21.02.2020

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE PARTİ SÖZCÜSÜ ÖZTRAK’IN BASIN TOPLANTISI (21 ŞUBAT 2020)

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi: Değerli basın mensupları, sene başından bu yana üst üste üzücü olaylar yaşıyoruz. Deprem, çığ felaketi, uçak kazası, intiharlar ve İdlib’den arka arkaya gelen şehit haberleri. Dün de ilkin

Almanya’da yaşanan ırkçı saldırıyla sarsıldık. Bu olayda beş vatandaşımız yaşamını kaybetti. Öncelikle Almanya’da yaşanan bu ırkçı saldırıyı lanetliyoruz. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve diğer kurbanlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu acı olaya son dönemde dünyanın bir çok ülkesinde siyasete hakim olan kutuplaştırıcı, gerçek ötesi, popülist siyasetin yol açtığını görmeliyiz. Irkçılık, mezhepçilik ekseninde düşman yaratarak oy devşirmeye, yalanı doğruymuş gibi anlatmaya dayanan gerçek ötesi siyaset insanlığa ağır bedeller ödetmekte. Bu siyaset bir yandan demokrasinin ve hukuk devletinin kalitesini düşürmekte, diğer yandan otoriterleşen bir yönetim anlayışına yol açmakta. Demokraside ifade özgürlüğünden, hukuk devletinden yana olanlar bu kutuplaştırıcı siyaset karşısında kararlı bir mücadele içinde olmalıdırlar.
Dün yüreğimizi yakan bir başka olay İdlib’de yaşandı. İdlib bölgesinde bir hava saldırısında iki askerimizi şehit verdik, beş askerimiz de yaralandı. İdlib’de Şubat ayının başında önce sekiz şehidimizin, bundan bir hafta sonra da beş şehidimizin haberleriyle kahrolmuştuk. Gelen son şehit haberleriyle bir ay bitmeden Suriye’de verdiğimiz şehit sayısı maalesef 15’e yükseldi. Tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, şehitlerimizin ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Yaralı Mehmetçiklerimize acil şifalar temenni ediyoruz. Biliyoruz ateş düştüğü yeri yakıyor, analarının kınalı kuzuları Mehmetçiklerimizin baba ocaklarında şu anda yangın var. Şehitlerimizin ailelerine sabır diliyoruz.
ASKERLERİMİZ İDLİB’DE KALKAN MI YAPILIYOR
Değerli basın mensupları, geçtiğimiz hafta liyakatin olmadığı yerde felaket olduğunu ifade etmiştim. Maalesef yaşadığımız her felakette liyakatsizliğin ağır bedeli daha iyi anlaşılıyor. Dün İdlib’den gelen şehit haberleri felaket zincirlerine eklenen yeni bir halka oldu. Milli Savunma Bakanlığının açıklamasında askerlerimizin hava saldırısı sonucunda şehit olduğu ifade edildi. Peki hava saldırısını kim yaptı, nereden geldi bu uçaklar, kimin bu uçaklar? Bununla ilgili herhangi bir açıklama yok, ama Rusya İdlib çatışmasızlık bölgesinde Suriye hatlarını yaran teröristlere, Suriye hükümetinin isteğiyle hava saldırısında bulunduğunu açıkladı. Bu saldırıda bir tankın, dört zırhlı personel taşıyıcının, beş pikap kamyonun yok edildiği ifade edildi.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının İdlib’de tam olarak ne yaşandığını bilmesi en doğal hakkıdır. Bunu Rus kaynaklarından değil devletimizin yönetenlerinden öğrenmek istiyoruz. Kimse havaya bakıp ıslık çalarak sorumluluktan kaçamaz. Orada şehit olan, gazi olan bizim askerlerimiz. Bizim gözümüzde, tek bir Mehmetçiğimizin kesip attığı tırnak, İdlib’den hatta Suriye’nin tamamından da daha değerlidir. Millet olarak şehit olan askerlerimizin nasıl şehit olduğunu bilmek istiyoruz. Her şeyden önce Türkiye Suriye’ye savaş ilan etti mi, etmedi mi? Neden bu kadar şehit geliyor savaş ilan etmediysek? Eğer savaş ilan ettiysek bundan milletimizin de, meclisimizin de neden haberi yok? Savaş ilan etme yetkisi meclisimizde.
İkincisi, askerlerimiz İdlib’te bir takım unsurlarının yanına iliştirilip sahada bunlara kalkan mı yapılıyor?
Üçüncüsü, İdlib ve etrafında 5 binin üzerinde asker sevk ettiğimiz söyleniyor. İdlib üzerinde hava hakimiyeti sağlanmadan, tugay büyüklüğündeki bir askeri birliğin göz göre göre sahaya neden sürüldüğünü iktidara soruyoruz, saraya soruyoruz, neden açık hedef haline getirildiler Mehmetçiğimiz? Mehmetçiğimizin canı bu kadar mı ucuz?
BU YAŞADIKLARIMIZIN ADI DÜPEDÜZ BECERİKSİZLİKTİR, AKIL TUTULMASIDIR
Değerli basın mensupları, Türkiye maalesef akılla değil kin ve öfkeyle yönetiliyor. Şimdi de Ruslara karşı Amerika’dan patriot bataryaları istediğimiz söyleniyor. Şimdi daha geçen yıl Rusya’dan S-400’leri almak için ABD’ye rest çekmedik mi? S-400 alacağız diye Rusya’ya 2,5 milyar dolar ödedik mi? Ödedik. Ve S-400 alacağız diye daha önce 1,5 milyar dolar ödediğimiz F-35’lerden vazgeçtik mi? Geçtik. Tüm bunların üstüne ABD kongresinin ekonomik yaptırım tehditlerine maruz kalmadık mı? Kaldık. Peki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının cebinden hem S-400, hem F-35 için bugüne kadar 4 milyar dolar çıkmış ve elimizde askerimizi hava saldırılarına karşı koruyacak ne bir S-400’ümüz, ne F-35’imiz, ne de patriotumuz var. Bu arada şehitlerimizin Rusların vurduğu tankta olduğu anlaşılıyor.
Hatırlayacaksınız modern tanklar yapılsın diye ihaleye çıktık. Bu çerçevede bu ülkenin gözbebeği tank palet fabrikasını da bu iktidar Katarlılara verdi. Güya ihale tamamlandıktan sonraki 18 ayda tanklar Türk ordusuna teslim edilecekti. Ama bıraktık tankı daha tankın motoru bile ortada yok. Mehmetçik Suriye’de, fakat elimizde alacağımız modern tanklarımız hala gelmedi. Tüm bu yaşadıklarımızın adı düpedüz beceriksizliktir, akıl tutulmasıdır. Ve böylesine bir savrulma bugüne kadar ne görülmüş, ne de duyulmuş bir şeydir.
Değerli basın mensupları, Rusya tabi ki önemli bir komşumuz. Tabi ki, Rusya’yla iyi ilişkilerimizin olmasını önemsiyoruz. Ancak bu ilişkilerin dengeli olması ve asimetrik bir bağımlılığın yaratılmaması gerekir diye bu iktidarı birçok defa uyardık. Bununla ilgili bir de rapor hazırladık ama dinlemediler. Suriye’de Rusya’yla iş tutacağız diyerek Rusya’ya 2016’dan bu yana vermedik taviz bırakmadılar. Ukrayna’yı baypas eden Türk Akım Projesini Rusya’ya altın tepside sundular. Ruslar boruları bizim topraklara döşedi, indirimi ise Bulgarlara verdi. Türkiye’yi yönetenlere de Türk Akımının adını Putin koydu diye övünmek kaldı. Akkuyu Nükleer Santraliyle de ülkemizi nükleer enerjide Rusya’ya uzun yıllar bağımlı hale getirdiler. Ruslara nükleer santral inşası için orijinal sözleşmede olmayan pek çok kolaylık daha sonradan verildi. Rusya’ya başta enerji olmak üzere pek çok alanda bugün çok daha bağımlıyız. Dün Ruslara tüm bu tavizleri verenler bugün Ruslara karşı dava desteği için başı kesik tavuk gibi oradan oraya koşturuyorlar ya da bu izlenim veriliyor. Ama bu arada olan da aslan parçası Mehmetçiklerimize oluyor. Suriye krizi patladığında bu iktidar milletimize sormadan Ensar - Muhacir edebiyatıyla milyonlarca Suriyeliyi ülkemize aldı. Sonuç ortada. Şimdi 1 milyona yakın mülteci de kapılara doğru geliyor. Suriye’nin stratejik limanlarını Ruslar, petrolünü ise Amerikalılar kapattı, bize de 4 milyon diyoruz 5 milyona çıkabilir Suriyeliye bakmak düştü. Milletimiz 40 milyar dolardan fazla bir faturayı ödemek zorunda kaldı. Başımızdakiler diyor ki, bir 40 daha öderiz.
Artık yeter. Türk askerinin kanı, birilerinin siyasi ihtirası, birilerinin bölgesel hesapları için masaya sürülecek pey akçesi değildir. Şu andan tezi yok hükümet derhal gelip İdlib’de yaşananlar konusunda, gerekirse kapalı bir oturumda, TBMM’ye gerekli bilgiyi vermelidir.
Dün ve bugün gerekli çağrıyı Grup Başkanvekilimiz yaptı. Bu konuda tek sorumlu AK Parti Genel Başkanı değildir. TBMM Başkanı, AK Parti Grubu ve AK Partiye destek veren MHP de TBMM’nin ve milletimizin hakkını, hukukunu korumak zorundadır. Tek bir kişinin ihtirası, öfkesi ve yetersizlikleri, koskoca bir ülkenin geleceği ve kaderiyle artık daha fazla oynamamalıdır.
18 YIL ÖNCE İÇLENDİKLERİ SESLERİ, ŞİMDİ DUYMAZ OLDULAR
Değerli basın mensupları, liyakatsizliğin sebep olduğu tek felaket Suriye’de değil. Ekonomide de büyük bir felaket ve buhran yaşıyoruz. “Bu ülke bu hale geldiyse, bugün benim Anadolu’daki vatandaşım; konteynerlerden evine çöp, rızık topluyor götürüyorsa, hafta pazarlarının atıklarını toplayıp evine götürüyorsa, meydanlar açız açız diye bağırıyorsa, evinin kirasını ödeyemiyorsa, suyunun parasını ödeyemiyorsa, elektriğinin parasını ödeyemiyorsa ve artık yandım Allah diyorsa benim halkım, vatandaşım… Bu ülkeyi hale kim getirdi? Bu hükümet getirmedi mi? Bir seçim sathı mailine girildiği zaman bunların hepsi hatırlatıldığında, neyin bedelini kimlerin ödemesi gerektiği işte buradan ortaya çıkıyor.”
Değerli arkadaşlar, bunlar benim değil, Erdoğan’ın 18 yıl önce söylediği sözler. Bir daha bakalım, ne demiş? “Vatandaşlarımız çöplerden rızıklarını topluyorsa… Pazar artıklarını evine götürüyorsa…” 18 yıl sonra bugün o günden farklı bir manzara mı var? Saraylarından bir sokağa çıksınlar, çöpten geçinen vatandaşlarımızın halini bir görsünler. Bir pazar yerine gitsinler, vatandaşların pazar yerindeki fiyatlarla ilgili neler dediklerini bir duysunlar. Dolmayan filelere, akşam pazarında bile etiketlerdeki yangına bir bakınsınlar. Nerden nereye? 18 yılında sonunda döndük dolaştık aynı yere geldik.
Başka ne diyor Erdoğan? Millet, meydanlarda, “açız, açız” diye bağırıyor. Evet öyle bir devir yarattılar ki artık millete sadece meydanlar değil TBMM’de, hatta kendi parti gruplarında “Ben açım, çoluğum çocuğum aç” diye bağırıyor. Ama Erdoğan bu feryatlara aldırmıyor bile. 18 yıl önce içlendikleri sesleri, şimdi duymaz oldular. Milleti unuttular. Nereden nereye? Son 18 yılda ülke olarak milyarlarca dolar borç aldık. Ama 18 yılın sonunda döndük dolaştık başlangıçtan çok daha kötü bir noktaya geldik.
Buna şimdi kalkıp bu ülke iyi yönetildi diyebilir miyiz? Hayır. Bu ülke çok kötü yönetildi, bu ülke savruldu.
“Evvel zaman içindeki” Erdoğan’ın sözlerine devam edelim. Vatandaş evinin kirasını, faturasını ödeyemiyor. Halk “yandım Allah” diye bağırıyor diyor. 18 yıllık yönetimlerinin sonunda millet artık yandım Allah demiyor, millet artık doğrudan kendini yakıyor. Ama bunları görmek için göz, duymak için kulak, ikrar edebilmek için dil ve hakkı teslim etmek için temiz bir kalp gerekiyor. Bunlar çıktıkları kibir kulelerinden milletin halini ne görüyorlar ne de duyuyorlar. Damadın çokomelli beyanatları bile artık milleti güldürmüyor. Damat “enflasyonda, kurda ve faizde büyük başarı sağladık” diyor. Kayınpeder, damadın gazına gelip, “vatandaşımızın geleceğe olan güveni artıyor” diyor. Ama diğer tarafta; Ankara’da bir öğretmenimiz eğitim sisteminin rezaletine ve yaşadığı adaletsizliklere dayanamayarak hayatına son veriyor. Antalya’da bir işçimiz, 26 bin TL’lik borcunu ödeyemediği için intihar ediyor. Cizre’de engelli bir vatandaşımız, kaymakamlık binasından kendini atıyor. Kocaeli’nde yine bir işçimiz, çalıştığı fabrikada ekonomik ve ailevi sıkıntılarla canına kıyıyor. Ama Saray’a göre vatandaşın umudu artıyor. Sarayın damadına göre ekonomi şahlanıyor.
Dün TÜİK, tüketici güvenini açıkladı. 12 aylık ortalamalarla bakarsak, tüketici güveni tarihinin en düşük seviyesinde. Gelecek 12 aylık döneme ilişkin işsizlik beklentilerine baktığımızda ise 2012’den bu yana yayımlanan serilerde, en kötü seviyede olduğumuz gözüküyor.
Suriye kaynaklı jeo-stratejik riskler artarken, damat hem döviz kurunu hem de faizi beraberce kontrol etmeye çalışıyor. Dün doların 6 lira 10 kuruşu aşmasını engellemek için kamu bankalarına 800 milyon dolar sattırıldığı söyleniyor. Hazıra dağ mı dayanır? Bugün dolar 6 lira 10 kuruşu aştı. Referans kâğıdın faizi de yüzde 11,4 civarına yükseldi. Hem kur hem de faiz yeniden beraberce yükselmeye başladı. Terazinin bir kefesinde milletten kopan bir sosyetenin pembe rüyaları, diğer kefesinde milletin çektiği acılar var.
Ne güzel demiş Ziya Paşa: “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Nerden nereye? Son 18 yılda milyarlar harcadılar. Ama 18 yılda dönüp dolaşıp geldiğimiz yer, işsizlik ve yoksulluk nedeniyle yaşamına kıyan insanlar, vatandaşlarımız. Bütün bunlara karşılık da hala “başarılıyız” diyebilen bir ekonomi yönetimi. Beceriksizliklerini allayıp pullayıp başarı diye satmaya çalışıyorlar.
HEP SÖYLÜYORUZ, “DEVLETİN DİNİ ADALETTİR”
Değerli basın mensupları, geçtiğimiz hafta bir diğer felaket de hukuk cephesinde yaşandı. Osman Kavala, uyduruk bir suçlamayla yargılandığı bir davada 840 gün tutuklu kaldıktan sonra beraat etti. Tahliye edildiği gün başka bir uyduruk suçlamayla gözaltına alındı. Ardından da yeniden tutuklandı. Oysa Kavala’nın son tutuklanmasına gerekçe gösterilen suçlama için, daha önce mahkeme resen tahliye kararı vermişti. Kaldı ki AİHM bu iki suçlama için, ikisi de dahil yani birinci suçlama AİHM tarafından eleştirilmişti. Bu suçlamada yani yeniden tutuklandığı bu suçlamada AİHM tarafından hak ihlali kararına bağlanmıştı. Mahkeme şimdi, AİHM’in bu kararını da tanımamış oluyor.
Tabi burada özellikle AK Parti Genel Başkanı’nın Kavala için “bir manevra ile onu beraat ettirmeye kalktılar” ifadesini kullanması, Türkiye’deki ucubeliğin, rejimin ucubeliğinin tüm dünyaya bir kez daha teşhiri oldu. HSK’nın da Cumhurbaşkanının bu sözlerini emir bilip beraat kararı veren hakimler hakkında soruşturma açması ise yargı bağımsızlığı açısından gerçekten bir felaket oldu.
Sokrates 2 bin 500 yıl öncesinde: “Bir yargıç; iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir” diyordu. AK Parti maalesef yargı sistemimizi, 2 bin 500 yıl öncesinin de gerisine götürdü.
Hep söylüyoruz, “devletin dini adalettir!” Eğer devleti yönetenler adalete saygı göstermez, öfkeyle hareket ederse, o devletin sadece hukuk devleti veya demokratik kimliği değil, devlet olma vasfı da tartışılmaya başlar. Maalesef bu anlayışla devletimiz, çöldeki kabile devletleriyle aynı seviyeye indirilmiştir.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Sorularınız varsa cevaplayım.
Soru- Efendim Avusturya Büyükelçiliğine Ozan Ceyhun’un atanması bugün gündeme düşen haberlerden bir tanesiydi. Bununla ilgili çeşitli tepkiler geliyor. Daha doğrusu Ozan Ceyhun’un geçmişiyle ilgili daha önce DEVYOL üyesi olduğu hakkında cinayet davasından yurtdışına kaçtığı ve bu davanın zaman aşımına uğraması gibi iddialar var. 1992 yılında kendi isteğiyle Alman vatandaşlığına geçtiği yine söyleniyor. Şimdi bu ismin Avusturya Büyükelçiliğine atanmasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Faik ÖZTRAK- Şimdi açıkçası son dönemde Dışişleri Bakanlığında yapılan atamalar diplomasi mesleğini bir kariyer olmaktan çıkarttı. Bu kişi hangi diplomatik kariyerine dayanarak Viyana gibi önemli bir merkeze büyükelçi olarak atanıyor? Birde kendisinin bundan önce Prag’a atanan büyükelçinin Egemen Bağış’ın da yakın dostu olduğu söyleniyor. Herhalde orada canları sıkılmasın diye birbirlerine yakın olan yerlere gönderildiler. Tavla oynarlar.
Şunu açık söyleyeyim, gerçekten şuanda Dışişleri Bakanlığında yapılan bu atamalar işba noktasını geçmiştir. Yani yeni değimiyle doyum noktasını aşmıştır. Nitekim Dışişleri Bakanlığımıza da bakıyoruz mesela soru soruyorlar İdlib’de bu işler ne olacak diye. Ona diyor Milli Savunma Bakanlığımız karar verecek. Diplomatlarımızda artık yavaş yavaş bu işlerden ellerini, eteklerini çekmeye başladılar gibi geliyor bana. Bu, bu ülkeye yapılacak en büyük haksızlıktır. Türkiye’nin gerçekten ta Osmanlı döneminden gelen liyakatli bir diplomatlar ordusu vardır. Kariyerleri son derece yüksektir. Şimdi bunlar bir kenara itiliyor ve ithal bir takım isimlerle gerçekten Türk diplomasisine ciddi zararlar veriliyor.
Soru- Dün Ünal Bey bir açıklama yapmıştı. Orada bir cümlesi vardı Türkiye halkı Suriye’yle savaşmak istemiyor, Suriye’den Türkiye’ye herhangi bir tehdit sözkonusu değildir demişti. Cahit Özkan’dan bir cevap geldi buna. Kendisi de CHP Atatürkçü partiyse Misak-i Milli sınırlarını bilip bu konuda bizim yanımızda olmalılar dedi. Sizin bir cevabınız olacak mı buna?
Faik ÖZTRAK- Nedir yani Misak-i Milli sınırları daha mı öteye gidiyormuş? Bakın arkadaşlar, Misak-i Milli sınırları Kurtuluş Savaşımızla birlikte çizilmiştir. CHP olarak da biz sınırlarımıza her zaman sahip çıktık, çıkmaya da devam edeceğiz. Burada en ufak bir endişe olmamalıdır. Burada tabi Türkiye için en büyük tehdit Suriye’den gelecek yeni bir göç dalgasıdır. Sanıyorum Ünal Beyde bunu söylemek istemiştir. İkinci bir 40 milyar doları daha harcayacak takatimiz yok arkadaşlar.
Soru- Efendim iki sorum olacak müsaadenizle. Birisi, Meral Hanımın yaptığı bir açıklamaydı partisindeki istifalardan sonra. 98’i hatırlatıp o dönemde düğmeye basılmıştı şimdi de bir düğmeye basıldığı anlaşılıyor dedi. Siz siyasette böyle bir durum görüyor musunuz? Partilerin karıştırılmaya çalışıldığına yönelik Sayın Bahçeli’nin de açıklamaları vardı. Yorumunuz ne olur? Hatta üçüncü blok diye de nitelendirmeler var. Bir bunu sormak isterim.
İkincisi, 11. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün de bazı değerlendirmeleri oldu. Hem Gezi bağlamında değerlendirmeleri oldu hem de parlamenter sistem vurgusu da vardı. Neler söylersiniz?
Faik ÖZTRAK- Şimdi tabi blok sözü çok doğru bir söz değil. Türkiye’de ittifaklar var. Bu ittifaklardan bir tanesi tek adam parti devleti otoriter rejimi etrafında oluşmuş olan ittifak. Diğeri ise demokrasi ittifakı. Bunun bir kısmı açık ittifaklar, bir kısmını da milletimiz sandıkta meydana getiriyor. Dolayısıyla üçüncü blok falan bunlar hayal. Ya demokrasiden yana olacaksınız, düşünce özgürlüğünden yana olacaksınız, hukukun üstünlüğünden yana olacaksınız ya da tek adam parti devleti rejimini savunacaksınız ve giderek otoriterleşeceksiniz. Hukuk liginde 50 sıra birden düşeceksiniz. O nedenle şunu açık söyleyeyim, üçüncü, dördüncü, beşinci blok hayal. Ama Türkiye’de demokrasiden yana olanlar, Türkiye’de hukuk devletinden yana olanlar, Türkiye’de çok daha güçlü yeni bir parlamenter demokrasiden yana olanlar hızla kuvvet kazanıyorlar ve ben Türkiye’nin geleceğinde CHP’nin odak noktası olma vasfını taşıdığı bu birlikteliğin Türkiye’yi bugün içine düştüğü bu sıkıntıdan kurtaracağı kanaatindeyim.
Şimdi bu düğmeye basıldı, basılmadı. Bunlar tabi Türkiye’de demokrasimizin ne halde olduğunu gösteren bir takım yaklaşımlardır. Kim düğmeye bastı, kim düğmeye basmadı onu ben bilemem. Bu konuda bir görüşte söylemek istemem. Ama Türkiye’nin tek bir kurtuluşu vardır o da demokrasidir. O da sandıktır. Dolayısıyla orada burada düğmeye basıp bu ülkede bir takım hayallerin peşine düşenler sonuç itibariyle hüsrana uğrayacaklardır. Buradan bir başka meseleyi daha söyleyeyim, yani esas burada düğmeye basılma, demokrasiye karşı bir bu lafı telaffuz etmek dahi hoşuma gitmiyor darbe girişimi olacağı. Hep bakıyorum Pelikan medyasında ortaya çıkan unsurlar. Yani iktidara yakın olanlar bunu söylüyor. Demek ki iktidarda bu konuda bir bilgi var. Onlara düşen görevde bunun üzerinden ülkeyi kutuplaştırmaya çalışmak değil biran önce bu işleri yapmayı düşünenlerden ya da buna soyunanlar varsa bunları ortaya çıkarmaktır.
Soru- Abdullah Gül’ün Gezi değerlendirmesi?
Faik ÖZTRAK- Sayın Abdullah Gül önceki dönem bu ülkenin Cumhurbaşkanı. Tabi bir takım değerlendirmelerde bulunuyor. Bu değerlendirmelere baktığımız zaman onun da mevcut tecrübeleri ışığında özgürlüklerden, parlamenter demokrasiden daha güçlü bir parlamenter demokrasiden yana olduğu ortaya çıkıyor.
Teşekkür ediyorum.