05.06.2010

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU HABERTÜRK “SANSÜRSÜZ” (5 HAZİRAN 2010)

GENEL BAŞKAN KEMAL KILIÇDAROĞLU HABERTÜRK “SANSÜRSÜZ”
(5 HAZİRAN 2010)


Yiğit BULUT- Sevgili seyirciler yeni yayın dönemimizde biliyorsunuz Habertürk’ün bir sloganı var. Habertürk her yerde. Bizde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikte Trakya’dayız şuanda. Kılıçdaroğlu’nun Trakya gezinin tam orta noktasında kendisini yakaladık ve birlikteyiz şuan itibariyle. Yemek masasından kaldırdık, yayına aldık. Aslında teşkilatlardan ve partiden özür dilememiz gerekiyor. Çünkü kendisini alıkoyduk. Kendisi şuanda benimle birlikte, Keşan’dayız ve Keşan’dan canlı yayındayız. Sansürsüz Özel’le karşınızdayız. Hoş geldiniz, bizde hoş geldik aslında. Tam orta noktada buluştuk. Siz Trakya’yı geziyorsunuz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- İkimizde konuk sayılıyoruz Keşan’da.

Yiğit BULUT- İkimizde konuk sayılıyoruz. Burada gerçekten inanılmaz bir yağmur var. Neredeyse sokağa çıkmak mümkün değil. Tam bir sağanak yağış sözkonusu. Trakya’ya yağmurla birlikte geldiniz. Nasıl yorumlandı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ayçiçeği için güzel bir yağmur bu çiftçinin beklediği. Ama tabi henüz buğdaylar hasat edilmediği için orada bir sorun yaşanabilir. Ama birkaç gün geç olacak artık o da.

Yiğit BULUT- Seyircilerimiz şuanda yağmur sesini de duyuyorlar mutlaka. Gerçekten inanılmaz bir yağmur var şuanda Trakya’da, Keşan’da.

Şimdi hemen konulara girelim isterseniz. Aslında küçük bir anekdotla girmek istiyorum. Trakya’da şöyle bir söylem var. İşte sol iktidara gelir, Trakya’da sol çok güçlüdür her zaman iktidara gelir ama iktidara geldiği zamanda genelde bereket kaçar gibi böyle bir yanlış söylem vardır ama buraya geldiniz bu gezide, tam bir yağmur ve özellikle dediğiniz gibi çiftçi için bu beklenen bir yağmur değildi. Gerçekten sürpriz oldu ama çok iyi oldu. Sizin yorumunuz ne, Trakya’yı nasıl buldunuz? Ben 1980’e kadar ailemin siyaset yapmasından dolayı buradaki siyasi tabloyu çok iyi biliyorum. Sonrasında tabi okuyarak veya işte gazetecilik mesleğinde öğrendim. Sol her zaman burada güçlüdür. Siz nasıl buldunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben buraya değişik zamanlarda geldim. Geçen yasama döneminde de geldim, konferanslar için gelmiştik. Belli köyleri yine partililerimizle beraber ziyaret için gelmiştik. Ama bu kez Genel Başkan olarak geldim ve gerçekten çok farklı bir tablo gördüm. Tablonun birinci özelliği şu; kadınlar siyasete olağanüstü ilgi gösteriyorlar. Bu güzel bir şey. Ve ben ilk kez Trakya’da, hatta Türkiye’de kadınların bu kadar siyasetle içli, dışlı olmalarını gördüm. Bunlar kentli kadınların yanında köylü kadınlarda, özellikle tarlalarından koşup gelerek bizi selamlayan gerçekten eli nasırlı kadınlarımızda var. Onlara da buradan şükranlarımı sunuyorum.

İkinci önemli nokta; gençlerin siyasete ilgisi. Biliyorsunuz gençler hep siyasetin dışında kalırlardı ve aydınlar olarak da pek kişi biz gençler niye siyasete ilgi göstermiyorlar diye onları suçlardık. Ama bu kez gençlerin çok daha fazla siyasetin içine girdiklerini gördüm. Buda hem bizim açımızdan, hem demokrasi açısından son derece güzel bir olay. Çünkü sonuçta bu ülkenin geleceği onlara ait, onlar belirleyecekler, onlar çizecekler, yazacaklar, onlar siyasette rol üstlenecekler, milletvekili, bakan, başbakan olacaklar. O açıdan gençlerinde bu süreçte siyasete girmeleri güzel bir şey.

Sol her zaman güçlü dediniz ama ben Trakya’da, burada iki gündür geziyoruz, gittiğim her yerde geçmişte gösterilen ilginin ikiye, üçe katlandığını söyleyebilirim. Tekirdağ’da tüm milletvekillerini CHP olarak çıkaracağız diye bir kararlılık var zaten. Edirne’de aynı kararlılık var. 25 yıldır alınmayan beldeler vardı. O beldelerde yurttaşlarla görüştük. Müthiş bir ilgi var. Yani benim düşündüğümün çok çok ötesinde bir ilgi var. Bu ilgi demokrasiye olan güveni ve inancı pekiştiriyor. Trakya’da bunu gördük. Ama bu sadece Trakya’da değil, ben Çorum’a da gittim, Zonguldak’a da gittiğim orada da bu ilgiyi gördüm. Çünkü ilgi şöyle; siz konuşurken oraya gelen kişiler belki partililer olarak yorumlayabilirsiniz ama otobüsün gittiği yerde eğer esnaf hemen bulunduğu yerden kapının önüne çıkıp size selam veriyorsa, tarladaki çiftçi koşarak sizin otobüsünüze el sallıyorsa, gittiğimiz güzergahta kadınlar, gençler, erkekler pencerelerden el sallıyorlarsa ve bu bizim düşündüğümüzden çok daha öteyse müthiş bir gelişme var Türkiye’de. Ben umutluyum. Trakya’da da, Zonguldak’ta da, Çorum’da da ben bunu gördüm. Güzel bir olay. Ama bu olayı biz Türkiye satına yayacağız.

Gittiğim yerlerde şunu söylüyorum. Bir heyecan dalgası var. Ama bu heyecan dalgasını aşama aşama bizim Türkiye’nin her noktasına taşımamız lazım. Neden taşımamız lazım? Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar çok zor. Sıkıntı var. Bakın bu bölge siz benden daha iyi bilirsiniz. Burada babanız siyaset yaptı. Çiftçiyi gerçekten yüzü güler görmedik çiftçiyi, esnafı yüzü güler görmedik. Emekli zaten çok memnun değil. Hayvancılıkla uğraşanlar mutlu değil. Tam bir mutsuz tablo var. Gittiğim yerlerde şunu söyledim. Keşke Recep bey gelse de burada icra dairelerini biz gezse, şu köylünün halini bir görse. Banka borçları, faizler, artık katlanarak gidiyor. Ve ürettiği ürünün bedelini alamıyor. Yani maliyetin altında satmak zorunda kalıyor. Bu tablo Trakyalı çiftçiyi gerçektende son derece mağdur etmiş. Bunu hem gözlemledik, hem bize aktardılar, hem dinledik. Bu tabloyla karşılaştık. Ama onlara umut ve güzel bir gelecek vaat edeceğiz.

Yiğit BULUT- Şimdi benim burada, bulunduğumuz bölge aslında anlamlı bir yer. Neden anlamlı bir yer. Sizde söylediniz benim ailem, babam burada 1980 yılına kadar Adalet Partisi milletvekiliydi. Yani sağ bir partiden milletvekiliydi, sol güçlüdür oradan biliyorum. 1980 12 Eylül sabahı şurada ileride bir park var orada biz darbe olduktan sonra, işte 12 Eylül – 13 Eylül’de olabilir. Ertesi gün Hürriyet gazetesini yere koymuştuk parkta tırnak içinde söylüyorum. Biz Kenan Evrencilik oynardık. Orada arkadaşlarla işte sen Kenan Evren’sin, sen kuvvet komutanısın, aramızda rolleri dağıtırdık. Buradaki parkta oynardık. Şimdi o günden bugüne 30 yıl geçti. 20 yıldır baktığımda aslında Türkiye’de çok şeyin değiştiğini de görüyorum. Buradan yola çıkarak size şunu sormak istiyorum. Sizi örneğin mesela Sayın Başbakanla kıyasladıkları zaman Sayın Başbakan’da autsaydır. Yani Türkiye’nin merkezinden gelmeyen, işte fakir bir aileden gelen, gişede bilet satan, ama sonra beyaz Türk olmayıp merkeze gelip gücü ele geçiren. Sizin içinde aynı yorumlar yapılıyor. Autsaydır, yani dışarıdan gelen, işte Tunceli’den gelen, baktığınız zaman bölgenin farklı, işte etnisiteden farklı yorumlar yapılıyor, dini anlamda farklı yorumlar yapılıyor. Bütün bunları alıp merkeze getiren ama merkezde güç kazanan bir isim olarak Sayın Başbakanla özdeşleştiriliyorsunuz. Yani iki isim var bugün Türkiye’de. Bir muhalefet partisi lideri Genel Başkanı, bir iktidar partisi lideri Genel Başkanı. İkisi de beyaz Türk değildi tırnak içinde. Peki bunu analiz ettiğinizde 1980’den bugüne ne değişti de bir sol partinin Genel Başkanı da bu noktada, bir sağ partinin Genel Başkanı da bu noktada. Nasıl görüyorsunuz genel gidişi?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Değişen şu; Türkiye’de artık demokrasinin her aşamada perçinlendiğini görüyoruz. Yani halkın yönetiminde temel belirleyici olduğu artık kesin olarak ortaya çıkmış durumda. Çünkü bizde hiçbir şekilde siyasete dışarıdan müdahale edilmesini istemiyoruz. Diğer siyasal partilerde istemiyorlar. O zaman demek ki bir ortak paydamız oluştu. Birinci noktamız bu. İkinci temel nokta şu; oradan geliriz veya buradan geliriz. Temel özelliğimiz ayrıştığımız noktada şu nokta bana göre önemli. Ben ve bizim anlayışımız siyasete girdikten sonra siyasette zenginleşmeyi kabul etmiyoruz. Siyasette zenginleşme eğer hesabını verebileceğiniz bir mal varlığınız varsa sorun yok zaten. Ama siyasete yırtık ayakkabıyla girip siyasette eğer havuzlu villalarda oturur noktaya geliyorsanız ve bundan fazla değil 6 yıl önce o dönemin Alman Başbakanı Schroder’e aldığınız aylıkla geçinemediğinizi söylüyorsanız, emekli aylığıyla Başbakanlık geçinemediğinizi söylüyorsanız bu çok ciddi bir kırılmadır. Biz bu kırılmayı kaldıracağız. O anlayışla bizim anlayışımız farklı. Biz halka hesap vermeyi temel ilke ediniyoruz. İki; siyasette zenginleşmeyi kabul etmiyoruz. Üç; her aşamada toplumun, halkın çıkarlarına politika üretmeyi temel ilke ediniyoruz. Eğer bu ülkede çiftçi perişansa yönetimden kaynaklanıyor. Emekli perişansa yönetimden kaynaklanıyor. Yani bunların hepsi sonuç aslında. İzlediğiniz ekonomi politikaları bu sonuçları doğuruyor. Biz neyi düşünüyoruz? Onlar tüketen Türkiye’yi düşünüyorlar, refahı da aldılar. Biz üreten Türkiye’den yanayız.

Sayın Başbakan geçen diyor ki, işsizliği 3 ay içinde %10’a indireceğim. Nasıl indirecek kimse bilmiyor. Ama aynı Sayın Başbakan dönüp bize diyor ki, siz diyorsunuz ki ben işsizliği azaltacağım, yoksulluğu azaltacağım, yatağa aç çocuk girmeyecek. Sizin reçeteniz ne diyor. Eğer Sayın Başbakan 8 yıldır bu ülkeyi yönetip bizim reçetemizi soruyorsa demek ki Sayın Başbakan hala ülkeyi nasıl ve hangi reçetelerle yönettiğini bilmiyor demektir. Bunu söylüyoruz biz. Dünyaya bakış açılarımız farklı, pencerelerimiz farklı. Dışarıdan geliriz merkeze veya merkezden kaçarız dışarı. Hiç önemli değil bana göre. Önemli olan halktan yana, halkın çıkarına uygun politikalar üretmektir. Ben bunu düşünüyorum ve böyle yapmaya da kararlıyız. Arkadaşlarla beraber böyle yola çıktık. Kolektif çalışıyoruz, beraber çalışıyoruz, beraber düşünce üretmeye çalışıyoruz. Güzel bir ekibimiz var, kurmaylarımız var. Ki bunlar daha hala…

Yiğit BULUT- Başbakanı yakın buluyor musunuz kendinize geldiği nokta açısından? Yol arkadaşlığı açısından baktığımızda?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben Sayın Başbakanı kendime göre uzakta buluyorum, yakında değil. Yani neden uzakta buluyorum? Çünkü halk deyip bir süre sonra etrafı çift duvarlarla örülü villalarda halka sırtınızı dönmüşseniz ben ona nasıl bana yakındır diyebileyim. Yakındır değil. Halka yakın olmak demek halk gibi düşünmek. Bu şu anlama sakın gelmesin yani popülizme kaçacağız, her şeyi beraber götüreceğiz. Hayır. Halkı bulunduğunuz konumdan daha iyi bir noktaya taşıyacağız. Siyasetin görevi budur zaten. Halktan vergi alıyorsunuz. Vergi aldığınıza göre bu aldığınız verginin sosyal devlet içinde refaha tabana yayarak herkesin buradan pay almasını, adil pay almasını sağlayacaksınız.

Yiğit BULUT- Ama şöyle bir şey var. Sizde çok iyi biliyorsunuz. Genel Başkan olunca, Başbakan olunca işte bir süre sonra güvenlik sebebiyle ayrışmanız gerekiyor belli noktalarda. Burada yani Başbakanın tabiki insan ister ki, buradaki herhangi bir evde oturması çok daha güzel olur ama bir güvenlik sorunu ortaya çıkıyor. Güvenlik zafiyeti. Özellikle mesela son günlerde İsrail’le restleşme Başbakanın güvenlik açısından çok daha sıkıntılı bir noktaya kaymasına sebep oldu. Dolayısıyla bu çift duvarlar belki de kaçınılmaz hale mi geliyor?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Güvenlik açısından elbette yani her ülkenin Başbakanı güvenlik açısından korunur. Bunu gayet doğal karşılamamız lazım. Ama ben size bir soru sorayım. Parlamentonun içinde bir koruma ordusuyla Sayın Başbakanın gezmesinin mantığı nedir? İçeri zaten vatandaş girerken fotoğraf makinesi bile elinden alınıyor. Aynı metin yazılı kağıt getiriyorsa onlarda elinden alınıyor. Tepeden tırnağa aranıyor. Belli aygıtlardan geçiriliyor. Şimdi bu vatandaş geldi parlamentoya belli yerlerde duruyor. Ama Sayın Başbakan meclisin genel kurulu hariç parlamentoda bir koruma ordusuyla geziyor.

Yani bunun bana göre anlatılır, izah edilebilir bir mantığı yoktur. Olabilir yanında bir veya iki koruma olabilir. Onu da doğal karşılayabiliriz. Ama bir koruma ordusuyla Sayın Başbakanın gezmesini, parlamentonun içinde gezmesini doğrusunu isterseniz çok yadırgıyorum. Sadece ben değil, bütün milletvekilleri yadırgıyor. Böyle bir tablo olamaz zaten Sayın Başbakana böyle bir korumanın parlamento içinde yapılmış olması aslında parlamentoya duyulan güvensizlikten kaynaklanıyor o zaman. Orası hem jandarma, yani asker hem de polis tarafından korunuyor. Bunları atayanlar gene siyasal iktidar. Biz yapmıyoruz bunu.

O zaman demek ki, ya bir güvenlik zafiyeti var, onu giderilmesi lazım. Sayın Başbakan parlamentoda rahat gezebilmeli.

Yiğit BULUT- Yani siz mesela odanızdan çıksanız, elinizi kolunuzu sallayarak Başbakanın odasına gidip girebilir misiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Milletvekilleri rahatlıkla belki ulaşabilirler, yani korumalar eğer milletvekillerini tanıyorsa zaten onlara bir şey yapılmıyor. Orada yadırgadığımız tablo bu koruma ordusunun Sayın Başbakanı kuşatan bir tarzda parlamentonun içine hareket etmesidir. Bizi rahatsız eden nokta bu. Yoksa onun dışında dışarıda koruma olabilir mi, olabilir tabi. Yani Sayın Başbakana şu veya bu şekilde ihbar alınabilir, alınan duyumlar üzerine koruma önlemleri güçlendirilebilir. Buna bir şey demiyoruz. Bu zaten güvenliğin gerektirdiği bir şey. İstihbaratın gerektirdiği bir şey. Yani istihbarat bilgilerinin değerlendirilmesi tarzında da ortaya çıkabilir. Ama ben samimi olarak şunu söyleyeyim; bizde başbakanlar özellikle Tansu Hanımla başlayan bir süreç vardır. Koruma ordusu oluşturuldu. Bu süreç içinde biraz koruma açısından olayın çok fazla abartıldığını sanıyorum.

Yiğit BULUT- Peki o zaman hemen şimdi kavramlara geçelim. İlk Genel Başkan olduğunuz günden bugüne basında çıkan birçok yorum var. Bir kısmını bende yazdım. Dediler ki, mesela bende yazdım, Recep Bey polemiği Genel Başkan konuşması için yeterli değil dendi mesela. Genel Başkanın bir manifestosu olması gerekir. Bunun içinde işte ekonomiden dış siyasete kadar birçok noktanın altının çizilmesi gerekir.

Bu eleştirileri nasıl karşıladınız? Tepki mi duydunuz, işte basın ah bu basını elime geçirsem ne yaparım mı dediniz, yoksa haklıdırlar mı dediniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, kesinlikle beni en sert eleştiren medyaya bile saygı duydum. Sonuçta her eleştiriden siyasetçinin alacağı dersler vardır. Öyle baktım ben olaya. Ben kurultayda halka hitap ediyorum. Yani bir üniversitede öğrencilerle konuşmuyoruz. Dolayısıyla sizin mesajınızı milyonlarca kişi bekliyor acaba ne söyleyecek, halkın günlük sorunlarıyla ilgili ne söyleyecek. Benim baktığım pencere o oldu. Ama onun dışında diyelim ki, bir üniversiteye konferansa gidersiniz, oradan GSMH’dan da yurtiçi hasıladan da, ithalat, ihracat rakamlarından da, neden üretemeyen ekonomi konumuna geldiğimizden de, iç borçların, dış borçların yüksekliğinden de bahsedebilirsiniz.

Ama o daha çok teknik düzeyde kalan bir açıklama olabilir. O nedenle ben daha çok halka yakın söylemleri dillendirmeyi tercih etim. Bakış açım buydu. Onun dışında, sizin dışınızda başka saygıdeğer yazarlar onlar da kaleme aldılar. Eleştirdiler. Konuşma keşke şöyle olsaydı diye. Doğrudur. Belki o eleştirileri de önceden bilseydik belki ona göre bir iki paragrafta o bölüme ayırabilirdik. Ama sürenin azlığı bir de o uzun süre konuşmanın getirdiği bir rahatsızlıkta olabilir. Çünkü salon çok kalabalıktı. Müthiş bir heyecan vardı. Dolayısıyla hem heyecanı ayakta tutmak hem onlara yakın söylemlerde bulunmayı tercih ettim.

Yiğit BULUT- Tek tek soracağım hepsini. Ben sizi iyi tanıyorum. Her soruya cevap veriyorsunuz. 450 liralık gömlek giyiyor diye basında yazı çıktı. Bunu nasıl karşıladınız?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi, önce şunu söyleyeyim; gerçekten sabahleyin gazetede okuduğumda o marka gömleği ben ilk kez duydum. Çünkü bir arkadaşımla beraber spor giyinmeye karar verdik ve bir mağazaya gittik. İşte o mağazada sadece gömlek almadım ben. Bir ayakkabı aldım. Bir ceket aldım. Şu anda giydiğim ceketi aldım. Pantolon aldım. Sonra oradaki arkadaşlar acaba bu eslenin altına hangi gömlek gider diye o gömleği getirdiler. Sonra o gömlekte karar kılındı ve ben gidip bütün parayı ödeyerek satın aldım. Onun öyle bir marka olduğunu da bilmiyordum.

Dolayısıyla kendi paramla aldım. Alnımın teriyle kazandığım bir parayla aldım. Ama demek ki, şuna dikkat etmek gerekiyormuş, böyle markalı şeyler giymemek gerekiyormuş.

Yiğit BULUT- Sonuçta kaç yıl çalıştınız siz bu ülkede?

Kemal KILIÇDAROĞLU- 30 yıldan fazla çalıştım.

Yiğit BULUT- 30 yıl çalışmış bir Türk vatandaşı da 450 liralık gömlek giyebilir yani. Genel Başkan olması da önemli değil. 30 yıl çalışmış bir insan…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Giyebilir yani. Giymez diye bir kural yok. Ama işte o markalı gömlek giymenin getirdiği eleştiriler oldu. Ona da saygı gösteriyoruz tabi. Ben bilseydim ki, bu gerçekten böyle bir marka gömlek var, bu marka gömleğin fiyatı budur belki de o markayı değil de orada derdim ki, şu marka olmasın bari yine başka bir gömlek getirin aynı modelde onu giyelim diye söyleyebilirdim.

Yiğit BULUT- Peki tek tek sorayım o zaman. Yine kongre sonrasında Parti Meclisinin örgütten kopuk olduğuyla ilgili eleştiriler çıktı. Parti Meclisine giren isimlerin sonradan monte edildiği, işte gazetecilerin olduğu hatta bazı basında ki, ben tip jargonlara karşıyım, hiçbir zaman kullanmam Habertürk’te de kullandırmam, bazı basın kuruluşlarında Parti Meclisine Ergenekoncuların sızdığı iddia edildi. Bunlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi doğrusunu isterseniz bunu anlamakta çok zorlanıyorum. Birincisi şu; kim Ergenekoncu? Böyle bir şey yok. Yani Parti Meclisine gelen arkadaşlarımız zaten partili olanlar. Parti üyesi arkadaşlar. Bunların içinde akademisyenler var, sendikacılar var, normal partililerimiz yani herhangi bir titri olmayan partililerimiz var, geçmişte il başkanlığı, ilçe başkanlığı yapmış arkadaşlar var.

Sonuçta bunların hepsi kurultay tarafından seçiliyor ve bunları hepsi de büyük bir oyla seçildi. Yani Ergenekoncu suçlamasını hangi gerekçeyle yaptılar onu da anlamıyorum ve şunu söyleyeyim Yiğit Bey, suçlunun bile hakkı vardır. Eğer siz insanları içeri alıyorsanız ve uzun süredir içeride niçin yattıkları belli değilse ve bu süre içinde tutukluluğu infaza dönüştürdüyseniz birilerinin çıkıp onu bunu eleştirmesi lazım. Kim eleştirecek bunu? Barolar eleştirecek. Kim eleştirecek? Hukuk fakülteleri eleştirecek. Kim eleştirecek? Adaletten yana olan siyasal partiler eleştirecek.

Eğer siz bu hükümette demokrasi adına suç işleyen birisi geldiğinde suç işledi ama parası yok dediği zaman bu devlet vatandaşın vergisiyle ona avukat tutuyor. Git onu savun diyor. Şimdi öbür taraftan da insanı alıyorsunuz içeriye ve ciddi bir hukuksuzluk yaratıyorsunuz. Bakın bu artık Avrupa Birliği İlerleme Raporlarına bile girmeye başladı. Niye bunu yapıyoruz biz? Bunu yapmamamız lazım. Yargılama dil olduğu sürece elbette herkes gidecektir yargıya hesabını verecektir. Kimse niye yargıya gidip hesabını veriyorsun diye ya da vermiyorsun diye bir suçlama ve aklama içine girmez. Ama olması gereken nedir? Doğal yargıç sistemi içinde onu yargılama mekanizmalarının önünü açmaktır.

Biz DGM’leri kaldırdık. Niçin? Avrupa Birliğine gireceğiz diye. Ama adını kaldırdık sadece. DGM’ler aynen duruyor. Özel mahkemeler değil mi bunlar? Onun için kurultayda söyledik. Bu özel mahkemeleri CHP iktidarında kesinlikle kaldıracağız. Normal mahkemeler olacak. Bunlar ihtisas mahkemesi değil. Yani çocuk mahkemesi gibi, aile mahkemesi gibi ihtisas mahkemesi değil. Bunlar geçmişte 12 Eylül’ün getirdiği devlet güvenlik mahkemelerinin devlet adı kaldırılmış, efendim oradaki askeri yargıçlar kaldırılmış, statüsü aynen korunan bir yargılama sistemi. Bu yargılama sistemine karşıyız zaten.

Yiğit BULUT- Şimdi ben tek tek soruları soracağım size yine basında çıkan kongre sonrası Parti Meclisindeki isimlerin örgütten kopuk olduğu iddiası.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi o iddiaya bir şey diyemem. Çünkü bu insanların bakış açısına bağlıdır. Örgütten mesela bu soruya böyle sağlıklı bir yanıt vermek için Parti Meclisinden şu kopuktur, şu kişi kopuktur, örgütten kopuktur dememiz lazım. Akademisyenler var. Bunlar zaten yıllar yılı bizim örgütlerimize konferans için gidenler, davet edilen insanlar. Yani partimizin üyeleriyle zaten içli dışlı bunlar. Bir kısmı zaten örgütün içinden geliyor. Bunlar örgütün dışında değiller. Bir kısmı zaten milletvekili şu anda. Örgütün dışında olmaları zaten mümkün değil. Seçimle gelmiş. CHP milletvekili bunlar.

Dolayısıyla o eleştirileri tabi saygıyla karşılıyoruz. Ama eleştirilerin çok sağlıklı olduğu kanısında değilim.

Yiğit BULUT- Aslında kongre kısmından bir soru daha kaldı onu da sormam lazım. Gürsel Tekin’in durumu bazı basın kuruluşlarında gazetelerde bu tip yazılarda çıktı. İşte Gürsel Tekin ilk havalimanında giderken açık seçik desteğini belli edemediği için Kılıçdaroğlu’nun gazabına uğradı falan gibi.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır, hayır. Ne gazap, ne övgü Gürsel Beyle beraber çalıştık. İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı sürecinde. Dolayısıyla Gürsel Bey bir halk adamı. Toplumun her kesimine rahat giren birisi. Parti Meclisi üyesi oldu. Ama belki geri dönüp İstanbul İl Başkanlığı yapar mı yapmaz mı onu bilmiyorum. Aramızda böyle uzun zaman ayırıp, sohbet edeceğimiz bir sürede olmadı. Bir zamanda olmadı. Ama Gürsel Bey’le her zaman otururuz, konuşuruz, tartışırız. Dolayısıyla ben olayları medya aracılığıyla değil de doğrudan doğruya beraber oturup konuşarak, çünkü sonuçta bizim arkadaşımız, bizim partilimiz. Beraber varsa bir sorun o sorunu da çözeriz. Niye çözmeyelim.

Yiğit BULUT- Bir sorun yok diyorsunuz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet.

Yiğit BULUT- Peki il başkanı olması neye bağlı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Olursa tabi o yine de kendi arzusunun ötesinde tabi bir seçime bağlı. Orada bir seçim yapılması lazım. İki ayrı yerde birden görev yapamıyor zaten Siyasi Partiler Yasasına göre.

Yiğit BULUT- Bir tercihiniz, müdahaleniz, yol göstermeniz, yön göstermeniz…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Gürsel Beyin tam iradesini öğrenmiş değilim. Yani il başkanı olmak istiyor, Parti Meclisi üyeliğinde kalmak mı istiyor. Onu önümüzdeki günlerde belki Gürsel Bey gelir veya oturur konuşuruz. Biraz daha net tablo çıkar ortaya.

Yiğit BULUT- Şimdi ortaya bir kaset, bir görüntü çıktı ve bu görüntünün sebebiyle sonucunun tamamen ayrıştırıyorum. Lütfen yanlış anlamayın. Yani sebebiyle sonucunu tamamen ayrıştırarak soruyorum. Biz sebep var, farklı bir sonuç var. Siz sonuçsunuz şu an itibariyle. Geriye dönüp sebebi düşündüğünüz zaman ne görüyorsunuz? Bunu kim yapmış olabilir ve hangi amaçla yapmış olabilir?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kurultay konuşmasında da söyledim. Sayın Baykal bir açıklama yaptı. O açıklamada bu komplonun arkasında hükümetin olduğunu söyledi. Bakın Yiğit Bey, aradan bu kadar zaman geçti. Eğer bir kaset internete düşmüşse o parmak izi gibidir. Onu bulursunuz. Benim istihbarat örgütüm yok. Güvenlik güçlerim yok. Hiçbir olanağımız yok. Sizinde yok. Ama Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin emrinde Milli İstihbarat Teşkilatı var, Emniyet Genel Müdürlüğü var, Jandarma İstihbarat var, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı var, güvenlik güçleri var onun dışında. Nasıl oluyor da bugüne kadar bu kaseti bir; yapanlar, iki; komployu düzenleyenler, üç; bunu internete koyanlar şu ana kadar bulunamadı?

Şunu söylerim, eğer bunu bulmazlarsa bu komplonun arkasında hükümet vardır. Bulurlarsa çıkarsınlar ortaya. Kim yaptı bunu? Çünkü şunun için söylüyoruz; kişilerin özel yaşamları hiçbir zaman ama hiçbir zaman açıklanamaz. Dünyanın bütün demokrasilerinde böyledir. Bu açıklanamaz. Bir komplo varsa ve komplonun mağdurları varsa ortada o zaman siyasal iktidarın bu olayların üzerine belli bir kararlıkta gitmesi lazım. Bu kararlıkla gidecek ortaya çıkarak. Çıkarmadığı zaman o zaman bu komplonun parçası siyasi hükümettir.

Yiğit BULUT- Evet, ama şöyle diyorsunuz siz, suçlular bulunamadığı için ve bulunamadığı sürece suçlu hükümettir. Suçluyu bulup ortaya koyamadığı için otomatik olarak. Ama şöyle de bir şey var baktığınız zaman, bu teoriyi çürüten. Ben Recep Tayip Erdoğan olsam Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasını istemem. İşte Trakya’daki tabloyu gördük. Dolayısıyla sebep sonuç uyuşmuyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Recep Bey nereden bilecek benim Genel Başkan olacağımı?

Yiğit BULUT- Hayır ama Deniz Baykal’ın düşme ihtimali çok yüksek kaset çıktığı zaman. Ya yerine daha iyi bir isim gelirse halkın kucaklayacağı, çünkü açık konuşalım, dürüstçe konuşalım. Deniz Baykal’dan dolayı CHP’ye oy vermeyen küsmüş bir sürü insan vardı. Şimdi orada iki farklı ok var. Birinci ok diyor ki, CHP örgütü çöker, içinde parçalanır dolayısıyla bu kasetin sonucu mükemmel olur. İkinci ok diyor ki, hayır CHP örgütü birleşir ve sonuçta başka bir genel başkan çıkar.

Yani çok riskli. Dolayısıyla bu kaseti ortaya atan kişi sonucu tahmin edemeyecek kadar çoklu bir seçeneği ortaya koymuş oluyor.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi ortada şöyle bir gerçek var. Bir kaset olayı var mı? Var. Bu bir komplo mu? Komplo. O zaman yapılması gereken nedir? Bu komployu ortaya çıkarmak. Kim çıkaracak? Siyasi iktidar.

Yani özetle şöyle diyeyim, ortada bir cinayet var. Suçluyu kim yakalayacak? Bu ülkenin güvenlik güçleri.

Yiğit BULUT- Siz diyorsunuz ki, otorite suçluyu bize teslim etmediği sürece zan altındandır.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Bize değil. Adalete teslim. Kamuoyuna, adalete teslim edecek, o zaman biz bileceğiz bu komployu kimlerin yaptığını. O zaman hükümet kendisini belki aklamış olacaktır. Ama bunu yapmadığı zaman bu komplonun bir parçası AKP hükümetidir.

Yiğit BULUT- Son yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Gemimizin yolda giderken daha doğrusu içinde Türk vatandaşları olan bir geminin yolda giderken İsrail tarafından durdurulması, içindeki vatandaşların öldürülmesi hükümetin attığı adımlar, uluslararası tepkiler, etkiler olayı nasıl görüyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi önce Gazze’de uygulanan ambargo insanlık dışı bir olay. Eğer orada kadınlar, çocuklar, güçsüzler yaşıyorsa siz oraya ambargo uygulayarak açlığı ve sefaleti oraya hakim kılarak o bölgeyi kazanamazsınız. O insanları kazanmazsınız. Önce İsrail hükümetinin bu ayıptan vazgeçmesi lazım.

İkinci önemli nokta şu; bütün eleştirilerimizde hedef almamız gereken İsrail hükümetidir. İsrail halkı değildir. Bunu ayırmamız gerekiyor. İsrail halkı hatta öldürülen insanların lehine eylem yapan İsraillilerde de var. Dolayısıyla bu tabloyu da net ortaya koymamız lazım. Hükümet bunların ikisini net ortaya koymuyor. Koymadığı için ciddi zaaflar çıkıyor söylemlerden.

Bir üçüncüsü ciddi bir belirsizlik var. Bu gemiler Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bilgisi dahilinde mi gitti, bilgisi olmadan mı gitti? Çünkü Sayın Balçiçek Pamir’in programında Abdurrahman Dilipak’ın yaptığı açıklamalar var. Diyor ki, gideceklerin listesi hükümetteydi diyor. Gemiye gittik, baktık ki diyor aynı liste İsrail askerlerinin elinde de var. Nedir bu tablo? Henüz daha yanıtı verilmiş değil. Eğer gerçekten hükümetin böyle olayı varsa o zaman şunu sormadan edemiyoruz; küçük çocukların orada ne işi vardı?

Bir başka ciddi bir sorun daha var; AKP milletvekillerinin de o gemiyle gideceği söylenmiş fakat daha sonra vazgeçilmiş. AKP milletvekilinin binme riski taşıdığı, bindiği zaman bir riskle karşılaşacağını bilerek binmediyse, o çocuklar hangi gerekçeyle oraya kondu. Yani belirsizlikler çok fazla. Dolayısıyla sağlıklı bir tartışma ortamı henüz daha yapılamıyor. Çünkü yara çok sıcak.

Bir başka önemli nokta bizim özenle üzerinde durmamız gereken noktada şu; bu olay karşısında diplomasinin beklediğimiz ölçüde aktif olduğunu ben şahsen kabul etmiyorum. Eğer İsrail askerleri Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına karşı doğrudan silahlı bir eylemde bulunmuşlar. Orada silah olmadığı söyleniyor. O zaman Sayın Başbakan yeri göğü inletti. Gayet güzel inletebilir. Sonuç ne? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararı çıkmadı. Nato’ydu, Avrupa Birliğiydi vs.vs. gidiyoruz. Şimdi buradaki temel soru şu değil mi? Eğer bir şey söyleyeceksiniz arkasında duracaksınız ve sonuç elde edeceksiniz. Çünkü dış politika hamaset söylemler üzerine yürütülen bir politika değildir. Duyguların geride olduğu aklın ve mantığın öne çıktığı politikalardır dış politikalar.

Şimdi bu süreç maalesef burada yaşanmadı. Onun için burada henüz daha belirsiz alanlar var. Bunlar önümüzdeki dönemde biraz daha net tablo olarak karşımıza çıkacak. O zaman daha sağlıklı yorumlayabiliriz. Ama şu aşamada söylememiz gereken gerçekten bunu bütün içtenliğimizle söylüyoruz Gazze’ye yapılan ablukanın mutlaka kaldırılması lazım. Oraya yiyecek, içecek neyse insani yardım dediğimiz olayın gitmesi lazım.

Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin de bir ülke içerisindeki partinin yandaşı konumuna düşmemesi lazım. Çünkü bugün o iktidar vardır, yarın o iktidar değişebilir, başkası gelir. Hükümetler devletlerle ilişki kurmalıdırlar ve dolayısıyla olaya daha tepeden bakabilmelidirler. Burada da böyle ciddi bir zaaf var.

Yiğit BULUT- Peki, daha zor bir soru sorayım, Hamas terör örgütü müdür sizce?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hamas’ı terör örgütü kabul eden ülkelerde var kabul etmeyen ülkelerde var.

Yiğit BULUT- Siz nasıl kabul ediyorsunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hamas’la bizim doğrudan bir bağlantımız yok zaten. Biz Filistin halkıyla ilgileniyoruz. Filistin halkının iradesine saygı gösteriyoruz. Seçimle geldilerse de saygı duyacağız. Dolaysısıyla hem halkın iradesine, Filistinlilerin iradesine saygı göstermek zorundayız.

Yiğit BULUT- Terör örgütüdür diyemeyiz diyorsunuz. Başbakanla aynı noktadasınız bu konuda.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi bakın terör olgusu nedir? Bu olaya çok net yanıtlar verilebilir mi verilemez mi? Terör olayı nedir? Önce ona bakmamız lazım. Eğer terör olayını bir insanlık suçu olarak algılıyorsak, öyle kabul ediyorsak, silahsız insanların, çocukların, kadınların öldürüldüğü bir model inşa ediliyorsa kim olursa olsun orada terör var demektir. Yapan insanlar veya kurumlarda terörist olarak algılanırlar. Ama öyle ir tablo yok da o tablonun dışında siyasal seçimler yapılmış ve bir parti iktidara gelmişse sonuçta o seçen yurttaşlar vardır, kendi yurttaşları kendi partilerinin liderlerini veya partiyi iktidara taşımışlardır. Ona da bizim saygı duymamız lazım.

Ben olaya şöyle bakıyorum; az öncede ifade ettim. Bizim Filistin halkının sorunlarıyla ilgilenmemiz lazım. Filistin’in iç politik yapıları, kendi içlerindeki çatışmalar bizim dışımızda olan gelişmelerdir ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri o çatışmalarda taraf olmamalıdırlar. Onun için özellikle altını çizdim ben bunun.

Eğer biz doğrudan doğruya o ülkeden belli partilerin yanında kendimizi konumlandırırsak öbür parti iktidar olduğu zaman Türkiye’ye karşı düşmanlık besleyecektir. Neden böyle bir tabloyla biz karşı karşıya kalalım. Hem madem yurttaş barış dünyada barış diyoruz onun temel argümanı hangi ülke olursa olsun o ülkedeki demokratik kuralları kendi içinde çalışıyorsa, demokratik yollardan seçim yapılmışsa bunlara da saygı duymamız gerekir.

Yiğit BULUT- Hamas terör örgütü değildir. Ben söyletemedim size ama açıkça söylemeseniz de terör örgütü olmuyor. Dolayısıyla Başbakanın tanımıyla bir miktar uyuşuyor.

Peki, yine aynı konuyla ilgili sorular geliyor. Onları da size soracağım ama kendi not aldığım sorulardan da sormak istiyorum.

Şimdi açık ve net söyleyeceğim. Türkiye’de belli bir dönem yerleşik düzenin İsrail’e karşı her zaman zaafı olmuştur. Dolayısıyla yerleşik düzen Türkiye’de eğer belli bir dönem siyasal partileri, bankaları, onları bunları, medyayı kontrol ettiyse İsrail’e karşı hiçbir zaman çok büyük tepki duyulmamıştır Türkiye’de. Siz İsrail’e nasıl bakıyorsunuz? Çünkü gene bazı medya kuruluşlarında tırnak içinde söylüyorum lütfen yanlış anlamayın. İşte Kemal Kılıçdaroğlu’nun da uluslararası bir organizasyon sonucu iktidara geldiğini iddia ettiler biliyorsunuz. Dolayısıyla siz İsrail’e, Amerika’ya mesela biraz önce size de okudum, iki isimden bahsediyor partide. Bu kişilerde çok Amerikancıdır. Kemal Derviş politikalarının devamını giderler falan. Nasıl bakıyorsunuz İsrail’le, Amerika’ya, Avrupa Birliğine.

Gene en çok eleştirilerden bir tanesi işte dış politikayla ilgili bir denklem ortaya koymadığınız söylendi ama tabi ki, kongrede koymanız beklenemezdi. Nasıl bakıyorsunuz? Bize bunu biraz özetleyebilir misiniz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, Amerika dünyanın sayılı devletlerinde birisi. Bazı çevreler dünyanın jandarması olarak tanımlıyorlar. Doğrudan doğruya dünyada pek çok ülkeye şu veya bu şekilde müdahale edebiliyor Irak’a müdahale ettiği gibi. Ama biz CHP olarak kendi komşularımızla olan ilişkilerde belli bir mesafe koymayı bilen bir partiyiz. 1 Mart tezkeresi olduğu zaman o tezkereye direndik, hayır dedik biz kendi topraklarımızı komşularımıza saldırı yapılabilecek bir mekan haline dönüştüremeyiz dedik. Amerika’yla elbette ilişkilerimiz olacak. Saygın bir ülkedir. Saygın bir devlettir. Amerikan halkıyla da bizim bir sorunumuz yoktur. Ama bizim coğrafyamızda biz Amerika çekip gittikte sonra Irak’la düşman olan iki ülke konumuna gelmek istemedik.

Olaya biz böyle bakıyoruz. İsrail’le de aynı şekilde. İsrail o coğrafyada yerleşmiştir. Devletini kurmuştur. Demokrasisi vardır. Filistin’le çatışıyor. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak Filistin halkının yanında yer aldık. Onlara insani yardımlar yaptık. Dolayısıyla onların şu veya bu şekilde ezilmelerine, hor görülmelerine, Türkiye Cumhuriyetinin değişik hükümetleri her zaman Filistinlilere destek verdiler.

Bu da bilinen bir başka gerçektir. Ama bu İsrail’le olan ekonomik, siyasal ilişkileri hiçbir zaman törpülemedi. Çünkü bizden çok sayıda Musevi vatandaşımız gidip İsrail’le yerleşti. Onlar buraya geldiler. Dolayısıyla onlarla tarihe dayanan da bir dostluğumuz vardı. Biliyorsunuz Osmanlı döneminde Türkiye’ye gelenler İkinci Dünya Savaşında Hitler Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye gelen pek çok Musevi vatandaş bizim üniversitelerde ders verdi. Binlerce öğrenci yetiştirdi. Bizim kalkınmamıza, aydınlanmamıza katkı bulundular.

Yani ne bir toplumu ne bir devleti asla ve asla küçümsemek, onları farklı bir yerde konumlandırmak CHP’nin geleneklerinde yoktur. Bizim geleneklerimizde ne vardır? Devletleri, ülkeleri biliriz, onlara saygı gösteririz ama onlarında aynı zamanda bize saygı göstermelerini isteriz. Bu coğrafya da bir savaşın olmasını istemeyiz. Teröründe olmasını istemeyiz. Sonuçta bu coğrafyadaki kargaşa en çok bizi etkiler.

Bakın ben size bir başka örnek daha anlatayım. İran’la Irak arasında biliyorsunuz yıllara dayanan bir savaş oldu ve uzu yıllar devam etti. Ama Türkiye Cumhuriyetinin bütün hükümetleri bu iki ülkenin savaşında taraf olmamaya özen gösterdiler. Ne Irak, ne İran Türkiye taraf tutuyor demedi. Bu aslında bizim öteden beri sürdürmek istediğimiz sağlıklı dış politika. Eğer dış politikayı bu eksen üzerine oturtursak herhangi bir sorunumuzda olmaz zaten bizim.

Ama savaş sonrası bir yerde diyelim ki, insani yardım yapılacaksa elbette ki, o insani yardımı önce Türkiye’nin koşmasını isteriz. Bu İsrail’de olabilir, Filistin’de olabilir, Irak’ta olabilir, İran’da olabilir, Pakistan, Hindistan’da olabilir. Çünkü nedir? Türkiye Cumhuriyeti de aslında dünyada saygınlığı olan, konumu olan, belli ekonomik gücü olan bir devlet konumundadır. Biz her ne kadar diyelim ki, politik olarak kendi içimizde farklı dünyaların, farklı pencerelerden görüyor isek de daha doğrusu farklı pencerelerden olayları görüp yorumluyorsak isek de sonunda dış politikanın Türkiye’nin ulusal çıkarlar üzerine inşa edilmesi gerektiğine inanan bir siyasal partiyiz. Eğer siz kendi dış politikanızı ülkenizin çıkarları üzerine inşa ediyorsanız mesele yok. Ama dış politika az öncede söyledim hamasetle, nutuk atarak götürülecek bir politika değildir.

Bu santranca benzer. Karşındaki kişinin üç, dört el sonraki hamlesini ne kadar iyi ve sağlıklı bilir, ona karşı önlem alırsanız siz dış politikada başarılısınız demektir. Yani şu sorun, biz hemen öğleden sonra gidelim bu sorunu çözelim. Dış politikada böyle bir şey yoktur. AKP’nin düştüğü hatada maalesef budur.

Yiğit BULUT- Peki, İsrail açılımını nasıl buluyorsunuz Başbakanın?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hangi açıdan?

Yiğit BULUT- Yani İsrail’le ilgili ortaya koyduğu politika fazla mı sert, fazla mı yumuşak yoksa sözel olarak çok sert ama içerik olarak zayıf mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Dış politika iç politikanın malzemesi olmamalıdır. Saygın devletler, saygın devlet adamları da böyle yaparlar. Şimdi dış politika farklı bir şeydir. Az önce söyledim. Ama bu olayda Sayın Başbakan olayı iç siyaset malzemesi yapmaya kalktı. Yapıyor da zaten bunu. Haklı yönleri yok mu? Var tabi. Yani bizim yurttaşlarımızın öldürülmesi, onlara insanlık dışı işlemler yapılması, buna Başbakanın tepki göstermesi kadar da doğal bir şey yoktur. Ama dediğim gibi burada mevcut İsrail hükümetini suçlayacaksınız. İsrail halkını değil. İkisi birbirinden çok farklı yerlerde olmak durumundadır.

Yiğit BULUT- Mesela en çok gelen sorulardan bir tanesi Kemal Bey türban konusunda ne düşünüyor? En çok önüme düşen sorulardan bir tanesi bu. Bu soruları aslında ben konuşmayı ayıp buluyorum ama farklı basın kuruluşlarında hep farklı şeyler yazılıyor. İşte sizin Kürt kökenli olduğunuz, Türkmen kökenli oldunuz. Bunlarla ilgili bir şey söylemek ister misiniz? Söylemek istemezseniz benim için hiç önemli değil. Saygıyla karşılarım.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Benim yani anne ve babamı önceden belirleme şansım yok. Dolayısıyla benim etnik kimliğimin siyasi tartışma konusu olmasını ben doğru bulmadım.

Ama şöyle ailemle ilgili bilgi vereyim isterseniz. Osmanlı öncesi Osmanlı döneminde İran’ın Horasan’ından gelip Adıyaman, sonra Konya Akşehir’e yerleşmiş Yavuz Sultan Selimle Şah İsmail arasındaki çatışmadan sonra gidip o dönemki adıyla Dersim, bugünkü adıyla Tunceli’ye yerleşmiş bir aile. Bu ailenin bir kolu orada, bir kolu Adıyaman’da. Bugün Türkiye’nin pek çok yerinde var yani bu aile. Ailenin bir soy kütüğü var. O soy kütüğü de aile büyükleri tarafından korunuyor. Köken olarak dediğim gibi İran’la Horasandan gelip Anadolu’ya yerleşen bir aile.

Yiğit BULUT- Evet, anladım. Hep farklı farklı yazılar çıktığı için bir kere açıklarsanız…

Kemal KILIÇDAROĞLU- İşin özü bu. Ama kimisi bana efendim işte Kürt kökenli, kimisi Türkmen kökenli, kimisi annesi Ermeni, ne olursa olsun aslında. Ben insanları seviyorum.

Yiğit BULUT- Bugün hala Türkiye’de etnisiteyle ilgili dip arayan Ebucehiller var. Hala bu kafalar Türkiye’de var maalesef.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ben insanımı da seviyorum. İnsanları da seviyorum. Çocukları da seviyorum. Hiçbir sorunum yok hiç kimseyle. Herkesin etnik kimliği farklı olabilir. Onları da seviyorum. Bütün mesele şu; özneyi insan yaptığınız zaman aslında barışık bir toplum yaratıyoruz. Eğer siyaset kurumu da özneyi insan yaparsa o zaman işsizlikle, yoksullukla, açlıkla hepsiyle daha sağlıklı, daha tutarlı bir mücadelenin yolunu başlatmış oluruz diye düşünüyorum.

Yiğit BULUT- Türbanla ilgili görüşünüz nedir? Mesela kamuda yer alır ama işte hizmet veremez, hizmet alır. Bütün bu ayırımlar tartışıldı sizden önce. Önce Deniz Baykal’da bu konuyla ilgili çıkışlar yaptı.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi buradaki temel düşüncem şu; sokaktaki yurttaşın giysisi bizi ilgilendirmez, siyasetçileri ilgilendirmez. O onun özgürce kullanabileceği, giyebileceği giysidir. Yani ister türban takar, ister çarşaf, ister pantolon, ister başka bir giysiyle gezebilir. Hepsine saygı gösteririz.

Bugün ben yine bir beldemizde orada kadınlarımızın bir kısmı kendi geleneksel giysilerini girmişler. Merhaba dedim. Beraber tokalaştık. Hiçbir sorun yok. Dolayısıyla bunlar farklı ama eğer siz olayı siyasallaştırırsanız, yani giysiyi siyasallaştırırsanız orada ayrışmaya yol açmış olursunuz.

Dolayısıyla bugün türban olarak dediğimiz, kimisinin başörtü olarak adlandırdığı olay siyasallaşmadığı sürece zaman içinde toplum yenileşerek, değişerek bütün bunların hepsinin aşacaktır. Türban kilit sorun haline gelmiş olmasının temel nedeni siyasallaştırılmış olmasıdır. Kadının giysisinden acaba biz nasıl oy koparırız diye didiyorlar.

Onun için biz diyoruz; gittiğim her yerde söylüyorum. Giysiniz, kılığınız, kıyafetiniz bizi hiç ilgilendirmiyor. İnancınız, etnik kimliğiniz bizi hiç ilgilendirmiyor. Bizi ne ilgilendiriyor? Aç mı, susuz mu, yoksul mu, sağlıklı bir eğitim alabiliyor mu, hastaneye gidebiliyor mu? Eğer biz bu sorunları çözebilirsek insana hizmet etmiş oluyoruz zaten.

Yiğit BULUT- Bu konuyla ilgili bir önümüzdeki süreçte Anayasa değişikliği gündeme gelirse öğrencilerin durumuyla ilgili nasıl bir tavır takınırsınız?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Böyle bir Anayasa değişikliğinin gündeme geleceğini sanmıyorum. Çünkü bu siyaseten çözülmesi gereken bir olaydır. Bu bir toplumsal olaydır. Süreç içinde kendiliğinden çözülecektir.

Yiğit BULUT- Anayasa Mahkemesi kararı orada durdukça böyle değişiklik…

Kemal KILIÇDAROĞLU- Eğri oturup doğru konuşalım. Heyetimiz bu veya bu şekilde yargı kararlarına uymak zorundayız. Beğensek de beğenmesek de. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı var, Anayasa Mahkemesinin kararları var. Siyasal iktidar böyle bir düzenleme zaten yapmıyor. Dolayısıyla olmayan bir düzenlemeyi zaten öyle bir düzenleme yapılması yanlıştı zaten. O doğru değildi. Dediğim gibi olayı siyasallaştırmazsanız olay kendi mecra içinde zaten çözülecektir.

Yiğit BULUT- Son olarak şunu sorayım. Anayasa Mahkemesinin kararı var. Son Anayasa değişiklikleri ile ilgili. Kararı ve bundan sonrası nasıl görüyorsunuz, nasıl yorumluyorsunuz? Esas girmesiyle ilgili. Sürpriz olarak biliyorsunuz bazı internet sitelerinde şok şom diye son dakika geçti. Büyük sürpriz diye.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi Anayasa Mahkemesinin nasıl karar vereceğini bilmiyoruz ama olaya esastan girmiş olması çok önemli. Nasıl bir karar çıkar, hangi gerekçeyle esastan girmiştir? Onu bilemiyoruz ama Anayasa Mahkemesinin vereceği karara bizde, AKP’de, MHP’de, diğer partilerimizin de tamamının saygı göstermesi lazım. Sonunda bir yargı karardır. O yargı kararına uyulacaktır.

İptal nasıl çıkacaktır ortaya veya iptal hiç çıkmayacaktır ortaya bu seçenekler Anayasa Mahkemesi kararı ortaya çıktıktan sonra belli olacaktır. Orada daha önemli olan AKP’nin ortaya çıkacak Anayasa Mahkemesi kararı karşısında alacağı tutumdur. Belli çevreler diyor ki, eğer bir veya iki maddede iptal olursa veya tamamı iptal edilirse AKP yine mağdurları oynayarak erken seçime gidecektir. Bir başka çevrede diyor ki, hayır iptal kararı çıksa bile seçim zamanında olacaktır. Burada parlamentoda karar alma gücü, tek başına karar alma gücü AKP’ye ait olduğu için Anayasa Mahkemesi kararından sonraki süreçte AKP’nin alacağı tavra bizde bakacağız.

Yiğit BULUT- Recep Bey polemiği ile ilgili çok soru var. Biraz onu konuşursak. Hala aynı noktada mısınız? Yani recep Bey mi yoksa Sayın Başbakan mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Recep Beyle Tayyip Bey deseydim eminim Recep Bey hiç alınganlık göstermezdi. Tayyip Beyle Recep Bey arasında bir fark var. Tayyip Bey gerçektende halkın arasından gelen, yoksulu seven, yırtık ayakkabıyla okula giden, İstanbul’a geldiği zaman krampon alacak parası olmadığı için arkadaşlarının yardımıyla krampon alan kişi Tayyip Bey.

Recep Bey ise siyasete atıldıktan sonra zenginleşen, havuzlu villalarda oturan, daha farklı, mağrur bir yapıya kavuşmuş kişi benim gözümde. Onun için ben Tayyip Bey artık o eski Tayyip değil, o artık Recep Beydir. Gücü arkasına almıştır. Devletin gücünü kullanıyordur. Mağrurdur. Yeri geldiği zaman baskı kullanmayı bilen, çiftçiye yeri geldiği zaman ananı da al git diyebilen, artık eskisi gibi fakir fukara edebiyatı yaptığı zaman inandırıcılığı kaybolmuş kişi demektir Recep Bey.

Dolayısıyla ben saygıda kusur ettiğimi sanmıyorum. Ama bu iki kişinin halkın gözünde bir yerlere oturmasını istedim. Ben eminim bu oturdu da zaten.

Yiğit BULUT- Yani siz Tayyip Beyi seviyorsunuz Recep Beyi sevmiyorsunuz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi Tayyip Bey halkın sorunlarına ilgi duyan birisiydi. Recep Bey sırtını halka dönmüş, oturduğu, aldığı villaların etrafını çift duvarlarla örmüş kişi demektir. Birisi halktan kopan birisi halkın yanında olandır. Onun için günümüzdeki kişi Recep Beydir.

Yiğit BULUT- Girişte bir analiz yapmıştım. Dışarından gelen, Türkiye’nin merkezinden değil dışarından gelen iki isim. Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu. Recep Bey daha Recep Bey sonra ortaya çıktı diyorsunuz ve doğrusu onu sevmiyorsunuz. Sizin sevdiğiniz Tayyip Bey kısmı eşittir Kemal Bey diyebilir miyiz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiçbir sakıncası yok.

Yiğit BULUT- O kadar yakın görüyorsunuz Tayyip Bey olarak.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Halka bakış açısı itibariyle söylüyorum. Bir dönem fakir fukaranın hakkını korumak için mücadele ettiğini söyleyen kişi vardı bizde aynı şeyi söylüyoruz. Nitekim Recep Beyde söyledi, bizim söylemlerimizi kullanıyorlar dedi. Ama iki şey bir önemli temel fark orada. O bu söylemleri kullandı ama gereğini yapmadı. Biz bu söylemleri kullanıyoruz ama emin olun gereğini kesin yapacağız ve bu coğrafyada bir tek çocuk yatağa aç girmeyecek. Bu konuda kararlıyız. Sosyal devleti gerçek anlamda sosyal devlet olarak inşa edeceğiz. Yoksulun yoksulluğunu asla ve asla siyasi malzeme konusu yapmayacağız. Çünkü o yoksulunda onuru var. Onun çocuklarının da onuru var. Onu kuyruğa dizeceksin, makarna, ekmek, kömür dağıtacaksın.

Bu defteri kapayacağız. O yoksul ailede kadının banka hesabına yatıracağız parayı. Kadın gidecek oradan parayı çekecek, memur gibi, işçi gibi, emekli gibi çoluk çocuğunun rızkını sağlayacak. Devlet bir yere bir kişi alacaksa önce o aileden alacak ve aileyi aile sigortasının dışında bırakacak. Biz çünkü aile sigortasını getiriyoruz. Aile sigortası Uluslararası Çalışma Örgütünün kabul ettiği dokuz sigorta dalından birisi ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti 1971 yılında aile sigortasını kurma sözü vermiş. Yıl 2010. Niye kurulmuyor?

Yiğit BULUT- Peki, şimdi burada bir soru daha soracağım. Ekonomi yazarlarında da bir sürü eleştiriler oldu. Bir tanesi de benim. Onu da söyleyeyim. Dediler ki, bende dedim, Türkiye artık yoksulluk edebiyatıyla döndürülemeyecek kadar büyük bir ülkedir. 750 milyar dolarlık GSMH, borç ………… Avrupa’yla çok daha iyi olması.

Dolayısıyla bu biraz çok eski, sert 1978’in son söylemine benziyor. Ekonomide ortaya daha net bir şey koymak gerekir gibi eleştiriler oldu. Ne diyorsunuz bu konuyla ilgili?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi yoksulluk edebiyatı yapmak doğru bir şey değil. Çünkü yoksullukta buluşmak değil temel ilke refahta buluşmaktır. Ama eğer bir ülkede yoksullar varsa ve bir ülkede hala kömür, makarna dağıtılıyorsa ve bu insanların yoksulluğu kömür, makarna dağıtılarak gideriliyorsa burada durup düşünmemiz lazım.

O zaman gelir dağılımında ciddi bir sorunumuz var. Bölgesel kalkınmada ciddi sorunumuz var. Sosyal devlet dediğimiz olguyu ötelemişiz. Biz o olguyu yakalamak istiyoruz.

Yiğit BULUT- Sosyal devlet teğet geçti diyebilir miyiz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette. AKP hükümetinde sosyal devlet diye bir şey kalmadı zaten.

Yiğit BULUT- Ama bu çok eski. AKP’den çok önce bir sorun. Yani 1946’dan beri Türkiye’de sosyal devlet yok.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Ama AKP dedi ki, ben bu sorunu çözeceğim dedi. Ama çözmedi. Biz sorunun çözülmesini istiyorduk ve bekliyorduk ve ısrarda ettik bu sorunu çöz diye. Bakın ben size şunu söyleyeyim; AKP ilk acil eylem planını açıkladığında maddelerden birisi şuydu; ilk üç ay içinde yoksulluk envanteri çıkarılacak dendi. 8 yıl geçti. Yoksulluk envanteri yok. Çünkü o yoksulluğu sömürecek. Geniş kitleler yoksul kalacak, makarna, kömür dağıtarak onların oylarını alacak.

Biz buna isyan ediyoruz. Bu doğru değil. O yoksul vatandaş bana oy versin vermesin ama ben onun onurunu koruyacağım. Orda kadının banka hesabına parasını yatıracağım, o gidecek makarna mı alır, kömür mü alır, doğalgaz mı alır, çocuğunu sinemaya mı götürür kendi bileceği bir şey.

Çünkü kul mantığıyla yurttaş mantığını ayırmamız gerekiyor. Yiyecek dağıttığınız zaman onu sadaka mantığıyla alıyor. Oysa Anayasanın 63’üncü maddesi var diyor ki, herkesin sosyal güvenlik hakkı var diyor. Eğer siz kadının banka hesabına para yatırırsanız aile sigortası getirerek, o zaman kadın da emekli gibi diyecek ki, ben bu parayla geçinemiyorum, arttırın diyecek. Bir hak talebinde bulunacak. Ama şimdi o hak talebinde bulunamıyor.

Biz bu düzeni değiştireceğiz. Onun için Tayyip Beyin çıkış noktasıyla bizim çıkış noktamız farklı. O yoksulluğu siyasal sömürü alanı haline getirdi. Biz yoksulluğu önleyeceğiz, siyasi sömürü alanı haline getirmeyeceğiz, onun sosyal devletten kendi yoksulluğunu giderilmesini hak olarak isteme olanağı sağlayacağız.

Yiğit BULUT- Peki, en zor soruyu sorayım. Kaynak?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kaynak çok basit. Onun hesabını yaptık.

Yiğit BULUT- Çalınmasını önleyeceğiz diyorsunuz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır. Kaç kuruluş devlette bu tür yardım yapıyor biliyor musunuz? 10’a yakın kuruluş. Birinin diğerinden haberi bile yok. 10 kuruluşun bütçesini getirin, yoksulluk envanterini çıkarın, yoksul sayısını ………… çıkardı. Emin olun daha az para harcayarak bu sorunu çözüyorsunuz.

Peki, bu gerçek ortadayken niye çözülmüyor? Çünkü onlar siyasi mekanizmanın dişlileri olarak görülüyor. Oy alma deposu olarak görülüyor. Biz onlar bize oy vermeseler bile biz o sorunu çözmeye talibiz. Sosyal devlet içinde çözmeye talibiz. Bütün bunların hesabını yaptık. Emin olun kanun tasarısını bile hazırladık. Bu sorunu çözmek için. Bu sorunu çözeceğiz.

21.yüzyılda Türkiye bu defteri kapatmak zorundadır. Yoksulluk edebiyatını kapatmak zorundadır. Sosyal devleti inşa edeceksiniz ve bu defteri kapatacaksınız. O zaman bu Türkiye kalkınır.

Yiğit BULUT- Ama şöyle de bir şey var Sayın Kılıçdaroğlu, şimdi küreselleşme öyle bir noktaya geldi ki, Avrupa’da Fransa gibi bir sosyal devleti iki tane sosyal devlet var Fransa’da biri İsveç, biri Fransa. Fransa gibi bir sosyal devleti yemeğe başladı oradaki küreselleşme, özelleştirme, oradaki yeni akımlar, dünya genelindeki akımlar. ………… 5 bin araba yaktılar. Neden? Çünkü Fransız sosyal devleti çöküyor. Şimdi dünya genelinde küreselleşmenin yarattığı bir aşırı sokak kapitalizmi diyeceğim ben buna aşırı sert bir kapitalizm var. Ya bizdensin ya değilsin ya kazanırsın ya kaybedersin. Türkiye 1980 sonrası buna geçti. İşte Sayın Özal’ı rahmetle anıyoruz ama benim memurum işini bilir noktası belki de biraz yanlışta anlaşıldı o dönemde. Benim memurum işini bilir noktası Türkiye’nin ne kadar bir vahşi kapitalizme doğru gittiğini gösteriyordu.

Şimdi bu noktaya geldiğimizde dünyadaki küreselleşme katsayısına karşı Türkiye sosyal devleti kurmakta biraz geç kalmadı mı?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette geç kaldı.

Yiğit BULUT- Çünkü kamu kuruluşlarımız satılmış. Madenlerimiz, yeraltı kaynaklarımız, limanlarımız, bankalarımız. Dolayısıyla sosyal devleti kurup yürütecek kaynak kalmamış artık elinizde fazla.

Kemal KILIÇDAROĞLU- O kaynağı isterseniz yine yaratabilirsiniz. Ben maliyeciğim. Kaynağın nasıl yaratılacağını ve nasıl olacağını da biliyorum. Bütün mesele şu; kaynaklarınızı sağlıklı öncelikler belirleyerek harcayacaksınız. Eğer siz bir ülkede uçak inmeyen havaalanı yaparsanız bu sorunu çözemezsiniz. Bir liraya yapılması gereken işi beş liraya yaparsanız bu sorunu çözemezsiniz.

Emin olun bakın Fransa’da yapılan bir binanın aynısının Türkiye’de yapıldığını farz edin. Bizde beşe Fransa’da bire yapılıyor. Nasıl oluyor bu sistem? Çünkü finansmanın kaynağı burada yani siyasetin finansmanı bu yollarla sağlanmış oluyor. Eğer Avrupa Birliği İlerleme Raporları niye şikayet ediyor siz Kamu İhale Yasasını 18 kez değiştirdiniz, biz bunu kabul etmiyoruz diye eleştiriyor. Niye 18 kez değiştiriyoruz. Çünkü birilerine nasıl kaynak aktaracağız onun hesabını yapıyoruz biz.

Sağlıklı, saydam devleti kuramadık. Türkiye yeri geldiği zaman diyoruz, 20 ekonomiden birisi. İlk büyük 20 ekonominden 17.siyiz biz diyoruz. Hedef ne? 2023 yılında Türkiye’yi 9.büyük ekonomi haline getirmek. İlk 10’un içine sokmak. Her yıl %6 kalkınma hızını sağlarsanız 20 milyar dolarlık yabancı sermayeyi çekebilirseniz, sıcak paranın etkisini azaltırsanız ki, Brezilya örneği çok çarpıcıdır. Bu sorunu çözersiniz.

Burada planlama dediğimiz bir kavram var. Sağlıklı bir planlama yapacaksınız. Eğer siz planlamayı rafa kaldırmışsanız ben işte oturdum, helikoptere bineceğim, köprüyü yapacağım, buradan geçecek derseniz bu işler yürümez. Zaten böyle olduğu için bu işler yürümüyor.

Ne yaparsanız? Aklı ve mantığı ortaya koyarsınız. Artısını yaparsınız, eksisini düşünürsünüz, sağlıklı bir planlama yaparsınız ve karar verirsin. Düşünme süreci uzun ama yapma süreci kısa olur. Biz ne yapıyoruz? Başlıyoruz, ne zaman biteceğini kimse bilmiyor. O yüzdendir ki, bakarsınız hastane yapıyoruz 10 yılda bitiyor. Oysa hastane yapmak en fazla taş çatlasa 2 yıllık bir süreçtir. Baraj yapıyorsunuz 25 yıldır sürüyor. Malatya’ya gittim sulama kanalları var 1980’lerde başlanmış hala bitmiş değil.

Bugün söyledim. Yolsuzluk yapan babamda olsa hesabını soracağız. Rahmetli Uğur Mumcu derdi ki, katil katildir. Katilin sağcısı solcusu olmaz. Birisi yolsuzluk yapabilir. Bu sağcı kimliği de olabilir solcu kimliği de olabilir. Eğer siz bu benim partimdendir diye koruma içgüdüsüyle onu korursanız burada yanlışlık yapmış olursunuz.

İzmit’teki olay, mecliste komisyon kuruldu. Komisyon kararı ne oldu? Hiçbir şey. Yargıya intikal etti, gitti Yargıtay’a bozdu. Yargılama süreci devam ediyor. Mahkumiyet çıkarsa zaten sorun yok. Şeriatın kestiği parmak acımaz. Kişiler orada duruyor. Biz hiçbir zaman aman ha bunlar mahkum olmasın, bunlar bizim partilimiz, yargıya müdahale edelim, bu olay bizim lehimize sonuçlansın diye bir çaba içine de girmedik.

Bizi İSKİ’den ötürü de suçlarlar hatırlarsınız. Oysa İSKİ olayını ortaya çıkaran, gidip ifade veren, kişileri mahkum ettiren kim? O dönemin yöneticileri. Ama birde başka bir şey düşünün; yolsuzluk var, üstü kapatılıyor, baskı görülüyor aman yargıya intikal etmesin diye.

Çok basit bir örnek vereceğim size; bir televizyon kanalının hesapları Sermaye Piyasası Kurulunun 3 uzmanı tarafından inceleniyor ve bu televizyon kanalının Almanya’da bir bankada 12 hesabının olduğu tespit ediliyor. Yazı yazıyorlar diyorlar ki, sizin bankada 12 tane hesabınız var Almanya’da niye Türkiye’deki defterlere kaydetmediniz? Verilen yanıt ne biliyor musunuz? Sizin yazınız üzerine bizim Almanya’da hesaplarımızın olduğunu öğrendik ve bu dosya istenmesine karşın Sermaye Piyasası Kurulu uzmanlarının istemesine karşın savcılığa hiçbir zaman intikal etmedi.

Şimdi bana söyler misiniz? İSKİ ne, bu ne? İSKİ’de bütün her şey yargıya intikal etti. Sayın Sözen gitti ifade de verdi. Açıklamalar yaptı. Ama bu olay tamamen kapatıldı, gitti. Kim kapattı? AKP.

Yiğit BULUT- Şimdi sizinle bir program yapmıştık yine o zaman belediyeyle ilgili basında haberler çıkıyordu. İsi vermeyeceğim. X belediyesi diyelim. Sizin belediyenizdi. Şimdi İstanbul’da 3 tane tamamını alırsak rantın büyük olduğu yer var. Bir, Beşiktaş, Kadıköy, Sarıyer ve Beykoz. İki belediye burada size ait. Sarıyer ve Kadıköy belediyesi. Bunlarla ilgili parti içi denetim çalıştırıyor musunuz veya tedirgin oluyor musunuz? Ne düşünüyorsunuz? Çünkü gerçekten bugün Kadıköy ve Sarıyer İstanbul’un rantının en yüksek olduğu iki bölgesi.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle söyleyeyim; CHP’ye ait olan bütün belediyelerde aşağı yukarı her gün bakanlıkların gönderdiği müfettiş var. Yani bunların denetlendiği kadar ben eminim hiçbir belediye denetlenmiyordur. Varsa bir şey çıkarsınlar mahkemeye versinler. Eğer bir partilimiz telefon edipte olayı engellemeye çalışırsa yani burayı soruşturma yapmayın, işte burayı görmemezlikten gelin diye bir girişimde bulunursa bana haber versinler.

Yiğit BULUT- Bu kadar kesin diyorsunuz.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesinlikle. Ama biz isteriz ki, denetim CHP’li belediyelerde olduğu kadar AKP’li belediyelerde de olsun. Her yerde olsun denetim. Şu örneği verebilirim ben size; Türkiye Avrupa’nın en büyük otobüs üretim merkezi. Yunanistan’daki otobüslerin %42’si Türkiye’de üretiliyor. Ama siz tanesine 1 milyon 200 Euro vererek yurtdışından otobüs alıyorsunuz, niçin? Üstelik 6 mahkeme kararını uygulamıyorsunuz. Yetmiyor, Kamu İhale Kurumu kararını da uygulamıyorsunuz. Ne oldu? İktidar ne yaptı? Söyledik ve en sonunda biz yargıya başvurmak zorunda kaldık. Keşke denetlenebilse. Ben o belediyede yolsuzluk var, eğer siyasal iktidar olayın üzerine giderse biz siyasal iktidarı suçlamayız. Siyasi iktidara ait olan belediye de olabilir ama iktidar üzerine gitmiştir deriz, suçlamayız. Ama olayın üzerine gitmeyip örtmeye kalkarsa o zaman o yolsuzluk olayında siyasi iktidar olayın ortağı konumuna gelmiş olur.

Yiğit BULUT- Bu çağrınız önemli. Eğer bizim belediyelerle ilgili söyleyecek bir şeyi olan varsa iddiası varsa, kanıtlayabiliyorsa buyursun gelsin. Bu gerçekten çok açık ve net.

Türkiye’de aslında bütçeler çok büyük. Baktığınız zaman İstanbul belediyesine siz adaydınız. Bu kesimin ne kadar büyük olduğunu biliyorsunuz. İşte Ankara aynı, İzmir aynı. Baktığınız zaman çok büyük bütçeler yan yana dizilmiş veya iç içe geçmiş sonuçta daha büyük bir bütçe ortaya çıkmış. Ne yapılmalı ki, bunu her şey için söylüyorum, herkes için, yani hiçbir partiyi gözetmeden, ne yapılmalı ki, bu büyük bütçelerden halk daha fazla yararlanabilsin? İstanbul belediyesinin bütçesi bugün Avrupa ülkelerinde hatırı sayılır rakamlara ulaşmış durumda. Ne yapılabilir?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Elbette, saydamlaşma. Bütçeyi kimse bilmiyor. İstanbul anakent belediyesine bağlı 12 büyük şirket var. Aslında en büyük holdinglerden birisi. Ben belediye başkanı adayı olduğum dönemde dahi ısrarla bu şirketlerin bilançolarını açıklatamadım. Niye açıklanmıyor? Hangi gerekçeyle açıklanmıyor? Belediyenin hesapları artısı, eksisi bunlar İstanbul anakentine, o kentte yaşayanlara hele bugün açıklamak çok daha kolay. Koyarsınız internet sitesine herkes bilir.

Bakın birinci yol denetlemedir. Denetlemenin sağlıklı yapılabilmesi, yani yurttaş tarafından denetlemedir. Denetlemenin sağlıklı olabilmesi için bilgilendirilmesi lazım. Rakamların, verilerin, bilançoların, gelir gider tablolarının internet sitelerine konması lazım. O sitelere konduktan sonra bu işin uzmanları, diyelim ki, sizler merak ederseniz ya bu 12 şirketin kaçı karlı kaçı zararlı? 12 şirkette yönetim kurulu üyeleri kim? Bunlar ayda kaç lira para alıyorlar.
Alırsınız Koç Holdingin veya Sabancı Holdingin bir şirketine bakarsınız. Yönetim kurulu üyeleri kaç kişi? 5. Allah Allah niye burada 22 kişi? 5 kişi koskoca devasa bir şirketi yönetirken burada niçin 22 kişi birden çalışıyor yönetimde ve bunlar ayda kaç lira alıyorlar? Sonuçta bu İstanbul halkının ödediği paralar.

Aynı şeyleri ben bütün belediyelerin yapmasını isterim. Bunun tabi temel normunu İçişleri Bakanlığının koyması lazım. İçişleri Bakanlığının temel kuralları koyması lazım. Demesi lazım ki, her belediye şunu, şunu, şunu yapacak diye. Yarın Avrupa Birliğine girdiğimizde zaten bunlar olacak. Niye biz Avrupa Birliği istiyoruz? Bunun için istiyoruz. Saydamlaşma olsun. Vatandaş sorsun. Ya ben vergi ödüyorum bu belediyeye. Benden para alıyor. Bu para nereye gidiyor. Benim yolum belli. Sorunlarımda belli. Bu sorunlarda çözülmüyor. Peki bu para nereye gidiyor?

Ben gerçekten merak ediyorum. 2010 İstanbul Kültür Başkenti. Hakkari’de oturan vatandaş da oraya para ödüyor. 2010 kültür başkenti dolayısıyla ne kadar bilgimiz var? Kimin ne kadar bilgisi var? Paralar nereye gidiyor? Zaman zaman gazetelerde birilerine büyük paralar aktarıldığı şeklinde haberler çıkıyor. Ama ayrıntıları hiçbir zaman bilemiyoruz.

Bu tablo aynı şey Türkiye bütçesi içinde geçerli. Bakın yasa çıktı. Parlamentodan yasa çıktı. Maliye Bakanlığına meclisin yetkisini verdiler. Biz Anayasa Mahkemesine gittik dedik ki, böyle şey olur mu? Parlamento yetkisini Maliye Bakanına verir mi? Anayasa Mahkemesi iptal etti onu. Şimdi Anayasa Mahkemesine başvurduğumuz zaman biliyorsunuz Recep Bey bizi suçluyor. Ana muhalefet mahkemesi diyor Anayasa Mahkemesine başvurduğumuz zaman.

Peki, bu yetkiyi parlamentonun yetkisini siz Maliye Bakanına devrederseniz ödenekleri nasıl kontrol edeceksiniz? Hangi para nereye harcandı, nereden bileceksiniz? Transferleri nereden bileceksiniz?

Yiğit BULUT- Arada konuştuk. Sarıgül’le ilgili bir davetimiz olmadı dediniz. Onu söylemiş oldunuz. Son cümlelerinizi alayım, bundan sonrasıyla ilgili. Aslında siz manşeti verdiniz bugün. Recep Bey ve Tayyip Bey ayrımı yaptınız. Dediniz ki, ben Tayyip Beyi seviyorum, çünkü Türkiye’nin dışından gelen bir insan. Merkeze geldi güçlendi. Ama Recep Beyi sevmiyorum dediniz. Yeni bir polemik başladı aslında. Son cümlelerinizi alalım ve kapatalım.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Son cümlem şu; Türkiye’nin çok ciddi sorunları var. İç sorunları var dış sorunları var. Ama bütün bu sorunların hepsi çözülebilecek türden sorunlar. Bunların bir kısmı zaman bağlı. Kararlılığa bağlı. Olayları sağlıklı tahlil etmeye bağlı. Ama bir kısım sorunlarda istikrarlı ama tutarlı politik tercihlere bağlı.

Türkiye kaynakları olan ama kaynaklarını sağlıklı kullanamayan bir ülke. Biz şöyle bir söz verdik halka; asla yalan söylemeyeceğiz. Hep doğruları söyleyeceğiz. Yapamadığımız bir şey varsa, ortaya çıkarsa çıkıp halktan özür dilemesini de bileceğiz. Bize güvenmelerini istiyoruz. Halkımızın güvenmesini istiyorum. Gerçektende halkın iktidarını kuracağız. Bu konuda kararlıyız. Bu konuda azimliyiz. Türkiye bu heyecanı yaşıyor şu anda. Dalga dalga bu heyecanı bütün Türkiye’ye yayacağız. Bu konuda da kararlıyız.

Yiğit BULUT- Evet, çok teşekkür ediyorum. Bütün sorulara açık yüreklilikle cevap verdiniz. Sizi Trakya turunuzun tam ortasında Edirne’nin Keşan ilçesinde yakaladık ve iki saattir soruyoruz siz cevap veriyorsunuz. Türk basını Recep Bey polemiğini çok sevmişti. Çünkü basına malzeme lazım. Siz bu gece yeni bir polemik başlattınız. Recep Bey ve Tayyip Bey diye ikiye ayırdınız. Sayın Başbakanda mutlaka cevap verecektir. Yarından itibaren de o cevapları da biz Türk basını olarak aktaracağız, kamuoyuyla paylaşacağız.

Dediğim gibi çok teşekkür ediyorum. Programınızı yarıda kesitiniz, yemekten kalktınız, geldiniz yarında programa devam edeceksiniz.

Tekrar teşekkürler.