01.02.2022
01.02.2022
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-“Erdoğan yönetemediğini görüyor; faturayı bakanlıklara çıkarıyor, faturayı bürokratlara çıkıyor. Üç buçuk yılda 3 tane Hazine ve Maliye Bakanı, 4 tane Merkez Bankası Başkanı değişti."
-"Merkez Bankası'nın hiçbir işlevi yok artık. Fiyat istikrarını sağlayacak kurum olmaktan çıktı zaten. Merkez Bankası'nın tek işlevi kaldı, matbaada Türk Lirası basmak."
-"TÜİK… 5 kişi gitti, geldi… Sanki bunların tamamı geçici işçi. TÜİK başkanı biz gittiğimizde içeri almamıştı, kapıya kilidi koymuşlardı. Görevde kaldı, sırtı sıvazlandı ama bir şey söyledi sonradan da ne hikmetse, 'kul hakkı yemem' dedi. Vay sen misin kul hakkı yemeyen? 'O zaman seni görevden alıyorum' dedi ve aldı. Kul hakkı yiyen, kul hakkı yemeyene tahammül edemez."
-"Görmediğim belgeyi konuşmam Sevgili Erdoğan. Daha dur bakalım, daha sana çok sürprizlerimiz olacak. Ben yolsuzluk belgelerini açıklamayacağım, arkadaşlara söyledim her birisi tek tek açıklayacak o yolsuzluk belgelerini. Senin imzan olan belgeleri de açıklayacağım, sen hiç meraklanma"
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım; bizleri televizyonları başında, radyolarının başında, sosyal medya hesaplarında dinleyen, izleyen bütün vatandaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.
Zor günler yaşıyoruz aslında, zor şartlardan geçiyoruz hep beraber ama bunu inşallah hep birlikte aşacağız, aşmak zorundayız. Aşmanın yolu birlik olmaktır, beraber olmaktır, adalette buluşturmaktır, sevgide bulunmaktır, kucaklaşmada bulunmaktır, kimseyi ötekileştirememektir ve herkesin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye'yi inşa etme amacını taşımaktır. Bunu yapacağız inşallah.
Kayıplar var: Cevdet Said, Çerkez asıllı Suriyeli, yaklaşık 10 yıldır Türkiye'de yaşayan önemli bir din âlimiydi; barışı, uzlaşmayı, birlikte yaşamayı, düşünce özgürlüğünü hem savunuyor ama şiddete de bütün varlığıyla karşı çıkıyordu. Devleti yönetenlerin tek ölçüsünün adalet ve eşitlik olması gerektiğini her ortamda ifade ediyordu. Kendisine Allah'tan rahmet; ailesine, öğrencilerine, özellikle Kafkas kökenli vatandaşlarımıza, kardeşlerimize başsağlığı diliyoruz. Elbette ki iyi insanları hep anacağız. İyi insanlar aslında toplumu ileriye taşıyan, toplumu aydınlatan insanlardır. Bu bağlamda Uğur Mumcu'yu unutmadık, Muammer Aksoy'u unutmadık, İsmail Cem'i unutmadık, Abdi İpekçi'yi unutmadık, Gaffar Okkan'ı unutmadık ve Fatma Girik'i unutmadık. Hepsi bizim yolumuzu aydınlatan, bize ışık tutan kişilerdi. Hepsine şükran borçluyuz.
Değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi olarak özellikle son 5-6 yılda toplumun en yoksul kesimlerine, kendilerini sahipsiz hisseden kesimlerine ilgi gösterdik; onların yanında olduk, onlarla beraber oturduk aynı sofraya. Onlarla beraber en azından hem kendi sorunlarını, hem Türkiye'nin sorunlarını görüşme imkânımız oldu. Milletvekillerimiz Anadolu'yu karış karış gezdiler. Bir ile; 1 değil, 2 değil, 10, 15, 18, 20 bazen 30-35 milletvekili arkadaşımız gitti. Sadece kentin merkezini değil, illerini, ilçelerini gezdiler. Dolayısıyla sorunları ölçüyoruz, tartışıyoruz ve her soruna çözüm üretme gayreti içindeyiz.
Bu bağlamda taşeron işçiler bizim attığımız en önemli adımlardan birisiydi. Önce onları örgütledik, dernek kurmalarını sağladık; kadro taleplerini gittiğimiz her yerde dillendirdik ve sonunda iktidar bunlara kadro vermek zorunda kaldı. Hala kadro alamayan hastane bilgi yönetim sistemlerinde çalışanlar var, bunların sayıları 2 bin 200 kadar. Bu arkadaşlar bir hastanenin beynini oluşturuyor aslında. Fakat bu arkadaşların hastanelerde kadrolu çalışması lazım. Daha önce çıkan kanun hükmünde kararnameyle bunları dışarıda tuttular. Geçen gün geldiler, dediler ki: "Bize bugüne kadar çok kişi söz verdi ama verdikleri sözü tutmadılar. 2200 civarındayız. Geçmişte görev yapan dönemin Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu bize söz verdi. 2018'de 'sizi kadroya alacağız, siz zaten taşeron değilsiniz, hastanenin asli unsurlarısınız, burada çalışmanız lazım’ dedi ama vermedi. En son Sayın Binali Yıldırım İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayıyken geldi, bize söz verdi ‘söz sizi kadroya alacağız’ diye ama bugüne kadar bize kadrolar verilmedi" diye. Bu arkadaşlarıma sesleniyorum: Az kaldı, az kaldı; göreceksiniz Millet İttifakı'nın iktidarında sizin kadrolarınız en kısa sürede verilecek, çalıştığınız hastanede kadrolu personel olarak çalışmaya devam edeceksiniz. Buradan söylüyoruz: Yapıyorsanız yapın, yoksa biz gelip yapacağız.
Aynı şekilde terörle mücadele eden, yaralanıp vücudunda kurşun mermisi taşıyan, sakatlanan pek çok kişi gazi sayılmıyor. Bunlar da geldiler, "bize defalarca söz verildi" dediler. "Gitmediğimiz parti kalmadı" dediler. "Her seferinde, her gittiğimiz yerde haklısınız" dediler. "Vücudumuzda mermi taşıyoruz, parmaklarımız koptu; herkesi gazi saydılar, bizi gazi sanmıyorlar" diyor ve rakamlar verdiler. Jandarma'dan o 11 bin 500, Kara Kuvvetleri 6 bin, Polis Teşkilatında 2 bin 500 toplam 20 bin asker ve polis gazi sayılmıyor. Ve bize dediler ki: "15 Temmuz darbe girişiminde bir kanun hükmünde kararnameyle herkese gazilik unvanı verdiler, tırnağa yaralanana verdiler. Ya biz eksi 30-35 derecede bölücü terör örgütüyle mücadele ettik. Yani şehit olmadığımız için mi bize bu hak verilmiyor, neden verilmiyor? Neden bu yapılıyor bize? Mücadele ettik, o mücadele sıradan bir mücadele değildi, aynı zamanda bir vatan mücadelesiydi. Bizi gazi saysınlar, en azından bayrağımız ile beraber ölürsek biz defnetsinler. Bize bu onuru versinler" diyor. Onlar da defalarca bu talepte bulunmuşlar ama verilmemiş. Malum bizden de çok sayıda arkadaşımız bu arkadaşlarımıza gazilik unvanı verilsin diye kanun teklifleri verildi, 26’ncı dönemde verildi, 27’nci dönemde verildi. Ben daha önce bu kürsüden söylemiştim. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın İzzet Ulvi Yönter de bir kanun teklifi vermiş. 9 ay geçiyor, gündeme getirmiyorlar. Buradan sesleniyorum: Ya gazileri kandırmayın veya direnin o kanun teklifi Meclis Genel Kurulu'na gelsin kardeşim.
Hükümetin ortağısınız zaten; gazi sayılmayanlar, terörle mücadele edenler gelmişler size, söz vermişsiniz, kanun teklifi vermişsiniz, saraydan gelen kanun tekliflerini el kaldırıyorsunuz. Bir de sizden gelen bir kanun teklifine saraydan talimat alanlar el kaldırsın. Sorunu çözelim. Bu çağrımızı da yapıyoruz ve yine Terörle Mücadelede Yaralanıp Gazi Sayılmayanlar Derneği'nin bütün çalışanlarına, bütün mağdurlarına; yani 20 bin gazi sayılmayan asker ve polise sesleniyorum: Haklar verilirse verilir, verilmezse az kaldı zaten. Bir süre sonra nasıl olsa Millet İttifakı iktidar olacak, o hakkı biz size teslim edeceğiz, göreceksiniz.
Değerli arkadaşlarım geçen günlerde bir mektup geldi, Güneydoğu'dan bir annenin mektubu... Berfin Talayhan diyor ki: "Oğlum Osman Talayhan 2014'te Mardin Kızıltepe'de şehit oldu. Köy korucusuydu" diyor. "Şehit olan oğlumun 11 çocuğuna o tarihten beri ben bakıyorum" diyor. "Şehit annesiyim, bana verilen aylık 281 lira 03 kuruş..." Şimdi vicdan sahibi herkese sesleniyorum: Bir şehit annesine verdikleri para 281 lira 03 kuruş. Yazıktır, günahtır. Yahu bu devlet bu kadar mı fakirleşti? Beşli çeteye gelince bıraktık Türk Lirası’nı, milyonlarca avro, milyonlarca dolar veriyorsunuz ya. Bir şehit annesine, 11 çocuğa bakan bir şehit annesine verdikleri para 281 lira 03 kuruş. Bunu grup başkanvekillerine vereceğim, bunun takipçisi olun lütfen.
Öğretmenler meslek yasası görüşülüyor. Bu meslek yasasına bütün öğretmen kuruluşları karşı, "böyle bir meslek yasası olmaz" diyorlar. Hepsi karşı; hani taraftar olan, alkışlayan tek bir öğretmen bile yok. Bir aldatmacadır gidiyor ama az kaldı. Bütün öğretmen kardeşlerime sesleniyorum, siz bir irfan ordususunuz, irfan ordusu; bu ülkeyi ayağa kaldıracak olan sizlersiniz. Bu ülkeyi büyütecek olan sizlersiniz. Bu ülkeye saygınlık kazandıracak olanlar sizlersiniz. Sizin önünüzdeki en büyük engel Cumhur İttifakı'dır. Bu ittifak sizi bir yere taşıyamaz. Ağzınıza bir parmak bal vermeye kalkar, cebinizi boşaltır. Ama size sözüm söz, gerçek anlamda öğretmenler meslek yasasını biz çıkaracağız, beraber çıkaracağız, sizin görüşünüzü alarak çıkaracağız. Öyle ücretli öğretmen, yok efendim sözleşmeli öğretmen, kadrolu öğretmen... Bütün bu garabetlere son vereceğiz. Herkes kadrolu olacak, herkesin saygınlığı olacak; hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altında aylık kalmayacak. Öğretmen mesleğini en itibarlı meslek haline getireceğiz. Bunu da bütün öğretmen kardeşlerimin bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlarım; daha önce kamuda çalışan bürokratlara seslenmiştim, "direnin" demiştim. "Yolsuzluk belgeleri varsa, imzalamayın" demiştim. "Biz sizin arkanızdayız" demiştim. Aradan bir süre geçti, belgeler yağdı ama bazı mağdurlar vardı. Onlarla da görüştük. Bazıları görevlerinden alındı, bazıları kendileri istifa ettiler, bazıları "hayır, biz bunu imzalamayız" dediler. Ve bir video yayınladım, dedim ki; "AK Parti'nin gidişi, gidiş değil. Bu gidiş Türkiye'yi felakete götürüyor. Örnek verdim, orada konuştum, örnek verdim. Erdoğan önce AK Parti'yi zapturapt altına aldı, 'bu parti benim partimdir' dedi. Sonra partiyi kuran kurucuların tamamını tasfiye etti. Yani AK Parti'nin akil insanlarını partiden tamamen dışladı; ikinci aşama... Üçüncü aşama, AK Parti'yi ailesine peşkeş çekti. Ailesi de bütün birimleriyle AK Parti'nin içinde ve devletin içinde, devlete yön veriyorlar. Sonra dördüncü aşama; devleti kendi ailesinin isteklerine boyun eğecek hale getirdi." Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görmediğimiz bir olaydı. Bütün bu baskılara rağmen bürokrasinin nabzı atıyor mu diye tekrar bir video yayınladım. Oturdum, dertleştik kamu görevlileriyle. O arada bir yolsuzluk dosyasını da gündeme getirdim, gelen bir yolsuzluk dosyasını da gündeme getirdim. İsim vermedim, sadece dosyayı okudum, dosyadaki bilgileri okudum. "Vay efendim o dosyanın altında benim imzam yoktur" diye Erdoğan, diğerleri çıktılar, açıklama yaptılar. Bir bakan çıktı arkadaşımıza dedik "telefonda bağlansın, bütün sorularına cevap verelim, gerekirse belgeleri gösterelim" diye. Fakat korktular, bizim arkadaşın telefonla bağlanmasına izin vermediler.
Şimdi değerli arkadaşlarım, nedir bu olay anlatayım: 3 Nisan 2018'de bir ihale yapılır, 3 milyar 198 milyon 443 bin 127 lirayı veren firma kazanır. Firmanın özelliği gerçek bir firma olması, yarışmaya girmesi ve bunu kazanması; artı iç finansmanı kendisi karşılıyor. Yani finansmanını içeriden kendisi karşılayacak. Yani dışarıdan avro, dolar falan bir garanti söz konusu değil, yapacak. Ama ihaleyi beşli çeteden birisi kazanamaz. Bunun üzerine ihale iptal edilir. Aradan bir süre geçer, ihalede bazı değişikliklerle yeniden ihaleye çıkılır 21 Ağustos 2020'de. Bu ihale kamuya açık bir ihale değildir, 21/B'ye göre yapılır. Yani deprem, yangın, savaş, sel, su baskını; olağanüstü hallerde olan bir olay olursa ihale olacak. Deprem olmuşsa tabi ihaleyi yapıp, ihale sonucunu bekleyemezsiniz. Ortada deprem yok, savaş yok, yangın yok, bir şey yok. Neden 21/B'ye göre adrese teslim? İhaleyi vermek için yaparlar...
Bu sefer 3 milyar 200 milyon değil ortalama, 9 milyon 449 bin 995 bin 834 liraya beşli çeteden birisine ikram edilir, "al arkadaş bu ihale senindir" denir. Arada 6 milyar fark var, zaman geçmiş doğru, ben de biliyorum. Ama bir ayrıntı var, önemli bir ayrıntı var. Bunlar giderler, yani beşli çete adına yurtdışından para alırlar, para toplarlar, daha doğrusu para isterler. Onu da söyleyeyim: 1 milyar 238 milyon 421 bin 599 avro kredi anlaşması yapılır. Kredi anlaşmasının kefili, sorumlusu Hazine'dir. Beşli çeteden değil Hazine'den… Bilgi nereden diyeceksiniz? Kamu Borç Yönetimi Raporu var Maliye Bakanlığının, benim değil. Maliye Bakanlığı'nın ilgi sayfası var, ihalenin adı var, borç miktarı var. Karşısında yazıyor, borçlu kim? Hazine ve Maliye Bakanlığı. Bugünkü fiyatlarla 6 milyar değil, 18 milyar civarında. Erdoğan diyor ki: "Efendim Kılıçdaroğlu yalan söylüyor, benim hiçbir imzam yok." Sen ihale komisyonunda değilsin ki, ben demedim ki Erdoğan orada o da imza atacak diye. Sen ihale komisyonunda değilsin, sen talimat veren makamdasın, talimat veren makamdasın. Diyorsun ki: "ihaleyi iptal edin, bir süre sonra bekleyin, ihaleyi bizim çeteden arkadaşlara vereceğim" diyorsun. "Bir de dışarıdan borç alacağım" diyorsun. "O borca da ben kefil olacağım" diyorsun. Şimdi bu 2020 Kamusal Mali Durum ve Beklentiler Raporu… Kimin? Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'nın raporu. Açın raporun 25 inci sayfasında, "17.02.2020 tarihli Cumhurbaşkanlığı oluru ile yatırım programında gerekli revizyon yapılmıştır" diyor. Demek ki onayı veren kim? Erdoğan.
Başka? Sadece bu mu? Hayır, Sayıştay'ın da raporları var. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Sayıştay raporu var. Orada da aynı tarihi veriyor yine aynı şekilde. Burada yalnız tarih yanında sayı da veriyor: 17.03.2020 tarihli 24776198-903.02-21 sayılı Cumhurbaşkanlığı oluru, orada da var. Sen demek ki bütün bu kirlilikleri biliyorsun, zaten bilmemen mümkün değil; sizin talimatınızla yapılıyor, senin talimatınla yapılıyor zaten bunlar. Bütün bu kirliliklerin hepsi var. Bunları aslında burada anlatmak istemezdim. Bu toplantıdan sonra bütün belgelerin sahibi olan Zonguldak Milletvekilimiz Sayın Deniz Yavuzyılmaz bir basın toplantısı yapacak, bunların tamamını açıklayacak. Çünkü dosya, kalın bir dosya; bu dosya içinde her şey var, bütün sorulara yanıt var.
İşin özeti ne? İşin özeti şu: Hazine'yi yükümlülük altına sokuyorsun, beşli çeteyi koruyorsun, alnının akıyla ihaleye, açık ihaleye girmiş kazanan bir kişi bu ihaleyi vermiyorsun. Niye vermiyorsun kardeşim? Ben bunu söyleyince de kıyamet kopuyor, "Kılıçdaroğlu yalan söylüyor" diyor. Görmediğim belgeyi konuşmam Sevgili Erdoğan. Daha dur bakalım, daha sana çok sürprizlerimiz olacak. Ben yolsuzluk belgelerini açıklamayacağım, arkadaşlara söyledim her birisi tek tek açıklayacak o yolsuzluk belgelerini. Senin imzan olan belgeleri de açıklayacağım, sen hiç meraklanma.
Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi ben ayrıntıya fazla girmeyeyim; bütün ayrıntıları arkadaşlarımız aktaracaklar. Zaten o yaptığım konuşmada da, videoda yaptığım konuşmada demiştim zaten: Yani ben yolsuzlukları anlatmak istemiyorum, bürokrasinin nabzını tutmak istiyorum. Devletteki bürokrasinin, namuslu bürokratların nabzını tutmak istiyorum. Yoksa yolsuzluk deyince zaten senin adın baş sırada yer alıyor, en ön sırada yer alıyor. Yani bunu bilmeyen mi var yani? Sadece ben değil, bütün Türkiye artı, bütün dünya biliyor. Senin yolsuzluğunu bildikleri için çıktılar, sana dediler ki: "Bak kızdırma bizi, senin malvarlığını inceleriz ha!" Gıkı çıktı mı? Çıkmadı. Oysa ne demesi gerekirdi? Şunu demesi gerekirdi: "Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin cumhurbaşkanıyım. Benim bir onurum var, benim bir namusum var ve temsil ettiğim Türk milletinin bir onuru var. Eğer siz benim mal varlığımı incelemezseniz, namertsiniz" demesi lazımdı.
Dedi mi? Demedi, diyemez, söyleyemez ama dediğim gibi yolsuzluk deyince zaten akla Erdoğan geliyor, bir başka kimsenin gelme şansı zaten yok. Bunlar açıklanacak, genel kurula kadar taşıyacağız. Bu konuda da yine bir milletvekili arkadaşımız Sayın Ali Mahir Başarır, cumhuriyet savcılığına ayrıca suç duyurusunda da bulundu. Diyorlar ya, "belge varsa ver." Verdik şimdi, takipçisi olacağız. Belki bizim elimizde olmayan ama dosyalarda olan belgeler de belki bu vesileyle elimize geçmiş olacak. Onu da ifade edeyim.
Değerli arkadaşlarım; bunlar ayrı, bunları görüşeceğiz ama bugün Türkiye'nin gündeminde daha ağır sorunlar var. Bütün bu kirlilikler, ekonominin daha da kötüye gidişine yol açtı, israfa yol açtı, vurguna yol açtı, gelir dağılımını bozdu ve insanların büyük bir kısmı fakirleşti. Gerçekten de mutfaklarda yangın var. Gerçekten de sanayide yangın var. Gerçekten de üretim zincirinde yangın var. Cumhuriyet tarihinde karşılaşmadığımız olaylarla karşılaşıyoruz. Doğalgaz kesintileri başladı, hiç karşılaşmamıştık. Bu kadar büyük ve yaygın bir olayla hiç karşılaşmamıştık. Ya ülkeyi yönetenlerin Türkiye'yi nereye getirdiklerini hep beraber görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, "kış geliyor, doğalgaz kesilebilir" diye ağustos ayından beri iktidarı uyarıyorum. En son 12 Ekim tarihinde yine grupta bir konuşma yaptım. O konuşmayı izninizle okuyayım:
"Devleti yönetenler önümüzde karakış geliyor, karakışın topluma maliyetini iyi hesaplamak zorundadırlar" diyorum 12 Ekim tarihinde. "Bunların umurunda değil ama biz ülkemizi seviyoruz, insanımızı seviyoruz. Hangi görüşten, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun, insanlarımızın sorunlarıyla ilgileniyoruz" dedikten sonra, "bunlar basiretsiz bir yönetim" diyorum. "Neden basiretsiz bunlar? Doğalgaz alıyorsunuz değil mi dışarıdan?" diyorum. "Bunu depolayacaksınız" diyorum. Örnek verdim: "Kış geliyor, evler odun alır, kömür alır, tezek alır; hepimiz kışa hazırlığımızı yaparız. Bizim Silivri'de, Tuz Gölü'nde depolama tesislerimiz var, akaryakıt depolama tesislerimiz var. Ayrıca sıvılaştırılmış doğalgazı da depoluyoruz. 9 Ekim itibariyle bu depolarda bulunan gaz miktarı 2 milyar 791 bin metreküp. Bu sadece 15 günlük ihtiyacımızı karşılıyor. Doluluk oranı ise yüzde 54."
Bakın ekim ayında söylüyorum. Aynı tarihte, yine aynı konuşmada diyorum ki: "Avrupa'ya da bakıyoruz, onlar da doğalgaz alıyorlar. Onların depolarında ne kadar doğalgaz var? Onların depolarında yüzde 76" ve bu açıklamayı yaptığım tarihten sonra depolardaki gaz sürekli azaldı. Bunu da kamuoyuyla paylaştım. Dedim ki, Ocak 2018'de depolarda yüzde 73 oranında gaz vardı, doluluk oranı yüzde 73, Ocak 2019'da yüzde 72, Ocak 2020'de yüzde 60, Ekim 2021'de -az önce söyledim- yüzde 54, Ocak 2022'de yüzde 32. Bu rakamları açıkladıktan sonra Enerji Piyasaları İşletme Anonim Şirketi, bu rakamları açıklayan yani EPİAŞ internet sitesinden bütün rakamları kaldırdı. Şu devlet yönetimine bakın Allah aşkına ya; millet gerçekleri öğrenmesin diye. Hangi akıl, hangi mantık? Gerçekten yönetemiyorlar, gerçekten yönetmekten acizler, gerçekten 3 adım sonrasını bilmiyorlar. Bıraktım 3 adım sonrasını, yarın sabah ne olacağını bilmiyorlar. Böyle bir devlet yönetimini hiç görmedim.
Sanayici ne diyor? "İlk kez bu kadar kapsamlı bir kesintiyle karşılaşıyoruz, şoktayız" diyor. Şoktasınız doğru, ben de biliyorum. Ekim ayında uyardım, ağustostan beri uyarıyorum, "bakın karakış geliyor beyler, önlem alın" diye. "Hammadde fiyatlarındaki artış, döviz kurları, enerji zamları derken kesintiler geldi. Sanayici olarak darbe üstüne darbe yiyoruz." Yerseniz... Yönetemiyorlar, yönetme güçleri yok, yönetme kapasiteleri yok, yönetme öngörüleri yok, yönetme akılları yok akılları; akılları yok.
"80 dağıtım şirketi var, onlar OSB'lere nasıl ceza kesecek? Bu cezalar OSB yönetimleri tarafından nasıl tesislere bildirilecek?" Bu da başka bir sorun. "Yabancı ortağım huzursuz oluyor, yabancı yatırımcı nasıl gelecek?" diyor. Üç günlük elektrik kesintisinin OSB'lerde yarattığı kaybın 5 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor, söyleniyor diyorum. Ama buradan Türkiye Odalar Borsalar Birliği'ne açık ve net çağrı yapıyoruz: Elektrik kesintilerinin OSB'lerde yarattığı maliyetin tutarı nedir; bunu görmek istiyoruz, bilmek istiyoruz. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bütün OSB yöneticileriyle konuşmalı, rakamları almalı ve kamuoyuyla paylaşmalı. Saydam devlet bunu gerektirir, doğru yönetim bunu gerektirir, ahlaklı yönetim bunu gerektirir. Bizim doğruları bilmeye hakkımız vardır. Zamanında uyardık "beyler dikkat edin" diye, umursamadılar. Çünkü devleti yönetemiyorlar.
Tabii bir taraftan bunlar, öbür taraftan insafsız zamlar devam ediyor. Sanayide kullanılan doğalgaza yüzde 435 zam arkadaşlar; bir yılda yüzde 435 zam... Elektrik üretiminde kullanılan doğalgaza yüzde 290 zam. Sanayide kullanılan elektriğe yüzde 200 zam. Nereye kadar gidecek bu ve nasıl olacak bu? Sonra elektrik zamları olunca da dediler ki: "150 kilovat/saate kadar yüzde 52 zam yapacağız, aşarsa yüzde 127 zam yapacağız." Yine akıl verdim onlara; yine 4 Ocak'ta bir grup toplantısında şunu söyledim: Dört kişilik bir ailenin tükettiği elektrik 230 kilovat/saattir dedim. Buna göre önlem alın, zam yapacaksanız buna göre yapın. Yapmadılar, dinlemediler; dün kalkmış açıklama yapıyorlar, benim dediğim noktaya geldiler. Demek ki devleti yönetemiyorlar. Demek ki biz biliyoruz, demek ki biz devletin nasıl yönetilmesi gerektiğini biliyoruz. Demek ki biz toplumu da çok iyi biliyoruz, dört kişilik bir ailenin tükettiği elektriği de biz çok iyi biliyoruz. Sarayda oturan elektrik faturası ödemiyor ki... Sarayda oturanın elektrik faturası mı var, doğalgaz faturası mı var, kahvaltı faturası mı var, mutfak masrafı mı var? Hiçbir masrafı yok. Sanıyor ki herkes kendisi gibi; yap zammı, nasılsa kimse ödemeyecek.
Perişan ettiler milleti, bunun bilinmesini isterim. Tabii şu gerçek de var, bunu da bütün Ak Parti'ye geçmişte oy veren kardeşlerim bilmesini isterim: Hep derlerdi ki, "efendim dolar yükseldiği için biz bu zamları yapıyoruz" ve sizleri avuturlardı. Dolar 18 oldu, bütün zamlar çıktı şaha. E dolar düştü 13'e, hiçbir şeyin fiyatı düşmedi akaryakıt dahil olmak üzere. Şu anda her akaryakıt istasyonu bir vergi dairesi gibi; para kesiyor oradan, para kesiyorlar. Demek ki milleti kandırıyorlar, demek ki geçmişte AK Parti'ye ve MHP'ye oy veren kardeşlerim sizi kandırıyorlar. Sizi kandırıyorlarsa, sandıkta bunlara ders vermekte sizin göreviniz değerli arkadaşlarım. Bunu da ifade etmek isterim.
Asgari ücreti -bizim büyük baskılarımız sonucu- 4 bin 253 lira yaptılar net miktar olarak. Bizim belediyelerde bu 4 bin 500 liradır, onu da ifade edeyim. Türk-İş'in açlık sınırı, ocak ayı açlık sınırı 4 bin 249 lira. Para eline geçmeden açlık sınırın altında kalacak bir asgari ücretli. Zamların yarattığı tablo budur ve bu tabloyu herkesin bilmesini isterim. Eğer gecenin karanlığında 21’inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde insanlar ucuz ekmek kuyruğuna giriyorsa, 21’inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinde eksi 2 derecede, 3 derecede yağ kuyruğuna giriyorsa insanlar; ucuz yağ alacağım diye yağ kuyruğuna giriyorsa, bunun sorumlusu saray şürekâsıdır, Erdoğan ve ailesidir. Bunu açık ve net herkesin bilmesini isterim.
Böyle üstü kapalı bir şeyler de söylemiyoruz; gayet açık, gayet net söylüyoruz: Bunlar bu devleti yönetemezler. Ama ben yine ülkemi sevdiğim için, insanlarımız daha fazla mağdur olmasın, gelecekte de aynı tablolarla karşılaşmayalım diye yine bir öneri yapmak isterim. Devam eden yeraltı depoları ve geri üretim tesislerinin yatırımlarının süratle bitirilmesi lazım. Kaynak, yeteri kadar süratle kaynak ayrılması lazım, aynı tabloyla bir daha Türkiye karşılaşmasın diye. Konya-Karaman-Mersin arasında bağlantı hattının tesis edilerek, bölgesel iletim hatlarının güçlendirilmesi lazım. Üç; İran'dan kaynaklı sorunların yaşanmaması için doğu bölgelerini besleyecek iletim ve dengeleme altyapısı gecikmeden tesis edilmelidir. İran bunu istiyor. İran'dan doğalgaz sadece bir gün kesildi, sadece bir gün. Sorunu İran'a atmaya çalıştılar, İran açıklama yaptı. Ya dış politikada yalan olur mu Allah aşkına? Yalan söylüyorsun, İran seni yalanlıyor ve sesin kesiliyor orada. Azerbaycan ile kesinlikle görüşmelere gidilmeli. Türkiye'nin mağdur olduğu bir transit tarife fiyatı var, bunu düşürülmesi lazım, doğrudan çıkış verilmesi lazım. 2022-2023'te Türkiye'ye vereceği gaz miktarını Azerbaycan'ın artırması ve özelikle 2024 sonrasında da Bakü-Tiflis-Erzurum boru hattından doğalgaz tedarikinin garanti edilmesi sağlanmalıdır. Bu önerilerimizi de yapıyoruz.
Değerli arkadaşlarım; yönetemiyorlar diyorum. Niye yönetemiyorlar. Çünkü istikrar yok, yönetimde istikrar yok. Erdoğan yönetemediğini görüyor, faturayı bakanlara çıkarıyor, faturayı bürokratlara çıkarıyor. Hazine Bakanı, değiştirelim; e sen talimatı verdin kardeşim. Sen talimatı verdin, o da uyguladı zaten. Senin söylediğinin üstüne bir şey mi söyledi? Hayır. Yeri geldi içine attı dedi ki, "lanet olsun yapıyorlar, ben bari sesimi çıkarmayayım" dedi. 3,5 yılda 3 tane Hazine ve Maliye Bakanı değişti, 4 tane Merkez Bankası Başkanı değişti. Merkez Bankası'nın hiçbir işlevi yok artık. Fiyat istikrarını sağlayacak kurum olmaktan çıktı zaten. Merkez Bankası'nın tek işlevi kaldı, matbaada Türk Lirası basmak. Başka bir işlevi yok, fiyat istikrarını sağlayan bir kurum değil. Yöneticileri iyi paralar alıyorlar, saraydan gelen talimatın gereğini yapıyorlar. "Faizi indirin" dedikleri zaman indiriyorlar. Hiçbir şekilde Merkez Bankası yöneticilerinin akıllarını çalıştırma zorunluluğu yok, zaten çalışırlarsa görevden alınıyorlar. Böyle bir tablo... Matbaadan para basacaklar, mesele bitmiş olacak.
Türkiye İstatistik Kurumu, TÜİK… 5 kişi gitti, geldi… Sanki bunların tamamı geçici işçi. Yahu kardeşim bunların hepsi görev yapıyor ya. TÜİK başkanı biz gittiğimizde içeri almamıştı, kapıya kilidi koymuşlardı. Görevde kaldı, sırtı sıvazlandı ama bir şey söyledi sonradan da ne hikmetse: "Kul hakkı yemem" dedi. Vay sen misin kul hakkı yemeyen? "O zaman seni görevden alıyorum" dedi ve aldı. Kul hakkı yiyen, kul hakkı yemeyene tahammül edemez. Bu işin gerçeği budur, tahammül edemez. "Ben haram yiyorsam, benim altında çalışıyorsan, sen de haram yiyeceksin kardeşim. Ben rüşvet alıyorsam sen de rüşvet alacaksın. Ben yolsuzluk yapıyorsam, sen de yolsuzluk yapacaksın. Beraber kirleneceğiz" diyor. O nedenle tahammül edemedi ve aldı.
Değerli arkadaşlarım; şimdi bir stratejiden de söz edeyim. AK Parti ve şürekâsının... AK Parti demeyeyim de çok özür dilerim AK Partili kardeşlerimden, oy veren kardeşlerimden; saray ve şürekâsı, Erdoğan ve ailesi ve onun çevresindeki insanlar, beşli çeteler, dolarla beslenenler, havuz medyasından beslenenler, köşeyi dönenler, bunlardan söz edeceğim...
Bunlar önce dediler ki: "Efendim biz sistemi değiştirelim; AK Parti, MHP ömür boyu biz bu işi götürürüz. Nasıl olsa muhalefettekiler asla bir araya gelemezler. Bunlar beş benzemez, bunların bir araya gelmeleri mümkün değil. Biz artık bundan sonra dilediğimiz gibi memleketi yönetiriz, dilediğimiz gibi vurgun yaparız, dilediğimiz gibi soygun yaparız, kimse de bize bir şey soramaz. Meclis? Zaten Meclis'te bizim emrimize girer. Yargı? Yargı da bizim emrimize girer." Böyle düşündüler fakat biz muhalefet partileri olarak bir araya geldik, birinci ezberlerini bozduk. Bir araya geldik, ne için? Demokrasi için bir araya geldik, insan hakları için bir araya geldik, devletin saydamlaşması için bir araya geldik, parlamentonun güçlü olması için bir araya geldik, devletin bir kişiye teslim edilemeyeceğini bildiğimiz için bir araya geldik; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin itibarını korumak için bir araya geldik ve bir araya geldik. Birinci ezberleri bozuldu...
Sonra ikinci propaganda başladı: "Efendim bunlar bir araya geldiler ama bunlar kazanamazlar. Bakmayın, bir araya geldiler. Ne olacak işte? Geldiler, bir süre sonra da göreceksiniz bunlar kazanamazlar." Genel seçimlerde ve yerel seçimlerde kazandığımızı gördüler. İkinci ezberleri de bozuldu. Evet kazandık. Evet, onların bütün hayallerini yıktık ama gençlere hayal kurma fırsatı tanıdık ve tanıyacağız. Gençler hayalleriyle yaşayacaklar.
Onlar hayal kuramıyorlar şimdi, panik içindeler. Eyvah geldiler ve kazandılar. Bu nedenle hazmedemiyorlar, bu nedenle baskıyı arttırıyorlar ve üçüncüye başladılar. "Efendim bunlar kazanacaklar ama memleketi yönetemezler." Şimdi bunun propagandasını yapıyorlar. Vallahi de billahi de memleketi, bu güzel ülkeyi sizin takımınızdan çok daha güzel, çok daha adaleti ve namusuyla yöneteceğiz namusuyla. Milletimin şahit olmasını istiyorum. Memleketi bunlardan çok daha güzel yöneteceğiz. Akılla yöneteceğiz, bilgiyle yöneteceğiz; herkesi kucaklayacağız, hiç kimsenin endişesi olmasın. O nedenle söylüyorum: Geliyor gelmekte olan; bunun için korkuyorlar.
Teşekkür ederim değerli arkadaşlarım. Son olarak bütün il ve ilçe başkanlarına söylüyorum: “Ne elektrik kesintisi ne fatura derdi… Saray sosyetesinin keyfi yerinde!” yazılı bu pankartı afiş haline getirip bütün il ve ilçe başkanlıklarına asacaklar.
Ne elektrik kesintisi ne fatura derdi… Saray sosyetesinin keyfi yerinde! pic.twitter.com/eIK1hsm83P
— Kemal Kılıçdaroğlu (@kilicdarogluk) February 1, 2022
26.12.2024
26.12.2024
26.12.2024
26.12.2024