30.05.2025
30.05.2025
“‘KRİZİ BİZ ÇIKARACAĞIZ, BEDELİNİ EMEKÇİLER ÖDEYECEK’ DİYE BİR ŞEY YOK”
“ENFLASYON CANAVARININ YEDİĞİNİ NEDEN İŞÇİ ÖDÜYOR?”
“ASGARİ ÜCRETİ SÜREKLİ BİR MALİYET KALEMİ GİBİ, ENERJİ FİYATLARI GİBİ DİLE GETİREMEZSİNİZ”
“BAYRAMDA CEZAEVLERİ BOŞALACAKMIŞ GİBİ ALGI OLUŞTURULDU, ŞİMDİ HAYAL KIRIKLIĞI YAŞANIYOR”
“ANAYASA DEĞİL, ‘BANAYASA’ FİKRİNİN İNSANI OLUNCA ÜLKENİN BAŞINA BUNLAR GELİYOR”
“ANAYASAYA UYMADIĞINIZ EKSİKLİKLERİNİZİ TELAFİ EDİN, SONRA GELİN”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, asgari ücrete ara zam talebiyle gerçekleştirdiği görüşmeler kapsamında HAK İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nu (HAK-İŞ) ziyaret etti. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özel, ziyaretin ardından yaptığı açıklamada, “Sayın Genel Başkanım, HAK-İŞ Konfederasyonu’nun değerli yöneticileri, değerli basın mensupları haftanın başında ilan ettiğimiz gibi asgari ücrete bir ara zam talebine ilişkin, haklı talebe ilişkin hem kendi görüşlerimizi ifade etmek hem de işçi ve işveren temsilcilerinin görüşlerini öğrenmek amacıyla bir ziyaretler bütününe başlamış durumdayız. İlk haftayı dün DİSK’i ve TİSK’i İstanbul’da ziyaret ederek, bugün de HAK-İŞ’i ve TÜRK-İŞ’i ziyaret ederek tamamlayacağız. Öncelikle 1 Mayıs’ta İstanbul’da TÜRK-İŞ’in ve DİSK’in ayrı ayrı düzenlemiş oldukları etkinliklere katılmıştım. HAK-İŞ’in etkinliği Rize’deydi, televizyondan Başkan’ın konuşmasını takip ettim. Ardından da telefonla bir görüşme yaparak Sayın Başkan’ın şahsında HAK-İŞ’te örgütlü bütün emekçilerin mücadelelerini selamlamış, bayramlarını kutlamıştık. Bir kez daha buradan HAK-İŞ’te örgütlü tüm emekçileri ve Türkiye işçi sınıfını saygıyla selamlıyoruz. Sayın Başkan’ın 1 Mayıs konuşmasındaki tüm vurguları ve geçtiğimiz süreçlerde meseleye yapmış olduğu Türkiye’de işçilerin hayatlarını sürdürmesi ile ilgili ortaya koyduğu bütün talepleri sahiplendiğimiz ifade etmek isterim” dedi. Özel, şunları söyledi:
“BUGÜN ASGARİ ÜCRET AÇLIK SINIRININ ALTINDA”
“Dün her iki konfederasyonu ziyaretinde de konuştuk. Türkiye çok zor şartlardan geçiyor. Hem emek - sermaye çelişkisi, hem de Türkiye’deki siyasi kutuplaşma ve maalesef çok gergin ortama rağmen bu zorlu şartlarda konfederasyonların, işçi ve işveren örgütlerinin farklı görüşlerine, farklı yönelimlerine rağmen ortaya koymuş oldukları dil aslında siyaset örnek olacak bir dildir. Bunun için tüm genel başkanlara ve tüm konfederasyon yöneticilerine bu anlamda teşekkür ediyorum. 1 Mayıs gibi zorlu bir süreci belki farklı şehirlerde, farklı meydanlarda ama ortak talepler dile getirilerek ve geçtiğimiz yıllara göre çok daha çetin olan şartlar da göz önünde alınarak mücadele, emek mücadelesi yükselerek devam ediyor. Bizim sosyal demokrat bir parti olarak burada yapabileceğimiz katkı tüm konfederasyonlara, işçi nerede örgütlüyse yerel yönetimler noktasında bizim işveren pozisyonda olduğumuz yerler var ve genel olarak da ana muhalefet partisi olarak, bir bütün olarak emeğin taleplerinin arkasında durmak ve işverenlerin de bu noktada bilhassa ihracatçıların ve çeşitli iş kollarındaki işverenlerin zorluklarını da duyarak bir bütünleşik çözümün parçası olmak, onu seslendirmek bizim de görevimiz. Tabii şu ana tanımı dile getirerek ilerlemek gerekiyor. Asgari ücret nedir? Yani asgari ücretten Anayasa ne anlıyor, kanun ne anlıyor, ne anlamamız lazım? ‘Asgari ücret, işçilerin zorunlu ihtiyaçlarını, beslenme, barınma, ısınma, ulaşım ve sağlık ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir’ diyor. Aslında söz burada başlıyor, burada bitiyor. Bugün verilen asgari ücret, bugün hesaplanan en düşük açlık sınırının altında. Yani bir de bu işçinin ailesi var ve çoluğu, çocuğu var. Burada sayılmayan bu çocuğun eğitim giderleri var. İnsanca bir yaşam için gerekli olan refah payı var. Bunların hiçbiri gözetilmeksizin sadece beslenmeyi, barınmayı, ısınmayı, ulaşımı, sağlığı ele aldığınızda bu asgari ücretin ona dahi yetmediği ve insanların açlık sınırı altında kaldıkları çok açık.”
“ENFLASYONİST ORTAMLARDA BİR KEZ ZAM YAPMAK DOĞRU DEĞİL”
“Malumunuz ülkeyi kimin yöneteceğini milletimiz karar veriyor. 2023 yılında bir Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimi oldu. Bu seçimde milletimiz vaatleri duydu, ona göre oy verdi. Hatta 14 Mayıs tarihinde kararını veremedi Anayasaya göre, ‘Adaylar ikiye inecek, ondan sonra karar vereceğim’ dedi. Kimseye doğrudan ‘Sen yönet’ demedi. O yüzden de o zorluğu rekabet sürecinde herkes bir vaatte bulundu. Örneğin Sayın Erdoğan, memur alımlarında mülakatı kaldıracağını da söyledi. Mesela bu konuda öğrencilerin en büyük eleştirisi, gençlerin en büyük eleştirisi ‘Seçimden önce mülakatı kaldıracağım, dediler. Şimdi mülakat yapıyorlar.’ Bunun şüphesiz Sayın Erdoğan’a ve partisine bir maliyeti vardır. Ama Türkiye’deki işçilerin hepsine şunu söylediği şunu hiç unutmayalım: ‘Enflasyonist ortamlarda asgari ücrete bir kez zam yapmak doğru değil.’ Zaten iki senedir de temmuz zammı veriyordu, veriliyordu, talep ediliyordu, mücadele ediliyordu, alınıyordu. Bundan sonra ‘Üç ayda bir, yılda dört kez’ dedi. ‘Dört kez enflasyona göre ayarlama yapmak lazım’ dedi. Enflasyon tek haneli rakamlara inene kadar. Sayın Erdoğan bunu söyledikten sonra biz yüzde 80’e varan enflasyonları gördük, TÜİK yüzde 65’leri ilan etti. Seçim geçti diye, bir daha beş yıl seçim yok diye seçimden önceki iki sene, biri daha düşük enflasyonda temmuz ara zammı verilmişken; bırakın dört kez zammı, geçen sene temmuz ara zammı dahi verilmedi ve 17 bin 2 lirayla bir kuruş zamlanmadan ‘Geçineceksiniz’ dendi. Bu seneye gelindiğinde bu seferde de kaldırılamayacak bir hale getiren şöyle bir şey oldu: ‘Biz zammı gerçek enflasyona göre değil, beklenti enflasyonuna göre vereceğiz.’ Ya gerçek enflasyon, enflasyon canavarının işçiden yediği, gelip de yuttuğu para. Beklenti ise senin söyleyip de başaramadığın. Bunun bedelini neden işçi ödüyor? Bunun bedeline katlanılacaksa herkes birden öder, niye işçi ödüyor? Gerçekten anlamak mümkün değil, savunmak mümkün değil. 22 bin lira gibi gerçekten kimsenin geçinemediği, geçinemeyeceği bir maaş belirlediler ve geçen dört ayda TÜİK’e göre yüzde 14’lük enflasyon, ENAG’a göre çok daha üzerinde yüzde 25’lik bir enflasyon 2025 Ocak’a girdiğimizde verilen 5 bin liralık zammı da yuttu, gitti. Şu anda TÜİK’in hesaplarına göre para, o günkü parayla 18 bin 500 lira. 3 bin 500 lira eridi dört ayda. ENAG’ın hesabına göre 17 bin 500 lira. Yani zammın 5 bin liranın, 4 bin 500 lirasını enflasyon yemiş, bitirmiş. Gerçekten de dün de DİSK’te konuştuk, bugün Sayın Başkan da değerlendirir. TÜRK-İŞ’in rakamları da öyle. O günden bugüne de açlık sınırı 2 bin lira daha arttı ve şu anda açlık sınırının 4 bin lira altında bir asgari ücreti konuşuyoruz. İşin kötüsü bu rakamlar ocak, şubat, mart, nisan ve üstünden şimdi mayıs ve haziran geçecek. Temmuz ayında zam yapılmadığında durumu siz düşünün.”
“ASGARİ ÜCRET, HER İKİ KİŞİDEN BİRİNİN ALDIĞI ÜCRET”
“Tabii asgari ücret dediğiniz son dört yıldır resmi rakam açıklanmamakla beraber, asgari ücret dediğiniz her iki kişiden birinin aldığı ücret Türkiye’de. Yüzde 55’i Türkiye’de ya asgari ücret alıyor, ya hemen asgari ücrete komşu bir ücret alıyor. Asgari ücret bazı değerlendirmelere göre ortalama ücret olmuş durumda maalesef. Kaçak çalışmaların, kayıt dışı ekonominin, asgari ücretin altında çalıştırmalar da düşünüldüğünde asgari ücret bir takım değerlendirmelere göre ortalama ücret. Ama herkesin kayıt içinde olduğunu ya da asgari ücret aldığını düşünsek de asgari ücret bir taban ücret olmaktan çıkmış durumda ve artık asgari ücret bir genel ücret. Almanların yüzde 9’u asgari ücret alıyor, asgari ücreti ‘İlk yıl alınan ve hızla uzaklaşılan ücrettir’ diyorlar. Hızla kaçıyorlar asgari ücretten. Ama Alman sendikaları yüzde 9’un çok olduğunu savunuyor, eleştiriyor. Bizde son rakamlara göre yüzde 55. Ama birçok hesaplama yüzde 60 - 65’in asgari ücret ve ona komşu ücretleri aldığını ifade ediyor. Bu şartlar altında asgari ücretin temmuz ayında zamlanmaması, kabul edilebilir, dayanılabilir, katlanılabilir bir durum değildir. ‘Biz bu konuyu siyaset üstü bir yerden ele alalım’ diyoruz. Bu konu sadece sendikaların konusu, sadece sosyal demokrat bir partinin konusu değil; tüm siyasetin konusudur. Anadolu’da gidip de kapı çaldığınız, oy istediğiniz kişi sizin hangi partiden olduğunuza bakmaksızın siyaset kurumuna bir güven duyuyor, birimizden birimize yetki veriyor. Bundan sonra nasıl gideceğiz, hangi yüzle gideceğiz?. Yani seçimden önce ‘Dört kez zam yapacağım’ deyip seçimden beri bugüne kadar bir kez zam yapıldı. 2023 seçimleri yapıldı, Temmuz zammı yapılmadı. 2025’in Ocak ayında yapıldı. Şimdi de yapılmazsa seçimden sonraki üç yılı iki tane zamla mı geçireceğiz Aralık sonuna kadar. Bu kabul edilebilir bir şey değil, olacak bir şey değil. O yüzden derhal Asgari Ücret Komisyonu’nun toplanmasını, bu temmuzda da bu Asgari Ücret Komisyonu’nun bu anti-demokratik yapısına rağmen, kapsayıcı bir şekilde tüm konfederasyonların dahil edilip üç konfederasyonun üreteceği ortak talebin dikkate alınıp, işverenin de haklı endişelerinin, taleplerinin giderileceği şekilde kamunun da elini taşın altına atıp bu işini çözmesini bekliyoruz.”
“ÖYLE OLMASAYDI DA FİNLANDİYA İLE KARŞILAŞTIRSAYDIK”
“Şöyle bir şey yok: ‘Krizi biz çıkaracağız, daha sonra da bedelini siz ödeyeceksiniz, emekçiler ödeyecek.’ Hep birlikte katlanılacak, herkes katlanacak. Bu konuda sadece ve sadece emekçinin sırtına bir yük bindirmeyi katiyen düşünmüyoruz. Bir yandan da asgari ücreti sürekli bir maliyet kalemi ve şikâyet edilmesi gereken bir kalem, enerji fiyatları gibi dile getiremezsiniz. Türkiye’de onu bile söyleyince Enerji Bakanlığı bir formül üretmeye çalışıyor. Asgari ücretle ilgili sürekli dünyadan örnekler verip, ‘Efendim nasıl olacak?’ Dünyadan verilen örneklerde de Mısır’dan örnek veriliyor, gidiliyor Afrika’dan örnek veriliyor. Tabii siz yıllardır, yani gelmişsiniz Cumhuriyet’in ilk 15 - 20 yılında yaptığı bütün kamu iktisadi teşekküllerini özelleştirme programını almışsınız. Bunların birçoğundan devletin çekilmesi gerektiğini birçok insan söylüyor ama devletin buradan gelen geliri bir fonda tutup, en doğru şekilde değerlendirip, bu çağda üstüne düşen işleri yapması; yüksek teknolojiye, AR-GE ve inovasyona dayalı yüksek katma değerli üretim ve ihracat için imkânlar sağlaması, işçimizi de ona göre eğitmesi ve ona göre yetkinlikler kazandırması gerekirken hem üretime hem emek tarafına hiçbiri yapılmamış. Bugün Macron, ‘Ben çimento üretmiyorum, çimento ithal edeceğim’ diye seçim vaadi verip çimento gibi havayı kirleten, suyu kirleten, iklime zarar veren fabrikaları Türkiye’ye yollamış ve siz emek yoğun bir şekilde çimento üretip, o çimentoyu gemilerle ihraç ediyorsunuz. Ya da dünyanın penye fasoncusu olmakta Mısır’la, Afrika ülkeleri ile rekabet ediyorsunuz. Öbürü sizin çip satıyor, cep telefonu satıyor, yazılım satıyor, fikir satıyor, patent satıyor. Ondan sonra dönüp ‘Orada 300 dolar asgari ücret var. Biz burada bu asgari ücreti arttıramayız.’ E öyle olmasaydı, bizim asgari ücretimiz Finlandiya ile karşılaştırılıyor olsaydı. Onlarla o alanlara rekabet ediyor olsaydık. Sattığınız KİT’lerin parasıyla yüksek katma değerli ürün üretmeye ve kilo başına, gram başına değeri penyenin 600 katı, bin-bin 500 katı olan ürünler ihraç ediyor olsaydık da bizim de işçimiz o ülkelerdeki işçiler gibi asgari ücret alaydı. O zaman burada asgari ücreti bir maliyet kalemi olarak telaffuz edemezsiniz. Asgari ücret var olması gereken, olmazsa olmazlardan birini; emeği var edecek, ayakta tutacak ücrettir, yok etmeyecek ücrettir. Bunun için de devletin de üzerine çok önemli sorumluluklar düşüyor. İşverenlerin de üzerine çok önemli sorumluluklar düşüyor. Sektör sektör sorunlar konuşulabilir, geçiş dönemleri konuşulabilir. Devletten yapılacak önemli katkılar olacaktır. Bunların hepsini konuşmalıyız. Ama Haziran ayı boyunca her şeyi konuşmalıyız ama en çok en haklı talep olan asgari ücrete ara zam talebini konuşmalıyız ve bunu mutlaka almalıyız diye düşünüyorum. Tabii işin teknik taraflarını heyetimiz uzman arkadaşlarla mutlaka görüşürler. Ama en basit ve en sade şekilde ziyaretimizin sebebi budur. Bu konuda hep birlikte neler yapabiliriz, onu konuşmak istiyoruz. Mahmut Başkan her zamanki nezaketi ile bize hızla randevumuzu verdi. Bizi karşıladı, ağırlıyor. Bir kez daha onun şahsında HAK-İŞ Konfederasyonu’na teşekkür ediyorum.”
“ŞİMDİ BÜYÜK BİR HAYAL KIRIKLIĞI YAŞANIYOR”
Açıklamasının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, Meclis’e sunulan infaz düzenlemesine ilişkin olarak şunları söyledi:
“Meclis’ten takip ediyoruz. Komisyon’a gelen öneri, beklentileri karşılamadı, çok yönlü beklentileri karşılamadı. Birincisi, bir yandan Terörsüz Türkiye hedefiyle atılan adımlarla eş zamanlı bir infaz düzenlemesinin yapılacağının sözü verilmiş DEM Parti’ye. Bu bayramdan önce çok sayıda tutuklu ve hükümlünün serbest kalacağına ilişkin görüşülmüş geçmişte. Bu noktada şimdi adım atılmamasının orada bir yüksek tansiyon yarattığını biz de takip ediyoruz. Diğer taraftan infaz düzenlemesi, cezaevinde yakınları olan herkeste bir beklenti yaratıyor. Hele hele böyle dini bayramlardan önce böyle bir beklentinin yaratılıp da yerine getirilmemesi travmatik bir durum oluşturuyor. O yüzden bu konularda çok dikkatli konuşmak gerekir, gerekirdi. Maalesef iktidar bu özeni göstermedi. Çok yazıldı, çizildi. Öyle şeyler söylendi ki. Sanki Kurban Bayramı’nda cezaevleri boşalacakmış gibi bir algı oluştu ve oluşturuldu. Buna da zamanında doğru ve şeffaf bir bilgilendirme yapılmadı. Şimdi büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor.
“MUTABAKAT ARANMASI GEREKEN BİR MESELEDİR”
“Bunu yönetemiyorlar, o anlaşılıyor. Tabii bir affın da konuşulmaya başladığı bir süreçte bir kez daha şu temel yaklaşımı ifade etmek isteriz ki affın iki tarafı olduğu için; bir suçlu ve suçlunun yakınları, ikincisi suçtan zarar görenler ve yakınları. Toplumsal mutabakat aranması gereken bir meseledir. Ezbere olmaz. Bürokratın işi değildir. Aksine siyasetin, siyasetçinin işidir. Tüm partilerle bunu ilk önce görüşüp, sonra da bunu topluma doğru kriterlerle, doğru bir şekilde anlatmak gerekir. Bunların istisnalarının ne olacağı, nelerin dışarıda kalacağı… Örneğin her af tartışması, örneğin çocuk istismarından mağdur ailelerin, kadın cinayetlerinden mağdur ailelerin, bunun gibi toplumda infial yaratan olayların mağdurlarının ve toplumun bir kısmının da endişelenmesini ve bundan rahatsızlık duymasını dile getiriyor. O yüzden bu gerçek anlamda böyle yönetilmez. Yani devlet de bence böyle yönetilmez de bu süreç de böyle yönetilmez. Böyle bir şey yaklaşıyorsa bunun bir masası kurulur. Arka alanda bu çalışılır. Toplumun yüzde 95’ini temsil eden Parlamento’da bir mutabakata varırsınız, bu toplumsal mutabakat ve rıza üzerine hep birlikte sahiplenilir. ‘Her şeyi ben biliyorum’ diyenler bu işi de ellerine, yüzlerine şimdi bulaştırdılar. O yüzden benim çok uzun süredir… Tabii af konuşulacaksa, infaz indirimi konuşulacaksa bunu şartlar ve gündem ne olursa olsun dediğim gibi yapmak lazım. Hele hele adını koymadıkları ama ‘süreç süreci’ diyebileceğimiz bu sürecin ilk başında biz ‘Parlamentoda bir komisyon kurun, herkes temsil edilsin, tüm kesimler temsil edilsin’ demiştik. Bu konuda Sayın Bahçeli’nin yaklaşımından niceliksel olarak ayrı ama niteliksel açıdan konuşulması gereken şekilde düşünüyorum. Öyle 100 kişilik bir komisyonu çok kalabalık bulmakla birlikte, Parlamento komisyonu yaklaşımı bizim uzun süredir söylediğimiz bir mesele olduğu için de önemlidir. Bu konunun bir an önce gündeme alınması gerekiyor. Biz infaz düzenlemesi meselesine hem hassasiyetleri hem de beklentileri gözeten, yapıcı bir yerden katkı vermeye çalışacağız. Ama yani çok kötü yönetilen bir şeyi sonra ‘Gel hep beraber toparlayalım’ dediklerinde de gerçekten zor oluyor. Bundan sonrası için bir kez daha söylüyoruz. ‘Biz biliriz’ ve sırf ‘Biz biliriz’ diyerek ve işi sadece bürokratlara atarak bu işler yönetilmiyor maalesef.”
“DÖNDÜK, DOLAŞTIK, AYNI YERE GELDİK; ERDOĞAN’A ANAYASA”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, Anayasa değişikliğine ilişkin soru üzerine şunları söyledi:
“Değerli arkadaşlar, Sayın Erdoğan 2010 yılında ‘Sivil bir Anayasa. Askerlerin Anayasasından kurtulalım’ dedi. Biz dedik ki ‘Sivil Anayasa lazım, darbe Anayasasından kurtulmak lazım.’ ‘Ama yargı ile ilgili bu maddeler yargıyı ele geçirme maddeleridir, dikkatli olmak gerekir’ dedik. O gün söylediklerimiz dinlenmedi, sonra ‘Milletim ve Rabbim beni affetsin, kandırıldım ben’ dediler. Darbe sabahında 3 bin 500 hakim ve savcı çok etkili görevlerinden alınmak, yargılanmak ve oradaki cemaat yapılanması temizlenmek durumunda kaldı. Çünkü 2010 Anayasası’nın gerçek niyeti bizim söylediğimiz gibi çıktı. Birileri yargıyı ve devleti ele geçirmeye çalışıyordu. 2017 Anayasasında aynı sözlerle yola çıktılar, dedik ki ‘Bu bir tek adam rejimi getirir. Denge ve denetleme ortadan kalkar. Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünü sadece yemin etmek için emaneten kullanıyor, güvenoyu olmuyor, sözlü soru cevaplamıyor, güvensizlik oyu verilemiyor. Artık yolsuzluk yapanın yargılanması, soruşturulması imkânsız, 400 milletvekili bulman gerekiyor. Bunlar yanlış, bunların olmadığı yerde demokrasi olmaz, demokrasi yoksa ekonomi olmaz’ dedik. Hepsinde haklı çıktık. O Anayasa hayata geçtikten, yürürlüğe girdikten üç yıl sonra Sayın Bahçeli bir revizyon teklif etti 100 maddelik. Sayın Erdoğan’a verdi. Basından takip ettiğimiz kadarıyla benim biraz önce söylediğim bütün eleştirileri düzeltmeye yönelikti. Şimdi yine kendi kendilerine aynı söylem setiyle bir Anayasa söylüyorlar. Biz de diyoruz ki ‘Ya gerçek niyetiniz ne? Onu bir anlatın.’ Yani bu o kadar klişe ki; ‘Darbe Anayasasından kurtulacağız ve sivil bir Anayasa yapacağız.’ Evet, buna ihtiyaç var ama bunun için oturup gerçekten samimiyetle toplumun tüm kesimlerine almak, dinlemek konuşmak ve hep birlikte yapmak lazım. Bunun için de bir Anayasaya sadakat, Anayasacılık, anayasa fikrinin insanı olması lazım. Ben Başkan ile Anayasa konuşurum, çünkü anayasa fikrinin insanı. Anayasanın verdiği hakları korumak, Anayasanın verdiği görevleri yapmak için çırpınıp duruyor. Ama siz bir anayasa fikrinin insanı değilseniz, anayasa değil ‘banayasa’ fikrinin insanıysanız bu ülkenin başına bunlar bu yüzden geliyor zaten. Siz her doğana yapılması gereken bir metni, Erdoğan’a yaparsanız böyle oluyor. Şimdi yine döndük dolaştık aynı yere geldik. ‘Haydi Erdoğan’a anayasa yapalım.’ ‘Hayır her doğana anayasa yapalım.’ Bunu da yapmak için oturup bir kere Anayasaya önce uyalım. Önce hep birlikte Anayasaya uyalım. Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulayalım ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulayalım. Anayasaya aykırı yapılan kanunları dokuz ay bekletip, yine aynı Anayasaya aykırı şekilde yapmayalım. Bir rektör atamasına bakın mesela. Ya da dün DİSK Başkanımızın ifade ettiği, onların bir yargı mücadelesi var. Tüm sendikaların yargıda verdikleri büyük mücadeleler var. Anayasa örgütlenme hakkını savunduğu halde, güvence altına aldığı halde kanunlar ve tatbiki örgütlenme özgürlüğüne ket vurur şekilde, bütün zamanlar örgütlenmeye saldıranları lehine işliyor.”
“ENFLASYONDAN 14,4 PUAN EKSİK SAPTANMIŞ, BUNA GÖRE MAAŞ ÖDENMİŞ”
“Dün DİSK, mahkemeye başvurmuş ve tam da bugün konuştuğumuz meseleye yönelik. TÜİK enflasyon hesaplıyor. Yıllardır enflasyonu nasıl hesapladığını gösterirdi. ‘Şu ürün, şu ürün, şu ürün. Sepette bunlar var.’ Biz sepete itiraz ederdik. ‘Ya sepette niye pinpon topu var? Sepette niye bakır çubuk var? Falan.’ Ama TÜİK’in verilerine ‘Hangi ürün için nerede veri topluyorsun, geçen sefer nereden topladın, bunun ölçütleri nedir?’ Bunları gizlediler. Bir enflasyon ilan ediyorlar. ‘Bu böyle, hepiniz itimat edin böyle’ diyorlar. Sonra ona göre devlet zam veriyor, ona göre bütün görüşmeler yapılıyor. Mahkemeye gitti DİSK, mahkemeyi kazandı. İstinafı kazandıkları için olanın dışında, 2025 yılının ilk dört ayında gerçekleşen enflasyon 13,36. Ama bizim esas olarak bu meselede, 2025 yılı enflasyonu ortalama enflasyondan 28,5 puan, yılsonu enflasyonundan 14,4 puan eksik şekilde saptanmış ve buna göre maaş ödenmiştir. Nasıl olacak şimdi bu iş? Bu yüzden Anayasaya uymak, ona göre kanun yapmak, o kanunları da harfiyen uymak lazım. Böyle birisini sinirle ‘Ben Anayasayı tanımıyorum’ deyip tanımadığı bir ülkede, millet milletvekili seçmiş, mahkeme salmamış. Ya nasıl salmazsın? Milletvekili olarak seçiyorsa dokunulmazlık alıyor gelecek. Bundan önce onlarca örneği var. ‘Salmıyoruz biz’ diyor mahkeme. Ne yapsın insanlar? Gidiyorlar Anayasa Mahkemesi’ne, en üst mahkemeye. O da karar veriyor, ihlal kararı. Diyor ki ‘Bir kişi milletvekili seçilirse yargılama durur, serbest bırakılır, dokunulmazlık kalkana kadar yapılmaz.’ Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı Anayasaya göre yürütme, yargı ve yasama için bağlayıcı. Bu karara uymuyorlar ya da bu kararı Meclis’te okutmuyorlar. Diyor ki ‘Anayasa Mahkemesi kararıyla Meclis’te okunmasıyla görevine başlar.’ Kararı okutmuyorlar. Bu kadar açık Anayasa ihlaline rağmen Anayasaya uyana saldırıyorlar. Sonra da diyor ki ‘Haydi gelin Anayasa yapalım.’ Nasıl yapacağız? Yani Anayasa yapmak için karşınızda anayasa fikrine sahip bir insan, bir yapı lazım. Biz AK Parti’nin değerli seçmenleri ile Anayasa yaparız, AK Parti‘deki demokratlarla Anayasa yaparız. Ama AK Parti’nin Anayasa tanımayan tutumuyla nasıl yapacağız? Ama yine de şöyle bir yaklaşımda bulunduk. Somut olarak anayasadan ne anlıyorsunuz, ne istiyorsunuz söyleyin ve milletin önünde bir kendinizi bir çerçeveleyin, bir bağlayın bakalım bir görelim. Şimdi o açıklamalar işte görüyorsunuz yine böyle beylik laflar ve köprüden çıkış sapakları, ‘Tehlike durumda bunu çekersem giden gitsin ve ben paraşütle atlarım.’ Bunları çok gördük. Hiç inandırıcı tarafı yok. Onun için Sayın Erdoğan’a yüz yüze yaptığım çağrıyı, geçen sene Mayıs ayının başında bir kez daha buradan söylüyorum. Sayın Cumhurbaşkanı Anayasaya uyun, harfiyen uyun, Anayasaya uymadığınız bütün uygulamalardaki eksikliklerinizi telafi edin sonra gelin, ‘Anayasa yapalım’ deyin. O zaman değerlendirelim.”
31.05.2025
31.05.2025
31.05.2025
31.05.2025