02.07.2019
02.07.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU
(2 TEMMUZ 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz, onur verdiniz. Bizleri televizyonları başında izleyen bütün vatandaşlarıma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan selamlarımı, sevgilerimi, hürmetlerimi gönderiyorum. Umuyorum ve diliyorum, hep birlikte huzurlu ve güzel bir Türkiye’de yaşama hakkını elde ederiz. Bunun mücadelesini yapıyoruz.
Hiçbir ayrımın olmadığı, bütün insanların mutlu olduğu, herkesin işinin gücünün olduğu güzel bir Türkiye, özlediğimiz Türkiye bu. Hiç kimsenin yaşam tarzına müdahale edilmediği, hiç kimsenin kimliği dolayısıyla ötekileştirilmediği, hiç kimsenin siyasi düşüncesini açıkladı diye hapse girmediği güzel bir Türkiye istiyoruz. Demokrasisi gelişmiş, insan hakları gelişmiş güzel bir Türkiye istiyoruz. Bizim mücadelemizin özü budur. Bu mücadeleyi sonuna kadar götüreceğiz. Emin olun, sonuna kadar götüreceğiz.
Elbette ki insanlar zaman zaman düşüncelerini sözleriyle, bazen sazlarıyla, bazen şiirleriyle, bazen filmleriyle, bazen romanlarıyla, bazen öyküleriyle anlatırlar ve bizler sanatın yedi dalında da oturur bakarız, hangi dal hoşumuza gidiyorsa bir şekliyle oradan mesajlar çıkarmaya çalışırız. Ozanlarımız vardır değerli, Anadolu’nun bağrından çıkan ozanlarımız vardır, şairlerimiz vardır, öykücülerimiz vardır, romancılarımız vardır ve dolayısıyla biz bütün bunların tamamına bizimle aynı dünya görüşünü paylaşmasalar bile saygı duymak zorundayız. Bunlar bizim kültürümüzün, zengin kültürümüzün birer parçasıdırlar.
Şuraya gelmek istiyorum. Bugün 2 Temmuz, Madımak olaylarına gelmek istiyorum. İnsanlar sazlarıyla sözleriyle, bazen panelleriyle, bazen şarkılarıyla türküleriyle bir şeyler anlatmak istediler güzel Türkiye için, hep o umudu beslediler. Ama 2 Temmuz’da Madımak’ta bir insanlık katliamı yaşandı, insanlar diri diri yakıldı. Bunu unutmak mümkün değildir. Bunu unutmayacağız ve unutturmayacağız. Ve şunun bilinmesi çok, ama çok önemli; bir insanı beğenmeyebilirsiniz, düşüncesini beğenmeyebilirsiniz, siyasi görüşünü beğenmeyebilirsiniz, hatta kimliğinden hoşlanmayabilirsiniz. Şeklinden, saçından, giyiminden kuşamından hoşlanmayabilirsiniz, ama bir insanı yakamazsınız, bir insanı öldüremezsiniz. Yüreğinde insan sevgisi olan birisinin bir insanı yakması, yıkması doğru değildir. Ama kini ve öfkeyi de asla yüreğimizde tutmamalıyız, kin ve öfke insana yakışmaz. Kini ve öfkeyi bir tarafa bırakacağız, geçmişteki hataları ileriye taşımayacağız. O hatalardan insan olarak arınmamız gerekiyor.
Eren Aysan bugün güzel bir yazı yazmış Cumhuriyet Gazetesi’nde, Madımak’ta ölen Behçet Aysan’ın kızı, onun yazısından bir bölümü okumak isterim: “Hayatım boyunca bir bilim adamı, yazar ve şair olan babam Behçet Aysan’ın yaşamında salık verdiği değerlere sadık kalmaya çaba gösterdim. Bilenmedim, öfkelenmemeye, tersini anlamaya çalıştım. Hınçla büyümedim, o meşhum günde bile katilden nefret edemedim. Düşmanım otel yakanlar değil, onları bu duyguya sürükleyen anlayış ve cehalettir” diyor. Aradığımız da budur.
Tabii Türkiye önemli günler yaşıyor. 2007’de biliyorsunuz Ümraniye’de bir gecekondunun çatısında bulunan el bombalarıyla Ergenekon Balyoz operasyonları başladı. Hepimiz, ama hepimiz televizyonlarımızın başında, gazetelerde, toplantılarda ana gündem konusu yaptık. Ne oluyordu Türkiye’ye, nasıl oluyordu da bulunan bir el bombasından yola çıkılarak orduya operasyon yapılıyordu, aydınlara operasyonlar yapılıyordu, gazetecilere operasyonlar yapılıyordu? Herkesin telefonları dinleniyordu ve insanlar şöyle veya böyle konuşamıyorlardı. Sessiz konuşuyorlardı, bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı.
27 Temmuz 2007’den bugüne kadar tam 12 yıllık üretilen yalan, en sonunda 2019’da çöktü ve tamamının yalan olduğu mahkeme kararıyla sabit oldu. Peki, bu sürede ne oldu? 60 bin kişinin telefonu dinlendi, 3 bin kişi hakkında takip yapıldı, 588 kişi tutuklanıp hapse atıldı, 1360 kişi ifadeye çağrıldı, 7 kişi ifadesini vermeden öldü, 7 kişi kanser oldu, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı terörist diye alınıp hapse atıldı. Ergenekon operasyonunun büyüklüğünü, bu ülkenin aydınlarına ve ordusuna yapılan kumpası bilmek için anlatıyorum, bilmeniz için, toplumun belleği bunları unutmasın diye anlatıyorum bütün bu ayrıntıları.
Bakın değerli arkadaşlar, 12 yıl sonra pardon diyoruz, bir yanlışlık oldu diyoruz, özür diliyoruz. 12 yılda bu ailelerin çektiği dramın hesabını kim verecek? 12 yılda hapishanede ölenlerin hesabını kim verecek? 12 yılda Ali Tatar’ın hesabını kim verecek? Kuddusi Okkır Ergenekon’un kasası diyorlardı, hesabını kim verecek? Türkan Saylan’ın hesabını kim verecek, Erhan Göksel’in hesabını kim verecek? Bütün bunları unuttuk diye bir tarafa bırakmayacağız.
Hep adalet dedik, hep hak dedik, hep hukuk dedik. Adaleti hakkı hukuku ve sadece kendimiz için istiyorsak namerdiz, kendimiz için değil 82 milyon için istiyoruz hakkı hukuku ve adaleti.
Mehmet Haberal, dünyanın en önemli doktorlarından birisi. Organ naklinde dünyanın en önemli kişilerinden birisi, bir bilim insanı, yıllarca hapiste tutuldu. Tuncay Özkan, altı yıl hapiste tutuldu, şimdi beraat ettin diyorlar, senin suçun yokmuş diyorlar. Altı yılın hesabını kim verecek? Bu ülkenin Genelkurmay Başkanı terörist diye içeri alınırsa ne olacak? Bir ülkenin Genelkurmay Başkanı bu çerçevede hapse alınıyorsa - ben sık sık tekrar ederim, Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur diye, daha bundan iyi örnek mi olur - Genelkurmay Başkanını terörist diye alıyorsan, sade vatandaşı haydi haydi alırsın. Bütün bunları oturup düşünmemiz lazım.
Yazarlardan, çizerlerden, gazetecilerden, bu ülkeyi yönetenlerin özür borcu vardır. Ama özrü laf olsun diye değil, onların önünde diz çökerek özür dilemeleri gerekir, önlerinde diz çökerek!
Bütün bu süreç yaşanırken, arkasında güçlü bir siyasal destek vardı. Tek itiraz eden bizdik, yanlış yapıyorsunuz diyen bizdik. Dönemin Başbakanı zırhlı aracını savcıya vermişti, “sen kullan senin güvenliğin çok önemli…” Ve değerli arkadaşlarım, bu savcı devletin resmi savcısıydı. Bir de devletin gerçek savcısı olan vardı, Başbakanlık koltuğunda oturan, “ben bu davaların savcısıyım” demişti. Şimdi o davaların savcısı olan, bugün en tepede bir yerde oturuyor. Şimdi sormak istiyorum o kişiye, o davaların savcısı olmaktan memnun musun, hicap mı duyuyorsun? Ben bunu öğrenmek istiyorum.
Ve yine geriye dönüp “biz kandırılmış mıydık?” diyeceksin, “Allah bizi affetsin bizi kandırdılar mı?” diyeceksin. Ben bunu merak ediyorum.
Binlerce kişiyi aileyi mahkum ettiler, hiçbir evde huzur bırakmadılar. Yazıktır günahtır, adalet bu mudur? Atacaksın aylarca içeriye, bir kısmı içeride hayatını kaybedecek ölecek, bir kısmı kanser olacak, “ben bu davaların savcısıyım” diyeceksin, 12 yıl sonra denilecek ki pardon biz bir yanlışlık yaptık, hepinize beraat kararı veriyoruz, buyurun evlerinize gidin. Ne olacak peki, bu mudur adalet, bu mudur hak, bu mudur hukuk?
Ben özellikle o dönemde, dönemin hükümetine destek veren, onların medya mensuplarına da seslenmek istiyorum. Eğer sizde de vicdan varsa, vazgeçtim vicdanın kırıntısı varsa, sizlerin de kalkıp yaptığınız işler dolayısıyla, yazdığınız yazılar dolayısıyla, ithamlarınız dolayısıyla özür dilemeniz gerekiyor. Evet, özür dilemeniz gerekiyor.
Ergenekon davası tek bir dava değildi tabii, Balyoz, askeri casusluk, amirallere suikast, Oda TV. Bütün bunlara baktığınızda biri birini tamamlayan bir davalar zinciri gidiyordu. Ben Silivri Hapishanesini o dönem, 1940’ların Almanya’sındaki toplama kampına benzetmiştim. Aydınların, düşünürlerin alınıp hapsedildiği toplama kampına. Ziyaretimden sonra da bu açıklamayı yapmıştım. “Silivri Hapishanesi 1940’ların Almanya’sındaki toplama kampına benziyor” demiştim. Burada aydınlar var, burada gazeteciler var, burada üniversite hocaları var, burada askerler var, herkes var. Bunların tek ortak özelliği vatanlarına bağlı olmasıydı, bayraklarına bağlı olmasıydı, tek özelliği buydu. Bu açıklamayı yaptım, daha Ankara’ya gelmeden savcı fezleke düzenledi Kılıçdaroğlu bunu söyledi diye. Merak ediyorum o fezleke ne olacak şimdi? Ne olacak o fezleke, herkes beraat etti. Bizim dediğimiz haklı çıktı. Buradan Sayın Baykal’a da saygılarımızı sunmak isteriz. Erdoğan’a demişti ki, “sen bu davaların savcısıysan, ben de bu davaların avukatıyım” demişti, avukat galip geldi.
Şimdi bir yargı reformundan söz ediliyor. Yargı reformu, adalet reformundan söz ediliyor. Gayet güzel. Yargı reformundan söz edilmesi, adalet reformundan söz edilmesi, bunun yetkili organlar tarafından dile getirilmesi, bu ülkede adaletin olmadığını gösteriyor. Önce bu doğruyu bir tarafa yazalım.
İkincisi, Sayın Adalet Bakanı bir açıklama yapmış, yargı reformu stratejisi toplantısında, “Amacımız hızlı değil, yargılamaların makul ve olması gereken sürede tamamlanmasıdır.” Gayet doğru, hiç itirazımız yok. Güven veren adalet, evet adaletin güven vermesi lazım, yani insanın vicdanına dokunması lazım bu karar doğrudur diye. “Pardon sözünün yargının lügatından silinmesidir” diyor, gayet güzel. 12 yıl sonra yaptınız, 12 yıl sonra pardon dediniz. Bir daha benzeri olmasın, eyvallah bir daha benzeri olmasın. “Güven veren adalet, başta tutuklama tedbiri olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında terazinin hassasiyetinin gözetilmesidir” diyor. Malum adaleti temsil eden heykelin elinde bir terazi vardır, kefeleri eşittir. O terazinin dengesinin doğru olması lazım diyor. Biz de bunu istiyoruz zaten, amacımız da bu.
Şimdi bunu istiyoruz, ama şu soruyu sormaktan da kendimizi alamıyoruz. Getireceğiniz adalet paketinde Eren Erdem’in dışarıya çıkacağına söz veriyor musunuz? Boşu boşuna yatıyor Eren Erdem. Hangi suçu var Eren Erdem’in, hangi suçu var, Allah aşkına hangi suçu var? Bir Allahın kulu çıksın söylesin. FETÖ’cü diyorlar. FETÖ aleyhine kitap yazmış “Nurjuvazi” diye ve içeride. Hangi gerekçeyle içeride? Efendim gizli tanık var, onun söylediği ifadeler var, beyan ettiği ifadeler var. İyi de, gizli tanık dedi ki, “ben bunlardan vazgeçiyorum, benim borçlarımı ödeyeceklerdi, böyle bir ifade verirsen senin vergi borçlarını sileriz, ben de bu ifadeyi verdim.” Kime? Mahkemeye söylüyor. Niye içeride, hangi gerekçeyle içeride?
Sadece Eren Erdem değil, Osman Kavala niye içeride? Onun da çıkması lazım. Askeri öğrenciler var, onların da çıkması lazım. Komutanını tutuklayacaksın, askeri öğrenciyi değil. Sırrı Süreyya Önder, siyasette önemli bir entelektüel, bırakın siyaset adamını önemli bir entelektüel, niye içeride? Ahmet Altan, hangi gerekçeyle içeride, Nazlı Ilıcak hangi gerekçeyle içeride, Selahattin Demirtaş hangi gerekçeyle içeride? Cumhurbaşkanı adayı olacaksın diyorlar. Mahkemeye başvuruyor, ben cumhurbaşkanı adayı olacağım diyor. Doha doğrusu Seçim Kuruluna başvuruyor. Evet diyorlar, cumhurbaşkanı adayı olabilirsin, hiçbir engel yok. Seçime giriyor, ama hapishanede kalacaksın diyorlar. Şimdi ben vicdan sahibi her vatandaşa sormak istiyorum, vicdan sahibi adaleti isteyen herkese sormak istiyorum. Eğer bu kişi cumhurbaşkanı adayı oluyorsa, seçimlere katılabiliyorsa hapiste ne işi var? Ne işi var hapiste?
Ne söyledim? Adalet sadece bizim için değil, kendimiz için adalet istemiyoruz, 82 milyon için adalet istiyoruz, insanlık için adalet istiyoruz, insan için adalet istiyoruz, kâinat için adalet istiyoruz, evren için adalet istiyoruz. Adalet budur. Sık sık söylerim, adalet bir kutup yıldızı gibidir, yerinde sabit durur, ama bütün kâinat onun etrafında döner, adalet budur. Siz beğenmediğiniz bir insanı hapse atacağım, siyasi rakibimi hapse atacağım, diğerlerini serbest bırakacağım. Parası olan dışarıda, siyasi akrabası olan dışarıda, garibanların tamamı içeride, bu mudur adalet? Peki, bu garibanların hakkını hukukunu kim savunacak? Hiç kimse endişe etmesin, onların hakkını hukukunu Kemal kardeşleri savunacak.
Barış bildirisine imza atanlar, akademide hoca bunlar, üniversitede hoca. Barış bildirisine imza atmışlar, olur. Beğenmezsin, hoşuna gitmez olabilir, ama düşüncesini açıklıyor. Üniversiteden attınız, sorgusuz sualsiz attınız, şimdi hapse atıyorsunuz. Olmaz, yanlıştır bunlar. Cumhuriyet yazarları, gazeteciler niye hapisteler? Anlamak mümkün değil.
Şimdi adalet istiyoruz. Evet, adalet istiyoruz, ama gücü olanın adaletini değil, hakkı olanın adaletini istiyoruz biz. Osaka’da fotoğrafı görmüşsünüzdür, Trump’la Erdoğan yan yana oturuyorlar, arada bayraklarımız var. Amerikan heyeti var, herkesin elinde not defteri ve kalem, liderler görüşecek orada önemli konuşmalar olabilir not alabiliriz diye. Bizim ekip de orada, bizim ekibin elinde ne kalem var, ne de not defteri var, hepsi orada. Tabii bunu görünce Trump gayet güzel diyor ki, “bu arkadaşlarla Hollywood’a çok iyi film çevirebiliriz” diyor. Ve orada bir şey çok önemli, Erdoğan’a teşekkür ediyor Branson’u serbest bıraktığı için. Erdoğan şunu söylemiyor, söyleyemiyor. Efendim onu ben serbest bırakmadım, Türk adaleti serbest bıraktı diyemiyor. Diyemez, çünkü Trump’ın talimatıyla papaz serbest bırakıldı. Şimdi ben bütün AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, sizin vicdanınıza sesleniyorum, Trump’ın telefonuyla papazı serbest bıraktıklarında bunun adı adalet midir? Yoksa bunun adı gücün taleplerinin yerine gelmesi midir? Eğer sen adaletten yanaysan, adaleti savunuyorsan, çoluk çocuğunun hakkını istiyorsan ve onların hakkını savunuyorsan, bir daha AK Partiye ve Erdoğan’a oy vermezsin.
Canan Kaftancıoğlu -adaletten açtık ya bugün- efendim altı yıl önce Tweet atmış, İstanbul seçimlerini kazandık, başarılı bir il başkanımız, sen misin başarılı olan, bunun hesabını soracağız. Ne olacak? Altı yıl önce şu Tweetleri atmıştın, gel bakalım mahkemeye. Hani adalet, nerede adalet?
Sayın Meral Akşener, bir kadın onurlu bir kadın, gururlu bir kadın, bir partinin genel başkanı, İYİ Partinin Genel Başkanı. FETÖ soruşturması... Niçin? Nasıl mahkum edebiliriz, nasıl hapse attırabiliriz? Gizlilik kararı koyuyorlar dosyaya. Meral Hanım diyor ki, “ne gizliliği kardeşim, çağırırsınız mahkemeye, gelirim aslanlar gibi ben ifademi veririm, ne FETÖ’sü” diyor. Ama nasıl mahkum edebilirizin arayışı içindeler. Sonra kalkıp diyorlar ki, biz adalette reform yapacağız. Gelecek olan tasarıya bakacağız, teklife bakacağız. Gerçekten bir reform mu var, yoksa reform adı altında yine istediklerini yapma mı var? Onu da göreceğiz.
Kesinleşmiş beraat kararları var, bakın kesinleşmiş. Mahkeme demiş ki, kanun hükmünde kararnameyle adamı üniversiteden atmışlar, hocayı üniversiteden atmışlar, gitmiş mahkemeye başvurmuş, kesinleşmiş mahkeme kararı, senin hiçbir kusurun yok beraat ettin. Ne olması lazım? Eski görevine iade edilmesi lazım değil mi? Suçsuz. O yapılmıyor. Şimdi adalet reformuna bakacağız nasıl gerçekleşecek bunlar?
Şule Çet davası, görüşülüyor. 10 Temmuz’da yeniden mahkeme var. Bu kızımıza önce tecavüz ediliyor, sonra 20’nci kattan atılıyor. Baba adalet peşinde, adalet istiyor, hakkını istiyor, hukukunu istiyor, evladına tecavüz ediliyor, 20’nci kattan atılıyor. 20’nci kattan atanların parası var pulu var, imkânları var, güçleri var. Şule Çet’in babasının nesi var? Gücü yok, bir vatandaş, sıradan bir vatandaş. Hakkını arayamazsın diyorlar, baskı kuruyorlar. Ama bu ülkede iyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var, iyi ki Cumhuriyet Halk Partisi var.
Askeri öğrenciler içeride, komutanları dışarıda. Askerliği herkes bilir, ast üst ilişkisi vardır, alttakinin üste itiraz etmesi mümkün değildir. Bütün dünyada askerlik kuralları böyledir, ama onlar içeride komutanlar dışarıda. Niçin oluyor bunlar, nasıl oluyor bunlar?
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, hepimizin gözbebeği bir üniversite, Türkiye’nin uluslararası alanda bilim açısından bir yıldızı, öyle bakmamız lazım. Olağanüstü güzel bir üniversite, başarılı öğrencileri var. Diploma törenleri yapılacak, önceden polis baskını yapıp dört tane öğrenciyi içeriye alıyorlar. Törenler yapılıyor, sonra öğrencileri serbest bırakıyorlar. Niye gözaltına alındı bu öğrenciler, hangi gerekçeyle alındı? Hani siz adalet arıyordunuz? Efendim ihbar geldi. Ne ihbarı kardeşim? Çünkü öğrenciler mezuniyet töreninde yürürken pankart taşımasınlar diye, hükümeti eleştirmesinler diye. Eleştirecekler, niye eleştirmesinler? Koca çocuklar bunlar. Suç işlediği zaman alıp idam etmesini biliyorsun, müebbet hapse atmasını biliyorsun, bu da düşüncesini söylüyor. Efendim ihbar üzerine yaptık... O zaman mezuniyet töreninden sonra niye serbest bıraktın? Adalet önemli bir kavramdır arkadaşlar. AK Partili kardeşlerim de bilsinler, AK Partiye oy veren kardeşlerim de bilsinler; adalet herkes için vardır, herkes için olmak zorundadır. Bütün peygamberlerin varlık nedeni adalettir, adalet! İnsanlığın temelidir adalet, kainatın temelidir adalet. Eğer siz adaleti yok eden kararlar alırsanız, gencecik öğrencileri gözaltına alırsanız, tecavüz edilip 20’nci kattan atılan bir gencecik kızımızı ölümüne göz yumarsanız, davaları bir şekliyle ötelerseniz, adaleti sağlamamak için elinizden gelen her çabayı gösterirseniz, devletin temelini çürütmüş olursunuz. Çünkü adalet devletin temelidir, mülkün temelidir. Devletlerin varlık nedeni de adalettir zaten.
Efendim bunları söyledik, ama adaletin başka bir boyutu daha var; komşumuz açken, biz ona yardım yapmak zorundayız, onun açlığını gidermek zorundayız. Siyasal iktidarların, yani ülkeyi yönetenlerin de işsizliğe çare bulması lazım, pahalılığa çare bulması lazım. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye’de adalet vardır, herkesin karnının doyduğu bir Türkiye’de huzur vardır. Bütün dünyada gıda fiyatları ucuzluyor, bütün dünyada! Gıda fiyatları artan tek ülke var Türkiye. Şimdi AK Partili kardeşlerime sormak isterim, bütün dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de niye artıyor, hangi gerekçeyle artıyor? Kim yönetiyor Türkiye’yi, kim Türkiye’yi bu belaları sardı? Bunları AK Partili kardeşlerimin düşünmesini isterim.
Bakınız bir Bakanımız var, mizah unsuru oluyor arada bir, Bekir Pakdemirli. Çünkü bir söylediği, üç gün sonra tutmuyor zaten. Açıklama yapmış “2021 yılı sonuna kadar et ithalatı olmayacak” diye. Sadece 2009’un ilk 5 ayında 251 bin büyükbaş hayvan ithal ettik, 257 milyon dolar para ödedik. Bir Bakan düşünün, topluma doğru bilgi vermiyor, toplumu kandıracağını sanıyor. O koltukta niye oturuyorsun sen, hangi gerekçeyle oturuyorsun sen? Yönetemiyorsunuz, ben bunu gayet iyi biliyorum. Türkiye’nin yönetilmediğini de gayet iyi biliyorum. Bu örnekleri vermemin nedeni, AK Partiye oy veren kardeşlerimin gerçekleri öğrenmesidir. Ama bunlar olurken et tüketiminde de düşüş olmuş. Tabii vatandaşın geliri düşünce, et tüketiminde düşüş oluyor.
Ama saraya bakalım, saraydakiler Lale Devrini yaşıyorlar. Eğer birisinin bir siyasal olarak bocalaması varsa, saraya transfer ediliyor, gel yanıma deniyor, sana paralar vereceğim, odalar vereceğim, sekreter vereceğim, araba vereceğim, sen gel yanıma deniyor. Çiftlik çünkü orası, Ali Babanın Çiftliği gibi, her şey var orada. Şimdi oturuyorlar bir kurul, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu. Adı da güzel, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare, neyi istişare edecekler? Yani bunlar gidip toplanıp Erdoğan’a itiraz mı edecekler? Sayın Erdoğan söylediğiniz yanlıştır mı diyecekler? Hayır efendim. Niye bunlar toplandı? Bülent Arınç var, Cemil Çiçek var, Mehmet Ali Şahin var, yani eski ağabeyler var. Para alıyorlar. Herhalde baktılar ki yeni parti kurulacak, bunları ben saraya transfer edeyim, saraya transfer edildi. Ne oldu? Bunlar da dediler ki, 13 bin lira veriyorlar, 13 bin lira para mı Allah aşkına, yükseltin bu parayı. Ne oldu? 18 bin lira oldu. Yüzünüze gözünüze dursun, neyin istişaresini yapacaksınız siz? Aldığınız para fakir fukaranın parasıdır, tüyü bitmemiş yetimin hakkıdır o para, neyin istişaresini yapacaksınız?
Efendim istişare yapacaklarmış. İstişare yapabilirsin, Ekonomik Sosyal Konsey var, üstelik anayasal bir kurum. Çağırırsın ticaret odası, sanayi odası, ziraat odası, Türk-İş’i Hak-İş’i DİSK’i çağırırsın, dersin beyler buyurun Türkiye’nin çok ciddi bir ekonomik krizi var, nasıl çözelim, istişare edelim. Sorunu onlar yaşıyorlar, dertleri onlar biliyorlar. İşçinin derdini biliyor, çiftçinin derdini biliyor, sanayicinin derdini biliyor, esnafın derdini biliyor. Çağır dinle, istişare yap. Hayır onlar değil, kim? Bizim arkadaşlar, eski ağabeyler gelecek. Niçin? Birisi parti kurmaya kalkarsa bunlar oraya meyil etmesin diye.
Ve bu soruluyor Bülent Arınç’a, Haber Türk’ten Kübra Par’ın programında Kübra Hanım soruyor. Bu aldığınız parayla ilgili, 13 binden 18 bine çıkardınız ya. Bülent Arınç şöyle bir cevap veriyor. Gerçekten vatandaş olarak içim yanıyor böyle bir cevaba. “Benim ne alacağımı ben düşünmüyorum ki…” Senin ne alacağını senin düşünmene gerek yok zaten, sana veriyorlar, boğazından aşağıya akıtıyorlar. “Nitekim bazı edepsizler bunun üzerine yorum yapıyorlar…” 13 bin aylık 18 bine çıkarılıyor, sosyal medyada ve medyada bu tartışılıyor ve Bülent Bey kalkıp buna, bu tartışmayı yapan vatandaşlara edepsiz deme cüretini gösteriyor. Eğer vatandaşlar 13 bini daha ilk toplantıda, toplantı bile olmadı, daha odaları yeni yeni döşeniyor. Daha makamınıza oturmadan 13 bin liralık aylığınız 18 bin liraya çıkarıyorlarsa ve bu vatandaşı rahatsız ediyorsa, sen dönüp vatandaşa edepsiz diyemezsin! Diyen insan aynaya bakacak!
Vatandaşın bunu sorgulamaya hakkı var. Çünkü sana o parayı o vatandaş veriyor. Senin aldığın aylık emekli aylığı dahil vatandaş veriyor. Vatandaş bu soruyu sormazsa zaten o ülkede demokrasi yok demektir. Vatandaş bu soruyu soracak sana. Ben vergi veriyorum diyor. Suyu açarken beş çeşit vergi ödüyoruz, suyu açarken evde. Elektrik düğmesine bastığımda dört çeşit vergi ödüyorum. Çocuğuma bez alırken vergi ödüyorum, kefen alırken vergi ödüyorum. 13 bin lirayı beğenmiyorsun 18 bine çıkıyor, vatandaş sorduğu zaman da edepsiz diyorsun. Edep yahu edep! Edebin ne olduğunu bilir misin sen? Edep nedir, erkân nedir bilir misin acaba? Edepli olmak nedir bilir misin acaba sen? Edep sahibi olmak, erkân sahibi olmak nedir biliyor musunuz? Vatandaşa hesap vermek demektir. Çünkü sen bir kamu görevi yapıyorsun, bir özel şirkette çalışmıyorsun. Gerçi sarayı özel şirkete dönüştürdünüz, han hamam akraba hepsi orada. Belki o çerçevede bakıyor. Benim alacağım aylığı vatandaş soramaz, emekli aylığımı soramaz. Niye sormasın? Sana o parayı veren o vatandaş ve bunu sorma hakkı var o vatandaşın. Hepsini değerlendireceğiz.
Ve Türkiye’yi yönetirken bu anlayış yönetiyor Türkiye’yi. Tıpkı emeklilikte yaşa takılanlara “türedi” denilmesi gibi. Aynı şey. Tıpkı “karınlarını doyuruyoruz bize oy vermiyorlar” dedikleri gibi. Sen kimin parasıyla karnını doyuruyorsun? 82 milyon sana çalışıyor, 82 milyon!
Türkiye’yi yönetemiyorlar.
Tek adam rejimi getirdiler, “Efendim tek adam rejimini kuralım, Türkiye’yi uçuracağım” dedi. Evet, Türkiye’yi uçuracağım. Doğru, uçuyor, yokuş aşağıya ama, nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Allah korusun, vallahi billahi samimi söylüyorum, freni patlamış bir kamyonda 82 milyon yokuş aşağı gidiyoruz. Hiçbir önlem yok. Hazine damada teslim edilmiş, damadın bir eli yağda bir eli balda, başka alemlerde damat, başka dünyalarda damat, ne damadı?
Erdoğan diyordu ki, “bana yetki verin, bakın bakalım bu dolarla bu enflasyonla, bu fiyat artışlarıyla, bu faizle nasıl mücadele edilir?” Yetkiyi aldın. Yetkiden sonra ne oldu? Yetkiden sonra ne oldu? Bir tablo yaptım vallahi, çok güzel bir tablo yaptım, bütün vatandaşlarım da dikkatle dinlesinler. Ne düştü? Mücadele sonunda, tek adam rejiminin mücadelesi sonucunda ne düştü? Büyüme oranı düştü, Türkiye’nin büyüme oranı düştü. Milli gelirimiz 66 milyar dolar düştü. Kişi başına gelir 10 bin 597 dolardan 9 bin 632 dolara düştü. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının döviz rezervleri düştü. Türk Lirasının döviz karşısında dolar karşısında değeri düştü. Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma kapasitesi düştü. Asgari ücret enflasyon karşısında düştü, yani eridi. Türkiye’nin üretim kapasitesi düştü, tahminlerin üstünde düştü tarımda ve sanayide. Ve Türkiye’nin dünyadaki itibarı düştü.
Peki, neler yükseldi? Bir de ona bakalım. Neleri uçurdu? Bunları düşürdü, neleri uçurdu? Enflasyon, hayat pahalılığında uçtuk. Faizler arttı, 82 milyon tefeciye çalışıyoruz, önemli bir kısmı da Londra’daki bir avuç tefeci. İşsizlik arttı, 8,5 milyon işsizimiz var. Esnaf tüccardan eğer vergisini zamanında ödemezse gecikme faizi uygulanıyordu, gecikme faizi arttı yüzde 78,5. Esnaf vergisini zamanında ödeyemezse gecikme faizi ödüyor. İnsaf yüzde 78,5. Yani git diyor bankadan krediyi al, gel vergiyi öde, çünkü esnaf vergiyi ödeyemiyor, sanayici vergiyi ödeyemiyor, çiftçi vergisini ödeyemiyor. İç ve dış borçlar, devletin iç ve dış borçları arttı, vatandaşın iç ve dış borçları arttı. İcra dairelerindeki dosya sayısı arttı. İntihar vakalara arttı, uyuşturucu kullanımı çocuk yaşa indi ve arttı. Fuhuş, ahlaksızlık sebil zaten o da arttı. Eğer merak ediyorsa sarayda zatlar, saray ve çevresi, yani saray sosyetesi, fuhuş nerede yapılıyor diye öğrenmek istiyorsa, görmek istiyorsa, bu konudaki uzmanları bir çağırsın bir dinlesin bakalım. Memleketi ne hale getirdiniz siz!
Yolsuzluk dolandırıcılık, bu da arttı. Sarayın lüksü muhteşem, bu da arttı. İtibar çünkü, itibar sahibi olacaksın. Ne kadar lüks yaşarsan, o kadar itibar sahibi olursun. Bırak dünya seni ayıplasın. Japonya’da karşılamışlar değil mi? Mütevazı bir yerde. Bizimki sarayda karşılıyor. Neymiş? İtibarımız varmış. Japonya’da kişi başına gelir ne kadar, Türkiye’de ne kadar? Japonya’da sanayi nedir, Türkiye’de nedir sanayi? Japonya’nın saygınlığı nedir bütün dünyada, Türkiye’nin saygınlığı nedir? Kimin itibarı var? Japon İmparatorunun mu, senin mi itibarın var? Eğer sen bir devlet başkanının önünde Hollywood’da oyun oynayacak kişilere benzetiliyorsan, gel beraber oyun oynayalım diye benzetiliyorsan, oturup bir itibarını düşünmen lazım. Saraycıların ve çevresindekilerin maaşı, o da arttı Allah’ı var, en son 13 bindi, 18 bine çıktı, Yüksek İstişare Kurulunun, yüksek maaş alanlar kurulu. Açlık sınırı da arttı, asgari ücret 2 bin 20 lira, açlık sınırı 2 bin 67 lira. Tek adam rejiminin Türkiye’ye getirdiği budur.
Bunlar yetiyor mu? Hayır. Bakın, şekere yüzde 16 zam, çaya yüzde 15 zam, elektriğe zam, doğalgaza zam, mazota zam, benzine zam, her şeye zam gelecek. Hafta sonu Kırşehir’e gittim, Akpınar’a uğradık, Akpınar Belediye Başkanımızı ziyaret ettik. Çıkarken bir emekli geldi, efendim dedi ne olursun şunu söyle. Söyleyeyim, ne söyleyeyim söyle bakalım. Ne olursun bize yüzde 5 zam yapmasınlar, şu şekere ve çaya yaptıkları yüzde 15 zammı geri alsınlar, hiç değilse kahveye gidip oturalım. Yüzde 5 zam yapıyorsun sözde benim maaşıma, gideceksin çaya ve şekere yüzde 15 zam yapacaksın. Emekli kardeşim diyorsun ki, benim dertlerimi dile getir. Senin dertlerini en çok dile getiren benim, en çok dile getiren Cumhuriyet Halk Partisi. Peki, kardeşim sen bunları biliyorsun da, emeklisin neden gidip seni bu hale getiren, seni perişan eden, bayramda çocuğuna harçlık veremeyecek konuma getiren iktidara niye oy veriyorsun? Sen de düşün, sen de adaleti ara. Sarayda lüks içinde yaşanırken, sen kahvede çay içemiyorsun. Oturup bir düşünmen lazım, niye bu hale düştün sen?
Değerli arkadaşlarım, çarşamba günü enflasyon verileri açıklanacak ve ondan yola çıkılarak da emeklilere zam yapılacak. Zamları hep sonraya ertelediler, emekliye daha az zam yapmak için, işçilere daha az zam yapmak için. Enflasyon bu efendim, bak görüyorsunuz ne kadar düşük diyecekler. Ve enflasyon verileriyle oynanıyor, daha düşük çıkması için. Enflasyon düşük gösterilmek isteniyor. Buna da herkesin dikkatini çekmek isterim.
Kırşehir’e gittik, Kırşehir’de Nihat Can adlı bir ülkücü geldi, ben ülkücüyüm dedi, esnafım dedi, perişanız dedi, bizim derdimizi niye dile getirmiyorsunuz dedi. Dedim ülkücü kardeşim, esnafın derdini en çok dile getiren benim, ama bizi dinlemiyorsunuz. İntihar vakaları var dedi, aldığımız ürünün bedelini ödeyemiyoruz dedi. Bizim derdimizi dile getirin. Evet, ben getireceğim söz dedim. Ama ülkücü kardeşim sen lütfen bir de Sayın Bahçeli’yi ara, o da esnafın derdini dile getirsin, o da çiftçinin derdini dile getirsin. Neden çiftçinin hali çok iyidir diyor, esnafın hali çok iyidir diyor, memleketin hali çok iyidir diyor. Bak tank palet fabrikasını bile Katar ordusuna sattık, o bile çok iyidir diyor, ona söyle bakalım.
Geçen demiştim ki, geçen Grup Toplantısında, Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerekir. Neden? Adı üstünde, cumhurun başkanı, en tepedeki insan, hepimizi temsil ediyor, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanı ve tarafsız olması lazım. Cumhurbaşkanı tarafsız olmazsa, devletin sigortası olmaz dedim ve devleti tarafsız bir kişi temsil etmeli ki, herkes sorununu yeri geldiğinde tarafsız bir kişiye rahatlıkla anlatabilsin. Yani bir anlamda devletin akil insanı demektir tarafsız kişi. Sorunları çözen, olaylara bakan, devlet çarkının iyi dönmesini sağlayan bir kişidir Cumhurbaşkanlığı. Ve Cumhurbaşkanlığının da bu düşünüldüğü için Anayasada, tarafsızlık üzerine yemin etmesi de vardır. Geçen hafta okudum, bu hafta da okuyacağım, sürekli okuyacağım.
Ne diyor Anayasanın 103.maddesi? “Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Tarafsızlıkla yerine getireceğim için diyor, namusum ve şerefim üzerine ant içerim. Namus ve şeref bizim için hayati iki kavramdır ve Cumhurbaşkanının tarafsız olması lazım.
Sadece bu yemin mi? Hayır, bu yemin de değil. Bakınız Anayasanın 104.maddesi, “Cumhurbaşkanı devletin başıdır” diyor. Devletin en tepesindeki kişidir diyor. Devletin en tepesinde bir partinin genel başkanı olmaz, tarafsız birisi olması lazım. Bütün partileri, sivil toplum örgütlerini, meslek kuruluşlarını, 82 milyon vatandaşı kucaklayan ve sorunlarına ilgi gösteren bir kişi demektir, devletin başıdır.
Devam ediyor, “Cumhurbaşkanı devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder” diyor. Bir partinin genel başkanı Türk Milletinin birliğini temsil edemez. Ben edemem, Sayın Bahçeli de edemez, Meral Hanım da edemez. Türk Devletinin Milletinin birliğini en tepedeki, en yukarıdaki Cumhurbaşkanı, cumhurun başkanı, o temsil eder. Devlet organlarının düzenli ve uyum çalışmasını temin eder. Devlet organlarının, yani bütün devlet organlarının uyumlu ve düzenli çalışmasını sağlar, Cumhurbaşkanı budur. Bir partinin genel başkanı bunu yapabilir mi? Yapamaz.
Ve devam ediyor, Anayasa 117.madde, başkomutanlık... “Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz.” Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilir. Türkiye Büyük Meclisinde bir parti mi var, sadece AK Parti mi var? Hayır. AK Parti var, HDP var, İYİ Parti var, MHP var, Türkiye İşçi Partisi var, Saadet Partisi var, onların üyeleri var. Manevi kişiliği kim oluşturuyor? Bir kişi değil, tamamı oluşturuyor. Tamamı oluşturduğuna göre, tarafsız olacak ki başkomutanlık yapsın. Bir partinin genel başkanı başkomutanlık mı yapar, nereden çıktı bu?
Yine aynı şekilde, Cumhurbaşkanı hâkim tayin ediyor. Eyvallah. Cumhurbaşkanı niye hâkim tayin eder? Tarafsız olduğu için hâkim tayin eder. Hiçbir siyasi partiyle ilişkisi olmadığı için tayin ettiği hâkimin tarafsızlık ilkelerine göre ve yargının temel kurallarına göre tayin edilmiştir kabul edilir. Bir partinin genel başkanı Anayasa Mahkemesine üye mi tayin eder? Bir partinin genel başkanı Yargıtay Başkanını mı seçer ya da Danıştay Başkanını mı seçer ya da oralara hâkim mi atar? O zaman siz yargı tarafsızdır diyemezsiniz, yargı bağımsızdır diyemezsiniz.
Bunları niye söylüyorum? Çok iyi niyetlerle söylüyorum bunları. Türkiye’nin çivisi çıkmak üzere, yokuş aşağı gidiyoruz. Adalet kalmadı, hak kalmadı, hukuk kalmadı, başvurulacak yer kalmadı. Tarafsız olmalı ki, insanlar en azından gidip başvurabilsinler. Oturuyor çıkıyor meydanlara partinin genel başkanı olarak çıkmıyor, Cumhurbaşkanı olarak çıkıyor bize oy verin diyor, bizim partimize oy verin diyor. Her türlü hakareti yapıyor, biz cevap verdiğimiz zaman Cumhurbaşkanına hakaret... Ne Cumhurbaşkanına hakaret arkadaş, sen Cumhurbaşkanı değilsin ki! Getir Anayasanın bu maddelerini değiştirelim, getir kardeşim. Tarafsızlık ilkesi üzerine kuralım bütün kuralları, tarafsız Cumhurbaşkanı ol, başımızın üstünde yerin var. Tarafsız oldun da biz itiraz mı ettik? Tarafsız olacaksın, her vatandaşa eşit mesafede olacaksın, her siyasi partiye eşit mesafede olacaksın, her sivil toplum kuruluşuna eşit mesafede olacaksın, ben tarafsızım diyeceksin. Taraflı Cumhurbaşkanı olmaz, cumhurun başkanı olmaz. Hâkim tayin edecek bu, partinin genel başkanı.
Şuna benziyor değerli arkadaşlarım, iki takım düşünün futbol maçı yapacaklar. İki takım sahaya çıkıyor, kim yönetir bunu? Tarafsız bir hakem yönetir. Bir bakıyorsun diyorlar ki, tarafsız hakem yönetmesin. Kim yönetecek? Efendim bizim takımın kaptanı yönetecek. Sen maça çıkmışsın, maç yapıyoruz seninle ve senin takımının kaptanı maçı yönetecek. Bu maç adil bir maç olur mu, adaletli bir maç olur mu?
Dolayısıyla, eğer benim söylediğime inanmıyorsan, bu milletin talebi tarafsız Cumhurbaşkanlığından yanadır. İnanmıyorsan referandum yapalım, soralım vatandaşa, koyalım sandıkları, maliyeti çok yüksek olmaz koyalım sandıkları, Cumhurbaşkanı taraflı mı olsun, tarafsız mı olsun? Emin olun ezici çoğunlukla Cumhurbaşkanı tarafsız olsun çıkacak. Milletin iradesine karşı neden yapıyorsun bunları, neden milletin iradesine saygı göstermiyorsun, neden Anayasaya saygı göstermiyorsun? Sen Anayasaya uymuyorsun, vatandaşa diyorsun ki niye kanunu ihlal ettin? İhlal eden sensin, ettiği yemini tutmayan sensin, ettiği yeminin aksine faaliyette bulunan sensin. Devletin bütün imkânlarını kullanıyorsun. 3 bin koruma, helikopterler, arabalar, ambulanslar, neredeyse bir de tanklar da olacak arkasında. Neymiş? Partinin propagandasına çıkıyoruz Türkiye’de… Yok böyle bir şey! Tam israf, tam israf! Oturursun sarayında, ben tarafsızım dersin, herkes sana saygı duyar. Bir partinin genel başkanı Cumhurbaşkanlığı yapamaz.
Dolayısıyla Anayasa neyi öngörüyorsa, ettiğin yemin neyi öngörüyorsa, namusa ve şerefe sadık kalarak yeminin gereğini yapacaksın kardeşim. İstediğimiz budur.
Hepinize en içten selamlar saygılar sunuyorum.
13.11.2024
13.11.2024
13.11.2024
13.11.2024