görüyor zaten, bir karanfil bırakmayı engelliyorsan o ülkede demokrasinin de olmadığını, hak aramanın olmadığını, hak arayan kişilerin coplandığını bütün dünya görüyor. Bizi üzen bu tablodur.
Değerli arkadaşlarım, hapiste gazeteciler var, doğru, Osman Kavala tam bugün 1.001 gün oldu içeride, 1.001 gününü doldurdu. Üç kez tahliye edildi, mahkemeden beraat kararı verildi. Her tahliyede bir suç icat edildi ve her tahliyeden sonra tekrar tutuklandı. Müebbet hapisle yargılandı, beraat etti. Beraattan sonra aynı dosyalardan yeni bir suç uyduruldu ve tekrar içeri alındı. Değerli arkadaşlarım, bunlar olmaz, devlete yakışmaz. Beraat etmişse beraat etmiştir. Yeni bir suç uyduruyorsanız, aynı dosyadan yeni bir suç uyduruyorsanız siz Osman Kavala’dan intikam alıyorsunuz. Yargı değil artık, olay bir intikama dönüşmüştür. Tıpkı Selahattin Bey gibi, o da her seferinde beraat ediyor, her seferinde yeni bir dosyadan, her seferinde yeniden tutuklanıyor. Sanıyorlar ki bunlar efendim, biz ettik siz etmeyin falan diyecekler. Niye desinler, bunlar suçlu değil ki…
Değerli arkadaşlarım, gazeteciler de aynı şekilde, Müyesser Yıldız niye tutuklu, neden hapiste? Doğruları yazdı diye. Barış Pehlivan neden tutuklu, neden hapiste? Hapiste doğruları söyledi diye. Yeniçağ Gazetesinin yazarı Murat Ağırel ne yaptı? Yolsuzlukları yazdı diye. Hülya Kılınç yine aynı şekilde hapiste tutuluyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, benim bildiğim kalemini satmayan hiçbir gazeteci zorun karşısında diz çökmez. O nedenle Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan haksız yere içeride yatan her arkadaşlara buradan selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, 37. Kurultayımızı yaptık. Belli çevrelerin büyük endişeleri vardı. Vay efendim, Kurultay nasıl olur, orada yapılır, işte önlem alınmaz, şu bu, vesaire bir sürü gerekçeler, bir sürü yorumlar, her şey yapıldı, ama belki de bizim bugüne kadar yaptığımız en düzenli Kurultaydı. Kimin nerede oturacağı belli, yerler belli, gazeteciler belli, yazarlar belli, köşe yazarları belli, onur kurulu üyeleri belli, delegeler belli, herkesin yeri belli ve herkes gayet rahat, hiçbir şekilde hiç kimseyi üzmemeye özen gösteren bir Kurultayı gerçekleştirdik. Dolayısıyla 37. Kurultayı gerçekleştiren ve emeği geçen bütün arkadaşlarıma yürekten teşekkür ederim.
Bu Kurultayda “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni ifade ettik, dillendirdik. Kurultayın ana teması, “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ydi. Bugün içinde bulunduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 100. yılını 23 Nisan 2020’de tamamladık. Şimdi 101. yıla doğru gidiyoruz. 29 Ekim 2023’teyse cumhuriyetimizin 100. yılı olacak. Dolayısıyla biz Cumhuriyetin 100. yılını tamamladık, 200. yılına doğru giderken neleri vaat etmeliyiz, neleri yapmalıyız, neleri söylemeliyiz? Şikayetimiz varsa bu şikayetleri nasıl gidermeliyiz? Üstelik yaptığımız öneriler toplumun yüzde 90’ı tarafından evet, bu öneriler doğrudur diyebileceğimiz öneriler olmalıydı ve 100. yılı bitirip, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi yaparken, hazırlarken bunları düşündük.
Neydi sorunlarımız? İşsizlik vardı, işsizliği yenmek zorundayız. Yoksulluk vardı, yoksulluğu yenmek zorundayız. Adaletsizlik, liyakatsizlik vardı, bunları ortadan kaldırmak zorundayız. Kayırmacılık, torpil vardı, bunları ortadan kaldırmak ve bunları tümüyle sonlandırmak gerekiyor. Yolsuzlukla mücadele vardı. Evet, yolsuzlukla mücadele yapmalıydık ve bunu başarmalıydık. Söyledim, bunları kimlerle yapacağız, kimlerle ve nasıl? Evet, bunları dostlarımızla yapacağız, dostlarımızla gerçekleştireceğiz. Dostlarımızla deyince havuz medyasında ve o cenahta bir titreme meydana geldi. Vay efendim, kim dostlarınız? Kim olacak dostlarımız, bizim ortaya koyduğumuz 13 maddeye evet diyen herkes bizim dostumuzdur. Kimlerle? İşsizlik sorunu varsa kiminle çözeceğiz? İşsizlerle bir araya geleceğiz, kuryelerle bir araya geleceğiz, çiftçilerle bir araya geleceğiz, emeklilerle bir araya geleceğiz, apartman görevlileriyle bir araya geleceğiz, sorunlarını dinleyeceğiz. Konteynırdan çöp toplayan vatandaşımızla bir araya geleceğiz. Hâlâ taşeron işçi statüsünde çalışan 50 bini aşkın kişiyle bir araya geleceğiz, taşeron işçilerle bir araya geleceğiz. Şoförlerimizle istek takside, ister dolmuşta, ister kamyonda, ister tırda direksiyon sallayıp alın teri döken şoförlerimizle bir araya geleceğiz. Yani halkımızla bir araya geleceğiz. Dolayısıyla biz demokratik yollardan bir dikta yöntemini sonlandıracağız. Herkesin bundan emin olmasını istiyorum. Demokratik yollardan bir dikta yönetimini, bir baskı yönetimini sonlandıracağız. İşin özü budur.
Nasıl yapacaktık?
Birincisi, yeni bir Anayasa yapacağız. Bugüne kadar yapılan bütün Anayasalar şöyle veya böyle, belli bir tonu değişmekle birlikte vesayet altında yapılmıştır. Hiçbir zaman toplumu temsil eden bütün kesimler bir araya gelip ortak bir Anayasa yapamadılar. En son Anayasa değişikliği OHAL altında, olağanüstü koşullarda yapıldı. Valilerin, kaymakamların, daha doğrusu kamunun bütün elemanlarının çalışmasıyla yapıldı. Baskı döneminde yapıldı. Biz ne yapacağız? Baskı döneminde olmayacak, herkesin görüşü alınacak. Çok sık kullanırım, Anayasa kitapçığını eline alan her vatandaş siyasi görüşü ne olursa olsun, kimliği, inancı ne olursa olsun her vatandaş Anayasa kitapçığını eline aldığında “bu benim Anayasamdır” diyecek. Dolayısıyla bütün siyasi tarafların, meslek kuruluşlarının, uzmanların bir araya geldiği; sağcısı, solcusu, ortacısı ne derseniz, bir araya gelip oturup demokratik bir Anayasa yapacağız. Bu Anayasanın özünde demokratik parlamenter sistem olacak. Yani gerçek anlamda milli irade olacak, gerçek anlamda vatandaşın oyu buraya yansıyacak. Dolayısıyla bu Anayasa’da cumhurbaşkanı tarafsız olacak, yanlı cumhurbaşkanı olmaz. Eğer adına cumhurbaşkanı diyorsak, 83 milyonun cumhurbaşkanı olacak. Ali’nin, Veli’nin cumhurbaşkanı olmaz, partinin cumhurbaşkanı olmaz, cumhurbaşkanı oturacak, tarafsız olacak, herkese eşit mesafede olacak. O zaman biz buna cumhurbaşkanı deriz. Herkese eşit mesafede ve tarafsız olduğu için Anayasa buna hâkim tayin etme yetkisi veriyor. Bir partinin genel başkanı hâkim tayin etmez. Ben bir hâkim tayin ettiğimde Ak Partili bir vatandaş o mahkemede yargılandığında ne diyecek? “Bu hakimi Kılıçdaroğlu tayin etti, kesin bu hâkim beni taraflı yargılar.” Hâkim düzgün bile olsa o algıyı değiştiremezsiniz. O zaman ne yapacağız? Bunu değiştireceğiz.
Değerli arkadaşlarım, ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde öyle gece yarısı kanunları olmayacak. Parlamenter sistem milletin çıkarlarını savunuyorsa, milletin çıkarı neyi gerektiriyorsa, onlar tartışılacak. Kanun mu görüşülecek? Gelecek komisyona, bütün tarafları zorunlu olarak davet edeceksin. Baro Kanunu mu görüşülecek? Baroların başkanını davet edeceksin. Çiftçi mi? Çiftçilerin bir sürü temsilcisi var, davet edeceksin. Esnafın kanunu mu çıkacak? Esnaf kuruluşları var, davet edeceksin. Kadınlarla mı ilgili düzenleme yapıyorsun? Bir sürü kadın kuruluşu var, 306 derneği var, temsilcilerini çağırırsın, gelin arkadaşlar, şöyle bir düzenleme yapıyoruz, ne diyorsunuz? Ne demektir bu, ne anlama gelir? Özellikle bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, şu anlama gelir: Ben bir konuda bir kanun çıkarıyorum, ama o konunun uzmanlarıyla ve o konunun içinde bulunan kişileri de dinliyorum. Çünkü o konunun içinde olanlar sorunları daha iyi bilirler. O sorunları Meclise aktaracaklar ve kanun bir anlamda sivil toplum, uzmanlar ve meslek kuruluşlarının ortak görüşleriyle çıkacak ve demokrasi gerçek anlamda parlamentoda tecelli edecek diyeceklerdir. Dolayısıyla bu çerçevede parlamenter sistemi güçlendireceğiz.
Adalet… Güven vermesi lazım, güven vermeyen adalet, adalet olmaz. Bugünkü parlamento sarayın vesayeti altındadır. Bugünkü yargı sarayın vesayeti altındadır. Bakın, size çok ilginç bir mahkeme kararından söz edeceğim. Türkiye Tarım Kredileri Kooperatifleri Merkez Birliği var. Var mı, var. Başında da Ak Partili bir milletvekili var. Birkaç yerden aylık alıyor. Olabilir, milyonlarca işsiz var, milyonlarca kişi ayda 300 lirayla, 500 lirayla geçinmeye çalışıyor, bu beyefendiler milletvekili maaşı yetmiyor, birkaç maaşı birden alıyorlar. Onu da Ak Partililerin vicdanına havale ediyorum. Özellikle çocuğu işsiz olan bütün Ak Partililerin vicdanına havale ediyorum.
Şimdi Milli Gazete’de 19, Tarımdan Haber internet sitesinde de 65 haber yayınlandı. Toplam 84 haber tarımla ilgili ve bununla ilgili, bu kooperatifle ilgili bir sürü sorun var. 7 Temmuz’da bunlar mahkemeye başvuruyorlar. Aynı gün bu mahkeme nasıl bir mahkemeyse, bütün haberleri izliyor ve aynı gün habere erişim yasağı getiriyor. Daha garip olanıysa şu: Erişim yasağı getirilen haberlerden birisi de Saadet Partili Milletvekili Sayın Abdülkadir Karaduman’ın soru önergesini de haberleştirmişler, o soru önergesine de erişim yasağı getirmişler. Bunu yapan kişi hâkim Ankara’da, Ankara 8. Sulh Ceza Hakimliği. Şimdi siz bu kişiye hâkim der misiniz arkadaşlar? Talimatı nereden alıyor? Saraydan alıyor talimatı, erişim yasağı getiriyor. Neden sıkılıyorsunuz, neden utanıyorsunuz neden erişim yasağı? Varsa bir şey haksız yapılmışsa açarsın tazminat davasını, ama haber okunmasın istiyorlar. Dolayısıyla biz gerçek anlamda adaleti istiyorsak yargı üzerindeki vesayeti sonlandırmak zorundayız. Yargı üzerinde vesayet kalktığı zaman gerçek anlamda bir adalet çıkar ortaya, bizim de aradığımız gerçek anlamda adalettir. Bunu istiyoruz. Dolayısıyla hükümetin geçmişte olduğu gibi Meclise gelmesi, Mecliste güvenoyu alması, Meclise hesap vermesi ve demokratik parlamenter sistemin temel kurallarından birisi olacaktır.
İkinci koyduğumuz hedef, Türkiye’nin toplumsal barışı ve huzuru sağlanacaktır. Evet, kaç yıl oldu? 40 yıldır bir Kürt sorunu tartışılıyor. 40 yıldır bir sorun neden çözülmez, sorumlusu kimdir? Manav mıdır? Hayır. Şoför müdür? Hayır. Devlet memuru mudur? Hayır. Esnaf mıdır? Hayır. Üniversitedeki hoca mıdır? Hayır. İşsiz olan mı? Hayır. 40 yıldır bu sorunu çözmeyen kim? Siyasi otoritedir. 40 yıldır on binlerce kişi hayatını kaybetti ve siyasi otorite bu sorunu çözmedi. Şimdi batının egemen güçleri bu sorunu Türkiye açısından Türkiye’nin aleyhine bir manivela olarak kullanıyorlar. Sorumlusu bugüne kadar iktidar olup bu sorunu çözmeyenlerdir, ama ben buradan Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanı olarak bu sorunu demokratik standartlar içerisinde, Türkiye’nin bağımsızlığı çerçevesinde çözeceğime söz veriyorum. 40 yıldır çözemediniz. Çözeceğiz. Bizim için insan en değerli varlıktır. Her insanın hayatı önemlidir. Bayrağımız evet, vatanımız evet, birliğimiz evet, bağımsızlığımız evet, bu çerçevede çözeceğiz.
Kadın-erkek eşitliği, fırsat eşitliği kesinlikle sağlanacak. Her gün kadına yönelik şiddet ve cinayet haberleri geliyor. Devletin politikası bunun üzerine inşa edilmelidir, kadın-erkek fırsat eşitliği üzerine inşa edilmelidir ve devlet bunu çözmek zorundadır.
Ve bir şey daha önerdik değerli arkadaşlarım, tüm terör örgütleriyle, kim olursa olsun eline silah alıyorsa tüm terör örgütleriyle ve yeraltı terör örgütleriyle mücadele etmek bizim görevimiz olacaktır. Herkes terör örgütleriyle mücadele eder, ama yeraltı mafyasıyla mücadeleyi pek ağızlarına getirmezler. Neden siyasi parti liderleri yeraltı dünyasının elemanlarıyla gidip hapishanelerde görüşüyorlar? Rüşvet aldığı için mi, adam öldürdükleri için mi, tehdit ettikleri için mi? Dolayısıyla biz bu memlekete barışı ve huzuru sağlayacağız, barışı ve huzuru getireceğiz. Her vatandaş huzur içinde yaşayacak. Tercihini istediği gibi kullanır, ama barışı ve huzuru getirmek bizim görevimizdir.
Yine aynı şekilde liyakat sistemi, değerli vatandaşlarım, özellikle de Ak Partiye oy veren değerli kardeşlerim; sizin bir vicdan sorgulaması yapmanız gerekiyor. İşi ehline verme sözü kime aittir? İşi ehline vermek bir inanç meselesi midir, işi ehline vermek bir insanlık meselesi midir, işi ehline vermek bir yönetim meselesi midir? Evet, işi ehline vereceğiz. İşi ehline vermediğin zaman kul hakkı yemeye fırsat açıyorsun. Niye işi ehline vermiyorsun, hangi gerekçeyle işi ehline vermiyorsun? Değerli arkadaşlarım, işi ehline vermezsen yolsuzluğa çanak tutuyorsun demektir, haksızlığa çanak tutuyorsun demektir. İşi ehline vermek, liyakat sistemini devlet politikası haline getirmek demektir. Bir kişinin liyakatli olması sonradan olmuyor; önce eğitim, tecrübe, bilgi, deneyim, bunların olması lazım, belli bir süre geçmesi lazım. Tıp fakültesinden mezun olanı hemen kalp damar cerrahı olarak tayin etmiyorlar. Git, hemen bir bypass ameliyatı yap demiyorlar, 6 yıl tıp fakültesi, onun üzerine 4 yıl daha ihtisas yapıyor. Siz böyle bir şey yapmazsanız, işi ehline teslim etmezseniz nereye gidecek bu iş?
Değerli arkadaşlarım, işi ehline teslim etmek aynı zamanda ehil insanın devleti yönetirken tarafsız olmasını sağlamak demektir. Devleti yönetirken, liyakat sahibi kişi kin tutmaz, öfke tutmaz. Liyakat sahibi kişi vatandaşlarına eşit davranır, var olan sorunu yasalar çerçevesinde çözmeye çalışır. Oturduğu makamı vatandaşa işkence etme makamı olarak ya da sorunlarını görmezden gelme makamı olarak tanıyamaz, o makamı öyle kullanamaz. O makamın bir sorumluluğu vardır. O makama gelen kişi unvanı o makam için değerliyse, geçerliyse, o makama o bilgiyi, birikimi, deneyimi sağlayan kişinin gelip oturması lazım. Eğer bunu yapmazsanız sorunları çözemezsiniz.
Liyakatin bir başka özelliği toplumun ortak değerlerine saygı duymaktır. Bizim en büyük ortak değerlerimizden birisi nedir? Gazi Mustafa Kemal’dir ve arkadaşlarıdır, Cumhuriyeti kuranlardır. Bizim ortak değerimizdir bu kişiler. Hangi görüşten olursak olalım bu ülkenin bağımsızlığı için mücadele eden, kavga veren, hayatını ortaya koyan yüz binlerce şehidimiz var, gazimiz var. O mücadelenin bayraktarlığını yapan da Gazi Mustafa Kemal’dir. Herkesin bunu bilmesi lazım, herkes biliyor zaten bunu, her liyakatli kişi bunu bilir. Liyakat sahibi, erdem sahibi, bilgi sahibi her kişi bunu bilir. O Gazi Mustafa Kemal’dir. İstanbul işgal edildiğinde, yabancılar tarafından İstanbul işgal edildiğinde İngiliz Muhipler Cemiyeti kuruluyor. Bir sürü yandaşlar geliyor oraya, saray her türlü desteği veriyor. Dönemin sarayı Mustafa Kemal için idam fermanı çıkar diyor, idam fermanını çıkaran da Şeyhülislam Dürrizade Abdullah. Neden Türkiye’yi kurtarıyorsun, neden düşmanla mücadele ediyorsun? Bak, ne güzel gelmişler boğaza da demirlemişler, keyfimiz yerinde, Düyûn-u Umûmiye kurulmuş, kurulsun. Sevr Antlaşması’nı imzaladılar. Değerli arkadaşlarım, Rıfat Börekçi de dönemin Diyanet İşleri Başkanı’ydı. Ankara’daydı. Milli Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarından birisidir. O da Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın tam aksine açıklama yaptı, fetva verdi: “Düşmanla mücadele etmek bizim görevimizdir” dedi.
Şimdi değerli arkadaşlar, tarihi bilmeden belli koltuklara oturursanız, kin ve öfkeyle belli koltuklara oturursanız, kendi tarihinizi reddedip yabancıların size dayattığı tarihi gerçek tarihmiş gibi öğrenir ve bunu bulunduğunuz koltukta ifade ederseniz siz liyakatli, erdemli bir kişi değilsiniz ve o koltuğa layık değilsinizdir. Çıkacaksınız, öyle bir konuşma yapacaksınız ki haddinizi aştığınızı bileceksiniz ve sonra geri almak için çaba harcayacaksınız. Bu ne demektir? O koltuğun hakkını veremiyorsun demektir, liyakatli değilsin sen demektir, bilgili değilsin, birikimli değilsin, erdemli değilsin, dürüst değilsin sen…
Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisini açış konuşması vardır, 13 Ağustos 1923 tarihli. Mondros Anlaşması’ndan başlıyor ve “Yunan orduları İzmir rıhtımını kana boyadı. En güzel bakımlı yerlerimizi yıkıp yakmaya başladı. Kadın ve çocuklarımız, namus ve iffetimiz ve pek çok ibadet yerimiz, anıt eserlerimizi de içine alarak Türk adı altındaki her şeye saldırıldı. Her gün Ayasofya’ya haç asıp gözdağı vermeleriyle hassas duygularımız incindi” diyor. Cumhuriyetin kuruluşundan önce, 13 Ağustos 1923’te “her gün Ayasofya’ya haç asıp gözdağı vermeleriyle hassas duygularımız incindi” diyor. Dönemin Mustafa Kemal’i Meclis’te diyor. Bu beylerin haberi var mı bundan, onlar ne yapıyorlardı? Bu duygularını ifade eden Mustafa Kemal Atatürk’ün idamına karar veriyorlardı neden düşmanla mücadele ediyorsun diye, o kişi bilmeli, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları olmasaydı bugün o camilerin hiçbirisinde beş vakit ezan okunmazdı, bunu biliyor musun sen?
Dolayısıyla değerli arkadaşlarım, liyakat dediğiniz farklı bir kavramdır. Adaletli olacaksınız, o koltuğa oturuyorsanız o koltuğun tarihini bileceksiniz. O koltuğa kimlerin gelip oturduğunu bileceksiniz. Milli Kurtuluş Savaşı’nın hangi koşullarda verildiğini bileceksiniz.
Bakın değerli arkadaşlar, yine ifade edeyim, gerçekten insan üzülüyor. Tarih bilmeyen, gerçekleri bilmeyen, rivayetlerle, yalan yanlış rivayetlerle, profesör unvanı alıp belli koltuklara gelen kişilerin Türkiye’ye ihanet ettiklerini hepimiz bilmeliyiz. Daha cumhuriyet kurulmadan önce değerli arkadaşlar, yine 1 Mart 1923’te Atatürk’ün yaptığı konuşma vardır: “Onarımı yapılan 126 cami ve mescit vardır. 31 medrese ve okul vardır. 22 suyolu ve çeşme vardır, 175 akar vardır, 26 hamam vardır” diyor ve siz kalkıyorsunuz bir kişiye asla yakışmayacak, hele bir din insanına asla yakışmayacak lanet sözcüğü kullanılır mı? Sevgi varken, hoşgörü varken, birlik beraberlik varken, huzur içinde yaşamak varken lanet sözcüğü kullanılır mı? Belki lanet sözcüğünü Erdoğan için kullanmış olabilir, onu da söylesin, ama ona rağmen bu sözcüğü bir din adamının kullanması asla doğru değildir. “Ölenlerin arkasından dua okunur…” Okusaydın o zaman, elinden tutan mı vardı, ağzını kapatan mı vardı! Asla doğru değil. Bunlar liyakatin de ne olduğunu bilmiyorlar, tarihin de ne olduğunu bilmiyorlar, gerçeğin de ne olduğunu bilmiyorlar. O koltuğun kendisine paye vereceğini sanıyorlar. Sadece ve sadece siz o koltuğu kirletiyorsunuz. O koltuk sana paye vermez. Değerli arkadaşlarımız, “insanlara güzel söz söyleyin” der Kitabımız, “insanlara güzel söz söyleyin.” Bunu söyleyecek olanlar da din adamlarıdır; tehdit, şantaj, lanetleme, bunlar doğru değildir, asla doğru değildir.
Üçüncü olarak dedik ki devlette liyakat sistemi olsun arkadaşlar ve dolayısıyla buraya kadar geldik. Liyakat sistemi olduğu zaman ne olur, biliyor musunuz? Bu tür adamlar devletin kademelerinde yer almazlar. Bilgili, birikimli, namuslu insanlar, düzgün insanlar, kul hakkı yemeyen insanlar, intikam alma duygusuyla devletin koltuğuna oturmayan insanlar, devletin vatandaşa hizmet etmesi amacıyla o koltuğa oturması gereken insanlar gelir liyakat sistemi dediğimiz zaman, öyle olması lazım. Dolayısıyla liyakat sistemi olduğu zaman özellikle de Ak Partili kardeşlerime söyleyeyim, güreşçiden banka yönetim kurulu üyesi olmaz. Güreşçi tamam, kazanmıştır, eyvallah başımızın üstünde yeri vardır. Uluslararası madalya almıştır, eyvallah hep beraber alkışlarız. Parası azsa daha fazla para verelim, ama bir bankanın yönetim kurulunda ne işi vardır? Rüşvet alan bir kişinin büyükelçilikte ne işi vardır? Akademik hırsızlık yapan bir adamın rektörlükte ne işi vardır, hırsızdan rektör mü olur Allah aşkına, hırsızdan büyükelçi mi olur?
Bir başka şey 4. maddemiz: “Seçim Yasasını değiştireceğiz” dedik, Kurultayımızda vatandaşımıza söz verdik. Şimdi ben bütün vatandaşlarıma sesleniyorum, gerçekten bütün vatandaşlarımız milletvekillerini mi seçiyorlar, yoksa önlerine konulan bir listenin altına mühür mü basıyorlar? Bunu hepimiz vicdanımızla ölçüp, tartmalıyız. Hiçbir vatandaş kendi milletvekilini seçmiyor. Yok böyle bir şey, milleti kandırıyorlar. Kimler yaptı bunu? 12 Eylül darbecileri yaptı. Darbeye karşıyız diyorlar, onlar da diyorlar. Darbecinin getirdiği kanunu niye uyguluyorsun? Değiştirelim. Milletin vekilini millet seçsin. Bunu yapacağım, söz veriyorum milletime, söz veriyorum. Bütün dostlarıma söz veriyorum, işçisine, köylüsüne, memuruna, emeklisine, apartman görevlisine, taşeron işçisine, orman köylüsüne hepsine söz veriyorum. Milletin vekilini millet seçecek, işin özü budur.
Başka? Seçim barajını kaldıracağız. Ne demek seçim barajı? Koyarsınız makul bir seçim barajı, 3’tür, 5’tir koyarsınız. Yüzde 10 seçim barajı niçin? Birileri sürekli iktidarda olsun diye. Kim getirdi bunu? Bunu da darbeciler getirdi, bunu da kaldıracağız. Bir şey daha söyledik, özellikle kadınların dinlemesini isterim. Kadınlar her seferinde siyasette yer almak istiyorlar. Erkekler fırsat vermiyor. Ne olması lazım? Seçim Kanununa madde gelmesi lazım, cinsiyet kotasının Seçim Yasasına girmesi lazım; böylece kadınların siyasetteki yeri yasal güvence altına alınması lazım. Bu konuda CHP’li kadın milletvekilleri bir kanun teklifi verecekler. Verdiniz mi? Güzel, arkadaşlar verdik diyorlar. Verin ve bütün kadınlara çağrı yapın. Buna hangi parti hayır diyorsa, Türkiye’deki bütün kadınlara bunu duyurun. Sizin önünüze engel koyuyorlar diye söyleyin. Dolayısıyla bunu da sağlayacağız.
Değerli arkadaşlarım, eğer bir siyasi iktidar Seçim Kanunlarıyla oynayarak kendini nasıl daha uzun süre siyasette ya da iktidarda tutabilirim arayışına girmişse, onun bu memlekete faydası yoktur ve o artık demokrasiye zarar verir. Size 15 Haziran 1962 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortak grubunda, senatör ve milletvekilleri o dönem ortak grubunda İnönü’nün yaptığı bir konuşmadan iki cümle okuyacağım: “Demokratik rejimin gayet basit bir tılsımı vardır. İktidarı bırakabilmek -tılsım bu, iktidarı bırakabilmek- İktidarda bulunanlar bunu yapabildikleri takdirde rejim yaşar ve soysuzlaşmaz” diyor. Doğru mu? Yüzde 100 doğru, ama nasıl kalırım diye arayışa girip sürekli olarak yasaları değiştirirseniz rejimi soysuzlaştırırsınız. Kim düzeltecek? Dostlarımızla beraber biz düzelteceğiz. Türkiye’de Seçim Kanunu da demokratik olacak.
“Siyasi Ahlâk Yasasını çıkaracağız” dedik. Evet, çıkaracağız. Bütün vatandaşlarıma sormak isterim: Kim olursa olsun, hangi partiden olursa olsun kardeşim, sen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temiz insanların milletvekili olmasını istiyor musun, istemiyor musun? Sen parayla iş takibi yapan milletvekili istiyor musun, istemiyor musun? Sen parayla ihale peşinde koşan milletvekili istiyor musun, istemiyor musun? Sen açıkça ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulundayım deyip, Genel Kurulda olmayıp yurtdışında olan, böyle sahtekarlığı yapan milletvekili istiyor musun, istemiyor musun? İstemiyorsan yönün ve adresin belli kardeşim. Biz Siyasi Ahlâk Yasasını çıkararak aynı zamanda Meclisin itibarını da yükselteceğiz. Mecliste hırsız milletvekili olmayacak, yalan söyleyen milletvekili olmayacak, ihale takipçisi milletvekili olmayacak, rüşvet alıp köşeyi dönen milletvekili olmayacak, cebini düşünen değil, milleti düşünen milletvekili olacak, biz bunu istiyoruz. Uzun süredir bu olmadı, ama inşallah biz yapacağız. Neyzen Tevfik aslında bu olayı gayet güzel anlatmış: “Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler, kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler, künyeni almak için partiye ettim telefon, bizdeki kayda göre şimdi o mebus dediler”.” Böyle bir mebus istemiyoruz, böyle bir mebus eğer vatandaş da istemiyorsa, bunlara izin vermeyecek. Siyasi Ahlâk Yasasını çıkarın diyecek, biz de hep beraber çıkaracağız.
“Kamu İhale Kanunu’nu değiştireceğiz” dedik. İsraf haramdır diyoruz. İsraf haramsa israf yapana nasıl oy veriliyor? Kul hakkı yemek en büyük günahsa, kul hakkı yiyenlere nasıl oy veriliyor? İbadet eden bütün vatandaşlarıma söylüyorum, inançlı bütün vatandaşlarıma söylüyorum, kul hakkı yemek en büyük günah, en büyük günah kul hakkı yiyene gidip oyunu veriyorsun. Olmaz, o zaman sen de kul hakkı yiyene ortak oluyorsun.
Değerli arkadaşlar, bir örnek vereyim. Kütahya Havaalanı, bunu Meclis Genel Kurulunda da vermiştim. Kütahya Havaalanı maliyeti 50 milyon Euro, 50 milyon Euro’ya yapmış müteahhit, yolcu garantisi vermişiz. Dönemin hükümeti vermiş, yani şimdiki. 29 yıl 11 ay çalıştıracak burayı, 50 milyon Euro maliyeti var, 205 milyon 281 bin 118 Euro para ödeyeceğiz. 50 milyon karşılığında 205 milyon 281 bin 118 Euro vereceğiz. Neye göre veriyoruz, kimin parasını veriyoruz? Dolayısıyla bunu da değiştireceğiz. İsrafla ilgili örneği bazen ifade ederim, Muaviye Şam’da kendisine çok görkemli bir yeşil saray yapar. Sahabe Ebu Zer el-Gıfârî gelir ve Muaviye ona sorar: “Nasıl, sarayımı beğendin mi”. Verdiği cevap gerçekten güzel: “Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır, eğer halkın parasıyla yaptırdıysan ihanettir ve haramdır. Kul hakkına girer, bunu ancak firavunlar yapar”. Günümüzün firavunları da var. Dolayısıyla biz bütün bunları çözeceğiz, hiç kimse endişe etmesin.
Sayıştay’ı gerçek anlamda işlevine kavuşturacağız, bir Ulusal Vergi Konseyi kuracağız. O Ulusal Vergi Konseyi vergilerdeki bütün adaletsizlikleri bir şekilde saptayacak, çözümleri önerecek ve Ulusal Vergi Konseyi’nin raporları her yıl Resmi Gazete’de yayınlanacak, herkes bunu görecek. Her kuruş verginin hesabını vermek zorunda ülkeyi yönetenler. Asgari ücretin de vergi dışı tutulması bizim hedeflerimizden birisidir. Kesin Hesap Komisyonu kuracağız, böylece iktidar kendisini denetleyen bir mekanizmayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oluşturacak. Yani denetimden korkmayan bir iktidar yaratacağız, hesap vermekten korkmayan bir iktidar gelecek bundan sonra, ahlâk gelecek, erdem gelecek, liyakat gelecek, hesap vermekten korkmayan bir iktidar gelecek. Siyaset yeniden can bulacak ve siyaset 21. Yüzyılın Türkiye’sine yakışır bir siyaset olacak.
Güçlü bir Stratejik Planlama Teşkilatı kuracağız. Niye planlama yapılır? Evi düşünelim, evde diyelim ki bir daire aldı kendisine aile, ne yapar? Bir plan yapar. Taksitler nasıl ödenecek, banka borçları nasıl ödenecek, kredi kartı nasıl ödenecek, bir plan yaparlar, aile bir plan yapar. Devletler de plan yaparlar. Niçin plan yaparlar? Vergi alıyorsun, borçlanıyorsun, malı mülkü satıyorsun, para alıyorsun. Nerede kullanacağım ben bu parayı? En verimli şekilde nasıl kullanabilirim? İsraftan uzak nasıl kullanabilirim ben bu parayı, nereye hangi yatırımları yapacağım? Memlekette işsizlik var, nasıl çözeceğim, hangi yatırımları yapmalıyım ki işsizlik sorununu çözebileyim? Ülke genelinde kalkınmanın dengeli olması lazım. Hakkari’de de insan yaşıyor, Çankırı’da da insan yaşıyor, Rize’de de, Muğla’da da, öyle yatırım programı yapmalıyız ki herkes bulunduğu coğrafyada iş bulabilsin, yaşayabilsin, Türkiye topyekun kalkınabilsin. Belli bir alan değil, belli bir bölge değil, herkes büyüyebilsin. Dolayısıyla kayıt dışı çalışma var, bunun engellenmesi lazım, bunun da planlanması lazım, bu çerçevede yapılması lazım. Eğer bunu yaparsanız, gerçek anlamda bir planlamayı getirirseniz bütün kaynaklar verimli şekilde kullanılmış olur. Şimdi diyecekler ki bizde Planlama Teşkilatı yok muydu? Vardı, kapatıldı. Çünkü istedikleri gibi parayı harcamak için.
Eğitim sistemi tepeden tırnağa yeniden yapılandıracağız. Belki unutmuş olabilirler, bütün vatandaşlarıma hatırlatmak isterim. Çocuğunu ilköğretime gönderen bütün annelere ve babalara hatırlatmak isterim, 4+4+4 sistemi geldiğinde tek itiraz eden parti bizdik. Yanlıştır bu diyorduk. Liyakatten söz ettik, değil mi? Erdemden söz ettik, değil mi? Yasa nasıl yapılacak, ondan da söz ettik, değil mi? Eğer bir yasa teklifi gelirse ya da bir tasarı gelirse, ilgili bütün taraflar çağrılacak ve konuşulacak dedik, değil mi? 4+4+4 sistemi geldi, Bakanlar Kurulunda görüşülmedi. Kalkınma Planlarında yoktu, Milli Eğitim Şuralarında görüşülmedi. Milli Eğitim Bakanlığında hiç görüşülmedi. 5 milletvekilinin kanun teklifi olarak verildi, hiçbir milletvekili eğitimci değildi ve kanun böyle çıktı. Ne oldu? Milyonlarca ailenin çocuğu iktidar tarafından denek olarak, kobay olarak kullanıldı. Dünyada kendi çocuklarını kobay olarak kullanan tek ülkeyiz. Dolayısıyla irfanı hür, vicdanı hür, fikri hür çocukların yetişmesi için eğitim yapılır. Analitik düşünme için eğitim yapılır, çocuk hayatı sorgulasın diye eğitim yapılır ve üniversiteler tamamen çökmüş vaziyette, İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı, Suudi Arabistan’ın ve Malezya üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı bizim üniversiteleri geçti. Bu ayıp bile bizim vicdanımızda sorgulamamız gereken bir ayıptır. Neden Türkiye bu hale geldi?
Biz doğayı korumak istiyoruz. Bizden sonraki nesiller de gelecek, onlar da bu ekosistemin içine doğacaklar. Onlara da güzel bir çevre, güzel bir Türkiye bırakmak zorundayız. Onların da kuşu görme hakkı var, ağacı görme hakkı var, suyu görme hakkı var, çevreyi görme hakkı var, arıları görme hakkı var. Nasıl bir Türkiye’ye doğacaklar onlar? Bu ekosistemin korunması için anayasal düzenlemeyi de getireceğiz. Bunu da ilk kez Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz seslendiriyoruz. Henüz doğmamış olan çocuğun hakkını da savunacağız ve güçlü bir sosyal devlet olarak Aile Destekleri Sigortası Kurumunu da kuracağız. Bunu hemen hemen her ortamda söylüyorum, bütün arkadaşlarımın da söylemesini isterim, Aile Destekleri Sigortası… Bakın ücretli izin veriyorlar, günlük 39 lira; değerli arkadaşlar, 1 milyon 701 bin kişi zorunlu ücretsiz izne çıkarıldı, günde 39 liraya geçineceksin diyor. Arkadaşlarıma sordum, bunların sosyal güvenlik primleri yatacak mı? Hayır, yatmayacak. Peki, 1 milyon 701 bin kişinin çocuğu hastalandığında, 3. ayda hastalandı, 4. ayda hastalandı, 6. ayda hastalandı veya kendisi hastalandı, para vermeden tedavi olamayacaklar. Bunu söylüyoruz, ama çoğu vatandaş başına geldiği zaman öğreniyor. Dolayısıyla güçlü bir sosyal devlet kurmak bizim görevimizdir.
Az önce de ifade ettim, devlet elinde sopası olup insanı hizaya getiren devlet baba olmamalı, evlatları arasında hiçbir ayrım yapmayan devlet ana olmalı; bizim ana hedefimiz budur. Belediyeleri yeniden ayağa kaldıracağız, belediye gelirlerini arttıracağız. Merkezle yerel arasındaki kavgaya tamamen son vereceğiz. Devletin en etkili şekilde çalışmasını sağlayacağız, dolayısıyla yereli güçlendireceğiz, kayyum uygulaması denilen ucube işe de son vereceğiz, seçimle gelen seçimle gider kardeşim, böyle yapacağız.
Ortadoğu’da Barış ve İşbirliği Teşkilatı oluşturacağız, Ortadoğu’yu bir kavga alanı, kan alanı değil, Ortadoğu’yu tam bir barış havzasına döndüreceğiz. Türkiye olarak İran’la, Irak’la, Suriye’yle bir araya geleceğiz, egemen güçlerin bu bölgede at oynatmalarına değil, Türkiye’de, İran’da, Irak’ta ve Suriye’deki bütün insanların bir araya gelerek kendi geleceklerini özgürce tayin edebilecekleri, kendi yatırımlarını yapabilecekleri, kendi demokrasilerini geliştirebilecekleri bir huzur ortamına dönüştüreceğiz. Bu da bizim görevimizdir.
İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamemizin ana ekseni budur: Topluma barışı, topluma huzuru getirmektir. Gerçek anlamda demokrasiyi getirmektir, gerçek anlamda medya özgürlüğünü getirmektir, gerçek anlamda iç kavgaları, kutuplaşmaları sonlandırmak ve bu memlekette her evde huzurun, her mahallede huzurun, her kentte huzurun olmasını sağlamaktır. Bunu yapacağız. Kimlerle dedik? Dostlarımızla dedik. Onlar kızsınlar, ne derlerse desinler Allah’ın izniyle biz bunu sağlayacağız, yapacağız. Sandığı koysunlar, gerçekleştireceğiz. Bu memlekete huzuru getireceğiz.
Bu vesileyle bütün vatandaşlarımın Kurban Bayramını da kutluyorum, sağlıklı huzur dolu bir Kurban Bayramı geçirmelerini de diliyorum.
Hepinize en içten selamlar, sevgiler, saygılar sunuyorum.
Hepimiz çalışmaya, mücadeleye devam edeceğiz. Bizim mücadelemiz insanlık mücadelesidir ve bunu mutlaka yürüteceğiz kararlılıkla ve azimle…
Sağ olun, var olun.
TBMM CHP Grup Toplantısının tüm fotoğrafları için tıklayınız...
24.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024