30.10.2024
30.10.2024
“SÜRECİ ZAMAN İÇİNDE ÖRGÜTLEMEKTEN YANAYIM”
“BU TEŞEKKÜR YANLIŞ BİÇİMDE YAPILAN BİR TEŞEKKÜRDÜ”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, “Biz bir kez daha söylüyoruz. Meclis’in merkezde olduğu, şeffaf, adil ve toplumsal mutabakata dayalı bir çözümün tarafıyız. Ben şehit annelerinin, şehit çocuklarının, gazilerin gözüne bakamayacağım, hiç değilse onların rızasını alıp, ‘Evet kan akmasın’ diye bu kadarına ‘olur’ dedikleri doğru bir süreci zaman içinde örgütlemekten yanayım. Budur cesaret, gerekli olan cesaret budur. Bunu göstermek lazım” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine teşekkürünü anımsatan Özel, “Kabalık etmeyeceğim, etmemek gerekir siyasette. Her teşekkürün değeri vardır ama bu teşekkür yanlış zeminde, yanlış biçimde yapılan bir teşekkür. Bana teşekkür edecekseniz, ‘Özgür Bey teşekkür ederiz, dediğiniz doğru. Biz bu işi Meclis’e alalım. Bu milleti dinleyelim, milletin vekillerini odağa alalım. Devletin bilgilerini de milletin desteğini de devletin gücünü de her aktörün sözünün kıymetini de değerlendirelim. Gelin bu işi çözelim. Bu memleketi çok daha iyi bir noktaya getirelim.’ Çünkü harcanan para bugün bizim konuştuğumuz emekçinin, emeklinin ihtiyaç bulup da bulamadığı paraların milyon katı. Her şey bir yana bir annenin gözünün yaşını dindirmek, herhalde her bir siyasetçinin ömrü boyunca yapabileceği en doğru ve en hayırlı işken, bütün annelerin gözünün yaşını dindirmeye odaklı bir iş yapmak lazım” ifadesini kullandı.
“SESLERİNİ DUYURAMAYANLAR BURADA”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, CHP Emek Büroları tarafından düzenlenen sendikalar ve emek meslek odaları buluşmasında konuştu. Özel, “Bugün bu toplantıda bizimle birlikte Türkiye’de emeğe dair kim varsa, onun temsilcileri ve emeği yok sayılan, görülmeyen kim varsa onların temsilcileri var. Hem işçi sendikaları alanında, hem memur sendikaları alanında örgütlenmiş olan konfederasyonların, çok değerli sendikaların temsilcilerinin olduğu gibi sendikal hakları anayasal olarak yok sayılan emekli sendikaları ya da seslerini duyurabilmek için emeklilikte yaşa takılanların sorunları çözüldüğü süreçte dışarıda bırakılanlar ve seslerini duyurmak isteyenler, ev işçilerinin dayanışma sendikası ya da geri dönüşüm işçilerinin sendikaları gibi orman ve tarım işçilerinin derneğinin sendikal temsilcileri gibi çok farklı yapılar var. Ama Türkiye’nin tanıdığı, gördüğü, bildiği emeğe dair herkes ve emeği ve örgütlenmesi ama kamu tarafından yok sayılan, ama medya düzeni içinde seslerini duyuramayanlar da buradalar” dedi. Özel şöyle devam etti:
“MÜLAKATTA TEMEL ENDİŞE PARTİZANLIK”
“Milli Eğitim Gölge Bakanının burada ne işi var?’ derseniz, şöyle bir işi var; Eğitim sendikaları açısından 1 milyon potansiyel üye var ama üye olamıyorlar. İki temsilcileri yanında oturuyor. İki tanesi salonun arkasında. Ebru, Merve, Tuba ve Ersan Öğretmen. Ben öğretmen çocuğu olarak onların bu süreçte yaşadığı mağduriyete değinerek başlamak istiyorum. Çünkü çok önemli bir mağduriyet ve hepimizin devletle olan ilişkimizde günün birinde verilen sözler tutulmadığında, kişi, taraf kendini kandırılmış hissettiğinde ne hissediyorsak o duyguyu en sıcak ve yakından yaşayanlar bugünlerde onlar. Malumunuz Sayın Erdoğan, 11 Nisan 2023 günü seçim beyannamesini açıklarken bir daha seçildiği takdirde mülakatın kaldırıldığını söylemişti. 12 Mayıs’ta seçimlere iki gün kala da dönemin Bakanı Sayın Özer çıkıp ‘Artık mülakat kalktı, Cumhurbaşkanımız söz verdi, bir daha mülakat yapmayacağız’ demişti. Seçimi kazandılar. Seçimden sonra o seçimde 1 milyon öğretmen, örneğin Cumhuriyet Halk Partisi’nin yıllardır mülakata karşı verdiği mücadeleyi bilen, takdir eden ve belki o seçimde diplomaları yok sayılmasın diye, emekleri heba olmasın diye, Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayına ya da Erdoğan dışındaki adaylara oy verecek 1 milyon öğretmenin içinde kaç kişi olduğunu bilmeyiz. Ama çok önemli bir kısmın bu söze inanarak, bu devlet sözüne inanarak, devletin başında oturan, tüm yetkileri kullanan kişinin sözüne inanarak oy verdiklerini hepimiz biliyoruz. Sonra ne oldu? Seçimden hemen sonra, 11 Eylül 2023’te Yusuf Tekin, yeni Milli Eğitim Bakanı, sanki öncekini atayan kalemle kendisini atayan kalem değişmiş gibi, sanki bu işler Erdoğan’ın haberi olmadan olabiliyormuş gibi tuttu mülakatın önemini ve yapılacağını, efendim şeklinin filan değişeceğini söyledi. O mülakatı yaptılar. Arkadaşlarımız da bu mülakata girdiler. Yanlarında oturan Milli Eğitim Gölge Bakanımız defalarca söyledi, defalarca söylendi. Eğitim sendikaları bu konuda çok ciddi uyarılarda bulundular. Bu mülakatta elbette her zamanki gibi mülakattaki temel endişe partizanlık var. Olmasa bile ‘Yapmayın’ dediler. Neden? Çünkü her şehirde başka heyetler, mülakat puanı verecek. Virgülden sonra dördüncü basamağın etkili olduğu bir dizilimde, bazı şehir beş fazla vermiş, bazı şehir dört fazla vermiş. Biri yukarı yuvarlamış, biri aşağı yuvarlamış. Hepsinin kaderleriyle oynadılar. Bu mülakata sendikalar dava açtı, biz dava açmıştık. 66 gün davayı bekleyip yayınlamadılar. Ama arada 1 saat 15 dakika sistem açıldı. Tam bir savrulma, devlet ciddiyetinden uzak bir durum. Sonra yine kapadılar. 66 gün sonra sonuç açıkladılar. Öğrencilerin puanını açıkladılar, sıralamasını açıklamadılar. Böyle olunca, sıralama bilinmeyince sen puanını biliyorsun ama senden yukarıda kaç tane yüksek puan var bilmiyorsun. Whatsapp gruplarında puan paylaşarak kendilerince sıralama filan yapmaya çalışılan akıl almaz bir durumla karşı karşıyayız.”
“ÖĞRETMENLER VE AİLELERİ ÇOK ÜZGÜN”
“Şimdi öğretmenler, her bir tanesi ve aileleri çok üzgün. Sübjektif değerlendirmeye açık sorular… Güya söz veriyordu; düğmeye basacaksın soru gelecek, çekeceksin gelecek. Örneğin bugün benle görüşen Hocamız, Öğretmenimiz kendi alanı biyoloji, kendi alanından soru sormuşlar. Dinleyen heyette biyoloji öğretmeni yok. Bir başka Öğretmenimiz, muhatap olduğu soru elektrik- elektronik ama kendi alanı o değil. Kendi alanı bambaşka bir alan. Böyle olunca bir kere çok saçma bir iş yapıldığı gibi bir organize kötülük, bazı yerlerde de ‘Yazık bunlar atanamıyor, biz hiç olmazsa beşer puan fazla verelim bu şehirde sınava girenlere’ diye bir güya iyi ruh halinin yarattığı korkunç haksızlık var başka şehirlere. Virgülden sonraki dört basamak diyorsun, beş puan birden, dört puan birden ilaveler var. Milli Eğitim Bakanı utanmadan, sıkılmadan yerinde duruyor. Dün oturma eylemi yaptılar, sabaha kadar. Bugün istifaya davet ettiler, suç duyurusunda bulundular. Hepsini, hepsini yapmaya devam edecekler. Biz de onların sesi olmaya devam edeceğiz. Bu kıymetli toplantının ilk girişinde bunu hatırlatarak ve bu konuyu ifade ederek başlamak istedik. Kısa bir hatırlatma da bu KPSS işi rahmetli Ecevit’in ‘İktidar olduk Sosyal Demokratlar olarak, partizanlığı bitiriyoruz’ işiydi. Sınav yapacağız. Kim kaç puan alırsa ona göre atayacağız. Korkmayın ki iktidar, sosyal demokratlara geçti diye diğer partiler mülakatlarda elenecek. Olmasın diye KPSS koydu. Eksiden sırf mülakat vardı. Ecevit, üniversite sınavı gibi sınav koydu. Bu iktidar gelip 2006’da mülakat getirdi. Sendikalar dava kazandı, mülakat 2011’de iptal oldu. Darbe bahane edilip 2016’da yeniden getirildi. Seçim öncesi söz verip vazgeçtiler. Bu gençleri kandırdılar, şimdi de bu işi yapıyorlar.”
“ORGANİZE KÖTÜLÜK ÖRGÜTÜNE DÖNÜŞTÜ”
“Bir organize kötülük örgütüne dönüşmüş olan Milli Eğitim Bakanlığı yönetimi, 1 milyon öğretmenin diplomasına kapkaç yapmıştır. Milli Eğitim Akademisi kuracakmış, oradan her sene istifa eden kadar öğretmen alacakmış, iki yıl boyunca o akademide sınavlara ve gözleme tabi tutulacakmış, sonunda da 20 bin öğretmen alacakmış bu senenin hesabıyla. Öyle baktığınızda da şu oluyor. Budan sonra bu akademiyi bitirenlere öğretmen denecekmiş. Olacak iş değildir. 1 milyon öğretmeni bu yöntemle aldıklarında hiç öğretmen, yeni öğretmen mezun etmeseler, buradaki bu rakamlarla 60 yılda ancak öğretmenleri atayabilirler. Bugün 20 yaşındaki son öğretmen, 80 yaşına geldiğinde atanabilir duruma gelecektir. Böyle bir şey olmaz. Akıl almaz bir durumla ve büyük bir emek hırsızlığı ile karşı karşıyayız. Bunu Emek Bürolarımızın dikkatine sunuyorum.”
“CUMHURİYETİN 101’İNCİ YILINI COŞKUYLA KUTLADIK”
“Gelelim bugünkü konumuza. Dün Cumhuriyetin 101’inci yılını hep birlikte coşkuyla kutladık. Önce bir yürekten teşekkür... Geçen hafta TUSAŞ’ımıza yapılan terör saldırısından sonra sindirilmeye, korkutulmaya çalışılan topluma pazar günü Beşiktaş Meydan’dan ‘Sinmeyelim, korkmayalım, Cumhuriyeti hep birlikte coşkuyla kutlayalım’ demiştik. Dün ben Birinci Meclis’in önünden yürümeye başladım yanımda siyaset arkadaşlarımla birlikte. Yaptığımız çağrıya, yüzbinler milyonlara vardı, sel oldu Anıtkabir’e aktılar dün gün boyunca. Dün 81 ilde vatandaşlarımız korkmadıklarını, terörden sinmediklerini, Cumhuriyete ve Kurucusuna sahip çıktıklarını ifade ettiler. Akşam kendi memleketim Manisa’daydım ama dört bir yandan gelen muhteşem görüntüler için yani bu milleti tebaa olmaktan çıkarıp, yurttaşlık hakkı veren ve kısa zamanda sayısız devrim gerçekleştiren, bu milletin önüne büyük hedefler koyan, mücadeleyi veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü de arkadaşlarını da bir kez daha rahmetle anıyoruz. Bu millete de böyle zor bir dönemde onun Cumhuriyetine sahip çıktığı, sözümüzü değerli kıldığı ve Cumhuriyet ile birlikte geleceğine de sahip çıkacağının umudunu birbirine verdiği için son derece memnunum ve çok teşekkür ediyorum hepsine.”
“15-16 HAZİRAN DİRENİŞİNİN ÖNCÜ ROLÜ…”
“Partimiz tüzüğünde kalın harflerle vurguladığımız gibi emek mücadelesini, sosyal demokrasinin özgürlük, eşitlik, dayanışma ilkelerini benimseyen, çağdaş, demokratik bir sol partidir, sosyal demokrat partidir. Partimizin en son tek başına, ağız tadıyla iktidarı 1970’lerdeydi. 70’lerde yapılan iki genel, iki yerel seçimi dünyadaki gelişmeler ve hareketleri doğru yerden tahlil eden, bu gelişmelerin ülkemize yansımalarını doğru yorumlayan, doğru bir siyasi rüzgar yaratan ve yakalayan Ecevit ve arkadaşları bir kadro hareketi olarak partilerini birinci parti yaptılar. O seçim zaferinde 15-16 Haziran direnişinin öncü rolünü ve ardından yükselen işçi hareketlerinin katkısını yok sayamayız. Kasım 2023’ten sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni yönetimi olarak şöyle bir konfor alanından ya da atalet halinden medet ummadık; ‘Sendikalar eylem yapsın, hukuksuzluklara karşı barolar, meslek örgütleri açıklama yapsın, biz de siyaset yapalım’ demedik. Özellikle sendikalar nerede bir eylem yapıyorsa buna katkı koyan, o eylemi görünür kılan, sendikalardan, sivil toplumdan güç alan ve onlara güç veren bir anlayışı benimsedik, benimsemeye de devam ediyoruz. Kısaca hatırlamak gerekirse çok belli başlılarını, bütün örgütümüze talimatımız; ‘Nerede birisi hak arıyorsa, sendikanın adından, kimliğinden, yapısından, bize ne dediğinden, bizimle nasıl bir ilişki kurduğundan bağımsız, orada olun ve destek olun. Yürüyenle yürüyün, o yürüyüş sırasında bir ihtiyaç duyan varsa o ihtiyacının karşılanmasına katkı sağlayın. Güç verin, samimi destek olun’ dedik. İlk olarak benim kendim, DİSK’in Vergi Adaleti söylemiyle başlattığı İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüşe her kentte eşlik ettik. Ankara’da da biz karşıladık ve katkı koyduk. Tabii bu eyleme, söylemine eylemin, amacına ve hedefine Türk- İş’in de sahiplenerek, toplantılar yapması, bunu dile getirmesini son derece kıymetli bulduğumu ifade etmek isterim. Bir büyük konfederasyonun gündemine, bir diğer büyük konfederasyonun yaptığı pozitif katkı umutlarımızı artırmıştır. Yine son dönemde Türk-İş’in meydanlara dönmesi, geçmişteki eleştiriler bir yana umutları artırmıştır. Bu konuda son derece kıymetli olarak görüyorum bu yaklaşımları. Örgütlenmenin gereğini, bu kadar haksızlıklara uğrarken işçi sınıfı, kim yapıyorsa onlara destek olmak hepimiz için çok önemli.”
“EMEKTEN YANA TARAF OLDUK”
“1 Mayıs’ta İstanbul’dan DİSK ve KESK’in çağrısına destek vererek onların yanında olduk. 6 Ekim’de Hatay’da HAK-İŞ’e bağlı Özçelik iş üyesi Yolbulan işçilerinin grevine destek verdik, çözüm arayışlarına katkı sağladık. 9 Ekim günü Soma‘dan Ankara’ya yalınayak yürüyen Bağımsız Maden-İş üyesi Fernas işçilerinin yanında olduk. Hiçbir zaman sendikanın ismine bakmadan, siyasi repütasyonlarına bakmadan, meselenin hep arkasında olmaya çalıştık. Biz her zaman işçiden ve emekten taraf olduk, olmaya da devam edeceğiz. İşçilerin sendikalaşabildiği, örgütlenebildiği, greve çıkabildiği 1970’lerden bugünlere savrulduk. 1980 darbesinden önce dört emekçinin üçü, grevli toplu sözleşmeli sendikal haklara sahipti. Bugün rakam yüzde 14. Ama bunun yarısı, son okuduğum değerlendirmeye göre, bunun neredeyse yarısı kamuda, yarısı özel sektörde. Yani aslında önüne engel çıkarılmayan ya da çıkan engellere rağmen örgütlenebilen işçi sayısı yüzde 7 Türkiye’de. Bu da çok kötü bir oran. 1980’den yüzde 75’ten,10’da birine yüzde 7,5’a gerilediğimiz, yani darbenin ne yaptığı ve son 22 yılda da o darbenin yaptığına nasıl katkı sunulduğunu ve emek örgütlenmesinin üzerinden nasıl geçildiğini hatırlatmak isterim. Tabii Soma‘da 301 maden işçisinin kaybedildiği süreçte biz bir sendikanın nasıl olması ve nasıl olmaması gerektiğini gördük. Oradan o sendikadan ders çıkardı mı? Şu ana kadar hiç emin değilim. Ama işçiler ders çıkardı. Ve o günden bugüne somut kazanım maden işçileri elde ediyorsa maalesef o günden sonra o işçileri yalnız bırakmayan bizlerin içinde olduğu Bağımsız Maden-İş sayesinde oldu. Hem de Soma‘dan buraya geçen yürüyüşlerinde sendikayı, Bağımsız Maden-İş’in kurucusunu trafik kazasında, Tahir kardeşimizi kaybettiğimiz, babasını Soma‘da madende kaybeden, evladını trafik kazasında kaybettiğimiz bir sürecin sonunda verilmeyen 2 bin 800 işçinin haklarını aldılar. Herkes şey diye biliyor. ‘Özgür Özel işi takip etti, söke söke aldı’. İşçiler örgütlendiler, almaya inandılar, kasklarıyla vura vura Süleyman Soylu‘ya rağmen Ankara’ya gelip sonra yolda trafik kazasında canıyla ödedikleri için haklarını alabildiler. Şimdi de o yalınayak işçiler, yine bir bağımsız sendikanın mücadelesiyle ve açlık grevi ile haklarını alabildiler. Onun için işçilere bu düzen diyor ki, ‘örgütlenin’ diyor ‘örgütlenin’. ‘Gerekirse ölürken bile örgütlenin’. Çünkü teker teker teker ölünce hiçbir şey olmuyor, 301 kişi birden öldüğünde gündeme geliyor. Sonra unutturuluyor. Sonra yine yola çıkıyorsun ve ölürken bile örgütlüysen dikkate alınıyorsun. Onun dışında Türkiye’de öleni unutmak kadar kolay yapılan bir başka iş yok maalesef.”
“KEŞKE BÜTÜN FABRİKALAR İŞÇİLERİN OLSA”
“Çalışma şartlarının ağırlığı, düşük ücretler, iş güvencesinin olmaması, işçi sağlığı ve güvenliğine dair eksikler, uzun mesailer, sendikal hakların kısıtlanması gibi sorunlar, işçilerin sorunlarını derinleştiriyor. Çalışanların alın terinin karşılığı alınmıyorsa, güvenli bir geleceği umutla bakmıyorlarsa, ülkenin kaynakları bir avuç insanın elinde toplanıyorsa, o ülkede gerçek kalkınmadan söz etmek mümkün değildir. Bunun için mücadelemiz gerçek bir kalkınma için, emeğin hakkını gerçekten aldığı bir Türkiye’yi inşa etme yönündedir. Ne sermayeye düşmanız, ne işçilerin örgütlenmesinin önünde sert çekenlerden yanayız. Sermayesiz olmuyor, keşke bütün fabrikalar işçilerin olsa. Oradan çok uzaktayız. Ama emek sömürüsüne karşı işçi ile birlikteyiz ama gerçek bir kalkınma için de hep birlikte kazanan, hep birlikte üreten, emeğin, yaratılan katma değerden hakkını aldığı, alın terinin karşılıksız kalmadığı bir süreçte Türkiye’nin güçlenmesinden, zenginleşmesinden ve bunu adilce bölüşmesinden yanayız. Tabii burada adalet deyince DİSK’in, TÜRK-İŞ’in ifade ettiği, HAK-İŞ’in söylemlerinde aynı paralellikte buluştuğu bir vergide adalet konusu var ki, şimdi yine ülkenin gündeminde tutmanın tam zamanıdır. Anayasa’nın 73’üncü maddesi diyor ki, ‘Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür’. Tam burada büyük bir suçüstü durumu var. Rakamlar devlete, devleti yönetenlere suçüstü yapıyor. Anayasa’ya aykırı olarak emek sömürüsü yaptıklarının suç üstünü yapıyor. Türkiye’de 100 lira vergi toplanıyor, bu verginin yüzde 65’i dolaylı vergiden. Yani bir markette, bir bakkalda iki kişi alışveriş yapıyor. İkisi de diyelim ki evladına süt alıyor. O ikisinden aynı vergiyi alıyor devlet. Biri fabrikatör, biri arkadaki fabrikanın gece bekçisi. Aynı vergiyi alıyor.”
“KAZANIRKEN DEĞİL HARCARKEN ÖDENEN VERGİ”
“Yüzde 68’i dolaylı vergi. Yani kazanmaktan değil harcarken ödenen vergi. En yoksul çiftçinin traktörüne koyduğu mazotla, en zengin, en lüks cipe konulan mazottan aynı vergi alınıyor. Yüzde 68. Geri kalan yüzde 32’nin de yüzde 21’i ücretlilerin maaşlarından kesilen vergi. Sadece yüzde 11 kazanandan alınan vergi. Böyle bir rezalet sürdürülemez, bu suçüstüdür. Suçüstü durumudur bu. Yani o koca koca holdingler, büyük büyük şirketler, ihaleler, bilmem neler, para kazanmalar. Patronlar yüzde 11 veriyor. Yüzde 89’u onlardan çok daha fakir olanlar veriyor. Onlarla aynı vergi veriyor. Olacak iş değil. Ve en meşhur şirketlerin geçen sene ödediği vergiler hep sıfır. Neden? Ya teşvik, ya önümüzdeki dönem yapacakları yatırımlar, kullandığı krediler. Allem kullem vergiden düşürülüyor, vergi sıfır. O bilinen, o beşli çete denen 26-27 tane büyük firmanın vergilerine bakın hep sıfır ya da sembolik. O yüzden bu işe bir bakmak lazım. Geçen sene 660 milyar ödenmesi gereken vergiden vazgeçtiler. Bu sene de bütçeye bu kaleme 701 milyar koydular, 701 milyar. O ‘Emekliye zam yapın’ dediğimizde 33 milyar zam yapanlar, yani 10 bin lirayı 12 bin 500’e çıkarıyor. ‘Bari asgari ücret olsun’ diyorsun, ‘Nereden bulacağım da 66 milyar’ diyor. 660 milyar ödemesi gereken vergiden vazgeçiyorsun sen. Yani daha burada ne konuşulsun, daha ne söylensin. Niye toplanıyoruz? Niye söylüyoruz? Bu kadar açık bir durum varken bunları seçenler bunu gördükten sonra bunların bir gün daha iktidarda durmalarının imkanı yoktur. Bunu görünür kılmak, bunu iyi anlatmak, bunu bolca anlatmak lazım.”
“VERGİ DİLİMİNE MARTTA GİRİYOR, MAAŞLAR ERİYOR”
“Devamında yine şunu ifade etmem gerekiyor ki, 1999’dan beri yani AK Parti iktidarında bu vergi oranlarındaki, dilimlerindeki artış her sene yeniden değerleme oranında yapsa hiçbir şey olmayacak, yalvar yakar ara ara ve yeniden değerleme oranlarını tutmayacak miktarda olduğu için, bugün geçmişte asgari ücretli, asgari ücretiyle aldığı vergi ile yeni dilime veya herhangi bir ücret ücretli diyeyim, yeni dilime ağustosta girecekse şimdi şubatta martta girmeye başlıyor. Ve hızla maaşlar eriyor. Onun için bu talebi çok diri tutmak ve üzerinde çok durmak gerekiyor. 11 Haziran günü gerçekleşen Erdoğan’la yaptığımız görüşmede kendisine bunu ifade ettim, özel bir madde olarak söyledim. Kendi kanun teklifimden de bahsettim, o kanun teklifimizi bu sene yeniden vergide adalete yönelik olarak, yani bir kere dilimlerin güncellenmesi ve bundan sonra yeniden değerleme oranıyla otomatik olarak güncellenerek bu sıkıntılardan kurtulunmasına yönelik olarak, onu tekrar edeceğiz. 2025 yılı bütçe teklifine göre dolaylı vergiler yüzde 67 olarak da gerçekleşecek. Yani vergide adalet söylemi bir ara Mehmet Şimşek tarafından da benimsendi gibi görünüyordu, aynı adaletsizliği sürdürmeyi bütçe teklifine de yazıp yollamışlar. Bu kadar net bir durumla karşı karşıyayız.”
“EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞININ ASGARİ ÜCRETE ÇIKARILMASI GEREKİYOR”
“Emekliler benim partimin, hepimizin en çok gündemde tuttuğumuz konu. Zira çok büyük bir haksızlıkla karşı karşıyalar. Bu iktidarın geldiği gün en düşük emekli maaşı 1.5 asgari ücretken, şimdi 0.7 asgari ücret. Ve asgari ücretin bu perişanlığına rağmen. Hiç sapmayacak bir hesapsa çeyrek altın hesabı Türkiye’de. Emekliler bu iktidar geldiğinde 8 çeyrek altın alıyordu en düşük emekli maaşıyla. Bugün en düşük emekli maaşı 2.5 çeyrek altın alıyor. 5.5 çeyrek altın kayıp. Bir emekli, bir sefer bir çeyrek altın kaybetse aklı çıkar. Kuyumcu ile evin arasında ‘düşürdüm’ diye on kere gider gelir. Yalan mı? Bir emekli, bir çeyrek altın. Bir emekli değil her emekli. Bir kere değil her ay 5.5 çeyrek altın kaybetmiş bu iktidar döneminde. Bu hakkın alınması lazım. Ve en düşük emekli maaşının asgari ücrete derhal çıkarılması gerekiyor.”
“EMEKLİLERİN HALLERİNİ GÖRDÜM, GIRTLAĞIM DÜĞÜMLENDİ”
“26 Mayıs günü Ankara’da bir büyük emekli mitingi yaptık, sağ olsunlar sendikaların da elbette ki katkılarıyla, çağrılarıyla. Ben kürsüye çıktım, hallerini gördüm, gırtlağım düğümlendi, konuşamayacaktım. Ben senelerdir kürsüde miting yapıyorum, otobüsün üstünde miting yapıyorum. Ben bu kadar yaşlı, bu kadar yoksul, bu kadar yorgun ve bu kadar haksızlığa uğramış bir kitleyi görmedim. Türkiye’nin dört bir yanından sel oldular geldiler. Biz dedik ki ‘Gelmek isteyenin ulaşımına katkısı sağlayın’. Otobüslerde yaş ortalamaları 60’ın üstünde. Otobüsler İzmir’den Ankara’ya kadar dört kez mola vermesinden belli kimi taşıdığı. Ve o kadar yoksul ve o kadar üzgün bir kitle geldi burada hakkını aramaya. Ama onların sesini duymadılar. O gün, daha doğrusu emeklilere 10 bin liraya itiraz ediyoruz, 1 Ocak’tan beri verilen, 25 kilo dana kıyma alıyordu, 12 bin 500 lira bugün 20 kilo dana kıyma alıyor. Yani geçen Ocak‘ta 10 bin liralık en düşük emekli maaşıyla şok olmuş emeklinin sofrasından 5 kilo daha dana kıyma çaldılar. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. O yüzden uzun, beylik laflara değil, somut anlatımlara ve muhabir arkadaşlarım sağ olsunlar her şeyi yazıyorlar da, ya bu haberleri seçenler, bu haberleri köşelerine taşıyanlar gerçekten bu haksızlıkları görün, bu rakamları görün, bu yapılanları görün, bu insanlara artık sahip çıkın. Ben 15 maddelik çözüm önerileri sıraladım o gün, bugün burada sayacak değilim. Ama içinde aylık bağlama oranları, aylıkların alt sınırının hakkaniyetli ölçüye gelmesinden tutun, en düşük emekli maaşının asgari ücret olmasına, intibak yasası ihtiyacına, ilaç katılım paylarına, orteze, proteze, emeklinin bayram ikramiyesinin bir asgari ücret olmasına kadar beklentileri de var. Emekli kartı uygulaması ki bir ara ‘yapıyoruz’ deyip kaçtılar. Kredi kartı borçlarının bir sefere mahsus olarak faizlerinin silinmesine, beş yıla bölünmesine kadar çok özgün önerilerimiz de var. Bunları bir kez daha gündeme getirmek ve hatırlatmak istiyorum.”
“İKTİDARIMIZDA VERGİDE ADALETİ SAĞLAYAN BİR ÜLKE YARATACAĞIZ”
“Durum asgari ücrette de hiç farklı değil. Yani bu ilk iktidar geldiğinde 7 çeyrek altın alan asgari ücret, şu anda 3 çeyrek altın alıyor. Şu an yani her işçi, her ay dört çeyrek altın kayıpta. Kayıpta da değil aslında. Hani bazen konuşuluyor ya varlık vergisi alınsın, alınmasın. Varlık vergisi tartışması. Ya garibandan resmen bu iktidar kendisinin iktidarda tutulmasının bedeli olarak her ay 4 çeyrek altın yokluk vergisi alıyor. Yokluk içinde bu insanlar. 17 bin lirayla geçiniyorlar. Bu iktidar geldiğinden beri hiç değiştirmese, bir olumlu katlı yapmasa, hakkı verse bugün 7 çeyrek altın, yuvarlak hesap 35 bin lira yapıyor. 17 bin lira veriyor, 18 bin lira yoksuldan, zavallı emekçilerden yokluk vergisi alıyor adamlar. Ama zenginden bir şey almıyor. Aman onu söylemeyelim, bu olur. Kim kimden korkuyor kardeşim ya? Ben milyonlardan, 86 milyonun ortak çıkarlarından bahsediyorum. Bir avuç adama 660 milyarı buluyorlar, 66 milyarı bulamıyorlar. Nereden buluyor 660 milyarı? Her emekliden 5.5 çeyrek altın çalarak, her emekçiden 4 buçuk altın çalarak yapıyorlar bunları. O yüzden karşı karşıya olduğumuz durum, bize mutlaka ve mutlaka mücadele, örgütlü mücadele ve bu hak alınana kadar siyasi görüşler ne olursa olsun birlikte mücadele, omuz omuza, kol kola mücadele öğütlemektedir. Başka bir çıkış yolu yoktur. Bunun için biz sosyal demokrat, sol bir siyasi parti olarak üzerimize ne düşerse yapmak için buradayız. Emek büroları da onun için var zaten. Bundan sonra bu mücadele, sonuna kadar sürecek. İktidarımızda çok daha kamucu, vergide adaleti sağlayan, çok cesur ve kimseyi geride bırakmadan kalkınan bir ülke yaratacağız. Başka çaresi yok bunun.”
“KİMİN BAŞI VURULACAKSA AKIN GÜRLEK ORADA”
“Bu ülkede tabii sadece ekonomide değil, adalette ve demokraside de milletin artık taşıyamadığı sorunlarla uğraşıyoruz. Bunlardan bir tanesi, her sabah yeni bir kaosa uyanıyoruz, her sabah yeni bir haksızlığa. Bu sabah da Esenyurt Belediye Başkanımız Prof. Dr. Ahmet Özer, evinde gözaltına alındı. Belediyenin gün ışırken kapısı kırılarak girildi. Bu kişi, değerli başkanım, her sabah zaten 8.30’da o belediyeye gidiyor. Bir telefon etsen gelir. Belediyenin kapısında beklesen, söylesen olur. Kamu binasına devlet, bekçinin anahtarını istemek yerine kapıyı kırarak giriyor. Neden? Bir algı yaratacaklar. Tabii şunu söyleyelim, toplumun merak ettiği konularda yani Narin cinayetinde olsun, yenidoğanlarda olsun, ya savcı senin bir görevin de toplumu doğru bilgilendirmek. Bir açıklama yap. 60 gün susarlar. Yenidoğan çetesinde çıldırırsın açıklama yapmazlar. Zaten 6 ay susmuşlar, toplum infiale kavuşunca hastaneleri, biri hariç geri kalanını yeni kapattılar. Açıklama yapmaz. Sabah bir açıklama metni düşüyor. ‘Efendim PKK’ diyor. ‘Abdullah Öcalan’ diyor. ‘10 yıldır takibimizde’ diyor. ‘Terör örgütü üyesi olabilir’ diyor. Ya bir dur. Kime neyi yetiştiriyorsun? Avukatları ile görüşememiş adam hakkında dezenformasyon bülteni gibi yayımlamış. Kim yapıyor bunu? Savcı. Savcı niye yapıyor bunu? Yapamaz. İzni kim veriyor? Başsavcı. Başsavcı demeden olmaz. Kural öyle. Başsavcı kim? Akın Gürlek. Düne kadar bakan yardımcısı. Ya bakan yardımcısı. Siyasi. Erdoğan ilk atadığında ‘Bakan yardımcıları örgütümüzle devletin bağını kuracak’ dedi ilk atadığında. Ben ona ‘seyyar giyotin’ diyordum zaten. Öyle elverişli bir giyotindir ki o. Adalet giyotini. Mahkeme mahkeme taşırlar. Kimin başı vurulacaksa Akın Gürlek orada. Şimdi İstanbul’da.”
“TEHDİT ETTİĞİ ŞEY, MİLLETİN BİRLİĞİ, BERABERLİĞİ VE SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ”
“Ve bir yandan İstanbul’da kamuoyunun endişe ile takip ettiği, bizim de dirayetle arkasında durduğumuz davalar, süreçler bir yandan sabahın köründe açıklama. Neymiş efendim? Öcalan’la çözüm sürecine yönelik bilim adamlarından oluşturulan bir heyetle ilgili görüşme yapılmış kendisiyle. Allah Allah ya... Devlet Bahçeli’nin ‘Çıkaralım, Öcalan gelsin bu kürsüden konuşsun’ dediği süreçte bununla suçlanıyor Ahmet Hoca. Kendisi profesör, akademisyen, kanaat önderi. Milli irade, iki Esenyurtludan biri oy vermiş. Evet, Kürt vatandaşların çok yaşadığı, Türkiye’nin en büyük ilçesi. Kendilerini kimin yöneteceğine onlar mı karar verecek, Akın Gürlek mi? Bir dezenformasyon, yayıyor yalanı gitsin. Bakın elimde ne var? Ahmet Özer’e verilen temiz kağıdı. Aday olurkenki sicil belgesi. Burada diyor ki; ‘Yukarıda kimlik bilgileri bulunan kişinin adli sicil kaydı yoktur. Yukarıda kimlik bilgileri bulunan şahsın adli sicil arşiv kaydı yoktur.’ Vatandaş, bakın sistem şu… Esenyurtlu soruyor devlete; ‘Belediye başkanı seçeceğim. Kimler içinden seçebilirim. Mahzurlu olan birisi varsa seçmeyeyim’ diyor. Sen daha altı ay önce, yedi ay önce millete ‘Bir mahsuru yok, seçebilirsin’ demişsin. Bugün yaptıkları basın bülteninde ‘10 yıldır takibimizdeydi’ diyor. ‘Teröristlerle işbirliği içinde olabilir’ diyor, falan filan. Zaten bunlara mahkeme karar verecek de yaratılmaya çalışılan algıya bak. Burada aynı adliyenin kaşesi var yahu. Aynı adliyenin amblemi var. ‘Seçebilir miyim?’ diye sormuş vatandaş, teröristse seçemezsin zaten. Soruyor, ‘Mahsuru olan varsa aday yapmasın parti’ diyor. ‘Mahsuru yok’ diyorsun. Bugün çıkmış ‘10 yıldır’ diyorsun. 10 gündür de Devlet Bahçeli, o söylediğiniz görüşme, temas bilmem nelerin, acaba dediğiniz kişinin ta kendisinin umut hakkından, Meclis’e gelmesinden, konuşmasından bahsediyor. Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, gerçekten anlamak mümkün değil. Ama Akın Gürlek’in gidip de Ankara’da Bakan Yardımcısıyken, kötü planlanmış bir satranç tahtasında demokrasiyi, halk iradesini tehdit eden bir yere çekilmiş bir piyon olduğundan hiçbir şüphem yok. Tehdit ettiği şey, bu milletin birliği, beraberliği, demokrasi ve insanların seçme özgürlüğüdür. O piyonu o çekildiği yerden kaldırın. O piyonu, o seyyar giyotini oradan alın. Bu konuda biz süreci çok dikkatli ve çok yakından takip ediyoruz. Ama kurulan kirli oyunun ne parçası oluruz, ne de o oyuna teslim oluruz.”
“ERDOĞAN, BAHÇELİ’Yİ ÖVERKEN HER SÖZÜNÜN ALTINA İMZA ATMIŞTIR”
“Bugün Sayın Erdoğan, kürsüdeydi. Herhalde bir 14 gün sonra ve esas 7 gün gecikmeyle Sayın Bahçeli’nin açıklamalarını değerlendirdi ve sahiplendi. Bazı ‘Efendim Erdoğan’dan bir şey duymak isterdik’ gibi yaklaşımlar oluyor. Daha ne duyacaksınız Erdoğan’dan? Bahçeli’yi överken, Bahçeli’nin tutumunu överken Bahçeli’nin her sözünün altına imza atmıştır. Nokta. Bitti o. Erdoğan’ın pozisyonu Bahçeli ile aynı pozisyondur. Bana da teşekkür etmiş. Diyor ki; ‘Efendim, ülkenin birlik ve bütünlüğü, kardeşliği ile ilgili Kürt sorununa yönelik tutumundan dolayı’ memnuniyetlerini ifade ediyor. Ben şu kadarını söyleyeyim. Hani bazen derler ya ‘Beni bir kişi anladı, o da yanlış anladı.’ Sayın Erdoğan milyonlar anladı, sen anlayamamışsın. Teşekkür kıymetli. Ben de isterim teşekkür etmek. Ama bir kişinin meselesini, o kişinin özgürlüğü ile ilişkilendirip, getirip de Meclis’te konuşturup, bir meseleyi kökünden halledeceğini düşünen önerme eksik bir önermedir ve felaket üretecek bir önermedir. Sorunu görmeyen ve çözmeyen bir önermedir. Ben Türkiye’de Kürtler, ‘Sorunum var’ diyorsa vardır noktasındayım. O sorunun olup olmadığına oturup Meclis’in bakması lazım noktasındayım. Hiçbir siyasi parti dışlanmadan konuşulmalı, demokrasi eksenli çözüm üretilmeli noktasındayım. Ben Meclis’i adres gösteriyorum, Devlet Bey ve sen Abdullah Öcalan’a adres diye Meclis’i gösteriyorsun. Benim tutumum şudur. Ben silah bırakılacaksa, kan akmayacaksa, annelerin gözyaşı dinecekse, her aktörün kim konuşacaksa konuşsun, her aktörün katkısı alınsın. Ama bir aktörü aktörleştirip, bir sorunu yok sayarsanız, bana teşekkür etmeniz sadece ve sadece ya beni dinlemediğinizi, ya anlamadığınızı, ya da benim ortaya koyduğum net perspektif yerine Abdullah Öcalan odaklı bu durumu kendinizin de sürdüreceğini, geçmişte de anlaştığınızı falan gösteriyor. Bu demokratik değil, doğru da değil.”
“GEREKLİ OLAN CESARET BUDUR”
“Biz bir kez daha söylüyoruz. Meclis’in merkezde olduğu, şeffaf, adil ve toplumsal mutabakata dayalı bir çözümün tarafıyız. Ben şehit annelerinin, şehit çocuklarının, gazilerin gözüne bakamayacağım, hiç değilse onların da rızasını alıp, ‘evet kan akmasın’ diye bu kadarına ‘olur’ dedikleri doğru bir süreci zaman içinde örgütlemekten yanayım. Budur cesaret, gerekli olan cesaret budur. Bunu göstermek lazım. Diğeri olmadık önermelerle, olmadık meselelerle gündemi karıştırıp da toplumsal tepki yaratıp da bir yeni başarısızlık sürecinin örgütlenmesi doğru iş değildir. Kabalık etmeyeceğim, etmemek gerekir siyasette. Her teşekkürün bir değeri vardır ama bu teşekkür yanlış zeminde, yanlış biçimde yapılan bir teşekkür. Bana teşekkür edecekseniz, ‘Özgür Bey teşekkür ederiz, dediğiniz doğru. Biz bu işi Meclis’e alalım. Bu milleti dinleyelim, milletin vekillerini odağa alalım. Devletin bilgilerini de milletin desteğini de devletin gücünü de her aktörün sözünün kıymetini de değerlendirelim. Gelin bu işi çözelim. Bu memleketi çok daha iyi bir noktaya getirelim.’ Çünkü harcanan para bugün bizim konuştuğumuz emekçinin, emeklinin ihtiyaç bulup da bulamadığı paraların milyon katı. Her şey bir yana bir annenin gözünün yaşını dindirmek, herhalde her bir siyasetçinin ömrü boyunca yapabileceği en doğru ve en hayırlı işken, bütün annelerin gözünün yaşını dindirmeye odaklı bir iş yapmak lazım. Ama bu işi böyle yapmamak lazım. Bu işin böyle yapıldığını önermek, aslında hiçbir şey yapmamak demektir.”
“BU KADAR AÇLIK, EŞİTSİZLİK, HAKSIZLIK VARSA, GEREĞİNİ YAPMIYORSAK BOĞAZIMIZDAN GEÇEN HER LOKMA HARAMDIR”
“Biz bu ülkeyi sahipleniyoruz. Bu ülkenin bütün sorunlarını sahipleniyoruz. Ben geçen hafta da söyledim. Bu ülkedeki bütün yurttaşların kendini eşit, bütün yurttaşların haklarını tam kullanabilen, güvende hissettikleri ve herkesin belli bir varlık seviyesine kavuştuğu bir Türkiye’yi inşa etmeye ihtiyaç var. Bunu yapmadığımız zaman her siyasetçinin boğazından geçen her lokma haramdır. Eğer bu ülkede bu kadar yoksulluk, bu kadar açlık, bu kadar eşitsizlik, bu kadar haksızlık varsa, oturup da o makamlarda, o odalarda oturuyorsak, bunları söylemiyorsak, gereğini yapmıyorsak boğazımızdan geçen her lokma haramdır. Hiçbir siyasetçiyi, partiyi ayırmadan söylüyorum. Emek Büroları’nın bu toplantısı, bu önemli toplantısında sizinle birlikte olmak çok kıymetliydi. Bundan sonra sizden güç almaya, size güç vermeye, Türkiye’de emeğin değerinin alındığı güne kadar hep birlikte mücadele etmeye devam edeceğiz. Hepinizin şahsında, sizlerin örgütlerinde örgütlü tüm emekçileri, tüm emeklileri ve sesini duyurmaya çalışan herkesi saygı ile selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”
26.11.2024
26.11.2024
25.11.2024
25.11.2024