16.10.2019
16.10.2019
CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI ÇEVİKÖZ'ÜN TBMM GENEL KURULUNDA YAPTIĞI KONUŞMA
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, TBMM Genel Kurulunda, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Barış Pınarı Harekatıyla ilgili bilgilendirilme yapmasının ardından, CHP Grubu adına söz aldı.
Genel Başkan Yardımcısı Çeviköz şöyle konuştu:
Değerli milletvekilleri, bugün, aslında çok daha önce yaşamamız gereken ender bir toplantı gerçekleştiriyoruz. Türkiye'nin fevkalade önemli bir harekâta giriştiği bir sırada Dışişleri Bakanı geliyor ve yüce Meclisimizi aydınlatmaya gayret ediyor. Biz aslında böyle bir toplantının, böyle bir harekât başlamadan çok evvel yapılmasını bekler ve isterdik çünkü bu Mecliste hep birlikte karar alıyoruz, hep birlikte Türkiye'nin menfaatlerini düşünüyoruz ve böylesine önemli bir harekât başlamadan önce de Hükûmetin, iktidarın ne şekilde bir eylem planı içinde olduğunu önceden bilmek, aydınlanmak isterdik. İş işten geçtikten sonra, Türkiye yalnızlaştıktan sonra bize gelip burada herhangi bir şekilde açıklama yapmanın da hiçbir faydası olduğunu düşünmüyoruz.
Dünyada yalnızlık konusu üzerinde durmak istiyorum. Sayın Bakan biraz evvel çok değerli Dışişleri Bakanlığı mensubu arkadaşlarımızın -ki ben de aynı kökenden geldiğim için kendilerini de saygıyla selamlıyorum, bütün sevgili arkadaşlarımı- diplomasi atağı yaptıklarını ve büyük bir diplomasi başarısı gösterdiklerini söyledi. Bunda hiçbir kuşkum yok, elbette bu çabanın fevkalade değerli bir çaba olduğunu düşünüyorum ancak gelinen noktada Türkiye şimdiye kadar dünyada hiç olmadığı kadar yalnız kalmıştır. Geçen hafta Londra'da NATO Parlamenter Asamblesi toplantısı vardı. NATO üyesi ülkelerin parlamenterlerinin istisnasız hepsi Türkiye'yi eleştirdiler ve Türkiye'yi kınayan ifadeler kullandılar. Türkiye'nin harekâtını bir işgal ve uluslararası hukuka aykırı, meşru görülmeyen bir olay olarak nitelendirdiler.
Eğer Türkiye diplomasi faaliyetini bu harekâta girişmeden evvel etkin bir şekilde kullanabilmiş olsaydı bu ithamlarla karşılaşmayacaktık.
Bakınız, dünyada yalnızlık derken sadece müttefiklerden veya NATO ülkelerinden kaynaklanan bir yalnızlıktan söz etmiyorum. Türkiye'yi kınayan ülkeler arasında Arap ligi de var. Arap ligi neden önemli biliyor musunuz? Türkiye, dış politikasında bölge ülkeleriyle, Orta Doğu ülkeleriyle ve Arap ülkeleriyle birlikte hareket edebilmek ve bir beraberlik yaratabilmek için Arap ligine bir üyelik başvurusunda bulundu, gözlemci ülke olarak kabul edildi ve uzun süre de beraber toplantılar yaptı ama bugün Arap Ligi, Türkiye'yi kınayan bölge örgütlerinin başında geliyor. Hep öne çıkarılan, Adalet ve Kalkınma Partisinin Orta Doğu politikasının önemli bir unsuru olan Filistin dahi, Arap Ligi'nin kararında, Türkiye'yi kınayan ülkeler arasında onlarla birlikte hareket ediyor. Bu ne demektir, biliyor musunuz? Şu soruyu sormayı gerektiren bir durumdur: Acaba, o kadar önem verdiğimiz ve çözmeye gayret ettiğimiz, düzen kurucu olarak gittiğimiz, Orta Doğu bölgesinde en öncelikli ülke olarak ve halk olarak gördüğümüz Filistinlileri yalnız bırakmamızın sonucunda mıdır Arap Ligi'ndeki bu karara onların da bu şekilde destek vermeleri? Acaba, Kudüs'teki Başkonsolosumuzu göreve gönderemememizden dolayı mıdır bu şekilde bir yalnızlıkla karşı karşıya kalmamız? Acaba, İsrail'le ilişkileri doğru dürüst yürütemediğimiz için, karşılıklı büyükelçiler çekildiği zaman "Biz sizin Kudüs'teki Başkonsolosunuzu da istemiyoruz burada." demelerine yol açması nedeniyle mi bugün, Filistin bu şekilde yalnız kalmış ve Türkiye'yi de bu şekilde kınayan ülkeler arasında yerini almıştır? Bunları sormak lazım değerli arkadaşlar.
Afrika açılımı dedik, yıllarca Afrika açılımı için uğraştık. Afrika açılımını niteliksel değil de niceliksel olarak gördüğümüz o kadar net bir şekilde ortaya çıktı ki sürekli böbürlenerek Afrika ülkelerinde kaç tane büyükelçilik açtığımızdan söz ediyoruz ama Türkiye'yi kınayan ülkeler arasında Afrika ülkeleri de var; sadece Somali Türkiye'ye destek vermiş. Zaten Türkiye'ye destek veren ülkelerin esamesi bile okunmuyor çünkü dünya üzerinde o kadar çok ülke Türkiye'yi kınıyor ki o destek veren ülkeler hem parmakla sayılacak kadar az hem de sesleri çıkmıyor.
Diplomasisizlik üzerine kurulmuş bir diplomasi faaliyeti yürütüldü, bunun sonucudur ki Türkiye fevkalade yalnız bırakıldı. Ben Amerika Birleşik Devletleri'yle olan ilişkiler konusunda da Sayın Bakanın söylediklerini dikkatle dinledim. Özellikle Amerika Devlet Başkanı ile Türkiye Cumhurbaşkanı arasında geçen telefon görüşmelerinden söz edildiğini duydum ve dinledim. Burada birtakım vaatlerden bahsedildi ama acaba Amerika Birleşik Devletleri Başkanının, PYD/YPG'nin lideri olarak kendisiyle telefon görüşmesi yapan Mazlum Kobane hakkında Amerika Birleşik Devletleri'ne herhangi bir şekilde bir soru sorulmuş mudur, bunu merak ediyorum. Bunu hepimizin de merak etmesi lazım. Trump eğer Sayın Erdoğan'la görüşüyorsa ve ondan evvel Mazlum Kobane'yle bir telefon görüşmesi yapıyorsa herhâlde bunun ve bir gerekçesinin olup olmadığının da bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri'nden sorulması, hatta gerekçe sormadan, doğrudan doğruya kınanması gereken bir olay olduğunu düşünüyorum. Bunu da özellikle dikkatlerinize sunmak isterim.
IŞİD'le ilişkiler: Niçin IŞİD'in sorumluluğunun ihalesini üzerinize aldınız? Trump'la yapılan görüşmelerde "Bundan sonra IŞİD'le ilgili sorumluluk da artık size aittir." denilmedi mi? Denildi. Madem böyle bir şey denildi, o zaman niçin böyle bir heveslilik gösterdiniz? Bugün kontrol altında tuttuğumuz bölgelerdeki hapishanelerden bir tanesinde IŞİD'li tutukluların bulunduğunu söylediklerini söylediniz ama oraya ulaşıldığında orada hiç kimsenin bulunmadığını ve bütün IŞİD'lilerin serbest kaldığını ve kaçtığını tespit ettiğinizi dile getirdiniz. Şimdi aslında sormak lazım: Mademki IŞİD'in sorumluluğunu ve mademki bu kadar hevesle IŞİD'le mücadeleyi üzerinize aldınız, o zaman, o kaçan IŞİD'lileri nasıl bulacaksınız, nasıl yakalayacaksınız? Kaçmayan ve daha hâlâ orada bulunan, sizin de üzerinize sorumluluk aldığınızı dile getirdiğiniz IŞİD'lilerle ilgili sorumluluğunuzu nasıl yerine getireceksiniz? Bunların oradaki tutukluluk devamlılığını nasıl sağlayacaksınız? Onların herhangi bir şekilde hukuka bir cevap vermeleri veya suçluluklarının karşılığında bir hesap vermeleri gerekirse bunları siz mi üstleneceksiniz yoksa Suriye hükûmetiyle orada iş birliği mi yapacaksınız?
Suriye hükûmeti derken şunu da elbette vurgulamakta yarar var: Adalet ve Kalkınma Partisinin ve iktidarın bir Suriye politikası yoktur. Maalesef, iyi komşuluk ilişkilerine dayanan, Türkiye'de Suriye'den Türkiye'ye gelerek geçici koruma altına alınmış olan Suriyelilerle ilgili bir politikası da olmadığı gibi, Suriye halklarıyla birlikte iyi bir geçinme sağlamak maksadıyla atılmış bir adım da yoktur. Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı zaten, o zaman, bizim uzun bir zamandan beri dile getirmiş olduğumuz Adana Mutabakatı üzerinde durulur ve Adana Mutabakatı üzerinden hareket edilerek çok net bir şekilde Suriye'yle, Şam'la diyalog kurulurdu. Böyle bir diyalog yapılmadı ama dışarıdan empoze edildiği zaman, Rusya'dan empoze edildiği zaman, Adana Mutabakatı biz söylediğimiz için değil, başkaları söylediği için keşfedildi ve Adana Mutabakatı'na dayalı olarak operasyon yapıldığı dile getirildi. Adana Mutabakatı'na dayalı olarak Suriye'de terörle mücadele için iki orduyu karşı karşıya getiren bir durumla karşılaşıldı. Bunun için Rusya'nın arabuluculuğuna mı gerek vardı? Mademki bir Adana Mutabakatı mevcuttu ve mademki Türkiye'nin elinde Şam'la diyalog kurduğu takdirde bunu kullanma ve Suriye'deki sorunu çözebilme imkânı vardı, neden o şimdiye kadar kullanılmadı? Rusya'nın arabuluculuğuyla ilgili olarak da şöyle bir ifadeden söz ediliyor, deniyor ki: Münbiç'e Suriye ordusu girmiş ve Suriye ordusunun Münbiç'e girmiş olması aslında çok büyük bir memnuniyetle karşılanmış çünkü zaten, Münbiç Suriye'nin kendi toprağıymış.
Değerli milletvekilleri, kavramlara dikkat etmek lazım. Türk Silahlı Kuvvetleriyle birlikte hareket ettiği ileri sürülen "Suriye millî ordusu" adı altındaki oluşum nedir? Eğer böyle bir Suriye millî ordusu ile Türkiye birlikte hareket ediyorsa İdlib'den toparlanan birtakım teröristlerin, birtakım cihatçıların, El Nusra, El Kaide bağlantılı bazı grupların oluşturdukları bu oluşuma niçin "Suriye millî ordusu" adı veriliyor ve niçin Türkiye bunlarla birlikte hareket edip Suriye topraklarında operasyon yapıyor? Ama karşısına gelen Suriye ordusu Münbiç'i aldığı zaman da ona da saygı gösteriliyor. Hangisi millî ordudur, hangisi Türkiye'nin muhatabı olması gereken Suriye ordusudur?
Son olarak şunu da hatırlatmak isterim: Biliyorsunuz, bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu Türkiye'nin Suriye'ye başlatmış olduğu operasyonla ilgili olarak bir toplantı yapacak ve o toplantıyla ilgili olarak da büyük bir olasılıkla Türkiye'nin bu harekâtı durdurması çağrısında bulunulacak ama Birleşmiş Milletlerden aynı zamanda şöyle bir çağrı da geldi, dendi ki: "Türkiye'nin beraber hareket ettiği bazı grupların yapmış olduğu eylemler sonucu Türkiye hesap vermek zorunda kalabilir ve suçlu olabilir." Siz, birlikte hareket ettiğiniz bu oluşumlara, İdlib'den toparladığınız o gruplara ne kadar hâkimsiniz? Bunları ne kadar kontrol edebiliyorsunuz? Bunların gittikleri yerlerde, girdikleri meskûn mahallerde yaptıkları bütün katliamları ne şekilde kontrol ediyorsunuz ve bunların kayıtlarını nasıl tutuyorsunuz? Yarın öbür gün size Birleşmiş Milletlerden bunların hesabı sorulduğunda nasıl cevap vereceksiniz? Bunların hiçbir açıklaması yoktur.
Konuşmamda Türkiye'nin bir Suriye politikası olması gerektiğini... Adalet ve Kalkınma Partisinin bir Suriye politikası olmadığını söyledim. Cumhuriyet Halk Partisinin bir Suriye politikası vardır. 28 Eylül tarihinde İstanbul'da bir Uluslararası Suriye Konferansı düzenledik. Uluslararası diyorum çünkü uluslararası katılımcılar da vardı. Sayın Bakana da davet gönderdik, Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerine de davet gönderdik ama hiç kimse lütfedip bu toplantıya gelmedi. O toplantının sonucunda yayımlamış olduğumuz ev sahibi özetini dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Aynı zamanda 7 Ekim tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Suriye politikasıyla ilgili olarak yayımlamış olduğu bir belgeyi de dikkatle okumanızı tavsiye ederim. Gerçekten olması gereken bir Suriye politikası varsa Cumhuriyet Halk Partisi hazırdır, elini taşın altına sokmaya da hazırdır. Suriye politikasıyla ilgili belgesini de kamuoyuyla ve Türkiye ile paylaşmıştır, siz de bunu okursanız o zaman doğru dürüst bir Suriye politikası oluşturursunuz.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
21.12.2024
21.12.2024
20.12.2024
20.12.2024