18.06.2019
18.06.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (18 HAZİRAN 2019)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Evet efendim, Grup Başkanvekilimizin de ifade ettiği gibi, parlamentomuzun ağırlıklı grubu İstanbul’da, milletvekillerimiz çalışıyorlar, il ve ilçe başkanlarımız çalışıyorlar. Verdiğimiz mücadele bir demokrasi mücadelesi, verilen bir hakkın geri alınma mücadelesi. Verilen hakkı geri alma konusunda en yetkili olan da İstanbullu vatandaşlarımız, inşallah onlar sandığa gidecekler, bozulan adalet terazisini yeniden düzeltecekler. Buna inanıyoruz ve güveniyoruz.
Efendim gönül ister ki bu ülkede herkes huzur içinde görev yapsın. Herhangi bir şiddete uğramadan düşüncelerini özgürce ifade edebilsin. Ama maalesef toplumdaki gerginlikler zaman zaman istemediğimiz manzaraların ortaya çıkmasına yol açıyor. Geçtiğimiz günlerde iki televizyon kanalının muhabirleri ve kameramanı saldırıya uğradı. Dolayısıyla biz bizim yanımızda olmasalar bile, gerçekleri ifade etmeseler bile, gerçeklere karşı çıksalar bile, asla ve asla şiddetten yana değiliz, baskıdan yana değiliz. Herkes düşüncelerini söylemeli, toplum gereken dersi onlara vermeli. Neyle? Demokratik standartlar içinde dersini vermeli.
Adalet Yürüyüşü’nün ikinci yılı da bitti. Görkemli bir yürüyüştü, bizim siyaset tarihimizin en önemli yürüyüşlerinden birisiydi. Adalet Yürüyüşü’nü başlattığımız tarihten bu yana bazı arkadaşlarımızı dostlarımızı sanatçılarımızı yitirdik. Öncelikle ifade edeyim, Hasan Tatlı daha Adalet Yürüyüşü’nde biz Kızılcahamam’dayken hayatını kaybeden bir arkadaşımızdı. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Gerçekten de hepimizi üzdü. Gülriz Sururi, Ayşen Gruda, Dilber Ay, yine Türk sanat dünyasının yıldızları, bunlar da Adalet Yürüyüşü’ne katılmışlardı ve destek vermişlerdi. Bunlar da şimdi aramızda yoklar, onlara da Allah’tan rahmet diliyoruz ve şükranlarımızı sunuyoruz, bütün yakınlarına sanat dünyasına başsağlığı diliyoruz. Kazım Arslan ve Erdin Bircan da yine iki milletvekili arkadaşımız, onlarla da Adalet Yürüyüşü’nde uzun süre birlikte olduk. Onları da kaybettik, onlara da Allah’tan rahmet diliyoruz.
Elbette ki şiddete karşıyız, elbette ki darbelere karşıyız, elbette ki demokrasiden yanayız, elbette ki insan haklarından yanayız. Bütün bunların tamamı bir demokrasinin güçlenmesi için olmazsa olmazlar. Muhammet Mursi, Mısır’ın cumhurbaşkanıydı, bir darbeyle devrildi. Darbeye karşı çıktık, hemen darbe olduğu zaman karşı çıktık. Muhammet Mursi ve arkadaşları yargılandılar ve idamla yargılanıyorlardı. İki değerli milletvekilimi, iki Türkiye Cumhuriyeti Devletinde büyükelçilik yapmış çok önemli iki ismi, Sayın Osman Korutürk ve Sayın Faruk Loğoğlu’nu Mısır’a gönderdim. Oradaki yetkililerle gidin görüşün, siyaseten bir insanın idam edilmesinin doğru olmadığını, eğer merak ediyorsanız, eğer gerçekten siyasi idamlar sonunda nasıl bir toplum çıkıyor ortaya, bunu görmek istiyorsanız Türkiye Cumhuriyetinin tarihine bakın dedik. Siyasi idamlar asla ve asla, bugün için belli bir kesim tarafından kabul görse bile, bir süre sonra toplumun tüm kesimi tarafından reddediliyor. Ve gidin yetkililerle görüşün, siyasi idamlara başvurmasınlar dedik. Siyasi idamlar bir toplumun vicdanında derin yaralar açıyor, derin travmalara yol açıyor dedik. Kendisi mahkeme salonunda hayatını kaybetti, Allah’tan rahmet diliyoruz. Gönül isterdi ki, Muhammet Mursi bir cumhurbaşkanı çerçevesinde bir törenle defnedilsin; gizli, acele, ailesine sadece haber verilerek süratle defin işlemleri yapıldı. Bunu demokrasi kültürümüz açısından da, inançlarımız açısından da, ahlak açısından da doğru bulmadığını ifade etmek isterim. Muhammet Mursi’yle dünyamız çok farklıydı, siyasi dünyalarımız da çok farklıydı. Ankara’ya ziyarete geldiğinde, kendisi beni kabul etmişti ve kısa bir süre görüşme imkânımız da olmuştu. İyi bir eğitim almış bir insandı, dolayısıyla ona da Allah’tan rahmet diliyoruz ve dolayısıyla Mısır’ın dostluğuna ihtiyacımız var, Mısır’ın kardeşliğine ihtiyacımız var. Biraz sonra neden Mısır’ın kardeşliğine ve dostluğuna ihtiyacımız var? Aynı kültürden geldik, aynı inançlardan geliyoruz, ortak tarihimiz var, ortak kültürümüz var. Neden farklı düşünüyoruz, neden farklı yerlerdeyiz diye oturup düşünmemiz gerekiyor.
Elbette ki Adalet Yürüyüşü’nü yaptık, elbette ki az önce söylediğim kurallar da adalet için geçerlidir. Bir ülkede kısa bir süre bile olsa cumhurbaşkanlığı yapan birisine saygı duymamız gerekiyor. Adalet de bunu öngörüyor zaten.
Adalet dediğiniz kavramı dağıtan mahkemelerdeki yargıçtır, sıradan insanlar değillerdir onlar. Hâkimler sıradan insanlar değillerdir, savcılar sıradan insanlar değillerdir. İyi bir eğitim alırlar, vicdan sahibidirler, her yerle ve her kişiyle oturup kalkamazlar. Onların sosyal hayatları normal bir insanın sosyal hayatı gibi değildir. Çünkü onlar mesleklerinin gerektirdiği koşullarda yaşamak isterler ve karar verirken de üstlerine bir gölgenin düşmesini asla istemezler. O nedenle yargı, o nedenle yargıç, o nedenle adalet önemlidir.
Düşünün değerli arkadaşlarım, defalarca söylemiştim yine söylüyorum. Siz katılırsınız veya katılmazsınız, bir grup akademisyen bir bildiriye imza atıyorlar, Barış Bildirisine imza atıyorlar. Barış Bildirisine imza atanlardan bazıları hapiste, bazıları tahliye oldu, bazılarının davaları sürüyor. En son çarpık bir örneği sizinle paylaşmak isterim. Yine bir akademisyen, Barış Bildirisine imza atmış. Mahkemeye çıkıyor, hâkim soruyor o da cevabını veriyor ve iki yıllık bir hapisle, 30 ay hapis cezası öngörülüyor. Avukatı diyor ki, benzer davalar dolayısıyla mahkemeler bunlara beraat verdi diyor, neden siz 30 ay ceza veriyorsunuz diyor. Bu hâkimin verdiği cevap, “o beraat o mahkemenin ayıbıdır” diyor.
Bakın, bir hâkim bir başka hâkimi aşağılıyor. Neden? Niçin beraat kararını verdin diye. Şimdi benim merak ettiğim; bu hâkim denilen kişinin, yargıç koltuğunda oturan kişinin böyle bir cümleyi kullanmasının yargıya düşürdüğü gölgedir, benim üzerinde durduğum nokta budur. Sen hâkimsin, 30 aylık ceza da verebilirsin, ama bir başka mahkemenin verdiği beraat kararını, onun gerekçesini bilmeden, sadece beraat kararı verdiği için o mahkemenin kararını ve yargıcını ayıplıyorsan, aşağılıyorsan, kötülüyorsan, senden daha ayıplı bir hâkim yoktur değerli kardeşim.
Tabii merak ettiğim, Hâkimler Savcılar Kurulu bunu ne yapacak? Büyük bir ihtimalle Yargıtay’a üye seçecek, saray da bunu Yargıtay’a başkan seçsin. Bu tür insanlar zaten yargı dediğimiz olayı mahvediyorlar, bu tür insanlar zaten adalet dediğimiz kavramın içini boşaltıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları düşünürken farklı bir tabloyla da karşılaşıyoruz. Bu memlekette kriz var demek yasak. Nasıl kriz var demek yasak? Ülkenin önemli düşünürleri, ekonomistleri ekonominin gidişini görüyorlar, krizin olduğunu biliyorlar, krizi herkes söylüyor; ta en tepedekinden, en aşağıdaki vatandaşa kadar herkes kriz olduğunu biliyor, çünkü günlük hayatının bir parçası zaten.
Şimdi bakınız, bir yabancı haber ajansının muhabiri de dahil olmak üzere 50’den fazla isim hakkında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu suç duyurusunda bulundu, neden kriz var diyorsunuz diye. Ne desinler? Bu memlekette kriz yok, her şey güllük gülistanlık mı desinler? İçlerinde Mustafa Sönmez gibi değerli bir ekonomist var, Merdan Yanardağ var, Sedef Kabaş var, dolayısıyla bütün bunlara baktığınız zaman bu ülkenin düşünen insanları. Kriz var, evet kriz var. Nasıl aşılır? Evet, bunu da biliyoruz nasıl aşılır? Ama kriz var diyenlere Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu diyor ki, bir dakika bunu söyleyemezsin. Niçin? Söylersen suç duyurusunda bulunurum. Asıl suç duyurusunda bulunacaksan sevgili kardeşim, memleketi bu hale getirenler hakkında suç duyurusunda bulun. Memlekette enflasyon almış başını gidiyor, dövizin nerelere gittiği, Türk lirasının nasıl değer kaybettiği ortada, mutfaklarda yangın var. Eğer suç duyurusunda bulunacaksan, namuslu bir suç duyurusu yapacaksan, memleketi bu hale getirenler için suç duyurusunda bulun, onun için yap görevini.
Ekonomiye birazdan geleceğim, ekonomide hepimiz biliyoruz mutfaklarda yangın var. Ama izin verirseniz Türkiye’nin sıkıştığı bir alandan söz etmek isterim, dış politikadan. Defalarca, bu kürsüde defalarca dış politikanın milli olması gerektiğini söyledim. Milli olmalıdır dış politika. Dış politikada iktidar muhalefet olmaz, çünkü dış politikada asıl olan memleketin çıkarlarıdır, Türkiye’mizin çıkarlarıdır. Türkiye’nin çıkarlarını iktidar da muhalefet de ortak savunmak zorundadır zaten ve dış politikanın bu çerçevede bu bağlamda ilerlemesinin yolu, önümüze konulan bir çizginin, tarihsel derinliği içinde önümüze konulan bir çizginin sürdürülebilirliğini sağlamaktır.
Nedir o çizgi? “Yurtta barış, dünyada barış”tır. Hem kendi ülkemizde, hem dünyada barışı inşa etmektir, barışı savunmaktır. Kim söylüyor bunu? Bu ülkenin kurucusu, savaş meydanlarından gelen birisi, Gazi Mustafa Kemal söylüyor. Halbuki şimdi “Yurtta barış, dünyada barış” artık evrensel bir söz haline gelmiştir. Bütün dünyanın, bütün sivil toplum örgütlerinin, bütün uluslararası kuruluşların, dış politikayla ilgili bütün uluslararası kuruluşların ortak hedefine dönüşmüştür bu söz. O nedenle bizim de aslında bu çizgiden hiç ayrılmamamız gerekir.
Gazi Mustafa Kemal sadece bunu söylemiyor, bakın 1926’da da şunu söylüyor. “Biz milletlerarası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygıyı hedef tutan, açık ve samimi politikanın en ateşli taraftarıyız” diyor. Yine devam ediyor 1930’da “komşularıyla ve bütün devletlerle iyi geçinmek Türkiye siyasetinin esasıdır” diyor. Yine devam ediyor 1933’te “Dış siyasetimiz başlangıçta kendisine çizdiği hareket çizgisinden asla sapmamıştır”, yani yurtta barış dünya barıştan asla sapmamıştır. “Dış siyasetimiz daima milletler refahının yaratıcısı olan barış içinde, memleketin gelişmesini amaç edinmiştir. Bu gelişmeyi tam ve kayıtsız olarak bütün milletlere temenni ederiz” demiştir.
Dış politika böyle bir şeydir. Dış politikadaki ilkemizin tavrımızın da bu olması gerekir. Daha önce hatırlarsınız seçimlerden sonra bir koalisyon görüşmeleri olmuştu. O dönem Sayın Davutoğlu geldiğinde, Türkiye’nin 5 temel sorunundan söz etmiştim; ekonomi gibi, eğitim gibi, dış politika gibi, 5 temel sorundan söz etmiştim. Ve demiştim ki, Türkiye’nin dış politikasının 180 derece değişmesi gerekiyor. Bu dış politika Türkiye’yi dünyada yalnızlaştırıyor ve kaybediyoruz. Bunu saraydan bir yetkili Türkiye’nin yalnız kalmasını değerli bir yalnızlık olarak tanımlamıştı. O değerli yalnızlığın şimdi Türkiye’nin başına ne tür belalar açtığını hepimiz görüyoruz ve tanık olmaya başladık. Dış politikanın bir tarihsel derinliği vardır, dış politikanın ekseninde barış ve dış politikanın ekseninde bütün komşularımızla ve dünya halklarıyla barış içinde geçinmek ve yaşamak vardır.
Bakınız, Kasr-ı Şirin Antlaşmasından bu yana İran’la bir sorunumuz çıkmamıştır, en azından sınır bağlamında ve Mustafa Kemal Cumhuriyeti kurduğu zaman ilk yaptığı iş, bütün komşularıyla barış anlaşmaları imzalamaktır. Çünkü eğer siz komşularınızla barış içinde değilseniz, yarın bir başka sorunla karşılaştığınızda size ilk muhalefeti komşular yapmaya başlar ve sizi en yakından, en yakın bildiğiniz kişiler sizi vurmaya çalışırlar. O nedenle komşularla ilişkiler son derece önemlidir.
Bakınız, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı dış politikada attığımız en önemli adımlardan birisidir. Soydaşlarımız katledilirken kimse seyirci kalmadı, gerekli yerlere söylendi, müdahale edin etmezseniz biz müdahale edeceğiz denildi ve gidildi müdahale edildi. 74-2010, Kıbrıs’ta hiç kimsenin burnu kanamadı, bütün vatandaşlar huzur için de yaşıyorlar. Şimdi Kıbrıs politikasının da artık değişmesi lazım, yeni bir sürecin yeni bir hamlenin yapılması gerekiyor. Eğer bu yapılmazsa, ileride çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Kıbrıs’ın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletinin artık tanınması lazım; yeni bir devlet bayrağı var, parlamentosu var, yargısı var, yürütmesi var, her şeyi var. Türkiye’nin yeni bir siyaseti ve yeni bir hamleyi sürdürmesi gerekiyor.
Ege adaları, 16 adayı kaybettik, göz göre göre kaybettik. 16 ada, bize ait olan 16 ada Yunanistan’ın işgali altında ve ses çıkaramıyorlar. Niçin? Süleyman Şah Türbesini kaçırdılar, kendi topraklarını terör örgütlerine teslim eden bir iktidardan söz ediyorum size, Süleyman Şah Türbesini bizim topraklardan kaçırdılar. Devasa bir ordumuz var kardeşim, üç tane çapulcunun baskısıyla Süleyman Şah Türbesini kaçırdılar, kendi topraklarımızı terk ettik. Bir de kahramanlık edebiyatı yapıyorlar, üzüldüğüm nokta o. Ege Denizinde bize ait olan 16 ada gitti işgal edildi, Lozan Anlaşmasına göre silahsızlandırılması gereken adaların tamamı şu anda silahlandırıldı. Her gün çarşaf gibi fotoğraflar yayınlanıyor. Nerede bu hükümet, nerede bu saray, nerede Türkiye’nin çıkarları?
Her gün bir şeyler kaybediyoruz, her gün. Bakmayın havuz medyasına, bakmayın havuz medyasının sözcülerine, yazarlarına, çizerlerine. Bu konuları kaleme almıyorlar asla, bu konuları yazmıyorlar asla. Uluslararası sözleşmelerin bize verdiği hakları dahi kullanamıyoruz. Kullanmaktan aciz bir hükümet var. 16 ada işgal edilecek, senin sesin bile çıkmayacak. Lozan Anlaşmasına göre adalarda bir tek silahlı birlik olmaması lazım, Yunanistan’a ait adaların tamamında silahlı birlikler var. Nerede bunlar, nerede bu saray? Lale Devrinde.
Şimdi biz bunları söylediğimiz için kızacaklar yine, bağıracaklar yine. Kızacağına, bağıracağına aç bir kitabı oku kardeşim, bak bakalım bu sözleşmede ne yazıyor? Haklar senin elinden alınırken sen neden itiraz etmiyorsun, buna bir bak kardeşim demen lazım.
Daha kötü bir tablo, Doğu Akdeniz’de şimdi büyük petrol ve doğalgaz yatakları var. Amerika orada, Mısır orada, İsrail orada, Yunanistan orada, Güney Kıbrıs Rum kesimi yönetimi orada, orada olmayan tek devlet var Türkiye. Niye yok? Akdeniz’in bir bölümünde Türkiye var, öbür bölümünde tam simetriğinde Mısır var. Az önce Mısır’dan söz ettim, Mısır’ın öneminden de söz ettim. Mısır niye önemli? Çünkü Akdeniz’de Türkiye’yle Mısır arasındaki bir anlaşma Akdeniz’de pek çok sorunu çözer. Doğalgaz yatakları var, petrol yatakları var, herkes söz sahibi, söz sahibi olmayan, dışlanan, itilen, kakılan sadece Türkiye var. Efendim gemi aldık, biz de arama yapıyoruz. Yap kardeşim aramanı. Ne olacak orası? Orada Kıbrıs Türklerinin hakkı hukuku yok mu? Onların beklentileri yok mu? Adalar işgal edilir seyrederler, Doğu Akdeniz’de dışlanırlar seyrederler. Ve Türkiye uluslararası arenada bir yalnızlığa itiliyor; acı olanı bu, hepimizin üstünde durması gereken bu.
AK Partili kardeşlerime de seslenmek isterim. Gittin oy verdin eyvallah, iktidara getirdin eyvallah. Sormayacak mısın kardeşim, bu ülkenin çakıl taşı için bedenini veren şehitlerimiz var, 16 ada işgal edilirken bunlar ses çıkarmıyorsa sen ses çıkarmayacak mısın kardeşim?
Suriye batağı, Suriye batağına niye saplandık? Suriye’yle ortak takımlarımız maç yapıyordu, ortak Bakanlar Kurulu yapıyorduk, işadamlarımız Suriye’de fabrikalar kuruyorlardı. Antepliler bunu çok iyi bilir. Düzinelerce fabrikalar vardı. Birdenbire bir gece Suriye bir numaralı düşman oldu. Niçin? Bu sorunun cevabı hâlâ verilmiş değil. AK Partili kardeşim, sen önüne gelen AK Parti milletvekiline önce bu soruyu sor. Düne kadar dosttun, düne kadar ortak tatil yapıyordunuz, bir gece ne oldu da birdenbire Suriye düşman oldu? Ne oldu? Hadi bize cevabını vermiyorlar, sen sor kardeşim, sana bir cevabını versinler. 3,5 milyon Suriyeli var Türkiye’de, 3,5 milyon Suriyeli! 3 milyon 600 bini aştı, rakamı da vereyim 3 milyon 600 bini aşkın Suriyeli var. Her ay çoğalıyorlar. Bazı vilayetlerimizde Suriyelilerin nüfusu, orada yaşayanlardan daha fazla, Kilis gibi; yani belediye başkanlığı seçimini yapsak, Suriyeli kardeşlerimiz belediye başkanlığını alacaklar. Türkiye’nin 81 ilinde de Suriyeliler var.
Ve sen kalktın başımıza bu belayı açtın, bir de Suriyeliler için 35 milyar dolar para harcadığını söyledin. Millet açlıktan kırılıyor, 35 milyar dolar! Benim gencecik filinta gibi evlatlarım Suriye’de şehit olacak, onların gençleri bizim tatillerde denize girecekler, tatil yapacaklar, eğlenecekler. Vicdan var kardeşim.
Şimdi ben bunu söylediğim zaman da kızacaklar biliyorum, vay efendim sen Suriyelilere düşman mısın? Hayır efendim, hiç kimseye düşman değilim. Ben Türkiye’yi bu hale getirenden, kimler getirdi onu sorgulamak istiyorum.
Şimdi Doğu Akdeniz’e sıkıştık, İdlip’te de sıkışıyoruz şimdi. Soçi’de anlaşma yapıldı, Astana’da anlaşma yapıldı, Ruslara söz verdiler. Biz İdlip’ten teröristleri ve onların ağır silahlarını çıkaracağız. Buyurun çıkarın dediler. Çıkaramıyorlar, ne ağır silahları çıkarıyorlar, ne ağır silahları ellerinde tutan teröristleri çıkarabiliyorlar. Şimdi karadan Esat, havadan da Rusya teröristleri vuruyor. Vurdukça ne oluyor? Oraya sıkışmış 3,5 milyon Suriyeli var, onlar şimdi Türkiye’ye gelecekler. 3,5 milyon yetmedi, 3,5 milyon daha gelecek.
Peki, bu Ankara’daki Beyler ne yapıyor, bu sarayda oturanlar ne yapıyor? Efendim Putin’le görüştüm, efendim Trump’la görüştüm. Sen önce Suriye’yi bu hale niye getirdin? Sana Suriye’ye kim gir dedi? Egemen güçlerin maşası olursanız başınıza bunlar gelir. Suriye’ye silahlar nereden gidiyordu? Suudi Arabistan’dan geliyordu uçaklarla, bizden de Suriye’ye gidiyordu. Şimdi Suudi Arabistan bizim düşmanımız, bizi sevmiyor. Niçin? El alemin kayığına binersen, memleketi buraya götürürsün. El alemin kayına binersen memleketi buraya götürürsün ve memleketi buraya getirdiler.
Dış politika sıradan bir olay değildir değerli arkadaşlar, dış politika milli olmak zorundadır. Niye diyorum? Türkiye bu tür olaylarla karşılaşmasın diye söylüyorum. Eğer bize danışsalardı, sakın Suriye’ye girmeyin derdik. Suriye’nin ya da Suriyelilerin ya da Suriye yönetiminin birileriyle derdi varsa gitsin hesaplaşsın, ama Suriye bizim komşumuz. Orada yangın sana sıçrayacak kardeşim. Apartmanda oturan vatandaşı düşün, komşuda yangın çıktı ne yaparsınız? Önce yangını söndürürsünüz. Biz ne yapıyoruz? Suriye’de yangın çıkıyor, suyla değil benzinle gidiyoruz, silah gönderiyoruz.
Ne oluyor Suriye’de? İnsanlar ölüyor. Şunu düşünün, batının egemen güçleri silah vermişler, silahlı bir grup Allah Allah diye saldırıp bu tarafı öldürüyor. Bu tarafın da elinde silahlar var, orada da egemen bir grup silah vermiş, onlar da saldırıyorlar Allah Allah diye. Aynı Allah, aynı peygamber, aynı Kuran, aynı din, niye birbirlerini öldürüyorlar? Egemen güçlerin maşası olursanız bu tablo çıkar ortaya ve bu tabloyu ortaya çıkaran kişi, bir numaralı sorumlu, sarayda oturan kibir abidesidir.
19 köyü teröristlerden temizledi Esat güçleri. Aşama aşama geliyorlar, 3,5 milyon Suriyeliyi ve büyük bir kısmı da teröristler ne yapacaklar şimdi? Türkiye’ye gelip ne yapacaklar? Hep beraber bakacağız. Neden diyordum dış politikanın 180 derece değişmesi lazım, bunun için. Mustafa Kemal Atatürk boşuna mı diyor barış, boşuna mı diyor huzur, boşuna mı diyor bütün komşularla bizim huzur içinde olmamız lazım? Şimdi Mısır’la uğraşacaksın, bir Avrupa Birliğiyle uğraşacaksın, bir Almanya’yla, bir Amerika’yla, bir Rusya’yla uğraşacaksın. Hadi buyur uğraş bakayım, buyur bakayım ne yapacaksın? Biri diyor ki benim kayığıma bineceksin, öbürü diyor ki onu boş ver benim kayığıma bineceksin diyor. Çünkü senin kayığın yok, senin gidecek bir yerin yok, senin iraden yok, senin gücün yok, darmadağın ettin her şeyi, memleketi yönetemedin, devlette liyakati kaldırdın. Askerleri perişan ettin, orduyu perişan ettin darmadağın ettin, orduda pilot kalmadı şimdi eski pilotları çağırıyorlar. Kim yaptı bunu? AK Partili kardeşime sesleniyorum, vicdan sahibi AK Partili kardeşime sesleniyorum, kim yaptı, kim bu hale getirdi Türkiye’yi? 17 yılda bu ülkeyi Türkiye’yi bu hale kim getirdi? Vicdanına sor Allah aşkına, sor bir kardeşim.
Bütün bunları yaparken, her şeyi yaparken Müslümanlığı da politik bir malzeme olarak kullandılar, inançlarımızı politik bir malzeme olarak kullandılar. İnsanları böldüler, ayırdılar; dindar dindar olmayan, muhafazakâr muhafazakâr olmayan. Kardeşim, herkesin inancı var, herkesin inancına saygı var. Kimin daha çok Müslüman, kimin daha az Müslüman olduğunu kim bilir? Bilen bir Allah’tır. Nereden çıkardınız siz bunları? Memlekette yolsuzluk, ahlaksızlık, adaletsizlik diz boyu, nelerle uğraşıyoruz biz.
Bakın her yıl George Washington Üniversitesinden iki Müslüman bilim insanı Müslümanlıkta endeks yayınlarlar, İslam’ın öngördüğü temel kurallara göre hangi devletler yönetilir, o temel kurallara en çok uyan devletler sıralamasını yapıyorlar. İslamiyet neyi öngörür? Adaleti öngörüyor, ahlakı öngörüyor, erdemi öngörüyor, dürüstlüğü öngörüyor, beytülmale el uzatmamayı öngörüyor, kul hakkı yememeyi öngörüyor, saydamlığı öngörüyor, hesap vermeyi öngörüyor yöneticiler için. Bütün bu kuralları alıyorlar, dünyadaki 153 ülke arasında soruyorlar, bakalım bu kurallara en çok kim uymuş? 153 ülke arasında ilk 40’ında hiçbir Müslüman ülke yok. Türkiye 95’nci sırada, gerilemiş. Hani siz en çok Müslümanlığı savunuyordunuz kardeşim, bu yolsuzluk nedir, bu ahlaksızlık nedir, bu uyuşturucu batağı nedir, bu fuhuş nedir? Yolsuzluk nedir, adaletsizlik nedir? Bütün bunlara baktığınız zaman 95’nci sırada yer alıyor.
Şimdi AK Partili kardeşlerime ben sormak zorunda değil miyim? Türkiye’nin yeri 95’nci sırada mı? Niye 95’inci sırada da, niye birinci sırada değil, niye ikinci sırada değil, niye üçüncü sırada değil, niçin? Ve şu soru bütün Müslümanların kendisine sorması gereken bir sorudur. İlk 40’ta niçin bir tek Müslüman devlet yoktur? Yine sorsunlar, neden bütün İslam alemindeki üniversite sayısı Amerika’daki üniversite sayısından daha azdır, neden? Ve yine sorsunlar, neden İslam dünyasında kan akıyor da, diğer yerlerde kan akmıyor? Bunu AK Partili kardeşlerimin iyi düşünmesi lazım ve sorgulaması lazım. Yarın sandığa gideceksiniz, oy kullanacaksınız, vicdanımıza göre, ahlakımıza göre, inancımıza göre hangi kurala uyuyorsan o kurala uy ve sandığa git kardeşim oyunu ver, bir görelim bakalım ne oluyor, ne bitiyor?
Ekonomiden söz ettim, darboğazdan söz ettim. Ekonomik kriz var diyen gazetecilerin hapse atılmasını istiyorlar, iki yılla yargılanmasını istiyorlar, BDDK istiyor. Ekonomide gerçekten yangın var arkadaşlar, mutfaklarda gerçekten yangın var. Siyaseten söylemiyorum bunu, İstanbul’u geziyorum, gecekondu mahallelerini geziyorum. 7-8 kişi, 9-10 kişi, 15-20 kişinin daracık yerlerde nasıl yaşadığına tanığım ben. Çünkü ben sarayda oturmuyorum, ben her insanın derdiyle ilgilenmek isterim. Ağır vasıta şoförü işsiz, askerden gelmiş oğul işsiz, kız işsiz, mimarı işsiz, mühendisi işsiz, ekonomi eğitimi gören işsiz, herkes işsiz. 1 milyonun üstünde sadece üniversite mezunu var işsiz. Ekonomi yangın yerine dönmüş. Hep asgari ücret, asgari ücret diyoruz, şunu söylediler. Asgari ücretin hiç değilse bir asgari ücreti var, hiç değilse evine ayda 2 bin 20 lira para giriyor. Bir de hiç geliri olmayan aileleri bir düşünün, onlarca çocuğu olan aileleri düşünün. Onlarca diyorum. Gerçekten de görünce tabloyu insan üzülüyor. Nerede yaşıyoruz, Ortaçağ’da mı, 21.Yüzyılda mı? Üstelik nerede? Üstelik İstanbul’da yaşıyoruz biz, başka bir yerde değil İstanbul’da yaşıyoruz.
Bazıları lüks ve şatafat içinde, bazıları yoksulluk ve perişanlık içinde yaşıyorlar. Adalet... Adalet, sadece hâkim dağıtmaz adaleti, yönetici de adaletli davranmak zorundadır. Birisinin karnı tok, birisinin karnı aç ve aç yatıyorsa, herhalde öbürünün karnı tok olanın ben huzur içinde yatayım demeye hakkı yoktur. Geldiğimiz nokta çok acı bir nokta değerli arkadaşlarım, çok acı.
Efendim vatandaş daha fazla alışveriş yapsın diye kredi kartlarında taksit süresini uzatsınlar, yani 5 taksit 7 taksit oldu, 7 taksit 10 taksit oldu; kredi kartından ötürü zaten icrada adam, perişan vaziyette adam. Emin olun bunlar ekonominin ne olduğunu bilmiyor, ekonominin E’sini bilmiyorlar. Bunlara ne yapalım, acaba ekonomiye giriş dersini mi yeniden öğretelim bunlara?
Ekonomi dediğin nedir arkadaş, sen biliyor musun? Ekonomi insan içindir, sen bunu biliyor musun? Ekonomi kalkınma demektir, sen bunu biliyor musun? Ekonomi herkesin karnının doyması demektir, sen bunu biliyor musun? Ekonomide herkesin hayat standardının yükselmesi lazım, sen bunu biliyor musun? Onlar ekonomiyi saray için öngörüyorlar, sarayda her şey güzel, her şey var. Bakıyorlar mutfağa, her şey var, tam takır değil mutfak, her şey var. Bir dersin beş var, yedi dersin on var. Vatandaşın mutfağı... Annelerin acısını biliyor musunuz Allah aşkına? Evladını aç yatıran annenin acısını bunlar biliyorlar mı Allah aşkına? Çocuğuma sadece ekmek ve salça yediriyorum diyen anneler var, gelip bize anlatan anneler var, yiyecek bulamıyorum diyen anneler var. Ben isyan etmeyeyim de kim isyan edecek, ben söylemeyeyim de kim söyleyecek? Ben söylüyorum rahatsız oluyorlar, ben söylüyorum hakaret ediyorlar.
Kibir abidesi bilmez bunları, sosyete damat da bilmez bunları, bilemezler bunları zaten. Program açıklıyorlar, ekonomiyi düzeltecekler. Açıkla! Bir program, iki program, üç program, dört program, on program düzelmiyor. Çünkü yanlış yapıyorsunuz kardeşim. Gömleği yanlış iliklediniz, yapamazsınız, bilmiyorsunuz.
Bakın çıkardım değerli arkadaşlarım, çok eskiye gitmedim;
2014, 7 Kasım; Yapısal Dönüşüm Paketi açıkladılar, alay-ı valayla. Ne oldu? Millet daha fazla fakirleşti.
2 Nisan 2015, İstihdam Sanayi Yatırımı ve Üretimi Destekleme Paketi açıkladılar. Ne oldu? Üretim düştü. Niçin? Yanlış yapıyorlar, bilmiyorlar.
3 Temmuz 2016, Ekonomik Müjdeler Paketi açıkladılar. Millet evine buzdolabı alamıyor, ne paketi?
6 Eylül 2016, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Cazibe Merkezleri Programı, Yatırım ve Destek Hamlesi. Doğu Güneydoğu’da fabrika kalmadı. Bunlar paket, kâğıt yani, yığılı kâğıt.
8 Aralık 2016, Ekonomik Önlemler Paketi. Yeni bir paket ekonomik önlemler. Ne önlemi aldılar? Hiçbir şey yok, işsizlik yine artıyor, yoksulluk yine artıyor, enflasyon yine artıyor.
25 Ocak 2017, Cazibe Merkezleri Teşvik Sistemi. Allah aşkına nerede Türkiye’de cazibe merkezi var, nerede var? Diyarbakır mı cazibe merkezi, Şanlıurfa mı cazibe merkezi, Hakkâri mi cazibe merkezi, Trabzon, Rize mi cazibe merkezi? Nerede bu cazibe merkezleri? Ama açıklıyorlar. Tutuyorlar beş yıldızlı bir otelde gayet güzel salonlar, gayet güzel afişler, gayet güzel işadamlarını çağırıyorlar, onlar da korkudan ses çıkaramıyorlar, alkışlayın deniyor, onlar da alkışlıyorlar ve ayrılıp gidiyorlar.
14 Aralık 2017, İstihdam Teşvik Paketi. İstihdam teşvik paketi yeni, işsizliği azaltacaklar. Paketin adı da güzel, ama istihdam seferberliğinde ikinci dönem, bir senden bir benden. Ne oldu? Ne ondan ne ondan, yine bizimki işsiz kaldı.
2018 Ağustos, Birinci 100 Günlük Eylem Planı açıkladılar, hatırlıyorsunuz değil mi sarayda? 100 günlük eylem planı, herkes de merakla dur bakalım 100 günde ne olacak bu? 100 günde ne oldu? Tam bir fiyasko! Ne oldu Allah aşkına 100 günde, ne yaptılar 100 günde? Tam bir fiyasko! İç politikada ve dış politikada tam bir fiyasko. Ben boşuna demiyorum bunlar bilmezler, bilemezler zaten, yönetemezler zaten, Türkiye yönetilmiyor zaten.
20 Eylül 2018, Yeni Ekonomi Programı… Üç başlıktan oluşuyor; dengeleme, disiplin ve değişim. Allah akıl fikir versin, ne dengelemesi, millette denge mi kaldı Allah aşkına? Disiplin... Bütçeye bakın geçen yıla göre yüzde 400’ün üstünde açık var. Ne disiplini kardeşim? Devam ediyor, değişim. Bak değişim doğru, çünkü işsiz sayısı giderek artıyor, bir değişim yaşanıyor. Fakirlik fukaralık işsizlik artıyor.
10 Eylül 2018, Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı. Keşke az yekun yapsaydınız, topyekun yaptınız enflasyon daha da arttı. Ne topyekunu kardeşim, ne enflasyonu? Enflasyonla mücadele böyle mi yapılır? Ama sarayda enflasyon yok, sosyete damadın keyfi yerinde bakın onu söyleyeyim. Gülerek, insanları biraz böyle aşağılayarak, sen bilmezsin havalarına girerek habire konuşuyor.
13 Aralık 2018, İkinci 100 Günlük Eylem Planı. Birincinin ne olduğunu bilmiyoruz, ama ikinciyi açıkladılar. Orada ne var? Vallahi ben de bilmiyorum. Açtım okudum anlayamadım, ne var burada?
10 Nisan 2019, Yeni Ekonomi Programı Yapısal Dönüşüm Adımları 2019. Millet programdan bıktı, millet ekmek istiyor kardeşim, millet iş istiyor. Ne programı, sen bunları veriyorsan ver, vermiyorsan bunları aça aça konuşa konuşa, zaten millet umudunu kesti. Mayıs ayı 2019, adını İVME koyuyor daha keyifli olsun diye, İleri Verimli, Milli Endüstri Finansman Paketi. Ne ilerisi kardeşim, işsizlikte ileri bak, enflasyonda ileri, Türk Lirasının değer kaybetmesinde ileri, faizlerin yükselmesinde ileri. Verimli, o başkalarına mahsus bir şey verimli kavramı. Kimse üretmiyor, verim yok, üretmiyorlar. Milli endüstri... Neresi milli Allah aşkına, ne kaldı millimiz? Neresi kaldı milli? Bankaların büyük bir kısmı yabancıların elinde, sigorta şirketleri yabancıların elinde, hangi millilikten bahsediyorlar? Dışarıdan para getirin diyorlar, bizim fabrikaların değeri çok ucuzladı, dolar çok yükseldi Türk Lirası karşısında, gelin Türkiye’de fabrikalar çok ucuz satın alın. Her şeyi sattın sen yabancılara, Tekel’inden tut bankalarına kadar. Bir de diyorlar ki, biz yerliyiz ve milliyiz. Geçiniz onları, ne yerli ne milli değerli arkadaşlarım.
Devam ediyor, yönetilemiyor diyorum, çok tipik bir örnek vereceğim. 15 Mayıs 2019’da bir karar aldılar. Dediler ki, biz döviz işlemlerinde binde bir oranında vergi getirdik dediler. Döviz işlemlerinde binde bir, alıyorsan 100 bin liranın üstüydü galiba, şu anda tam rakamı hatırlamıyorum, binde bir vergiyi getiriyorum dediler. Bir ay sonra 17 Haziran 2019 Erdoğan sanayicileri topladı onlara müjde verdi, binde bir kambiyo vergisini kaldırdık dedi. Bir ay önce getiren sensin, kaldıran sensin. Niye getirdin, niye kaldırdın, ne müjdesi kardeşim? Ne diyorum? Yönetemiyorlar, ne yaptıklarını bilmiyorlar, nasıl yapacaklarını bilmiyorlar ve dolayısıyla gerçekten de Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor arkadaşlar, bir yerlere doğru savruluyor.
Bakın, bu rakamları çok sık veririm yine vereyim. Bunların keyfi yerinde vatandaşın mutfağına bakıyorum. Mutfakta en çok tüketilen mallar, geçen yılın Mayıs’ı, bu yılın Mayıs’ı karşılaştırıyoruz. Domates yüzde 96 fiyatı artmış, patates yüzde 108 artmış, soğan yüzde 97 artmış, salatalık yüzde 114 artmış, dolmalık biber yüzde 130 artmış, havuç yüzde 170 artmış, nohut yüzde 129 artmış, taze fasulye yüzde 123 artmış. İşsizlik? 8,5 milyona dayandı işsiz sayısı.
Mutfaklarda yangın var derken boşuna yangın var demiyoruz değerli arkadaşlarım. Bundan çıkmanın yolu Türkiye’nin üretmesinden geçer. Üretmesi için de çiftçinin desteklenmesi gerekiyor. Her şeye zam yapacaksın, fiyatı düşüreceksin. Nasıl düşürsün adam fiyatı? Elektrik zamlı, gübresi zamlı, suyu zamlı, her şeyi zam, ilacı zamlı, işçi ücretleri de arttı. Şimdi bu adama diyorlar ki, geçen senenin fiyatından üreteceksin. O da ben üretmiyorum diyor o zaman, zarar ediyorum, nasıl üreteceğim diyor.
En temel ürün buğday, ekmek yemezsek olmaz, bizim kültürümüzde de var, ekmek tüketiyoruz. Sadece bu yılın ilk dört ayında 679 milyon dolar buğdaya para ödedik. Kimi zengin ediyoruz? Yabancı çiftçiyi zengin ediyoruz. 679 milyon dolar buğdaya para ödedik. İçeride buğday taban fiyatı ne kadardı? 1250 liraydı ton başına. Dışarıdan kaça getiriyoruz? 1529 liraya. Çiftçimize daha az, yabancı çiftçiye daha fazla veriyoruz. Diyorum ya, bunların yatacak yeri yok diye, diyorum ya bunlar gerçekten de milli değiller, gerçekten de bunlarda vatan sevgisi yok, gerçekten de üretimden bunların haberi yok.
Faiz aldı başını gidiyor, 82 milyon faize çalışıyoruz, hep birlikte çalışıyoruz. Dünyada en yüksek faiz 6,5, bizde yüzde 24. Kim veriyor bu faizi? Yeni doğan çocuktan 95 yaşına 100 yaşına kadar olan vatandaşa kadar, ne tüketiyorsak vergi veriyoruz. Alıyorlar vergiyi doğru faize koşuyorlar. Tefecilerin kapısından da ayrılmıyorlar, onları kızdırmak istemiyorlar. Dileniyorlar, bize para verin, faizi yükseltiriz siz bize biraz daha para verin. Çünkü para olmadan ekonomiyi yönetemiyorlar, bu noktaya geldiler.
Ve yine AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim, Erdoğan ne diyordu? “Bu kardeşinize oy verin, göreceksiniz dolar ne olacak, faiz ne olacak, yatırım ne olacak, ben hepsini düzelteceğim” demişti. El hak demişti. Oylarınızı verdiniz, döviz düzeldi mi, faiz düzeldi mi, işsizlik düzeldi mi, ahlak düzeldi mi, yolsuzluk azaldı mı? Ne oldu Allah aşkına. Oy verdiniz, peki hesabını sormayacak mısınız, yanlış yapıyorsun demeyecek misiniz? Bizden bir arkadaş var, genç bir arkadaş, dinamik bir arkadaş, namuslu bir arkadaş, huzurlu bir arkadaş, kimseyi incitmeyen bir arkadaş. Ekrem İmamoğlu, düzgün bir arkadaş. Ben düzelteceğim diyor. Nereyi? İstanbul’u. İstanbul’a çalışacağım diyor, fakirliği yeneceğim diyor İstanbul’da. Efendim ben bilmem ne yapacağım. Ne yapacağını ben bilmem, çocuk yatağa aç giriyorsa hiçbir şey yapamazsın, önce o çocuğun karnını doyuracaksın. Açlık nedir bilmiyorlar açlık, yoksulluk nedir bilmiyorlar, fakirlik nedir bilmiyorlar bunlar, unuttular onu.
Ve Ekrem Bey de diyor ki, burada binlerce yüz binlerce fakir var, İstanbul’da yaşayıp deniz görmeyen yüzlerce binlerce çocuk var, kadın var, genç var. Ben hizmet edeceğim diyor. Vay efendim hizmet edemezsin, mazbatanı iptal ederim. Ettin kardeşim mazbatayı, bir daha alacağız inşallah, Allah’ın izniyle bir daha alacağız.
Sosyete damat bütün bunlara rağmen ekonomi iyiye gidiyor diyor. Doğru, sarayda ekonomi çok iyiye gidiyor. Sosyetenin bir derdi yok ki zaten. Hastanın kanı çekilmiş, acemi doktor gibi hastanın tansiyonu düşmüş diyor. Zaten kan kalmadı adamda, kan kalmadı!
Dolayısıyla biz hep birlikte bu güzel ülkeye hizmet edeceğiz. Hep birlikte Pazar günü sandığa gideceğiz. Elimizi vicdanımıza koyacağız ve oyumuzu öyle kullanacağız. Sadece istediğim bu, elimizi vicdanımıza koyup oyumuzu kullanalım.
24.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024