25.06.2019
25.06.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (25 HAZİRAN 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Evet, teşekkür ederim. Her şey çok güzel oldu, ama her şey çok daha güzel olacak.
Efendim bu toplantının bizim için önemi var. Birazdan ayrıntılara gireceğim, ama öncelikle izin verirseniz bizleri televizyonları başında izleyen bütün vatandaşlarıma, hangi partiden olursa olsun, hangi kimlikten, yaşam tarzından olursa olsun bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan gönül dolusu selamlarımı sevgilerimi gönderiyorum.
Güzel bir ülkemiz var; birlikte yaşamak istiyoruz, huzur içinde yaşamak istiyoruz. Güzel bir ülkemiz var; el ele kol kola bu ülkenin caddelerinde sokaklarında parklarında gezmek istiyoruz. Güzel bir ülkemiz var; kimliklerimiz farklı olabilir, inançlarımız farklı olabilir, yaşam tarzlarımız farklı olabilir, ama bayrağımızın altında özgürce yaşamak istiyoruz. Dolayısıyla bu güzel ülkede huzur içinde yaşamak hepimizin ortak amacı olmalıdır.
Enis Fosforoğlu tiyatro dünyamızın çok önemli bir ismiydi. Adalet Yürüyüşü’nde beraber yürümüştük, daha sonra Adalar’da karşılaştık, benim bir toplantıma katılmıştı. Saygın bir sinema sanatçısı, tiyatro sanatçısıydı ve onu dün sonsuzluğa uğurladık. Allah’tan rahmet diliyoruz, yakınlarına, sanat dünyasına başsağlığı diliyoruz. Dolayısıyla bu tür insanların bizim toplumumuzda ayrı bir saygınlığı var. Onları her zaman saygıyla anmak, rahmetle anmak da bizim ortak görevlerimizden birisidir. Biz hep birlikte Enis Fosforoğlu’na Allah’tan rahmet diliyor ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.
Efendim dün yine önemli bir olayımız vardı. Gezi olaylarında şu veya bu şekilde Gezi olaylarında kendisini gösteren, yeşile duyulan hasreti bir şekliyle Gezi olaylarıyla dile getiren, bir beton ormanı düşünün İstanbul’un dönüştüğü bir beton ormanını düşünün ve bu ormanda yeşile hasret milyonları düşünün, ağaçların kesilmesine karşı çıktılar ve hep birlikte geldiler, hep birlikte mücadele ettiler. Hiç kimsenin burnu kanamadı. Yasak getirdiler, yasağı aşmak için biz mitingimizi iptal ettik ve Taksim’e gittik. Taksim’de hiç kimsenin burnu kanamadı. Kitaplar okundu, yardımlaşmalar yapıldı, sevgi gösterilerinde bulunuldu, piyanolar çalındı, halaylar çekildi, yeryüzü sofraları kuruldu, hiç kimsenin burnu kanamadı. Dünyanın en demokratik eylemlerinden birisiydi. Ama bunu hazmedemediler, polisler saldırdı, Talimat üzerine polisler saldırdı, İstanbul Valisinin talimatı üzerine, o da şimdi içeride bildiğim kadarıyla. Dolayısıyla orada biber gazı, şiddet vesaire bir sürü olaylar oldu.
İddianameler hazırlandı ve o iddianamelerin altının tamamının boş olduğu da çıktı ortaya. Aradan bir süre geçti, Osman Kavala’yı tutukladılar. 601 gündür Osman Kavala içeride. Yaklaşık 600 gün yargı önüne çıkarılmadı, dün yargının önüne çıktı. Ne yaptı bu insanlar? Demokraside yeşile sahip çıkmak, ağaca sahip çıkmak demokrasilerin zaten olmazsa olmasıdır. İnsanlar düşüncelerini söyleyebilirler, ifade edebilirler şiddete başvurmadıkları sürece. Hiç kimse şiddete başvurmadı, hiç kimse! Osman Kavala içeride, niçin? Daha önce FETÖ’cü hâkimlerin ve savcıların hazırladıkları iddianameler vardı ve FETÖ’cü polislerin, FETÖ’cü bürokratların hazırladıkları iddianameler vardı. O iddianameler sonucu beraat verildi. Aradan bir süre geçti, intikam alacaklar; neden eylem yapıyorsunuz, demokratik hakkınızı niye kullanıyorsunuz diye intikam alacaklar. Aynı iddianamelerden yola çıkıldı ve adına da “yeniden kıymetlendirme” denildi. Borsada mı uğraşıyorsunuz, bu hâkimler borsalarda mı uğraşıyorlar? Ne kıymetlendirmesi kardeşim, delil delildir zaten, varsa delil getirirsin!
Bakın bu yargının, yani Gezi Davasının çökmesine yol açacak en önemli cümleyi Osman Kavala kurmuş, mahkemede söylüyor, diyor ki, “mademki Soros’tan talimat alarak tüm bunları yapmışım –iddianame öyle diyor- Gezi’yi finanse etmişim, o zaman sorulsun, bu davanın şüphelisi dahi olmaması biraz garip değil mi?” diyor. Mademki o yardım etmiş, oradan talimat almışız, iddianamede sorulsun, en azından şüpheli olarak adının geçmesi lazım. Şüpheli bile değil. Çünkü amaç Soros değil, amaç Gezi eylemlerine katılan gençlerden intikam almak, bunun için yola çıkıyorlar.
Aynı şekilde Yiğit Aksakoğlu var, o da içeride. Diyor ki, Gezi’yle ilgili bir Tweetim bile yok, ama Gezi’ye gittim, evet gittim. Yattın mı? Hayır, yatmadım orada da. Niye içerideyim bilmiyorum diyor.
Gezi olayları Türkiye’nin dünya siyaset tarihine bıraktığı bir mirastır, herkesin bunu böyle bilmesi lazım. En baskıcı dönemlerde, toplumun nefes almasını sağlamıştır. Gezi eylemlerine katılanların tamamı da bizim çocuklarımızdır, bizim gençlerimizdir. Her görüşten insanımız var orada, her kimlikten insanımız var orada. Bir eylem yapıyorlar, bu kadar basit. Kaldı ki, onları çağırdılar, dönemin Başbakanı çağırdı, Başbakanlıkta özel görüşmeler yaptı, bu eylemi sona erdirmeleri istendi kendilerinden, bir süre sonra da zaten bunlar bitti. Nedir bu davalar? FETÖ’nün taktikleri aynen devam ediyor. Aynı paralelde yürüyorlardı ya, o paralelde yürümeye devam ediyorlar. Kim ne derse desin, Osman Kavala boşuna yatıyor, tıpkı Eren Erdem gibi. Yiğit Aksakoğlu boşuna yatıyor, tıpkı Eren Erdem gibi. Ama hiç kimse meraklanmasın, Türkiye’nin önü açıldı, Türkiye’nin önü daha açılacak. Türkiye’ye demokrasi gelecek, Türkiye’ye huzur gelecek, Türkiye’ye bereket gelecek, bunların hepsi olacak.
31 Mart’ta bir seçim yapmıştık, yerel seçimleri yapmıştık. Güzel de bir sloganımız vardı “Mart’ın sonu bahar” diye. Gerçekten de Mart’ın sonu bahar oldu. Öyle mavi bir gökyüzünde ağaçların çiçeği açtığı bir tabloyu düşünün, insanın içine huzur veriyor o tablo ve biz onu kullandık “Mart’ın sonu bahar” diye. Mart’ın sonunu getirdik, baharı getirdik. Antalya’da baharı getirdik, Adana’da Mersin’de baharı getirdik, Ankara’da baharı getirdik ve İstanbul’da baharı getirdik.
Ama İstanbul’u hazmedemediler, vay efendim nasıl olur da biz İstanbul’u kaybederiz diye. Bin bir türlü iftira emin olun, hâlâ tekrarlamaktan sıkılıyorum, ama mecburen tekrarlayacağım. “Efendim oyları çaldılar…” İyi de, hırsız nerede kardeşim? Nerede, hâlâ göremedik, nerede bu hırsız? “Elimizde kamera kayıtları var…” İyi de nerede bu kamera kayıtları? Seçim geçti aradan, o kadar süre geçti, gösterin. Sonunda itiraf ettiler, “çaldılar dedik, ama o siyasi bir söylemdir…” Ne demek siyasi söylem? Çalmayla siyasi söylemin nasıl yan yana getirirsiniz siz? Siyasetin de bir ahlakı vardır, siyasetin de bir düzeyi vardır, bir düzeyi olmak zorundadır. Eleştirebilirsiniz eyvallah, her türlü eleştiri başımın üstüne eyvallah, ama çaldılar demek, birisi oyları çaldı, hırsızlık yaptı demek asla ve asla doğru değildir. “Bu milletin vicdanı var” dedim, “bu milletin bir ahlakı var” dedim, “bu milletin bir feraseti var" dedim ve 17-18 gün sonra mazbatayı verdiler, 18 gün Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı Ekrem İmamoğlu, 18’nci günün sonunda Ankara’daki kurulan kumpas sonucunu verdi kapalı kapılar ardında, seçimi iptal ediyoruz dediler. Hangi seçimi? Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal ediyoruz.
Biz dilekçe verdik, madem oylar çalındı diyorsun, madem Büyükşehir Belediye Başkanlığını iptal ediyorsun, 39 ilçeyi iptal et yeniden seçime gidelim, eyvallah. Hayır dediler, 39 ilçe kalacak, sadece Büyükşehir’i biz yenileyeceğiz dediler. Bazı çevreler CHP’ye çağrı yaptı boykot yapın diye, bazı çevreler efendim mutlaka sokağa çıkın dediler. Onlar da bekliyorlardı; biz kumpas kurduk, kapalı kapılar ardında hâkimleri elde ettik, onlar seçimi iptal ettiler, CHP’liler durur mu? CHP’liler hemen sokaklara çıkarlar, caddelere çıkarlar, camı çerçeveyi kırarlar, bağırırlar çağırırlar, biz de polisleri salarız üstlerine, insanlar ölür ve deriz ki bak işte CHP’yi görüyorsun. Ama bunu yapmadık, hiç yapmadık, sağduyulu hareket ettik.
Tahriklere gelmedik, hiçbir tahrike kapılmadık, sağduyulu hareket ettik. Niçin? Hakeme gidiyoruz. Hakem kim? Hakem millet, İstanbullu. İstanbulluya güvenmeyip de kime güveneceksin? AK Partiye güvenmiyoruz, onun hâkimlerine güvenmiyoruz, onun savcılarına güvenmiyoruz, onun bürokratlarına güvenmiyoruz, onun valilerine güvenmiyoruz, ama 16 milyon İstanbulluya sonuna kadar güveniyoruz dedik ve güvendik.
Çünkü biz bir Adalet Yürüyüşü yapmıştık, haktan bahsetmiştik, hukuktan bahsetmiştik, adaletten bahsetmiştik. Haktan, hukuktan ve adaletten bahsedenler sokağa çıkıp yasadışı eylem yapmazlar, sokağa çıkıp camı çerçeveyi kırmazlar. Evet, biz hakkı hukuku ve adaleti milletin vicdanında aradık ve dedik hay hay kardeşim, madem öyle gelin bir daha yapalım.
13 bin 729 oyla kazanmıştı, “efendim bu oy yetmez, burada mutlaka bir şeyler oldu, bilmediğimiz bir şeyler oldu” diye o mizah unsurunu anlatan, daha doğrusu mizah havasında olan pek çok söylemi hep birlikte bir şekliyle dinledik. Sonunda 23 Haziran’da sandığa gittik ve 800 bini aşkın bir oyla Ekrem İmamoğlu yeniden seçildi.
Evet ne dedik? “Bu milletin ahlakına, bu milletin ferasetine güveniyoruz, bu milletin vicdanına güveniyoruz” dedik. Bir hakkın, teslim edilen bir hakkın bir kişinin elinden kapalı kapılar ardında nasıl alındığını gördük. Sadece biz değil, 80 milyon vatandaşımız gördü. Sadece 80 milyon mu? Bütün dünya gördü ve bütün dünya bizdeki demokrasiyi sorgulamaya başladı nasıl olur bu diye. Evet, bütün bunlara rağmen seçime gittik ve güzel bir sonuç aldık.
Peki, seçimler hangi şartlarda yapıldı? Buna da bakmamız lazım. Her türlü iftira yapıldı, her türlü! Pontus’tan tutun diplomaya kadar. Bu kadar –gerçekten samimi söylüyorum- bir iktidar partisinin ve onun destekçilerinin, artı Cumhurbaşkanının, bütün bunları bir tarafa bırakın doğrudan doğruya Ekrem İmamoğlu’nu hedef alarak orantısız bir şekilde bütün güçlerini kullanarak bir seçim propagandası yaptılar. Medyaları var, yüzde 90’ı kontrol ediyorlar, Cumhurbaşkanları var tarafsızlığını tamamen unutmuş vaziyette, bürokratları var, ekonomik güçleri var. Ama bizim de vicdanımız var, bizim de Allah’ımız var, bizim de inancımız var. Kimseye kötülüğümüz yok, kimseye kin tutmuyoruz, kimseye öfke duymuyoruz. İşi o noktaya taşıdılar ki, Sayın Erdoğan “Bu pazar günü Sisi’ye mi oy vereceksiniz, Binali Yıldırım’a mı oy vereceksiniz” deme noktasına kadar geldi. Emin olun bazen sorguluyorum, bazen düşünüyorum, bunlarda vicdan var mı acaba, ahlak var mı acaba, ahlakın kırıntısı kaldı mı acaba? Allah korkusu kaldı mı acaba? Onu da soruyoruz, evet maalesef.
Biz öteden beri Cumhurbaşkanlığı makamına oturan kişinin tarafsız olmasını isteriz. Çünkü Cumhurbaşkanlığı devletin sigortasıdır. Önemli bir olay olduğunda bütün siyasal partilerin genel başkanlarını davet eder ve orada bir uzlaşma zemini yaratır, ama şu anda öyle bir ortam yoktur. Çok sık söylerim, bizi izleyen vatandaşlarımız var televizyonları başında, bir kez daha Anayasanın o maddesini okumak isterim. Anayasanın 103.maddesi, Cumhurbaşkanlığı yemininin son cümlesi şöyle diyor; “Üzerime aldığım görevi –yani cumhurbaşkanlığı görevini- tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma, büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Şimdi bir daha 82 milyonun vicdanına sesleniyorum, 82 milyonun adalet duygusuna sesleniyorum, 82 milyonun ahlakına sesleniyorum, 82 milyonun demokrasi kültürüne sesleniyorum. Eğer bir kişi tarafsız davranacağına dair, tarafsız olacağına dair namusu ve şerefi üzerine ant içmişse tarafsız kalmalıdır. Hâlâ aynı şeyi söylüyoruz, tarafsız kalmalıdır. Bu yemin metni Anayasa duruyor mu? Anayasada aynen duruyor. Bu yemin metni okundu mu? Türkiye Büyük Millet Meclisinde aynen okundu ve biz yine söylüyoruz seçimlerde Cumhurbaşkanının tarafsız kalması lazım; eğer Cumhurun başkanı olacaksa. Ya da unvanını değiştirir, Cumhurbaşkanını tamamen kaldırır, ben sadece ve sadece AK Partinin Başkanıyım der, oraya seçildim ve Anayasadan da yemin metni çıkarılır, mesele biter o zaman. Çünkü parti genel başkanları Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etmezler, tarafsız davranacağına dair yemin etmez. Ne yemini ederler? Milletvekili yemini ederler. Milletvekili yemininde tarafsızlık var mı? Hayır, tarafsızlık yok. Çünkü her partiden seçilen milletvekilleri var ve milletvekilleri de kendi partilerinin politikaları çerçevesinde siyaset yaparlar.
Ve seçimlerde, yani İstanbul seçimlerinde bütün arkadaşlarımız büyük bir soğukkanlılıkla hareket ettiler, hiç kimseyi ayırmadık, hiç kimsenin inancını kimliğini sorgulamadık, hiç kimsenin yaşam tarzını sorgulamadık. Hem Ekrem Bey, hem milletvekillerimiz, il başkanımız, ilçe başkanlarımız, herkes, ama herkes gönül veren herkes güzel bir çalışma sergiledi, çok güzel bir çalışma. Baskılara rağmen, ekonomik güçlüklere rağmen, taraflı Cumhurbaşkanına rağmen, devletin valisine kaymakamına bürokratlarına rağmen ve hep beraber güzel bir demokrasi destanı yazdık, demokrasi destanı!
Demokrasi destanı yazdık gerçekten de. Eğer bütün dünya bugün Türkiye’yi konuşuyorsa, 16 milyon İstanbullunun sayesinde konuşuyordur. 16 milyon İstanbullu İstanbul’da bir destan yazdı, bir demokrasi destanı yazdı. Bu demokrasi destanı bizim siyasal tarihimizin en önemli destanlarından birisidir.
Ve destanı yazanlar, sandığa gidip oy kullanan, hangi partiden olursa olup sandığa gidip oy kullanan ve tatillerini yarıda kesip İstanbul’a gelen 8 milyon 925 bini 63 kişidir, destanın sahipleri bunlardır. Asıl demokrasi kahramanları da bunlardır, sandığa gidip oylarını kullandılar.
Bir teşekkürüm de, Cumhuriyet Halk Partisi örgütlerine, il başkanına, ilçe başkanına, kadın kollarına, gençlik kollarına, milletvekillerine, belediye başkanlarına, herkese yürekten teşekkür ediyorum. Ve hiçbir partiye üye olmadığı halde demokrasi sevdalısı destek veren gönüllülerimize, binlerce gönüllüye yürekten teşekkür ediyorum.
Millet İttifakını oluşturan İYİ Parti ve Demokrat Partinin Saygıdeğer Genel Başkanlarına ve üyelerine; Millet İttifakı içinde yer almamakla birlikte Saadet Partisinin Sayın Genel Başkanına ve üyelerine; aynı şekilde AK Partili kardeşlerime, ülkücü MHP’li kardeşlerime, Saadet Partili kardeşlerime, HDP’nin başkan yöneticileriyle HDP’ye oy veren bütün kardeşlerime, Adalet Partisinin Sayın Genel Başkanı ve arkadaşlarına yürekten teşekkür ediyorum. Hep birlikte bir demokrasi destanı yazdık ve hep birlikte Türkiye bizimdir dedik.
Bu şarkıyı dinlemeye ihtiyacımız var, Türkiye’nin bu şarkıyı dinlemeye ihtiyacı var. Hep beraber motorları maviliklere sürmek kadar güzel bir şey yoktur. Hep beraber, ayrım yapmaksızın! Sizden bizden demeden, doğulu batılı demeden, etnik kimlik üzerinden siyaset yapmadan, inanç üzerinden siyaset yapmadan, bayrağımızın altında onurla yaşayan milyonların hep birlikte motorları maviliklere sürmesi kadar güzel bir şey yoktur ve biz bunu yapacağız, biz bunu yapmakta kararlıyız.
Bu destan CHP’nin destanı değildir, bu destan demokrasiye susayanların destanıdır, hepimizin destanıdır. Bu ülkenin destanıdır. Ve hep birlikte güzel şeyler yapmaya çalıştık. Bu destanın bu seçimlerin iki sonucu var, iki temel sonucu var. Biri, Türkiye için, biri dünya için. Türkiye için şu: Seçmen ülkedeki siyasilere bir mesaj verdi, seçmen siyasetin vesayetinde olan yargıya önemli bir mesaj verdi. Dedi ki, İstanbul seçimlerini kazanan Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını haksız bir şekilde elinden aldınız. Bir kişi haksızlığa uğradı ve bizim görevimiz haksızlık karşısında susan dilsiz şeytansa, biz şeytan olmayacağız, o haksızlığı gidereceğiz, mazbatası elinden alınan kişiye mazbatasını teslim edeceğiz. 800 bin kişilik farkın anlamı budur.
Mazbatayı verecekler, gidecekleri başka bir yer yok ki, ne yapacaklar? Emin olun, istiyorlarsa yine Yüksek Seçim Kurulu orada gitsinler, dilekçe hazırlasınlar, “yine” desinler. Vallahi de billahi de itiraz etmeyeceğim, yeniden seçime gideceğim.
Ve bu seçimin Türkiye için bir anlamı daha var, bizler Cumhurbaşkanlığının tarafsız olmasını istiyoruz. Vatandaş Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını istiyor. O koltuğa oturan kişinin tarafsız olması lazım. Tarihimiz böyle, kültürümüz de böyle. Cumhurun başında olan kişi 82 milyonu kucaklamalı, tarafsızlığını korumalı. Ne gerekiyorsa o yapılmalı. 800 bin kişi, bir ilden 800 bin kişi bu mesajı veriyor. 800 bin kişi! Tarafsızlık konusunda bir referanduma hazırız, Cumhurbaşkanı taraflı mı olmalı, tarafsız mı olmalı? Referanduma hazırız, gelsinler yapalım o referandumu da. Göreceksiniz ezici çoğunlukta tarafsızlık çıkacaktır.
Dünyaya verdiğimiz mesaj: Türkiye’de bir tek adamı rejimi vardı, bütün dünya bunu bir dikta yönetim olarak kabul ediyordu. Medyanın özgür olmadığı, yargının baskı altında olduğu, aydınların hapishanelere tıkıldığı, milletvekillerinin tutuklandığı bir ortamda artık Türkiye’de demokrasi gelmez diye bir düşünce vardı. Ve biz bütün dünyaya şu mesajı verdik. Her türlü baskıya rağmen, yargının siyasallaşmasına rağmen, bu ülkenin kültüründe ve dokularında demokrasi vardır. Biz dünyaya bir demokrasi mesajı verdik ve dünya bunu kabul etti. Niçin kabul etti? Türkiye’den demokrasi açısından umudunu kesmişlerdi, Türkiye’de artık demokrasi gelmez diyorlardı, Türkiye’de demokrasi olmaz diyorlardı. Baskı var diyorlardı, şiddet var diyorlardı, yazarlar çizerler hapiste diyorlardı. Erdoğan çok güçlü diyorlardı ve dolayısıyla diyorlardı ki, devletin bütün imkânlarını kullanıyor bunlar, Cumhurbaşkanı tarafsız değil, valisi kaymakamı devletin bütün bürokratları, devletin bütün bütçesi kullanılıyor. Türkiye’ye artık demokrasi gelmez ve bizler bir destan yazarak, bütün baskılara rağmen biz demokrasiden yana oy kullandık mesajı verdik ve dünya onun için şaşkınlık içinde izliyor. Gerçekten de Türkiye’de demokrasi kültürü var ve yerleşmiş durumda.
Dolayısıyla İstanbul seçimleri bir İstanbul seçimi değil. Milletvekili arkadaşlarımız var, uluslararası toplantılara katılıyorlar. Katıldıkları her toplantıda başka ülkelerin milletvekillerinin ilk sorduğu soru İstanbul seçimleri ne olacak diye. Ve şimdi bütün dünya gelişen demokrasi kültürümüzü, demokrasi azmimizi yakından izliyor. Herkes şaşkınlık içinde, gerçekten olur mu bu? Evet, gerçekten oldu. Gerçekten yapabilir miyiz? Evet, gerçekten yapabiliriz. İnandığımız için yapabiliriz dedik ve inandık ve yaptık ve gerçekleştirdik.
Kazanan sadece Ekrem İmamoğlu değil, o bir kişi, saygın bir kişi, ama kazanan demokrasidir, kazanan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Kazanan cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıran milyonlardır, 82 milyondur ve biz bunu yaptık, bunu gerçekleştirdik.
Adalet Yürüyüşü’nde Maltepe’ye geldiğimizde gazeteciler soruyordu bana, bundan sonra ne olacak diye. Maltepe’de bir duvar var diyordum, o duvarı yıkma zamanı gelecek ve biz o duvarı yıkacağız diye. O duvarı büyük ölçüde yıktık, parça parça ettik. Adana’da, Antalya’da, Mersin’de, Ankara’da, Bolu’da, Kırşehir’de, hemen hemen her yerde büyük yerlerde, İzmir’de hepsinde kırdık. Artvin’de evet, bütün bunları... Hatta 60 yıldır alamadığımız pek çok yerde yeni belediyeler aldık, yeni belediyeler kazandık ve dolayısıyla biz duvarı yıkmaya ve demokrasiyi güçlendirmeye çalışacağız. Her yerde cumhuriyet olabilir, ama cumhuriyetin değeri demokrasiyle anlam kazanır. Mustafa Kemal’in cumhuriyetini demokrasiyle taçlandırdığımızda, asıl o zaman görevimizi yapmış olacağız.
Asıl görevimiz şimdi başlıyor. Seçimlerde çalıştık eyvallah, güzel çalıştık, çok güzel. Herkesi kucaklayan bir dil kullandık eyvallah, bir sorun varsa sorunun nasıl çözüleceğini anlattık eyvallah. Şimdi iş başa düştü, şimdi belediye başkanlarımıza büyük görevler düşüyor. Nasıl bir belediyecilik anlayışı? Halkçı belediyecilik anlayışıyla yola çıkacaklar. Kuralları sayıyorum şimdi, yedi kuralı belirliyorum şimdi. Yedi kurala bütün Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanları uyacaklar, yedi kurala! Yedi kuralın takipçisi hem ben olacağım, hem millet olacak, hem belde halkı olacak, hem partililer olacak, hem milletvekilleri olacak, birlikte bakacağız. Çünkü Türkiye’nin demokrasisini güçlendirmeye ihtiyacı var, Türkiye’nin yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı var; gerginlikten uzak, kavgadan uzak, herkesi kucaklayan ve her soruna çözüm üreten yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı var. Cumhuriyet Halk Partisi artık sadece CHP’lilerin değil, 82 milyonun partisidir artık, herkes bu gerçeği bilmeli, 82 milyonun partisi! Oy versin vermesin, taşeron işçilerin sorununu nasıl çözdüysek ki her partiden insan vardı, Türkiye’nin sorunlarını da çözmeye talibiz. Kavgasız, akılla mantıkla, bilgiyle birikimle çözmeye talibiz.
Nedir, halkçı belediyecilikte yedi kuralımız nedir?
Bir, yönettiğiniz belde insanlarını, beldedeki bütün vatandaşları inançları, kimlikleri ya da yaşam tarzları itibariyle ayırmayacaksınız. Belde halkının tamamını kucaklayacaksınız. Birinci kuralımız budur.
İkinci kuralımız, hizmeti yani belediye başkanlığı hizmetini belli kişiler, zümreler, akrabalar, yandaşlar için değil, halk için yapacaksınız. Biliyorum ben bunu söyledim diye havuz medyası üzülecek, biz mahvolduk, bize özel hizmet gelmeyecek diye, ama onlar üzülebilir, ama halk sevinecektir, halktan yana tavır alacağız.
Üçüncü kuralımız, beldenizde yönettiğiniz beldede fakir mahallere pozitif ayrımcılık yapacaksınız, yatırımlarda bu mahallelere öncelik vereceksiniz. Özellikle engelli, dezavantajlı gruplarla kadınların lehine karar alacaksınız. Böylece toplumun bir anlamda kendisini dışlanmış hisseden kesimini kucaklayacaksınız. Onlara sevgi sempati ve hizmet götüreceksiniz.
Dört, yoksullara yardım yaparken, insan onurunu koruyacak, ailenin ya da kişinin yoksulluğunu asla teşhir etmeyeceksiniz. Yani halkçılığın en temel ilkelerinden birisi olan, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek kuralına uyacaksınız.
Beşinci ilkemiz, harcadığınız her kuruşun hesabını millete vereceksiniz, her kuruşun hesabını! Bu aynı zamanda israfla mücadele demektir. Hiç kimse unutmasın, kul hakkı yememek halkçı belediyeciliğin temel kurallarından birisidir.
Altıncı kuralımız, belediyede yönetici atamalarında kesinlikle liyakat sistemine uyacaksınız. Halkçılığın bir diğer temel ilkesi de, işi ehline vermek olduğunu hiçbir belediye başkanımız unutmayacak. Partizanlık değil, işi ehline vereceksiniz.
Yedinci kuralımız, belediyeyi adaletle yöneteceksiniz. Boşuna mı biz adalet yürüyüşü yaptık? Dolayısıyla bütün belediye başkanlarımız belediyeyi adaletle yönetecekler. Bu çerçevede yolumuza devam edeceğiz.
Bizim bölgede, yani Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada demokrasi çok önemlidir. İslam dünyası açısından da demokrasi çok önemlidir. Mustafa Kemal cumhuriyeti kurduğu zaman, bütün İslam dünyası onu örnek almıştır ve bütün ülkeler bütün devletler, onlar da cumhuriyeti kurmuşlardır. Biz demokrasiyi büyüttükçe, bütün İslam dünyası da demokrasiden yana tavır almaya başlamıştır. Ve herkes Türkiye’deki demokrasiyi imrenerek görmeye başlamıştır. Kadınlar haklarını aramaya başlamışlardır, medya özgürlüğü olmaya başlamıştır, bağımsız yargı olmaya başlamıştır, gücün bir kişinin elinde değil gücün dengeli bir şekilde dağıtılmasına olanak sağlayan anayasal düzenlemeler bir şekliyle gelişmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin bölgemizdeki en önemli gücü, yumuşak güç dediğimiz demokrasidir. Ve demokrasi yeri ve zamanı geldiği zaman bombadan da daha güçlüdür, füzeden de daha güçlüdür. Çünkü demokrasi dünyada saygınlığın temel ölçütlerinden birisidir. Eğer Türkiye dünyada saygın bir ülke olacaksa, bunun yolu demokrasiden geçmektedir. O nedenle bütün İslam dünyası da göreceksiniz bizi örnek alacaktır, demokrasiyi örnek alacaktır. Demokrasi kültürünün kendileri için bölgeleri için ve çocukları için ne kadar değerli olduğunu göreceklerdir. O nedenle demokrasi bu milletin onuru ve gururudur. Biz bu onuru ve gururu büyüttüğümüz için memnunuz.
Demokrasinin bir diğer özelliği var. Demokrasi aynı zamanda kalkınmanın manivelasıdır. Demokrasisi gelişmiş ülkelerin tamamı gelişmiştir. Buyurun Güney Kore’ye bakın, buyurun Japonya’ya bakın, buyurun Norveç’e bakın, İsveç’e bakın, İsviçre’ye bakın, Kanada’ya bakın. Nerede demokrasi gelişmişse, o ülkelerde kişi başına gelir artmıştır. Çünkü düşünce özgürlüğü vardır, çünkü üretme gücü ve kapasitesi vardır toplumun, çünkü herkesin can ve mal güvenliği vardır. Demokrasi yoksa bunların hiçbirisi olmaz. Demokrasi törpülendiği ve biraz karanlık bir odaya hapsedildiği için, Türkiye’de ekonomi kan kaybediyor. Ekonomide ciddi sorunlarımız var. Demokraside bir çıtayı aştık, çıtayı aşmak bizi aynı zamanda ekonomide de çıtayı aşmayı zorunlu kılıyor. Ama ekonomi bir seçimler gibi değil, ekonominin yöneticileri var, yani siyasal iktidar var. Demokrasiyi önceleyerek eğer ekonomik standartları geliştirebilirse, Türkiye büyür, Türkiye kalkınır, Türkiye bölgesinde söz sahibi olur, Türkiye yalnızlaşmaz. Gücünü üretimden, gücünü emekten alır; üreten bir Türkiye güçlü bir Türkiye’dir, üreten bir Türkiye’nin dünyada ve bölgesinde saygınlığı olur. Ama ekonomide ciddi sorunlarımız var. Düşündüğümüzden çok daha derin sorunlarımız var ekonomide.
Erdoğan şunu söylüyordu 2018’de, bir yıl önce 2018’in 24’ünde seçimler yapıldı, 19 Haziran 2018’de, “Siz 24’ünde bu kardeşinize yetkiyi verin, göreceksiniz dolarla enflasyonla mücadele nasıl yapılır göreceksiniz, Türkiye nasıl düzlüğe çıkarılır göreceksiniz” demişti. Gördük, hep beraber gördük!
Ve Sayın Erdoğan “ekonominin sorumlusu benim” demişti, doğrudur. Bu cümleden dolayı eleştiremeyiz, ekonominin sorumlusu odur, çünkü her şeye hâkim olan odur. Valiyi belirleyen o, kaymakamı belirleyen o, Yargıtay Başkanını belirleyen o, Danıştay Başkanını belirleyen o, BDDK Başkanını belirleyen o, bankaların genel müdürlerini belirleyen o, her şey ondan soruluyor, tek adam rejimi var zaten, demokrasi yok. Ekonomi tepetaklak gidiyor.
Şimdi “sorumlusu benim” demek ne demektir? Dış güçler sorumlu değil demektir. “Sorumlusu benim” demek ne demektir? Bu işte esnafın, sanayicinin bir günahı yok demektir. “Sorumlusu benim “ demek ne demektir? Devletin diğer kurumlarının hiçbir günahı yok, bütün sorumluluk bana ait, çünkü talimatı veren benim demektir. Bu çerçevede bakmak lazım.
Yetkiyi aldı, ne oldu? Devlet aile şirketi gibi yönetilmeye başlandı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir aile şirketi gibi yönetilemez! Sarayda beyefendi, damadı da ekonominin başında…
Ekonomide kriz var doğru, iki sorunun cevabını arayacağız. Sorulardan birisi şu: Ekonomide kriz var, faturayı kim ödeyecek? Saraya bakıyorum fatura öder mi? Hayır, mutfak mükemmel, ejder meyvesinden tutun, bilmem neye kadar her şey var. Saraydan beslenenler var. Onlar da dolarla ihale alıyorlar, fiyatlar dolarla belirlenmiş, dolar ne kadar artarsa onların kârı var, dolayısıyla onlar da krizden etkilenmiyorlar. Rantiye sınıfı var, yani faizciler. Faiz karşılığında para verenler, devlete para verenler. Onlar da durumdan çok memnun, çünkü faiz arttıkça onlar daha fazla kazanıyorlar. Dünyanın en yüksek faizini hem içeride, hem dışarıda ödüyoruz zaten. Havuz medyası, onlar da bu ekonomik krizden asla etkilenmiyorlar. Devletin bankaları, devletin kurumları, diğer kurumlar, her türlü desteği veriyorlar, reklamlar şunlar bunları veriyorlar, onların da bir eli yağda, bir eli balda.
Peki, faturayı kim ödeyecek? Faturayı bakın, sadece vatandaş değil, sıradan vatandaş değil, faturayı sanayici de ödüyor, çiftçi de ödüyor, üreten kesimler ödüyorlar faturayı, üreten bakın! Rantiye üretmez, dolarla ihale alanın zaten bir derdi yok, ama çiftçi üretir, sanayici üretir. Bakın, son sekiz aydır sanayi üretiminde düşüş var, çünkü talep yok. Sanayi üretiminde düşüş ne demektir? Patron diyor ki işçilere, kusura bakmayın ben işçi çıkarmak zorundayım. İşsizlik, geniş tanımlı işsizlik neden 8,5 milyona dayandı bu nedenle. Çiftçi ekmiyor, ektiğim zaman zarar ediyorum diyor. Dolayısıyla iş yok, ama borç çok.
Son dört ayı veriyorum, 2019’un son dört ayını veriyorum, özellikle AK Partili kardeşlerim dinlesinler. Son dört ayda, yani Ocak Nisan arasında tam 600 bin kişi icralık oldu, 600 bin 532 kişi icralık oldu.
Şimdi AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum, “ekonominin sorumlusu benim” diyen kişiye soracaksınız, “oyu bana verin ayın 24’ünden sonra göreceksiniz bu memlekette dolar ne olacak, enflasyon ne olacak, ben hepsinin hakkından geleceğim” diyen kişiye soracaksınız. Onu sevdiğinizi biliyorum; ama sevmek ayrı, memleket ayrı. Memleket elden gidiyor, ekonomik olarak elden gidiyor. Bir kişi işsizlik nedeniyle intihar ediyorsa, hepimiz kendi vicdanımızda bunu sorgulamak zorundayız. Bir kişi işsizlik nedeniyle kendisini yakıyorsa, sorgulamak zorundayız. Ve şu soruyu sormak zorundayız, bu memleket nereye gidiyor? Nereye gidiyor bu memleket?
Dolayısıyla sanayici ödüyor, çiftçi ödüyor, üreten ödüyor. Bir de sadece vatandaş da ödüyor. Vatandaşın mutfaklarında yangın olduğunu hepimiz biliyoruz, perişan vaziyette. Bunu en iyi bilen bu ülkenin anneleridir. Çocuğuna akşam yemek yediremeyen annesidir. Her gün öğlen zamanı salçayla ekmeği bir araya getirip çocuğuna tost yapan annedir. Bu annenin dramını bilmiyor muyuz? AK Partili kardeşlerim sormayacak mı bunu? Bunları sormak zorundalar. Soracağız, insan olarak soracağız, siyasetin dışında bu işin sorumlusu kimdir diyeceğiz.
Sorunlara doğru teşhis koymak zorundayız. İkinci soru, memleketi bu hale kim getirdi? Birisi getirdi, kim getirdi? Memleketi bu hale yönetenler getirdi. Yani bizlerin oy verdiği, vatandaşın oy verdiği, iktidara gelip vatandaşa hizmet vermeyen yandaşına hizmet veren iktidar getirdi ve bunu da hep birlikte düşünmek zorundayız. Ve bunun altyapısını da rejim oluşturdu, değişen rejim oluşturdu, tek adam rejimi. Tek adam rejimi değişmeli. Artık AK Partili kardeşim de bilmeli ki, bu ülkede tek adam rejimi olmuyor. Tek adam rejimi felaket getirdi, tek adam rejimi yoksulluk getirdi, tek adam rejimi enflasyon getirdi, tek adam rejimi bu ülkeye huzur getirmedi. Dolayısıyla hep birlikte bunu gördük. Devletin çalışmadığını gördük tek adam rejiminde. Tek adam rejiminde ekonominin kontrol edilmediğini gördük. Tek adam rejiminde plansız programsız bir ekonomi, bir Türkiye gördük. Tek adam rejiminde vatandaşın borç batağında olduğunu gördük. Tek adam rejiminde adaletin tümüyle yok edildiğini gördük. Tek adam rejiminde FETÖ borsası kurulduğunu gördük. Parası olanların, sırtı kalınların dışarıda, FETÖ’cülerin dışarıda, garibanların içeride olduğunu gördük. Dolayısıyla tek adam rejiminde Türkiye Büyük Millet Meclisinin iş yapamaz hale getirildiğini gördük. Bunun değişmesi lazım, bu yanlıştan dönelim, bu yanlıştan dönmemiz lazım.
Vatandaş ne istiyor? Benim gittiğim her yerde vatandaş ne istiyor? Vatandaş demokrasi istiyor, vatandaş siyasi iktidardan hizmet istiyor, vatandaş ülkesinde huzur istiyor, vatandaş kendi ülkesinde hak hukuk ve adalet istiyor, vatandaş daha güçlü bir Türkiye istiyor. Vatandaş partili değil, tarafsız bir cumhurbaşkanı istiyor. Vatandaş yandaş medya değil, rahat özgürce doğru haber alabileceği medya istiyor. Vatandaş ödediği vergilerin nerelere ne kadar harcandığını öğrenmek istiyor. Vatandaş üçüncü havalimanının kaça yapıldığını öğrenmek istiyor. Vatandaş yapılan köprünün kaça mal olduğunu öğrenmek istiyor. Vatandaş şehir hastanelerinin kaça mal olduğunu öğrenmek istiyor. Bunları vatandaş bilmiyor, vatandaş sanıyor ki sadece ben bilmiyorum. Hayır, sevgili kardeşim bunları Türkiye Büyük Millet Meclisindeki hiçbir milletvekili de bilmiyor. Parlamentonun, senin oy verip parlamentoya getirdiğin 600 milletvekilinin ne hale düşürüldüğünü görüyor musun, düşünüyor musun? Tek adam rejiminin değişmesi lazım. Vatandaş üreten güçlü bir Türkiye istiyor, vatandaş ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen istiyor.
Bütün siyasi partilere açık ve net çağrımdır, vatandaşın bu beklentilerini karşılamak için Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz her şeye hazırız, getirin kanun her şeye hazırız. Tek adam rejimini kaldıralım, güçlü bir demokratik sistem kuralım, güçlü bir demokratik sistem! Hep beraber yapalım, demokrasiyi yeniden inşa edelim.
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024