10.03.2019
10.03.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, ANTALYA ESNAF VE SANATKARLAR ODALARI BİRLİĞİNDE KONUŞTU (10 MART 2019)
Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun Antalya Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliğinde yaptığı konuşma şöyle:
Efendim hepinize yürekten teşekkür ederim. Esnaf ve Sanatkar Odalarının Sayın Başkanları, sivil toplum örgütlerinin saygıdeğer yöneticileri, başkanları, muhtarlarımız; hepinizi yürekten selamlıyorum, hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum.
Efendim esnaflarla ilişki biraz eski. İlk genel müdürlüğüm Bağ-Kur Genel Müdürlüğüdür. Ve genel müdürlük yaptığım dönemde Türkiye’nin hemen hemen her yerinde çok sayıda esnaf odalarının toplantılarına katıldım, genel kurullarına katıldım. Sorunları üç aşağı beş yukarı hiç değişmedi. Lafa gelince politikacılar kadar esnaflarla ilgili güzel laflar söyleyen başka kimse yok. Her şeyi söylüyorlar. Çözüme gelince bakıyorsunuz ki herkes arazi olmuş. Nasıl oluyor bu? Ben biraz sitem ederek konuşacağım, sorunlarınızı biliyoruz, nasıl çözülmesi gerektiği de çok açık. Ama sizin sorunlarınız bilinçli olarak çözülmüyor veya çözmüyorlar. Örneğin, efendim işte kepenkleri kapattık. Açıklamalar gırla gider. Güzel niye kapattın kardeşim? Geçinemiyorum. Niye geçinemiyorsun? Büyük alışveriş merkezleri kuruldu kimse bize gelmiyor. Kim kurdu? Hükümet kurdu. Kime oy verdiniz? Hükümete oy verdik. Nasıl oluyor bu? Dedim ya gelip güzel güzel konuşuyorlar, her türlü güzel parlak lafları kullanıyorlar, esnaf şöyledir, esnaf böyledir, esnaf orta direktir, esnaf olmazsa Türkiye ayakta olmaz, esnaf olmazsa bu olur, şu olur… Bir bakıyorsunuz esnaf sayısı giderek azalıyor. Kendi ayağına kurşun sıkan başka bir grup görmedim. Kendi ayağına kurşun sıkıyor.
Bakın ben size bir örnek vereyim, Ali Coşkun bir dönem Türkiye Odalar Borsalar Birliği Başkanıydı. Benim en sevdiğim, bakın AK Partiden olmasına karşın en sevdiğim ve en dürüst bildiğim bakanlardan birisiydi. Ben o zaman Plan Bütçe Komisyonu üyesiydim. Sayın Bakan “AVM’yle ilgili kanun tasarısını getireceğim, öyle mantar gibi her yerde AVM’mi olur” dedi. Bir daha bakan da olamadı, milletvekili de olamadı. Ama esnaf ve sanatkarların büyük bir kısmı gene gidip kendi sonlarını getiren siyasi partiye oy verdiler.
Kızıyorlar, bağırıyorlar, çağırıyorlar vs. Şimdi dedik ki mesela “Emekliye iki maaş ikramiye verin.” Kimin işine gelir bu? Emekli iki maaş ikramiyeyi alınca apartman mı alacak? İki maaş ikramiye alınca otomobil mi alacak? İki maaş ikramiye alınca Paris’e, Tokyo’ya gezmeye mi gidecek? Yok efendim. Gidecek alışveriş yapacak. Kimden? Esnaftan yapacak. Kim kazanacak? Esnaf kazanacak. “Taşeron işçileri kadroya alın” dedik, insanca muamele görsünler bunlar. Kıyameti kopardık sonunda aldılar. Ama hala 500 bine yakın taşeron işçisi kadroya alınmış değil hala, inşallah onlar da alınacak bir gün, onların da hakkı, hukuku teslim edilmek zorunda.
Esnaf kardeşlerim size bir güzel olay anlatayım, yaşadığım bir olayı anlatıyım. Esnafın ne kadar değerli olduğunu bir ülkede tanığı olduğum için anlatacağım. Allah rahmet eylesin Gelirler Genel Müdürlüğünde çalışırken Genel Müdürümüz Altan Tufan vardı. Altan Tufan’la bir Pazar günü İsveç’e Türkiye - İsveç Çifte Vergilemeyi Önleme Anlaşması çalışması için gittik. Gittiğimiz Pazar günü üniversite sınavları vardı. Gittik İsveç’e havaalanında bizi karşıladılar, arabalara bindirdiler, bir otele götürdüler sonra ayrıldılar. Pazartesi günü heyetler karşılıklı oturdu Türk bayrağı, İsveç bayrağı, bizde rahmetli Altan Tufan, onlardan da onun dengi olan bir genel müdür beraber. Büyükelçilikten de bir tercüman gelmiş, o da tercüme ediyor. Önce sohbet oldu işte bizde sınavlar vardı Pazar günü üniversite sınavları vs. falan. İsveç heyetinin başkanı sordu sizde hangi okul tercih ediliyor diye. 80 yıllarının başındaydı, Altan Bey dedi ki “Tıp fakülteleri tercih edilir. En yüksek puan alanlar tıp fakültelerine giderler” diye anlattı biraz işte sonra mühendislikler vs. falan diye. Altan Bey de sordu, “Sizin ülkenizde en çok tercih nereye” dedi? “Kuaförlük Yüksek Okulu” dedi. Allah rahmet eylesin Altan Bey çok bozuldu, bizim Türk tercümana, “Ya ne diyor bunlar bizimle dalgamı geçiyor kardeşim. Bir daha sor” dedi. “Efendim bir daha sormam doğruyu söylüyor…” “Sen bir daha sor” dedi. Tercüman işte biraz sonra bir daha sordu, “Efendim nereyi tercih ediyorlar” diye. Tarihi bir cevap verdi heyetin başkanı. Dedi ki, “İsveç’te herkes her hafta doktora gitmez, ama her İsveçli kadın her hafta kuaföre gider” deyince söyleyecek bir şey kalmadı.
Şimdi bakınız, 5 tane kuaförü yan yana açabilirsiniz. 5’i birden batar. Ama planlama olan bir ülkede 5 kuaförü yan yana açamazsınız. Kardeşim burada en fazla iki kuaföre ihtiyaç var, üçüncü kuaför mü açacaksın, bak falan sokakta var git orada aç. Falan mahallede var git orada aç. Planlarlar ve dengeli dağılır her şey. Ne üzerine kurulu bunlar? Hiç kimse zarar etmesin, herkes kazansın. Herkesin kazanacağı. Planlama niye yapılır? Herkes kazansın diye planlama yapılır. Niye kalkınma planları vardır? Toplanan vergiler en iyi şekilde değerlendirilsin diye planlamalar vardır. Peki, 2019 yılındayız Türkiye Cumhuriyeti devletinin kalkınma planı var mı? Yok. Niye yok, neden yok? 2018’de bitti, 2019 kalkınma planı yok. İkinci 100 gün planı açıkladılar dediler ki, “Birinci madde kalkınma planı hazırlanacak.” Bitmesine üç dört gün kaldı. Ortada var mı? Ortada yok. Devlet böyle yönetilmez.
Bir şey daha söyleyeyim, İsveç’teki heyet başkanı dedi ki, “Burada asla makam arabası yoktur. Sizi havaalanından alıp otele getirdiğimiz araçlar sizin için kiralanan araçlardır. Yabancı heyeti karşılarız, lüks arabalarla karşılarız, sonra sizi tekrar havaalanına bırakırlar, görüşmelerden sonra makam aracı yoktur.” Almanya’da bizimle aynı nüfus, kaç makam aracı var? 9 bin makam aracı var. Türkiye’de 110 bin makam aracı var.
Değerli arkadaşlarım, tasarruf diyoruz, hani nerede tasarruf? Bunları niye söylüyorum? Eğer bu ülke iyi yönetilirse, doğru dürüst yönetilirse emin olun bu coğrafyada hiçbir çocuk yatağa aç girmez, fakirlik de olmaz, fukaralık da olmaz. Mesele budur, bunu sağlamak lazım. Bizim belediyelerimizin olduğu yerlerde asgari ücret 2 bin 200 liradır. “Verilmez” diyorlar. Niye verilmesin 2 bin 200 lira? Asgari ücret 2 bin 200 lira ne demek? Esnafa biraz daha fazla para gidecek demektir. Budur yani. 2 bin 20 lira yaptılar. Ben 2 bin 200 lira diye söyledim bütçe görüşmelerinde, 2 bin 200. “2 tane 2 var, 2 tane de 0 var en iyisi Kılıçdaroğlu için 2 bin 20 lira yapalım” dediler. 180 lira eksik veriyorlar. Pes yani, gerçekten pes! Milleti kandıracaklarını sanıyorlar.
Ama belediye başkanlarıma söyledim büyükşehir belediye başkanı makamına oturduğunda, Kepez belediye başkanı makamına oturduğunda 1 Ocak’tan itibaren asgari ücret 2 bin 200 lira olacak. Ocak’la Nisan arasındaki farkı da belli bir takvim içinde belediye başkanlarımız ödeyecek. Peki, nereye gidecek bu para? Esnafa gidecek, esnaf kazanacak. Şimdi diyorlar ya “Kişi başına gelir 10 bin doları aştı…” Eyvallah 10 bin doları aştı. Anne, baba 5 çocuk düşünün ne demektir? 70 bin lira demektir. Yani 70 bin dolar para giriyor eve demektir. 70 bin dolardan vazgeçtik 10 bin dolar girmeyen ev var. Peki, nasıl oluyor da bu ortalama? Ortalama şu, hesap şu, benim gelirim ne kadar? Bin lira, yanda arkadaşım var geliri ne kadar 100 lira. Topluyoruz bin 100, ikiye bölüyoruz 550 lira ortalama gelir. Öbürü zaten 100 lira alıyor. Gelir dağılımı çarpıklığı var.
Sizin çok sorununuz var. Kirada olan esnaf kardeşim var, kira stopajı ödüyorsunuz değil mi? Niye siz ödüyorsunuz? Çünkü dairenin sahibi, dükkanın sahibi neyse diyor ki kardeşim ben elime geçen paraya bakarım, vergi mergi beni ilgilendirmez. Stopajsa stopajı sen götürüp yatıracaksın. Böyle mi? Böyle. Gerçek mi? Gerçek. Sadece Antalya’da mı? Hayır bütün Türkiye’de böyle. Kaldırın kardeşim stopajı, niye kaldırmıyorsunuz? Esnaf istiyor mu? Esnaf istemiyor. Esnaf istese asla gidip oy vermez. Der ki kusura bakma ben bunu kaldıran partiye, söz veren partiye oy vereceğim der. Gelsin kaldırsın bakayım ben de oyumu vereceğim. Tam tersi oluyor. Bağ-Kur primi ödüyorsunuz. Ayda 1 milyon dolar geliri olan vatandaş da aynı parayı ödüyor, siz de aynı parayı ödüyorsunuz. En düşük rakam 754 lira yanlış hatırlamıyorsam. Sokakta simit satan simitçi, çöpten kağıt toplayan adam da serbest meslek erbabı sayılıyor, esnaf sayılıyor, 6 milyon kişi var böyle dükkanı olmayan. 754 lira prim ödemezse emekli olamıyor. Nasıl ödeyecek? Aylık geliri 754 lira değil nasıl ödeyecek bunu? Üstelik ödemediği zaman belli bir süre ne kendisine, ne eşine, ne çocuklarına sağlık hizmeti de verilmiyor. Bunları siz bilmiyor musunuz? Biliyorsunuz. Allah aşkına merak ettiğim bir şey var. Bu kadar sizi bu ülkede ikinci sınıf vatandaş konumuna getiren bir siyasal iktidara nasıl oy veriyorsunuz, ben bunu anlayamıyorum. Hani kaldırdık deseler eyvallah derim ki, söz verdiler kaldırdılar, gidip oy veriyor, eyvallah hiç itirazım olmaz. Esnaf ve sanatkarlar giderek azalan bir kitle. Bakıyorum tarihinize güzel bir tarihiniz var, Ahi Evran kültüründen geliyorsunuz, gelenekleriniz var, töreniz var. Yandaki esnaf siftah etmeden siz eğer iyi gelir elde ediyorsanız ya biraz da orası alışveriş yapsın diye beklersiniz. Herkesin kazanmasını istersiniz. Ülke de güllük gülistanlık olsun istersiniz. Terör olmasın, kavga olmasın, esnaf huzur içinde alışveriş yapsın istersiniz. Esnafın zaten doğasında bu vardır. Ahi Evran kültürü huzur kültürüdür aslında. Huzur içinde ben satışımı yapacağım, hizmet vereceğim, hizmetin karşılığında da 5 – 10 kuruş gelirim olacak diyor. Esnafın dediği bu.
Belediye başkanlarımız size hizmet edecek, onların görevi zaten. Her sorununuzla ilgilenecek bu da onların görevi. Şoför esnafına gidin sorun, dokunun dünyanın derdini anlatıyorlar size. Plaka sınırlaması yok bazılarında. Mesela kamyon şoförlerinde plaka sınırlaması yok. İsteyen geliyor istediği kadar kamyon alıyor. Sonra gidin Hatay’a, gidin Mersin’e dünya kadar tır dizilmiş satılık, müşteri bekliyor. Yok. Suriye’ye de gidemiyorlar, Irak’a da doğru dürüst gidemiyorlar. Zaten Mısır’la kavga ettik Ro-Ro seferleri iptal edildi. Ne olacak peki bu esnafın hali?
Başka bir derdiniz, ben “Türkiye’deki esnaf, sanatkar ikinci sınıftır” dediğim zaman bazı çevreler kızıyor, yok öyle bir şey diye. Var efendim. Suriyeli kardeşlerimiz geliyor dükkan açıyor, vergi veriyor mu? Yok. Ama siz veriyorsunuz. Bağ-Kur primi ödüyor mu? Ödemiyor, ama siz ödüyorsunuz. Hastaneye gittiğinde o hiçbir masraf ödemeden tedavi oluyor, siz hastaneye gittiğinizde 14 çeşit şöyle, böyle vergi veriyorsunuz, para veriyorsunuz. Bağ-Kur borcunuz varsa zaten size bakmıyorlar. Nasıl oluyor bu, nasıl bir adalettir bu, nasıl bir kalkınmadır bu, nasıl bir düzendir bu? Buna itiraz etmeniz lazım. Sizin adınıza biz itiraz ediyoruz. Güzel, sizin adınıza biz itiraz edelim. O zaman bize destek vereceksiniz. Destek vereceksiniz ki, biz de sizin hakkınızı sonuna kadar savunalım.
Sayın Böcek açıkladı, kanun çıkardılar, efendim esnaf sanatkarların yöneticileri iki dönemden fazla yöneticilik yapamaz. Sana ne kardeşim? Seçen kim? Esnaf ve sanatkar. Kimi seçtiğine niye müdahale ediyorsun? Ali’yi seçer, Veli’yi seçer, kendi sorunları. Kendi içinde demokratik bir ortam içinde başkanı seçerler. Herkes de şapka çıkarır. Neden? Zorla, silah, tehditle falan başkan olmadı. Geldi adaylığını koydu, her görüşten arkadaşımız, esnafımız geldi başkanı seçti. Niçin? Bizi iyi temsil eder. Tamam, güzel. Niye ona müdahale ediyoruz, hangi gerekçeyle müdahale ediyoruz, hangi gerekçeyle onun haklarını sınırlıyoruz? Bunlar doğru değil.
Demokrasilerde otururuz, tartışabiliriz. Bu şu anlama gelmesin; efendim benim her dediğim yüzde 100 doğrudur. Akıl akıldan üstündür bizim de eksiğimiz olabilir, yanlışımız da olabilir, hatamız da olabilir. Ne olacağız? Oturup konuşacağız. Eğer hatamız varsa düzeltmeye çalışacağız, yanlışımız varsa düzeltmeye çalışacağız, eksiğimiz varsa tamamlamaya çalışacağız. Demokrasi budur. Demokrasinin bir başka özelliği, siyasi partiler futbol kulübü tutulur gibi tutulmaz. Siyasi partilerin rolü ayrıdır. Siyasi partiler ne yaparlar? Ben memleketi daha iyi yöneteceğim derler. Parayı şuraya harcayacağım derler, buraya harcayacağım derler. Vatandaş da hizmet yarışında hangi partiye inanıyorsa gider oyunu verir. Bizim siyasi partiler olarak A partisine veya B partisine oy veren vatandaşı suçlama hakkımız yoktur. Olur mu? Vatandaşın oyu başımızın üstünedir, tercihi başımızın üstünedir. Biz kimi eleştiririz? Oy veren vatandaşı değil, siyasi ülkeyi yöneten yanlış yapıyorsa yanlışlarını eleştiririz, deriz ki burası yanlıştır, vatandaş alır teraziye koyar bunu, kefeye koyar yanlış mıdır, doğru mudur, doğru mu söylüyoruz, yanlış mı söylüyoruz bir şekliyle bunu değerlendirmiş olur. Dolayısıyla siyaset bir hizmet yarışıdır. Hizmet yarışı içinde yola devam edersek, hizmet yarışı içerisinde projelerimizi ortaya koyarsak sonuç alırız.
Bir şey daha, Antalya büyükşehir belediye başkanımız söyledi, Sayın Muhittin Böcek, aday demiyorum, fiilen başkan zaten. Başkan olduğunu da kabul ediyor, sizlerin teveccühünüze layık. Dedi ki, “Efendim ücretler, yani belediyeye gelirler sanki hükümet tarafından veriliyor.” Yok öyle bir şey arkadaşlar. Belediye Gelirleri Kanunu var. Bu kanuna göre diyelim ki bina yapacaksın, harcı belediyeye yatırıyorsun, kaç lira yatırılacağı var orada zaten. Her şey kanunla olur. Dolayısıyla iktidar partisinden belediye başkanı olursan çok para olur, muhalefetten olursan az para olur yok öyle bir şey. Her yerin kanunu vardır. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ne yapıyor? Kendi metrosunu kendisi yapıyor. Hükümetten yardım alıyor mu ulaştırma bakanlığından? Bir kuruş bile almıyor. Metronun kilometresini kaça yapıyor? 50 milyon liraya. İstanbul kaça yapıyor? 150 milyon liraya. Ankara kaça yapıyor? 100 milyon liraya. Nasıl oluyor bu? Metro dediğin yerin altında, aynı makinalar, aynı işçiler, nasıl olur da birisi 100, birisi 150 olur. Birisi 50, öbürü 150 olur? Bundan şunu kastediyorum, siyasi partilerin yöneticileri iyi yönetici, düzgün yönetici seçmek zorundalar. Her belediyenin geliri var. Geliri olmayan belediye yoktur. Bu gelir nereden geliyor? Sizler ödüyorsunuz. Esnaf kardeşimiz ödüyor, sanayici ödüyor, çiftçi ödüyor. Doğduğu andan itibaren insan vergi öder. Emzik alırsınız vergi verirsiniz, dolmuşa binersiniz vergi verirsiniz, kefen bezi alırsınız vergi verirsiniz. Bir tek teneffüs ettiğimiz şu havada vergi yok, her şey vergili, ona da bir gün vergi gelir mi bilmiyorum? Ona da bir gün getirirler bir vergi. Çünkü hava kirliliğinden, çevre kirliliğinden nasıl temizlenecek kentler, onu artık ileriki günlerde tartışırız. Ama geldiğimiz nokta da şu, para var belediyelerde. Sorun ne? Madem vatandaşın parasını harcıyorsun, belediye başkanlarımdan iki şey bekliyorum ben. Gittiğim her yerde, Türkiye’nin neresine gidersem söylüyorum “Bir, seçildiğin andan itibaren bütün beldeyi kucaklayacaksın. Efendim bu mahalle bana oy vermedi, şu oda başkanı bana oy vermedi, ben işte diyelim ki şoförler odası başkanıyla ben ona hizmet götürmeyeyim. Yok böyle bir şey. Herkesi kucaklayacaksın. Sen artık herkesin belediye başkanısın, partili belediye başkanı değil herkesin belediye başkanısın. İki, harcadığın her kuruşun hesabını vereceksin arkadaş.” Para kimin? Milletin parası. Milletin parasıysa hesabını millete vereceksin. Bu nedir? Bu şerefli bir görevdir, onurlu bir görevdir. Herkes bu görevi yapamaz. Halka hesap vermek çok şerefli bir görevdir ve dünyanın her tarafında siyasetçiler halka hesap vermek zorundadır. Bunu yapmak lazım.
Başka bir şey daha istiyorum. Antalya’yı alıyorum, Antalya’da 80 ilden vatandaş var burada. Hakkari’den tutun Edirne’ye, Rize’den tutun Muğla’ya kadar, Çankırı’dan, Çorum’dan, Konya’dan, her şehirden var. Her kimlikten insanımız var, her inançtan insanımız var, her yaşam tarzından insanımız var. Ayrım yapamazsınız insanlar arasında. Herkesin kimliğine, herkesin inancına, herkesin yaşam tarzına saygı göstereceksiniz. Bir çocuk yatağa aç giriyorsa o çocuk annesi böyleydi, babası böyleydi, falan ilden geldi, falan işte inançtandır bunları görmeyeyim. Hayır! İnsansa, Allah’ın yarattığı en değerli varlıktır ve ona hizmet etmek de Hakk’a hizmet etmek gibi kutsaldır. Gideceksin açlığını, yoksulluğunu gidereceksin kardeşim, budur.
Dolayısıyla parayı siz veriyorsunuz, parayı hükümet vermiyor. Parayı vatandaş veriyor. Size bir şey daha söyleyeyim, siz niye vergi veriyorsunuz, niye sizden vergi alıyorlar zorla? Çünkü gönüllü değil, vergi işi zorladır. Ödemezseniz gelir faizini de yazar, cezasını da yazar sizden vergiyi zorla alır. Niye alır? Yol yapmak için, köprü yapmak için, baraj yapmak için. Bunlar için alır veya başka şeyler. Diğer hizmetler için alır. Peki vergiyi ödediniz, yol yapıldı ayrıca para ödüyorsunuz, niye? Köprü yapıldı ayrıca para ödüyorsun, niye? Hatta hiç geçmediğiniz köprünün parasını bile ödüyorsunuz. Hiç belki hayatınızda geçmediğiniz köprünün parasını ödeyeceksiniz. Niye ödeyim ben? Vergi dedin verdim, ceza dedin ödedim, Bağ-Kur dedin onu da ödedim, daha benden ne istiyorsun arkadaş. Onu da ödüyorsun, zorla onu da ödeyeceksin diyor. Ödemezsem? Bu köprüden geçemezsin. Benden vergi almıştın hani, hani ben vatandaştım, hani vergi ödemek kutsaldı, hani ben vergi ödedim? Önemli değil diyor ben bir daha alırım. Deli Dumrul köprüsü, geçsen de geçmesen de parayı alacağım diyor. O zaman vergi alma kardeşim. Üstelik öyle bir borçlanıyorsun ki, borcu benim torunlarım da ödeyecek. Torunumun ne günahı var, daha yeni doğdu? O da ödeyecek borç. Şimdi bunlar yeteri kadar tartışılmıyor arkadaşlar. Ve biz medya baskısı altındayız hep beraber. Medyanın yüzde 90’ını kontrol eden bir güç sabah, öğle, akşam aynı haberleri pompalıyor ve gerçeklerden toplum uzaklaşıyor.
Aramızda muhtar kardeşlerim var. Bakın muhtar kardeşim, senin bütçen var mı? Bütçen yok. Niye muhtarın bütçesi yok? Seçimle gelmiyor mu? Seçimle geliyor. En demokratik yollarla geliyor üstelik. Hiçbir partiden aday olmadan benim adım şu, ben muhtar olmak istiyorum diyor. Vatandaş da gelip onu seçiyor. Peki bir yoksul, bir mahalleli seçimle gelenlerden en rahat kime ulaşır? Muhtara ulaşır. Kapısı açıktır zaten. Belediye başkanına ulaşması zorluk olabilir, milletvekiline zorluk olabilir, bakanlara zaten ulaşma şansı hiç yoktur. Onlar da zaten tayinle gelmişlerdir, memurlardır. Dolayısıyla ne yapacak bu vatandaş, derdini kime anlatacak? Muhtara anlatacak. Diyecek ki vatandaş mesela geldi, oğlum üniversiteyi kazandı, ama gidip kayıt yaptıracak yol parası yok. Nereden bulacak bu parayı? Eğer muhtarsa, beldenin sorunlarıyla ilgileniyorsa, acil sorunlarla ilgileniyorsa iki şeyin yapılması lazım. Muhtar kardeşlerim iyi dinleyin, iki şeyin yapılması lazım. Bir, bir muhtarlık bütçesi olacak. Muhtar da o bütçeyi nerelere nasıl harcadığının hesabını verecek. Muhtarlık bütçesi nasıl oluşur diyecekler. Belediye var, diyelim ki alalım Kepez Belediyesi, emlak vergisi toplamıyor mu? Topluyor. Emlak vergisini kim ödüyor? Kepez’de oturanlar ödüyorlar, orada evi olanlar ödüyorlar. O bütçenin yüzde 1’i muhtara tahsis edilse ne olur? İyi olur. Muhtar alacak onu. Bakın, bir mahallede kim fakirdir, kim zengindir onu en iyi bilen muhtardır. O nedenle biz, sosyal yardımları muhtarlar aracılığıyla dağıtmamız lazım diyoruz. Çünkü mahallenin fakirini bilen o, mahallenin zenginini bilen o, az gelirlisini bilen o, derdi dinleyen o, bütün her kesimle muhatap olan o. Biz bunları söylüyoruz yanlış mı söylüyoruz? Türkiye’nin güçlü bir dönüşüme ihtiyacı var. Güçlü bir demokrasi kültürüne ihtiyacı var. Biz bunu yaptığımız zaman bütün ama bütün sorunları aşmış oluruz.
Değerli arkadaşlarım, tarım kesimi… Özellikle Antalya tarımda önemli illerimizden birisidir. Az önce bir toplantı yaptık, o toplantıda da dillendirdim, sadece 2018 yılında Yunanistan’dan 115 milyon dolarlık pamuk ithal ettik. 28 milyon dolarlık buğday ithal ettik Yunanistan’dan ve Yunanistan’dan 13 milyon dolarlık tütün ithal ettik. Öyle ya Türkiye’de tütün bitti, o meşhur Türk tütünü bitti. Buğday Yunanistan’dan. Peki Türkiye Yunanistan’dan ne kadar büyük tarım alanı itibariyle? 10 kat daha büyük. Nüfusumuz da zaten çok daha fazla. Peki nasıl oluyor da Yunanistan’dan buğday, pamuk, tütün ithal ediyoruz? Kim kazanıyor? Yunanistan çiftçisine hizmet ediyoruz. Kimin vergileriyle? Sizlerin vergileriyle. Bu memlekette pamuk ekecek yer mi kalmadı, buğday ekecek yer mi kalmadı, tütün ekecek yer mi kalmadı Allah aşkına, çiftçi mi kalmadı? Yakında kalmayacak zaten, çiftçi de kalmayacak yakında.
Bakın bu gerçekleri bilerek sandığa gitmenizi istiyorum. Elinizi vicdanınıza koyarak sandığa gitmenizi istiyorum. Ben demiyorum illa gelin A Partisine, B Partisine oy verin diye. Her birimizin vatandaş olarak tek tek sorumluluğu var. Demokrasiyse hepimiz için geçerli bu, düşünce özgürlüğüyse hepimiz için geçerli. “Akıl akıldan üstündür” denmiştir. Benim düşünmediğimi bir başkası düşünebilir, bir başkası söyleyebilir. Hayatın içinden gelmek farklı bir şeydir, hayatın gerçekleriyle yüz yüze olmak farklı bir şeydir.
Bir hikaye anlatıp sözlerime son vereyim. Gerçek bir hikaye ama. Hollanda’da bir resim sergisi yapılır, bir ressam kuşların resimlerini yapıyor, tablolarını sergiliyor, bütün ressamlar, sanat, kültür insanları oraya davet edilmiş, kokteyl veriliyor işte resim ne kadar güzel, tablolar ne kadar güzel diye. Bakıyorlar bir tane de gariban köylü var orada. Bir tablonun karşısında durmuş sürekli ona bakıyor. Herkes merak etmiş, sonunda ressam gitmiş oraya demiş ki bu tabloyu beğendiniz mi? Çok beğendim demiş. Satın alacak mısınız? Çok pahalı demiş bunu alamam ben. Ressam bu kadar beğeniyorsun, ayrılmıyorsun sen de ressamlık var mı, böyle bir yetenek? O yetenek de yok diyor. Peki bu resmin önünden niye ayrılmıyorsun? Bu resimde bir hata var diyor. Ne hatası var diyor? Bu kadar büyük bir kuş, bu kadar ince dala konamaz, bu dal kırılır diyor. Doğru mu? Doğru.
Ne dedim? Hayatın içinden gelmek farklı bir şey. Ressamın göremediğini bizim gariban köylü görüyor, niçin? O köylü devamlı o kuşları görüyor. Hangi dala konduğunu, hangi ağaca konduğunu, ne olduğunu gayet iyi biliyor. Öbürü resmi görmüş, o resimden kendisine göre yapmış. Kuş güzel, ağaç da güzel, ama konduğu dal kırılır doğru. O açıdan hayatın içinden geliyor bütün esnaf kardeşlerim. Şoförlük yapmak kolay bir iş değildir, esnaflık yapmak kolay bir iş değildir. Alın teri dökeceksiniz, emek harcayacaksınız, gelene güler yüzle davranacaksınız, cenazeniz olacak belki, gelen vatandaşlara güler yüzle davranmak zorunda kalacaksınız. Cenazeniz olacak, ama ekmek parası için en azından alacaksınız direksiyon başında günün 7 saati, 8 saati çalışacaksınız. Bütün bunları bilmemiz lazım ve Türkiye’yi büyütmemiz lazım, kalkındırmamız lazım, güçlendirmemiz lazım. Neyle? Elbirliğiyle yapmamız lazım. El birliğiyle yapacağız nasıl? Temiz siyaseti egemen kılarak, halka hesap veren siyaseti egemen kılarak.
Biliyorum biraz uzattım Sayın Başkan kusura bakmayın. Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum, sağ olun, var olun diyorum.
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024