23.04.2022

Yüksel Taşkın: Bayram, Çalışmak Zorunda Kalan Çocuklarımızı Anımsamak İçin Bir Vesile Olsun

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın, "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, çalışmak zorunda kalan çocuklarımızı anımsamak için bir vesile olsun" dedi.

Genel Başkan Yardımcısı Taşkın'ın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na ilişkin yazılı açıklaması şöyle:

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarken, çocuklarımızın hayata eşit ve adil bir biçimde katılmaları önündeki engelleri hep birlikte tartışmamız ve çözüm önerilerimizi paylaşmamız yerinde olur diye düşünerek, çalışmak zorunda kalan çocuklarımızla ilgili aşağıdaki değerlendirmeyi kaleme aldım.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNICEF tarafından 2021 yılında yayımlanan “Çocuk İşçiliği: 2020 Küresel Tahminler, Eğilimler ve Önümüzdeki Yol” başlıklı rapor, çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine yönelik kaydedilen ilerlemenin 20 yıldır ilk kez durduğuna işaret ediyor. ILO ve UNICEF tarafından dört yılda bir toplanan verilere göre, 2000 ile 2016 yıllarında çocuk işçilerin sayısında yaşanan düşüş eğilimi tersine dönerek, son dört yılda bu sayı 8,4 milyon artmış ve dünya genelinde 160 milyona yükselmiş durumda. COVID-19 salgınının etkileri göz önünde bulundurulduğunda milyonlarca çocuğun daha risk altında olduğunu söylemek mümkün.

Türkiye’nin de taraf olarak yükümlülüklerini yerine getirmekle sorumlu olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, ILO’nun Asgari Yaş Sözleşmesi ve En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi, çocuk işçiliğinin yasal sınırlarını belirler ve çocuk işçiliğini sona erdirmek üzere ulusal ve uluslararası uygulamalara bir zemin sağlar.

Türkiye’nin kendi iç hukukunda çocukların çalışmasına dair mevzuat 4857 sayılı İş Kanunu’na göre düzenleniyor. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. Maddesine dayanılarak hazırlanan Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’e göre; “Çocuk işçi: 14 yaşını bitirmiş, 15 yaşını doldurmamış ve ilköğretimini tamamlamış kişiyi”, “Genç işçi: 15 yaşını tamamlamış, ancak 18 yaşını tamamlamamış kişiyi” ifade eder.

Aynı yönetmeliğe göre çocuklar ancak ilgili yönetmelikte tanımlanan hafif işlerde çalışabilirler. Hafif iş ise “Yapısı ve niteliği itibariyle ve yerine getirilmesi sırasındaki özel koşullara göre; a) Çocukların gelişmelerine veya sağlık ve güvenliklerine zararlı etki ihtimali olmayan, b) Okula devamını, mesleki eğitimini veya yetkili merciler tarafından onaylanmış eğitim programına katılımını ve bu tür faaliyetlerden yararlanmasını engellemeyen işleri” ifade ediyor. Yönetmelik çocuk işçileri ve genç işçileri farklılaşan yaşam ve gelişim ihtiyaçlarına göre değerlendiriyor ve her bir gurup için çalıştırılabilecekleri işleri de tanımlıyor. Aslında tüm bu kategorilerin hangi işlerde çalıştırılmayacaklarını da açıkça belirlemiş oluyor.

Bu elbette “resmi” durum. Hayat başka türlü akıyor ve yüzbinlerce çocuk, çalışmak zorunda kalarak veya bırakılarak eğitim yoluyla kendi geleceğini inşa etme ve akranlarıyla sosyalleşme haklarından mahrum bırakılıyor. Ozanın dediği gibi, “Yedi yaşına gelmeden ihtiyar” oluyor…

Türkiye’de çalışan çocuklara dair güncel verilerin düzenlendiği en son çalışma olan TÜİK’in Çocuk İşgücü Anketi (2019) sonuçlarına göre, 5-17 yaş grubunda olup bir ekonomik faaliyette çalışan çocuk sayısı 720 bindir. Ancak bu rakamın kayıt dışı çalışanlarla birlikte 2 milyonu aşmış olduğu tahmin ediliyor. Geçici korunma statüsündeki Suriyeli çocukların da eklenmesi ile çalışan çocuk sayısı daha da yükselmektedir.

TUİK Anket sonuçlarına göre; çalışan çocuklar arasında en büyük grubu oluşturan 15-17 yaş aralığındaki çocukların sayısı 574 bindir. Buna göre çalışan çocukların yüzde 79,7’sini 15-17 yaş grubundakiler oluşturmaktadır. Çalışan çocukların yüzde 20,3’ünü 15 yaşın altındakiler oluştururken, 12-14 yaş grubunun sayısı 114 bin; 5-11 yaş grubunun sayısı ise 32 bin olarak aktarılıyor. Çalışan çocukların yüzde 70,6’sını ise erkek çocuklar oluşturuyor.

Burada vurgulanması gereken önemli bir sorun “ev işlerinde çalışmanın”, araştırma kapsamında “çalışmak” olarak görülmüyor olmasıdır. Türkiye’de kız çocukların eğitimden erken ayrılmasının ve erken yaşta evliliklerin başlıca nedenleri olan ev içi emek ve bakım yükünün görmezden gelinmesine mevcut tabloyu kavramamamızı zorlaştırıyor. Ev içinde çalışan çocukların tamamını kız çocuklarının oluşturduğunu biliyoruz.

Ekonomik faaliyet koluna göreyse çalışan çocukların yüzde 30,8’inin çocuk işçiliğinin en kötü ve zorlayıcı kabul edildiği tarım sektöründe, yüzde 23,7’sinin sanayide, yüzde 45,5’isinin ise hizmet sektöründe istihdam edildikleri görülüyor. Çalışan çocukların 455 bini ücretli veya yevmiyeli, 261 bini ise ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor.

TÜİK’e göre herhangi bir yaralanmaya veya sakatlanmaya ve işyerinin çalışma koşullarından kaynaklı olarak herhangi bir rahatsızlık geçirmeye maruz kalan ve tanık olan çalışan çocukların sayısı yaklaşık 61 bin olarak veriliyor. Elbette bunların resmi veriler olduğuna dikkat etmemiz gerekiyor. Farklı kaynaklardan derlenen bilgilere göre, 2013-2019 yılları arasında 319 çocuk iş kazalarında hayatını kaybetmiştir.

Çocuklar neden çalışmak zorunda kalıyor sorusunun yanıtını tahmin etmek zor değil: 5-17 yaş grubunda çalışan çocukların 259 bininin, hanehalkının ekonomik faaliyetine yardımcı olmak, 167 bininin ise doğrudan hanehalkı gelirine katkıda bulunmak üzere çalıştığı görülüyor. Üstelik, çalışan çocukların yüzde 34,3’ü eğitimine ara veriyor. Eğitim hayatından çekilmek ise yoksulluğun bir kuşaktan diğerine aktarılacağının en acı göstergesi. Çocuk sosyal devletin dokunuşuyla eğitim hayatında kalarak farklı bir istihdam alanı için nitelik kazanabilirse, bir önceki kuşağın kaderinden kaçabiliyor.

Çözüm önerilerine gelince öncelikle en basit tespitten başlayalım: Mevcut kanunlar uygulansaydı, bu kadar çocuk aslında kendi kapasitelerine göre ağır olan işlerde çalışamayacaklardı. Yine çalışma zorunluluğunun eğitim hayatını sekteye uğratması da kanunlara göre yasaktır. Yani devlet önce kendi kanunlarını titizlikle uygulamalıdır.

Fakat yoksulluğun ve yoksunluğun arttığı ve derinleştiği bir toplumda çocuk işçiliğini kanunlarla düzenlemek zordur. En kalıcı çözümün etkin ve hak temelli bir sosyal devleti inşa etmek olduğu çok açıktır. CHP’nin bir bütün olarak yoksulluk ve çocuk yoksulluğu konularında en bütüncül projesinin Aile Destekleri Sigortası (ADS) olduğunu daha önceki bir yazımda etraflıca ele almıştım. CHP’nin Aile Destekleri Sigortası önerisinin ana hedefleri nelerdir?

Yazıda detaylandırdığımız gibi, ADS asgari ücretin altında geliri olan ailelerin belirli desteklerle güçlendirilmelerini ve yoksulluktan çıkarılmalarını amaçlıyor. Bu proje uygulanırsa çocuk eğitimine odaklanabilecek çünkü ailesi sosyal devlet tarafından güçlü biçimde desteklenecek. ADS kapsamına giren ailelerde doğrudan ev kadınının hesabına yatırılacak Aile Geçim Desteği ve bir dizi ek destek, çocukları çalışma zorunluluğundan kurtaracak.

ADS’nin mantığına göre yoksulluktan çıkışın iki temel yolu var: Güvenceli istihdam ve kamusal eğitim. Ülkemizde eğitim yoluyla daha iyi bir hayata kavuşanların sayıları azımsanamaz. Yoksul çocuklarına eğitim süreleri boyunca pozitif ayrımcılık uygulayacağız. Onların da okul öncesi eğitim fırsatlarından yararlanmalarını sağlayacağız. Yoksul bir ailenin çocuğu için eğitime devam bakımından en önemli motivasyonlardan birisinin okulda kahvaltı ve öğle yemeği hizmeti olabileceğinin farkındayız. Bunu sağlayacağız. Eğitim bursunun yanında eğitim materyalleri ve yurt gibi imkânlar da parasız olacak. Amaç yoksul çocuğun ve gencin eğitim yoluyla istihdama katılması ve yoksulluk sisteminden de mezuniyetidir.

23 Nisan’ın hem ulusal egemenlik hem de çocuk bayramı olarak ilan edilmesi tesadüf değildir. Çocuklarımızın çok daha güzel bir dünyayı ve ülkeyi yaratacaklarına olan inanç, 23 Nisan’ın ruhuna sinmiştir. Bütün çocuklarımıza fırsat eşitliği sunarsak, daha adil, özgür, müreffeh ve iklim dostu bir dünyada yaşama ve hayata katılma haklarına kavuşabilirler.