GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU ULUSAL TV
(9 TEMMUZ 2010)
Adnan AKFIRAT- Bölücü terör meselesinde Batı’nın özellikle ABD’nin konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye ciddi bir sorunla karşı karşıya. Terör olaylarının 35 yıla yayılması aslında karşılaştığımız sorunların boyutu ve ciddiyeti açısından önemli. Sorunun iç ve dış boyutları var. Dış boyutlarına baktığımızda bize karşı ikili bir politika izlendiği kanısındayım. Medyanın önüne çıkıldığı zaman PKK’nın terör örgütü olduğu ona destek verilmemesi gerektiği söyleniyor, ancak diğer taraftan kendi ülkelerinden finans desteği sağlanıyor, eğitim kampları oluşturulduğu zaman zaman gazetelerde de yer alıyor. Amerika’nın bu süreçte önemli bir çıkışı oldu. Amerika’da devlet başkanlığı düzeyinde PKK’nın terör örgütü olduğu ve PKK’nın sadece Türkiye için değil Amerika içinde sorun olduğu ifade edildi. Bu önemliydi, ABD büyükelçisi de beni ziyarete geldiğinde aynı vurguyu yaptı. Ancak bunu sadece seslendirmek yetmiyor. Terörün sonlandırılması için her ülkenin katkı yapması lazım. ABD’nin daha çok katkı yapacağına inanıyorum. Zaman zaman işbirlikleri oldu, heyetler bir araya geldi. Organizasyonlar oluşturuldu sonra dağıtıldı. Henüz beklenen bir sonucun alınmadığı gerçeği ile karşı karşıyayız.
Adnan AKFIRAT- Konuşmalarınızda AB üyeliğini çağdaşlık projesi olarak tanımladınız. Türk halkının yüzde 70’nin de AB’ye güvenmediği büyük ölçüde karşı çıktığı anketlerle ortaya çıkmış durumda. AB’nin dayattığı bazı şartlar var. Sizin de daha önceki açıklamalarınızda üzerinde hassasiyetle durduğunuz, Türkiye’nin üniter yapısı konusunda AB’nin dayattığı şartlar, bu yapıyı zedeleyecek biçimde hatta bazılarına göre ortadan kaldıracak şekilde olduğu görülüyor. CHP’nin ambleminde yer alan Altı Ok programı ile AB üyeliği arasında bir çelişki söz konusu değil midir sizce?
Kemal KILIÇDAROĞLU- AB üyeliği aslında bizim ikinci liderimiz, ulusal kahraman olan İsmet İnönü’nün Ankara antlaşması ile başlatılmıştır. Biz AB’yi uluslar üstü bir entegrasyon olarak görüyoruz, ulusların bir araya gelip kaynaştığı ortak çıkarlarını güçlendirdiği bir yapıdır. Çünkü nüfus ve toprak bütünlüğü olarak büyük olduğunuz zaman çok daha büyük projelere imza atma imkânınız var, olayları daha sağlıklı değerlendirme şansınız var, ortak çıkarları güçlendirme konusunda çaba harcamanız var. Yani bir ABD’ye, Çin’e, Rusya’ya, Hindistan’a baktığınızda bu büyüklüklerin bu ülkelerin dünyada söz sahibi olmaları açısından ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz.
Türkiye de kendisini Batı’da, Avrupa’da gören bir ülkedir. Uluslararası çalışma örgütünde Avrupalıdır, sosyal güvenlik kuruluşları birliğinde Avrupalıdır, NATO’da Avrupalıdır, ama AB’ye gelince sanki Avrupalı değilmiş gibi kanaat oluşuyor. Başlangıçta, bizim insanımızın AB’ye büyük umutlar bağladığını dolayısıyla bu sürece destek verdiğini biliyoruz. Ama her zaman Avrupalı dostlarımız bize karşı farklı politikalar izlediler. Diğer ülkeler üye olurken, bizde aranan koşullar onlarda aranmazken, bize özel koşullar getirildiğini görünce bu süreçte bizim insanımız da AB’ye mesafe koymaya başladı. “AB gerçekten bizim çıkarlarımızı savunacak mı, uluslar üstü çıkarlarda Türkiye ortak pay sahibi olacak mı” sorusunu kendi belleğinde yerleştirdi. Burada bana göre önemli olan şu: Bu süreç, AB’ye üyelikle sonuçlanır sonuçlanmaz, ama biz Türkiye olarak AB normlarını almak zorundayız. Nedir bunlar: Hukukun egemenliğidir, yargının bağımsızlığıdır, sağlıklı çalışan bir parlamentodur, temiz siyasettir, yoksulluğun sıfırlanmasıdır, kadın erkek eşitliğidir, refahın tabana yayılmasıdır. Biz bunu istiyoruz.
Ben, AB büyükelçileri ile yediğim yemekte Batılı dostlarımıza, “Biz de AB’nin sorunlarını tartışan çözüm üreten bir ülke olmalıyız” dedim. Eğer AB, “ben Ortadoğu ve Kafkaslar ile ilgilenmiyorum” diyorsa bir sorun yok. Ama AB dünyada gerçekten söz sahibi olmak istiyor, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da Uzakdoğu’da söz sahibi olmak istiyorsa o zaman Türkiye’yi dışlama gibi bir lüksünün olmadığını da söyledim. Türkiye aslında bu süreçte, Kafkaslar’a, Ortadoğu’ya Uzakdoğu’ya açılan bir penceredir, kapıdır ve bu kapıya Türkiye’den çok daha fazla AB’nin ihtiyacı vardır.
Biz AB’ye mutlaka üye olacağız diye ödün üstüne ödün veren, bunların her istediğini yapan bir yaklaşımdan daha çok, diğer ülkeler için öngörülen koşullar neyse o koşullara muhatap olmayı ve bu koşulların yerine getirilmesiyle Avrupalı dostlarımızın bize verdikleri sözü yerine getirmelerini istiyoruz. Bize tarih verilmeli. Biz de bilmeliyiz ki; şu tarihte AB’ye üye olacağız.
Adnan AKFIRAT- Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkelerle ilişkileri geliştirmekten söz ettiniz. Asya’nın yükselişi konusunda nasıl bir perspektifiniz var? Türkiye’nin dış politika tercihleri açısından bir alternatif olarak düşünülebilir mi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye AB üyesi olsa da olmasa da Ortadoğu, Kafkasya, Çin, Hindistan, Rusya ile ilişkilerini geliştirmek zorundadır. Buralarda ciddi enerji kaynakları var. Buralara gözünüzü kapatamazsınız. Ama bundan çok daha önemlisi Rusya, Çin ve Hindistan’ın ekonomik kalkınmadaki başarılarıdır. Hızlı ve dengeli büyüyen bir dünya çıktı karşımıza. Üstelik bu dinamizm sadece genç nüfusa sahip olmalarıyla değil, bilim ve teknolojide yeni buluşlara imza atmalarıyla… Türkiye, ekonomisini büyütmek ve geliştirmek istiyorsa bu dinamizm ile Türkiye’nin dinamizmini kavuşturmak buluşturmak istiyorsa, bu ülkelerle olan ticari ilişkilerini daha fazla geliştirmek zorundadır. O ilişkiler geliştiği zaman bu AB’nin de aleyhinde olmayacaktır. Kalkınan bir Türkiye eğer AB üyesi ise bu AB’ye de yansıyacaktır. Ama AB almadığı taktirde güçlenen ülke kendi ülkesinde söz sahibi olacaktır ve güçlenecektir. Bu ilişkilere bizim gözümüzü kapatmamız söz konusu değil daha güçlü bağlarla bu ilişkileri bizim sağlamamız lazım.
Adnan AKFIRAT- Asya’da farklı bir ekonomik model söz konusu. Bu modelle ilgili görüşünüz nedir? Türkiye’de buna benzer bir ekonomik model mi öngörüyorsunuz ya da şu ana kadar devam eden ekonomik modeli mi devam ettireceksiniz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi uygulanan model Türkiye’nin hızlı büyümesini engelleyen ekonomik bir model. Çünkü tüketen Türkiye model bunun üzerine kurulu, ithalatın cazip hale geldiği, ihracatçının cezalandırıldığı bir model var. Bu modelden yola çıkarsanız sıcak paraya mahkûm olur ve bu parayı elinde bulunduran spekülatörlere teslim etmiş olursunuz. Biz bunu değiştirmek istiyoruz. Biz tüketen değil üreten, ürettiğini hakça bölüşen bir Türkiye istiyoruz. Bu nasıl olacak?
Biz mevcut tabloyu ters yüz edeceğiz. Ters yüz etmemizin temel mantığı istihdamı çözmek, yani işsizliği ve yoksulluğu çözmek, daha fazla gelir elde etmek ve bu geliri hakça paylaşmak istiyoruz. Aynı zamanda örgütlü bir toplum yaratmak istiyoruz, yoksullukla mücadele istiyoruz. Bütün mesele şu: Bir toplum üretiyorsa o toplum zengindir. Bir toplum ürettiğini satabiliyorsa güçlüdür. AKP’nin dayattığı politikalar istihdam yaratmayan büyüme kavramanı bize öğretti. Büyüme var ama istihdam yaratmıyor. Sıcak paraya dayalı bir büyüme bu.
Adnan AKFIRAT- Üç yıldan bu yana devam eden bir süreç var: Ergenekon. Ucu açık bir yargılama dizisi. Siz bu konuya daha önce bir hukuksuzluk süreci olarak dikkat çekmiştiniz. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz, hedefi nedir, arkasında kim veya kimler var?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce şöyle bakalım bir ülkede savcılar bir yerde yasalara aykırı bir işlem görürlerse bunu soruştururlar. Zaten bu onların görevleridir. Ama önce araştırma yaparlar, kanıtlar bulurlar, ifade alırlar. Yani çağdaş bir ülkede, bulgulardan yola çıkarak sanığa ulaşırsınız, kimse buna itiraz etmez. Ergenekon sürecinde bunun tersi yapıldı. Önce kişiler belirlendi arkasından deliller yaratılmaya başlandı, arkasından insanların tutuklandığını gördük ve bu tutuklama süreci kamu vicdanını rahatsız eden bir noktaya geldi.
Şu anda tutuklanıp, uzun süredir içeride yatıp ama hangi gerekçeyle içeride tutulduğu belli olmayan insanlar var. Bir hukuk garabeti ile karşı karşıyayız. Biz CHP olarak şunu söyledik. CHP iktidarında bu özel yetkili mahkemeler kaldırılacaktır.
Bir dönem birisini Ergenekon’un kasası olarak adlandırdılar: Kuddisi Okkır, tedavi edilmedi bu kişi. Bana söyler misiniz hangi çağdaş ülkede bir insan doktora götürülüp tedavi edilmez. Bu insan vefat ettiğinde ailesi cenazesini İstanbul’a getirecek para bile bulamadı. Nasıl bir kasa bu?
Ergun Poyraz, uzun süredir içerde. Hangi gerekçeyle içerde? Mustafa Balbay var. İki gazeteci arkadaşımız var. Sayın Başbakan’ın bir telefon konuşmasını yayınladılar diye. Yıllardır pek çok konuşma gazetelerde yayımlandı. Bu çifte standarda biz itiraz etmeyecek miyiz?
Sorun, hukuki olmaktan çıkmış, artık bu siyasi bir dava. Bu süreçte tutukluluk sürelerinin infaza dönüştüğünü ve bunu da artık toplumun hemen hemen her kesiminde ciddi rahatsızlıklar yarattığını da biliyoruz. Bir dönem, “acaba tutuklandık, gözaltına alındık kamuoyunda benim itibarım sarsılır mı” diye bir endişe vardı. Ama benim gördüğüm bu davada tutuklu olanların hiç böyle bir endişeleri yok. Çünkü onların arkasında ciddi bir kamuoyu desteği var.
Adnan AKFIRAT- Hükümet neresinde bu işin?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hükümet bu işin içinde. Sayın Başbakan “ben bu işin savcısıyım” dedi. Söyleyecek fazla bir şey var mı? En son Edelman’ın yaptığı açıklamalar. Kendisine darbe ile ilgili belge getirildiğini, araştırıldığını ve bunların sahte çıktığını söyledi.
Adnan AKFIRAT- Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 34 ayrı yerde BOP’un eşbaşkanı olduğunu ve bu görevi yaptığını söylediğini biliyoruz. Bir ülkenin Başbakan’ın bir başka ülkenin projesinde yer almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sayın Başbakan bugün BOP’un eşbaşkanı oluşunu rahatlıkla söylemiyor. Hatta elinden gelse inkar edecektir. Bu ne demektir? Sayın Başbakan geçmişte yaptıklarının yanlış olduğunu bugün öğrenmiş oluyor artık. Irak’ta yaşanan insanlık dramını Başbakan’ın savunma gücü var mı? Kadınlara yapılan tecavüzleri, çocukların öldürülmesini, inanç merkezlerinin bombalanmasını sayın başbakan bir gün eleştirdi mi? Ama o hatalarını gördü. Hatalarını gördüğü için şimdi “BOP’un Eşbaşkanıyım” diyemiyor.
Adnan AKFIRAT- Güneydoğu’da mayınlı arazilerin topraksız köylülere dağıtılması gerektiğini söylediniz? Bir de bu bölgede hazine arazileri var. Bunlar da topraksız köylüye dağıtılabilir mi? Bu bakımdan Bismil’in Aslanoğlu köylüleri var. Adlarını da Cumhuriyet köyü diye değiştirdiler. Bu köyü ziyaret etmeyi düşünür müsünüz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğu ve Güneydoğu’ya arada bir gidiyorum, gene de giderim. Eğer bölgeye gidersek yolumuz düşerse köye de gideriz. Niye gitmeyelim? Büyük bir zevk duyarım.
Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçekleştiremediği devrimlerden bir tanesi toprak reformudur. Atatürk özellikle toprak reformunun yapılması konusunda çok büyük çabalar harcamıştır. Belli önemli adımlar da atılmıştır. Köylülere toprak dağıtımı da yapılmıştır. Ama daha sonra bunun önemli bir kısmı gerçekleşememiştir. Biz mayınlar temizledikten sonra topraksız köylüye vereceğiz ama önce toprağı suyla buluşturacağız. Çok sayıda hazine arazisi de var. Bunlar ya toprak reformu bağlamında değerlendirecek veya büyük devlet üretme çiftlikleri kurulacak ve istihdam yaratılacak. Biz topraksız köylüye toprak dağıtılırken bir taraftan onun alın teriyle ekmek kazanmasının yolunu açacağız, ona toprağı vereceğiz, herhangi bir ücret almayacağız, toprağın sulanması için gerekli yatırımları yapacağız ama öte yandan eğer devlet üretme çiftliklerinin kurulması gereken yerler varsa onları da kuracağız ve istihdam sorununu çözeceğiz. Çözmekte kararlıyız.
Adnan AKFIRAT- Gidişatı nasıl görüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- AKP hem içerde hem dışarıda zemin kaybediyor. Zemin kaybettikçe, baskıcı anlayışını artırıyor. Medya üzerine baskı kuruyor, sivil toplum örgütleri üzerine baskı kuruyor. Bu baskıcı rejim AKP’nin zemin kaybına daha fazla ortam hazırlıyor. O baskıyla zeminini sağlamlaştırmak istiyor ama o zeminin kaydığının farkında değil. Çünkü artık her şeye karşın Türkiye’de bir demokrasi kültürü oluştu. İnsanlar baskıdan hoşlanmıyor. Eğer bu ülkede demokrasi dediğimiz kavram varsa insanların düşüncelerini özgürce açıklamaları lazım. Bugün insanlar düşüncelerini özgürce açıklayamıyorlar. Çünkü AKP eleştiriye tahammül edemiyor. Sivil bir dikta var. Her şeyin Başbakan’a bağlı olduğu bir rejim var.
Anayasa değişikliği yapılıyor. Niçin? Yargıyı yürütmenin emrine vermek için. AB’nin büyükelçileriyle yaptığımız sohbette şunu söyledim: “Son Anayasa değişikliğine AB’den sıcak mesajlar geldi. Eğer Anayasa Mahkemesi HSYK ile düzenleme AB standartlarına uygunsa buyurun kendi ülkenizde uygulayın.”
Türkiye AKP’yle beraber baskıcı bir sürecin içine girmiştir. Zemin kaydıkça her türlü baskıyı uygulayacaktır.
Emekli paşaların darbe yaptığı dünyanın neresinde görülmüş. Siz gerçekten birisini mi yargılayacaksınız, siz demokrasi kültürünüzün geliştiğini mi söylüyorsunuz, Nisan’da bildiriyi Genelkurmay’ın sitesine koyan Genelkurmay Başkanı’na bir soru sordunuz mu? Sormadınız. Ama o bildiri oraya kondu diye mağdur edebiyatı yapıp seçime gittiniz. Sonra ne yaptınız aynı komutanın altına zırhlı araç aldınız. Ve ondan sonra dönüp bize diyorlar ki, “Askeri vesayet var”. Bu anlayışı şiddetle reddediyoruz.
Artık halkımız da uyandı, AKP’nin gerçek yüzünü gördü. Sadece biz değil, Batılılar da gördüler aslında bunu. O kaygının dışa vurumudur eksen kayması. Türkiye’deki üretilen politikaların Batı’da doğurduğu güvensizliktir.
Türkiye ciddi bir yol ayrımında. Önümüzdeki seçimlerde Türkiye ya demokrasiden yana tavrını koyacaktır veya baskıcı bir rejimden yana. Her yerde şunu söylüyorum. Bu ülkenin emeklisi, çiftçisi, işçisi, sanayicisi, esnafı, sokakta kâğıt toplayan adamı ve yoksulu. Bu düzenden kim memnun? Kim memnun; bir avuç rantiye ve AKP yandaşları. O zaman saydığım bu gurupların, bu düzenden memnun olmayan bu grupların güç birliği yapması lazım.