09.12.2025

Zeynel Emre: "CHP Olarak Diyoruz Ki Ne Olursa Olsun Asgari Ücretlinin Maaşı 39 Bin TL Olmalıdır"

CHP Parti Sözcüsü Zeynel Emre, “Asgari Ücret Tespit Komisyonu, işçinin hakkını koruyacak bir komisyon değil. Çünkü zaten komisyonun yapısı beşi hükümet, beşi işverenler sadece beşi işçiyi temsil ediyor. TÜİK'in açıkladığı rakamlar gerçek rakamlar değil. Şimdi eğer iktidar yüzde 20 civarında bir zam yapsa buna ne olacak? Asgari ücretlinin üç yıldaki reel kaybı yüzde 65'lere çıkacak. Ve üst üste ikinci kez açlık sınırının altında kalır. Eğer yüzde 35-40 bandında bir zam yapmış olursa o zaman da şu soruya cevap vermekte zorlanacak: Hani sizin enflasyon hedefiniz yüzde 16'ydı? Biz diyoruz ki CHP olarak ne olursa olsun asgari ücretlinin maaşı 39 bin TL olmalıdır. Bu bile azdır ama en azından bir nefes aldırır” ifadelerini kullandı.

CHP MYK, parti genel merkezinde Genel Başkan Özgür Özel başkanlığında toplandı. MYK toplantısı devam ederken Parti Sözcüsü Zeynel Emre, toplantının gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Emre şöyle konuştu:

"Bugün kurultayımızdan sonraki ilk Merkez Yönetim Kurulu toplantımızı gerçekleştirdik. Gündemi ele aldık, Türkiye’nin sorunlarını ele aldık. Biliyorsunuz TBMM’de bütçe görüşmeleri var. Bütçe görüşmelerine ilişkin önümüzdeki 14 günlük süreçle ilgili görüş alışverişinde bulunduk.

Tabii önce gerçekleştirdiğimiz kurultaydan bahsetmek istiyorum. Çünkü en son gerçekleştirdiğimiz kurultayla birlikte parti tüzüğümüzü, parti programımızı, kadrolarımızı yeniledik. Ve önümüzdeki dönem nasıl bir Türkiye hayal ettiğimizi, Türkiye’yi nasıl yöneteceğimizi ve önümüzdeki süreçte Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kaostan, içinde bulunduğumuz şartları görerek, okuyarak, toplumsal muhalefete önderlik ederek nasıl çıkabileceğimize yönelik bir sonuçla birlikte ayrıldık. Parti programımızda önemli noktalara temas ettik. Ve Cumhuriyet Halk Partisi altı okun ışığında kendisini, emekçiyi, üreteni, esnafı, çiftçiyi, gençleri, bu ülkenin kadınlarını, çocuklarını düşünerek ülkemizi geleceğe nasıl hazırlayacağımıza yönelik ciddi bir hazırlıkla kurultayını tamamladı ve orada biliyorsunuz dört tane temayı öne çıkardık biz. Dedik ki, bugünün Türkiye’sinde öncelikle mahkemede adalet olacak. İkinci olarak sosyal adalet olacak. Üçüncüsü, vergide adalet olacak. Dördüncüsü gelirde adalet olacak. Tüm bunlar gerçekleşmediği sürece Türkiye’nin gerçek anlamda barış ve huzur içinde geleceğe yürümesine imkan yok.

Bu ilkeleri önümüze koyarak Cumhuriyet Halk Partisi olarak yol haritamızı belirledik. Önümüzdeki günlerde Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi altında oradaki yapılanmayı da sizlerle paylaşacağız. Oradaki kadroları da oluşturuyoruz. Biliyorsunuz biz bu seçim dönemi Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisimizi, adayımızı çok daha erken açıkladık ve ülkenin temel politikalarına ilişkin oluşturacağımız kurullarla birlikte, gölge kabineyle birlikte Türkiye’nin nasıl yönetileceğini Türkiye’ye önümüzdeki günlerde ilan edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, ikinci olarak bahsetmek istediğimiz başlığımız 19 Mart. 19 Mart tarihinden sonra gerçekleşen soruşturmalar ve bu soruşturmaların kapsamı, şu anda yürüyen davalarla ilgili gerçekleşen olaylar ve burada TRT’den bu soruşturmaların ve davaların yani davaların canlı bir şekilde yayınlanıp yayınlanmaması meselesi. Şimdi ben bir hususu Türkiye’nin dikkatine sunmak istiyorum. 2019 yılında Türkiye’nin önemli yerlerinde ve yerel seçimlerde herkesin bildiği üzere büyükşehirlerin büyük bir çoğunluğunu kazanan partinin birinci olarak kabul edildiği bir Türkiye’de 2019 yerel seçimlerin birinci partisi olduğumuzdan itibaren Tayyip Erdoğan’ın ve arkadaşlarının seçim sonuçlarının tanımama, milli iradeye saygı göstermeme, seçilen belediye başkanlarımızın görev yapmasını engelleme. Hatta öyle ki 2019’da gerçekleşen İstanbul Büyükşehir Belediye seçiminden sandığa giren dört oyun üçünü kabul edip birini kabul etmeyerek o seçimi tekrarlama yoluna gidildi. Ve dikkat edilirse 5 yıl boyunca da belediyelerimizin faaliyetleri engellenip dezenformasyon halkın gözünde itibarsızlaştırma çalışmaları yapıldı. Bunu Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerine yönelik böyle yaptığı gibi Cumhuriyet Halk Partisi'nde olmayan ancak muhalefetin elinde bulunan diğer belediyelerin önemli bir kısmına da kayyum atayarak milli iradeyi tanımadı. Tayyip Bey şunu ilan etti. Ben seçimi tanırım. Ancak ben kazanırsam milli iradeye saygı gösteririm. Ancak halk beni seçerse. Sonucu böyle okumak lazım. Ancak tüm engellemelere rağmen 2024 yılında da Cumhuriyet Halk Partisi seçimlerden birinci parti çıktıktan sonra bu kez de araçsallaştırdığı yargı eliyle belediye başkanlarımızı itibarsızlaştırmak, belediyelerimizi çalışamaz hale getirmek ve kendi tariflediği, kendi söylediği, çerçevesini kendi çizdiği söylemlerle belediye başkanlarımıza operasyonlar düzenlendi. Bunların içerisinde tabii çok çarpıcı örnekler var. Sağlık problemi yaşayan arkadaşlarımız var. Bugün Antalya Büyükşehir Belediye Başkanımız Muhittin Böcek günde yaklaşık 25 ilaç almaktadır. Evet, bu bir sağlık hakkı. Ama bunu buradan Türkiye'nin yani sağlığıyla ilgili önemli özel bir bilgi ama Türkiye'nin ve Antalyalıların özellikle dikkatine sunmak istiyorum. Muhittin Böcek'in tutuklu yargılanmasını gerektirecek hiçbir unsur yoktur. Hayati tehlikesi vardır. Eğer kendi hayatına bir şey olursa bunun birinci sorumlusu AK Parti iktidarıdır. Adalet ve Kalkınma Partililerdir. Çünkü bu operasyonların arkasındaki isimler bizatihi kendileridir.

Değerli arkadaşlar, tabii hatırlayacaksınız Cumhuriyet Halk Partisi cumhurbaşkanı adayını erken açıkladıktan sonra o sürece giderken İstanbul adliyesinde gerçekleşen başsavcılık değişimi, İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde gerçekleşen değişiklikler ve o değişikliklerden itibaren açılan peş peşe soruşturmalar birden fazla. Hatırlarsanız neredeyse son bir yıllık süreçte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının basın açıklamalarının birçoğunu Sayın İmamoğlu'na, Büyükşehir Belediyesine ve orada görev yapan arkadaşlarımıza yönelik suçlamalara ilişkin açıklamalarla geçirdi. Bütün bunlara baktığımız zaman ortada şöyle bir tabloyu net olarak görüyoruz. Sayın İmamoğlu geniş halk kesimleri tarafından destek gören, iki kez İstanbul gibi bir yerde Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan, Cumhuriyet Halk Partisi'nin çok büyük bir meclis desteğiyle ve yine çok büyük bir halk desteğiyle Cumhurbaşkanı adayı göstermesine müteakip kendisine yönelik kendi rakibini Tayyip Erdoğan'ın en çekindiği, en korktuğu rakibini siyasal olarak ortadan kaldırmak maksadıyla eline geçirdiği yargı kuvvetiyle birlikte, yargı kollarıyla birlikte Büyükşehir Belediye Başkanımıza yönelik operasyonlar başlamıştır. Dün bunlardan bir tanesi daha görüldü. Neydi o? Diploma davası. Yani neymiş efendim? 19 yaşındaki Ekrem İmamoğlu Kıbrıs'ta okurken İstanbul Üniversitesi'nin açmış olduğu bir ilana başvurmuş. O günkü yönetim tarafından kabul edilmiş. Okula geçiş yapmış. Orada okumuş. Diplomasını almış. Yüksek lisansını yapmış, askerliğini yapmış, birçok görevde bulunmuş. Kendisi gibi eşit pozisyonda bulunan birçok kimse gibi hayatına devam etmiş. Ne hikmetse üstünden 35 yıl geçtikten sonra oradaki geçişin usulsüz olduğuna ilişkin bir iddia ortaya attılar. 10 kez İstanbul Üniversitesi'ne yazı yazdılar. Üniversite bu talebi karşılamadı. En son içinde onkoloji profesörlerinin de bulduğu bir heyeti ikna ettiler ki bu heyet yetkili bir heyet değildi. İdari işlerde görevli bir heyetti. Yetkisiz bir şekilde Sayın İmamoğlu ve o dönem kendisiyle birlikte okuyan, içlerinde profesörlüğe kadar yükselen kimselerin diplomaları iptal edildi.

Şimdi değerli arkadaşlar, buradan sonra çok çarpıcı gelişmeler var. Bu vesileyle anlatmak istiyorum. Bakın bu işlem yapıldı biliyorsunuz. Sayın İmamoğlu'nun yürüyen davalarıyla ilgili, açılan davalarla ilgili hakimi değişmeyen davası yok. İdare Mahkemesine bu iptal işlemine ilişkin dava açıldı. İstanbul 5 idare Mahkemesi. 22 maddeden ibaret bir ara karar kurdu. Çok yerinde ara kararlardı. Talep olmamasına rağmen hakim ve naip üyeyi gönderdiler.

Değerli arkadaşlar, diploma ceza davası dün görülen. Orada da bir önceki duruşmada bulunan hakim gerçekten yapması gerektiği gibi yönetti. Sanığa da iyi davrandı. Savunma hakkının kısıtlanmasına yönelik de engel olabilecek ne varsa ortadan kaldırmaya yönelik adım attı. Hatta o gün orada bizde dahil bulunan siyasiler dedi ki ya bu adam kötü davranmıyor. Kesin bu adamı da bize kötü davranmadığı için buradan alırlar. Onu da Maraş'a gönderdiler. Şimdi dün gelen yeni üyede bir hakimin yapmaması gerektiği şekliyle bol bol Sayın İmamoğlu’yla polemiğe girdi. Hatırlarsınız Ahmak davasının ilk derece mahkemesi. Orada en başta yargılayan hakim yani görevli hakim talebi olmamasına rağmen Samsun'a gönderildi. Ahmak davasının istinaf mahkemesi başkan ve üyeleri talebi olmamasına rağmen gönderildi. Akın Gürlek'e hakaret davasının görüldüğü 14. ağır cezada kararda beraat isteyen hakim ikiye bir beraat mahkumiyet kararı çıktı ama beraat yerinde muhalefet şehri yazan hakim iş mahkemesine gönderildi. Yine ihaleye fesat suçlamasıyla bakılan davada Büyükçekmece'de iki kere hakim değişti. Yani birinde hakim artık bu kadar bekleyemem mütalaanı ver dedi. Birkaç kere ısrar ettiği için gönderdiler. İkincisinde de hakim tekrardan sordu. Vermeyince beraat kararını resen verdi. Ve yine bu her iki hakimi de oradan gönderdiler. Bilirkişi davasına bakan İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi. O da arkadaşlar 10. Asliye Ceza Mahkemesine gönderildi. Yine 3 Ağır Ceza Mahkemesinden bir isim görevlendirildi. Kurultay davasına bakan 26. Asliye Ceza Hakimi BAM'a gönderildi. Yerine bir Asliye ceza hakimi geldi. İBB davasına bakacak 40. Ağır Ceza Mahkemesine de ikinci heyet gönderildi.

Değerli arkadaşlar, bunların neden bir kez daha altını çizdik? Kimse bize bu ülkede tarafsız bağımsız yargı var. Tabii hakim ilkesi var. İşte adil yargılanma var falan denmesin. Mahkumiyet kararları önceden siyasi saikle verilmiş. Bu mesele bir Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurumsal olarak sadece Cumhuriyet Halk Partisi'nin meselesi değildir. Bu mesele Sayın İmamoğlu'nun, Sayın Özgür Özel'in, bizlerin şahsi meselesi değildir. Bu ülkedeki seçme - seçilme hakkına, anayasada yer alan seçme - seçilme hakkına, milli egemenliğe, Türkiye'de halkın kendi kaderini belirleme hakkına yönelik saldırı olarak değerlendiriyoruz. Çünkü bu insanların hedef seçilmesi halk tarafından karşılığın olması nedeniyledir.

Şimdi değerli arkadaşlar, diploma davasının detayına gelince. Bakın burada o tarih itibariyle yetkili olmayan, öğrenci olan bir İmamoğlu'nun ceza hukuku anlamında suçlamak hukuk katliamıdır. Ki elbette yapılmasın, yapılsın demiyoruz. Ama kendisiyle birlikte diploması iptal edilen kimseler arasında sadece Sayın İmamoğlu'na dava açılması da bu olayın ne kadar siyasi saikle hareket edildiğinin bir göstergesidir.

Dolayısıyla değerli arkadaşlar, bütün bu davalar ülkedeki yargı bağımsızlığının ortadan kalkması, Türkiye'nin özellikle 2018 referandumu sonrasında her alanda serbest düşüşe düşmesi, gitmesi, eğitimde, istihdamda, ekonomide, sağlıkta, gençlerin geleceği planlamasında bütün bu alanlara baktığımızda tükenmişlik sendromu yaşayan bir nesil var karşımızda. Ve biz böyle bir ortamda dün itibariyle bütçe görüşmelerine başladık. Bütçe görüşmelerinde dikkatimizi çeken ilk husus şu oldu. Bugüne kadar sıkıntı yaşayan kesimlerin, emekçinin, emeklinin, öğretmenin, polisin, gardiyanın, yatırımcının, bu ülkedeki açıkçası kendini var etmek isteyen orta sınıfın düşünülmediği, yine sermayenin öncelendiği ve sermayenin parasına para kattığı, faizcinin güçlendiği bir bütçe olduğunu görüyoruz. Bakın ilk bakışta şu rakamları vermek istiyorum size. 2026 yılı merkezi yönetim bütçesinde toplam gider 18 trilyon 929 milyar TL gösteriliyor. Toplam gelir ne değerli arkadaşlar? 16 trilyon 216 milyar olarak gösteriliyor. Yani en baştan daha başlarken diyor ki iktidar ben bir bütçe yapıyorum. Benim bütçe açığım var ve bu bütçe açığı da 2 trilyon 713 milyar. Bu rakam da bu bütçeden tam olarak faize ödenecek rakam. Yani olduğu gibi faize gidecek rakam. Ve gelir tarafına baktığımız zaman da 15 trilyon 631 milyar TL olarak öngörülüyor vergi geliri. Vergi gelirini de yine bu ülkenin emekçisinden, maaşlı çalışanından ve dolaylı tüketim adı altında faturadan, fişten tahsil edildiğini, bu ülkenin gerçek anlamda ihalelerini alan, zenginleşen, bu iktidar döneminde servetine servet katan kimselere özenle dokunulmadığı, AKP iktidarlarının tüm bütçelerinde olduğu gibi burada da aynı anlayışın egemen olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu bütçe bizim nezdimizde halkın bütçesi değildir. Milletin bütçesi değildir. Bu bütçe bir avuç sermayenin ve onunla birlikte ayakta kalmaya çalışan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bütçesidir. Bu bütçenin halkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Değerli arkadaşlar, bakın Türkiye'nin çok önemli problemleri var. Çünkü kötü yönetimin semptomları, sonuçları farklı politik alanlarda karşımıza geliyor. Bugün Türkiye'de en büyük açık ne dediğimizde adalet açığıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının, Anayasa Mahkemesi kararlarının, anayasanın dinlenmediği, umursanmadığı bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Meclis iradesinin tanınmadığı, güvenlik bakımından baktığımızda organize suç örgütlerinin siyasilerle işbirliği içerisinde cirit attığı bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye hiçbir dönem bu kadar yozlaşmamıştı. Bu kadar kötü yönetilmemişti. Dolayısıyla bugün sokaklarda gençlerimiz, çocuklarımız, kadınlarımız acaba benim güvenliğim var mı diye endişe ediyor. Bakın bu iktidarın, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin birincilikleri var değerli arkadaşlar. O birincilikler maalesef hep kötü alanlarda, kötü rakamlarda. Biz küresel organize suç endeksinde 193 ülke arasında 10. sıradayız. Avrupa'da birinciyiz. Suç patlaması var. Bir sosyal patlamayı işaret ediyor bu. Çünkü biz biliyoruz ki gerçek güvenlik öyle TOMA’yla, biber gazıyla falan sağlanmaz. Hukukun üstünlüğüyle sağlanır. Demokrasiyle sağlanır. İnsan haklarıyla sağlanır. İnsani gelişmişlikle sağlanır. Sosyal devlet burada önemli. Sosyal devletin çökertildiği bir dönemi yaşıyoruz değerli arkadaşlar. Bugün yaşlılar için, engelliler için bu ülkede yaşamak büyük ıstırap haline geldi. Çünkü yani bütçede de gördük bunları, bu buraları, bu yaraları saracak bir iradede yok. Bir kabulleniş var. Topluma biçilen bir rol var zaten. Bizim bütçede baktığımız, önemsediğimiz başlıklardan biri de şuydu. Gençler için ne veriyorsunuz? Bu ülkenin milyonlarca genci var. Bu gençler için ne veriyorsunuz? Bu bütçede mesela kredi yurtlara ilişkin borçlarına bir düzenleme yapıyor musunuz? Mesela genç işsizliği, barınma kriziyle ilgili önümüzdeki dönem, bir önceki dönemden ilave farklı bir tedbiriniz, önleminiz var mı? Bir umut var mı? Ya bir kuşak elinde valizle kendi geleceğini hangi ülkede kurabileceğine yönelik hayal kuruyor değerli arkadaşlar. Kentler, yapılan büyük hataların çok kötü sonuçları var. Bugün kentlerimiz başta büyükşehirler olmak üzere alarm veriyor. Çünkü hesapsız kitapsız ranta dayalı yapılaşmanın sonuçlarını yaşıyoruz. Yeşil alan kaybı, ciddi ulaşım çilesi, aşırı sıcaklıklar. Dolayısıyla bu büyükşehirleri sıkıntılardan koruyan, buna yönelik bir düzenleme içeren bir bütçe de görmüyoruz.

İklim. Bakın değerli arkadaşlar, iklim çok önemli. Çünkü biz son 10 yılda ölçülen en sıcak 10 yılı gördük. Ve rakamlar bize gösteriyor ki aşırı hava olayları da 20 yılda 17 kat artmış. Sel olayları da yüzde 400 yükselmiş. Şimdi bu ne demek? Demek ki aklı başında bir hükümet olsa, planlamaya inansa, öngörüye inansa ve önemsese buradan önümüzdeki seneye ilişkin alınacak tedbirlere ilişkin bir bütçe ilave bir bütçe ve bir akıl geliştirir. Ancak biz bu bütçeyi incelediğimizde görüyoruz ki iktidarın ayırdığı iklim uyum bütçesi bir ülkenin değil değerli arkadaşlar bir ilçenin planına ancak yetecek durumdadır. Kentleri imar baronları değil, akıl ve bilim yönetmelidir. Kentsel dönüşüm bizim açımızdan sadece yık, yap, sat olarak değerlendirecek bir alan değildir. Türkiye'nin şehirleşmesi için bir fırsattır. Bunu böyle görmek lazım.

Bu bütçede dikkat ettiğimiz bir başka nokta da şudur. Kamu özel işbirliği, garanti ödemeleri yani israf kalemleri. Buralara ilişkin hiçbir önlem olduğunu görmüyorsunuz. Ulaştırma Bakanlığı ile karayollarının garanti ödemeleri için 113 milyar TL ödenek ayrılmış. Garanti ödemeler orada olduğu yerde duruyor ve bunları gerek Sayıştay raporları, gerek geçmiş incelemeleri gördüğümüz kadarıyla 1’e 5, 1’e 6, 1’e 10 gibi kar oranlarıyla bir sermaye transferi yapıldığı görülüyor. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu söylüyoruz. Bizim açımızdan emeğin, adaletin, sosyal devletin, hukukun üstünlüğünün bütçesi önemlidir. Kaynağı halktan toplayıp da bir avuç yandaşı zengin eden bütçenin bu ülkeye getireceği bir şey yoktur.

Ve burada bir hususu daha dikkatinize sunmak istiyorum değerli arkadaşlar. Bakın ülkemizde çalışanların önemli bir kesimi asgari ücretle çalışıyor ve asgari ücrette ne oranda zam yapılacağına ilişkin bir merak var haliyle. Milyonlarca insan bakıyor. Yani acaba açlık sınırının üstünde bir rakam gelirde en azından karnımızı doyurabilir miyiz diye. Ancak öyle bir durum var ki asgari ücret tespit komisyonu işçinin hakkını koruyacak bir komisyon değil. Çünkü zaten komisyonun yapısı size söyleyeyim beşi hükümet, beşi işverenler. Sadece beşi işçiyi temsil ediyor. Yani zaten daha başlarken ikiye bir durumda işçi kardeşlerimizin temsilcileri. Dolayısıyla bütün sendikaların söylediği bir şey var. Rakamlar da gerçeği yansıtmıyor. TÜİK'in açıkladığı rakamlar gerçek rakamlar değil. Buna da itiraz ediyor sendikalar. Bu haliyle işte demin söylediğim gibi kötü yönetimin sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Şimdi eğer iktidar yüzde 20 civarında bir zam yapsa buna ne olacak? Asgari ücretlinin 3 yıldaki reel kaybı yüzde 65'lere çıkacak ve üst üste ikinci kez açlık sınırının altında kalacak. Eğer yüzde 35 - 40 bandında bir zam yapmış olursa o zamanda şu soruya cevap vermekte zorlanacak. Hani sizin enflasyon hedefiniz yüzde 16'ydı. O zaman da bu hedef gerçek değilse o zaman biz bazı tahvillerden çıkalım diyenler olacak. İşte yanlış yönetim, kötü yönetim geldiği sonuç itibariyle bu alanda bir çıkmazın içine götürmüş durumda. Halbuki biz diyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Ne olursa olsun asgari ücretlinin maaşı 39 bin TL olmalıdır. Bu bile azdır ama en azından bir nefes aldırır. Ve burada da bir adil teşvik modeli öneriyoruz. Yani sadece asgari ücret 39 bin TL olsun demiyoruz. Diyoruz ki, 1 ve 10 çalışanı olan işletmelere 10 bin 540 TL teşvik verelim. 10 ve 49 çalışanı olanlara 8 bin 400 TL teşvik verelim. 50 çalışanın üzerinde olan işletmelere ise 5 bin 100 TL asgari ücret desteği verelim. Çünkü bu sayede hem küçük esnafları, KOBİ desteklemiş oluruz hem de bir denge oluşturmuş oluruz. Burada biz işçi kardeşlerimizin emeğinin onur kavgasının yanındayız. Sendikaların yanındayız. İşçi sendikaların her türlü farklı görüşe rağmen bir araya gelip birlikte hareket etmelerini önemli buluyoruz. Biz kendilerine her zaman meydanlarda, mecliste, her platformda da destek olmaya söz veriyoruz. Bizim açımızdan işçi masada adil temsil edilmiyorsa o masa meşru değildir. Bunun altını özellikle çizmek isterim.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz dün Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel bütçe konuşması esnasında bir konuya işaret etti. Konuşmalarımızda biz hep gençlerden bahsediyoruz, çocuklarımızdan bahsediyoruz. Çünkü uzmanlar bize şunu gösteriyor. Bugün Türkiye'nin doğum hızı 1,51'e düşmüşken Türkiye'nin asıl beka meselesi 30 yaş altı yaklaşık 30 milyon nüfusu geleceğe doğru bir şekilde hazırlayabilmektir. Hele hele 18 yaş altındaki çocuklarımız. Dolayısıyla bizim açımızdan çocuklarımız en kıymetli varlıklarımız. En başta korumamız gerekenler. Ama dün Genel Başkanımızın işaret ettiği gibi Milli Eğitim Bakanlığı'nın MESAM isimli bir projesi var. Burada çocuğun emeğinin sömürüldüğü bir durum var. Bunu istihdam ve eğitim projesi olarak böyle sunuyorlar topluma ama gerçeğin bu olmadığını biz biliyoruz. Çünkü inceledik, araştırdık, oradaki çocukların durumuna baktık. Gerçek Milli Eğitim Bakanı Sayın Yusuf Tekin'in söylediği gibi her şey yolunda, her şey günlük gülistanlık falan değil. Bakın buradaki çocuklar 15 yaşlarında ve haftanın 4 günü işletmede, bir gün okula gidiyor. Çocukların bazı bölümleri de bazıları da hafta sonları da çalıştırdıklarını söylüyorlar. Aldıkları ücret ise onun için ucuz iş gücü diyoruz. Asgari ücretin yalnızca yüzde 30'una tekabül ediyor. Bazı şehirlerde ise çocuklar 3 – 4 bin liraya günde 10 - 12 saat çalıştırılıyor. Bakın bu bizim gerçeğimiz ve burada çok üzülerek ifade ediyorum ki çocuk işçi cinayetleri var. Bu proje kapsamında 16 çocuk hayatını kaybetti. Kimisi pres makinelerine sıkıştı. Kimisi inşaattan düştü. Kimisi asansör boşluğuna düştü. Ve buraya kayıtlı olan çocuk sayısı resmi olarak değerli arkadaşlar 1 milyon 100 bin. Yani ki bu rakamların çok daha üstünde olduğuna yönelik iddialar var. Bunları da araştırıyoruz. Ve yine TÜK verilerinden örnek vereyim. Yani TÜK verilerine göre bile diyor ki çalışan çocukların yüzde 34'ü eğitimden kopmakta, yüzde 21'i de iş nedeniyle sağlık sorunu yaşamaktadır. Türkiye Pediatri Kurumunun raporlarına göre ağır işlerde çalışan çocukların yaklaşık yüzde 30'unda kalıcı iskelet, kas iskelet gelişim bozukluğu görülmektedir.

Şimdi değerli arkadaşlar, bu gençlerin çocuk işçi kısmı bir tarafıyla böyle. Öte yanıyla da sokaklara bakıyorsunuz inanılmaz bir suç artışı var ve orada da çocuklar, kadınlar hedef alınıyor. Buralara baktığımız zaman bizim hep altını çizdiğimiz bu çocuk, bu çocuklar bizim geleceğimiz, gençler bizim geleceğimiz. Burayı da ıskaladığınız zaman Türkiye çok kaotik bir durumla karşı karşıya kalır.

Bakın burada bir hususu daha dikkatinize çekmek istiyorum. Çocukların buralarda zorla çalıştırılarak istismar edilmesi ve yaşamlarının son bulması kazalarla birlikte. Bunları protesto eden Türkiye İşçi Partili 16 genç kardeşimiz hukuksuz bir şekilde tutuklandılar. Ne yaptı bu çocuklar? Cam mı kırdı? Yaktıkları bir çöp mü var? Kime ne zararları dokundu? Kendi kardeşlerine sahip çıkmak istediler ki bizim Gençlik Kolları Genel Başkanlığımızda en yüksek dayanışma duygularıyla kendileriyle ve aileleriyle iletişim halinde. Çocukların hayatını koruyamayan bir Milli Eğitim Bakanı olur mu? Yani burada ne demiş? Merak ettiniz mi bilmiyorum. Baktınız mı? Çıkardık. Acaba bu Türkiye İşçi Partili 16 genç bu ölümler üzerine ne demiş? Slogan atmışlar. Çocukların katili saray rejimi. Ya bundan tutuklama mı olur arkadaşlar? Yani ortada bir rejim var. Adı saray rejimi. Herkes kendine göre bunu tarifleyebilir ve bu rejimin çıkardığı sonuçlar var. Bu sonuçlarla Türkiye yüzleşiyor. Dolayısıyla bizde çok yakın bir şekilde Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu kardeşlerimizin hukuki durumlarını takip edeceğiz.

Şimdi hal böyleyken bu kadar gençlerden, çocuklardan bahsederken hani bir konuda tabii dikkatimizi çekti. Neymiş? Flanörlük. Geçtiğimiz günlerde Milli İstihbar Teşkilatı Başkanı Sayın Kalın gençlerle olan bir toplantıda diyor ki, "Flanör olmayı çok önemsiyorum. Öyle keşfederek gezmeyi, plansız dolaşmayı." Yani tabii kendisi bürokrat. Hani siyaseten bizim muhatabımız Adalet ve Kalkınma Partisi şüphesiz. Ama çeyrek yüzyıllık bu iktidar dönemi boyunca o kadar kötü bir yönetim sergilendi ki bunun semptomları çok farklı şekillerde ortaya çıkıyor. Çünkü bir saray var ve halk var. Halkın sesini duymayan saray var. Flanörlük. Kim flanörlük yapabilir bu ülkede? Yani NEET diye bir istatistik var. Ne eğitimde, ne işte. Ne kadar bunun sayısı? Türkiye'deki gençlerin yüzde 29,4'ü. Sayı kaç? 4 milyon 700 bin. Ya bunlar bir çay içemiyor, bir kahve içemiyorlar. Yani gençlerin üçte birine tekabül eden kısım çalışanlar asgari ücrette iki işte çalışıyor. Bu çocuklara yani flanör… Ben de isterim ki gençler bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi var bazı ülkelerde bu mesela Avustralya'da birazda uzak olmanın, kıtanın uzak olmanın verdiği bir kültürle ergenlik çağını bitirip yetişkinliğe geçtiğinde aileler belli bir miktar para verir ve git dünyayı tanı der bir süre. Ondan sonra gelir, yaşamına devam eder. Böyle bir gelenek vardır. Peki, bizde hangi aile bunu karşılayabilecek durumda? Hangi genç bunu finanse edebilecek durumda? Bu ne biliyor musunuz? Hani Tayyip Bey diyordu ya öğretmenine, "Alacaksın bu maaşı, alıyorsan alıyorsun, almıyorsan kapı orada." Hani diyordu ya çiftçisine, "Ananı dal git." Adam kendi problemini anlatmaya çalışıyor. Ne diyor vatandaşına? “Giderlerse gitsinler. Siz zaten anlamazsınız”. Çok örnek verebiliriz. Çünkü bir kopuş var. Flanörlük. Yani bu durumda gençler. Ekonomik bağımsızlığı olan gençler bir de vize alacaklar flanörlük için. Bir de o şart. Vize kuyruklarında bekliyorlar. Ne kadar aşağılayıcı oralarda saatler boyu bekletilmek, aylar sonrasına vize vermek, vize için randevu vermek, vize retleri. Son yıllarda hiç olmadığı kadar yükselmiş durumda ret oranı. Yani bu durumda flanör kim olur? Ancak o pudra şekeri çeken gençler var ya, Adalet ve Kalkınma Partililerin özenle baktığı. Ancak onlar flanörlük yapabilir. Bu ülkenin çocuklarının bugün itibariyle böyle bir imkanı yoktur.

Değerli arkadaşlar, bizim önemli problemlerimizden biri de bu ülkenin sokaklarındaki çeteleşme. Değerli basın mensupları, kamuoyunda bazı çizgi film karakterleri ismiyle anılan çok sayıda örgütün varlığını biliyorsunuz. Ve buralarda açılan toplu dosyalar, iddianameleri de Cumhuriyet Halk Partisi olarak dikkatle takip ediyoruz. Ortada büyük bir tehlike var. Türkiye suç oranında hızla dünya liderliğine doğru gidiyor. Güney Amerika ülkelerinde gördüğünüz o motosikletli çetelerin bir benzerleriyle yıllar içerisinde çok yaygın bir şekilde karşılaşabiliriz. Ki bugün şehirlerde haraç istemedikleri esnaf kalmamış durumda. Dolayısıyla suçlara baktığımız zaman gasp, taciz, hırsızlık, adam yaralama. Yani bütün bunlar bizim önümüzde gerçekleşirken ben bu ülkenin ilgili bakanlarının, İçişleri Bakanının, güvenlikle ilgili birimlerinin yani sürekli drone kameraları, çekimler yapıp kendi algısını pekiştirmek için algı operasyonuna gitmesini de hayretle izliyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin gerçekleri bu. Türkiye'de sokaklar güvensiz durumda. Ülkedeki gençler, kadınlar, engelliler, yaşlılar huzur içinde sokaklarda dolaşabiliyor değil. Rakamlara baktığımız zaman da gerçekten rekor kırıyoruz. İşte bu iktidarın birinciliklerinden biri daha ne derseniz iktidara geldiklerinde 52 bin olan tutuklu hükümlü sayısı bugün itibariyle bizim aldığımız rakamlara göre 420 bin 904'e gelmiş. Bu sayı ahlaki çürümenin, ekonomik çöküntünün, çaresizliğin ve AKP iktidarının eseridir. Bununla birlikte biliyoruz ki sizler değerli basın mensupları zor şartlarda görev yapıyorsunuz. Çünkü basın ciddi şekilde baskı altında. YouTube yayınları yapan gazeteciler, televizyoncular hedef haline getiriliyor. Cezaevlerine gönderiliyor. Sansür çok üst düzeyde ve böyle bir dönemde insanlar rahatlamak için sesini bir yerlere duyurabilmek için sokak röportajları yapıyorlar. Sokak röportajları yapan çok sayıda insan var. Gidiyor halkın sorunu dinliyor ve son günlerde burada çok tehlikeli bir adım görüyoruz değerli arkadaşlar. Burada sokak röportajı yapan ve sokak röportajında fikrini söyleyen insanlarda tutuklanmaya başladı. Şimdi bu durumdan birincisi nasıl çıkarız? Kimse korkmayacak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir kişinin ve ailesinin şahsi devleti değildir. Türkiye Cumhuriyeti büyük bir mücadele sonrasında büyük Atatürk ve silah arkadaşlarının ve o dönemki vatansever yurttaşlarımızın, şehitlerimizin, gazilerimizin kanıyla, mücadelesiyle kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nde 200 yıllık bir meclis deneyimi vardır. Dolayısıyla biz Türkiye'yi tek adam düzenine bırakmayacağız. Bu dönemden çıkabilmenin yegane kilit anahtarlarından biri de kimsenin susmaması, kimsenin sinmemesi, konuşmaya devam etmesi. Ne demiş orada mikrofon uzatılınca en son tutuklanan? Demiş ki, “Hem hakim hem savcı, hem hedef hem avcı. Kumardan çay içen yancı, dümencinin kralısın. Elin kuran, dilin yalan. Yahudi’den ödül alan, her seçimde petrol bulan dümencinin kralısın”.

Değerli arkadaşlar, bu bir hicivdir. Yani demokratik ülkelerde, medeni ülkelerde bir defa hani bunları söyleyince bize çok uzak geldiği için belki bazı izleyen yurttaşlarımız yadırgayacak ama bunlardan ötürü bırakın ceza davası, tazminat davası bile olmaz. Çünkü siyasetin içine giren kimselerin bunları göğüsleyebileceği ön kuralıyla girmiştir. Temel kural budur. Dolayısıyla bu sözlerden korkan bir yönetimin millete nasıl bir hayrı olabilir? Nasıl bir faydası olabilir? O kadar büyük bir kopuş yaşanıyor ki değerli arkadaşlar. Halk ve saray rejimi. Demin anlattım yani flanörlükte de anlattım. Ya bu insana tabii şu sözü getiriyor. Yani Fransız kraliçe madamın işte ekmek yoksa pasta yesinler sözü vardı ya Antoinette'in. Açıkçası o kadar halktan kopmuşlar ki, o kadar insanların durumundan bir haberler ki halk iradesini kaybettiklerinin farkında değiller. Meta zorla iktidarda kalacağına, korkuyla iktidarı sürdüreceklerine inanıyorlar. Gerçek bu değil. Gerçek şu. 19 Mart'tan beri bu ülkenin gençleri, bu ülkenin insanları, bu ülkenin yurttaşları hiçbir şekilde olan bitenden ötürü geri adım atmıyor, pes etmiyor, sinmiyor. Mücadelesine devam ediyor. Biz diyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi olarak Genel Başkanımızda sıklıkla bunu mitinglerde dile getiriyor. Mitingse miting, meydansa meydan, protestoysa protesto. Biz daha çoğuz. Toplumsal muhalefet çok daha kalabalık. Asla korkmayalım, asla sinmeyelim. Milletin sesini kesenlere itibar etmeyin. Biz millete kulak veriyoruz ve halkın sesini susturmaya çalışan her iktidar eninde sonunda gitmiştir. Biz de halkın sesi olmaya devam edeceğiz değerli arkadaşlar.

Teşekkür ederiz. Şimdi sorular varsa bunları alabiliriz.

Soru- Efendim Mersin Milletvekili Hasan Ufuk Çakır'ın katıldığı bir televizyon programında partinize yönelik bir takım eleştirileri olmuştu. Bu eleştiriler MYK toplantısında gündeme geldi mi?

Zeynel Emre- Evet, MYK toplantımızda bunu gündeme aldık ve dikkat ederseniz uzunca bir süredir genel itibariyle çok büyük hoşgörü gösterdi Genel Başkanımız. Sürekli işte protesto eden, kızan, ondan sonra tepki gösteren bir yerde anlayabilir, bir yerde bir duygusunu yakalayabilir, sürece birlikte katabilir miyiz çabasını çok gösterdi. Ama bazı şeylerin bir sınırı var. Artık o sınır geçildikten sonra da bizim hepimizin bir ödevi biz burada parti tüzüğüne göre görev yapıyoruz. Buradaki sorumluluklarımızı yerine getirmemiz lazım. Dolayısıyla Merkez Yönetim Kurulu tarafından o milletvekilimiz Parti Meclisine kesin ihraç sistemi düşüncesiyle sevk edildi ve Parti Meclisi buna karar verecek ilk toplantıda.

Soru- CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in kurultaydaki "Celladınıza aşık olmayın" sözleri çok tartışılmıştı. Hala da bu konudaki tartışmalar devam ediyor. Son olarak bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuyla ilgili yine bir yanıtı oldu Özel’e. “Sizin dedeler neredeydi” demişti geçen hafta Genel Başkan. Erdoğan bugün “CHP Genel Başkanı her köşeye sıkıştığında ya topu taca atıyor ya saldırganlaşıyor ya saçmalıyor. Yine aynısını yapmış. Haddini de aşarak Sarıkamış'ta şehit düşen rahmetli dedemin bir asır önce nerede olduğunu sormuş” dedi. Buna bir yanıtız olacak mı? Teşekkürler.

Zeynel Emre- Şimdi Tayyip Bey biraz dedesini örnek alsın. Madem dedesi bu vatan için şehit olmuş, bu millet için canını vermiş, neden kendi ülkesine bu kadar kötülük yapıyor? Milletine bu kadar düşmanlık yapıyor, bu ülkeyi bu kadar geriyor? Neden bu ülkenin bağımsızlığını zedeleyici adımlarda bulunuyor? Neden gönüllü olarak Büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığını yapıyor? Neden bu uluslararası büyük projelerde koç başlığını yapıyor? Önce bu sorulara cevap versin. Madem dedesi bu millet için şehit düştü. Öyle ya. Yani bu ülkeye yapmadığı kötülük kalmadı. Yapmadığı kötülük kalmadı. Ülkede ayrıştırdı insanları, böldü. Diliyle, üslubuyla, konuşmasıyla, davranışlarıyla. Dolayısıyla yani dedesi şehit olmuşsa ülkemiz için Allah rahmet eylesin. Kendisine de dedesini örnek almayı tavsiye ediyorum."