31.05.2024
31.05.2024
CHP GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL:
-“HER SORUNLA TEK TEK İLGİLENİYORUZ”
-“HEP BİRLİKTE KAZANDIK”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, “Staj mağdurlarını kimse duymazdı. Biz duyduk. Kademeli emekliliği her yerde dile getiriyorum. Mücadele etmeye devam edeceğim. Bunun yanında emekli astsubaylarından emekli yüzbaşısına, binbaşısına mevcut uzman çavuşundan erbaşların kadro sorunlarına kadar hepsiyle teker teker ilgileniyoruz. Toplumun neresinde bir sorun varsa ilgileniyoruz” dedi. İlk seçimde iktidar olacaklarını vurgulayan Özel, “İlk yerel seçimde, partimizi birinci parti yaptık. Diyorlardı ki çok kötü sonucu alacaklar, CHP tarihinin en kısa genel başkanı olacak. Ne oldu? 50 yıllık tarihin büyük bir başarısını hep beraber kazandık ve çıkıp ben kazandım demedim. Ben kazanmadım ki hep birlikte kazandık” ifadesini kullandı.
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, Halk TV’de İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programına katıldı. Özel, “Biz emeklilerle ilgili aslında ilk adımı sizin durduğunuz yerde, bu salonda atmıştık. 9 Ocak tarihiydi. Emeklilere yüzde 33 zam verilmişti. Büyük şok yaşanıyordu. Enflasyon TÜİK’e göre yüzde 68. Yıl boyunca 85, 84’lerden gelmiş. Fiyatlar katlana katlana gelmiş. Emekliye zam verilecek, yüzde 33 verdiler. 7 bin 500 lirayı 10 bin lira yaptılar. Bu büyük şok etkisi yarattı. 9 Ocak günü burada, bu salonda, Ankara’daki emekli derneklerini aramıştık. Gelebilenle, yani bir gün öncesinde aradık ve dedik ki üyelerinizden kim gelebilirse, emeklilerle bir toplantı yapalım. O gün buradaki toplantıda emeklilere dedim ki, size söz veriyorum. Sizi dilimden düşürmeyeceğim. Nereye gidersem, hangi mecraya çıkarsam konuşacağız. Sağ olun sizler imkan tanıdınız. O günden itibaren her yerde emeklinin sorununu konuştuk. Türkiye’de 105 miting yaptım. 105’inde de ana gündem maddesi emeklilerin yaşadığı büyük sıkıntıydı. Mitinglerin ilk başında toplumda ne kadar emekli varsa, o kadar emekli vardı. Yüzde 15’i, 20’si, 25’i. Ama her geçen gün arttı. Sonlara doğru, elleri kaldırsın emekliler diyordum, mitingler emekli mitingine döndü. Bir siyasi parti mitinginden farklılaştı mitingler. Sonra da seçim günü herkes emeklilerin seçim sonucuna önemli bir etki yaptığını söylediler. Ben de seçim akşamı, o akşam yine sizin bulunduğunuz yerdeki kürsüden bu sefer basın mensuplarına, CHP seçim sonuçlarına ne diyecek diye en çok merak edilen saatte, şunu söyledim. Seçimi hor görülenlerin, ihmal edilenlerin kazandığını, emeklilerin kazandığını söyledim ve önemli bir mesaj verdiler dedim. O günden sonra yine mücadeleye devam ediyoruz” dedi. Özel, şunları kaydetti:
“3 EMEKLİDEN BİRİ ÇALIŞMAK ZORUNDA”
“Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli ile sadece onlarla da değil DEM Parti’nin eş genel başkanlarıyla, Sayın Müsavat Dervişoğlu ile yaptığım bütün konuşmalarda ana gündem maddesi Türkiye’deki ekonomik kriz, geçim zorluğu, hayat pahalılığı ve bilhassa emeklilerin durumuydu. Yine geçtiğimiz günlerde İstanbul Planlama Ajansı’nın emeklilerle ilgili, İstanbul’daki emeklilerle ilgili yaptığı bir çalışma vardı. Onu siz de irdelediniz, takip ettim. Yani inanılmaz. Diyor ki İstanbul’daki her altı kişiden bir tanesi emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyor diyor. Bunlar diyor İstanbul’daki her üç emekliden bir tanesi resmen çalışmaya devam ediyor diyor. Yani emekliliği hak ettiği halde çalışma zorunda olan. İmkanı yok. 10 bin liralık emekli maaşından bahsediyor. İstanbul’da bir de şöyle düşünün. Üç emekliden biri çalışıyor, ikisi çalışmıyor. Yani 10 bin lirayı vermişiz eline ne yaparsan yap demişiz. İnşallah bir evi vardır, geçmişten edindiği veya miras yoluyla edindiği. Yoksa bir emeklinin karı, koca emekli olsalar ve ikisi de 10’ar bin lira alsalar. İstanbul’da herhangi bir eve verecekleri kiradan sonra hiçbir şeyleri kalmaz.”
“GELENLER SADECE EMEKLİLER DEĞİLDİ”
Bahçeli ile görüştüğünü anımsatan Özel, “Dedim ki Sayın Genel Başkanım bu konu sizin de hassasiyet gösterdiğiniz bir konu. Meclis’te bu sorunu çözelim. Emeklilere hakikaten bir şey yapmak lazım. Artık İsmail Bey seçim geçti. Bundan sonra dediğimiz gibi normal seçimin vakti 2028. Milletimiz isterse bir erken seçim olursa olur. Ama şu anda bir seçim vaktinde değiliz. Benim şu anda söylediğim bu sözle yarın seçim kazanacak durumum yok. Gerçekten bunu siyaseten değil vicdanen ve ahlaken konuşmak lazım. Türkiye’de herkesin meseleye böyle bakması lazım. Kaldı ki bir de şöyle bakın. Bazıları şey sanıyor, biz bunu söylüyoruz da oy almak için söylüyoruz. Aksine şöyle düşünün. Emekli 10 bin liraya mahkum bırakıldığında o emeklinin veya asgari ücretlinin İstanbul gibi bir şehirde 17 bin lira ile geçinmeye çalıştığında, oradaki emeklinin, emekçinin bu hükümete tepkisi artar. Bugün zam yapılsa iktidar rahatlar. Ben söyleyeyim yani. Bugün 10 bin lirayı 17 bin lira yapın emekli için, bu işten en çok faydayı yine iktidar partisi görür. Ama işin bir vicdani tarafı var. Emekli mitingi. Ben mitingde sahnedeydim. O mitingde en heyecanlı konuştuğumuz kısımlar ama uzun bir kısmı kürsüden uzun uzun konuştum. Sıklıkla konuşmam alkışla kesildi. Ben de yukarıdan o meydana bakma imkanı gördüm. Girişleri, çıkışları gördüm. Beş emekli derneği konuşurken etrafı gördüm. Yahu evet, yaşlıydılar ama çok yoksuldular. Yani o kadar üzüldüm ki. Minibüse bindik. Keyfim kaçtı. Yanımdaki arkadaşlara dedim, şu etrafınızdakini görüyor musunuz? Sadece yaşlı değil gelenler, sadece emekli değil. Yoksullar. Benim kardeşim de emekli. Sorumluluk da hissetti. Kalktı ve geldi. Manisa’daki ilçe binamızın önünden kalkan otobüsle gelmiş. Emekliler için biz otobüs imkanı sağladık. Otobüsün en genci oymuş. 47 yaşında. 60’lı yaşlarında ve üzerinde birçok emekli varmış otobüste. Diyor ki böyle mitinge gidiyorum diye gelen bir partili yoktu. Duymuşlar gelmişler. Ne kadar otobüs olsa o kadar dolacaktı diyor. Mitingin katılımını taşıma ücreti sınırladı. Yani biz bunun iki katı otobüs koysak, iki katı insan gelecekti oraya” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:
“EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞI ASGARİ ÜCRET OLACAK”
“İlk seçim vaadimiz olarak da açıkladım. Burada tekrar edeyim. Emekli maaşı asgari ücretin altında olmaz diye bir madde koyacağız. Türkiye’de nasıl çalışanlar için asgari ücret düzenlemesi varsa, özel ya da devlet dahil. Hiçbir emekli asgari ücretin altında kalamaz diyeceğiz. En düşük emekli maaşı bir daha hesaplanmayacak. 17 bin 2 lira mı bugün asgari ücret? Bunun altına düşemeyecek. Devlet de o ödemeyi yapacak. Manav işletiyor adam köşede. Yanında bir eleman çalıştırıyor. 15 bin lira verse, devlet tepesine binip canını okuyor onun. Neden 17 bin lira vermedin? Sebep 15 bin ile geçinilir mi kardeşim diyor, bunun bir alt sınırı var diyor. Devlet kendi emeklisine bunu yapmıyor. Bu bir zorluk ama tabi bu sefer hemen şey tartışması başlıyor. 17 bin lira için Erdoğan dedi ki, 680 milyar lira para lazım. Burada bir standart cevabı söyleyeyim. O para var. Geçen sene Erdoğan’ın affettiği toplam vergi, kamu müteahhitlerinden, otoyol inşaatı yapan, çok büyüklerden, öyle esnafın filan değil. Kesinleşmiş, ödenmek üzere tahakkuku çıkmış verginin 666 milyarını affettiler. Neden? Teşvik adı altında. Bir kere o para var. Bu bir tercih. Bugünkü hükümet o parayı zengin müteahhitlere verdi krizi aşsınlar diye. Ben olsam emekliye verirdim. Bu muhalefet diliyle söylenebilecek bir şey. Bugünkü para burada var. Buraya ver. Ama esas soru şu. Türkiye seçime giderken Erdoğan istemez miydi, emekliye zam yapsın. Çünkü geçen seçim ekonomisiyle ülke büyük bir krizde. Para yok. Yapamadı. Şimdi yapmanın formülünü söylüyorum. CHP iktidarında ne olacak? CHP iktidarında baştan aşağıya bir adaletli vergi sistemi olacak.”
“VERGİDE DEVRİM OLACAK”
“Vergide reform olacak, devrim olacak. Çok net söylüyorum. Hiçbir çevreden çekinmeden anlatıyorum. Bugün Türkiye’de toplanan vergi 100 lira. Bunun 65 lirası normal vergi değil dolaylı yollardan alınan vergi. Yani benzin istasyonuna giren fabrikatör de aynı vergiyi veriyor. Asgari ücretli mobiletine akaryakıt aldığında aynı vergiyi veriyor. Süt alan kişi işsizse çocuğuna o da aynı vergiyi veriyor. Türkiye’nin en zengin insanıysa o da aynı vergiyi veriyor. Dolaylı vergiler. Elektrik, su ve telefonda. Bu dolaylı vergi yüzde 65. Asla olabilecek bir şey değil. Bu değişecek. Bu değişmezse ne yapacak. Diyelim ki dolaylı vergileri 65’ten 30’a indirdiğinizi düşünün. Kademeli. Elektrik, su, telefonda, her şeyde alınan vergi yarıya düştüğünde bir kez herkesin bu bütün tüketimleri açısından satın alma gücü o oranda artmış olacak. İkincisi yüzde 65 dolaylı dedik ya yüzde 24’ü de maaşlardan kesilen gelir vergisi. Yani şu anda, asgari ücretin altından kesilmiyor, emekliden. Ama yüzde 25’i çalışanların maaşlarından kesilen gelir vergisi. Sizin maaşınız elinize geçmeden kesiliyor. Öğretmen, memur, işçinin. Asgari ücrete kadar kısmı hariç alınan her paradan devlet kestiğinde yüzde 24. Bunu şöyle değiştireceğiz. Bunda adalet getireceğiz. Elbette 120 bin lira maaş alan birisiyle, 20 bin lira maaş alan birisi aynı vergi diliminde olmayacak. Vergi dilimlerinin aralarını açacağız. Bugün sadece asgari ücretten vergi alınmıyor. Hem asgari ücreti yükselterek, hem vergi alınmayan kısmı artırarak, bunu da düzelteceğiz. Esas diyeceğim şu. 65, 24 daha yaptı mı 89. Yüzde 11. Hani gemilerce ihracat yapıyoruz. Dünya kadar üretiyoruz. Çalışıyoruz. Her yer inşaat. Evler alınıyor, satılıyor. O oluyor, bu oluyor. Para kazanılıyor değil mi? Yüzde 11 sadece. Tam tersi olması lazım. Verginin yüzde 90’ının kazanandan, yüzde 10’nun herkesten alınması lazımken, biz yüzde 11’ini para kazanandan, yüzde 89’unu zorunlu vergilerle ya da maaştan keserek alıyoruz. Maaştan alırsın ama bu şurası olabilir. Maaş dediğin çalışanlar. Çalışanlar yüzde 24’ünü ödeyecek, patronlar 11’ini ödeyecek. Olmaz.”
“OLACAK ŞEY DEĞİL”
“Toptancı bir bakış açısıyla şehre tepeden bakıyor ve bütün çatıları aynı gözle görüyor. O çatılardan birinin belki evi var. Gelmiş, miras yoluyla kalmış, edinmiş bir evi var. Başını sokmuş ama geçimi yok. Sen onunla yanındaki durumu çok iyi olan bir başka çatıyı aynı kefe altına koyamazsın. O yüzden diyoruz ki bu herkesten birden alınan tuhaf vergiler yerine kazanandan çok alınacak. Kazanmayan, zaten vergi dediğin şöyledir. Vergi kazanandan alınır. Çok kazanandan çok alınır. Az kazanandan az alınır, kazanmayanın yakasından düşülür. Türkiye’de sorun para kazanmayan insandan vergi almaya çalışılması. Geçinmek zorunda olan insandan. Adam borç harç kredi kartından çocuğuna mama alıyor. Kredi kartından çocuğuna çocuk bezi alıyor. Ondan bundan bulduğu borç ile gidiyor, karnını doyuracak. Yarıdan fazlası vergi. Olacak şey değil.”
“NASIL ÇÖZECEĞİMİZİ ANLATTIK”
Özel, TÜRKONFED Yönetim Kurulu ile gerçekleştirdiği toplantıya da değinerek, “2,5 saatlik bir toplantı yaptık. Bütün ekip yanımızdaydı. Selin Hoca oradaydı. Sayın Yalçın Karatepe ve Volkan Demir oradaydı. İş adamlarıyla her şeyi konuştuk. Sonuçta toplantıdan, siz de izlenim alabilirsiniz. Biz onlara bütünleşik bir çözüm setini anlattığımızda, yani Türkiye’de hukukun üstünlüğünü sağlayacağımızı, kuvvetler ayrılığını sağlayacağımızı, hukuki öngörülebilirlik olacağını, sorunların hepsini bildiğimizi, nasıl çözeceğimizi anlatıp, vergi reformunu bahsettiğimizde, anlattığımızda buna kimse itiraz etmiyor. Biz geldiğimizde Türkiye Avrupa Birliği yolculuğuna hızla devam edecek. O olunca biliyorlar ki Türkiye’ye öyle kaçmak üzere sıcak para filan gelmeyecek. Gerçek yatırım gelecek. Yabancı sermaye gelecek. Risk primi düşecek. Dünyada herkes Türk şirketlerine kredi vermeye, dünyada herkes TÜRKONFED’in üyeleri ile iş yapmaya çalışacak. O da kazanacak, çok kazanacak, çok vergi verecek ve hepimiz rahat edeceğiz. Bugün dünyada Türkiye’deki 10 bin dolarlık kişi başına milli gelire bir bakalım. Bir de bizim dediğimizi yapan Avrupa ülkelerinin 55 bin dolarlık kişi başına milli gelirine bakalım” dedi.
“HEPİMİZİN YERİNE YATIYOR”
Özel, “Gezi Parkı Türkiye’de insanların ilk önce bir çevre hassasiyetiyle… Yani olaylar nasıl başladı diye bakacak olursanız her tarafı taş olmuş Taksim meydanında ortasında bir cennet var Gezi Parkı. Ağaçlar var. Bir duyduk ki oraya topçu kışlası yapılacakmış. Topçu Kışlası’nın yapılması demek, o ağaçların kesilmesi demek. İlk önce buna herkes itiraz etti. Taksim İnisiyatifi, Gezi İnisiyatifi diye inisiyatifler ortaya çıktı. Şöyle anlatalım. Hayatım oda başkanlığı ile geçti. Eczacı Odası Başkanlığından sonra TEB Genel Sekreterliği’nden geliyorum. Bir şehirde bir mesele olduğunda odaların başkanları toplanırlar, bunun adı Manisa Akademik Odalar Birliği’dir. Bugün içeride olan arkadaşlarımız bu inisiyatifte görev alan önemli bir kısmı yargılanan önemli bir kısmı meslek odalarının temsilcisi. Mesela Tayfun Kahraman, Şehir Plancıları Şube Başkanı olduğu için oradaydı. Hepimizin yerine yatıyor dedim ya. O gün İstanbul’da Şehir Plancılarının Başkanı Özgür Özel olsaydı bugün Tayfun’un yerine ben yatıyor olacaktım. Tayfun Bey, Gezi’yi sahiplenen herkes adına yatıyor. O arkadaşlar dediler ki ‘Bu ağaçlar kesilmesin.’ Kesersin, kesmezsen, gittiler bir gece yarısı dozerleri oraya dayadılar. Onlar dozeri dayayınca insanlar oraya koştular. Öyle milyonlar da değil. İlk başta 100, 150, 500 kişi. Sonra karşılıklı bir psikolojik harp var. Dozer bekliyor. Oraya çadırlar kuruldu 5-6 tane. Gecenin bir yarısında içinde insan olan çadırları yaktılar. Yanabilirdi insanlar. Çadırları yakın talimatı veren herkes sonradan FETÖ’cü çıktı. Bir kere bunu görevlim.”
“ÜÇÜ DE FETÖ’CÜ ÇIKTI”
“Oralar karışsın diye gayret devletin içinden var o dönemde. Devletin içinden dediğim FETÖ’cüler. Yani o gün şikayetçi olunanlar 15 Temmuz gecesi devlete saldırdı. Bunu bir görmek lazım. At izi ile it izi birbirine karıştı diyorlar ya öyle bir noktada şu anda Gezi davası. Suçlananlar aslında mağdur. Gelelim olayın en net yerine. Gezi davası bir çevre duyarlılığı önce. Sonra sert müdahaleye karşı oradaki birliktelik bir bakılıyor yaşam biçimine müdahaleye direnmeye başlıyor insanlar. Diyorlar ki siz çadır yakamazsınız. Burada oturanlara saldıramazsınız. İnsanların parklarını koruma hakları var diyorlar. Bu kadar basit. Ve bu bir anda toplumsallaştı. Ben de kendimi içinde hissettim. 80 ilde 15 milyondan fazla kişi sokaklara çıktılar ve barışçıl protestolar yaptılar. Gezi deyince akla 31 Mayıs akşamı polisin müdahalesi ile ortaya çıkan görüntüler geliyor ama çok barışçıl bir sürecin son noktasıdır o. Sayın Erdoğan’a iletilmek üzere verdiğimiz dosyada vardı. Kendim de bahsettim. Sayın Erdoğan yurt dışında. Geziciler heyet halinde Arınç ile görüşüyorlar ve çıkıp açıklama yapıyorlar. Açıklamalarında Cumhurbaşkanı Türkiye’ye dönmesin dememişler. Bakanlar istifa etsin, hükümet düşsün, yönetim bize geçsin dememişler. O zaman darbeci olursunuz. Derseniz ki Cumhurbaşkanı Türkiye’ye dönmemelidir, o zaman bu darbedir. Seçilmiş kişiye yurt dışından gelme diyorsunuz. Bakın talepleri şu. Gezi Parkı, park olarak kalmalı, ağaçlar kesilmemelidir. Topçu Kışlası yapılmamalıdır. AKM yıkılmamalı, yerine AVM yapılmamalıdır. Yapılacaksa AKM yapılsın. Bugün bu oldu. Bu Gezicilerin isteğidir. Gezi direnişi olmasaydı parkın yerine betondan Topçu Kışlası, AKM yerine de AVM yapacaklardı. Sorun orada. Aslında Geziciler başardılar.”
“GEZİ PARKINDA GÜNLER GEÇİRDİM”
“Erdoğan’a İstanbul, Ankara, Hatay’da FETÖ’cü çıkanları söyledim. Onlardan şikayet ediyorlar. Kurşun gibi kullanıyorlar gaz fişeğini, arkadaşlarımız kör oldu diyorlar. İki kişi o ana kadar ölmüş. Sorumlular cezalandırılsın diyorlar. Başka da bir talep yok. Bunlar darbe talepleri filan değil. Sonra da Kahraman, Sayın Erdoğan ile görüşüyor. Çıkışta Başbakana, Başbakanımız diyor. Hitapta hiçbir kabalık yok. ‘Başbakanımızın tarafımıza yapılan açıklamalarını ülkemizin tüm kamuoyunun Gezi sakinlerinin takdirlerine bırakıyor, buradan çıkan pozitif yönlü yaklaşımı değerlendirmelerini bekliyorum’ diyor. Bu duyulduğunda marjinal gruplar memnun olmadı. Çünkü Kahraman yukarda diyor ki ‘Ağaçları kesmeyecekler.’ Mahkeme kararını bekleyecekler. Kazansalar bile referandum yapacaklar söz almış Erdoğan’dan. Bu laflardan ne anlaşılıyor? Protestolar bitebilirdi. Bazıları kızdı Tayfun’a. Uzlaşmacı tutum sergilemiş diye. Ama Kahraman’ın bu ifadelerinden sonra zaten Gezi’nin büyük bölümü evine döndü. Protestolar bir miktar yatıştı. Bütün sorun burada. Kahraman, Gezi’nin barışçıl tarafı. Ha Gezi’nin son günü birileri çöp kutuları ile polise saldırdı mı? Saldırdı. Taş atan oldu mu? Oldu. Bunlar oldu. Olmadı değil. Ama bu toplamın yüzde 1’i değildir ve siz sorunu çözmezseniz, bir sorun 10 haklı kişinin, 100, 500, 1000 çözmez de orayı 1,5 milyon kişi yaparsanız binde bir kötü niyetli insan olsa 1,5 milyonda bin 500 kişi olur. Meselenin özü bu. Bu insanlar Gezi’deki meseleyi çok başka bir yere… Ben Gezi Parkında günler geçirdim. Hem de nasıl. Veli Ağbaba, ben, Aykut Erdoğdu, Mahmut Tanal, günler, geceler geçirdik orada. Biz gittik duruma baktık. Gitar çalan var şarkı söyleyen var. Veli ağabey ile dedik ki ‘Biz ne yapacağız burada?’ ve bizim görevimiz ne? Cezaevi komisyonu. Tutukluları, gözaltına alınanları ziyaret edeceğiz. Biz Gezi’de akşamları Gezi Parkı’nı gider gündüz İstanbul emniyetinde gözaltına alınanları bulurduk. Anneleri babalarıyla tek tek telefonda konuşurduk. 11 yıl önce Veli Ağbaba ve ben, sayı yanlış olmasın, o zamanlar 570-600 arası Gezi’den gözaltına alınan öğrencilerle birebir görüşürdük. 3 gece orada sabahladık.”
“ÖNLÜĞÜ İLE GÖZALTINDAYDI”
“Üç hızlı olay anlatacağım. Gözaltına alınanlar arasında kimleri gördük? Bir tane bayrakçı gördük. Bayrak satıyormuş. Türk bayrağı. Çevik kuvvet koşarak gelince alışverişi yapan kaçınca bu da kaçmış. Yakalamışlar. Ağabey diyor, ben bayrakçıyım. Galatasaray maçı Galatasaraylı olurum. Fener maçı, Fenerli olurum. Gezi oldu, bayrak satıyorum. Ben ekmeğimin peşindeyim, gözaltındayım. Milliyet gazetesi bunun haberini yapmıştı, o zaman. Bir kokoreççi. Kokoreç satıyormuş, paldır küldür kaçmışlar. Önlüğü ile gözaltındaydı. Gazeteler yazdı. İspanyol provokatör yakalandı Gezi’de diye. Nerede? Dediler Beyoğlu Emniyetinde. Gittik İspanyol provokatörü görmeye. Önce göstermeyiz dediler. Girdik içeri. Soruyoruz. İngilizce bir iki şey sorduk. Konuşuyor ama konuştuğunu anlamak mümkün değil. Bir değişik lisan. Anlayamıyorsun. Bir iki daha sorduk. Ne İspanyolca konuştuğu, ne bir şey. Veli Bey dün gibi hatırlıyorum. Yeşil kalemi verdi. Adam şöyle yazdı. Veli Abi ben Paluluyum. Sağır ve dilsizim. Adam sağır ve dilsiz birisi. Konuşmasını İspanyolca sanıp gözaltına almışlar. İspanyol provokatör diye. Bunlar oldu Gezi’de. Tayfun Kahraman. Bu kadar barışçıl bir çizgi. Çiğdem Mater. Almanya’dan gelmiş. Türkiye’de ama Almanya’da da işleri var. Uluslararası çalışan bir yönetmen. Gezi’nin belgeselini çekeyim demiş. Çekemeden Gezi bitmiş. Bugün içeride. Youtube’a yazın, Gezi belgeseli diye, yedi tane var. O çekenlere bir şey dediğimiz yok. Çekebilmiş olanlar dışarıda, hiçbir şey yok. Olmamalı. Çekemeyen Çiğdem Mater içeride. Bir tek Mine Özerden’i söyleyeyim. Mine Özerden, Gezi’ye finans sağlamakla, Kavala ile görüşme diye bir suçlama var. FETÖ’cülerin iftirası. Açılan hesabı bulamıyorlar. Mine Özerden içeride. Hiç öyle bir şey olmadığı halde içeride.”
“İKİ KERE BERAAT ETTİLER”
“Ben Gezi’nin bütün aşamalarında vardım. Parkın içini gördüm. Ne kadar barışçıl bir süreç olduğunu, ne kadar dayanışmacı bir süreç olduğunu, parkın içinde bir sürü şey yasaktı mesela. Saygısız davranmak. Küfürle konuşmak. Olumsuz tezahüratlar yapmak. Diyorlar ki efendim Gezi’de Cumhurbaşkanının rahmetli annesi ile ilgili olumsuz bir yazı. Ben Osman Kavala’nın bizzat o yazıyı sildirdiğini biliyorum. Ahmet Hakan yazdı bunu, yıllar önce. Osman Kavala cezaevine giderken sorduğunda anlatıyor bunu. Yani böyle hassasiyetleri olan insanların çok alakasız bir yerden suçlanmaları söz konusu. Ben sonra Gezi’nin bütün davalarını izledim. Gözümün önünde iki kere beraat ettiler. Hele sonuncusu Silivri Cezaevi. Türk milleti adına dedi hakim. Hep birlikte ayağa kalktık. Karar dedi kalktık. Türk milleti adına dedi ve başladı okumaya. Her ne kadar diyor, Osman Kavala’nın yurtdışından kaynak bulmak suretiyle Gezi Parkındaki direnişçiler direnişini sürdürebilsin diye altı bin tane pizza siparişi yapıp, parasını kredi kartıyla yurtdışından gelen paralarla ödediği iddia edilmiş olsa da yapılan araştırmada, o gece İstanbul’da o sayıda değil çok altında dahi toplu siparişlerin olmadığı, herhangi bir ödeme kaydı bulunmadığı, ispatlanamadığından diyor ve devam ediyor. Bütün iddiaları sayıyor, ispatlanamadığından FETÖ’cüler uydur uydur ipe diz yapmışlar. Kanıtlarını bulamadım dedi hakim. Hepsinin beraatına dedi.”
“AYM KARARLARI BAĞLAYICIDIR”
“Hukuka uyulmasını bekliyorum. Anayasaya uyulmasını bekliyorum. Uluslararası anlaşmalara uyulmasını bekliyorum. Osman Kavala için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var. Anayasa Mahkemesi kararı var. Can Atalay için Anayasa Mahkemesinin çok net kararı var. Önceki kararlarla uyumlu net kararına alt düzey mahkeme uymadı. Anayasa der ki Anayasa Mahkemesi kararları, gerçek ve tüzel kişiler için bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organları için bağlayıcıdır. Yayınlanması ile birlikte gerekçeli kararın herkes buna uyar. Uymuyorlar. Benim beklentim şudur. Geçtiğimiz günlerde, Sayın Kavala’nın başvurusu reddedildi ama o başka bir düzlem tabi ki. Şu anda Gezi dosyasının kanun yararına bozma talebini incelemek üzere Adalet Bakanlığında bulunuyor. Gerçekten şu gözle bakılırsa, o gün iddiaları ortaya atanların FETÖ’cü çıktığı ve onun bir kumpas olduğu, bu kişiler hakkında somut delillerin olmadığı. Ben sırf Tayfun Kahraman’ın şu beyanını okusam, Tayfun Kahraman’ı değil 18 yıl içeride tutmak, derim ki Gezi’de daha fazla kişinin canı yanmaması için inisiyatif almış. Barış ödülü veririm ben. O yüzden tek beklentim şudur. Kanun ve hukuka uyulursa çok vicdanı karartan şeyler oldu. Hizbullah terör örgütünün domuz bağı yapan adamları kanun yararına bozma ile affedildiler, çıkarıldılar. Yargılamadaki birtakım usul eksikliklerinden. Bu kadar büyük hukuksuzluk için hiç beklememek lazım. Benim beklentim, söyleyeyim. Ben 28 Şubat meselesini Cumhurbaşkanı ile konuşmuştum. AKP kaynakları da bunu paylaşınca, konuşulduğunu söyleyince biz de konuşulduğunu söyledik. Yoksa ben bir iş çözülmeden konuşmayı doğru bulmam. Çözüme katkı sağlamazdı. Ben sadece ve sadece Sayın Çetin Doğan’ın eşine, eşlere bilgi verilmek üzere bir fazla bilgi verdim. Çok olumlu gördüm dedim yaklaşımı. Rahat olun dedim. Cumhurbaşkanının da o günkü yaklaşımı son derece olumlu oldu. Ben incelettireyim dedi. Ben dedim önünüzde bekliyor. Hemen Sayın Tunç’u çağırmış, baktılar ve çözdüler. Ben de Hasan Doğan’a dedim ki, siz bilgi vermişsiniz. Bu bilinsin isterim. Nezaket gösterdi. Şöyle yapabilirlerdi, bunu yaparlardı, derlerdi ki biz zaten çıkaracaktık. Buraya geldiğinde Sayın Cumhurbaşkanı ben kendisine burada da 28 Şubat meselesiyle ilgili hassasiyetinden dolayı teşekkür ederim. Bu hafta değil diğer hafta gelecek.”
“ÇÖZMEZSE YİNE MUHALEFET EDERİZ”
“Yerel Yönetimlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Gökan Zeybek, Sayın Özhaseki ile görüştü. Şimdi İçişleri Bakanı ile İçişlerinden sorumlu arkadaşımız Murat Bakan görüşecekler. Bugün, yarın görüşecekler. Normalleşme diye söylenen mevzu şu, normali bu zaten. Bana diyorlar ki aman normalleşeyim derken AKP ile anlaşma. Yahu olacak şey mi? Benim AKP ile anlaşma, anlaşmama filan değil. Normalleşmeden kastım, burası bir demokrasi ise burada genel başkanlar birbiri ile görüşür. Konuştuk. Dedim ki Sayın Cumhurbaşkanı ben burada, Türkiye’de ana muhalefet partisiyim. Size muhalefetim. Ama yurtdışına çıktığımda Türkiye’nin partisiyim. Ben oraya gittiğimde bu ülkeye katkı sağlayacak işler yapmam lazım. 119 lidere yazdığım Filistin mektubunu gösterdim. Almanya’da yaptığım Almanca konuşmayı ve tercümesini kendilerine ilettim. Sosyalist Enternasyonal’de yaptığımı, Avrupa Sosyalist Partisinde yaptığım konuşmaların hepsini gösterdim. Dünyada 24 lider, cumhurbaşkanı ve başbakan sıfatıyla siyasi akrabamız. Ülkelerinde iktidar. Alman Başbakanı Olaf Scholz, İspanya Başbakanı Pedro Sánchez. Bunlar ne kadar önemli isimler. Filistin’i bütün tanıyan ülkelere mektup yazıyorum. Pedro Sanchez ile 15 gün sonra Bükreş’te bir araya geleceğiz. Bakın Sayın Erdoğan ile yaptığımız görüşmenin bir çıktısıdır. Dedim ki yurtdışına gidiyoruz ama ben Olaf Scholz ile konuşurken, sizin örneğin Eurofighter konusunda, gazetede yazandan başka bir şey bilmezsem benim bu ülkeye ne katkım olacak. Benim gitmeden önce Dışişlerinden brifing almam lazım, dönünce bilgi vermem lazım. Kendisi de talimat verdi. Bunu yapalım dedi. Sonra yerel yönetim sorunları konuşurken bir kez daha oldu. Şuna karar verdik. Bizim genel başkan yardımcılarımız ile Erdoğan’ın kabinesindeki bakanlar kendi konularında lüzum gördükleri durumlarda bir araya gelsinler, görüşsünler. Bilgi alışverişinde bulunsunlar. Sorunları çözerse çözerler. Çözmezse biz yine muhalefet ederiz. Gerekirse kamuoyu önünde tartışırız ama dışişlerinde, karşılıklı iletişim sayesinde. Ben gittim yurtdışına. Bir siyasi muhatabımızla, güzelce anlattım. Erdoğan sağcı diye böyle yapıyorsunuz, kafalarında öyle çok kodlayanlar var. Biz de diyoruz ki Türkiye’de o kadar güçlü bir sol parti var. Biz Türkiye’nin birinci partisiyiz. Türkiye’nin menfaatine olan işleri sağ, sol meselesini düşünerek yapmayın dediğimde çözülecek o iş. Böyle bir imkan varsa, Türkiye bundan niye mahrum olsun?”
“BİREBİR GÖRÜŞME”
“Görüşme birebir. Sayın Cumhurbaşkanı ile ben arasında. Ama heyetlerde, yine bana Sayın Namık Tan eşlik eder diye düşünüyorum. Birer büyükelçi veya bir yardımcısı uygun gördüğü not tutmak üzere oluyor. Esas görüşme bizim aramızda oluyor tabi ki. Doğrusu da bu. Not tutulması, görüşmenin olması. Ama öyle büyük heyetlerle bir görüşme planlamıyoruz. Aynı formatta olur. Toplum yararına çalışma. İsim çok güzel. Ama toplumu seçimden önce kandırma projesi bu. Yani normal zamandaki toplum yararına çalışma ile ilgili yapılacak işleri onaylar ve desteklerim. Seçime bir ay kala toplum yararına çalışmadan bir sürü insana iş veriyorlar. Üç, dört ay sonra işten çıkarıyorlar. Bu insanlar mağdur oluyor. Hatay’da 2 bin 500 kişi var. Toplum yararına çalışma programına almışlar. 19 Mayıs’ta bir kısmı çıktı. Şimdi bir kısmı çıkacak. Bu insanlar zaten depremzede. Toplum yararına çalışma işinde orada çok ihtiyaç var. O yüzden işten çıkarılmamaları gerekiyor. Sözleşmelerinin uzatılması gerekiyor. Ama maalesef her seçimden önce Anadolu’da camileri temizlemek için toplum yararına çalışma projesi, yok işte şunu yapmak için projesi. Seçim geçince çıkıyorlar.”
“DEVLETLE İŞ YAPAN BİRİNİN UÇAĞINA BİNİLMEZ”
“Normalde hemen istifa etmesi lazım. Herhangi bir ülkede ortalama bir demokraside bu ortaya çıktığı gün bakan istifa eder ve gider. Ulaştırma Bakanının açıklaması daha da skandal. Diyor ki ben bu uçağa şundan bindim. İhalenin sözleşmesinde var. Şimdi ihalenin sözleşmesine koymuşlar. Böyle bir gezi gerekirse, ulaşımı özel uçakla bu şirket karşılayacak. Bunu nereye yazmışlar? Sözleşmeye. Bu sözleşmeye göre şirket ne yapıyor? Size teklif veriyor. Teklifin içinde bu maliyet var mı, var. Sen o uçağı kullandığında bunun parasını adam daha baştan devletten almış. Skandal bu. Yoksa ne olacak? Özel şirketin sözleşmesine bunu koymak demek bunun bir hata değil, bile isteye, planlanan ve sürecin bir parçası olarak gördüklerini gösteriyor. Artık bunu böyle oturup, mesela Bakan bize acele uçak bulun, efendim havuzda uçak kalmamış. Tutun bir uçak derken memurun biri aramış Rönesans’tan bir uçak istemiş parasını vermeyi teklif etmiş de Rönesans demiş ki yahu bu seferlik bizden olsun. Böyle bir durum değil. Böyle olsa bir ölçü izah edersin. Çünkü bazen öyle olur ki bakan acele ile kiralayın bir uçak derler. Almazlar. Ödemek lazım. Çünkü devletle iş yapan birinin uçağına binilmez. Ama böyle bir mazeret de ortaya sürmüyor. Biz diyor, yıllar öncesinden dura düşüne bunu planladık. Yazalım sözleşmeye uçaklarını kullanalım dedik diyor. O zaman ne oluyor, senin devletinin 14 tane uçağı duruyorken, sen Rönesans’ın vereceği fiyatın içine uçak parasını da eklettiriyorsun, adam onun maliyetini koymuyor mu?”
“TASARRUF ETMİYORLAR”
“Birincisi tasarruf etmiyorlar. Tasarruf edecek olsalar tasarruf genelgesinde bu tip şeyleri tıkır tıkır yasaklamaları lazım. Bunları yapmıyorlar. Akıl da etmiyorlar. Aksine millete kemer sıktırırken kendileri israf yapıyorlar. Şu bayraklara bakınca, ben sabahleyin bir yandan tıraş olurken bir yandan sizi dinliyordum. Programın başında siz de andınız. Filenin sultanları. Yine kazandı. Tebrik ediyoruz. Filenin sultanları ABD’ye uçtular. 14 saatlik bir uçuş. Ekonomi sınıfı uçtular. Ekonomi sınıfı çok dar. Kızlarımız maşallah yapıları gereği üstün bir fiziğe sahipler. Daracık koltuklarda oturmak zorundalar. Ben milletvekili olarak ekonomi sınıfından bilet alıyorum, Türk Havayolları bana diyor ki olur mu efendim gelin, önde büyük koltukta oturun diyor. Bunu filenin sultanlarına yapmadılar. O kızlar oraya maç yapmaya gidiyorlar. Bu bayrağı dalgalandırmaya gidiyorlar. 14 saat boyunca ayakları iki büklüm, zorda. Onlara özel uçak tutulsa kimse bir şey demez bu ülkede. Özel uçağı verin filenin sultanlarına rahat rahat gitsinler. Uyuyarak gitsinler. Ayaklarını uzatarak gitsinler. Bir kişi demez. Neden? Galibiyette payı olur o işin yarın öbür gün. O kızlara ve evlatlarımıza minnet duyuyoruz. Bu toplumda bir kişi filenin sultanlarına niye özel uçak verdin demez. Ama sen evine giderken Tapu ve Kadastronun uçağı ile gidersen, burada bu insanlar çıldırır. Ben burada 10 bin liraya geçinmeye çalışacağım. Sen saati bilmem kaç bin Euro olan uçakla uçacaksın. Partiden ödese parayı ona da bir şey demeyecek insanlar. Devlete ödettiriyorlar.”
“UÇAK SİZİN, TANK PALET BİZİMDİR”
“Bakın, açık söyleyeyim. 14 filan olmaz. Makul bir seviyeye indirilir. O uçan saray var ya, Katar’dan hediye gelmişti. 500 milyon dolarlık uçan saray Sabiha Gökçen Havaalanına indirilir. En yakın havaalanı. Sakarya’daki tank ve palet fabrikasındaki Katarlı mühendisler, Katarlı askerler o uçağa bindirilir. O uçak kaldırılır ve Katar’a yollanır. Biz de Katar’a telefon açarız. Bizim Cumhurbaşkanımız ya da ilgili bakanımız. Katar’a telefon açar ve şöyle der, bir uçak almıştık, sebepsiz yere. Bir de tank ve paleti size vermiştik sebepsiz yere. Uçak sizindir, tank ve palet bizimdir.”
“TÜM BELEDİYELERİMİZLE ORTAKLAŞACAĞIZ”
“Bunun için bir birim kurduk. Üç başı var. Denetim, eğitim ve eşgüdüm. Üçü de çok önemli. Birincisi eşgüdüm şu. İyi hizmetlerin yayılması. Kent lokantaları. İnanılmaz önemli bir hizmet. Bunu şimdi birçok arkadaşımız kendi illerinde yapmaya başladı ama bunu standardize edip, bunu projelendirip herkes ile paylaşmam. Hangi belediyemiz, hangi hizmeti iyi yapıyorsa onu proje havuzuna koyuyoruz. Proje havuzundan belediye başkanlarımız ve ekipleri inceliyorlar. Kendilerine uygun olanları, üzerinde yeni çalışmalar yapmaya gerek olmaksızın hazır olarak alıyorlar. Hatta şöyle bir talimat verdik. Onu çalışıyor arkadaşlarımız. X belediyesi diyelim ki kreş yaptırıyor, Y belediyesi öğrenci yurdu. Okul. Hizmet binası. İlk ortaya konulan şartnamede şöyle bir şey olacak. Çizilen proje uygulandığı takdirde bu CHP’nin ve hatta belki de Belediyeler Birliği’nin, Belediyeler Birliği yönetimini devralmak noktasındayız. Belediyeler Birliği’nin projesi olarak Türkiye’deki bütün belediyeler, bütün belediyelerimizle ortaklaştırabileceğimiz projeler olacak. İkincisi eğitim. Bu belediye başkanlarımızı, belediye meclis üyelerimizi hızla eğitiyoruz. Ama sürekli eğitim. Belediyedeki örneğin imarda çalışanların. Ayrı ayrı eğitim modülleri var. Muhteşem bir uzaktan eğitim sistemi hazırlandı. Şimdi içi dolduruluyor. Bunun başındaki isim 1970’lerde açık öğretim mucizesini gerçekleştiren Yılmaz Büyükerşen, ikinci açık öğretim mucizesini gerçekleştiriyor.”
“EĞİTİLMİŞLERİN İÇİNDEN SEÇECEĞİZ”
“Biz şimdi seçilenleri eğitmeye çalışıyoruz. Milletvekili bile olsa geliyor burada oryantasyon eğitimine alıyoruz kendisini. Yılmaz Hocanın sistemi olduğunda ilçe başkanı olmak istiyorsan 302, 303, 304 numaralı kokartlarını tamamlaman lazım. Eğitimleri alacaksın. Sertifika olacak. İlçe başkanı bile başvururken alması gereken eğitimler belli olacak. Biz bundan sonra seçileni eğitmek yerine eğitilmişlerin içinden seçeceğiz. Muhteşem bir topyekun örgütte belli bir eğitim sayesinde kalite yükselmesi. Hepimiz için. Bakın eğitim bambaşka bir şey. Bunu dünyanın en iyi yönetilen kurumları ömür boyu öğrenen ve ömür boyu öğreten kurumlardır. Eğitimin sürekliliği. Devamlı dünya değişiyor. Mevzuat değişiyor. Yılmaz Hocanın hazırladığı sistem de şu tabi. Yıllardır yapıyor ya. Bütün eğitimleri aldık. Her şey tamam. İstekli, gönüllü eğitimler alındı. Alınmadı. Duruyor. Mevzuatta bir değişiklik var. Bakacağız buradan. Bu mevzuat değişikliği kimi etkiliyor? Belediyelerimizin imar müdürlüklerini ilgilendiren şey. Bunun eğitimi hızla videoya çekeceğiz. Göstereceğiz. Şu değişti, şuna dikkat edin. Son tarih budur. Böyle yapacağız. Hoca yapacak. En iyi anlatan. Konunun uzmanı. Tık mesaj gidecek. Belediyenin şu mevzuatı değişmiştir. İmar müdürlerinizin iki gün içinde şu kodlu eğitimi tamamlamaları gerekmektedir. Hop verdik eğitimi. İki gün içinde. Belki Resmi Gazeteyi herkes ayrı ayrı taradı değil. Yakaladık ve eğittik. Park ve bahçe müdürlükleri şu konudaki eğitimi bir ay içinde tamamlasınlar. Eğitimi alanları görüyoruz, alamayanı. Manisa’dan örnek vereyim. Diyelim bizim Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay yapmamış onu. Aranacak. Diyecek ki Gülşah Hanım imar müdürünüz ilgili eğitimi almadı. Böyle bir kalite yükseltmesinden bahsediyorum. Mucizevi bir şey yapacağız. Bu Yılmaz Büyükerşen’in hazırladığı ve başında olduğu. Yılmaz Hoca 20 yaşına indi bu orada onu bilin. Acayip bir heyecan duyuyor bu işten. 70’lerde yaptığı açık öğretim işini, şimdi en iyi bildiği konuda yerel yönetimlerde, yerel yönetimler ve demokrasi eğitim modülü ile acayip bir iş yapılıyor.”
“MİMAR VE MÜHENDİSLER DERTLİ”
“Mimar ve mühendisler çok dertliler. Geçtiğimiz günlerde benim yanıma da geldiler. Her fırsatta dile getiriyorum. Kamuda tahmin ediyorum 80 bin mühendis var. Geçmişte, şöyle söyleyeyim. Mühendis, doktor, hakim ve savcı maaşları eşitti. Neredeyse. Yıllar içinde öyle bir grafik var ki keşke yanımda olsa. Ben size atayım, belki yarın gösterirsiniz. Öyle bir grafik var ki. Hekim maaşları, hakim savcı maaşları, mühendis maaşları. Perişan olmuş durumdalar. Şu anda normalde 100 bin liranın üstünde maaş alması gerekirken işe başladığı günkü hesapla. Örneğin, altın hesabıyla, kıyma hesabıyla, alım gücü ile. Şu anda 40 bin liraya düştü. 40- 35 bin lira maaşla kamuda mühendis çalıştırılıyor. İki sonucu var. Bir, mevcut olanlara çok yazık. İki, artık kamuya kaliteli mühendis gelmez. Gelmeyince de ne olur? Mühendisin iş yaptığı alan neyse, orada devlet tökezler. Olmaz bu.”
“BU PAZAR RİZE’DEYİZ”
“Bu pazar Rize’de çay mitingi yapıyoruz. Ben daha önce Rize Pazar ilçesinde konuşmuştum. Orada şunu söylemiştim. Birincisi, çayın maliyeti 19 lira bu sene. 25 liradan aşağısı kurtarmaz. Herkes bunu konuşuyor. Çay üreticisi. Bunun siyaseti yok. AKP’lisi de CHP’lisi de aynı şayi söylüyor. Çayın maliyeti 18-19 lira. Kaç para fiyat verdiler? 17 lira artı 2 lira. 19 lira. Çay üreticisine maliyetini veriyorlar. Olmaz. Nasıl geçinecek bu insanlar? Pazar günü Rize’deyiz. Birinci talebimiz taban fiyatın artırılması. İkinci talebimiz Çay- Kur’daki taşeron işçilere kadro verilmesi, taşeron işçilerin emeğinin sömürülmemesi ve Çay- İşçisinin iş güvencesinin sağlanması, üçüncü talebimiz de çay üretimiyle ilgili kalıcı ve yapısal çözümler üretilmesi. Kemal Bey, bütün kaçak çayları Rize Meydanında yakacağım dedi laf çok doğru bir laf. Çok doğru bir yaklaşım. Bizim kendi kaçak çay üreticimiz var. Kaçak çay, sınırlar kevgir gibi her taraftan çay geliyor. Kalitesiz kaçak çay piyasayı bozuyor.”
“ÖNERİLERİNİ ALDIM”
“Kemal Kılıçdaroğlu ile üç hafta kadar önce görüştük. Birlikte yemek yedik. Gayet iyiydi, gayet keyifliydi. Seçimden sonra kutlamıştı. Orada kutladı. Sayın Erdoğan ile yapacağım görüşme öncesinde aramıştım. Sonrasında bilgi verdim kendisine. Ahmet Necdet Sezer'e, 23 Nisan günü gittim bayram olduğu için çok önemli. Ahmet Necdet Sezer Türkiye'de kuvvetler ayrılığının resmidir. Yani Anayasa Mahkemesi başkanıdır ama kendisini seçen Hükümete kendisini seçen meclise ne haklarına tecavüz etmiştir ne kendisini onlara ezdirmiştir. Seni biz seçtik gibi yaklaşımlara karşı da dik durmuştur. Tam olarak görevinin gereğini yapan, tarafsız bir Cumhurbaşkanı. Ben zaten ona gittim dedim ki siz seçilmiş son tarafsız cumhurbaşkanısınız. İnşallah yine tarafsız cumhurbaşkanı seçeceğimiz günler olur dedim, konuştuk. Ama gidişteki gayem sadece bayram ziyareti değildi. Şunu dedim, 22 yıldır ülkeyi bu iktidar yönetiyor ve CHP olarak devletten, iktidardan çok uzakta kaldık. Ben cumhurbaşkanıyla görüşeceğim, bunun usulü nedir dedim. Kendisinin önerilerini aldım mesela Cumhurbaşkanı'nın özel kalemi ve protokol müdürü büyükelçidir dedi. Büyükelçilerle büyükelçilerin teması hataları önler dedi. İyi bir görüşme, sağlıklı bir ortam yaratılmasını sağlar dedi. Ve Namık Tan’ın görevlendirilme fikri Sayın Ahmet Necdet Sezer'in yaptığı tarif üzerinedir. Ben de dedim ki Namık Tan var İstanbul Milletvekili. O da dedi ki çok başarılıdır. Namık Bey'i yanınıza alırsanız iyi olur.”
“ASGARİ ÜCRETTE SORUN BÜYÜK”
“Emek ve emekçi mitingi. Evet bunun da tarihi şöyle. Emeğin büyük sorunları var. Emeğin bir kere onların da vergide adalet sorunu var. Yani aylar içinde maaşlar vergiye gidiyor, düşüyor. İkincisi, sendikal hakların sınırlanması. Sendikalı olan işçilerin işten çıkarılmasına karşı etkin mahkeme kararları alınamıyor. Alınanlar uygulanmıyor, zamana yayılıyor. Yani örgütlenmeye dair sorunlar var. Asgari ücretin çok büyük bir sorunu var. Geçen sene bu zamanlarda asgari ücrette 4 kez zam yapılmasını konuşuyorduk biz. Yani 3 ayda 1 enflasyona göre yapılmasını konuşuyorduk. Yılda iki yapacağız dediler. Şimdi Temmuz geliyor yapmamaya niyetliler. Asgari ücrete zam yapılmaması kabul edilebilecek bir şey değil ama şöyle bir şey yapmamız gerekiyor asgari ücrette, küçük esnafın KOBİ'lerin ve desteklenmesi gereken yani çok güçlüler dışındaki belli sektörlerin asgari ücrete gelecek zamda zorlanabilirler. Ama zam gelmezse perişan olunur. Asgari ücrete zam yapılması ama küçük esnaf, KOBİ belli sektörlerin desteklenmesi lazım. Bunun da bir devlet projesi olarak çalışılması lazım. Bunu mutlaka dile getiriyoruz. Eğer asgari ücrete zam yapmamaya kalkarlarsa Temmuz ayının başında ya da Temmuz ayı gelmeden yaparız. Bayramdan hemen sonra yapar. Nerede olacağı belli değil ama bir emek kentinde yapmak isterim. Yani İlk akla gelenler Kocaeli, Bursa, Gaziantep, Denizli, Manisa. Çok sayıda emekçinin yani bakın ben tematik mitinglerde şunu önem veriyoruz. Ben çay mitingini İstanbul'da yapsam olur mu? Olmaz. Öğrencilerle, atanmayan öğretmenlerle ilgili miting yaptık. Orada dedik ki bu mitinge atanmayan öğretmenler gelsin. Ve Özgür Bey'e, İstanbul İl Başkamıza şunu dedik. Tüm ilçelerden atanmayan öğretmenler ve bu konuda hassas aileler miting meydanında CHP örgütü yoktu. Emekli mitinginde hepsi emekliydi, giyimiyle, kuşamıyla, yaşıyla… Bir de bize muhalif basın elde kamera aralarında geziyordu. Eğer ki emekli mitingini biz Cumhuriyet Halk Partililerle doldursaydık, yani içlerinde elbette üyelerimiz var. Ama örneğin 20'li yaşlarında binlerce kişiyle orayı doldursaydık gençlik kollarıyla bakın emekli mitingine denecekti. Ama o kameraların hepsi meydanın tamamında 81 ilden gelmiş yoksul emeklileri gördüler. İnanılmazdı yani, inanılmaz. Tematik mitinglere devam edeceğiz, ihtiyaç neredeyse orada ve emekçi mitingini de emekçilerle yapacağız. Atanmayan öğretmenleri atanmayan öğretmenlerle yaptık. Emekçi mitingini de itiraz eden işçilerle birlikte yapacağız.”
“SAHİPSİZ HAYVANLAR ÖLDÜRÜLMEMELİ”
“Sorunu görmemek, sorunu çözmemek demektir. Ve felaket getirir bize. Öyle bir tehlike var. Çünkü bugün Türkiye'de insanlar sabahleyin erken saatlerde çocuğunu okula yollarken eğer servis gelip kapıdan almıyorsa, eliyle teslim etmiyorsa ya da çalışacağı iş yerine gitmek için servisine yürürken ya da sabah erken saatte kalktı camiye giden bir yaşlı amcamız, sabah erken saatte daha önceden güç bela aldığı bir randevuya yetişmek için hastaneye gidecek hastalar, sokak hayvanlarının saldırması tehlikesi ile karşı karşıyalar. Bu tehlike yok diyemezsiniz. Bu tehlike en çok kırsalda daha doğrusu büyükşehir olmayan yerlerde hayvan barınağı olmayan, kısırlaştırmanın olmadığı yerlerde çok var ama 81 ilde var, her yerde var. Bu iş maalesef bazen sınıfsal bir ayrıma denk geliyor. Bazılarımız güvenlikli sitelerdeyiz. Bazılarımızın evinin önünden çocukları servisten alınıyor. Bazılarımızın arabası var. Çocuğumuzu arabaya oturtup götürüyoruz. Bazımız istediğimiz saatte özel hastaneye gidebiliyoruz. Ama yoksullarımız, servise binemeyenler, yürüyerek okula gidenler, hastaneye, devlet hastanesi için toplu taşımaya gidenler daha çok tehdit altında. O yüzden bu sorunu yaşayanların dillendirip yaşamayanların sırtını dönmesini kabul etmiyorum. Birincisi bu. Ama bu sorunun çözümü için sorun sürdürülemez bir hale geldi deyip de sokak hayvanlarını uyutma adı altında öldürmek, katletmek olmaz. Kabul edemeyiz. Buna sonuna kadar direniriz. Çare ne? Cumhuriyet Halk Partisi size bunu yaptırmayız derken çözümü de önermek durumunda. Bu konuda çok rahatız. Sokak hayvanlarıyla ilgili kısırlaştırma seferberliğine ihtiyaç var. Daha doğrusu dört kademede. Bir kaynağını durdurmak. Bugün Türkiye'de bize iletilen raporlarda sokak hayvanlarının bu kadar çok üremesinin kaynağı kırsalda köpek doğuruyor, köyde bir tanesi bakılıyor, gerisi sallanıyor. Geçmişte hatta çok kötü şeyler. Diğer yavrular köyde çok köpek olmasın diye efendim çuvala konulmuş da nehre atılırmış. Doğar doğmaz öldürülürmüş falan diye laflar var. Ona ben Anadolu'da çok ihtimal vermiyorum ama kaynakta kısırlaştırma yani kırsalda, köylerde kısırlaştırma lazım yenileri gelmesin diye. Buna teşvik verilmesi lazım. Köydeki, kırsaldaki insan bakacağı bir köpek dışındaki köpekleri kısırlaştırıyorsa buna bir para ödeyelim. Bu birincisi.”
“3 KATI BARINAK LAZIM”
“İkincisi yerleşim merkezlerindeki yetişkin köpeklerin kısırlaştırılması. Bunların kısırlaştırılması için dev bir kampanya ihtiyaç var. Bunun için çok sayıda hayvan barınağına ihtiyaç var. Ve çok ciddi bir bütçeye ihtiyaç var ve son olarak da bir sahiplendirme seferberliğine ihtiyaç var. İstanbul'da Ekrem Başkan'ın başardığı iş Sahiplen İstanbul kampanyasıdır ve inanılmaz işler başarıyorlar orada. Şimdi bu beşini yapmadan sorunu çözemeyiz. Burada bu aşamada öldürelim diyorlar. Bu öldürme işi bir kere şöyle izah edeyim. Daha maliyetli ve daha çok... Mesela diyorlar ki... Şöyle ki bir... Ne diyorlar? Bir ay boyunca barınakta tutacağız. Sahiplenmezse öldüreceğiz. Şu anda kısırlaştırılan köpek 10 gün barınakta duruyor. Şimdi köpeği kısırlaştırıp bırakmak 10 gün, öldürmek 30 gün. Demek ki 3 kat barınak lazım. İkincisi uyutmanın ilacı son derece pahalı. Mışıl mışıl uyuyup canını teslim ediyor. O da bir canilik tabi ama o fiyatlar kısırlaştırma ile karşılaştırıldığında birçok sorun olduğu için esas tehlike şu çamaşır suyu enjekte edip öldürme gibi bir niyet var. Çamaşır suyu enjeksiyonu saatler süren çok acılı, çok katlanılmayacak bir ölüm biçimi. Böyle bir caniliğe de sebebiyet vermemek lazım. Peki benim söylediğim bu beş aşama var ya nasıl olacak? Tasarruf tedbirleri var, para yok, bütçe yok, bunu yapamayız öldürelim diyorlar. Oysa ki bizim 2020 yılında 4 partinin AK Parti, MHP, CHP, o zamanki HDP'nin altında imzası olan hayvan hakları raporu var meclisin. Hayvan hakları raporunun 101. sayfası net yazıyor İsmail Bey. Diyor ki Hayvan hakları fonu kurulacak, kısırlaştırma buradan yapılacak. Hayvan hakları fonuna para nereden gelecek? At yarışlarından. Nereden gelecek? Spor Toto, Milli Piyango'dan ve belediyelerin topladığı ve kamunun topladığı vergilerden. Bu fonu ben demedim. AK Parti'nin de milletvekilleri altına imza atmışlar bunun ve diyorlar ki bu fon kurulursa sorun çözülüyor. Bu şekilde. Bunun yapılması için biz üstümüze düşen neyse yapacağız. CHP'li belediyeler de yapacak. Partimiz de yapacak. Bu işi bir çatışma alanına dönüştürmeden kanun teklifine 30 gün sonra ölüm mölüm yazılmadan… Türkiye'de kutuplaşmayı yaratacak. Bu sefer eylemler başlayacak. Kız öldürmeyin diye insanlar sokaklara dökülecekler. Birileri bırakın köpeklerden kurtulalım diyecek. Bir toplumsal tartışma, tansiyon yaratmadan bu sorunu 2 yıl içinde kökünden çözecek o büyük kampanyayı yapmamız lazım. Cumhurbaşkanı'nın ifadesini olumlu yorumlarsanız doğrudan öldürme işini getirmeyeceğiz diyor ama olumsuz, bu sorun çözülmezse beni öldürmeye mecbur bırakmayın diye bir şey var onu düşünmek bile istemiyorum yani milyonlarca hayvanın öldürülmesini.”
“CHP KENDİNİ ANLATACAK”
“Biz Cumhuriyet Halk Partisi'nde partinin yönetimini elimize aldık. İktidara geldik. Parti bir bütün. Bu parti hepimizin partisi. Bu partide geçmişte yaptığımız doğruları sürdürmek boynumuzun borcu. Dünya kadar doğru iş yapıldı ama yapılan yanlışları hep birlikte terk etmemiz lazım. En büyük hatamız seçim bitiyor bir sonraki seçimin adayı konuşulmaya başlanıyor. Hatta seçimin ertesi günü ittifak konuşulmaya başlanıyor. Önce 4 partiydik sonra 6 olduk. 6 partiyi birbirini bellerinden zincirle bağlıyorsunuz. Sonra da koşu yarışına çıkarıyorsunuz. Biri koşarken öbürünü çekiyor, öbürü koşarken öbürü geride kalıyor. Birbirine mani oluyor. Bırakın herkes kendisini millete anlatsın. CHP sosyal demokrat bir parti. CHP çay mitingi yapacak, emek mitingi yapacak, emeklerin hakkını arayacak, vergi reformu diyecek, direnen işçilerin arkasında duracak. CHP kendini böyle anlatacak. Sol bir parti. CHP mağdurun hakkını savunacak, mazlumun hakkını savunacak. İnsan haklarına duyarlı olacak sol bir parti. Öbür tarafta milliyetçi demokrat bir parti kendini öyle anlatacak. Muhafazakar demokrat bir parti öyle anlatacak. Günü geldiğinde ittifak gerekirse nasıl eski sistemde tek başına olamıyorsan koalisyon kuruyordun. Seçimden sonra değil seçimden makul bir süre önce döner bakarsın. Herkes bir de bir tartıya çıkar. Ben kaç kiloyum? Anketler işte biliyorsunuz nasıl doğru çıktığını hepsinin. Bakarız kaç kiloyuz hepimiz. Ona göre bir ittifak kurarız. Bir şey paylaşacaksak da ona göre paylaşırız. Kimse kimsenin hakkına girmez. Bunu bir kere görelim. Biz kendi kimliğimizle milletimize yapıcı bir muhalefeti gösterelim bir bu. İkinci hata yapıcı muhalefet yapıcı muhalefet ama etkin bakın sokaklardan kaçan da değil efendim biz sokağa çıkmayalım yanlış anlarlar darbeci derler öyle bir şey yok hak aramanın yeri bir, müzakeredir. Bunu yaparsanız iyi olur. Teşekkür ederim. İki, mecliste mücadeledir. Ama esas sokakta mücadeledir. Hele hele sol sosyal demokrat parti meydanlara çıkmadan, sokaklara inmeden bir şey olur mu? Bunu yapacağız. Bu net. Ama şu hatayı yapmayacağız biz. Seçimin ertesi günü, bir sonraki seçimin adayını konuşmak. Bu potansiyel adayları küstürecek, mevcut adayları başka bir psikolojiye sokacak ve milleti boşu boşuna meşgul edecek bir şey. Sen emeklinin durumuyla meşgul olacağına ‘a’ mı olsun ‘b’ mi olsun onlar olmasın ‘c’ mi olsun bu yok benim canıma tak etti geçtiğimiz seçimdeki bu hatayı yeniden yaptırmak isteyen bir tuhaf kafa var hep aday tartışmasına çıkıyor. Arkadaşlara dedim soru gelsin gelmesin kardeşim ne beni övmek için aday olsun olmasın yani genel başkanın adaylığı tartışması benim cumhurbaşkanı adayı olmak gibi bir hedefim, bir niyetim yok. Benim bir niyetim var bulunduğunuz yerden bu seçim akşamı olduğu gibi saat 9 sularında Atatürk'ün partisi Cumhuriyet'in 2. yüzyılının ilk genel seçiminde birinci partidir arkadaşlar dediysem ben hayatımdaki en büyük hedefe ulaştım demektir.”
“MASRAFLARDAN BİRER SIFIR ATIN”
“Bir de şu otobüsün üstünden konuştuk ya, bakın dedim ışıklar yanıyor. O saatte hep kapanıyordu bizim ışıklar. Cumhuriyet Halk Partisi'nin 973 ilçedeki ilçe binalarının ışıkları seçim gecesi sabaha kadar yanacak. Bu oluyorsa bitti. Ben kendi adıma hiçbir şey istemem. Benim kendi adıma istediğim tek şey var. Cumhuriyet Halk Partisi'ni bu seçimlerde iktidar yapayım. Bir Cumhuriyet Halk Partiliyi cumhurbaşkanı yapalım. Bu ülkeyi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün vasiyet ettiği rotaya sokalım. Muasır medeniyetler seviyesi dediği o şu demek, 10 sene sonra bugünkünün 6 katı alım gücüne sahip asgari ücret demek. O şu demek, bugün 600 lira olan kıymanın, etin 100 liraya indiğini düşünün. Almanya'da yani 6 kat milli gelir o demek. Kaldı ki bir de hele hele siz bu milli geliri yoksullardan yana veya düşük yerlerden daha eşit paylaştırır daha adil paylaştırırsanız satın alma gücünün 10 katına çıkması demek asgari ücretli için. Bugünkü kiranın yani şöyle düşünün cepteki para aynı. Masraflardan harcamalardan birer sıfır atın. Danimarka'daki adam öyle yaşıyor. Yani bugün o da 17 bin lira asgari ücret alıyor diye düşünün ama ülkesinde kıymanın 60 lira olduğunu düşünün. Bir anda bütün mazottan bir sıfır atın. Mazotun 4 liraya düştüğünü düşünün. Her şeyden bir sıfır atmak demek Avrupa Birliği'ne girmek demek. Paranın alım gücünü 10 katına çıkarmak demek 10 sene içinde. O yüzden bizim bunu konuşmamız lazım. Ben bunu başarırsam, bunu başarmak için seçimi kazanırken benim işim bu partiyi iyi yönetmek. Belediye başkanlarımızın işi seçimlere kadar belediyeleri dört dörtlük yönetmek çünkü insanlar bakacaklar ve diyecekler ki ‘Bunlar bu işi yapar arkadaş. Biz bunlara bu ülkeyi de yönettirelim. Bak adamlar seçimi kazandı, şımarmadı. Çalmadı. Çalıştı israf etmedi. Verelim yetkiyi bir de bunlar yönetsin ülkeyi’ diyecekler. Ben belediye başkanlarıma şöyle söylüyorum. Cebinizde bir anahtar var diyorum. O anahtar ne şehrin altın anahtarıdır ne belediyenin kasasının anahtarıdır ne kapısının anahtarıdır. İyi çalışırsanız iktidarın anahtarıdır diyorum. 409 anahtar koydu millet cebimize.”
“HEP BERABER KAZANDIK”
“Gerçekleştirmezsem seçimin ertesi günü hani hep yayına çıkıyoruz ya ilk yayını sizde yapıyoruz, isterseniz yayına çağırın burada açıklayayım o gece burada bakın buradan söylüyorum canlı yayında, ben Cumhuriyet Halk Partisi'ni iktidar yapamazsam o gece buraya çıkacağım ve istifa edeceğim. Siyaseti o gün bırakacağım. Bu kadar net söylüyorum. İlk seçimde ilk yerel seçimde, birinci parti yaptık. Diyorlardı ki çok kötü sonuç alacaklar, CHP tarihinin en kısa genel başkanı olacak. Ne oldu? 50 yıllık tarihin büyük bir başarısını hep beraber kazandık ve çıkıp ben kazandım demedim. Ben kazanmadım ki hep birlikte kazandık.”
“BOYNUMUZUN BORCU”
“Boynumuzun borcudur. İlgilenmemiz lazım. Bakın, staj mağdurlarını kimse duymazdı. Biz duyduk. Kademeli emekliliği her yerde dile getiriyorum. Mücadele etmeye devam edeceğim. Bunun yanında emekli astsubaylarından emekli yüzbaşısına, binbaşısına mevcut uzman çavuşundan erbaşların kadro sorunlarına kadar hepsiyle teker teker ilgileniyoruz. Toplumun neresinde bir sorun varsa bakıyoruz. ÇEDES projesinden büyük rahatsızlık duyuyoruz öğrencileri korkutuyorlar olmadık işler oluyor. Müfredattan rahatsızız. Dava açıyoruz şimdi mücadele ediyoruz. Daha neler yapacağız. Ayrıca şunu da söyleyeyim çok net. Emeklilerle ilgili de oldu-bitti değil o miting bir son değildi. Mücadelenin miting kısmıydı. Şimdi hep birlikte çalışıyoruz. Dün daha emekli dernekleri ile oturdum. Hem emekliler için Türkiye'nin dört bir yanında Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, parklarda mesela Uşak'ta Özkan Yalım başladı şehrin meydanında bir parkta emekli kafe gibi bir şey açtı. Kahveci de yapacak. Yapıyoruz 2 liraya çay veriyoruz emeklilere. Yani her gün miting var oralarda. Bir şeyler yapacağız ama esas mücadele için bir şey yapmamız lazım. Günü geldiğinde belki bu sefer 100 bin emekliyle başka bir şey yaparız. Miting yapmayız da bir başka eylem yaparız. Sesimizi duyuracağız. Türkiye'ye de duyuracağız. Dünya'ya da duyuracağız. Emeklinin hakkını alana kadar ben bu işin Ucunu bırakmam.”
MANİSA TARZANI’NIN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ
“Bugün 31 Mayıs Bugün. Manisa Tarzanı'nın ölüm yıl dönümü. Manisa Tarzanı... Benim annem 1949 doğumlu. Tarzan 63'te vefat etti. Manisa Tarzanı, annem bir çiçek koparırken annemin kulağından tutmuş. ‘'Neden koparıyorsun? O da senin gibi canlı. Ben senin kulağını koparsam olur mu?’ deyip götürmüş. Anneme dört çiçek diktirmiş. Ağaç diktirmiş. Öyle birisi... Millî mücadele sırasında Manisalı askerlerle savaşan, Irak'tan gelen ve Manisa'ya Manisalı askerlerle birlikte dönen, Manisalı olan, bir şortuyla dağdaki tarzan evinde yaşayan, Ramazan topu patlatan, ağaç diken, temizlik yapan muhteşem bir insandı. Biz her sene mezarı başında, şimdi Manisa Belediye Başkanımız mutlaka oradadır. Mutlaka gideriz, kendisine dua okuruz, kendisini anarız. Hayatımda aldığım en anlamlı ödül de o zamanlar hiç yokken Manisa'daki 475 eczanede atık pil toplama kampanyası yapmıştım. Manisa'da kimse pili toprağa atmasın diye. Manisa Tarzan'ın çevre ödülünü almıştım. O da benim için en anlamlı ödüldü. Manisa Eczacı Odasında duruyor.”
“FIRSAT EŞİTLİĞİNE CUMHURİYET DİYORUZ”
“Bahçıvan Abdullah Ağa’nın ya da işte muhasebeci, defterdar Agah Efendi'nin iki emekli öğretmen, iki öğretmen çocuklarının devlet parasız yatılı bursuyla yaşayıp, büyüyüp, okuyup gelip de ülkede ana muhalefet partisinin lideri olması, Cumhuriyettir. başka bir şey değil yoksa Talat hocanın, Şükran hocanın oğlu buralara gelemezdi. Veya şudur her birimiz çeşitli yoksulluklardan geliyoruz. Biz Mecliste aynı sıralarda Gülsün Bilgehan ile oturduk. İsmet Paşa'nın torunu. Yani bir bahçıvanın torunuyla İsmet Paşa'nın torununun aynı yerde görev yapabilecek fırsat eşitliğine Cumhuriyet diyoruz.”
24.12.2024
23.12.2024
23.12.2024
23.12.2024