03.12.2022

Jeremy Rifkin: "Türkiye Akdeniz Havzasındaki Diğer Ülkeleri Harekete Geçirebilir”

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması”, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı. ABD’li yazar, ekonomi ve toplum kuramcısı; CHP Genel Başkan Başdanışmanı Jeremy Rifkin, yaptığı konuşmada şunları söyledi:


Teşekkür ederim. Türkiye’deki değerli dostlarım merhaba. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibiyle çalışıyor olmak benim için çok heyecan verici olacak. Bunu heyecan ile bekliyorum. Bilimsel, teknik ve ekonomik girdi sağlayacağımdan ve Türkiye’nin kapsamlı bir yol haritası oluşturmasına yardımcı olacağım ve Sayın Kılıçdaroğlu ülkesini dönüşümden geçirecek. Bu, bir sanayi dönüşümü ve sıfır karbon emisyonu içeriyor. Benim ekibim, Avrupa Birliği’nde temel mimari görevlerde yol aldı, aynı şekilde Çin’de iklim değişikliği gibi konularda da görev aldık ve Birleşik Devletler’de de benzer roller üstlendik. Evet, size katılmak çok güzel. Chicago Üniversitesi’nden ve MIT’den, değerli ekonomist Sayın Acemoğlu ile birlikte çalışıyor olmak mutluluk verecek bana.

Şimdi, ciddi bir sorunumuz var. Evet son dönemdeki bu çalışmalarım bize şunu gösteriyor: Akdeniz’in 22 ülkesi, yani 480 milyon kişi; dünyanın geri kalanından yüzde 20 daha hızla ısınıyor. İklim değişikliği işte bu bölge için bu anlama geliyor. Bu da bütün dünya genelinde en hızlı yağmur azalımı da bu bölgede görülüyor. Türkiye de bu bölgenin bir üyesi ve epeyce önemli bir kısmı yerleşilemez hâle gelecek; eğer bu, bu şekilde devam ederse. Oysa, burada dramatik bir değişimle karşı karşıyayız ve her Akdeniz ülkesi ve bu ülkeyi yönetenlerin bu konuyu ele almaları gerekiyor.

Evet, şimdi birlikte çalışırsak, daha geniş bir ölçekte çalışırsak ancak başarılı olabiliriz. Bu dayanıklılık çağı diyebileceğim bir çağ ve bütün Türk halkının dayanışma içinde olması gerekiyor bu yolculukta. Bu, çevreyle alakalı bir şey ama sadece bununla alakalı değil, bunu akılda tutarak bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. Evet iklim değişiyor, böyle bir dönemde yaşıyoruz. Artık bu bir teori de değil, artık bilimsel bir gerçek. Türkiye’de ve Akdeniz havzasında yaşayan insanlara olan biteni anlatmak zorunda bile değiliz hatta, çünkü herkes bunun farkında.

Dolayısıyla, çok ciddi soğuk karlar alıyoruz gezegenimizin birçok yerinde. Aynı zamanda, çok ciddi seller de yaşanıyor. Yaz aylarına geldiğimizde ise susuzluk, sıcaklık, ısı dalgaları ve kıtlıklar yaşanıyor. Sonbaharda ise fırtınalar ve tayfunlar bizi vuruyor. Evet bunların hepsi bir araya gelerek ekosistemimizi alt üst ediyor. Bu ciddi bir sorun bizim için. Bu yalnızca insan hayatını değil, gezegendeki diğer hayatları da tehdit eden bir gerçek.

Ben burada özellikle Z kuşağı olmak üzere başta, şunu söylemek istiyorum: Biz altıncı dönemin başındayız aslında ve insanlık için çok önemli bir zaman diliminden geçiyoruz. Daha evvel beş defa; benzer yok oluşlar yaşadık aslında, şimdi altıncısının başındayız; bilim insanları bunu bu şekilde söylüyor. Evet, bu bugünün devletlerini de ilgilendiren bir sorun.

Evet, şimdi karşımızdaki gerçeği olduğu gibi görmemiz ve bir anlamda uyanmamız gerekiyor. Evet, bu neden oluyor bu? Aslında çok basit bir sebebi var. İklim değişiyor. Çünkü, küresel ısınmaya yol açan gazlar salınıyor ve bu gazlar güneşten gelen ışının dünyadan yansımasını engelliyor. Evet, her bir derecelik artış için atmosfer yüzde 7 daha fazla ısı emiyor. Dolayısıyla, daha konsantre bir yağıştan bahsediyoruz.

Evet, ekosistemimiz aslında, gerçek zamanlı olarak çöküyor. Peki, buradan nereye gideceğiz?

Sizinle bir hikâye paylaşayım müsaadenizle… Avrupa Birliğinin liderliğinde yeniden çalışmaya başladığımda, şöyle geri yaslandık ve şu soruyu sorduk: Bu, tarihteki büyük ekonomik değişiklikler nasıl gerçekleşti? Bunu baz alarak, işte iklim değişikliğine yanıtlar verebilecektik çünkü. Şimdi tarihte geriye gittiğimizde, 7-8 majör paradigma değişimi yaşanmış ekonomi tarihinde ve hepsinin ortak bir paydası var. Her birinde önündeki süreci yeniden tanımlayan teknolojiler ortaya çıkmış ve toplumun iletişim tarzında güç ilişkilerini yeniden tanımlamış; ekonomik hayatı, sosyal hayatı ve hükümet ilişkilerini değiştirmiş.

Bunlar hangi teknolojiler? Birincisi iletişim devrimi, ikincisi yeni enerji rejimleri, üçüncüsü yeni mobilite ve lojistik. İşte bu üçü yan yana geldiğinde, çok sayıda insanın bir araya gelmesine, iletişim sağlamasına ve güç birliği yapmasına olanak sağlıyor; ekonomide, toplumda ve devlet yaşamında. Evet, bu devrimler bizim yaşam tarzımızı değiştiriyor, oryantasyonumuzu değiştiriyor, hükümetlerimizi değiştiriyor, ekonomimizi nasıl organize ettiğimizi değiştiriyor, doğa ile ilişkilerimizi değiştiriyor.

Şimdi iki küçük örnek vereyim. 19’uncu yüzyılda gelen ilk sanayi devrimi, sonrasında biliyorsunuz buhar motoru geldi, sonra iletişim devrimi geldi, yeni enerji rejimi ortaya çıktı, kömür, yeni bir enerji kaynağı olarak karşımıza çıktı. Kömür ile birlikte evet buhar motorlarını görmeye başladık… İkinci sanayi devrimi, Birleşik Devletler’de ortaya çıktı. 20’nci yüzyılın başlarında ise kitle devrimi aslında ortaya çıktı, telefonu gördük. Enerji devrimi ise ulaşım devrimi tarafından takip edildi, tabii burada içten yanmalı motorla karşımıza çıktı. Evet, yeni fosil yakıtlı motorlardan bahsediyorum. Bu küreselleşme tarafından takip edildi; Dünya Bankası ve IMF ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası yönetişim kurumları karşımıza çıktı. Evet, burada, brent petrolün 147 dolar olduğu dönemleri de gördük ama bu da bize fosil yakıtları tarafından sürdürülecek denilen devrimin sona erdiğini aslında gösteriyor. Evet her şey şu anda fosil yakıtlara bağlı. Kozmetikten gıdaya, oradan inşaat malzemelerine, oradan ısınma ve aydınlanmaya kadar her şey bir şekilde fosil yakıtlarla sağlanıyor. Tam da böyle bir durumda, Rusya Ukrayna’yı işgal etti biliyorsunuz. Bu aslında enflasyonu da yükseltti, aynı şekilde fosil yakıtlarla ilgili de sorun yaşamaya başladık.

Peki buradan nereye gideceğiz?

Şimdi bir hikâye paylaşayım sizinle, müsaadenizle: Angela Merkel, Şansölye olduğunda ‘İlk birkaç hafta zarfında Alman ekonomisini nasıl büyütürüz?’ babında benden yardım istedi. Ben de Berlin’e gittiğimde Şansölyeye şunu sordum: ‘İşletmeleriniz, ikinci sanayi devrimine bağımlı yaşarken nasıl yapacaksınız bunu?’ diye sordum.10 yıl öncesinden bahsediyorum aslında. Burada işgücü devrimi, finans devrimi, piyasa devrimi gibi şeyler karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar olurken Almanya’nın sahip olduğu altyapı, eski bir altyapıydı. Evet, daha sonra Şansölye ile yaptığımız konuşmalarda Avrupa Birliği ve Çin’de yükselen yeni bir sanayi devriminden bahsettik. Evet, burada iletişim devrimi ve internet de karşımıza çıktı biliyorsunuz. 4.5 milyar insan ceplerindeki akıllı telefonlarla iletişime geçiyorlardı ve bu telefonların bilgisayar kapasitesi, aya gönderdiğimiz astronot için kullandığımız bilgisayardan daha fazla. Evet, burada işletmeler, topluluklar artık kendi kaynaklarını üretiyor.

Önümüzdeki 20 yılda güneş ve rüzgâr enerjisini, aynı şekilde okyanusları kullanmaya başlayacağız, küresel enerji üretiminde. Dolayısıyla, milyonlarca insan kendi enerjisini zaten halihazırda üretiyor ve ürettikleri fazlayı da şebekelere satıyorlar. Evet, dünyanın başka bir yerinde geceyken mesela oraya elektrik satıyorlar. Evet, bu da aslında daha demokratik ve güvenli bir dünyada yaşamak anlamına geliyor. Bu büyük bir adım, ileri bir yöntem olarak. Burada iletişim ve internet ve enerji değişimi eş zamanda yaşanıyor. Bunun üzerine mobilite devrimi de yaşanıyor. Burada enerji hücresinden kaynaklanan bir değişim de var. Evet, aynı büyük veriyi, analitik veriyi ve algoritmaları kullanıyoruz; hem iletişimde, hem enerjide, hem de sürücüsüz ulaşımda. Evet, tarihin önemli bir dönemindeyiz. Bu, işimizi yapış şeklimiz anlamında büyük değişiklikler getiriyor. Farklı bir dünyada artık yaşıyor olacağız.

Şimdi şunu sizle paylaşmak isterin bu noktada: Son 2 yılda olan biten, dünyanın her tarafında herkesi korkuttu biliyorsunuz. Yani ölümden korktuk aslında ama kimse bundan bahsetmiyor. Çünkü, şunu görmeye başladık: Yani iklim değişikliği bir gerçek ve eski günlere dönme şansımız yok. Evet, insanlar ne yapacağımız konusunda, bu süreci nasıl yöneteceğimiz konusunda endişelere sahip, korkuya sahip.

Evet, biz şimdi bu gezegenin aslında zannettiğimizden çok daha güçlü olduğunu görmeye başladık. Aynı şekilde, insan türü olarak aslında çok daha küçüğüz ve çok daha az anlamlıyız. Evet, uzun zamandır doğayı kendimize adapte etmeye çalıştık ve bu bizi aslında yıkıma götürdü. Şimdi, şunu öğrenmenin zamanı: Biz kendi türümüzü doğaya adapte etmek ve yeni yollar bulmak durumundayız. Evet, genç kuşaklar, Z kuşağı ve genç milanyenler; onlar şimdi okullardan çıkıyorlar, mezun oluyorlar ve barışçıl protestolar gerçekleştiriyorlar. Altı yedi defa cuma günü okullarından çıkan milyonlarca genç kuşak üyesi protestolarda bulundu. Evet, bir acil durum döneminden geçiyoruz. Hayatımızı organize etme biçimimizin değişmesi gerekiyor. Ve bu protestolar, tarihteki diğer protestolara hiç benzemiyor bu arada, farklı bunlar. Çünkü ilk defa, bütün bir kuşak, sokağa çıkıp protesto ediyor. Evet kendilerini bir tür olarak yani tehdit altında yaşayan bir tür olarak görüyorlar ve protestonun zemininde de bu var. Evet tüm bunlar; yani ideolojik farklılıklarımız, dini farklılıklarımız, ekonomimizi yönetme biçimimiz; bu farklılıklar şöyle bir kenarda duruyor, bunlar ortadan kalkmış değil ama işte bu gençler, bunları göz ardı ederek tür protestosu yapıyorlar, biyolojik bir tür olarak, insan olarak protesto yapıyorlar.

Şimdi son birkaç dakikam kaldı, bu birkaç dakikada Türkiye’de ve Akdeniz havzasında yapabileceklerimizle alakalı olumlu şeyler paylaşmak istiyorum. Evet burada genç kuşak var. Burada, büyümeden çoğalmaya geçiyorlar, burada finans kapitalden ekolojik kapitale geçişten aslında bahsediyorum. Bir çeşit fotosentez gibi, yani birincil üretimden bahsediyorum. Evet burada gayri safi milli hasıla esenliğe harcanıyor ve artık yaşam kalitesi bir gösterge olarak ele alınıyor. Evet, hiper tüketimden çevre dostu bir yaşam kalitesine geçiş söz konusu… Evet, dikeyde entegre olmuş bir ekonomiden daha dağıtık bir ekonomik organizasyona geçişten bahsediyorlar. Evet yüksek teknoloji içeren KOBİ’ler var artık ve bu KOBİ’ler kullanıcı ağlarını paylaşıyor ve dünyanın her tarafındaki ekonomik sistemleri kendilerine dahil ediyorlar. Bir çeşit Q Yerelleşme denilen şeyden bahsediyoruz, glokalizasyon denilen bir süreçten bahsediyoruz. Sıfır toplamlı oyundan, ağ etkisi denen şeyden bahsediyoruz yani ağda ne kadar kişi varsa o kadar fayda var demektir değil mi? Ve nihayet fosil yakıtların jeopolitiğinden biyosfer politikasına bir geçişten bahsediyoruz burada artık güneş ve rüzgar enerjisinin paylaşımı öne çıkacak.

Evet, son birkaç dakikada bazı haberler de paylaşmak istiyorum. Ben şu an kendi ofisimde oturuyorum, şu anda Ulusal Sağlık Kurumunun da birkaç dakika uzağındayım. Bu kurum, insan beyni adında bir proje geliştiriyor. Evet bu artık insanları bir metafor değil bir ekosistem olarak gören bir anlayış. Burada şaşılacak bir şey de yok aslında çünkü burada vücudumuz hidrosferden suyu alıyor mesela ve onu başka bir yere aktarıyor. Hidrosferden elementleri alıyor, vücudumuza giriyor bu elementler ve daha sonra başka bir yere gidiyor. Atmosferden oksijeni alıyoruz, oksijen vücudumuza giriyor, daha sonra başka bir yere gidiyor. Dolayısıyla biz aslında bir ekosistemiz ve bütün büyük resmin bir parçasıyız. Evet, biz her zaman değişiyoruz. Mesela iskelet, ya da insan karaciğeri, karaciğer her 365 günde bir yenileniyor mesela. Şimdi bilim insanlarımız ‘vücudumuzda artık, yalnız değiliz’ gibi şeyler söylüyorlar… Vücudumuzdaki hücrelerin yarısı bize ait değil ve aslında başka bir şeylere ait; bakteriler, virüsler, mantarlar ve benzeri şeyler. Evet, vücudumuzda 20 bin gen var, milyonlarca başka gen var, başka organizmalara ait gen. Evet, biz bir ekosistemiz aslında, bu gezegeni kendi vücudumuzla birleştiriyoruz. Evet, bu genç kuşaklar için aslında son derece rahatlatıcı bir şey. Yalnız olmadıklarını görüyorlar. Doğadan ayrı, ayrılmış bir varlık değiliz ve doğa bizim düşmanımız değil. Biz bu ekosistemin, bu gezegenin bir parçasıyız. Ve gezegeni kendi ihtiyaçlarımıza uydurmaya çalışmak yerine kendi türümüzü gezegene uydurmaya başlamanın da zamanı.

Son olarak, en çok, sanırım en çok rahatlatıcı olan da bu; birçok kişi yani beni dinleyen birçok kişi şu anda ‘Bu söylediklerini başarabilir miyiz, sağ kalabilmemiz mümkün mü, yani bir tür olarak sağ kalmayı becerebilecek miyiz?’ gibi sorular soruyorlar, bundan eminim. Şimdi, çok kurum var Amerika’da ve onlar da tüm bu binlerce yıllık zaman zarfında insanlık nasıl sağ kaldı, nasıl hayatta kaldı diye soruyorlar. Yani kürkümüz yok, çok da güçlü değiliz, iki ayaklı canlılarız, okyanusları aşarak nasıl ayakta kaldık? Evet hikaye şu: Yıllar evvel, 200 bin yıl evvel homo sapiensler olarak bizim türümüz yaklaşık 800 bin yıl evvel ortaya çıktı biliyorsunuz ve 250 bin yılı aşan bir gelişme sürecimiz oldu. Afrika’dan geldik, savanalardan geçtik ve son buz çağı ortadan kalktı hava güzelleşti, tarım yapmaya başladık, pastörizasyonu başardık, hidrolik medeniyetler ortaya çıktı, sanayi devrimi ve ilerleme çağı ortaya çıktı. Smith Sorian adındaki kuruluş jeolojik olarak şöyle şu bulguyla gelmiş: Bu 800 bin yıl boyunca aslında iklimde yaşanabilecek en radikal değişiklikleri deneyimledik biz. Bu dönemde gezegenimiz ilginç bir şekilde dönüyordu ve sonra 100 bin yıllık bir buzul çağı yaşandı, sonra 10 bin yıllık ısınma. Sonra tekrar 100 bin yıllık buz çağı ve sonra tekrar 10 bin yıllık bir ısınma dönemi… Bir döngüden bahsediyorum aslında, uç sıcaklıkların yaşandığı ve yüz binlerce yıl süren bir döngüden bahsediyorum. İşte bunları aşarak nasıl sağ kaldık, değil mi? Soru bu: Biz gezegende en kolay adapte olan canlılarız, bakteriler ve virüsler hariç tutulursa. Büyük bir beynimiz var, bilgi paylaşabiliyoruz, gelecek kuşaklarla paylaşabiliyoruz, nöral ağlarla empati yapabiliyoruz ve gezegeni çok daha bilinçsel bir şekilde deneyimleyebiliyoruz. Evet, en iyi adapte olan tür insanlar.

Türkiye’deki genç dostlarımızın anlaması gereken şu: Tarih boyunca aslında doğaya adapte olduk biz ve diğer türler gibi sağ kaldık, çoğaldık. Son birkaç yüz yıldır ise doğayı kendimize adapte etmeye çalışıyoruz ve işte gezegene verdiğimiz zarar ortada. Evet, şimdi eskiye dönme, eski anlayışa dönme zamanı ama bunu sofistike, derinlikli bir şekilde yapmamız gerekiyor.

Türkiye’de genç bir kuşak var ve bu büyük dönüşümü, üçüncü sanayi devrimine dönüşümü başlayıp gerçekleştirebilirler. Evet burada aslında Akdeniz ekosisteminden bahsediyoruz. Türkiye, diğer 22 ülkeyle, Akdeniz havzasındaki diğer 22 ülkeyle bir araya gelip, ortak bir yönetişim kurmak durumunda. Çünkü burada olan her şey herkesi etkiliyor. Akdeniz’de olan her şey buradaki her toplumu etkiliyor. Bu da Akdeniz havzasında iş birliği yapacak yeni kuşaklar gerektiriyor.

Türkiye biliyorsunuz, Asya ve Avrupa arasında bir köprü. Türkiye, üç kıtanın ortasında bir merkez. Türkiye aslında lider, bir harekete geçirici; Akdeniz havzasındaki diğer ülkeleri harekete geçirebilir. İklim değişikliğini ele alarak bunu yapabilir ancak Türkiye, şu an Türkiye, dünyada en çok risk altında olan topraklardan birine sahip. Evet, Türkiye bu konuda liderlik edebilir. Türkiye bir G20 ülkesi ve üniversitelerinizde müthiş yetenekler var, iş dünyanız da aynı şekilde. Dolayısıyla, Türkiye’yi örnek hâle getirecek yeteneğe, beceriye sahipsiniz. Bunu yaparken Akdeniz havzasındaki diğer ülkelere de ulaşabilirsiniz.

Ve bu, şöyle bir mesaj da olacak: Bakın, biz hepimiz insanlarız ve Akdeniz havzasında birlikte yaşıyoruz. Türkiye bu liderliği yaparsa bir pivot rolü oynayabilir ve hem üçüncü sanayi devrimine geçer hem AB’ye yakınlaşır. Türkiye’yi işte bu pivot, bu merkez ülke hâline getirmemiz gerekiyor. Avrupa ve Asya’yı birleştiren ve tek kıta hâline getiren bir ülkeden bahsediyoruz. Evet bu yeni çağ için işe başlamanın zamanı. Bunu diğer canlılarla uyum içinde yapacağız ve doğayla olan ilişkimizi takdir ederek, minnettarlık duyarak yapacağız. Bu, sadece büyüme değil, esenlik de getirecek bize. Ve bu şekilde yaşam kalitesini arttıracağız. Evet büyük misyon bu ve bunun için ikinci bir şansımız olmayacak. Bu şimdi yapılmak durumunda. Zamanımız azalıyor ve bu şu anda mümkün. Türkiye’de birlikte yaşayarak bizden öğrenerek bunları başarıyor olacağız. Bunu yaparsak Akdeniz’in geri kalanı için de örnek oluruz ve evet aktör olacağız ve bu yaşam denilen güzel deneyimin bir parçası olduğumuzu göstereceğiz.

Teşekkür ederim, söyleyeceklerim bu kadar.


Gündem'den Öne Çıkan Haberler