08.11.2019
08.11.2019
(06 KASIM 2019)
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV'de yayınlanan "İşin Aslı Özel" programında gazeteciler Fikret Bila ile Mehmet Tezkan'ın sorularını yanıtladı.
Mehmet TEZKAN- İyi akşamlar, bugün programın günü ve saatini değiştirdik, özel bir yayın yapıyoruz. Fikret Bila’yla yine birlikteyiz. CHP Genel Merkezindeyiz, CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu konuğumuz. Efendim hoş geldiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ediyorum.
Mehmet TEZKAN- Veya biz de hoş bulduk diyelim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sizler de hoş geldiniz evet.
Mehmet TEZKAN- Şimdi şöyle bir şey vardır. Biz gazetecileri görünce halk işte derler ki, şöyle bir inanç vardır; gazeteciler her şeyi duyar, bilir diye. Gerçekle ilgisi yoktur da. Şimdi şey sorarlar hep CHP’de ne oluyor, hükümette ne oluyor falan, şu partide, bu partide falan. Son zamanlarda bana en çok sorulan soru şu, siz bilirsiniz kulağınız deliktir enflasyon kaç? Diyorum ki, her şey açıklanıyor işte, her ay TÜİK açıklıyor bakın oraya falan. Yok inanmıyoruz diyorlar. Peki sizce kaç diyorum. Kimisi 30 diyor, kimisi 40 diyor falan, durum felaket diyorlar. Bu TÜİK niye böyle falan diyorlar. İşte bugün de biliyorsunuz 4 genç parasızlıktan intihar etti Fatih’te.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet maalesef.
Mehmet TEZKAN- Sizi izledim Salı günü grup toplantısında, siz dediniz ki ‘ben de inanmıyorum. Memur da, işçi de inanıyor mu bilmiyorum’ dediniz. Onlar da inanmıyorlar onu söyleyeyim size. Niye böyle bir tablo var? Yani bir enflasyon sorunumuz vardı, bir ekonomik sorunumuz vardı bir de şimdi güvensizlik sorunumuz var. Yani hiç kimse iktidar tarafından veya devlet organları tarafından açıklanan hiçbir şeye inanmıyorlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi nedeni şu, liyakat dediğimiz bir kavram var. Yani işi ehline teslim etmek dediğimiz bir kavram, işin özü o. Devlet liyakatle yönetilir yani işi bilen kişileri o işin başına getirirseniz vatandaşla devlet arasındaki güven artmış olur. Dolayısıyla bilinir ki; örneğin diyelim ki, her bir kurumun başındaki ister bu Toprak Mahsulleri Ofisi olsun, ister TÜİK olsun, ister bir başka kuruluş, Merkez Bankası olsun, eğer bu işi bilen kişiler oraya gelmişse ve bu insanlar o işe, o makama gelmek için gerçekten de bir tezgahtan geçmişlerse, devletin bütün kademelerini atlayarak değil de hak ederek yükselmişlerse onların verecekleri bilgi doğrudur ve güven duyulur. Devlet dediğimiz kurum da zaten vatandaşına güven vermek zorundadır. Devlette liyakati yok ederseniz, işte eş, dost, akraba, yakın, arkadaş, okul arkadaşı, sıra arkadaşı, bunu getireyim bir şey olmaz önemli değil, bu götürür bu işi yapar derseniz, o zaman devlet dediğimiz kurum yara alır, devleti yöneten siyaset kurumu da güven kaybeder. Geldiğimiz nokta da budur.
Örneğin, AK Partinin Sayın Genel Başkanı dedi ki, ‘Merkez Bankası Başkanı sözümü dinlemedi ben de görevden aldım.’ Siz kalkıp da dünyaya Merkez Bankası bağımsızdırı anlatamazsınız, artık bitmiştir. Güven? Güven de bitmiştir orada. Bu lafı kullanmaması lazım. Zaten almaması gerekirken aldı. Ben bunu alırım diyor ve istediğini alır. O zaman parlamentonun çıkardığı Merkez Bankası Başkanlığına güven veren ilgili maddede belli bir süre geçmedikçe görevlerinden alınamıyorlar tıpkı TÜİK Başkanı gibi. Demek ki, iktidar istediği zaman görevden alıyor, istediği zaman istediği şekilde yasayı değiştiriyor, istediğini yapabiliyor. Dolayısıyla devlet dediğimiz bir kurum sağlıklı yönetilmiyor. Gerçekten de yönetilmiyor. TÜİK’in verdiği rakam yüzde 8 küsur bir enflasyon oranı açıkladı. Ama aynı devlet yani aynı Türkiye Cumhuriyeti, bürokrasinin farklı bir kanadı da devlet için enflasyonu yüzde 22.58 olarak verdi. Hangisi doğru? Birisi 8 küsur diyor, biri 22 küsur diyor hangisi doğru? İkisi de aynı devletin farklı birimlerinin verdiği rakamlar. Birisi vatandaşa yansıyan şekliyle yani cezayı bundan sonra önümüzdeki yıl yüzde 22.58 artıracağım; para cezasını, trafik cezasını vergileri artıracağım diyor. Öbür taraf, emekliye aylık vereceğim, zam vereceğim ama yüzde 8 enflasyon, bu enflasyon üzerinden vereceğim diyor.
Mehmet TEZKAN- Sırf emekli ve memura zam vermemek için mi rakamı böyle tutuyorlar? Çünkü bir şey yok herkes biliyor dışarıda.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Herkes biliyor aslında. Tabi sonuçta o kadar çok hoyratça davrandılar ki, bütçe kaynaklarını, kamu kaynaklarını o kadar hoyratça harcadılar ki, para bitti yani deniz bitti. Şimdi emekli diyecek ki enflasyon bak yüzde 22, ben de en az enflasyona karşı hadi kalkınmadan falan pay istemiyorum ama en azından enflasyona karşı beni koruyun diyecek. Memur diyecek, işçi diyecek, emekli diyecek ama bunu da kesiyorsunuz. Asgari ücretli diyecek ama bunu da kesiyorsunuz.
Dolayısıyla artık AK Parti iktidarı vatandaşa güven vermiyor. Bakın, işsizlik dediğimiz olay var, can yakıcı bir olay. Hani ben sık kullanırım ‘bütün kötülüklerin anası işsizliktir’ diye. İşsiz kalan birisinin yaşadığı dramı bir başka kişi anlayamaz.
Mehmet TEZKAN- Özellikle gençlerde değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi gençlerde. Şimdi düşünün, baba işsiz aynı evde, oğlu da işsiz veya kızı da işsiz, eşi zaten çalışmıyor. Şimdi bu ailenin dramını anlamak mümkün değil. İşte az önce programı açarken Fatih’teydi yanlış hatırlamıyorsam 4 kişinin hayatını kaybetmesi, işsizlik, elektrikler kesilmiş, elektrik borcunu ödemedikleri falan da söyleniyor. Tam tipik bir sosyal yaraya, derinleşen bir sosyal yaraya dönüşüyor işsizlik, enflasyon, hayat pahalılığı. Bunlar doğrudan sokaktaki vatandaşı vuruyor, esnafı vuruyor, çiftçiyi vuruyor, memuru vuruyor. İşsizlik zaten bu dediğimiz gruplar içinde sorunu en derinden yaşayan kesim. Hani çiftçinin hiç değilse buğday da olsa, zararına da olsa bir gelir elde ediyor oradan, bir şeyler alıyor. Memur düzenli bir aylık alıyor diyelim, işçi, asgari ücretli düzenli bir aylık alıyor. Burada iki kesim var, bir işsizler, bir de asgari ücretin altında gelir elde edenler. Bunların sayısı da yaklaşık 750 bin civarında. Düşünün, asgari ücretin altında yani 2 bin 20 liranın altında, hatta onun yarısı kadar bir aylık alıyorsunuz. Bin liranın altında emekli aylığı alanların sayısı ise 850 bin civarında.
Mehmet TEZKAN- 8 milyon da işsiz var değil mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- 8 milyon geniş tanımlı işsizlik. 8 milyon 112 bin yanlış hatırlamıyorsam işsiz var. Gençler arasındaki işsizlik oranı ise yüzde 27’ye yaklaştı. Üniversiteyi bitiriyor, doktora yapmış, master yapmış, yabancı dil biliyor. Yani gerçekten de genç, enerjik, dinamik, o bilgisini Türkiye’nin kalkınması için harcamak istiyor. Ama çalışacağı alan yok. Büyük bir dram.
Fikret BİLA- Sayın Kılıçdaroğlu, bu ekonomik tabloyu özetledi; Mehmet de, siz de vurguladınız. Tabi Türkiye aslında küçük bir ülke değil, ekonomik kaynakları da az bir ülke değil, milli geliri de çok küçük sayılmaz. Fakat hükümetin yatırım politikaları istihdam yaratan politikalar olmadı. Bunun üzerine bütün cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse Türkiye’nin elde ettiği kamusal tesisler, kamu iktisadi teşebbüsleri, fabrikalar hepsi özelleştirildi. Orada da çok büyük bir kaynak geldi. Yanılmıyorsam 60 küsur milyar dolar sadece özelleştirmeden geldi. İşte toplamda iktidar boyunca 2 trilyon dolara yakın vergi geliri tahsil edildi. Yani böyle de bir önemli kaynak kullandı iktidar. Ama sonuç maalesef böyle. İşsizlik giderek büyüyor, satın alma gücü reel olarak düştü. İşte bugün yaşadığımız o felaket sayılabilecek intihar vakası ki, ekonomik sebeplerle olduğu iddia ediliyor 4 kardeşin. Ki okumuş, meslek sahibi insanlar. Çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden bir baba vakası var veya çocuğu evde üşüdüğü için saç fönünü çalıştırıp geçip yan odada hayatına son veren anneler var. Böyle de bir sosyal felakete doğru gidiyoruz. Böyle baktığınızda makro düzeyde yani hükümetin ekonomi politikasını, maliye politikasını eski bir maliye hesap uzmanı olarak nasıl görüyorsunuz? Bu hatalar böyle katlanarak geldi. Yani bunu CHP iktidarında düzeltebilecek bir programınız var mı, hazır mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Fikret Bey, gelinen nokta aslında bir felaket noktası. Yani iktidar için denizin bittiği nokta. Vergi aldılar evet aldılar. Üstelik bütün cumhuriyet hükümetlerinin aldığı, kuruluşundan bu yana aldığı vergilerden çok daha fazlasını aldılar. 60 milyar dolar sizin dediğiniz gibi özelleştirme yaptılar. Ayrıca arsaları, otelleri, Telekom’u vs. falan buraları sattılar. Buralardan bir şekliyle gelir elde ettiler. Artı cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanmasını yaptılar. Ben çok sık tekrar ederim ‘Londra’daki bir avuç tefeciye Türkiye’yi teslim ettiniz’ diye. Bütün bunlar alındı, oysa bunlar eğer iyi bir planlamayla üretime dönük yatırımlara harcanabilseydi Türkiye bugün çok farklı bir yerde olacaktı. Ama bunu yapmadılar. Niçin? Az önce söyledim, devlette liyakat sistemini bitirdiler. Siz gayet iyi hatırlarsınız, siz de hatırlarsınız, eskiden Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurum vardı. Toplumun en yetkin kişileri, geleceği düşünen, geleceği planlayan kişileri bu kurumda çalışırdı. Turgut Özal da bu kurumda yetişmiştir, pek çok siyasetçi de bu kurumdan yetişmiştir. Bunlar Türkiye’nin geleceğini planlarlardı. Önümüzdeki 5 yıl, 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sonra Türkiye ne olacak, hangi alanlara yatırım yapılacak bunlar planlanırdı. Yaptıkları işlerden birisi Devlet Planlama Teşkilatını kapatmak oldu. Kapattılar. Niye kapatırsınız? Biz ilk kez 60’tan sonra planlamaya geçtik biliyorsunuz. Kalkınma planının olmadığı yılı yaşadık. Çünkü devleti bitirdiler, devlette kim kalkınma planı hazırlayacak belli değil. Bir yıl kalkınma planı gelmedi, parlamentoya gelmedi yani. Şimdi liyakat sistemi olsaydı ne olacaktı? Bürokratlar diyecekler ki siyasilere, efendim bakın kalkınma planını hazırlamamız lazım, bununla ilgili özel sektör, kamu sektörü, üniversiteler, akademik dünya bir araya gelmesi lazım, özel çalışma grupları oluşturmamız lazım, özel komisyonlar. Önümüzdeki kalkınma planının bütün ana omurgasını belirleyecek çalışmaları yapmamız lazım. Yapıyorlardı. Şimdi yapmıyorlar. Bütçe kaynakları, bütçe kaynakları nereye harcanacak? Şimdi Sayıştay TBMM adına kamu harcamalarını denetliyor. Fikret Bey, siz eski Sayıştaycısınız yani mali rapor, Sayıştay’ın mali raporu parlamentoya gelmeden parlamentoda bütçe kabul edildi. Aklın alacağı şey değil, bütçe kabul edildi. Bütçeyi neye göre kabul ediyoruz? Bir mali rapor yok. Ama olsun, ben yaptım oldu. Bu şekliyle çıktı. Buna baktığınız zaman aldılar yatırımı nereye bıraktılar? Planlama olmadığı için, üretime dönük teşvik olmadığı için bütün paralar nereye gitti? İnşaata gitti.
Mehmet TEZKAN- İnşaat üzerinden bir kalkınma oldu ama.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bina bitti, herkes işsiz. ‘Harç bitti, yapı paydos’ çok sık kullanılan bir deyimdir. Oraya gönderdik bütün paraları, oraya yatırdık. Düşünün bakınız; Türkiye’nin en büyük sanayicisi fabrikalarından kazanamadığı paranın çok daha fazlasını, İstanbul’da lüks konutlar yaparak kazandı. Nereye yapar yatırımı? Konuta yapacak. Ama siz rantı değil de üretimi teşvik etseydiniz bugün işsizlik sorunu bu noktaya gelmezdi. Demek ki Türkiye yönetilmiyor. Türkiye bir kişinin iradesine teslim olmuş vaziyette, bir kişi ne derse o oluyor ve o bir kişiyi yönlendiren de onu çevresindeki dar müteahhit grubu. Yani bizim zaman zaman ‘5’li çete’, ‘6’lı çete’ diye tanımladığımız kişiler. Gidiyorlar efendim şu tüneli yapalım, şunu yapalım, şu binayı yapalım, şunu yapalım. Yapın peki. Peki üretim? Üretim yok. Sanayi? Sanayi de yok. Osmanlının batışı sanayi devrimini kaçırması nedeniyle olmuştur. Şimdi çok daha hızlı gelişen ve büyüyen bir dünya var, biz bilgi çağını kaçırıyoruz. İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı Türk üniversitelerini geçti. Hangi üniversiteden bahsediyoruz. Yani üretim derken ben sadece fabrikayı kastetmiyorum, tarlada da öyle, çiftçi perişan vaziyette, eti dışarıdan, nohudu dışarıdan, mercimeği dışarıdan, her şeyi dışarıdan alıyorsunuz. Oysa Yozgat’ın kokulu mercimeğini düşünün dünyada bir numara Allah aşkına, dünyaya tanıtırsınız, dünyaya satarsınız bunu. Ama aynı Yozgatlı gider kendisini perişan eden siyasal iktidara oy verir, sonra da ben niye geçinemiyorum diye ağlar. Geçinemezsin, çünkü o kendisini düşünüyor, seni düşünmüyor ki.
Fikret BİLA- Efendim bir de şöyle bir tespit var. Şimdi ekonomi politikalarını değiştirdiler ifade ettiğiniz gibi, çok büyük projeler yapıldı, gerçekleştirildi ama yapılış tarzları tartışmalı yani müşterisini hazinenin garanti ettiği, yolcusunu hazinenin garanti ettiği ve borçlanarak yapıldı bunlar. Yani Türkiye Cumhuriyetinde daha önce de boğaz ve köprü yapıldı ama bütçeden yapıldı, maliyeti karşılandıktan sonra vatandaş cüzi bir şekilde geçebiliyor. Çok büyük yatırımlar ama halka mal edilerek, halkın cebinden ödenmesi garanti edilerek, hazineden garanti edilerek yapıldı.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Halkın geleceğini ipotek altına aldılar.
Fikret BİLA- Evet. Bunlar da prodüktif olmadı. Hani bizim siz de bilirsiniz iktisatçılar arasında Türkiye’deki ekonomi politikasına ‘TİT’ derler; hani inşaat, turizm, tekstilden oluşur ve bunlar kalıcı istihdam yaratmazlar. Bunu daha da koyu bir şekilde yaptı bu iktidar, kaynaklar da tüketilmiş gibi görünüyor. Şimdi ekonomide böyle bir politik tercih görüyoruz. Sonuçta Türkiye tıkandı. Hani Merkez Bankasının yedek akçesini alacak kadar tıkandı. Eğitim politikamıza bakıyoruz, cumhuriyet dönemi itibariyle her geçen yıl biraz daha bilimden uzak, din ve dince kutsal sayılan değerlere yaslanmış bir eğitim yapısı, okullar yapısı çıktı. Tarikatların etkili olduğu, tarikatlarla sözleşme yapılarak okulların yönetildiğini görüyoruz. Hemen hemen neredeyse bütün liseler imam hatip lisesi olmak zorunda gibi oldu. Ve Sayın Cumhurbaşkanı bunu sürekli teşvik eden konuşmalar yapıyor kendisi de imam hatip mezunu olduğu için. Ama fen liselerine ayrılan kaynak imam hatip liselerine ayrılan kaynağın onda biri, bütçede bunu görüyoruz. Milli Eğitim en büyük bakanlık bütçelerinden biridir. Eğitimde böyle bilimden inanca doğru bir gidiş var. Üniversitelerimizin durumu ortada. Eğitim politikası da böyle değişmiş oldu. Türkiye’nin ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesine dayalı dış politikası tümüyle terk edildi. İşte aktif dış politika izleyeceğiz derken, belli bir siyasi çizginin peşine takılan ve komşularıyla hemen hemen hepsiyle büyük sorunları olan bir Türkiye haline geldik. Yani temel politika alanlarında bu 17 yıl iktidar döneminde çok temel niteliksel değişimler görüyoruz. Bu Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerini ve Türkiye Cumhuriyetinin temel anayasal kurumlarını da çok büyük ölçüde yıprattı. Bir devlet sorunumuz da ortaya çıktı. Böyle global baktığımızda eğitimde, ekonomide, dış politikada ve yargıda, TSK’da, emniyette çok büyük erozyonlar yaşadık. Yani Türkiye’nin bu kötü gidişine CHP’nin bir reçetesi var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Fikret Bey, önce şunu kabul etmemiz lazım. Birincisi şu, sağlıklı, tutarlı, geleceğe dönük hedefleri olan bir planlama yapacaksınız. Yani planlama kadar değerli bir şey yoktur. Herkes kendi vadesine göre aylık alıyorsa, aybaşına kadar nasıl idare edeceğini planlar. Daire alacaksa kendisine ona göre bir planlama yapar. Ailecek otururlar, karı, koca, çocuklar otururlar, kendilerine göre bir planlama yaparlar. Devlette bu yok şu anda. Planlamanın özü şudur; şimdi bakın geçen sene soğan yoktu dışarıdan soğan getirdik, bu sene de soğan üreticisi perişan vaziyette, soğan tarlada kaldı. Niçin? Planlama yok. Ama sağlıklı bir planlama yapılırsa çiftçiye şunu söyleyeceksin; kardeşim sen buğday ekeceksin şu kadar, sen şu kadar mercimek, sen şu kadar mısır, sen şu kadar pirinç, sen şu kadar patates. Türkiye zengin bir ülke herkes ekecek. Ama diyecek ki, şu kadar ekeceksin, şu kadar dönüm ekeceksin, şu fiyattan ben senden alacağım. Maliyeti hesaplayacağım. Kim hesaplayacak? Türkiye Ziraat Odalar Birliği veya başka bir kurul oturur maliyeti hesaplar, dönümün maliyetini. Üzerine belli bir marj koyarsınız, artı devletin teşvikini de koyarsınız, şu fiyattan da senden alacağım. Çiftçi ekecek o satın alacak ve mesele bitmiş olacak. Bu neyle olur? Planlamayla. Bu planlamayı yaptığınız zaman her çiftçi kazanır. Zarar eden çiftçi olmaz, herkes kazanır, Türkiye ithalata da bağımlı olmaz, çünkü planını ona göre yapmıştır, ben dışarıdan mercimek almayacağım, nohut almayacağım, mısır almayacağım, yem almayacağım kendim üreteceğim, kendi çiftçime ödeyeceğim, çiftçi de kazanacak, hep beraber biz de kazanmış olacağız.
Bakın, planlama bu kadar değerlidir. Birinci noktamız bu. Bunu yapmak için de dediğim gibi devlette liyakat sistemini yani o işi bilen uzmanları getireceksiniz. Yoksa hayatında plan yapmamış, planın ne olduğunu bilmeyen bir kişiyi getirip başa oturtursanız o sistem yine çöker. Dışişleri Bakanlığı mesela, Dışişleri Bakanlığı bütün bu süreç içinde devre dışı bırakılan bir bakanlıktır. Dışişlerinde bir büyükelçi olmak kolay mıdır? Gidiyorsunuz zor bir sınava giriyorsunuz, iyi bir yabancı dil biliyorsunuz, dünyanın değişik ülkelerine gidiyorsunuz, büyükelçilerin yanında eğitim görüyorsunuz, bütün kademeleri geçiyorsunuz, belli bir yaşa geldikten sonra büyükelçi oluyorsunuz, sizi büyükelçi tayin ediyorlar ve siz gittiğiniz ülkede kendi ülkenizi onurla, gururla temsil ediyorsunuz. Herkes diyor ki, evet bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin büyükelçisidir.
Şimdi biz ne yaptık? Ayakkabı kutusunda rüşvet alan adamı büyükelçi tayin ettik. Eski milletvekillerini büyükelçi yaptık. Bu devlet ayağa kalkar mı böyle? Kim saygı duyacak bu devlete? Şöyle düşünelim, dünyanın herhangi bir ülkesinde rüşvet alan bir kişiyi Türkiye’ye büyükelçi tayin ettiler. Hepimiz güleriz değil mi? Şu devlete bak, rüşvet alanlar büyükelçi oluyor deriz. Rüşvetle yarın devletin sırlarını satmayacağını kim garanti edebilir? Dışişleri Bakanlığı sıradan bir bakanlık mıdır? Hayır, bunların olması lazım.
İki, sizin az önce saydığınız hani büyük yatırımlar işte İstanbul havaalanı, şehir hastaneleri, tüneller, yollar. Elbette biz hiç bunları niye yaptınız diye sormadık. Şu soruyu sorduk ama 2kaça yaptınız, kaça mal oldu?’ Efendim bu ticari sır. Niye ticari sır? Parasını ben ödüyorum, vatandaş ödüyor. Hazine garanti vermiş. Şimdi verdiğimiz garanti dolmadıysa üstünü hazineden ödüyoruz. Peki kaça mal oldu? Niçin bildirmiyorlar? Şunun için Fikret Bey, şu anayasayı kaça basıyorum? Matbaaya gittiğimde diyelim ki 5 liraya maliyeti, ama firma bunu devlete 5 liraya değil 10 liraya mal ettim diyor, garantiyi 10 lira üzerinden alıyor. Yani ballı kaymak bu şekliyle alıyor. Bunu niçin açıklamıyorlar? İstanbul’daki havaalanı kaça yapıldı? Biz demedik niye yapıyorsun diye, yapabilirsiniz eyvallah, kaça yapıldı? Bilmiyoruz. Şehir hastaneleri kaça yapıldı? Yine bilmiyoruz. Otoyollar? Bilmiyoruz. Verilen garantiler? Bilmiyoruz.
Bakın, açılan davalar nedeniyle o sözleşmeler bazen mahkemelere delil olarak sunulmak zorunda kalınıyor. Sivil Toplum Kuruluşları, Mimar Mühendis Odaları dava açıyorlar, Türk Tabipler Birliği dava açıyor, davalardan sonra iddia ediyorlar, şehir hastaneleriyle ilgili mahkeme bir dosyayı istiyor, o dosyadan ötürü biz maliyeti orada görüyoruz, mahkemeye gelirse. TBMM’de 600 milletvekili var, hiç kimse bilmiyor. Niçin bilmiyor? Ben bunu bilmek zorundayım. Demek ki devletin yapılanmasında şeffaflık yani Sayıştay’ın gerçek anlamda görev yapması lazım, TBMM adına denetim yapması lazım. Denetimi olmayan, hesap vermeyen bir devlet olabilir mi? Ben vergi vereceğim, nereye harcandığını sen öğrenemeyeceksin. Demokrasi yok o zaman zaten.
Fikret BİLA- Sayıştay denetiminin dışına çıkarttılar bu tür organizasyonları, yatırımları, ihaleleri.
Kemal KILIÇDAROĞLU- En son Toprak Mahsulleri Ofisini de, mesela yurtdışından ithal edeceği mallarla ilgili olarak, onu da ihalenin dışına çıkardılar. İçerde de danışmanlık ihalesi onu da tamamen çıkardılar, ihalesiz istediğine yap diyorlar. Kaça yapacak hiç belli değil. Niçin yapacaksın? Ben keyfe keder yapıyorum diyor. Bunlar devletin kaynaklarını çökertiyor. Gerçekten de şehir hastaneleri yapılıyor, eyvallah yaptın kardeşim, kaça yaptın?
Bakın, Tank Palet Fabrikası… Sözleşmeyi açıkladım, firma yani BMC firması getirdiği malın üzerine yüzde 12,5 kar koyarak veriyor. Ne getirirse yüzde 12,5 kar. Zarar? Sıfır zarar. Bu fabrika devletin fabrikası, devlete ait bir fabrika, işçi devlete ait işçi yani orada çalışıyor. Makinalar devlete ait. Ben kendim üreteceğim yere, sen üret ben sana kar vereceğim. Ürünü de ben alıyorum. Niye ben kendim üretmiyorum? Ben bunu soruyorum, tık yok.
Mehmet TEZKAN- 50 milyon dolar yatırım yapacak diyorlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim 50 milyon dolar dediğiniz nedir? Ben şu çağrıyı da yaptım, ‘50 milyon doları ben bulayım size, siz vazgeçin bundan’ dedim. 50 milyon dolar verecek çok sayıda işadamı var bu ülkede, yurtsever, vatansever çok sayıda işadamı var. 50 milyon dolar hikaye efendim. Zaten 50 milyon dolar ister yapsın ister yapmasın, fabrikanın değeri 20 milyar dolar. Avrupa’nın büyük tank entegre tesisini, 20 milyar dolarlık bir fabrikayı siz Ethem Sancak’a al çalıştır diye veriyorsunuz. Askeriyle, siviliyle veriyorsunuz. Ethem Sancak kime veriyor? Katar ordusuna veriyor.
Mehmet TEZKAN- Ethem Sancak orada bir aracı herhalde. Yani doğrudan Katar’a vermemek için Ethem Sancak’ı paravan olarak…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bunun adı, kimse kusura bakmasın, bunun adı vatana ihanettir. Bir daha söylüyorum kızacaklar belki, devletin Tank Palet Fabrikasını yabancı bir orduya peşkeş çekmenin adı vatana ihanettir ve dünyada örneği yoktur. Bir askeri fabrikayı yabancı bir orduya peşkeş çeken dünyada ikinci bir devlet yoktur. Bunlar yaptılar. Ne için yaptılar bunu? Oradan gelir mi elde edilecek? Hayır. Tank alacaklar, tank üretecek. Zaten tank üretiyorlardı. Şimdi maliyeti şişirecekler, 20 liralık işi 200 liraya yaptık diyecekler, üstüne yüzde 12,5 kar koyacaklar, devlete de bunu bize ver diyecekler.
Fikret BİLA- Efendim, siz tabi CHP Lideri olarak bunu çok sık gündeme getiriyorsunuz birçok konuda olduğu gibi. Tabi benim de aklıma şu soru geliyor…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir şey daha var. Dolar endeksli ihaleler var. Şimdi kalktılar açıklamalar yaptılar dediler ki, efendim herkes Türk lirasına çevirsin. İşte AVM’lerde kiralar Türk lirasına çevrilsin. Arkadan dediler ki; ey vatandaş git bankadaki paranı al Türk lirasına dönüştür, hatta bakkalından tutun manavına kadar herkes ben Türk lirasıyla alışveriş yapacağım dedi. Bir kısmı gitti ben dolarımı yakıyorum dedi falan filan. Peki, bu dolarla verilen ihaleler niye Türk lirasına dönüştürülmedi? Hangi gerekçeyle dönüştürülmüyor?
Mehmet TEZKAN- Ama kağıt da çok gitmedi galiba, mevduatın yine büyük bölümü dolarda duruyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim zaten halk inanmıyor ki…
Mehmet TEZKAN- Güvenmiyor zaten, bir güvensizlik var ortada.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi, en başta siz söylediniz ya ilk sorunuzda vardı. Güven sorunu olmadığı için Türk lirasına da güvenmiyor. Ne diyor? Ben Amerikan dolarını tutayım bankamda, ne olur ne olmaz diyor. Bunların işi belli olmaz diyor, güvenmiyor zaten. Mevduatın şu anda yüzde 50’den fazlası dolar mevduatı Türkiye’de.
Fikret BİLA- Efendim siz tabi CHP lideri olarak bunları hep dile getiriyorsunuz, göreviniz de o Ana Muhalefet Partisi olarak. Bir de şöyle bir boşluk doğdu, onu size sormak istiyorum. Hani demin söz ettik işte maliye, Sayıştay. Hani ortada bir denetim mekanizması kalmadı gibi. Yani yasama denetimi zayıfladı, yargı denetimi zayıfladı, idari denetim zayıfladı ve en sonunda halk denetimi de zayıfladı. Çünkü medya denetimi de kalmadı. Bu da sanki iktidarlara işte ben yaptım oldu gibi keyfi bir yönetim tarzına da imkan sağlıyor. Çünkü hukuka uymadığınız zaman, bunun hesabını soracak mekanizmalar Türkiye’de çökmüş gibi görünüyor. Yani bir denetim elemanı olarak. Siz lider olarak bunu söylüyorsunuz ama denetim mekanizması kalmadı.
Mehmet TEZKAN- Mesela bu tank fabrikası örneğini verdiniz. Mesela başka türlü olsaydı, başka bir iktidar olsaydı bu tank fabrikası manşetlere çıkardı, büyütülürdü ne oluyor diye sorulurdu. Hiç kimsenin sorduğu, konuştuğu yok.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir soru sordum, hadi diyelim ki vereceksin birisine ihale yaptın mı? Bir ihale ilanı hangi gazetede çıktı bir öğrenelim yani bunu ihaleyle mi verdin? Bir değer tespiti yaptın mı? Bunların hiçbirisi yok. Hiçbir soruya yanıt almıyoruz. Ben de ısrarla soruyorum ‘ihaleyi nerede yaptınız siz, hangi gazetede yayınlandı ihale, ihaleye kaç firma girdi, ihalenin değeri neydi?’ Bunların hiçbirisi yok. Ben aldım, Ethem Sancak’a verdim, BMC’ye verdim, siz ne derseniz deyin.
Mehmet TEZKAN- Bu rahatlık biraz önce Fikret Bey’in de değindiği gibi meclisin tamamen devre dışı olması, medyanın kalmamasının verdiği bir rahatlıkla mı bu kadar…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Eğer bu olsaydı, mecliste gensoru yetkisi olsaydı Milli Savunma Bakanı hakkında gensoru önergesi verildi ve hesabı soruldu. Ve Milli Savunma Bakanı meclise gelip bu Tank Palet Fabrikasının nasıl bu hale geldiğini anlatmak zorunda olurdu. Öğrenecektik o zaman. Ama şimdi yok bu, kaldırdılar bunu. Yani siz hata yapana, hatta rüşvet yiyene bile hesap soramıyorsunuz. Yani gidip adam cebine parayı doldurup rüşvet yedim dese, parlamentoda yapacağınız sadece bir araştırma önergesi vermek bunu araştırabilir miyiz diye. O da reddedilirse zaten hiçbir şey olmuyor. Eskiden bir de sözlü soru vardı, bakan gelirdi, otururdu meclise, milletvekili kürsüye çıkar bakana soru sorardı ve bakan oturduğu yerden kalkıp kürsüye gelip sözlü soruya cevap verirdi. Şimdi bunların hiçbirisi yok. Bir de diyorlar ki, ‘güçlü meclis’. Hangi güçlü meclisten söz ediyorsunuz? Meclis daha güçlü hale gelecek diye milleti öyle kandırdılar. Hangi güçlü hale geldi meclis? 600 kişiye boşu boşuna para veriyorlar yani işin Türkçesi o.
Mehmet TEZKAN- Bir de şunu görüyorum efendim, giderek ülke seçilmemiş bürokratlar tarafından yönetiliyor. Şimdi bütün bakanlar atanmış. Kayyum atamalarıyla bazı belediyeleri de görevden alarak kendilerini atıyorlar. İşte en son İstanbul’un o boğaz kısmını da bir başkanlık kurup İstanbul Belediyesinden almaya çalışıyorlar. Şimdi bu yasa meclise gelecek, nasıl karşı çıkacaksınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle ifade edeyim, ben o tür bir düzenlemenin geleceğini pek düşünmüyorum.
Mehmet TEZKAN- Ama bir hazırlık olduğu söyleniyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Böyle bir hazırlıktan söz ediliyor ama bu kadar olmaz yani, parlamentoya gelmez yani diye düşünüyorum. Yani bir niyet olabilir, boğazın rantı çok yüksek, onu da biz gayet iyi biliyoruz. O rant için bazılarının ağzı sulanıyor, biz onu da gayet iyi biliyoruz. Ama parlamento her şeye rağmen var ve parlamentoda CHP gerekli tepkiyi verir. O kadar kolay değil bu yani.
Mehmet TEZKAN- Ama çoğunluğu var ve işte o torba yasalar gibi patır kütür bir gece geçebilir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, doğru yani oluyor, ne kadar engellesek de AK Partiyle MHP ortak hareket ediyorlar. Ne söylerseniz söyleyin yani ne kadar haklı olursak olalım, onlar mademki Erdoğan bunu istiyor diye koşulsuz el kaldırıyorlar ve diyorlar ki evet bunun böyle olması lazım. O şekliyle karar veriyorlar. Bu nedir? Bu parlamentonun, özellikle 12 Eylül darbesinin getirdiği siyasal partiler yasasının, parlamentonun ağırlıklı olarak siyasal liderlerin tutsağı haline gelmesine yol açmıştır. Yani lider ne derse milletvekili onun dışına çıkamıyor. İşte bir Sayın Yeneroğlu vardı, arada bir doğru şeyler söylüyordu ya bu kadar olmaz yanlıştır falan filan, o zaman partiden istifa et dediler ve istifa ettirdiler partiden. Dolayısıyla parlamentodaki milletvekillerinin biz hani Türkiye nasıl yönetilmeli derken parlamentodaki milletvekillerinin özgür iradelerini kullanmaları gerekiyor. Böyle bir ortam yok. Siyasi partiler yasasının değişmesi lazım. Hep şunu söylerler, efendim siz eskiye mi dönmek istiyorsunuz parlamenter sistemi savunanlar? Hayır efendim, biz eskiye dönmek istemiyoruz, eskisi zaten 12 Eylül darbe hukuku. Biz darbe hukukundan arınmış, çağdaş batı ülkelerinde, örneğin Avrupa Birliği’nde, örneğin Japonya’da, örneğin Kanada’da neyse demokratik standartlar aynı demokratik standartlara sahip olmak istiyoruz. Yani düşünce özgürlüğü olsun, parlamentoda milletvekilleri özgürce düşüncelerini beyan etsinler, yerine getirsinler, bakanlar topluma hesap versin. Bugün çıkalım sokağa soralım vatandaşa üç tane bakanın adını sayın sayamaz. Hiçbir bakan seçimle gelmiş değil.
Daha ağır olanı ise şu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil eden kişi atamayla gelmemiştir. Tarihinde hep seçimle gelmiştir. İlk kez bu rejim değiştikten sonra -ki ben rejim değişti derken, rejim değişmedi sistem değişti diyorlardı- atamayla gelen birisi Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil ediyor. Erdoğan diyelim ki yurtdışına gitti, o zaman onun yerine vekalet eden atamayla gelen birisi var, o temsil ediyor. Eskiden kim temsil ediyordu? Eskiden TBMM Başkanı temsil ediyordu. Cumhurbaşkanı bir yere gittiği zaman TBMM Başkanı Cumhurbaşkanını temsil ederdi, çünkü o da seçimle gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye halkın iradesinin yeri geldiğinde yok sayıldığı bir sürecin içine sokuldu.
Fikret BİLA- Efendim şöylede değişik durum oldu siyasette. Şimdi 31 Mart seçimleri ve 23 Haziran İstanbul yenileme seçimlerinden sonra Türkiye’de siyasi tablo değişti. Sizin partiniz ve ittifak ortağınız diğer partiler seçimleri büyük bir farkla kazandınız. Türkiye’nin en büyük 11 ilini artık CHP’li belediye başkanları yönetecek. Ekonominin yüzde 60’ına yakını bu illerde, nüfusun yüzde 49’una yakını bu illerde yaşıyor. Bir anlamda yerelde iktidar haline geldi CHP, böyle bir iktidar sorumluluğu aldınız ve tabi yerel sistem bizim mevzuatımız gereğince merkezi hükümetle de çalışmak zorunda. Ki o yetkileri de sizin belediye başkanlarınızın aleyhine kullanma veya belediye meclisindeki çoğunluğu aleyhe kullanma gibi girişimler de gördük. Ama büyük de böyle bir umut da doğdu. Yani demek ki seçim kazanılabiliyormuş, bir kırılma noktası gibi görüldü millet ittifakının başarısı. Ve büyük umutlarla da göreve başladılar. Siz Genel Başkan olarak şu ana kadar Sayın Ekrem İmamoğlu’nun ve Sayın Mansur Yavaş’ın, Sayın Tunç Soyer’in performansını nasıl buluyorsunuz? CHP’nin taahhütleri açısından, yarattığı umut bakımından nasıl gidiyorlar?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Performansları iyi. Bizim dışımızda bir araştırma grubunun yaptığı bir çalışma vardı bazı büyükşehirlerde. Yeni aldığımız, eskiden bizde olanlar da değil, yeni aldığımız. İşte Antalya, Mersin, Adana, İstanbul, Ankara gibi illerde yaptıkları bir kamuoyu yoklaması var. Sonuç iyi, yüzde 50’nin üzerinde bir memnuniyet görünüyor, bu iyi bir rakam, güzel bir rakam. Daha henüz yolun başındayız, inşallah önümüzdeki süreç içerisinde bu oran daha da yükselir.
Şöyle, merkezi hükümet belediye başkanlarımızın rahat çalışabileceği bir ortamı yaratmamak için özel çaba harcıyor. Oysa yerel yönetimde var olan zaten dünya kadar sorun var, belediye başkanı arkadaşlarımız o sorunları çözmek istiyorlar, üstelik çok zor koşullarda. Borçlu aldılar belediyeyi, ciddi borçları var ama bu borçtur diye herhangi bir şekilde şikayet etmediler, biz var olan sorunları çözeceğiz dediler ve çözecekler göreceksiniz. Üstelik Türkiye’nin bu zor koşullarında çözecekler. Ekonominin bu kadar tıkandığı koşullarda çözecekler. Belediyelerin gelirleri düşüyor ama buna rağmen şikayet etmiyorlar, biz sorunları çözeceğiz diyorlar çözecekler.
Yani şundan herkesin emin olması lazım, her kuruşun hesabını belediye başkanı verecek. Özellikle yoksul mahallelere pozitif ayrımcılık yapılacak. Bu iki temel ilkeden hiç kimse vazgeçmeyecek. Ayrıca toplumda saygınlığı olan kişilerle, toplumun kanaat önderleriyle sürekli belli ortamlarda çalışılacak, muhtarlarla mutlaka işbirliği yapılacak. Mesela belediye başkanlarımız muhtarları topluyorlar, sorunları doğrudan doğruya o mahalleyi yöneten kişiden alıyorlar. Dolayısıyla sorunları çözmek için planlar, programlar yapıyorlar. O çerçevede çalışıyorlar.
Yani şöyle ifade edeyim, yerel yönetimlerde gerçekten de başarılı olma yönünde ciddi bir kararlılığımız var.
Mehmet TEZKAN- Efendim başarılı olmak zorunda.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Zorundayız evet. Başarıya mahkumuz aslında.
Mehmet TEZKAN- Bir reklam arası verelim, ilk bölümün sonuna geldik, ikinci bölümde biraz isterseniz bu Suriye meselesi var, IŞİD meselesi var, bir de mektup meselesi var. Siz grup toplantısında bu Adil Öksüz’ün üzerinde çok duruyorsunuz, bir de o konuya girelim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi.
Mehmet TEZKAN- Kısa bir aradan sonra yine birlikteyiz.
Yayının ikinci bölümüne geldik. Bu bölümde biraz daha çok dış politikaya, Suriye’ye, Amerika’dan Trump’ın yazdığı mektuba ve Cumhurbaşkanının Amerika’ya gidip gitmemesi üzerine konuşacağız. Siz bu grup toplantınızda, Suriye’den başlayalım istiyorsanız, 7 maddelik bir stratejik hatalar açıkladınız. Bu hatalar nedir ve en ağırı yani Türkiye’ye en çok zararı hangi hata oldu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- En başında hata yaptılar. Dışişleri Bakanlığını tümüyle devre dışı bıraktılar. İkinci önemli büyük hata, tabi Dışişlerini devre dışı bırakınca adım adım Dışişlerindeki liyakatli kadroları tasfiye edip oraya partizanca atamalar yapınca, arkasından da bütün dış politikayı saraya, bir avuç kişinin iradesine terk edince farklı bir tablo çıktı ortaya. Dolayısıyla Suriye politikası baştan yanlış, yani ilk düğme yanlış iliklendi.
Mehmet TEZKAN- Baştan dediğiniz, göçü mesela mülteci akınını teşvik…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Göçten çok önce.
Mehmet TEZKAN- Hani o giderse Esad yıkılır.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Zaten bütün bakın dış politika bir ustalık işidir. Yani satranç nasıl oynanırsa dış politikada da öyle bir hamle yaptığınız zaman, karşıdaki kişinin neyi yapacağını bilmeniz lazım. Bu hamleye göre sizin adım atmanız lazım. Suriye’nin Ortadoğu’daki önemi nedir ve Suriye deyince akla ne gelir? Suriye’nin önemi Akdeniz’de kıyısının olması. İki, Rusya için farklı bir ülkedir burası. Bu iyi okunmadı. Ne oldu? Biz gideceğiz Emevi Camii’nde namaz kılacağız 24 saat içerisinde. Zaten iki koltuğunda değnek var işte o değnekler düşmek üzere, Esad gitmek üzere vs. falan filan bir sürü şey. Ve orada istediğimizi yapacağız Müslüman kardeşler orada iktidar olacak ve biz Esad’ı devireceğiz. Sonra? Yaptılar mı? Hayır yapamadılar.
Mehmet TEZKAN- Bu birinci hataydı diyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Temel stratejik hataydı bu. Bunu yaptılar. IŞİD terör örgütüyle mücadele etmediler. Şimdi diyor ki, efendim işte biz eşini de yakaladık. Kardeşim senin Musul Başkonsolosluğunu işgal ettiler, 48 kişiyi aldılar, 101 gün o coğrafyada tuttular. Üstelik Musul Başkonsolosluğu senin toprağın. Hiçbir şey yapmadılar, geldi teslim aldılar, alınlarından öptüler, işte büyük bir başarı elde ettik diye. Süleyman Şah Türbesini IŞİD’den kaçırdılar, kendi vatan toprağını. Benim bayrağım var. Normalde yapmaları gereken neydi? IŞİD’le derhal mücadele edeceklerdi, Suriye Başkonsolosluğuna Erbil’e kim dokunduysa yerle bir edeceklerdi burası bana aittir diye. Boşalttılar. Süleyman Şah Türbesi, benim toprağım burası. Uluslararası anlaşma yapılmış Lozan’da, uluslararası anlaşma var, bayrağım var orada, yerim belli, bizim asker bekliyor. Askere sürekli yeri, zamanı belli aralıklarla kumanyamızı gönderiyoruz. Tehdit ettiler üç gün içinde boşaltacaksın diye. IŞİD terör örgütüne teslim ettiler ve bunu da kahramanlık saydılar, alkışladılar bravo biz iyi kaçtık diye. Kaçan bir ordu başarılı olur mu Allah aşkına? Kaçırttılar buraya. Siyasi otorite buna karar veriyor. Sonra ne oldu? IŞİD’le mücadele ediyoruz, kendi toprağımızdan kaçtık. Bu noktaya getirdiler Türkiye’yi. Bu nokta bizim için felaket bir nokta oldu. Arkasından Suriye’nin içişlerine müdahale etmek, Milli Suriye Ordusu, buraya getirdiler bakın, Türkiye üzerinden Orta Asya’daki cihatçı gruplar dahil olmak üzere Almanya’daki, İngiltere’deki, Hollanda’daki IŞİD’çiler dahil olmak üzere, tamamını derlediler topladılar, Türkiye üzerinden Suriye’ye gönderdiler. Batı buna ‘cihat otobanı’ dedi, Türkiye’deki cihat otobanı. Buradan geçiyorlardı. Başka? Getirdiler Suriye’den kaçanları burada kamplarda eğittiler, silah verdiler, Türkiye üzerinden silah gönderdiler. Niçin? Suriye’de Müslüman kanı akacak. Suriye’de Müslümanlar birbirini öldürecek, Esad gidecek biz Suriye’de istediğimiz rejimi kuracağız. Oldu mu? Hiçbirisi olmadı. Bütün bu hatalar stratejik hatalardı. Bütün bunları düşünmeleri lazım. Sen bir adım atıyorsun, kardeşim bu adımın ne anlama geldiğini biliyor musun sen? Sonra kalktı Erdoğan çok kritik bir cümle söyledi, ‘bizi yalnız bıraktılar, bizi terk ettiler’ dedi. Şu soruyu sordum bir Salı toplantısında; ‘kim sana Suriye’ye girme telkininde bulundu ve kim seni yalnız bıraktı?’ Egemen güçlerin piyonu olursanız, egemen güçler ateşi kendileri değil maşayla tutmak isterler. Eğer egemen güçlerin talebi üzerine Suriye’ye girdiysen, egemen güçlerin Suriye’deki maşasısın sen. Kayıp sadece sende var. Amerika geldi, ne oldu? Petrol bölgesine gitti yerleşti. Suriye ne oldu? Tartus limanını büyüttü, Suriye’nin şu andaki en güçlü hakimi. Türkiye ne oldu? Bütün Türkmenler gitti. En büyük zararı gören Türkiye.
Mehmet TEZKAN- Şöyle de bir yorum var efendim. Şimdi IŞİD Kobani’ye saldırdığı zaman Amerika yoktu orada. Müdahale etseydi Türkiye, IŞİD’ı durdursaydı yani oradaki Kürtlere sahip çıksaydı, bugün bir YPG gibi başımıza bir dert olmayacaktı. Amerika ondan sonra silah attı, yerleşti, Amerika gelemeyecekti.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye bütün dünyada saygınlık kazanacaktı ve çok haklıydı.
Mehmet TEZKAN- O bence en büyük hata olmadı mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Çok haklıydı neden? Süleyman Şah Türbesi, benim toprağım. Musul Başkonsolosluğu, burası da bana ait. Ben nasıl terör örgütüne burayı teslim ederim? Şimdi kahramanlık edebiyatı yapıyorlar. Hangi kahramanlık Allah aşkına? Yani milletin aklıyla alay ediyorlar. O kadar büyük hatalar yaptılar ki, stratejik hatalar yaptılar, siz devasa bir Dışişleri Bakanlığını tümüyle devre dışı bırakır ve kendiniz oturup da egemen güçlerin telkiniyle, Suriye politikasını onlar belirler ve sizi uygulayıcı konuma getirip sokarlarsa başınıza bu belalar gelir. Daha bitmedi bakın Türkiye’nin Suriye’de başına gelecek belalar. Daha İdlib var. İdlib’te bazı kaynaklara göre 20 bin, bazı kaynaklara göre 30 bin cihatçı hala orada, IŞİD’çi hala orada. 9 numaralı bizim gözlem noktamız şu anda Rusya’nın denetiminde. Yani Rusya olmazsa belki orada çok daha farklı bir şey çıkacak. Bütün askerlere yiyeceği, içeceği falan Rusya’nın gözetiminde götürüyoruz oraya. Üç ayrı silahlı gücün o bölgede konuşlandığını biliyoruz, Suriye’ye ait üç ayrı gücün ve bunların amacı İdlib’teki o cihatçıları tamamen yukarıya doğru…
Mehmet TEZKAN- Bize kaçacak.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kaçacak başka yeri yok zaten. Ben bunu da sordum, bu insanlar 2,5 – 3 milyon insan olduğu söyleniyor orada, bunlar yarın Türkiye’ye gelse ne olacak? Türkiye’ye sokmayacağız diyorlar. Sokmayacaksın kardeşim; 5 kişi değil, 10 kişi değil, 2 milyon kişi geldiğinde nereye yerleştireceksin sen bunları, nerede olacak, bunları kim besleyecek? O kadar büyük hatalar yaptılar ki ve başımıza bütün bu belalar geldi ve sonunda Erdoğan’ı yalnız bıraktılar o egemen güçler. Birisi petrolü kaptı, birisi Akdeniz’de daha güçlü hale geldi, ortada iyot gibi Türkiye Cumhuriyeti kaldı.
Mehmet TEZKAN- En zararlı Türkiye çıktı.
Fikret BİLA- Efendim bir süredir siz de söylüyorsunuz, ben de o yönde yazıp çizdim. Şimdi anlaşıldı ki Esad gitmeyecek, görevde duruyor, Rusya’nın desteğiyle duruyor ama duruyor sonuçta ve orayı kimin yöneteceğine de nihayetinde Suriye halkı karar verecek. Tekrar Esad’ı seçebilir, seçmeyebilir. Ama şu anda ulusal çıkarlar açısından baktığımızda, Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor, kendi toprak bütünlüğünü de düşünerek. Şam’daki rejim hangi rejim olursa olsun, bütün ülkeye yem olmasın istiyor. Sınırımızı Suriye askerinin korumasını istiyor. Bütün bunları tabi Esad da istiyor. Ülkesinde hakim olmak, her tarafta egemen olmak ve merkezi yönetimi hakim kılmak ve ülkesini bölünmekten kurtarmaya çalışıyor. Şimdi Ankara’yla Şam arasında amaçları aynı, Diğer ülkelere baktığımızda çelişiyoruz. Amerika’yla amaçlarımız aynı değil. Onlar Suriye’nin bölünmesini istiyor, biz istemiyoruz. Rusya’nın başka hesapları var, ama çok bariz bir şekilde Ankara ve Şam aynı hedeflere, aynı amaçlara sahip ama…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Acaba?
Fikret BİLA- İşte bunu soracağım size, acaba güvenli bölge oluştururken Türkiye Ankara’nın Esad’dan farklı bir hedefi mi var veya Esad’ın Ankara’dan farklı bir hedefi mi var ki Erdoğan’la Esad görüşmüyor, Ankara’yla Şam dolaylı alt düzeyden görüşüyorlar? Bu iki başkent niye işbirliği yapmıyor ki, siz çok ısrarla yapması gerektiğini vurguluyorsunuz. Bunu bize biraz açar mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Barış Pınarı Harekatına en büyük zararı veren kişinin adı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Askerimiz gitti oraya, kahraman ordumuz gitti oraya belli bir başarı elde etti. Askerin başarısını siyaseten taşıyamadılar. Oradan iç politikaya bir şeyler devşirmeye çalıştılar ve bütün dünyada rezil oldular. Şimdi Suriye’nin toprak bütünlüğüne sahibiz diyor. Yani Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz diyorlar. Ama ülkenin en tepe noktasındaki koltuğu işgal eden zat diyor ki, ‘biz oraya fetih için gidiyoruz…’ Dünyaya nasıl anlatacaksınız? Şimdi bizim milletvekili arkadaşlar NATO’ya gidiyorlar, Brüksel’e gidiyorlar, Strazburg’a gidiyorlar; Ak Partili milletvekilleriyle, MHP’li, İYİ Partili, HDP’li milletvekilleriyle beraber yani grubu olan partilerle beraber Suriye’nin toprak bütünlüğü diyorlar, yani evet Suriye’nin toprak bütünlüğü olması lazım, Suriye ayrı bir devlet, ayrı bir bayrak vs. falan filan. Ama birisi şu soruyu soruyor, siz böyle diyorsunuz ama Erdoğan diyor ki biz oraya fetih için gidiyoruz diyor. Hangisi doğru? Size mi inanalım Erdoğan’a mı? Erdoğan tek adam, onun dediği geçerli. Sizin dediğiniz geçerli değil diyorlar. Yani Suriye harekatına en büyük darbeyi vuran stratejik hatalardan birisi, en büyük darbeyi vuran Erdoğan’ın kendisidir. Oraya diyor bir fetih için. Ne fetihi kardeşim? O zaman Suriye’nin toprak bütünlüğü değil, ben orayı alıp Türk topraklarına katacağım demektir bunun adı.
Fikret BİLA- Güvenli bölgeye yerleşecek demek gibi bir sonuç çıkıyor Türkiye’nin. Türkiye’nin amacı bu olamaz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır Türkiye Cumhuriyeti Devletinin toprağı yapacağım demektir yani bu. Fetih demek odur. Bildiğimiz budur.
Fikret BİLA- Esad’la bu nedenle mi anlaşamıyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ama şimdi Milli Savunma Bakanı da ayrı açıklama yapıyor. Hayır diyor, biz Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız diyor. Doğrusu hangisi? Evet, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılı olmaktır. Suriye ayrı bir devlettir, bizim komşumuzdur. Orada yaşayan insanlar bizim akrabamızdır. Kürt’ü de akrabamız, Arap’ı da akrabamız, Türkmen’i de akrabamız. Onlar bizim akrabalarımız. Onlarla biz düşman olmak istemiyoruz, onlarla barış içinde yaşamak istiyoruz. Bizi düşmanlaştıran Erdoğan’ın izlediği dış politikadır, bu kadar açık bu kadar net söylüyorum. Ve tamamen egemen güçlerin taşeronluğuna soyunduğu için Türkiye’nin başına bütün bu belalar geldi.
Fikret BİLA- Efendim siz bu tezkereye destek verdiniz, ‘içim acıyarak’ diye de bir ilave yaptınız. Tabi siz güvenli bölgeyi hedefleyerek destek oldunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette.
Fikret BİLA- Şimdi bu eleştiriyi yapıyorsunuz. Bu eleştiri içerisinde HDP’li seçmenden de yerel seçimlerde oy almış bir parti olarak HDP sözcülerinden bir serzeniş geliyor size karşı. Pervin Buldan’da eleştiri yaptı, Selahattin Demirtaş cezaevinden eleştiri yaptı Kürt halkını hafife almayın dedi. Bir daha size kimse bağrına taş basarak oy vermez gibi imalarda bulundu. Bu eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi şöyle şunu ifade edeyim, elbette ki hiç kimse Kürt halkını, Kürt kökenli vatandaşlarımızı, yani Kürtleri hafife aldı diye bir şey yok yani bizim, vatandaş olarak bu ülkenin, bu cumhuriyetin asli unsurları. Eğer Milli Kurtuluş Savaşı verildiyse beraber verdik, mücadeleyse mücadele. Türkiye’nin bağımsızlığı ise beraber verdik bu mücadeleyi. Burada hiçbir tereddüdümüz yok. Ama şu gerçeği hiç kimsenin unutmaması lazım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti terörden en büyük zararı gören ülkedir. 40 yıldır, 45 yıldır yani. Hiçbir devlet de kendi sınırında, kendi topraklarının hemen yanında bir terör örgütünün yuvalanmasını istemez. Bu da gayet doğaldır yani. Sadece bizim değil evrensel hukukun da öngördüğü bir kuraldır. Eğer bu kurala uyacaksak kural budur. Bizim Suriye’yi gidin işgal edin, efendim orayı fethedin, işte şunu yapın. Böyle bir arayışımız yok zaten. Böyle bir şey de söz konusu değil.
Dolayısıyla olaya gerçekçi bir pencereden bakmak gerekiyor. Türkiye’nin güvenliği açısından bakmak gerekiyor. O çerçevede bakıyoruz. Yoksa biz işte Suriye’ye girelim, Suriye’de insanları öldürelim, Kürtleri öldürelim, Arapları öldürelim, Esad’ı devirelim, oraya yeni bir devlet kuralım, devletin topraklarının bir kısmını biz alalım, bir kısmını Rusya alsın, bir kısmını Amerika alsın. Böyle bir düşünce yok. Bu düşünce baştan yanlıştır. Biz en baştan beri ‘Ortadoğu bataklığına niye bizi soktunuz’ dedik. En başından beri, bütün bu belaları başımıza açan 17 yıldır bu memleketi yöneten kişidir. Bütün bu belaları başımıza açan zat, 17 yıldır bu memleketi yöneten kişidir. Kendi kafasına göre, birilerinin telkiniyle dış politikayı bu hale getirdi. Bizim Ortadoğu bataklığında işimiz ne Allah aşkına, ne işimiz var? Sadece Suriye’yle değil Mısır’la kavgalıyız. Libya’ya da silah gönderiyoruz bakın. Libya’da da insanlar birbirlerini öldürsünler diye hala buradan Türkiye’den Libya’ya silah gönderiyoruz. Yazıktır, günahtır, hala uslanmadınız mı? Bizim dostumuz kalmadı. Ne diyorlardı? Efendim bütün komşularla barış içinde olacağız. Sıfır komşu çıktı, komşu kalmadı.
Mehmet TEZKAN- Şimdi değerli yalnızlığa geldik.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Değerli yalnızlık. Dünyada yalnızlık, akıl var mantık var. Gerçekten samimi söylüyorum Sayın Tezkan, devleti yönetmek çok kolay bir şeydir. Çünkü devlette herkesin, her makamın görev tanımı vardır. Müsteşar görevi var, bakan görevi var, kanun yazmış bunu. Odacı görevi var, genel müdür görevi var, daire başkanı görevi var, merkez başkanı, BDDK başkanı, SPK başkanı, hepsinin görev tanımları var. Herkes kendi görevini yaptığı sürece hiçbir sorun yok. Peki sorun nerede? Siyasi otorite, yasaların öngördüğü görevin yasalara aykırı olarak yerine getirilmesini isterse, yani kamu ihale kurumuna telefon edip ya bunu bizim adama verin derse işte orada yönetim çapraz hale geliyor. Dürüst insanı değil, oraya namuslu insanı değil kendi yandaşını getireceksin, o da bir süre sonra şunu söylüyor, yukarıdaki yiyorsa ben de yiyeceğim diyor. O da yemeye başlıyor. Aşağıya kadar gidiyor zincir. Aşağıya kadar gittiği için devletin çivisi çıkıyor. Zaten geldiğimiz nokta da o, devletin çivisi çıktı. Bütün bunları herkesin görmesi lazım, Ak Partililerin de görmesi lazım, CHP’lilerin de, HDP’lilerin de, MHP’lilerin de, İYİ Partililerin de, Saadet Partililerin de, DSP’lilerin de, İşçi Partili herkesin görmesi lazım. Bu tabloyu Türkiye’nin görmesi lazım. Bu tablo Türkiye’nin hak ettiği bir tablo değil. Bu tablodan Türkiye’nin kurtulması lazım. Nasıl? Demokratik yollarla. Yani yarın sandığa gideceğiz, yerel yönetimlerde ne yaptıysak, demokrasiden yana olanlar nasıl demokrasiyi savundularsa, demokrasiden yana olanlar gene bir ittifak içinde gidecekler. Yasal ölçüleri var bunun, o yasal ölçüler içinde oylarını kullanacaklar. Bakın emin olun Türkiye Cumhuriyeti Devleti 5 yıl içinde, ben öyle 17 yıl da demiyorum 5 yıl içinde bu bölgenin en güçlü ve dünyanın en saygın ülkesi haline gelir 5 yıl içinde. Herkes kazanır. Çiftçisi kazanır, sanayicisi kazanır, işçisi kazanır, emeklisi kazanır. Herkesin kazanabileceği bir Türkiye’yi yaratmak mümkün. Bu coğrafyada sadece Türkiye değil Suriye de kazanacak, Irak da, İran da, Rusya da, Mısır da, Libya da, herkes kazanacak. Düşman üretmek yerine dost üretmek varken niye düşman üretiyoruz, hangi gerekçeyle üretiyoruz?
Mehmet TEZKAN- Peki dediğiniz oldu, ilk seçimde millet ittifakı meclis çoğunluğunu aldı. Adayı da cumhurbaşkanı adayı olacak herhalde. O da Cumhurbaşkanı oldu seçildi. Ondan sonra ülkeyi böyle mi yönetecek yoksa tekrar bir rejim değişikliğine gidilecek mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ülkeyi demokratik parlamenter sistem içerisinde güçlü bir kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsız olacak, siyasi müdahale olmayacak.
Mehmet TEZKAN- Yeni bir anayasa yapılacak o zaman?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. Ama darbe hukukundan arınmış bir anayasa, eski anayasa değil. Darbe hukukundan arınmış bir anayasa, demokratik bir anayasa, özgürlükçü bir anayasa. Şunu yapmalıyız; bu fırsatı tarih bize verecek ben buna inanıyorum, bu anayasayı hangi partiden, hangi kimlikten, hangi inançtan olursa olsun eline aldığı zaman insan, evet bu benim anayasamdır diyecek ve belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bütün tarafların katılımıyla doğru dürüst bir anayasa yapacağız. Bunu yapmakta da kararlıyız. Ak Partilisi de diyecek bu benim anayasam, CHP’lisi de diyecek benim anayasam, HDP’lisi de diyecek, İYİ Partilisi de diyecek, Saadetlisi de diyecek bu benim anayasam diyecek. Bir yönetmelik gibi değil; evrensel, özgürlükçü, evrensel hukuk kurallarını barındıran, özgürlükçü güçlü bir kuvvetler ayrımı, hatta eğer ikna edebilirsek medya da dördüncü güç olarak. Yasama, yargı, yürütme ve medya dördüncü güç olarak anayasaya yazılabilir. Böylece medyanın da bağımsızlığını sağlamak zorundayız. Mahkemelerin bağımsızlığı, yasama, yargı ve yürütme arasındaki ilişkilerin eşit koşullarda ama birbirlerini denetleyen, birisi yanlışlık yaptığı zaman öbürünün uyaracağı bir düzeni getirmek zorundayız.
Fikret BİLA- Efendim bu sözlerinizle bağlantılı bir şey sormak istiyorum. Siz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle Cumhuriyet Gazetesi’nde bir makale yayınladınız ve onun bir paragrafı benim çok dikkatimi çekti, onu okumak istiyorum, bunu soracağım size. Diyorsunuz ki, “Toplumsal uzlaşmaya dayalı, dogmalardan, ön kabullerden, önyargılardan arındırılmış bir şekilde, bağımsız bir şekilde yeni bir tarih okuması yapmalıyız biz buna hazırız”. Yeni bir tarih okuması, yeni bir başlangıç, ön kabullerden ve dogmalardan kurtulmuş yeni bir başlangıç öneriyorsunuz. Bu cümlenizi biraz açar mısınız, ne kastettiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Az önce söylediklerim Fikret Bey. Yani toplumun her kesiminin gelip katılacağı ve uzlaşacağı bir anayasa. Çünkü biz sonuçta bu ülkede yaşıyoruz. Belli temel konularda uzlaşıyorsak gerisini çözmek çok daha kolay. Nedir temel konular? Yargı bağımsızlığı konusunda uzlaşıyor muyuz?
Mehmet TEZKAN- Ama tarif konusunda uzlaşılamıyor. Sizin yargı bağımsızlığına bakışınızla Ak Partinin bakışı farklı. Onlara göre şu anda da yargı bağımsız.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben tam Ak Parti demiyorum. Ak Partiyi ayırın, ülkede bir Ak Parti yönetimi yok, bir saray yönetimi var. Yani Ak Partinin içindeki milletvekilleriyle de zaman zaman eski veya yeni onlarla da zaman zaman konuştuğumuzda, benim yaptığım şikayetleri aynen onlar da yapıyorlar. Şimdi başlangıçta 2002’de iktidar olduklarında doğru bir AK Parti iktidarı vardı. Yolsuzluklarla mücadele etme taahhüdünde bulunan, yasaklarla mücadele etme taahhüdünde bulunan bir Ak Parti iktidarı vardı ama şimdi yok o. Şimdi saray iktidarı var, Ak Parti diye bir parti var ama buzdolabında olan bir parti. Yani geçmişi olan, geçmişte evet hakkını yemeyelim güzel işler de yapan bir parti var ama o parti şu anda buzdolabında. Şu anda 2002’de öngörülen, kendi parti programlarında da öngörülen bütün ilkeleri reddeden, demokrasi dahil olmak üzere reddeden bir saray iktidarı var. Bir avuç insan sarayda oturuyorlar, bunlar aynı zamanda devletin bütün bakanlıklarını ve liyakatli bütün kadrolarını dışlayan bir anlayışla yönetiyorlar. Her şeyi biz yaparız diyorlar. Yani orada damat var, enişte var, işte ne varsa hepsi orada. Al gülüm, ver gülüm iktidarı var.
Mehmet TEZKAN- MHP de destekliyor bu sistemi, bu düzeni.
Kemal KILIÇDAROĞLU- MHP’nin desteğini şöyle…
Mehmet TEZKAN- Bahçeli mi destekliyor sadece?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet Bahçeli destekliyor. Ben gerçekten milliyetçi olan, gerçekten ülkesini seven, vatanını seven, bayrağını seven MHP’lilerin destek verdiğine inanmıyorum. Biz bunu seçimlerde de gördük zaten. Çünkü MHP’lilere de açıkça söyleyelim yani ben yine de söylüyorum, eğer bir saray iktidarı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin silahlı kuvvetlerine ait bir fabrikayı götürüp Katar ordusuna peşkeş çekiyor ve benim bilmediğim, benden saklanan bütün bilgileri Katar ordusuna veriyorsa onu desteklemek vatana ihanettir. Hiçbir milliyetçinin de buna evet diyeceğini düşünmüyorum. Birileri buna evet diyorsa kimse kusura bakmasın ben onun milliyetçiliğinden şüphelenirim, milliyetçi falan değildir yani. Bu kadar açık. Bakın, görüşlerimiz farklı olabilir. Yani ben hiç kimsenin siyasi görüşüne neden böyle düşünüyorsun diye özel bir eleştiri getirmem, herkesin siyasi görüşüne saygı gösteririm. Ama konu vatan olunca gerisi teferruat oluyor, benim açımdan bu.
Fikret BİLA- Sayın Kılıçdaroğlu, ben bu yeni yaklaşımınızda yani bu yeniden okuma, yeni bir toplumsal mutabakat uzlaşması sağlayalım diyorsunuz, yeni bir başlangıç öneriyorsunuz. MHP’yi değerlendirdiniz, bir de HDP sorunu var. Yani HDP’den seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, yerlerine kayyum atanıyor. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ cezaevinde ve bu yeniden okuma hani hep Kürt meselesi diye tarif ettiğimiz soruna yeni bir yaklaşım da içeriyor mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu sorunu eğer biz çözememişsek kabahat bizdedir. Yani Türkiye Cumhuriyetinde siyasal iktidarlar Kürt sorununu çözememişse ve bu sorunu uluslararası arenaya taşımışsa kabahat bizdedir. Kendi göbeğini kesemiyorsun, kendi sorununu çözemiyorsun, yabancı ülkeler gelip müdahale edecek, sorunu çözecekler. Akıl var mantık var.
Fikret BİLA- Yani bu yeniden okumada ve açılımınızda Kürt sorununu çözme iddiası da var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye’nin bütün sorunlarını çözme iddiası var. Eğitim sorunu bakın, demokrasi sorunu, ekonomi sorunu, dış politika sorunu, toplumsal barış sorunu. Türkiye’nin beş temel sorunu vardır. Eğitim iflas etmiş vaziyette. Dış politika iflas etmiş vaziyette. Ekonomi iflas etmiş vaziyette. Toplumsal barış, işte önce başladık yani toplum cinnet geçiriyor. Kürt sorunu hala orada kapı gibi duruyor önümüzde. Bunların hiçbirisi çözülmedi. Biz bütün bu sorunları akılcı otururuz masaya çözeriz, niye çözmeyelim yani. Ben Türkiye’nin temel sorunlarının çözümü konusunda parlamentoda - Ak Parti de dahil, MHP de dahil olmak üzere- makul, toplumu düşünen, geleceği düşünen, bu toplumun barış içinde yaşamasını isteyen milletvekillerinin olduğunu gayet iyi biliyorum. O insanlarla oturur hep beraber bu sorun var bu sorunu çözmek zorundayız. Yani ortada bir sorun var bu sorunu bırakalım biz çözmeyelim. Niye çözmüyoruz? Oturup çözeceğiz biz sorunu. Yeni bir okumaya ihtiyacımız var. Toplumun sorunlarını önyargılardan uzak, o önyargıların tutsağı olmadan oturup çözmemiz lazım. Gerekirse özeleştiri de yapmamız lazım. Niye özeleştiriden kaçınıyoruz? Hepimizin eksiği olabilir, hepimizin yanlışı da olabilir, özeleştiriyi de yeri, zamanı gelince oturacağız konuşacağız burada hata yaptık, evet hata yaptık. Bu sorun çözülebilir mi? Evet çözülebilir. Nasıl çözelim? Oturur konuşuruz nasıl çözelim diye.
Fikret BİLA- HDP bu durumdayken böyle bir zemin oluşturabilecek misiniz? Eş Başkanları cezaevinde, belediyeleri görevden alınıyor ve Sayın Cumhurbaşkanı da sizleri, CHP’yi ve İYİ Partiyi işte HDP’yle ve PKK’yla hareket etmekle suçluyor. Yani bu ortam demokrasi sorunu, ifade özgürlüğü sorunu, basın özgürlüğü sorunlarını da içerdiği için…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir siyasal partiyi PKK’lı diye suçlarsanız ona oy veren 6,5 milyon vatandaşı da PKK’lı diye suçlamış olursunuz. Bundan daha ağır bir suçlama olamaz. Bir ülkenin 6,5 milyonluk oy kullanan vatandaşını siz nasıl terör örgütünün mensubu diye suçlayacaksınız? İnsaf denen bir şey var, ahlak denen bir şey var, demokrasi diye bir kavram var. Bu insanlar sandığa gitmişler oy vermişler. Siz her vatandaşa saygı göstermek zorundasınız. Düşüncesini beğenmeyebilirsiniz, siyasi görüşünü beğenmeyebilirsiniz, ekonomik görüşünü beğenmeyebilirsiniz, eğitim görüşünü beğenmeyebilirsiniz ama sonuçta bu ülkenin insanı. Siz bu ülke insanına demokrasi içinde yanlış düşünüyorsa anlatmaya çalışacaksınız. O da belki siz yanlış düşünüyorsunuz diyecektir. Kamplaşmadan, kutuplaşmadan bu sorunu çözmemiz gerekiyor zaten. Kutuplaşırsanız, kamplaşırsanız, toplumu böler, ayrıştırırsanız bu olmaz. HDP bir parti mi? Parti. Anayasal parti mi? Evet parti. Seçime giriyor mu? Evet giriyor. Kimin gözetiminde giriyor? Yargı gözetiminde giriyor.
Mehmet TEZKAN- Hazineden para alıyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Parlamentodan aylık alıyor. Selahattin Demirtaş niye hapiste Allah aşkına? Bir siyasetçiyi niye hapse atarsınız? Farklı düşünüyor diye. İnsan düşüncesinden ötürü 21.yüzyılda hapse mi atılır Allah aşkına bana söyleyin. Siyasi düşünce… Eline silah aldı gitti birisini vurdu, doğru yakalayın atın hapse hiçbir şey demem, yargılarsınız atarsınız. Ama farklı düşündü diye birisini alıp hapse atarsanız bu yanlıştır, bu doğru değildir.
Fikret BİLA- Yani serbest bırakılması gerektiğini söylüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Niye bırakılmasın efendim, bırakılması lazım. Mahkeme tutuklanmasını kaldırdı, hemen derhal müdahale ettiler, bir başka mahkemeden tutuklama ve ceza kararı verdiler.
Fikret BİLA- Öyle bir eğilim gözlüyor musunuz? Eren Erdem serbest bırakıldı belli bir süre sonra, işte Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak. Siyasilere de bu sıra gelir gibi bir duyumunuz veya beklentiniz var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim yargı bağımsız değil. Talimatla karar veren bir yargıdır bu. Talimatla karar verilen bir sürecin içindeyiz. Zaten Türkiye açısından da sorun budur. Son günlerde Anayasa Mahkemesi güzel kararlar veriyor. Ama o kararları vermek zorunda çünkü AİHM’e gittiği zaman AİHM o kararların tamamı bozacak ve dolayısıyla Türkiye’nin yargısına olan güven temelden sarsılmış olacak. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi evrensel hukukun gerektirdiği kararları alıyor. Sorun nerede? Sorun şu, Anayasa Mahkemesinin aldığı karara alt mahkeme uymuyor. Ben seni tanımıyorum diyor.
Fikret BİLA- İlk defa oluyor Türk hukukunda.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim tarihimizde de ilk kez oluyor. Yani alt mahkeme üst mahkemenin kararına uymayacağım diyor. Niçin? Gücü saraydan aldığı için. Hukuktan almıyor gücü saraydan alıyor. Saray diyor ki, bunu bırakmayacaksın, tutuklayacaksın içeriye atacaksın.
Kayyum meselesi, bu belediye başkanları seçime girerken savcılıktan iyi hal kağıdı aldılar mı? Aldılar. Gittiler YSK’ya, evet bunlar seçime katılabilir dedi. Kim bunlar? Hakimler. Bunlar kimin emrinde? Büyük bir kısmı da sarayın emrinde onu da söyleyeyim. Ekrem Bey’in İstanbul seçimlerini nasıl iptal ettiklerini hepimiz biliyoruz zaten. Talimatla yaptılar bunu. Bunu gayet iyi biliyoruz. Bunun gizlenecek tarafı da kalmadı artık. Şimdi bu mahkemeden de evet seçime girebilirsin diye izin alıyorlar, seçime giriyor yüzde 70, yüzde 60, yüzde 50 oy alıyor. Belediye başkanlığı koltuğuna oturuyor. Şimdi aldım seni görevden diyorsunuz. Yerine kimi atayacağım? Merkezi hükümetin belirlediği valiyi veya kaymakamı veya onun yardımcısını atayacağım diyor. Yani belediye meclisi birisini seçsin onu kabul etmiyor, yerine ben merkezden birisini atayacağım diyor.
Mehmet TEZKAN- Çünkü o da HDP’li olacak değil mi meclis seçerse?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi. Şimdi siz kalkıp dünyaya bizim ülkemizde demokrasi vardırı anlatabilir misiniz? Canımı acıtan bir şey daha var gerçekten. Bunları alıyorsunuz üç belediye başkanını, ellerini kelepçeliyorsunuz, bir cezaevi aracına koyuyorsunuz, her birisi ayrı ayrı yerlerde, 10 saat elleri kelepçeli başka bir yere götürüyorsunuz. İnsanlık denen bir şey var, insanlık ölmemeli yani. Bu ne demektir biliyor musunuz? Yeni düşman yetiştirme, yeni kinler, yeni öfkeler demektir. İnsan kin ve öfkeyi bir tarafa atmalı. En azından ‘İslamiyet İslamiyet’ diyorlar, İslamiyet’te kin yoktur, öfke yoktur. Bari hiçbir şey bilmiyorsan kardeşim Mevlana’ya bir bak. Bu kadar vicdansızlık olmaz.
Ben bunları söylüyorum zaten her yerde de söylüyorum. HDP ayrı partidir, biz ayrı partiyiz onu da söyleyeyim. Rakibimiz sonuçta. Ama demokrasi sadece benim için geçerli bir kavram değil hepimiz için geçerli bir kavram.
Bakın bir şey anlatayım sizlere, Said Nursi’nin kitaplarını yasakladılar. Biz Anayasa Mahkemesine başvurduk dedik ki ya kitap yasaklanır mı 21.yüzyıldayız. Anayasa Mahkemesi yasağı kaldırdı. Geldiler dediler ya siz gerçekten bunu samimi olarak mı başvurdunuz Anayasa Mahkemesine? Evet samimi olarak başvurduk. Kitap yasaklanır mı? Kitap satılıyor istiyorsan gidip alır okursun, istiyorsan okumazsın yani. Artık 21.yüzyılda Türkiye. Ortaçağ zihniyetinden kurtulmalı. Ortaçağ düşüncesiyle bir devlet yönetilmez. Artık insan hakları var, kadın – erkek eşitliği var, medya özgürlüğü var, yargı bağımsızlığı var, insanlar hak arıyor, hukuk arıyor, insanlar adalet arıyor, yatağa aç giren yüz binlerce çocuk var bu ülkede. Bunların sorunlarını çözmek gerekirken biz kutuplaştırıyoruz.
Fikret BİLA- Hak arama dediniz de, birçok yoğun şekilde İstanbul Belediyesinden işten çıkarılan işçilerden işte bizim durumumuz öyle değildi, biz sınavla girdik, eğitimle işe girdik ama kurunun yanında yaşta yanıyor diye itirazlar geliyor yeniden işe dönmeleri için. Acaba bir araştırma yapılıyor mu İstanbul Belediyesinde? Hukukçular herkesin durumunu gözden geçiriyor mu, işten atılan işçiler için söylüyorum. Yine belediyelerden biz üniversite mezunuyuz, masterimiz var ama işçi statüsünde çalışıyoruz, bizim konumumuzu düzeltmek yönünde CHP’nin bir girişimi olacak mı diye sorular geliyor. Bu iki konuya bir cevap verirseniz kısaca.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Fikret Bey, seçimlerden önce şunu söyledim; hangi görüşten olursa olsun hiçbir işçinin, belediye çalışanının işten atılmasını istemiyoruz yanlış. Kimsenin aşıyla, ekmeğiyle oynamayız haklı bir neden olmaksızın.
Fikret BİLA- İstanbul’da bin 400 kişi çıkarılmış herhalde.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bankamatik memuru diye bazılarına son verdiler, içlerinde CHP’ye kayıtlı olanlar da var. Yani bankamatik memuru kusura bakma yani ben tüyü bitmemiş yetimin parasını hiç çalışmayan birisine niye vereyim diye.
Bolu’da benzer bir olay oldu. Bolu Belediye Başkanımız bir grup işçiyi işten çıkardı, sonra onlar Ankara’ya kadar yürüdüler geldiler. Sonra Hak-İş’in Sayın Genel Başkanı da geldi, oturduk, Belediye Başkanı onlardan bir grup işçiyi yani haklı olanları aldı, oradaki sorun bitti. Benzer sorun birkaç yerde daha çıktı. İstanbul da var. İstanbul’la ilgili olarak ben daha Ekrem Bey’le hiç görüşmedim bu konuyu, bilmiyorum da ama gazetelere yansıyan haber şu: İki seçim arasında yanlış hatırlamıyorsam 2 bin 500 kişinin alındığı. Yani politik nedenlerle alındığı yönünde bir iddia var.
Mehmet TEZKAN- İki seçim arasında?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İki seçim arasında. Dolayısıyla iki seçim arasında alındığı için bunlar oy kaygısıyla alınanlar. Yani belediyenin ihtiyacından öte oy kaygısıyla alınanlar. Ama ben yine de bunların içinde gerçekten nitelikli varsa, sınavla alınmışsa…
Fikret BİLA- Daha önce işe giren varsa.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi yani samimi düşüncemi söyleyeyim yani çalışan birisi için, emek harcayan birisi için, onun siyasi görüşüne, onun kimliğine, inancına bakmadan ya bu bizim insanımız, bu ülkede yaşayan bir insan eğer karnını doyuracaksa ve çalışıyorsa, alın teri döküyorsa işine…
Fikret BİLA- O zaman bu konuyu Ekrem Bey’le görüşeceksiniz diyebiliriz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Görüşeceğiz. Alınmasını isterim. Üniversite mezunu olup belediyede işçi olarak çalışanlar memur kadrosuna geçmek isteyebilirler. Onlar için özel bir yasanın çıkması lazım, yasa çıkmadığı sürece işçi statüsünde kalırlar. Ama şunu da söyleyeyim, işçi statüsünde olup da iki belediyemizde bir sorun yaşadık. Biri Maltepe, biri Şişli Belediyesinde. Şişli Belediyesinde seçimden önce grev yaptılar. Niçin? Politik nedenlerle yaptılar. Bakın, bizim belediyelerde işçi statüsünde çalışıp devletin genel müdüründen fazla aylık alanlar var. Bizim belediyelerde yine 2 bin 20 liranın üstünde asgari ücret olmasına rağmen - asgari ücretin üzerinde para öderiz- bütün buna rağmen ücret sendikacılığı yapanlar var. Belediyenin gelirine bakmadan, belediyenin bütçesine bakmadan ölçüsüz taleplerde bulunuyorlarsa kimse kusura bakmasın bu ücret sendikacılığıdır. Belediye Başkanının belde halkına bir sözü var, belde halkına hizmet edecek. Bütün gelirini götürüp de ücretliye ücret olarak verirse peki diyelim ki Maltepe’ye nasıl hizmet vereceksiniz? O açıdan ben bunu sendikaların başkanlarına da söyledim, ücret sendikacılığına karşıyız. Bunu TÜRK-İŞ’in genel kurulunda da söyledim, DİSK’in genel kurulunda da söyledim, ücret sendikacılığı olmaz. Bakacak, belediyenin geliri var doğru, gelirden ne kadar ücret ödeniyor o da doğru. Ama bu belediyenin halka verdiği bir söz var ve bu sözlerin yerine gelmesi lazım. Park istiyor, çocuklar için kreş istiyor, huzur evleri istiyor, diğer talepler var, yoksul aileler var, bunlara yardım istiyor. İbadet yerleri var, bunların temizliği var, sokaklarda çöpün toplanması lazım, iyi hizmetin olması lazım, yolların asfaltlanması lazım. Bunlar parayla oluyor. Bütün bu dengelerin sağlanması lazım.
Mehmet TEZKAN- Son Salı günkü grup konuşmanızda şöyle bir cümle dikkatimi çekti. Bugün de bir haber okudum bağlantısı var mı? Diyorsunuz ki, “Bir bakanın adının bazı uluslararası yasadışı uygulamalara, ahlak dışı uygulamalara karıştığı yönünde haberler geliyor” demişsiniz. Ben bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde bir haber gördüm, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığı yaptığı sırada Ukrayna’da lobi faaliyetçiliği yapmış, lobi faaliyetlerinde bulunduğu iddia ediliyor. Bunu da para alarak yaptığı iddia ediliyor. Sizin kastettiğiniz bu muydu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu haberler yabancı basında da çıktı. Bu konuda bir itirafın olduğu da, Ukraynalı bir politikacının, hapiste olan bir politikacının itiraflarının da olduğu çıktı ortaya. Tabi ama elde bir şey olmadığı için bu haberleri dikkatle izlediğimizi söyledim. Doğru bu haberlerin dikkatle izlenmesi lazım, nedir ne değildir diye. Arkadaşlarıma da söyledim, dış politikadan sorumlu olan Genel Başkan Yardımcımıza da söyledim, Grup Başkanvekillerimize de söyledim; bu olayı yakından takip edelim olay nedir, ayrıntıları nedir, böyle bir gerçekten itiraf var mıdır, itirafın boyutları nedir? Bütün bu ilişkilerin bir şekliyle araştırılması lazım.
Mehmet TEZKAN- Şimdi önemli bir mektup meselesi var, Trump’ın Cumhurbaşkanına yazdığı mektup. Bir de “Ermeni Soykırımı”nın Temsilciler Meclisinden geçmesi. Bu şartlar altında Cumhurbaşkanı 13’ünde Amerika’ya gitmeli mi sizce, gitmemeli mi? Gitmezse ne olur, giderse ne olur?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sayın Tezkan, Amerika’ya niye gidiyor?
Mehmet TEZKAN- Suriye politikası için.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Suriye politikası için. E telefonda oturdular anlaşma da yaptılar, mutabakat da yaptılar, niye gidiyor? Mektubu götürmek için diyor.
Mehmet TEZKAN- Ama Trump davet etti, 13’ünde buyur gel dedi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Trump davet ediyorsa şunu söylemeli önce, arkadaş sen beni davet ediyorsun ama bu yazdığın mektup ne? Bu mektup ne demektir? Gelme demektir. Bir toplumun, bir ulusun aşağılanması demektir. Şimdi önce bu mektubu iade edecek. Mektup için bir şey söylemiyor. Nasıl iade edecek? Nasıl kendisine bu mektup geldiyse aynı yollarla, mütekabiliyet esasına göre, karşılıklık ilkesine göre aynı usulle iade edecek. Bizim Washington’daki büyükelçimizi çağıracak diyecek ki, bu mektup bu milletin kabul edeceği bir mektup değildir. Hiçbir devlet başkanı bir başka ülkenin halkının onuruyla oynayamaz, bu mektubu al götür Beyaz Saray’a ver. Mektubu verecek, büyükelçimiz alacak veya saraydan randevu alacak diyecek ki, bu mektubu Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanına yazmışsınız, mektubu ve ekindeki mektubu size aynen iade ediyor, ben size iade ediyorum.
Mehmet TEZKAN- Geç kalınmadı mı ama?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim ne kadar geç olursa olsun bunu yapması bile büyük bir şeydir. Yani cevap veremiyor, konuşamıyor, eleştiremiyor. Rıza Zarraf dolayısıyla iki kez nota verdi. Niçin? Konuşmasın diye. Bize iade edin. Arkadaş, Rıza Zarraf Türk Milletinin şanından ve şerefinden daha mı önemli? Seni aşağılıyor, bir toplumu aşağılıyor, bir ulusu aşağılıyor, iki laf edemiyor.
Fikret BİLA- Neden efendim?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Dediler ki, malvarlığını inceleriz. Senin, ailenin, çocuklarının malvarlığını inceleriz. Çıkıp şunu söyleyemiyor, ya araştırmazsanız namertsiniz diyemiyor. Benim verilmeyecek hesabım yoktur diyemiyor. Ben her kuruşun hesabını hem dünyaya, hem Türk Milletine veririm de diyemiyor. Ağzında bir bant sesini kesti. Ağırıma gidiyor bakın…
Mehmet TEZKAN- Siz diyorsunuz ki gitmesin?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Niye gidiyor efendim? Bu mektubu aldıktan sonra niye gidiyor. Gidip orada ne yapacak ben merak ediyorum, ne yapacak orada? Zaten telefonla konuşuyoruz diyor. Konuşuyorsun zaten. Ne yapacak? Senatoya gidip konuşacak mı? Temsilciler Meclisine gidip konuşacak mı?
Mehmet TEZKAN- Hayır.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Niye gidiyor oraya? Trump da zaten söylediğini söylemiş. O mektubu efendim yırttık çöpe attık onu, palavra olduğu çıktı çünkü beraber götürecekmiş. Milleti kandırmayın Allah aşkına, yalan söylemeyin bari. Oturduğunuz makam yalan söylenecek bir makam değildir. Bari makama saygı duyun.
Mehmet TEZKAN- Bu Adil Öksüz işinin üzerinde siz çok duruyorsunuz yani sözlerinizden şu anlaşılıyor, göz yumuldu, gidildi, getirilmiyor. Mesela geçenlerde bir haber çıktı Fethullah Gülen’in Meksika imamını Meksika’da yakalayıp Türkiye’ye getirmişler falan. Demek ki MİT herkesi takip ediyor. Bu Adil Öksüz hakikaten iyi mi gizleniyor yoksa?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Adil Öksüz bile bile serbest bırakıldı bu kadar açık.
Mehmet TEZKAN- Niye?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Konuşmasın diye. Darbe olacağını herkes önceden biliyordu Adil Öksüz de biliyordu. MİT’te biliyordu bunu. Adil Öksüz niye serbest bırakılır ve Adil Öksüz’ü bırakırlarken Adil Öksüz diyor ki, benim iki cep telefonum var onu getirin bana diyor. Yanlış bir telefon getiriyorlar, hayır bu değil öbür telefon diyor onu da istiyor. Gayet rahat yani. GPS cihazı, herkeste olmaz bu, sıradan insanlarda olmaz bu, ancak istihbarat görevlilerinde olur bu GPS cihazı. Sordular kimdir diye. Dedim ki, bunun kimliğini, nerede olduğunu, kim için çalıştığını öğrenmek istiyorsanız, bu GPS cihazlarını Türkiye’ye hangi kurum ithal etti oraya girdiğin anda bütün bu ayrıntıları görürsün orada. Takip edilmiyor. Serbest bırakıldıktan sonra Türkiye’de geziyor, takip edilmiyor. Hayır efendim adım adım biliniyor nereye gittiği, niye takip edilmesin. Cep telefonu var, cep telefonuyla konuşuyor, defalarca konuşuyor, bir konuşmuyor üç konuşuyor. Bir şey daha var, bütün o toz duman içinde, darbe girişimi olmuş Başbakanlık müşaviri gidiyor -Allah aşkına akıl var mantık var- gidiyor beyefendiyle karakolda Kahramankazan’da kendisiyle görüşüyor. Kim sana izin veriyor git görüş diye, senin yetkin ne gidip görüşüyorsun? Yetkili olmasa oraya gidebilir mi o toz duman içinde? Gidip görüşüyor. Sonra bir açıklaması var medyaya düşen, o dönemki Sayın Başbakan’a Erdoğan’a bilgi verdim diyor. Nedir Allah aşkına bu ya. Bizim aklımızla alay mı ediyorlar? Adil Öksüz bulunmadıkça, Adil Öksüz konuşmadıkça 15 Temmuz darbe girişiminin bütün ayrıntıları ortaya çıkmaz. Ama bilinen bir şey var, 15 Temmuz darbe girişiminden dönemin hükümetinin önceden haberi var, herkes bunu biliyor artık.
Fikret BİLA- Bugün Ankara’da Çankaya Belediye Başkanı Sayın Alper Taşdelen ilk diyanet İşleri Başkanı Börekçi adına bir park açtı ve tekrar Diyanet konu oldu. Çünkü Börekçi Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşlerinin başkanlığını yaptı ve cumhuriyetle, laiklikle uyumlu bir din alimiydi. Ama son dönemlerde diyanete dönük çok büyük eleştiriler geliyor. Yani Cumhuriyet Bayramını hutbelerde ifade etmiyor, Atatürk’ten söz etmiyor 29 Ekim’de gibi. Bütçesi çok güçlendirildi, eğitime çok dolaylı olarak müdahale eden bir kurum haline geldi ve biraz politik tavır almaya başlayan bir Diyanet İşleri Başkanlığı şikayeti var. Hem rahmetli Börekçi’nin parkıyla hatırlatılması bu konunun, hem de Diyanetin bu yeni konumu ve gücü karşısında ne düşünüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Fikret Bey, Yenikapı’da bir miting oldu biliyorsunuz 15 Temmuz darbe girişiminden sonra. O mitinge katıldım ve o mitingde 15 Temmuz’dan sonra nelerin yapılması gerektiğini de söyledim. Yargı bağımsızlığı onlardan birisidir ve orada yine söyledim; kışlaya, camiye, adliyeye siyaseti sokmayın. Adliyede hepimizin işi var hangi partiden olursak olalım. Adalet aramak için gidiyoruz oraya. Kışlada hepimizin çocuğu var, hepimiz çocuğumuzu askere gönderiyoruz bir şekliyle. Ordunun siyasete girmesi yanlıştır, Mustafa Kemal de bunu istememiştir zaten. Dönemin Genelkurmay Başkanı hem milletvekili, hem Genelkurmay Başkanı olayım dediği zaman hayır demiştir, ya orası ya orası, ikisi aynı anda olmaz demiştir. Adliyeye ve camiye siyaseti sokmayın. Her görüşten insan camiye gidiyor kardeşim. Camiye gideceksin sen adaleti anlatacaksın, ahlakı anlatacaksın, insan sevgisini anlatacaksın, kardeşliği anlatacaksın. Yani bütün bunları anlatacaksın. İslamiyet’in bütün o güzelliklerini orada anlatacaksın. Buraya siyaset sokulur mu? Siyaseti soktuğun andan itibaren camiler ayrışmaya başlar, insanlar kamplaşmaya başlar, camilerde kavga çıkar.
Diyanet İşleri Başkanından benim kendi isteğim, buradan da ifade edeyim, sakın siyaseti Diyanete sokmayın. Siyaset alanı değildir orası. Orası sevginin, hoşgörünün, birlikte yaşamanın, ortak yaşamanın, sevinçte, tasada ve kıvançta beraber olmanın yerleridir oralar. Orada insanlar giderler ibadet yaparlar, Allah’a dua ederler, sıkıntılarını dile getirirler. Burası siyaset yapılacak yer değildir. Dolayısıyla Diyanetin de bu konuda duyarlı olması lazım. Nasıl adliyeye siyaset girmesin girdi, camiye siyaset girmesin girdi, kışlaya siyaset girmesin oraya da girdi.
Bakın, Yenikapı’da gidip söyledim, ben bunları söylediğim zaman başta Erdoğan hepsi alkışlıyordu. 15 Temmuz’dan hemen sonra mecliste konuşma yaptım aynı şeyleri söyledim, bütün Ak Parti milletvekilleri alkışlıyordu. Şimdi dönüp sormak isterim, o dönem alkışlıyordunuz şimdi niye eleştiriyorsunuz? Niye camiye siyaset sokuyorsunuz, niye kışlaya siyaset sokuyorsunuz, niye adliyeye siyaset sokuyorsunuz? Çünkü tehlikeyi atlattılar. Artık benim devletim diyor, bu devletten sorumluluğu olan benim diyor, başka kimse değil diyor. Mahkeme? Bırakın diyor, ne mahkemesi ben karar veririm, hakim benim söylediğimi onaylar diyor. Bu noktaya geldik.
Mehmet TEZKAN- Efendim süremiz dolmuş. Katıldığınız için teşekkür ederiz, sağ olun. “İşin Aslı” programının sonuna geldik. Haftaya Perşembe günü saat 21.00’de buluşmak üzere iyi akşamlar.
26.12.2024
26.12.2024
26.12.2024
26.12.2024