02.01.2020
02.01.2020
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresini görüşmek üzere toplanan TBMM Genel Kurulu'nda konuştu.
CHP Grubu adına söz alan Çeviköz şunları söyledi:
"Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, hanımefendiler, beyefendiler; Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, yeni yılın ilk Genel Kurul toplantısı olması nedeniyle yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyorum.
Sayın Başkan, bu yıl Meclisimizin açılışının 100'üncü yılını kutlayacağız. Sizin bunu ne kadar önemsediğinizi biliyorum. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak çok önemsiyoruz. Onun için bu yılın bu ilk toplantısında olabildiğince yüksek bir katılımla burada mevcudiyetimizi gösteriyoruz. Genel Kurulda alınacak kararların da 100'üncü yıl ruhuna olduğu kadar yüce Meclisimizin kuruluş ilkelerine ve bu kuruluşun tarihî arka planına da uygun olmasını temenni ediyorum. Ancak bu durumun sadece temenniyle kalacağını daha bugünkü gündemden maalesef anlıyoruz. Dilerdim ki Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarında da, Genel Kurulun, Meclisimizin 100'üncü yılının kutlanacağı yılındaki ilk oturumunda daha kalabalık bir şekilde, muhalefetin görüşlerini dinlemek için burada hazır bulunmaları mümkün olsaydı.
Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemizin, yurttaşlarımızın, Silahlı Kuvvetlerimizin geleceğini çok yakından ilgilendiren, önemli, hatta belki de tarihî bir karar tasarısı ve bir tezkere üzerinde görüşmek üzere olağanüstü bir toplantıya davet edilmiş bulunuyoruz. Libya'ya Silahlı Kuvvetlerimizin gönderilmesi konusu. Önemli, çünkü iktidar bu kararla Türkiye'yi çok büyük bir tehlikenin içine atmak üzere. Tarihî, çünkü Türkiye'nin şimdiye dek Silahlı Kuvvetlerini daha önceki örneklerde rastlamadığımız ve daha önceki örneklerle kıyaslanmayacak bir maksada yönelik olarak başka bir ülkenin topraklarına gönderme kararı alıp almamanın eşiğindeyiz.
Kısaca, bazı gelişmeleri tarih sırası içinde siz değerli milletvekillerimize hatırlatmak isterim. İktidar, Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle 27 Kasım tarihinde 2 mutabakat muhtırası imzaladı. 10 Aralık tarihinde Sayın Erdoğan televizyonlarda canlı yayında Libya yönetiminin ya da halkının talep etmesi durumunda Libya'ya asker gönderileceğini söyledi. Ortada henüz tezkere yok, hatta daha imzalanan mutabakat muhtıraları da Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş değil. Ama ne var? Saraydan bir sipariş var. Deniyor ki: "Bizi davet edin, davet edin ki biz de gelebilelim."
11 Aralık tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu toplantısında Dışişleri Bakan Yardımcısı gündemde olmadığı hâlde Libya'yla imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakat Muhtırası hakkında komisyon üyelerine bilgilendirme yaptı. Bu bilgilendirme sırasında sorduk: "Libya'yla 2 mutabakat muhtırası imzalandı. Haberlerde, Libya'ya asker gönderileceği sözleri dolaşıyor. 2'nci muhtıra nedir? Bunun hakkında bilgi vermeyecek misiniz?" Hatta "Deniz Yetki Alanları Muhtırası'nı imzalamak için Güvenlik ve Askerî İş Birliği Muhtırası'nı Libya tarafı mı istedi?" diye de endişelerimizi dile getirdik. Bizlere ikisinin birbiriyle alakasının olmadığı açıklaması yapıldı.
12 Aralık tarihinde, bu defa Dışişleri Komisyonu olağanüstü toplantıya çağırıldı ve deniz yetki alanlarıyla ilgili mutabakat gündeme koyuldu. Biz, bu mutabakat muhtırasına Doğu Akdeniz'deki dengeler nedeniyle olumlu baktığımızı belirttik. Beri taraftan, Türkiye'nin Libya'da anlamsız ve tehlikeli bir maceraya sürüklenmemesi için uyarılarımızı da yapmaya devam ettik.
14 Aralık tarihinde, sözde gündemde olmayan ve önemsenmiyormuş havasıyla geri planda bırakılan Güvenlik ve İş Birliği Mutabakat Muhtırası, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edildi, ardından da 16 Aralık tarihinde Dışişleri Komisyonu olağanüstü bir toplantıya çağrılarak gündeme alındı. Orada da itirazlarımızı dile getirdik. Her şeyden önce muhtıranın uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı maddeler içerdiğini, bu mutabakat muhtırasının Türkiye'yi Libya'da savaşa sokacak nitelikte olduğunu açık açık dile getirdik. Hatta o zaman, Türkiye'nin Libya'ya muharip askerî güç göndermesine kapı aralanıyor dedik. Bu uyarılarımız da dikkate alınmadı ve mutabakatın sadece bir eğitim ve iş birliği öngördüğü, muharip güç göndermeyi öngörmediği açıklaması yapıldı.
Değerli milletvekilleri, özetle, bugün önümüzde bulunan tezkere metni önceden planlanmış, sarayın siparişiyle Silahlı Kuvvetlerimizi Libya çöllerinde savaşa göndermek üzere hazırlanmış bir felaket çağrısıdır. Bunun altını kuvvetle çizmek isterim. Bu tezkere Türkiye'nin şimdiye dek uzak coğrafyalara asker gönderme kararı alırken özen gösterdiği insani yardım maksatlı bir asker gönderme tezkeresi değildir, Türk askerini Libya'da savaşmak üzere gönderecek olan bir savaş tezkeresidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, hele kuruluşunun 100'üncü yıl dönümünde olağanüstü toplantıya çağrılmak suretiyle iktidarın oldubittiye getirme politikalarına ve sarayın siparişlerine araç olarak kullanılmamalıdır. Burada, bu kürsüden yemin ederek göreve başladık, milletimizin oylarıyla milletin vekili olduk, şerefimizle milletin vekili olmaya devam edelim.
Değerli milletvekilleri, bu tezkerenin, dolayısıyla Libya'ya askerlerimizi göndermenin bir ulusal güvenlik gereği olduğunu düşünenleriniz olabilir. Bir yanılgıya düşülmemesi için vurgulamak isterim, bu tezkere metninde askerlerimizin bir yıl süreyle Libya'ya harekât ve müdahalede bulunmak üzere gönderilmesi için sıralanan gerekçelerde asla millî güvenlikten söz edilmiyor, "millî çıkar" ifadesi kullanılıyor. Nedir bu millî çıkarlar, kim tarif ediyor millî çıkarları? Savaşa davetiye çıkaran ve asker göndermek için sipariş verenler mi? Bu tezkere metninin hiçbir yerinde ve hiçbir şekilde tehdit veya risk altındaki ulusal çıkarlarımız tarif edilmiyor. Bu neden önemlidir biliyor musunuz? Libya'ya askerî kuvvet gönderiyorsunuz, askerlerinizi bir iç savaşın hüküm sürdüğü yabancı bir ülkenin topraklarında can güvenliği tehdidinin tam ortasına atıyorsunuz yani bir askerî harekâta kalkışıyorsunuz fakat siyasi hedefiniz belli değil. Her askerî harekâtın bir siyasi hedefi vardır. O siyasi hedef de ulusal çıkarlara göre belirlenir. Dolayısıyla, gönderilecek askerî gücün büyüklüğü, tipi, hedefleri de bu ulusal çıkarların korunmasını garanti altına alacak şekilde belirlenir. Burada ulusal çıkarların ne olduğu belli olmadığı gibi gönderilecek askerî unsurlarımızın "şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde" ifadesiyle ucu açık, muğlak ve belirsiz bırakılmıştır. Yani sipariş listesi sarayın elindedir. Yüce Meclisimizin kuruluşunun 100'üncü yılında bir savaşa taraf olmak üzere yurt dışına asker gönderme kararı alması istenirken üzerinde "Sen kararı al, gerisini merak etme." şeklinde bir baskı oluşturulmaktadır. Ulusal egemenliğimizi temsil eden yüce Meclisimizi de bu şekilde işlevsiz bırakan bir karar tasarısını onaylamamız asla mümkün değildir.
Silahlı Kuvvetlerimiz kimsenin özel güvenlik gücü değildir. Vatan evlatları Libya çöllerine bu şekilde sorumsuzca sevk edilemez. Libya'dan bir şehit haberi gelince ne yapacaksınız? Aileleri, sıradan bir kazaymışçasına "Oğlunuzun ölümü kader." diyerek mi teselli edeceksiniz?
Değerli milletvekilleri, Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin uluslararası meşruiyeti Aralık 2015'te imzalanan Suheyrat Anlaşması'na ve bu anlaşmaya atıf yapan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2259 sayılı Kararı'na dayandırılmaktadır. Ancak Suheyrat Anlaşması'nın birçok maddesi bugün uygulanmadığı gibi bu anlaşma uyarınca görevleri tanımlanmış olan Temsilciler Meclisi de Tobruk'ta bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin daimî üyelerinden Rusya ve Fransa, Libya'da savaşan taraflardan biri olan Hafter'i güçlü bir şekilde desteklemekte; Amerika Birleşik Devletleri de Hafter'e yakın ilişki kurmaktadır. Bütün bunlar Ulusal Mutabakat Hükûmetinin uluslararası meşruiyete sahip olduğu görüşünün sağlam dayanaklardan yoksun olduğunu ve Trablus'taki hükûmetin kırılgan bir zemin üzerinde durduğunu göstermektedir. Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti tek ve meşru hükûmet olarak tanınsa bile bu meşruiyet ciddi şekilde sorgulanmaktadır.
Şimdi, bir yandan bu tezkerede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2259 sayılı Kararı'na atıf yaparak Libya'ya asker göndermek için sözde uluslararası hukuka dayalı bir meşruiyet yaratmaya çalışılıyor ama bir yandan da aynı Birleşmiş Milletlerin Libya'ya silah gönderilmesini yasaklayan 1970 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı'na aykırı bir şekilde Libya'ya silah, teçhizat, malzeme ve asker gönderilmeye kalkışılıyor. Bunlar Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde karşı karşıya kaldığı güvensizlik, istikrarsızlık, itibarsızlık ve hukuksuzluk algılarını daha da keskinleştiriyor ve daha da yalnızlaşmamıza yol açıyor.
Sayın milletvekilleri, bu tezkere kendi içinde çelişkilerle dolu. Bir yandan Libya'daki insani durumun giderek kötüleştiği ve IŞİD başta olmak üzere, El Kaide uzantılı örgütlerin verimli bir hareket sahasına kavuştukları söyleniyor, bu gelişmelerin de Libya ve bölge ülkeler için tehdit oluşturduğu söyleniyor; bir yandan da Türkiye'nin bu tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbiri alacağı dile getiriliyor. Bölge ülkeleriyle kapsamlı bir istişarede bulundunuz mu? Bizim gördüğümüz kadarıyla, Tunus, Libya'ya askerî bir müdahalenin doğru olmadığı görüşünde. Mısır'la bir istişare yapıldı mı? Cezayir'le, Sudan'la, Çad'la, Nijer'le bir istişare yapıldı mı? Hadi bunlardan geçelim, İtalya'yla, Fransa'yla, Yunanistan'la bir istişare yapıldı mı?
"Ben yaptım oldu" zihniyetiyle devlet yönetilmez. Sayın milletvekilleri, bu zihniyetle Türkiye Büyük Millet Meclisine tahakküm edilemez. Diplomasi yeteneğini kaybetmiş, çözümü kuvvet kullanımında arayan, bu kuvvet kullanımına da vatan evladını kurban etmeye hazırlanan bir zihniyetle karşı karşıyaysak, bu zihniyete geçit vermemek, işte bu içinde bulunduğumuz, "Gazi" unvanını kazanan yüce Meclisimizin görevi olmalıdır.
Sürekli olarak Libya'ya yabancı unsurların kaydırıldığı, farklı uçakların Trablus'a indiği, bunların İdlib'den, Suriye'nin başka bölgelerinden gelen, Silahlı Kuvvetlerimizin desteklediği paralı askerlerden oluştuğu haberleri dolaşıyor. Türkiye bölgedeki başka ülkelerin vekâlet savaşlarına alet olmamalı, paralı asker ticaretine girmemelidir. Bugün Suriye'de, özellikle İdlib'de yaşadığımız sıkıntıyı görmüyor muyuz? Libya'ya Suriye'deki cihatçıları göndererek mi El Kaide'yle mücadele edeceğiz? Bu tezkere metninde geçen "sözde Libya Ulusal Ordusu" ifadesindeki sözde sıfatıyla ne kastedilmektedir? Bu ifadeyi kullandığınız zaman, iktidarın Suriye'de desteklediği Suriye Millî Ordusu için de aynı ifadenin kullanılmasına zemin hazırlarsınız, kendinizi temize çıkarmak için de söyleyecek tek bir sözünüz kalmaz.
Değerli milletvekilleri, yurt dışına askerlerimizin gönderilmesine izin verilmesi, Anayasa'mızın 92'nci maddesi uyarınca gerçekleşir. Bu tezkere 92'nci maddeye aykırıdır. Tezkere talebi "milletlerarası hukukun meşru saydığı hâllerde" ifadesini karşılamamaktadır çünkü bu tezkere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını ihlal ediyor. Yine 92'nci maddede geçen "Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhâl karar verilmesinin kaçınılmaz olması..." gibi bir durum da söz konusu değildir. Her şeyden önce Libya'daki insan ve göçmen kaçakçılığını, Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine getirilen bir tezkereyle ilişkilendirmek akla ve mantığa uygun değildir. Libya kaynaklı insan ve göçmen kaçakçılığı öncelikli olarak Avrupa ülkelerinin sorunudur. Onlar bile Türkiye kadar öne atılmamışken bizim bu gerekçeyi kullanmamız en hafif tabiriyle sorunludur, sorumsuzluktur. Ayrıca, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğin idame ettirileceği gerekçesi, çatışmaların daha da artacağı nedeniyle boşa çıkmaktadır. Suriye'de güç politikası işletmek isterken göç politikasına maruz kalan iktidar, bu hatayı şimdi bir de Libya'da yapmaya hazırlanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Libya Ulusal Ordusunun ve komutanı Hafter'in Türkiye karşıtı bir pozisyonda bulunduğu söyleniyor. Bu durum diplomasiyle mi yoksa Libya'ya asker göndererek mi düzeltilebilir? Sorarım size, Türkiye'yle karşıt pozisyonda olanları tek tek arayıp, bulup onlarla savaşmak mı akıllı ve dirayetli bir dış politika uygulamasıdır? Bütün dünya bilmektedir ki Libya'nın bir bölümünü Türkiye'ye düşman eden, iktidarın taraf tutan politikalarıdır. Libya'da ateşkes ve barışın sağlanması için ülkeye asker göndermek en son yapılacak iştir. Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin destek talebinin içeriği nedir? Basına yansıdığına göre, kara, hava, deniz unsurlarının tamamını içerecek şekilde destek isteniyor. Türkiye'nin vereceği askerî destek Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Rusya ve Fransa başta olmak üzere Hafter'i destekleyen ülkelerin Libya Ulusal Ordusuna sağladıkları desteğin artmasına neden olacaktır. Üstelik bir de askerlerimizi bu saydığımız ülkelerle karşı karşıya getirecektir.
Değerli Milletvekilleri, tezkere metninde askerî müdahalede bulunabilmek için çok fazla gerekçe sıralanmıştır. Bu da yetmemiş, tezkere metni "her türlü tehdit" "her türlü tedbir" gibi ifadelerle ucu açık bir niteliğe kavuşturulmuştur. Türkiye'nin Libya'ya askerî müdahalesinin tek adamın kararına sıkıştırılması da ülkemizdeki rejimin niteliğini göstermesi bakımından çok manidardır.
Türkiye'nin Libya müdahalesinin meşruiyeti uluslararası hukuk bakımından tartışmalıdır. Her şeyden önce, buna onay veren bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı yoktur. Ayrıca uluslararası bir şemsiye bulunmamaktadır. Üstelik iç savaş içindeki taraflardan birinin çağrısı da böyle bir harekâta girişmek için yetersizdir.
Ulusal Mutabakat Hükûmeti Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Muhammed el Kablavi, Alman DIE WELT gazetesine yaptığı açıklamada "Merkezî yönetim şu ana kadar Libya topraklarında yabancı asker bulunmasına karşı çıkıyor." ifadesini kullanmıştır. Bunun yerine, yaşanan iç savaşı bitirmek için Almanya'nın ara buluculuğuna devam etmesini istediklerini kaydeden el Kablavi, Berlin'in çatışmanın bir tarafı olmadığı ve oldukça ön yargısız olduğu için ara bulucu olarak diğer ülkelere göre daha fazla kabul gördüğünü de dile getirmiştir. Yani bu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Türk askerinin Libya'ya gitmesi konusunda Libya'da dahi kafa karışıklığı vardır. Ulusal Mutabakat Hükûmeti Libya'ya asker göndermemizi ne kadar şevkle istiyor acaba? Sipariş geldikten sonra elbette şevki artmıştır. Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımlar Birleşmiş Milletler kanalıyla ulaştırılabilir, bu bir tezkere konusu değildir. Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımların temini için tezkereye gerek yoktur.
Değerli milletvekilleri, telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için, tezkere istemek yerine, tıpkı büyük devletler gibi, Rusya veya Almanya gibi, her iki tarafla da temas kurulmalı, diplomasi kanalları açık tutulmalıydı.
Türkiye bir saplantıyla hareket ederken diğer devletler sahadaki gelişmelere göre manevralarını belirlemektedirler. İtalya buna bir örnektir. Libya sadece iç savaşın içinde olan bir ülke değil, aynı zamanda aşiretlerin de oldukça güçlü olduğu ve aşiret çatışmalarının oldukça şiddetli olduğu bir ülkedir. Libya'nın muharip güce ihtiyacı vardır. Bizim de kesinlikle muharip güç olarak Libya'da bulunmamamız gerekmektedir. Ulusal Mutabakat Hükûmetinin taleplerinin nasıl karşılanacağı konusunda iktidar tarafında kafa karışıklığı vardır. İktidar Libya'yla tarihsel bağlar kurarak vekâlet savaşına taraf olmak istemektedir fakat Mustafa Kemal Atatürk Libya'da vekâlet savaşlarına karşı mücadele ederek "Gazeteci Şerif Bey" olarak tarih sahnesine çıkmıştır, bunu bilmeniz gerekir ve o Mustafa Kemal 1923'te şu sözleri söylemiştir: "Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. 'Öldüreceğiz.' diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz ancak ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir."
Ülkemizin sosyolojik yapısı göz önüne alındığında iktidar etnik ve mezhepsel hassasiyeti olan ülkelerin iç işlerine kesinlikle taraf olmamalıdır. Arap milliyetçiliğinin yeniden nüksettiği Barış Pınarı Operasyonu'nda ortaya çıkmıştır, bu tezkereyle birlikte bu durum daha da belirgin bir hâle gelecektir. Doğu Akdeniz'de yeniden Türkiye karşıtlığının güçlenmemesi için Türkiye'nin taraf olmaması, hele hele askerlerimizi iç savaşa göndermememiz gerekmektedir.
"Libya'da ne işimiz var?" sözü dar bir bakış açısı değil, bizzat dış politikamızın temelini oluşturan "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesinin bir gereğidir. Dar bir bakış açısı varsa o da Türkiye'yi dış politikada dar bir alana sıkıştırarak ülkemizi derin bir yalnızlığa hapseden iktidarın bakış açısıdır. Yine, dar bir bakış açısı varsa Ulusal Mutabakat Hükûmetine Birleşmiş Milletler nezdinde bir meşruiyet sağlanırken yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının, 1970 sayılı Kararı'nın hiçe sayılmasıdır, dar bakış açısı bizzat bu tezkere metnidir.
İktidarın ikircikli, taraf tutan, ideolojik, mezhepçi dış politikası Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükûmetini Birleşmiş Milletler tanıyor diye meşru kabul edip Suriye'deki Şam Yönetimini Birleşmiş Milletler tanıdığı hâlde meşru kabul etmemesinden bellidir ama Suriye'deki muhalefeti tüm dünya meşru olarak görmezken bunu destekleyen, bu muhalefeti oluşturan paralı askerleri himaye eden ve nasıl bir tarif ise bunlara "Suriye Millî Ordusu" yakıştırması yapan aynı iktidar Libya'daki Libya Ulusal Ordusunu "sözde" diye küçümseme gayreti içindedir. İktidarın uygulamalarının İhvan dayanışması odaklı olduğu da işte buradan bellidir. Ne hazindir ki bu çifte standartçı ama tek yanlı, miyop dünya görüşü tüm bölgede ve dünyada Türkiye'yi yalnızlığa sürüklemekten başka bir sonuç doğurmamaktadır. Diyeceksiniz ki: "Sizin çözüm öneriniz ne?" Bakın, diplomasi derken inisiyatif almaktan söz ediyoruz. Mademki Libya'da Ulusal Mutabakat Hükûmetini Birleşmiş Milletlerin tanıdığı meşru hükûmet olarak görüyorsunuz, o zaman Birleşmiş Milletleri göreve davet edin. Bir Birleşmiş Milletler üyesi olarak Türkiye'nin Birleşmiş Milletleri bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü oluşturulmasına ve bu konuda bir karar alınmasına çağırma ve ön ayak olma hakkı vardır.
Çağırın ve deyin ki: "Biz Türkiye olarak Birleşmiş Milletlerin böyle bir barış gücü kurmasına ve Libya'ya göndermesine izin veriyoruz, destekliyoruz ve barış gücüne katkı vermeye de hazırız." İşte bunu söylediğiniz zaman siz de saygın bir uluslararası aktör olarak kabul edilebilirsiniz. Bunu yapmaya niyetiniz yok mu? O zaman biz bu kürsüden sizin için bu çağrıyı yapıyoruz.
Kuruluşunun 100'üncü yıl dönümünde yüce Meclisimizin şanına layık ve "Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur." düsturuna uygun bir davranış sergilemesini bekliyoruz. Bu davranış, tüm yurttaşlarımızın beklentisidir; bu davranış, tüm vatan evladı asker annelerinin beklentisidir.
Bütün bu saydığımız gerekçeler nedeniyle bu tezkereye olumsuz oy vereceğimizi belirtir, hepinizi saygıyla selamlıyorum."
21.12.2024
21.12.2024
20.12.2024
20.12.2024