17.12.2019
17.12.2019
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün MYK sürerken düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Bugün Kurulumuzun gündeminde; başta Libya ve Suriye olmak üzere dış politikadaki sorunlar, iç siyasetteki gelişmeler, devam eden ekonomik krizin etkileri ve iktidarın bununla ilgili olarak yaptıkları, daha doğrusu yapmadıkları var.
URLA BELEDİYE BAŞKANIMIZIN TUTUKLANMASI DEMOKRASİYE DARBEDİR
Urla Belediye Başkanımız Burak Oğuz’un tutuklanmasıyla ilgili görüşlerimizi açıklamak istiyorum. Dosyada gizlilik kararı var. O nedenle içerik hakkında çok fazla konuşabilmemiz mümkün değil. Ama bakıldığında savcılık kendisini FETÖ üyeliği suçlamasıyla Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk etmiş. Aslında Belediye Başkanımız, savcının daveti üzerine avukatıyla birlikte İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na gitmiş. Yani bir yere kaçmaya çalışmamış. Yasada yazılı kuvvetli suç ve kaçma şüphesi, delil karatma, gizleme, yok etme gibi tutuklama sebeplerinden hiç biri bu olayda mevcut değil. Hakkında kesinleşen bir hüküm de yok. Son yerel seçimlerde yüzde 67,5 gibi rekor bir oyla seçilen Belediye Başkanımız hakkındaki bu karar demokrasiye darbe vurmaktır. Millet iradesini hiçe saymaktır.
FETÖ’YLE “YAĞAN YAĞMURDA BERABER ISLANANLAR” BELLİ
FETÖ’yle kimlerin birlikte yol yürüdüğü, kimlerin yağan yağmurlarda birlikte ıslandığı hepimizin bilgisi dahilinde olan hususlardır. Cumhuriyet Halk Partisi, dün de FETÖ’nün karşısındaydı, bugün de karşısındadır. Kimse bu karardan kendisine siyasi manevra alanı çıkarmaya heves etmesin. Buna fırsat vermeyiz. Başkanımızın yanındayız ve hukuki sürecin takipçisiyiz. Hukukçularımız gerekli çalışmaları yapıyorlar. Başkanımızın en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşarak bu suçlamalardan aklanacağına inanıyoruz.
DEMOKRASİYE İNANIYORSAK KARŞI ÇIKMAK ZORUNDAYIZ
Son olarak şunu ifade edeyim. Görevden alınan tüm seçilmiş kişilerin hakkında biliyorsunuz baştan itibaren bizim görüşümüz şudur: Seçimle gelen seçimle gitmelidir. Hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmayan seçilmişlerin idari kararla görevden alınmasını doğru bulmuyoruz. Bunu sadece kendi partimizin Belediye Başkanı için söylemiyoruz. Zorla görevinden istifa ettirilenler içinde söyledik, görevden alınan, kayyum atanan diğer belediyeler içinde söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. Demokrasiye inanıyorsak buna karşı çıkmak zorundayız.
BIÇAK KEMİĞİ DELDİ GEÇTİ
Türkiye’nin sorunları, sarayın kötü yönetimiyle, maalesef her geçen gün daha ağırlaşıyor. Kötü yönetim nedeniyle işsizlik giderek yapışkan bir hal alıyor. Milletimizin üzerine adeta bir karabasan gibi çöküyor. Türkiye’nin en büyük firmaları dahil birçok işletme ya iflas ediyor ya da üretime ara veriyor. Krizden eğitim kurumları da nasibini alıyor. Batan özel okullarda öğretmenler, veliler, öğrenciler endişe ve öfke içinde ne yapacaklarını bilmiyorlar. Çiftçilerimiz, esnaflarımız, ailelerimiz borç yükü altında eziliyor. Çekler, senetler ödenmiyor. Çekini senedini ödeyemeyen pek çok esnaf, iş adamı hapse girme noktasına gelmiş durumda. İşsizlik ve pahalılığa esir düşen, borçlarını ödeyemeyen yurttaşlarımız büyük bir umutsuzluk içinde. Millet çaresizlikten canına kıyıyor. Artık bıçak kemiği de delip geçiyor.
SARAY MİLLETE KULAK TIKADI
Ama sarayın kulakları milletin feryatlarına tıkanmış, gözleri milletin sıkıntısını görmüyor. Ülkemizin sorunları dağ gibi birikiyor. Ama saray başka ülkelerin sorunlarına müdahil olma peşinde. İktidarın ideolojik tercihleri dış politikamızı esir almış durumda. Bu ideolojik şartlanmışlık, sonucunda çok ciddi hatalar yapıyorlar. Hataların yükünü de, Mehmetçiklerimizin omuzlarına ve milletimizin sırtına bırakıyorlar.
YETİMİN HAKKINI BABALARININ MALI GİBİ DAĞITMAYA KALKIYORLAR
Saray, hatalarından ders de almıyor. Bundan sekiz yıl önce, “Suriye’deki iç savaşa taraf olmayın” dedik. Bizi dinlemediler. Ailece tatil yaptıkları “Kardeş Esad’ı” bir gecede “Kalleş Esed” yapıverdiler. Peki bunun sonunda ne oldu? Milletimize ne faydası oldu bunların? Ülkemiz ne kazandı? Sınırlarımızın güvenliğini sağlamak için yüzlerce Mehmetçiğimiz Suriye’de şehit oldu. Yüzlerce masum yurttaşımız Suriye’den gelen teröristlerin ülkemizde patlattığı bombalarla yaşamını yitirdi, yaralandı. Suriye sınırımız, Afganistan-Pakistan’ın perfore sınırına döndü. 4 milyona yakın Suriyeli ülkemize geldi. İnsanlarımız işinden gücünden oldu. Çok kötü koşullarda çalışmak zorunda kaldılar. Türkiye’nin teknolojik dönüşümü durdu. Ülkemiz uluslararası ilişkilerde hızla itibar kaybetti. Fakat bunlar sarayın umurunda bile değil. Suriyeli sığınmacılar için 40 milyar dolardan fazla para harcanmış “Gerekirse bir 40 milyar dolar daha harcarız” deyiveriyorlar. Tüyü bitmedik yetimin hakkını babalarının malı gibi dağıtırken kimseye bir şey sormuyorlar.
SURİYELİLERE VATANDAŞLIĞA ERDOĞAN’IN “ŞAHSI” DEĞİL, MİLLET KARAR VERSİN
Yaptığımız uyarıların tamamı haklı çıktı Suriye ile ilgili olarak. Peki, bundan mutlu muyuz? Hayır mutlu değiliz. Saray, emperyal güçlerin arasında gidip gelen bir pinpon topuna döndü. ABD Başkanı Trump, çıktı bize akıl verdi. “Suriyelilere vatandaşlık verin” dedi. Ardından Erdoğan çıktı, 110 bin Suriyeliye vatandaşlık verildiğini övünerek anlattı. Sonra da daha fazla Suriyeliye vatandaşlık vereceklerini söyledi. Erdoğan’ı buradan açıkça uyarıyoruz: Kimin malını kime veriyor? Milyonlarca Suriyeliye vatandaşlık verilecekse buna “şahsı” karar veremez. Bu Beyaz Saray’ın oval ofisinde hele hele hiç kararlaştırılamaz. Bunun iznini doğrudan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından almak zorundadırlar. Milyonlarca Suriyeli’ye vatandaşlık verilecekse getirsinler referandum sandığını bunu milletimize sorsunlar, milletimizden izin alsınlar.
BU SAVAŞLAR BİTECEK, TÜRKİYE HAYIRLA YAD EDİLMEYECEK
İktidar ideolojik gözlüklerle Suriye’de iç savaşa müdahil oldu; başımıza gelmeyen kalmadı. Şimdi aynı iktidar aynı ideolojik gözlükleriyle, Libya’daki iç savaşa müdahil olmaya çalışıyor. Aslında Erdoğan’ın Libya’daki sicili zaten bozuk. 2010’da Kaddafi’nin elinden insan hakları ödülü ile 250 bin dolarlık yüklü bir çek almıştı. Ama ondan hemen bir yıl sonra Kaddafi’ye döndü, “İktidarı bırak, sürgüne git” dedi. O günlerde Erdoğan, Kaddafi’ye iktidarı bırak derken; “Libya’daki krize Libyalılar çözüm bulmalı” diyordu. Şimdi ne oldu da Libya’daki krize Libyalılar değil biz çözüm bulacağız? Neden Libya’nın iç savaşında biz taraf oluyoruz? Neden Mehmetçiğimizi Libya çöllerine sürüklemeye uğraşıyoruz? Bu iç savaşlar elbette bitecek. Hem Suriye’de hem Libya’da kardeş kavgaları bittiğinde, Türkiye, bu ülkelerde bu kavgalara taraf olmuş bir ülke olarak herhalde hayırla yad edilmeyecek.
AĞIR ABİYDİK, MIZIKÇI ÇOCUĞA DÖNDÜK
Erdoğan’ın şahsileştirdiği dış politikayı ve yaptığı hataların bedelini sadece bugünkü kuşaklar yani bizler değil, bizim çocuklarımız, bizim torunlarımız hatta onlarında çocukları ödemek zorunda kalacak. Biz hep söylüyoruz: Türkiye, tarafsız ve adil tutumuyla bölgede fikri sorulan bir ülke olmalı. Türkiye, hem bölgesel hem de küresel meselelerde dostluğuna değer verilen bir ülke olmalı. Ekonomisiyle, ticari bağlantılarıyla, kültürüyle, sanatıyla, diplomasisiyle yani sahip olduğu “yumuşak tüm güç” unsurlarıyla Türkiye bölgesinde bir çekim merkezi olmalı. Ama Erdoğan’ın, ideolojik takıntılarıyla şahsileştirdiği dış politikası sonucunda kavgalı olmadığımız tek bir ülke, tek bir komşu kalmadı. Mahallenin ağır abisiyken, bu iktidarın elinde herkesle kavgalı mahallenin mızıkçı çocuğu olduk.
ŞARKI DEĞİŞTİ, OYUN DA DEĞİŞMELİ
Türkiye, elbette Doğu Akdeniz’de hak ve çıkarlarını korumak zorundadır. Bunun için yapılması gereken ilk şey, yeniden bölge ülkeleriyle sağlıklı diplomatik ilişkiler kurmaktır. Bugün bölgede birçok önemli başkentte büyükelçimiz yok. Bu büyükelçiliklere bir an önce Dışişlerinin yetenekli diplomatlarını tayin etmek zorundayız. İkinci olarak, kendi iç barışını sağlayamamış bir ülke dış barışı sağlamakta güçlük çeker. Ülkemizde iç barışı sağlamanın yolu ise demokrasinin kalitesini, niteliğini artırmaktan geçer. Bunun için; hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve güçlendirilmiş demokratik parlamenter rejim ekseninde ciddi reformlara girişmemiz, ciddi adımlar atmamız gerekir. 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden sonra milletimizin söylediği şarkılar değişmiştir. Şimdi artık oynanan oyunlarında değişmesi gerekmektedir.
2,5 MİLYON İSTİHDAM DEDİLER, 623 BİN KİŞİ İŞİNİ KAYBETTİ
Türkiye çok ağır ve ciddi sorunlarla karşı karşıya. Bunların başında da tabi işsizlik geliyor. Dün Eylül ayı işsizlik rakamları açıklandı. Gelen rakamlar ülkenin son derece ürkütücü, yapışkan, kalıcı ve bugüne kadar hiçbir krizde görmediğimiz derecede bir işsizlikle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. İşsiz sayısı son bir yılda 898 bin kişi artmış ve Eylül ayında 7 milyon 983 bine ulaşmış. Bu sayı dünyada 95 ülkenin nüfusundan daha fazla. Aylardır gerçek işsiz sayısı bu 8 milyonun etrafında yapışıp kaldı. Son 13 aydır gerçek işsizlik oranı yüzde 20’nin altına bir türlü düşürülemiyor. Daha bu yılın başında Saray ve Sarayın damadı, yanında sivil toplum örgütlerinin başkanları pankartlarla, afişlerle seçim zamanı bu millete 2,5 milyon iş imkanı sunma sözü vermişlerdi. Yani 2,5 milyon kişiye iş vereceklerdi. Ama Eylül ayına geldik Eylül rakamlarına baktığımız zaman bırakın 2,5 milyon kişiye iş vermeyi, son bir yılda iş sahibi olan 623 bin vatandaşımız işini kaybetmiş.
SOSYAL SORUNLARA SEBEP OLABİLİR
Bu ülkenin umudu gençlerimize iş veremiyoruz. 20-29 yaş arasında okuma veya çalışma çağındaki gençlerimizden ne okulda ne de işte olanların sayısı, Eylül’de 4 milyon 293 bin olmuş. Üniversiteli işsizlerin sayısı ise 1 milyon 250 bin. Tekrarlıyorum. Son derece derin, yapışkan ve ciddi sosyal sorunlara sebep olabilecek bir işsizlikle karşı karşıyayız. Daha önce hiçbir krizde böyle bir durumla karşı karşıya kalmamıştık. Eylül ayında bir yıldır veya ondan daha uzun süre iş arayan, işsiz olan yurttaşlarımızın sayısı 1 milyon 156 bin kişi. Şimdi toplam işsiz sayısı içinde eğer bir yıldan fazladır iş arayanların sayısı yüzde 25’i aşarsa bu sadece ekonomik değil, sosyal sorunları da ciddi şekilde ağırlaştırmaya namzet bir durumdur. Aslında insanlarımızın ailelerini de yanlarına alarak yaşamlarına kıymasının arkasında bu gerçekler yatmaktadır.
TÜİK RAKAMLARINDA CİDDİ ŞÜPHELER VAR
Bugün bir kere daha tekrarlamak istiyorum. TÜİK’in bu rakamlarının da gerçeği yansıttığı konusunda ciddi şüphelerimiz var. Çünkü bazı veriler var ki çok uzun dönemde farklı eğilimler göstermesi gerekirken bir yıl içinde çok farklı bir yapı gösteriyor. Bunların en önemlilerinden biri de çalışma çağındaki nüfus sayısındaki artış karşılığında bunların ne kadarı işgücü piyasasına girmiş, iş aramaya başlamış, bu sayıdır. Geçen sene Eylül ayında çalışma çağındaki nüfus 792 bin kişi artmış. Bu 792 binin de 592 bini iş aramaya başlamış. Çalışma çağındaki nüfus bu yıl Eylül ayında 887 bin kişi artmış. Ama bunun sadece 193 bini işgücü piyasasına girip iş aramaya başlamış. Neden insanlar birdenbire çalışma çağındaki nüfus bu kadar artarken iş aramaktan vazgeçmişler? Bana mantıklı bir neden olarak şu gözüküyor; herhalde saraya ayıp olmasın diye... Herhalde damat bakan ve kayınpederi daha fazla üzülmesinler diye. Herhalde işsizlik rakamları yüksek gözükmesin diye…
TÜİK’İN AÇIKLAMASI GEREKİYOR
Aslında TÜİK tarafından üretilen bu rakamlar bir şeyi ortaya koyuyor. Geçen yılki kadar işgücüne katılan insan, yani çalışma çağına gelen insan iş aramaya başlasaydı bugünkü işsizlik rakamları 286 bin kişi daha fazla olacaktı. İşsizlik oranı da, TÜİK’in resmi rakamı olan 13,8 değil 14,6’ya çıkacaktı. Tekrar söylüyorum, bunların böyle bir senede çok büyük dalgalanmalar göstermemesi lazım. TÜİK’in buna net bir açıklama getirmesi gerekiyor.
FİNANS SEKTÖRÜNE GÜVEN YERLE BİR EDİLİYOR
Şimdi Saray’a göre her şey tabi çok iyi gidiyor ama öbür taraftan da bu ülkenin çok büyük firmaları birer birer iflas bayrağını çekiyor. Balıkesir’de konkordatodan çıkamayan YÖRSAN iflas dilekçesini mahkemeye veriyor. Adana’da Türkiye'nin önde gelen otobüs üreticilerinden TEMSA üretimini durdurma kararı alıyor. Doğa Koleji’ndeki sıkıntılar hem aileleri, hem de öğretmenleri mağdur ediyor. Diğer tarafta, millet faturalarını bile ödemekte güçlük çekiyor. Bu yılın ilk 9 ayında elektrik borcunu ödeyemeyen 3 milyon 365 bin 784 vatandaşımız hakkında yasal işlem yapıldığını Enerji Bakanı açıklıyor. Yine aynı dönemde, 710 bin 364 yurttaşımızın doğal gaz faturasını ödeyemediğini öğreniyoruz. Aksaray’da elektrik parasını ödeyemeyen çiftçi hapse girmeye hazırlanıyor. Dün akşam televizyonda bunları seyrediyoruz. Önümüz kış. Yani elektrik ve doğalgaz faturalarının daha da kabaracağı aylar önümüzde duruyor. Peki tüm bunlar olurken saray ne yapıyor? Emir komuta ekonomisiyle işleri düzeltirim sanıyor. Ama sadece piyasaların işleyişini bozuyor. Fiyat etiketlerine müdahale ediyor. İhalelere müdahale ediyor. Kredi ver diye bankacıları tehdit ediyor. Beğenmediği banka yöneticilerini işten atıyor. Bunlar artık yabancı ajanslara yansıdı. Önceki krizin ardından bin bir emekle sağlanan finans sektörüne güven yerle bir ediliyor.
ZİRAAT BANKASI TEMİNAT OLARAK SİMİT Mİ ALDI
Saray Merkez Bankası’nın bağımsızlığını çok önceden bitirmişti. Şimdi bakıyoruz, BDDK yani Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu finans sektörünü sarayın meşrebine göre dizayn etmek için kullanılıyor. İstanbul Finans Merkezi’ni bitiremeyen yandaş müteahhitleri, milletin son gümüşlerini rehin olarak alan Varlık Fonu kurtarmaya bakıyor. Savunma sanayi Katar’a peşkeş çekiliyor. Kamu eliyle zombi şirketler yaratılıyor. Varlık Fonu’na devredilen Ziraat Bankası eliyle yandaş simitçiler kurtarılıyor. Ama aynı Ziraat Bankası 10 bin lira kredi açarken, fukara çiftçimizden ya iki tane memur kefil istiyor ya da evinin tapusunu teminat olarak alıveriyor. Daha önce de kamu bankalarıyla iş yapıp batırdığı bilinen yandaş simitçinin batık şirketine iştirak ederken Ziraat Bankası acaba ne kadar teminat aldı? Herhalde bol bol simit kendisine teminat olarak verilmiştir.
EŞEK SUDAN’DAN GELENE KADAR İTHALAT
2007’den bu yana kanunen ödenmeyen tarım destekleri nedeniyle iktidarın her bir çiftçi ailesine 67 bin 458 lira borcu var. Çiftçi borcu nedeniyle tarlasının tapusunu, traktörünün ruhsatını bankalara kaptırıyor. Ama devletten alacağını bir türlü alamıyor. Ekim ayında takibe düşen tarımsal krediler, son bir yılda yüzde 56 artarak 5,0 milyar TL’ye dayanmış. Türk çiftçisi toprağından koparken, ülkemizde iki Trakya’dan daha büyük tarım arazisi ekilip biçilemez hale gelmiş. Peki saray ne yapıyor? Sudan’da tarım yapmak için toprak kiralıyor. İnanılması güç ama gerçek: Bir de anlaşma yapmışlar, Türkiye Sudan’dan 500 tona kadar at, eşek ve katır etini gümrük vergisi uygulamadan ithal edecekmiş. Sığır ithal ettik. Onun içinde Şeroleleri gördük, Limuzinleri gördük, Angusları gördük. Ama bu katır eti, eşek eti bunlar nereden çıktı? Öyle anlaşılıyor ki, Saray “Eşek Sudan’dan gelene kadar” ithalat yaparak tarihe geçmek istiyor. Ama herhalde çiftçimiz de bunları sandıkta “Eşek Sudan’dan gelinceye kadar, pataklayarak” ayrı bir tarih yazacaktır.
HÜKÜMETİN GÜNDEMİNDE İŞÇİ, ÇİFTÇİ, SANAYİCİ YOK
Hükümetin gündeminde işçi yok, çiftçi yok, sanayici yok, esnaf yok. Peki gündemde ne var? Rant var, hafriyat var. 2011’den bu yana Kanal İstanbul deyip duruyorlar. Bir de baktık; “Kanal İstanbul” dedikleri, iktidarın rant ve hafriyat projesi çıktı. İstanbulluları depremin kucağına atacak, Marmara’yı, Avrupa’nın çöplüğüne çevirecek, ekolojik ve diplomatik dengeleri bozacak, dünyada bugün atıl durumda olan dev iş makinalarının sahiplerine para kazandıracak, milletin çoluğunun çocuğunun parasını Londra bankerlerine yedirecek bu projeden derhal vazgeçilmelidir.
KANAL İSTANBUL’UN KREDİSİNİ ÖDEMEYİZ
Bir sözümüz de çevrenin ve İstanbul’un düşmanı olan bu projeye kredi verecek olanlara. Şimdiden uyaralım; İstanbulluların düşmanı olan bu projeye verilen kredileri iktidara geldiğimizde geri ödemeyiz. Bu kredileri açan finans kurumlarını da kara listeye alırız. Bu arada Katar Emiri’nin ailesinin bile, kanalın geçeceği bölgede ciddi arsalar kapattığına dair iddialar var. Arsa demiyorum arazi. Buraların rant cenneti olduğunu saray sosyetesinden mi öğrenmişler? Sarayın Katar’la “duygusal” ilişkisinin ardında ne var? Kaç zamandır bu konuda soruları soruyoruz. “Tank-Palet Fabrikası’nı kiraladık” diyorlar güzel. Peki, bununla ilgili ilan hangi gazetede yayınlandı? Tık yok, cevap yok. Kaç firma teklif verdi? Yine cevap yok. Katar ordusunun ortağı olduğu BMC, fabrikayı 25 yıllığına kaç TL’ye kiraladı? Buna da cevap yok.
ŞEHİTLERİN PARALARI ENFLASYONA EZDİRİLDİ
Tüm bu işler için tek bir açıklama yapılıyor: 50 milyon dolar yatırım yapacaklar. Türkiye cumhuriyeti için 50 milyon dolar nedir? Bu para için stratejik bir fabrikanızı bir başka ülkenin ordusuna peşkeş çekilir mi? Bu arada 50 milyon dolar demişken… 15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden 3,5 yıla yakın bir zaman geçti. Darbe girişiminin ardından 15 Temmuz şehit aileleri ve gazilerine yardım amacıyla bir yardım kampanyası başlatılmıştı. Bu yardımda toplanan paraların, 20 Ocak 2017 tarihi itibariyle, 309 milyon TL olduğunu dönemin bakanları ifade etmişti. Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise TBMM’de bütçe görüşmeleri esnasında, yardım paralarının nemasıyla beraber, 2 Ocak 2019 tarihinde, tek hazine kurumlar hesabına 338 milyon 971 bin 732 lira olarak yatırıldığını açıkladı. Şimdi tabi burada cevap verilmesi gereken bazı sorular var. İlki, 2 Ocak 2019’dan bu yana yani bu paranın tek hesaba yatırılmasından buyana tam 1 yıl geçti. Neden Cumhurbaşkanı Yardımcısı paranın tek hesaba yatırıldığını nemasıyla birlikte ne kadar olduğunu açıklıyor da tek hesaba yatırıldıktan sonra ne olduğuyla ilgili bilgi vermiyor? Burada iki tane soru daha geliyor akla. Ne kadar nema verdiniz buna tek hesaptayken? Yoksa bu yardım paraları tek hesaba devredildikten sonra buhar mı oldu? Bu yardım paralarıyla yandaş müteahhitlerin borcu mu ödendi, bu para peşkeş mi çekildi? Ve son olarak, 20 Ocak 2017 ile yardımların hazineye devredildiği 2 Ocak 2019 tarihleri arasında geçen iki yılda bu fonlara ödenen nema yüzde 9,7. Neden bu kadar düşük? Yüzde 9,7 enflasyonun altında. Şehit paralarını enflasyona karşı böyle mi koruyorsunuz? Bu sorulara yanıt bekliyoruz.
FATF’IN GRİ LİSTESİNE GİRMENİN SONUÇLARI CİDDİ OLUR
Bu iktidarın en çok sevdiği konulardan biri yurtdışında tutulan servetlere ikide birde af çıkarmak. Neredeyse her yıl bir af çıkarıldı. Servetini dışarıda tutanlara kıyak çekiliyor. Bu kişiler paralarını ülkeye kaynağı nedir sorusu sorulmadan çok düşük bir vergiyle getiriyorlar. Biz her af düzenlemesinde iktidarı, “Türkiye’yi kara para yıkama makinesine çeviriyorsunuz, bu iş başımızı ağrıtır” diye uyardık. Uyarılarımızın haklılığı bir kez daha ortaya çıktı. Bizim de üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı bünyesinde bulunan Finansal Eylem Görev Gücü (FATF), Türkiye’yi kara para aklama ve terörizmin finansmanında gri listeye alma uyarısında bulunmuş. Bunu yandaş gazetelerde görmüyoruz tabi. Ama uluslararası basında bu haber yer aldı. Yine Türkiye’deki az sayıda gerçek basın kuruluşlarında da bu haber yer aldı. Peki bu gri listede hangi ülkeler var? Botsvana, Yemen, Zimbabve gibi bir takım ülkeler var. Ben buradan söylüyorum, Türkiye bu listeye girerse bunun ciddi sonuçları olur. Ekonomik sonuçları olur. Zaten dışarıdan nitelikli sermaye gelmiyordu, artık hiç gelmez. Finans sistemimizin dışarıyla işleri aksar. Maliyetler artar. Bedelini de hepimiz öderiz. Milletimiz öder. İktidar, sağa sola ağız dolusu hakaret edeceğine üyesi olduğumuz bu kuruluşların ne demek istediğini anlamaya çalışmalıdır. Yapılması gereken düzenlemeler varsa bunun TBMM’ye gelmesinin sağlanması gerekir.
TÜRKİYE İKİLİ HUKUK SİSTEMİNE GEÇTİ DE MİLLETİMİZİN Mİ HABERİ YOK
Son olarak 14 Aralık 2019 tarihli Resmi Gazetede Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı olan “Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu’na” ait bir kurul kararı yayınlandı. Karar da “Faizsiz finans kuruluşlarında bağımsız denetimi yürütülen denetçiler için etik kurallar” getirilmiş. Bakıyoruz, bu denetim elemanlarının uyacağı etik kurallar tamamen, fıkha dayandırılmış. Şimdi denetimin etik ilkeleriyle fıkhın ne ilgisi var? Yoksa Türkiye ikili hukuk sistemine geçti de milletimizin mi haberi yok? “İnanç esaslarına göre davranma” diye bir bölüm var. Diyor ki, “Denetçilerin tutum ve davranışları fıkhı ilke ve kurallardan kaynaklanan inanç değerleriyle tutarlı olmalıdır”. Peki Bağımsız denetçi ya Müslüman değilse? Böyle ayrımcılık mı olur? Etik ilkelere uyumlu davranması lazım. Etik ilkelerde bütün dünyada denetçilerin hangi ilkelere uyacakları bellidir.
ÇİKOLATA KUTUSUNDA RÜŞVET İDDİASI, DAMADINI BAKAN YAPMAK HANGİ ETİK İLKEYE UYUYOR
Tabi bu arada insanın aklına şu soruda geliyor. Şimdi diyor ki ilk girişinde, “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Çikolata kutularında rüşvet iddialarından henüz aklanmamış olanların büyükelçi atanması bunun neresine uyuyor? Ya da devletin kasasını kendi damadına emanet etmek bu ilkelerin neresine uyuyor? Bu yapılan açık söyleyeyim dini ve inancı istismar etmektir. İktidar oy kaybettikçe bu tür sonuç getirmeyecek olan istismarlara yeltenmeye kalkmaktadır. Bunu son derece yanlış buluyoruz. Yine buradan mesleki kuruluşları bu düzenlemelerle ilgili olarak itirazlarını yapmak üzere görev davet ediyoruz.
Ben teşekkür ediyorum. Sorularınız varsa lütfen alayım.
Soru- Urla Belediye Başkanıyla ilgili aklanacağına inanıyoruz dediniz. Bunu bir eminlik içinde mi söylüyorsunuz gerekli inceleme, araştırmayı yaparak? Yoksa bir temenniden ibaret bir cümle mi olarak görmeliyiz?
Faik ÖZTRAK- Böylesine vahim bir olay karşısında temenniden ibaret bir cümle olarak söylemiyorum emin olarak söylüyorum.
21.12.2024
21.12.2024
20.12.2024
20.12.2024