18.11.2019
18.11.2019
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz’ün Dışişleri Bakanlığı 2020 Mali Yılı bütçe görüşmelerine ilişkin Plan Bütçe Komisyonu konuşma metni şöyle:
“2020 Mali Yılı Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri kapsamında Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşmeleri üzerine söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Dışişleri Bakanlığı bütçesi ile ülkemizin dış politika hedefleri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu nedenle, bütçenin etkin ve verimli kullanımı tahminlerin çok ötesinde önemlidir.
Bizim CHP olarak dış politika anlayışımız, Suriye’den Libya’ya, Filistin’den Venezuela’ya, Balkan ülkelerinden Afrika kıtasına kadar neredeyse dünyadaki bütün sorunlara Türkiye’yi taraf kılarak bizleri yaşamsal tehditlerle karşı karşıya bırakan bir dış politika anlayışı değildir. Bizim dış politika anlayışımız, laikliği ve çağdaşlaşmayı önceleyen, komşularının toprak bütünlüklerine saygı duyan, büyük devletlerle dengeli ilişkiler kuran ve dünyaya Lozan Antlaşması ile somutlaştırdığımız, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi penceresinden bakan uzun erimli bir çizgi üzerinde konumlanır. Daha açık bir ifadeyle, bizim dış politikamız tarafgir, mezhepçi, saldırgan ve yayılmacı politikalarla tanımlanan ve son yıllara egemen olan dış politikanın tam tersidir.
2002 yılından bu yana, Cumhuriyet’in temel değerlerinden uzaklaşarak, Türkiye’yi AB’ne tam üyelik yolundan kopararak, Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’da müdahaleci bir politika izleyerek, Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere dış politikayı yapan kurumları partizanca yapılandırarak, ABD ve Rusya arasındaki denge siyasetini terk ederek ve Türkiye'nin dış politikasını iç politikanın bir uzantısı gibi kurgulayarak sürdürülen yanlış uygulamalar tamiri neredeyse imkânsız bir enkaz yaratmıştır.
Dış politikamızın ne hale getirildiğine ilişkin son beş hafta içinde tanık olduğumuz üç olayı hatırlatmak isterim:
1) Mülteci meselesi konusunda Almanya, Fransa, İngiltere ile yapılacak 4’lü zirveye ilişkin 30 Ekim’de Sayın AKP Genel Başkanı, “Bu toplantının yapılacağı üç yer var. Ya Şanlıurfa ya Gaziantep ya İstanbul. Sen beni Berlin’e çağırıyorsun. Ben turist miyim ya ne işim var benim orada?” demiştir. Yaklaşık bir hafta sonra, bu defa Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü kameralar karşısına geçip zirvenin Londra’da yapılacağını duyurmuştur.
2) ABD Başkanı Trump’ın Sayın Erdoğan’a hakaretler içeren ve ekinde SDG lideri Ferhat Abdi Şahin’in yazdıkları da bulunan 9 Ekim tarihli mektup, yine Trump tarafından 16 Ekim’de basınla paylaşılmış; bu konuda bir hafta boyunca hiçbir şey yapmadan sessizce bekleyen Sayın Erdoğan, önce mektubu çöpe attık demiş sonra da 13 Kasım tarihinde ABD ziyaretinde mektubu Trump’a iade edememiş ancak takdim etmiştir.
3) 1950'den bu yana üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi'nin “Gazetecilere yönelik saldırılar” başlıklı paneline, iktidar muhalifi bir gazeteci konuşmasın diye müdahale eden Türkiye, müdahalesi boşa çıkınca büyükelçisine paneli protesto ettirmiştir. Avrupa Konseyi’nde gazeteci beğenmeyen iktidarın hangi gazetecilerden hoşlandığını 13 Kasım’da Washington'da ABD Başkanı Trump açıklamıştır. AKP iktidarına çalışan ‘dostane gazeteciler'i dünyaya tanıttığımız için gurur mu duymalıyız hicap mı, açıkçası bilemedim.
Türkiye – AB ilişkilerinin durma noktasına gelmesi, iç politikayı dizayn etmek maksadıyla dış politikada atılan adımların ülkemize maliyetlerinden biridir. İdam cezasını sürekli gündemde tutan, AB ülkelerini mültecilere kapıları açmakla ve IŞİD militanlarını göndermekle tehdit eden, IŞİD’le etkin mücadele ettiğimize dair neredeyse bütün Batılı ülkelerde şüphe uyandıran bir söylem, Avrupa Birliği ile müzakerelerin 'her an' bitebileceği hissini uyandırıyor. Böyle bir algı oluşması çok tehlikeli ve zararlıdır. AB ve AKP iktidarı arasındaki anlaşmazlıklar basit, kolay çözülebilir, gündelik anlaşmazlıklar değildir. Aradaki makasın asıl sebebi, dünyaya bakış ve medeniyet farkıdır. Kısaca, ilericilik ve otoriter tutuculuk arasındaki farktır. Bu nedenle, Türkiye’de AB’yle ilişkileri yeniden yoluna koymak için, her ne olursa olsun diplomasi kanalının açık tutulmasını ve müzakerelerin devam etmesini savunuyoruz.
AB’nin Türkiye’ye tepki gösterdiği başlıca konulardan biri de Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon faaliyetleridir. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz için yürütülmesi gereken diplomasinin zayıf ve etkisiz kaldığını üzülerek gözlemliyoruz.
Türkiye’ye yaptırım uygulamaya hazırlanan AB’ne karşı Türkiye ve KKTC’nin haklarını AB’den uzaklaşarak mı savunacağız? Yoksa Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Suriye, İsrail, Mısır’a büyükelçi göndermeyerek mi? İktidar haklarımızı kavga ederek ve ülkemizi yalnızlaştırarak savunmak niyetindeyse şunu belirtmek isterim: “Değerli yalnızlık” politikası, “değersiz” bir dış politika doğurmuştur!
Bütün dünya bilmektedir ki, ABD’deki Halkbank davası ve Senato’daki Sayın Erdoğan'ın malvarlığını da kapsayan yaptırımlar tasarısı Türkiye'nin üzerinde adeta Damokles'in kılıcı gibi ciddi bir tehdit oluşturuyor. Rusya’nın elindeki IŞİD dosyalarının da bu tehditlerden aşağı kalır bir yanı yok. Bu yüzden dış politika Washington ve Moskova arasında kıvranıyor, kıvrandıkça daha da sıkışıyor.
Sayın Bakan,
Her fırsatta “sahada ve masada güçlü diplomasi” diyorsunuz. Sahadaki güçten kastınız Suriye’de olduğu gibi sahadaki askeri varlığımızı artırmaksa, Türkiye’nin bölgedeki askeri varlığını genişleterek masadaki gücünü artıracağı düşüncesinin çok tehlikeli olduğunu vurgulamak isterim.
Masada güçlü diplomasiyi ise Dışişleri Bakanlığı’nı partizanlarla doldurarak, dışarıdan kariyer dışı büyükelçiler atayarak sağlamak mümkün değildir.
2018 yılı Faaliyet Raporu, 2019-2023 Stratejik Planı ve 2020 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı gösteriyor ki, iktidarın dış politikamızı düzeltmek için kapasitesi ve ufku yetersizdir.
- Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan yıllık program, dış politikanın otoriter tek adam rejiminin hedefleri doğrultusunda gerçekleştiğini, Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal olarak içinin boşaltıldığını göstermektedir.
- Kamu diplomasisi faaliyetlerinde lobiciliğe önem verildiği raporlardan anlaşılıyor. Lobicilik faaliyetleri iktidar için büyük ve özel bir anlam ifade ediyor bunu biliyoruz. Ama, bunca dökülen paralara ve yapılan masraflara rağmen, ABD Temsilciler Meclisi’nin Türkiye karşıtı kararları geçirmesi çalışılan lobi firmalarının ne kadar yetenekli olduğunu da ibret verici şekilde gösteriyor.
- Raporlarda ne Venedik Komisyonunun eleştirilerini giderecek ne de AB ile ilişkileri düzeltecek adımlara rastlanmakta.
- Raporlarda Ortadoğu’ya ilişkin hedefler arasında, Kahire, Şam ve Tel Aviv Büyükelçilerinin yeniden görevlendirilmesi söz konusu edilmemekte. Bunlar, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de itibar ve mevzi kaybetmekten rahatsız olunmadığının belgeleridir.
Sayın Bakan,
Değerli milletvekilleri,
Ortadoğu’dan söz etmişken, Suriye politikasına gelmek isterim. CHP olarak 28 Eylül’ de bir Suriye Konferansı düzenledik, beklerdik ki, sizler de iştirak edin, Rusya ve ABD dışında Suriye’de neler yapılabileceğini içeriden dinleyin, dinleyin ki; Adana Mutabakatı’na dönüş çağrısını biz aylar öncesinden söylediğimiz halde, Putin’in aylar sonra dikkatinize getirmesi sayesinde keşfetmeyin.
Sayın Bakan,
Suriye konusunda bazı öneriler yapmak isterim:
- Suriye’nin toprak bütünlüğünü, siyasi egemenliğini ve bağımsızlığını Gaziantep merkezli Geçici Suriye Hükümeti kurarak, bu oluşumun Başkanı’nı TV’lere çıkararak, bu oluşumun Suriye’den alınan diplomalara denklik vermesine izin vererek, Afrin’de ÖSO’nun çaldığı zeytinlerden üretilen zeytinyağlarını Türkiye üzerinden “ihraç” ederek, Suriye’de fakülte kurarak sağlamak mümkün değildir. Bütün dünya, Suriye’deki askeri varlığımızın giderek azaltılmasını beklerken, görülen odur ki AKP’nin Suriye’den çıkmaya niyeti yoktur. Olsaydı, Suriye toprakları üzerinde Türkiye merkezli olarak kurumsallaşmaya çalışılmazdı.
- Cumhurbaşkanlığı Yıllık Raporunda, kamu diplomasisinin İletişim Başkanlığı ile koordineli yürütüleceği yazıyor. İletişim Başkanlığı, sizin yerinizi aldı Sayın Bakan, Dışişleri Bakanlığı'na yıllarca hizmet vermiş bir emekli diplomat olarak, size bu konudaki tespitlerimi anlatmak ve sizi devre dışı bırakanlara karşı dikkatli olmanızı hatırlatmak benim görevim. Kamu diplomasisi, Dışişleri Bakanlığı'nın elinden çıktı, farkında mısınız?
Sayın Bakan,
Değerli Milletvekilleri,
- Biliyorsunuz, Birleşmiş Milletler’in raporlarında Afrin bölgesine ilişkin “Özgür Suriye Ordusu” kaynaklı ağır insan hakları ihlalleri vurgusu yapılıyor.
Buna rağmen, terörle mücadele gerekçesiyle başlatılan Barış Pınarı Harekatı’nda neden bu cihatçı unsurlara alan açıldı? Bunlar yüzünden Türkiye’nin hangi ithamlarla karşı karşıya olduğundan haberiniz olmadığını düşünmüyorum. Güvenli bölge adı verilen topraklara Türkiye’de bulunan ve bugüne kadar orada yaşamamış Suriyeli Araplar yerleştirilmeye çalışılıyor. Buna dünyanın birçok ülkesinde etnik temizlik dendiğini bilmiyor olamazsınız.
- Bizler halkların eşitliğine inanan bir partiye mensubuz. Etnik, dini ve mezhebi temellere dayalı dış politika anlayışı çökmüştür. Türkiye'deki mevcut iktidar döneminde dış politikamız batağa saplanmış bir haldedir, her gün de yeni bir duvara çarpmaktadır.
Dış politikamızın içine sokulduğu darboğazdan kurtulması için güven duyulacak bir dış politikaya ihtiyaç vardır.
Sayın Bakan,
Sözlerime son vermeden önce iki hususa ilişkin gözlem ve endişelerimi de paylaşmak isterim.
Birincisi şahsınız ile ilgili. Sizin itibarınız bizim için önemli, zira siz Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanısınız. AKPM Başkanlığı yaptınız. Ancak sizin itibarınıza yönelik ciddi ithamlar ve iddialar gündeme getirildi. Bunları üzüntüyle izledik. Açıkçası, sizin bu tür itham ve iddialar hakkında nasıl bir hukuki tedbir almayı düşündüğünüzü, davacı olmayı düşünüp düşünmediğinizi sormak isteriz. Zira, dediğim gibi, sizin itibarınız önemli ve bunun mutlaka düzeltilmesi, iddiaların cevapsız bırakılmaması gerekiyor.
İkinci olarak şunu belirtmek isterim.
Sayın Bakan, ben son birkaç yılın bütçesine baktığımda şöyle bir tespitte bulunuyorum:
Milli Savunma Bakanlığı'nın genel bütçe içindeki payı sürekli olarak artarken, Dışişleri Bakanlığı'nın genel bütçe içindeki payı azalıyor. 2017 yılından beri bu istikrarlı bir şekilde görülüyor.
Aynı şekilde, 2018 yılından itibaren de Milli Savunma Bakanlığı'nın bütçesindeki yıllık artış Dışişleri Bakanlığınınkinden fersah fersah önde gidiyor. Ama bence en çarpıcı olan işte şu üzerinde konuştuğumuz 2020 yılının bütçesi. MSB'nın bütçesinde geçen yıla oranla artış %15,92 iken DB'nın bütçesinde geçen yıla oranla artış sadece, evet sadece %1,76.
O zaman, ben bu tespitten şöyle bir sonuç çıkarıyorum: Türkiye artık diplomasiye değil askeri güce dayalı bir dış politika uygulaması içine girmiştir. Böyle bir dış politikanın "hem sahada hem masada güçlü olacağız" söylemiyle bağdaştırılması mümkün değildir. Sahada güçlü olmak da dış politika değil askeri politikadır. Türkiye artık yumuşak güç kullanamamaktadır.
Sayın Bakan, sizden beklentim, Dışişleri Bakanlığımıza sahip çıkmanız, dış politikamıza sahip çıkmanız, diplomasiye sahip çıkmanızdır. Sizin diplomasiyi geri plana atan bir dış politika anlayışının uygulayıcısı olarak anılmanızı, Bakanlığımızın eski bir mensubu olarak asla istemem, birlikte çalıştığınız mesai arkadaşlarınız da istemez. Umarım bu gidişi tersine döndürecek fırsatı bulur, en kısa zamanda da hayata geçirirsiniz. Bunun için muhtaç olduğunuz Kudret beraber çalıştığınız gerçek Dışişleri Bakanlığı kadrolarında mevcuttur, dışarıdan empoze edilenlerde değil. Hepinize saygılar sunarım.
21.12.2024
21.12.2024
20.12.2024
20.12.2024