16.01.2016

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 35. OLAĞAN KURULTAYDA YAPTIĞI KONUŞMA (16 OCAK 2016)

-Bu düzeni değiştireceğiz, bu düzen değişecek.

-Bu düzeni biz, mübarek ellerimizle değiştireceğiz.

-Bizim görevimiz Türkiye’ye özgürlüğü getirmektir.

-Terör bir insanlık suçudur ve teröristler asla affedilmemelidir.

-Kürt kimliğinle gurur duyabilirsin, onur duyabilirsin.

-Bedeli ne olursa olsun bu ülkeye özgürlükçü demokrasiyi mutlaka getireceğiz.

-Diktatör bozuntusu olan adam, senin için şeref ve namus ne anlama geliyor.

-Gelin Dördüncü Büyük Devrimi hep beraber yapalım.

Sayın Başkan, değerli yol arkadaşlarım, kurultayımıza onur veren yabancı misyon temsilcileri, yine bizi yalnız bırakmayan, kurultayımızı renklendiren yurtdışı örgütlenmedeki temsilci arkadaşlarım, hepiniz hoş geldiniz. Değerli konuklar şeref verdiniz. Hepinizi ve bütün Türkiye’yi, 35. Kurultay’dan; Ankara’dan kucaklıyoruz.

Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, 35. Kurultayımız umuyorum ve diliyorum, üzerimize çöken baskıcı atmosferi, üzerimize çöken karanlık atmosferi umuyorum bir parça olsun aydınlatmış olur. Bizim görevimiz Türkiye’ye özgürlüğü getirmektir. Bizim görevimiz Türkiye’ye kardeşliği getirmektir. Bizim görevimiz ülkeye birinci sınıf demokrasiyi getirmektir. Bizim görevimiz bu ve bu görev anlayışıyla biz 35. Kurultayımızı yapıyoruz.

Bu kurultayın bir bayram havası içinde geçmesini isterdik. Hatta konuşmalardan önce bu sahnede oyunların oynanmasını isterdik, türkülerin söylenmesini isterdik. 35. Kurultayımızın bugününde isterdik ki hapishanelerinde gazetecilerin olmadığı bir Türkiye’de yapalım biz bunu. 35. Kurultayımızda isterdik ki Türkiye’de hiçbir çocuk yatağa aç girmesin. İsterdik ki bu kurultayı yaptığımız günde hiçbir çocuk teröre kurban gitmesin. İsterdik ki 35. Kurultayımızı yaptığımız bugünde herkes rahat bir nefes alabilsin. Ama bugün geldiğimiz nokta iç açıcı değil. Yönetilemeyen bir Türkiye gerçeği var. Baştan söyleyeyim bunu, yönetilemeyen bir Türkiye gerçeği var. O kadarki demokrasiden söz ediyoruz, özgürlüklerden söz ediyoruz, birlikten, beraberlikten, kardeşlikten söz ediyoruz. Ama oluşan atmosfer bütün bunların tümünü gölgeliyor. Bugün karamsar bir hava varsa toplumda yönetimden kaynaklanıyor. O karamsar havayı dağıtmakta bizim görevimiz. Birlikte mücadele edersek, ayrışmadan, bölünmeden mücadele edersek, demokrasiyi isteyenler bir olursa, özgürlüğü isteyenler bir olursa, iş, aş, ekmeği isteyenler bir olursa emin olun Türkiye’yi aydınlığa çıkarırız.

Bugün can güvenliği her şeyin önüne geçti. İnsan açlığını düşünmüyor, yoksulluğunu düşünmüyor, işsizliğini düşünmüyor. “Ne olacak bu ülkenin hali, ne olacak Türkiye’nin geleceği?” diye düşünüyor. “Benim can güvenliğim var mı?” diye düşünüyor.

Böyle bir atmosfer içinde 35. Kurultayımızı yapıyoruz. Terörün yeniden azdığı her gün şehitlerimizin geldiği, can kayıplarının olduğu bir Türkiye atmosferini yaşıyoruz. Baştan ifade edeyim. Mısır’daki sağır sultanda duysun. Biz Cumhuriyet Halk Partililer olarak bu ülkeye hizmet etmeyi temel ülkü olarak benimseyen Cumhuriyet Halk Partililer olarak, terör nereden gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin, hangi amaçla olursa olsun karşıyız. Nokta. Terör bir insanlık suçudur ve teröristler asla affedilmemelidir. İnsan hayatı kadar değerli olan başka bir şey yoktur. Masum insanların öldürüldüğü bir süreci asla kabul etmiyoruz. Terör bir insanlık suçuysa teröre karşı durmakta insanlığın ortak görevidir. Terörü bu ülkeye musallat edenler birazdan bahsedeceğim. Hiç kimse unutmasın terörden beslenen terör örgütleridir. Kandan beslenen terör örgütleridir. Ne kadar çok kan akarsa o kadar mutlu olan terör örgütleridir. Terörle mücadele akılla yapılır, bilgiyle yapılır, bilimle yapılır, irfanla yapılır. Terörle mücadele kolay bir mücadele değildir. Ama bugün geldiğimiz nokta iç açıcı bir nokta değil.

Bakınız değerli konuklar, değerli delegeler, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, anlattıklarımı iyi dinleyin. 31 yıldır PKK terör örgütüyle mücadele ediyor. Önce dediler ki, “İki baldırı çıplak olayı.” Bugün geldiğimiz nokta çok daha felaket bir tabloyu önümüze koyuyor. Mücadeleyse elbette mücadele edelim. Kararlılıkla mücadele edelim. Hiç kimsenin burnu kanamasın istiyoruz. Ayrışmayı değil, birlikteliği, birlikte olmayı savunalım. Bunu yapabilirsek biz ancak terörle mücadele edebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, en sağlıklı mücadeleyi terörle rahmetli Bülent Ecevit yapmıştır. Öyle büyük laflar etmeden, bir devlet adamı sorumluluğu içinde yapmıştır. Çağırmıştır Sayın Hüsnü Mübarek’i “Git bütün Arap ülkelerine anlat” demiştir. “Sabrımız kalmadı Suriye’den terör örgütü çıksın” demiştir. Genelkurmay İkinci Başkanı’nı Suriye sınırına göndermiştir. “Artık sabrımız kalmadı” mesajını vermiştir. Terör örgütü Bekaa Vadisi’nden çıkmıştır. Abdullah Öcalan yakalanmış ve Türkiye’ye getirilmiştir. Terör örgütü dağılma sürecine girmiştir ve 2002 seçimleri AKP gelip iktidar olmuştur. Sıfır terörle bir Türkiye’yi devraldılar.

Bugün geldiğimiz noktaya bakalım değerli arkadaşlarım. Hiçbir şey yapmadılar. Terör örgütü palazlandı, büyüdü. Zaman zaman şikayet ettiler. Ama bugün geldiğimiz noktada “Biz barışı sağlayacağız” dediler. “Buyurun sağlayın” dedik. “Birlikte olmayı gerçekleştireceğiz” dediler. “Buyurun gerçekleştirin” dedik. Onlara bunu nasıl yapacaklarını da anlattık. “Sizin önerinize ihtiyacımız yok” dediler. Oturdular terör örgütüyle masaya. Dedik ki “Bakın, terör örgütüyle masaya oturursanız örgütü meşrulaştırırsınız.” “Siz bunu bilmezsiniz. Biz bunu yapacağız” dediler. “Buyurun yapın” dedik. Düne kadar gidip doğu, güneydoğuda “Biz bu sorunu çözeceğiz ama CHP engel oluyor” diyorlardı.

Biz, benim başkanlığımda bir grup arkadaşla dönemin Başbakanı’nı ziyaret ettik. “Bu sorun böyle çözülmez. Bu sorunu çözmek istiyorsan sana bir yol haritası veriyoruz” dedik, 2012’de. “Sizin yol haritanıza ihtiyacımız yok” dediler. Ve sonra değerli arkadaşlarım, siyasi partileri değil, terör örgütünü muhatap alarak masaya oturdular ve bugün acı, kan ve gözyaşı geliyor. Fotoğraflara bakın, Suriye’deki fotoğraflardan ne farkı var? Lübnan’daki fotoğraflardan ne farkı var; Türkiye’nin Doğu, Güneydoğusundaki fotoğraflara bakın. Kim getirdi bu hale Türkiye’yi?

Değerli arkadaşlarım, masaya otururken ciddi yanlışlar yaptılar. Önce dediler ki, “Silahları bırakın yurtdışına çıkın.” Örgütün yetkilileri dediler ki “Hayır biz silah bırakmayız, istersek çıkarız” dediler. İlk darbeyi yedi zaten orada AKP hükümeti. Silah bırakmıyorsa nasıl örgütle anlaşacaksın, nasıl barışı sağlayacaksın?




Değerli arkadaşlarım, valilere talimat verildi, “Sakın dokunmayın bunlara” dedi. Ve bugün 17 ilçede ve pek çok ilde terör örgütü silahları depoladı, ağır silahları. Her eve silah soktular. Belli bölgeleri kontrol ettiler. Eğitimini yaptılar. Kandil’den gelenler şehir merkezinde gencecik çocuklara terör eğitimi verdiler. AKP sadece bunları seyretti. Sadece seyretti mi? Hayır. “Kimse bunlara dokunmayacak” dedi. Sadece bu mu? Hayır. Mahkemeler kurdular sesleri çıkmadı, vergi daireleri kurdular sesleri çıkmadı, askere alma daireleri kurdular sesleri çıkmadı. Sadece bu mu değerli arkadaşlarım? Bunları ben söylüyorum, dinleyen vatandaşlarımın bir kısmı diyecek ki “Efendim sen muhalefet partisi olduğun için bunları söylüyorsun.” Hayır. Ben şimdi size acı bir gerçeği, bütün vatandaşlarım duysunlar acı bir gerçeği Erdoğan’ın dilinden sizlere sunacağım. Bir televizyon programına katıldığında aynen şu cümleleri kuruyor; “Çözüm sürecini bunlar adeta Güneydoğu’da, kısmen Doğu’da kendileri için silah stoklaşma süreci olarak değerlendirdiler.” Yani diyor ki, “Biz çözüm süreci, dedik ama onlar Doğu, Güneydoğu’da silahları stoklama süreci olarak değerlendirdiler bunu.” Kim söylüyor? Bu ülkenin iktidarda olan Başbakanı söylüyor. “Çok ciddi silah stoklaması yaptılar” diyor. Demek ki silahların nerelere stoklandığını biliyorlardı.

Daha acı olanı ise şu; burada bu süreç içinde “Güvenlik güçlerimiz tabi herhangi bir çatışmaya, şuna buna girmeyin” dediler ama daha sonra anladık ki bu süreç içinde bunlar, bunu yaptılar.

Şimdi ben 78 milyon yurttaşımın vicdanına sesleniyorum. 78 milyon insanımın vicdanına sesleniyorum. Doğu, Güneydoğu, kentler, ilçeler, köyler silah deposu haline getirilirken iktidarda kim vardı? Doğu, Güneydoğu silah deposu haline getirilirken Güneydoğu’daki valilere, kaymakamlara “Sakın bunlara dokunmayın” diye talimatı veren kimdi? Eğer siz bunları kendi vicdanınızda sorgulayamazsanız bu hükümeti yeterince değerlendiremezsiniz. Akan kanın, gözyaşının, ölenlerin sivil olsun, şehit olsun tamamının sorumlusu mevcut iktidardır. Yani AKP’dir. Bu gerçeği herkesin bilmesini isterim.

Yine şu soruyu bütün vatandaşlarım kendi vicdanlarına sorsunlar: 2002’de sıfır terörle bir ülkeyi devraldılar. Hiçbir temel sorunu yoktu. Bugün kan gölüne dönen bir Türkiye var. Ve bizim bunu sorgulamamız lazım. Sorgulayalım ki demokrasinin hakkını vermiş olalım. Sorgulayalım ki bu sorunu nasıl çözeceğiz onu bilelim.

Değerli arkadaşlarım, sordum bütün bunların sorumlusu kimdir? Diyarbakır’da taksi şoförlüğü yapan Şeyhmus mu bu işin sorumlusu? Kayseri’deki Adem mi bu işin sorumlusu, esnaf Adem mi? Trabzon’daki, Rize’deki emekli Mehmet Usta mı bu işin sorumlusu? Bu işin sorumlusu bu ülkeyi yönetenlerdir. Bu gerçeği herkesin bilmesini isterim. Şimdi “Mücadele ediyoruz” diyorlar. Neyin bedelini ödüyor bu Türkiye? Neden zamanında önlem almadı, neden zamanında bütün bunları bilerek ve görerek sesini çıkarmadı? Bunu sorgulamak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, Doğudaki, Batıdaki Kürt kökenli kardeşlerime de sesleniyorum. Bizler hiçbir ayrımı asla ve asla kabul etmiyoruz. Kimlik siyaseti yapmadık. Senin kimliğin, senin şerefindir, senin onurundur. Kürt kimliğinle gurur duyabilirsin, onur duyabilirsin. Hiç kimse senin kimliğini asla ve asla sorgulamayacaktır. Seni kandırdılar. Sana yalancı baharı yaşattılar. Senin temiz duygularınla oynadılar. “Barışı getiriyoruz” dediler ve ülkeyi bugün kan gölüne çevirdiler.

Sevgili kardeşim, biz seninle beraber Çanakkale’de birlikteydik, İnönü’de birlikteydik, Kahramanmaraş’ta, Şanlıurfa’da, Gaziantep’te birlikteydik. Çanakkale’de Kuva-yi Milliye’de birlikteydik. Yine seninle birlikte, yine omuz omuza bu ülkeye özgürlükçü demokrasiyi getireceğiz hiç kimse endişe etmesin.

Biz yine seninle birlikte hiç kimsenin kimliğinden ötürü ötekileştirilmemesini sağlayacağız. Biz yine seninle birlikte insanın insana kulluğuna son vereceğiz. Bunun sözünü veriyorum sevgili Kürt kökenli kardeşlerim.

Değerli arkadaşlarım, yine Doğu, Batı, Güney, Kuzey, bütün vatandaşlarıma söylüyorum. Türkiye’nin en temel sorunlarından birisidir. Toplumsal barışımız dinamitlenmiştir. Toplumsal barışı sağlayacak olan tek parti vardır; o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir. Hiç kimse unutmasın.

Kurultayımızın saygıdeğer üyeleri, değerli konuklar, biz bu ülkeyi birlikte kurduk. Biz bu ülkede birlikte yaşıyoruz, birlikte yaşayacağız. Bu ülkede hiçbir yurttaşımızın ötekileştirilmesini istemiyoruz. Elbette ki, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bu ülkenin bağımsızlığını acıyla ve gözyaşıyla kurdular ve sağladılar. Biz de o iradenin sonuna kadar arkasında olacağız.

Değerli yol arkadaşlarım, son günlerde bir tartışma daha var. Anayasa tartışmaları. Darbe döneminde çıkarılan yasalar topluma dar geliyor. Toplum özgürlükçü bir demokrasi istiyor. Darbe döneminde çıkan yasaların değiştirilmesi gerektiği talebini bizde dile getiriyoruz. Evet, darbe döneminde çıkan yasalar, yani darbe hukuku ortadan kaldırılmalı, Türkiye’ye sağlıklı, güçlü, çoğulcu bir demokrasi, özgürlükçü bir demokrasi gelmeli. Bu konuda hiçbir kaygımız, hiçbir kuşkumuz yok. Darbe yasalarının değişmesi konusunda samimi olarak toplantılara katılacağız, samimi olarak düşüncelerimizi ifade edeceğiz. Hiçbir kişinin kişisel beklentisi üzerine yeni bir dünya inşa etmeyeceğiz ve buna izin vermeyeceğiz.

Bakınız, darbe yasalarının arkasına saklananlar, darbe hukukundan beslenenler, yeni bir darbe anlayışını Türkiye’ye dayatmasınlar.

AKP’nin değerli Genel Başkanı’na açık çağrıda bulunuyorum. Hepinizin önünde açık çağrıda bulunuyorum. Kendisine de söyledim. Siz bu ülkede özgürlükçü bir demokrasi istiyor musunuz? İstiyorsanız gelin darbe hukukunu tümüyle değiştirelim. 12 Eylül, 12 Mart döneminden kalan darbe hukukunu değiştirelim. Anayasada darbe hukukunun bir parçası. Bunları değiştirebilirsek Türkiye’ye demokrasiyi getirmiş oluruz. Ben size onların bu konudaki düşüncelerini aktarıyım. Hatırlayın 12 Eylül döneminde çıkarılan Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı. Pek çok idamın altına imza attılar. Gencecik fidan gibi çocuklarımızı idama götürdüler. Sonra değiştirdiler bunu, askeri hakimleri çıkardılar. Yine adı aynı kaldı. Sonra değiştirdiler bunu, “Devlet Güvenlik Mahkemesi olmasın, Batı itiraz ediyor” diye. Özel yetkili mahkeme haline getirdiler. Aynı amacı güdüyordu. Şimdi özel görevli Sulh Ceza Mahkemesi haline getirdiler aynı görevi görüyor. Sonuçta nedir? Yasa değişiyor, adı değişiyor, ama o yasanın darbeci ruhu değişmiyor. Diyorum ki, gelin o darbeci ruhu değiştirelim. Özgürlükçü, çoğulcu demokrasiyi getirelim.

Darbe anayasasından söz ediyorlar. Demokrasi hukukundan biz söz ediyoruz. Darbe hukukunun kaldırılmasını istiyoruz. Nedir darbe hukuku? Bunu da bütün vatandaşlarıma açıklayım. Anayasa diyor ki, hani şu darbe anayasası. “Basın hürdür, sansür edilemez” diyor. Peki, bugün hür mü? Az önce Kurultay Başkanımız Silivri Cezaevi’nden gelen iki gazeteci arkadaşımızın mektubunu okudu. Basın özgür olsaydı o gazeteciler doğru haber yaptılar, diye zindanlarda olurlar mıydı? Demek ki basın hür değil. Anayasa’ya aykırı düzenlemeler var. “Darbe hukuku” dediğimiz hem anayasayı, hem yasaları birlikte ele alıp eş zamanlı değerlendirmeliyiz. O zaman biz darbeden ve darbe hukukundan kurtulmuş oluruz.

Değerli arkadaşlarım, onların niyeti; açıkça söylüyorum benim çağrımı kabul ederse bu sözümü geri alacağım. Onların niyeti darbe hukukunu kaldırmak değil. Onların niyeti, darbe hukukunu tahkim etmek. “Bu yetmiyor bize” diyorlar. Ne yapacağız? Başkanlık sistemini getireceğiz. Nasıl bir başkanlık? Amerika’daki gibi mi? Hayır. Nasıl bir başkanlık sistemi? Patronlu bir başkanlık sistemini istiyorlar. Buna asla izin vermeyeceğiz herkes bilsin, herkes duysun. Ne oldu da patronlu başkanlık sistemini istiyorlar? Hangi gerekçeyle patronlu başkanlık sistemini istiyorlar?

Bakın değerli arkadaşlarım, bir ülkenin rejimini tarih belirler, tarihi koşullar belirler. Siyasal koşullar belirler, sosyolojik koşullar belirler. Amerika’da başkanlık sistemi varsa Amerika’nın tarihine bakacaksınız. Almanya’da parlamenter sistem varsa Almanya’nın tarihine bakacaksınız. İngiltere’de varsa parlamenter sistem, oranın tarihine ve kültürüne bakacaksınız. Biz II. Meşrutiyet’ten bu yana parlamenter sistemi benimsemiş bir ülkeyiz. Hani düne kadar “Osmanlı, Osmanlı, Osmanlı” diyorlardı. Osmanlı’da da parlamenter sistem vardı. Neden Osmanlı’nın parlamenter sistemini reddediyorsun o zaman? Demek ki niyetleri farklı. Bunların niyetleri patronlu başkanlık sistemini getirmek. Bir kişi emredecek herkes gereğini yapacak. Bir kişi emredecek yargı gereğini yapacak, bir kişi emredecek aydınlar hapishanelere tıkılacak. Buna izin vermeyeceğiz. Bunun mücadelesini yapacağız. Mısır’daki sağır sultanda duysun, kaçak sarayda oturan zat da duysun.

Bakın değerli arkadaşlarım, sevgili yurttaşlarım, siyasete atıldığım günden beri dedim ki, “Hangi koşulda olursa olsun halka doğruları söyleyeceğim.” Düşüncelerimizi samimi olarak halkla paylaşacağız. Soru şu; Türkiye’de parlamenter sistem sağlıklı çalışıyor mu? Samimi cevap; sağlıklı çalışmıyor. Soru iki; neden sağlıklı çalışmıyor? Cevap açık. 12 Eylül Darbe Hukuku nedeniyle sağlıklı çalışmıyor. 12 Eylül Darbe Hukuku’nu değiştirebilirsek, özgürlükçü demokrasiyi getirebilirsek parlamenter sistemde saat gibi çalışacak. Peki, ne yapmalıyız sağlıklı çalışması için? Öyle ya vatandaşlarımız soruyorlar çalışmıyorsa parlamenter sistem, iyi ne yapmamız gerekiyor? 12 Eylül Darbe Hukuku’nu değiştireceğiz.

Bakın değerli arkadaşlarım, nedir 12 Eylül Darbe Hukuku? Bir; siyasi partiler yasası değişecek. Lider sultasına son verilecek. Şimdi ben vatandaşlarıma çok açık ve net bir soru soruyorum. Siz Allah aşkına milletvekili seçtiğinize mi inanıyorsunuz? Yoksa masalarında oturup liderler, milletvekillerinin adını yazıp, oy pusulasını önünüze koyup bunlara oy verecek misiniz diyorlar? Evet, oturuyorlar masalarına milletvekili listelerini yazıyorlar, vatandaşın önüne koyuyorlar bunlara oy vereceksiniz, diyorlar. “Oy vermezseniz bir de size ceza yazacağız” diyorlar. Peki, bu mu doğru, yoksa milletin vekilini millet mi seçsin, bu mu doğru? Biz savunuyoruz milletin vekilini millet seçsin. Vatandaş otursun kendi milletvekilini seçsin. Mümkün mü bu? Elbette mümkün. Uygulaması var mı? Pek çok yerde var. Biz niye yapmıyoruz? Niye millete dayatıyoruz? Hem milli irade diyeceksin, hem ona güvenmeyeceksin, hem ona milletvekili listesini dayatacaksın. Bunu doğru değil, bunu değiştirelim. Buyurun biz hazırız, onlarda hazır olsunlar.

İki; yasama organı, yani parlamento bir anlamda yürütme organının, yani bakanlar kurulunun arka bahçesi gibi çalışıyor. Bu doğru değil. Neden doğru değil ve bu tabloya ne yol açıyor? Bu tabloya yol açan temel olgu şu; milletvekili parlamentoda özgür iradesini kullanamıyor. “Acaba ben elimi kaldırıp düşüncemi açıklarsam bir dahaki seçimlerde Genel Başkan benim üstümü çizer mi?” diye bir endişeye kapılıyor ve parlamentoda iradesini dile getiremiyor. Bunu ben söylediğim için belki diyebilirler ki bu CHP’nin görüşüdür. Ben size iktidar partisinden bir akademisyen milletvekilinin geçen dönem Samsun milletvekili olan Tülay Bakır’ın yaptığı bir açıklamayı bütün milletimin bilgisine sunmak istiyorum. Şöyle diyor; parlamentoda görev yaptığı süre içinde, diyor. O yasalarda, yani meclise gelen yasalarda iktidar milletvekili olarak hiçbir rolüm yok sadece elimi kaldırmaktan başka. Böyle olmamalı. Benimde içinde aktif görevim olmalı. Ben bugün bu halimden memnun değilim diyor. Yani meclise kanun geliyor, ne olduğunu ben bilmiyorum bakıyorum bakana o elini kaldırınca elimizi kaldırıyoruz, elini indirince elimizi indiriyoruz. 19 Mayıs hareketleri yapıyoruz diyor. Bu parlamentonun saygınlığına gölge düşürüyor. Buna izin vermemeliyiz. O nedenle diyorum ki, milletin vekilini millet seçsin.

Bu milletvekili ne oldu biliyor musunuz? Sonraki seçimlerde listeye konmadı doğruları söylediği için. İşte AKP budur.

Bir başka konu %10 seçim barajı. Darbe hukuku, darbe hukuku buyurun darbe hukuku. Buyurun gelin milli irade, milli irade diyorsun milli irade parlamentoya neden tam yansımıyor. Gelin %10 seçim barajını kaldıralım. Darbecilerin getirdiği yasayı değiştirelim. Varsanız buyurun CHP açık. Düzeni değiştirelim, yeni özgürlükçü bir anlayışı getirelim.

Daha acı olanı, “Darbe yasası, darbe darbe” diye, sabah akşam lafını ettiler darbenin, darbe hukukunu tahkim ettiler, güçlendirdiler. Nasıl mı? Makul şüpheyi getirdiler. Makul şüpheden gözaltına alınacaksın, makul şüpheden tutuklanacaksın, makul şüpheden malvarlığına el konulacak, makul şüpheden dosyana gizlilik kararı verilecek. Makul şüpheden nasıl avukat seni savunacak? Bunlar bu ülkede oldu ve hala yürürlükte bu yasalar. 12 Eylül darbe yasaları bile bunu yapmaya cesaret edemedi ama bunlar yaptılar.

Değerli arkadaşlarım, düşünce özgürlüğü bütün demokrasilerin ortak temeli, ortak kültürüdür. Bir insan kendi düşüncesini özgürce açıklayabilmeli. 12 Eylül dönemine bakın, 12 Mart dönemine bakın. Kitapların yakıldığı, kitapların topraklara gömüldüğünü hepimiz çok iyi biliyoruz. Şimdi bu ülkenin aydınları düşüncelerini açıkladılar diye sabahın köründe kapıları çalınıyor, gözaltına alınıyor, mahkeme salonlarına çıkarılıyorlar. Düşünceyi bir insan açıklayamazsa, düşüncesini açıklayamazsa bu ülkenin büyümesine, gelişmesine nasıl katkıda bulunur?

Değerli arkadaşlarım, düşünce açıklamanın kolay olmadığını tarih bize gösterdi. Size tarihten bir örnek vereceğim. Bir kişi çıktı ortaçağın karanlığında Avrupa’da. Dedi ki, dünya düz değil, dünya yuvarlaktır. Bütün insanlık dünyanın düz olduğuna inanıyor. Engizisyon mahkemelerine çıkardılar. Ama bugün hiç kimse dünya düzdür diyemiyor. Düşünce budur. Düşünceyi açıklama özgürlüğü bunun için gereklidir. Düşünceye katılırsınız, katılmazsınız o ayrı bir şey. Eleştirirsiniz o da ayrı bir şey. Ama düşünceyi açıklama özgürlüğünü bu topraklara getirmek bizim boynumuzun borcudur herkes bunu bilsin.

Aramızda gençlerimizde var. Sevgili gençler, size defalarca ama defalarca hitap ettim. Siz bu ülkenin geleceğisiniz, siz bu ülkenin umudusunuz. Sizi onlar potansiyel suçlu olarak görüyorlar. Biz sizi başımızın tacı olarak görüyoruz. Onlarla aramızdaki temel fark bu. Çocuklarımız bizden daha iyi yetişmeli, bizden daha iyi eğitilmeli. Onlar bizden daha iyi Türkiye’yi yönetmeli. Onlara bu imkanı mutlaka sağlamalıyız.

Değerli arkadaşlarım, kendi düşüncelerini açıklayan akademisyenler tek tek gözaltına alındı. Bir diktatör bozuntusunun talimatlarıyla tek tek gözaltına alınıyor. Ben onlara şunu sormak istiyorum. Bir düşünürümüz, bir İslam büyüğümüz diyor ki, bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum diyor. Bu akademisyenler bir harf değil, on binlerce genç yetiştirdiler. Kimisi doktor, kimisi hakim, kimisi kaymakam, kimisi subay oldu. Toplumun her tarafında bunlar çalışıyorlar. Nasıl oluyor da siz bu insanların kapılarına sabahın köründe polisleri gönderip terörle mücadele şubesinin ekiplerini gönderip bunları gözaltına alıyorsunuz. İçeriğine katılmayabilirsiniz, desteklemeyebilirsiniz, bizimde içerikle ilgili sorunlarımız var, katılmadığımız yönleri var. Ama insanlar düşüncelerini özgürce dile getirebilmeli. Üniversiteler her türlü düşüncenin özgürce dile getirildiği kurumlardır. Gidin dünyaya bakın. Neden yasak getiriyoruz düşünceye, neden sınırlamalar getiriyoruz?

Değerli arkadaşlarım, yine “İlim Çin’de olsa gidin öğrenin” diyor Sevgili Peygamberimiz. Çin’de bile olsa. Bilim adamları konuşuyor ayağınızın önünde, yanınızda. Neden yasak getiriyorsunuz onlara? Ve bu diktatör bozuntusu diyor ki, “Devletin ekmeğini yiyip devlete düşmanlık edenler.” Lafa bakın, devletin ekmeğini yiyip devlete düşmanlık edenler. Ben de ona sormak istiyorum “Devletin ekmeğini yiyip aile boyu devletin bütün imkanlarından yararlananlar devleti soyarken, acaba neyi düşünüyorlardı?” Devletin ekmeğini yiyip devleti soyanlardan söz ediyorum. Oturduğun yer devleti soyma makamı değildir orası. Bu kara leke senin alnındadır ve hiç silinmeyecektir bunu böyle bil. Bir devlet darbe hukukundan arınacaksa, toplanan her kuruş verginin hesabını topluma vermek zorundadır. Saydam devlet istiyoruz. Onun için diyoruz “Bu düzeni değiştireceğiz, bu düzen değişecek.” Bu düzeni biz, mübarek ellerimizle değiştireceğiz. Her kuruşun hesabını vermiyorlar, kuruşun hesabını vermiyorlar. Ne diyordu bu? Benim servetim sadece bu yüzükten ibarettir diyordu. Bu yüzükten. Şimdi bırakın yüzükleri dünyanın en zengin liderlerinden birisi. Nereden buldun parayı, nasıl götürdün bu malı? Bunun hesabını sormak zorundayız.

Yurtdışından gelen değerli temsilcilerimiz var. Cumhuriyet Halk Partisi yurtdışında da örgütlendi. Pırıl pırıl insanlarımız, onlarda yurtdışında oturuyorlar ama çalışıyorlar, alın teri döküyorlar ama onlar da Türkiye’yi düşünüyorlar. Uygar Türkiye’yi, özgürlükçü bir Türkiye’yi düşünüyorlar. Onlara da bir hak verilmesi lazım. Yurtdışı seçim çevresinin getirilmesi lazım. Onların da kendi milletvekillerini seçip parlamentoda kendilerini temsil edecek milletvekillerine sahip olmaları lazım. Biz bunu savunuyoruz değerli arkadaşlarım.

Ve anayasanın ilk 4 maddesi. Değerli vatandaşlarım, “Bir ülkenin rejimini tarihi koşullar belirler” demiştim, “Siyasal koşullar belirler” demiştim, “Sosyolojik koşullar belirler” demiştim. İlk 4 madde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş maddeleridir. İlk 4 madde bizim kırmızı çizgimizdir. İlk 4 maddenin anlamı şudur; “Biz bu devleti kanla, gözyaşıyla kurduk. Bu devlet bize birilerinin altın tabak içinde lütfettiği bir devlet değil. Şehitlerimiz var arkasında, gazilerimiz var. Kan var, gözyaşı var. Kanla, gözyaşıyla kurduk biz bu güzel ülkeyi.” Kalkmışsın “Ben değiştireceğim” diyorsun. Değiştiremezsin arkadaş.

Bu irade nedir? Bu irade, yani ilk 4 maddenin iradesi mandayı reddeden iradedir. Bu irade bağımsız bir Türkiye’yi kuran iradedir. Bu irade, Erzurum’da Nene Hatun’dur bu irade. Bu irade Gaziantep’te Karayılan’dır. Bu irade Kahramanmaraş’ta Sütçü İmam’dır. Bu irade özgürlükçü, demokrat bir iradedir. Bunu böyle kabul edeceğiz.

Darbe hukukundan arınmasını istememizin temel nedeni budur. Tarihimize sahip çıkarak, gerçeklerimize sahip çıkarak, değerlerimize sahip çıkarak Türkiye’yi ileriye taşıma iradesidir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti şu anda kendi tarihinin en derin krizlerinden birisini yaşıyor. Demokrasiden tutun dış politikaya kadar her alanda ciddi sorunlarımız var. Toplumsal barışımız dinamitlenmiş durumda. Yeni bir sayfa, yeni bir hamle yapmak zorundayız. Dış politikada Türkiye geldi bir batağa saplandı. Çabalıyor, bocalıyor ama çıkamıyor. Her debelendikçe biraz daha batıyor. Biz defalarca dedik, dış politika milli olmak zorundadır. Dış politikada iktidar, muhalefet olmaz. Dış politikada birlik, bütünlük olur dedik. Ama milli menfaatler üzerine inşa edilen bir dış politika millidir. Toplumsal çıkarlar üzerine inşa edilen bir dış politika millidir.

Bakınız, dış politikada millilikten size tipik örnekler vereceğim. Hani diyorlar ya “CHP her şeye itiraz ediyor.” Her şeye itiraz etmiyoruz. Bu ülkenin menfaatleri varsa biz o menfaatlerin yanındayız. Örnek, Rusya’yla ilişkiler. Ekonomik ilişkilerimiz gelişti. Hiçbir sorunumuz yoktu. Ağzımızdan bir tek cümle bile çıkmadı, “Niye bu ilişkileri geliştiriyorsunuz?” diye. Sadece bir konuda eleştiri getirdik. Dedik ki, “Bir ülkeyi tek başına bu kadar doğalgazda bağımlı yapamazsınız.” Türkiye’yi Rusya’ya doğalgazda yüzde 60 – 70 oranında bağımlı hale getirdiler. Dedik ki, “Bu bağımlılık ilerde sorun çıkarsa, Türkiye için de sorun çıkar.” Bu yetmedi bağımlılığı daha artırdılar nükleer santralleri onlara verdiler. Buna itiraz ettik. “Bu bizim milli menfaatlerimize aykırıdır” dedik ve bugün bu gerçek ortaya çıkmış durumda.

Suriye konusunda vizeler kalktı. Suriyeliler geliyordu, bizim işadamlarımız gidiyordu. Ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptılar, ortak maçlar yaptılar. Esad Bodrum’da aile boyu ağırlandı. Hiç ağzımızdan niye bunu yapıyorsunuz diye bir cümle çıktı mı? Hayır. “İlişkileri geliştirin” dedik. “Bütün komşularımızla huzur içinde yaşayalım” dedik.

Irak’la ilişkiler. Hiçbir zaman “Niye Irak’la ilişkileri böyle geliştiriyorsunuz?” diye, bir laf çıkmadı. Tam tersine sorun çıktı ben atladım Irak’a gittim. Irak Başbakanıyla görüştüm, işadamlarımızın sorunlarını çözdük. Çünkü bu ülkenin menfaati için çalışmak zorundayız.

Mısır; Mısır konusunda hiçbir şikayetimiz yoktu. İşadamlarımız Mısır’a gittiler, dünyanın yatırımını yaptılar. “Ağzımızdan niye Mısır’la ilişkileri geliştirdiniz?” diye bir eleştiri çıktı mı? Hayır çıkmadı. Libya’yla ilişkiler; Kaddafi’ye gittiniz, Libya’yla iyi ilişkiler kurdunuz, yatırımlarımız vardı. Milyarca dolarlık yatırım yapılıyordu. “Ağzımızdan niye Libya’yla ilişkileri geliştiriyorsunuz?” diye bir cümle çıktı mı? Hayır çıkmadı. Libya’ya gittiler. Sonra ne yaptılar? O Kaddafi’yi arkadan hançerlediler. Bunların öyle bir geleneği var. Dostlarını arkadan hançerlemek gibi bir gelenekleri var bunların. Kaddafi; ne yaptı Kaddafi? Kıbrıs çıkarmasında bütün kapılarını Türkiye’ye açtı ve Türkiye onun arkadan hançerlenmesine seyirci kaldı. Libya’yla ilgili sadece bir soru sorduk. Dönemin Başbakanı Erdoğan’a insan hakları ödülünü verdiler. İtiraz etmedik. İnsan hakları ödülüyle beraber 250 bin dolar para da verdiler. Gazeteciler soruyorlar “250 bin doları ne yapacaksın?” “İnsan hakları için çalışan hayır kurumlarına bağışlayacağım” diyor. Defalarca sordum, 35. Kurultay’da bir kez daha soruyorum. O 250 bin doları sen hangi hayır kurumuna bağışladın, çık Allah aşkına bunu bir açıkla bakalım. Açıklayabilir mi? Doları bu kadar arzu eden birisi hayır kurumlarına dolar verir mi, Allah aşkına?

İsrail ile ilişkiler. “Hiçbir zaman niye İsrail’le ilişkileri geliştiriyorsunuz?” demedik. Tam tersine geliştirin. O kadar ki Yahudi ödül madalyası verdiler ona da itiraz etmedik. “Alabilir” dedik. Ama ne zamanki Mavi Marmara olayıyla, olaylar değişti ve biz de ülkemizin yanında yer aldık. Kardeşim açık denizde 9 vatandaşımızı öldürdünüz siz, tazminat ödeyeceksiniz, Türkiye’den özür dileyeceksiniz. Gazze ablukasını kaldıracaksınız. Filistinli kardeşlerimizin her zaman yanında olduk. Gencecik çocuklarımızın mezarları şu anda Filistin’dedir. Onlar Filistin’in bağımsızlığı için mücadele ettiler. Biz onların her zaman yanında olduk, Filistin halkının her zaman yanındayız.

Suudi Arabistan’la ilişkiler. Hiçbir zaman itiraz etmedik. AB ile ilişkiler. Hiçbir zaman itiraz etmedik. Buradan açıkça söylüyorum bütün vatandaşlarım duysun. AB’yle uyum yasaları parlamentoya geldiğinde, hiçbir yasaya itiraz etmedik, bütün yasalara koşulsuz destek verdik. Çünkü biz de Türkiye’nin uygar bir dünyanın parçası olmasını istiyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Peki, şartlar ne zaman değişti, koşullar ne zaman değişti? Ortadoğu bataklığına ne zaman girdik? Davutoğlu Dışişleri Bakanı oldu. 2013’te yazdığı bir makalede komşularla sıfır sorun olacak. Eyvallah bizim de arzu ettiğimiz bu zaten. Macera neyle başladı? Suriye’yle başladı. Suriye’ye demokrasi getireceklermiş, Suriye’ye özgürlük getireceklermiş. Bütün cihatçı gurupları Suriye’ye yönlendirdiler. Suriye sınırımız yolgeçen hanına döndü. “Esad’ı devireceğiz” dediler. “Emevi Cami’inde namaz kılacağız” dediler. Şu Allah’ın hikmetine bakın. Oraya gideceklerdi Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırmak zorunda kaldılar. Oraya namaz kılmaya gideceklerdi 2 milyon Suriyeli Türkiye’ye geldi. “Ortadoğu bataklığına Türkiye’yi sürüklemeyin” dedik. “Hayır biz gideriz” dediler, “Siz bilmiyorsunuz” dediler. “Siz Baasçısınız” dediler. Ama bugün geldiğimiz nokta iç açıcı değil. 49 vatandaşımız Musul başkonsolosluğunda esir edildi, IŞİD militanları tarafından. Onlara “Terör örgütü” bile diyemediler. Bizim vatandaşlarımızı, bürokratlarımızı gözaltına almak değil, tutsak ettikleri halde laf bile edemediler. “Yaramaz çocuklar” dediler onlara. Uçağımız düşürüldü. Bir dönem söylüyorlardı “Kimse Türkiye’nin gücünü test etmesin” diye. Artık Arap bölgesinde kabile şeyhi bile Türkiye’ye kafa tutabiliyor. Bu benim ağırıma gidiyor. Onların ağırına gitmeyebilir. Onlar bu tür şeyi yutabilirler. Bizim ağırımıza gidiyor, kabul etmiyoruz.

Niğde’de, Cilvegözü’nde, Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da yaşanan katliamları biliyoruz. Hepsinin arkasında IŞİD çıktı. Soru şu; 70 ilden militan Türkiye’den Suriye’ye ve Irak’a gidiyor. 70 ilde. 70 ilde IŞİD nasıl taban tutuyor? Bu ülkeyi kim yönetiyor ve bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanlığı neden ama neden IŞİD terör örgütüne el atıp, onların yaptıklarının Müslümanlık olmadığını neden anlatmıyor? Masum insanların öldürülmesinin Müslümanlıkla ilgisi olmadığını neden anlatmıyor? Efendim bir sefer anlattı. Bir seferle olmaz bu. Her gün anlatacaksınız, her gün söyleyeceksiniz.

Suriye konusunda da kendisine mektup yazdık tıpkı terör konusunda mektup yazdığımız gibi. “Yanlış yapıyorsunuz” dedik. “Türkiye’de bir Uluslararası Suriye Konferansı toplayın” dedik. Bizim önerimizi dikkate almadılar, aynı öneriyi Rusya yaptı koşa koşa gittiler Cenevre’ye, Viyana’ya; “Biz de geliyoruz” dediler. Suriye politikasının mağdurları Türkler ve oradaki Türkmenlerdir. Artık politika üreten değil, olayların arkasından sürüklenen bir Türkiye var. Herkes tarafından tehdit edilen bir Türkiye var. Ben şu soruyu gerçekten de sormak istiyorum. Bu kadar boyunuzu aşan işlere karışacağınıza Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” lafı sizin neyinize yetmiyor?

Dış politikanın bir özelliği daha var. Dış politika, iç politikaya malzeme edilemez. Dış politikada kendine özgü bir diplomatik dil vardır bunu kullanırsınız. Dış politikayı dile getirmeniz için ülkelerin tarihini çok iyi bilmeniz lazım ve en önemlisi dış politikayı iç politikaya malzeme etmemeniz lazım. Dış politikanın bir özelliği iç politika gibi değildir. İç politikada kavga edebiliriz. Üç gün sonra yan yana gelir barışabiliriz, konuşabiliriz, çay içebiliriz. Ama dış politikada yapılan bir hata kuşaktan kuşağa devreden. Bir düşmanlığı beslen ve iç politikayı bozar, enfekte eder. Türkiye’de geldiğimiz nokta budur.

Değerli arkadaşlarım, kurultay vesilesiyle bize yöneltilen bazı eleştirilere de kısaca cevap vermek isterim. Denirdi ki, CHP hiç çözüm üretmez Cumhuriyet Halk Partisi sadece eleştirir. Şimdi ben bütün vatandaşlarıma sesleniyorum. Bizim son iki seçimde oluşturduğumuz seçim bildirgesi eğer diğer partiler tarafından aynen kopya edilmişse CHP’nin koşulsuz öneri getirdiğini artık herkesin vicdanına teslim ediyorum. Şu açık çağırıyı da bütün vatandaşlarıma yapıyorum. Eğer kafanda bir sorun varsa, “CHP bu konuda ne düşünüyor?” diye öğrenmek istiyorsan bana yaz kardeşim. Ben onların tamamına yanıt vereceğim. Sen de bileceksin ki nerede bir sorun varsa çözümünün adresi Cumhuriyet Halk Partisidir.

Değerli arkadaşlarım, deniyor ki CHP halka inmiyor, halkın dertleriyle ilgilenmiyor. Şimdi ben yine bu vatandaşlarımızın vicdanına sesleniyorum. Taşeron işçiliği ilk dile getiren parti kim? Asgari ücreti ilk dile getiren parti kim? Mevsimlik işçileri ilk dile getiren parti kim? Merdiven altı atölyelerde sigortasız çalışan binlerce işçinin güvenliğini dile getiren kim? Özgürlükçü bir demokrasiyi dile getiren kim? Herkes düşüncesini özgürce dile getirsin diyen kim? Çiftçinin sorununu, sanayicinin sorununu dile getiren kim? Sadece sorunu dile getirmiyoruz çözümünü de beraber dile getiren kim? Cumhuriyet Halk Partisi. Haksızlık yapmıyor musunuz Cumhuriyet Halk Partisine?

Bakın, bu kurultayımızın adı “Değişim, Demokrasi ve Kardeşlik” Kurultayı. Cumhuriyet Halk Partisi en büyük değişimleri bu ülkeye getiren partidir. Değişerek değişimleri getiriyoruz. Çok partili hayata geçtik. Biz getirdik. Sosyal demokrasi, emeğin hakkını korumak biz getirdik. Şimdi 4. Büyük Devrim’e hep beraber hazırlık yapacağız. Bu ülkeye özgürlükçü demokrasiyi getireceğiz. Bedeli ne olursa olsun bu ülkeye özgürlükçü demokrasiyi mutlaka getireceğiz. Bizi tutuklayabilirler, gözaltına alabilirler, dokunulmazlıklarımızı kaldırabilirler. Ne yaparlarsa yapsınlar bedeli ne kadar ağır olursa olsun bu ülkeye demokrasiyi ölümüne getireceğiz.

Bir başka eleştiri. Efendim CHP elitlerin partisidir. Nasıl elitlerin partisi ben de anlayamadım. Bir sefer elitin ne olduğunu sen biliyor musun? Seçkin adam demek, okuma, yazma bilen adam demek, üniversiteyi bitiren adam demek. Seçkin adam bu. Biz çocuklarımızı okula niye gönderiyoruz? Bizden daha iyi okusunlar diye. Bizden daha iyi yetişsinler diye. Dünyayı, Türkiye’yi bizden daha iyi, daha mantıklı sorgulasınlar diye. Keşke herkes okuyabilseydi, keşke herkes üniversite mezunu olabilseydi. Ama biz halkın partisiyiz. İçimizde çöpten kağıt toplayan da var, sanayici de var. Emekli de var, işçi de var. Taşeron işçisi de var, merdiven altı atölyede çalışan sigortasız işçi de var. Biz kitle partisiyiz, halkın partisiyiz biz. Bizim tek koşulumuz var. Biz herkese kucak açıyoruz. Bizim ilkelerimizi, bizim düşüncelerimizi benimseyen herkese kucak açıyoruz. Tek koşulumuz var, kul hakkı yiyenlerin bu partide işi yoktur. Nokta.

Efendim CHP darbecileri savunmuştur. Hayatımda duyduğum en büyük yalanlardan birisi bu. Nasıl darbecileri savunuyoruz? Bizim Genel Başkanlarımız hapse atılıyor. Sizinkilerde tık yok. Bizim malvarlığımıza el konuluyor. Sizde tık yok. Bizim gencecik çocuklarımız sokakta, caddede kurşunlanıyor, öldürülüyor, sizde gene tık yok. Bizim evlerimiz basılıyor, kitaplarımız toplanıyor, yine sizde tık yok. Ne oluyor? CHP darbecileri savunuyor. Onlar da özgürlüğü savunuyorlar sözde. Sana açık, net bir çağrı yapıyorum Sayın Davutoğlu, darbe hukukunun arkasına saklanma. Darbe hukukunun arkasına saklanan adam darbe zihniyetini kafasından atmamış adamdır. Darbenin olduğu gün 71 darbesi. Darbe hükümetine CHP bakan verdi, diye Bülent Ecevit Genel Sekreterlikten istifa etmiştir, darbeye karşı çıktığı için. Bu kadar açık ve net tavrımızı koyduk. Sizler 28 Şubat’ta sizlere muhtıra veren adama üstün hizmet madalyası verdiniz. Hangi darbeden söz ediyorsunuz? Tamamen halkı kandırmak için. Açık ve net bütün darbelere karşıyız, sivil darbeye de. Demokrasi vesayeti kabul etmez. Diktatör bozuntusu da bunu bilsin. Hiçbir yerde vesayeti bu ülkenin üzerine gölge olarak düşürtmeyeceğiz.

Ama bizim bir özelliğimiz var. Biz geriye dönüp de mağdur edebiyatı yapmayız. “Ne söyleyecekler” diye, yok efendim. Biz yüzümüzü arkaya değil, geleceğe, ufka dönmüşüz biz. Bunun böyle bilinmesi lazım.

Bir başka şey, efendim CHP’nin vizyonu yok. Bu soruyu soran adama ben şunu sormak isterim: “Senin vizyonun nedir arkadaş?” Efendim 2023’te ithalat şu kadar olacak, ihracat şu kadar olacak. O vizyon değil kardeşim. İthalat, ihracat o kadar olacaksa onu nasıl yapacağını sen millete anlatacaksın. Onu nasıl yaptığını anlattı mı? Hayır anlatmadı. Biz ne yaptık? Sadece 2023’ü değil, sadece 2035’i de değil, 2050’ye kadar Türkiye’de ne olmadır, bunun altını çizdik ve içini doldurduk. “Türkiye bilgi toplumunu yakalamak zorundadır” dedik. “Katma değeri yüksek ürün ürütmek zorundadır” dedik. Merkez Türkiye projesiyle Orta Asya’yı, Ortadoğu’yu, Avrupa’yı, Afrika’yı Türkiye’nin merkezi haline getirme projesini yaptık. Dünyadaki 4 büyük projeden birisi. Onlar rüyalarında bile bunu göremezler. Bizim vizyonumuz var, bizim ufkumuz var. Biz 2035’te 25 bin dolarlık bir Türkiye arzuluyoruz.

Bakın, bütün dünyaya bakın. 3 grup var. Orta grup, gelişmekte olan, az gelişmişler ve gelişmişler. Gelişmiş ülkelerin tümüne bakın ama tümüne. Tümünde katıksız bir demokrasi var. Kadın, erkek eşitliği var, hukukun üstünlüğü var, adalet var, hepsi var. Diğer ülkelerin hiçbirisinde hukukta yok, adalette yok, kadın, erkek eşitliği de yok.

Bir diğer bize yöneltilen eleştiri… Efendim Cumhuriyet Halk Partisi dine karşıdır. Bunu söyleyenler adamlar, dine inanmıyorlar. Bunu söyleyen adamlar, bu iftirayı atan adamlar Müslüman da değiller, samimi Müslüman da değiller. Açık ve net söylüyorum. Vatandaşlarıma şunu söylüyorum açık ve net. Biz ibadetimizi Allah için yaparız, siyaset için yapmayız.

Bunu söyleyen adamlar önce şunu düşünsün. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yani CHP’nin kurucu Genelkurmay Başkanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığını aynı gün kurmuştur. Ankara İlahiyat Fakültesi dünyanın en önemli ilahiyat okullarından birisidir. Cumhuriyet Halk Partisi kurmuştur. İmam hatip okullarını, Cumhuriyet Halk Partisi kurmuştur. Bilgili, iyi yetişmiş imamlarımız olsun, diye. Ama biz inançları siyasete alet etmeyiz günahtır. Dine saygısızlıktır. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir ahlak olabilir mi? Kapalı kapılar ardında bize yapılan bu iftiraları Allah’a havale ediyoruz. Böyle bir şey olamaz.

Onlara şunu söylüyorum, burnumuzun dibinde Ankara’da Kocatepe Camii var. Gidin bakın o Kocatepe Camii’nin, bir tarihine bakın. Kurucuları arasında CHP milletvekilleri var. O derneğe Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti de CHP döneminde sağlandı. Ama biz bunları dile getirmeyi ayıp sayıyoruz, doğru saymıyoruz biz bunları. İnanca saygının gereği bunları bir propaganda aleti olarak kullanmak istemiyorum.

Sevgili vatandaşlarım, bu konuda kimin kafasında bir soru işareti varsa lütfen bana yazsın. Ona her türlü bilgiyi, belgeyi, dokümanı göndereceğim.

Din ve vicdan özgürlüğü. Laiklik bizim için olmazsa olmazdır. Din ve vicdan özgürlüğü bunun temel kuralıdır. Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demektir zaten. Çünkü devlet gelen vatandaşın inancına göre ona hizmet etmez. Gelen vatandaşın inancı ne olursa olsun, kimliği ne olursa olsun, yaşam tarzı ne olursa olsun ona eşit hizmet yapmak zorundadır. Laiklik budur. Efendim senin inancın ben onu koruyorum sana torpil geçiyim. Böyle bir devlet olmaz. Bunu şiddetle ama şiddetle reddediyorum. Aynı zamanda laiklik inançların güvencesidir. Her insan istediği gibi inanır, istediği gibi ibadetini yapar.

Buradan yine bütün vatandaşlarıma sesleniyorum. Sevgili vatandaşım, sevgili kardeşlerim, “Ben ibadetimi özgürce yerine getiremiyorum” diyorsan; birisi sana engel çıkıyorsa gel yanıma kardeşim gel kapım açık. Senin önüne düşeceğim ibadetini özgürce yapıncaya kadar seninle beraber mücadele edeceğim.

Son bir konu değerli arkadaşlarım, biliyorsunuz Cumhurbaşkanını halk seçer. Anayasa değişikliği oldu Cumhurbaşkanını halk seçti. Cumhurbaşkanının nitelikleri vardır, görevleri vardır. Anayasanın 101. maddesi Cumhurbaşkanının niteliği ve tarafsızlığı başlığını taşır. Tarafsız olacak Cumhurbaşkanı. 103. maddesinde de Cumhurbaşkanının yemini vardır. Meclise gelip bütün milletvekillerinin önünde yemin eder. Şimdi o yeminden bir parçayı size okuyorum. Yani Erdoğan’ın yaptığı yeminden bir parçayı okuyorum. “Üzerime aldığım görevi (yani Cumhurbaşkanlığını) tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim” diyor. Yani tarafsızlıkla görev yapacağıma dair namusum ve şerefim üzerine ant içerim.

Sevgili vatandaşlarım, namus ve şeref kavramının bu toplumda ne kadar önemli bir değere sahip olduğunu biliyoruz. Bir kişi çıkıp namusu ve şerefi üzerine yemin etmişse, söz vermişse ölümüne o sözü yerine getirir. Çünkü namus ve şeref bizim için tartışılmaz alandır.

Şimdi bu konuşmayı burada yapmayacaktım ama dün yine bize sataşmış. Şimdi ben yine Sayın Erdoğan’a hatırlatıyorum. Diktatör bozuntusu olan adam, senin için şeref ve namus ne anlama geliyor? Evet bir daha soruyorum. Senin için şeref ve namus ne anlama geliyor? Oturacaksın bunun hesabını vereceksin. Ya adam gibi tarafsızlığını korursun, saygı görürsün. Tarafsızlığını korumazsan sana her gün, her dakika, her saniye namus ve şeref kavramını sana hatırlatacağım. Soruyorum, sen namus ve şereften neyi anlıyorsun? Sen bu yemini niye ettin? Bütün milletin önünde yemin ettin “Namusum ve şerefim üzerine tarafsız davranacağım” diye. Sende namus ve şeref ne anlama geliyor ben bunu öğrenmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, söyledim, yine söyleyeceğim. Ya tarafsızlığını adam gibi korursun ya da bu lafları ağırlaştırarak devam ettireceğim ta ki seni susturuncaya kadar.

Sen bir de dindar geçiniyorsun. Dindar geçiniyor. Ona göre sadece o dindar başkalarının dini, imanı yok. Dindar adamda namus ve şeref kavramı baş tacıdır. İnançlı insanda namus ve şeref kavramı çok önemlidir. Sen namus ve şerefini çöp sepetine atabilir misin? Böyle bir şey olabilir mi? Ya tarafsızlığını koruyacaksın ya ben bu lafları edeceğim. Sayın Davutoğlu beni eleştirebilir hiçbir sorunum yok. Ben de cevabını veririm, takdir millete aittir. Ama tarafsızlık yemini etmiş, üstelik namusu ve şerefi üzerine tarafsızlık yemini etmiş birisi tarafsızlığını bozarsa ona namus ve şerefin ne olduğunu ben hatırlatacağım.

Sevgili yurttaşlarım, Türkiye’miz dünyanın en güzel ülkelerinden birisi. Bütün amacımız bu güzel ülkede barış içinde yaşamak. Bütün amacımız bu ülkede herkesin karnının doyması. Bütün amacımız bu ülkede herkesin işi, herkesin aşı olsun. Bütün amacımız bu ülkede sokaklarda insanlar özgürce yaşayabilsinler. Bütün amacımız bu ülkede adalet olsun. Adalet soylu bir kavramdır. Adaletin olmadığı bir yerde hiçbir şey olmaz. Hani bir düşünür diyor ya “Adalet kutup yıldızı gibidir yerinde sabit durur ama bütün kainat onun etrafında döner.”

Bütün inançların temelidir adalet ve adaletin temeli de ahlaktır. Ahlakın ve adaletin olduğu, yüceldiği bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Gençlerimizin düşüncelerini özgürce dile getirdiği bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Savaşın olmadığı, kardeşliğin egemen olduğu, kimlik ayrımının, inanç ayrımının, yaşam tarzı ayrımının olmadığı bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Kandil geceleri kandil olmak istiyoruz. Kandilin içinde fitil olmak istiyoruz. Hakka göstermek için delil olmak istiyoruz. Fakat kör olanlar anlamaz bu hali. Biz böyle bir Türkiye istiyoruz. İnancı güçlü, değerleri güçlü, insanı baş tacı yapan bir Türkiye istiyoruz. Hiçbir ayrım yapmadan Doğusu, Batısı, Güneyi, Kuzeyi hep beraber huzur içinde yaşamak istiyoruz. Böyle bir Türkiye bizim en büyük arzumuzdur. Böyle bir Türkiye’ye katkı vermek isteyen, bu inancı bölüşmek isteyen, bu düşünceyi bölüşmek isteyen bütün yurttaşlarıma Cumhuriyet Halk Partisi’nin kapılarını açıyorum. Gelin Dördüncü Büyük Devrimi hep beraber yapalım. Bu ülkeye demokrasiyi ve adaleti getirelim. Ahlakı erdem kılalım bu ülkede. İnsanlarımız ahlaklı olsun. Siyaset zenginleşme aracı olmasın. Siyaset köşeyi dönme mevki, makamı olmasın. Bunu yapalım. Bunun için yola çıktık, bunun için mücadele ediyoruz.

Ve gelin şimdi hep beraber Türkiye’ye bir mesaj gönderelim. Lütfen hep beraber ayağa kalkalım. Kurultayımızdan Türkiye’ye selam göndereceğiz. Ben söyleyeceğim hep beraber tekrar edeceğiz.

Ankara’dan Hakkâri’ye, Diyarbakır’a, Mardin’e, İstanbul’a, Muğla’ya, Rize’ye, Samsun’a, Kilis’e, Yozgat’a, Çankırı’ya, Sivas’a, Çorum’a, Uşak’a, Tekirdağ’a, Kırklareli’ne selam olsun! Selam olsun Türkiye’ye!