CUMHURBAŞKANI ADAYIMIZI BELİRLEMEK İÇİN OY KULLANMAMIZA
-- GÜN
-- SAAT
-- DAKİKA

11.03.2025

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “23 Mart, Türkiye Baharının Tarihidir”

“BİR SONRAKİ CUMHURBAŞKANINI SEÇMEYE GİDİYORSUNUZ”

“CHP’NİN KENDİ PLANI VARDIR, O DA ÜLKEYİ DEMOKRASİYE KAVUŞTURMAKTIR”

“GEÇEN SENE 4 KİŞİLİK İFTAR 1.370 LİRAYDI, BU SENE 2.530 LİRA”

“1 KİLO ET; SOĞUKTA BEKLEYENE 400, BEKLEYEMEYENE 750, ZİNCİRLERE 270 LİRA”

“EMEKLİ İKRAMİYESİ MÜJDE OLSAYDI ERDOĞAN AÇIKLARDI”

“ÇAYIRHAN BİZİMDİR, GERİ ALACAĞIZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında kamuoyuna seslendi. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Değerli milletvekillerimiz, kıymetli grubumuz, Türkiye’nin dört bir yanından grubumuzu onurlandıran misafirlerimiz, kıymetli örgütümüz, belediye başkanlarımız, televizyonları başında bizi izleyenler, radyolarından dinleyenler, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz” dedi. Özel, şunları söyledi:


“YASA YÜRÜRLÜKTE OLDUĞU SÜRECE BUNLAR KAÇINILMAZ”

“Maalesef tatsız, konuşmayı dahi insanın istemediği ama kaçamayacağımız gündemler var. Konya’da iki yaşında Rana bebek, sokak köpeklerinin, sahipsiz köpeklerin saldırısıyla feci şekilde can verdi. Bugün de sabah Erzurum’da 10 yaşında Murat’ımız bir saldırıya maruz kaldı. O da yaralı. Sağlık durumunun iyiye gitmesini temenni ediyoruz. Normalde bu iki olay, Cumhuriyet Halk Partili belediyelerde olsa ve bu aşamada bir şey söylemeye kalksak siyasetin girdabı içinde kaybolur, savrulur, bir yere gider. Konya ve Erzurum belediyeleri, AK Partili belediyeleri suçlamadan bir şey söylüyorum. Belediye hangi belediye olursa olsun bu yasa yürürlükte olduktan sonra ve bu şekilde uygulandıktan sonra bu tip durumların olması kaçınılmaz. Biz, yasanın çıktığı tarihte, yanılmıyorsam ağustos ayının 8’iydi. Hem bunu Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğimizi, hem de bu yasanın sokaktaki popülasyonu artıracağını söyledik. Aşılama oranlarını düşüreceğini söyledik. Kısırlaştırma oranlarının azalacağını söyledik. Saldırgan ırkların ve grupların tespitinin ve izolasyonunun imkansızlaşacağını söyledik. Çünkü getirdikleri yasa ilk haliyle ‘al, götür, öldür’dü. Bu ‘öldür’ kısmına bu memlekette kalbi olan kimse razı gelmeyeceği için hem muhalefetin uyarıları, hem iktidardan gelen duyarlı sesler ‘öldür’ kısmını kaldırdı. ‘Al, götür, ne yaparsan yap.’ Aslında bir yandan zımnen ne yapacağını biliyorsun. Sessiz, sedasız ortadan kaldır. Bu yasa ‘al, götür, ne yaparsan yap’ dediği için, hem de bu kadar büyük bir ekonomik kriz varken, hele hele bizim belediyeler özel olarak silkeleniyorken çok sayıda hayvan barınağı lazımken bunun da önünde engel. Bir sürü imkansızlık yaratıyor. Barınaklar doluyor, kısırlaştırma yapılan köpek bırakılamıyor ve yeni kısırlaştırma için köpekler toplanamıyor. Sokaktaki popülasyon artıyor. Geçen hafta hem veteriner hekimlerinin meslek örgütüyle, hem o meslek örgütü kurulmadan önce kurulmuş Veteriner Hekimleri Derneği ile bu konuları konuştuk. Çok değerli bilgiler aldık. Başarılı ‘Sahiplen İstanbul’ projesinin yöneticilerinden bilgi aldık. Gelen bilgi şu: Bu yasa çıktıktan beri kısırlaştırma yüzde 30’a düştü. Çünkü yer yok. Alıp kısırlaştırıp 10 gün sonra bıraksan bir daha üremeyecekken, alıyorsun doluyor, yenisini alamıyorsun. Aldığın sırada kuduz aşısı yapıyordun, yapamıyorsun. Kuduz tehlikesi var, ormana temas eden yerlerde. Diğer aşılar yapılmıyor. Hayvan sağlığı, halk sağlığı tehdit altında. Biz bu Meclis’in bütün partileri kapsayan bir komisyonunun raporunu önemsedik. Burada anlattık defalarca. O rapor diyor ki ‘Şans oyunlarından küçük, yüzde 0,5’lik bir kesinti, bütün barınak ve kısırlaştırma maliyetlerine yetiyor.’ ‘Bunu yapalım’ dedik. ‘Olmaz’ dediler. Belediyelere mali imkan sağlayacakları hiçbir seçenek vermediler. İşte Konya, Erzurum. AK Parti’nin büyükşehir belediyeleri. Çıkıp hamaset yapsam, ‘Çocuklar orada öldü’ diye. Bir CHP’li belediyede olsa inanın yapacaklar. Yapmıyorum. Çünkü yasa kötü. Buradan Sayın Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum. Anayasa Mahkemesi’nin iptal etmesini beklemeyin. Gelin, yeniden hem hayvanseverleri, hayvan hakları derneğini, en önemlisi veteriner hekimleri, bu işin uzmanlarını, Türkiye’deki başarılı kısırlaştırma işleri, sahiplendirme projelerini başarmış yerel yöneticileri, hangi partide varsa. Çağıralım, şu Meclis’te şu yasayı düzeltelim. Çünkü bu yasa ne hayvana sağlık ve huzur, ne insana sağlık ve huzur verecek bir yasa değildir. Tutulacak tarafı yoktur. Bu konuda çağrımızı yeni kayıplar olmadan, yeni Rana bebekler ölmeden iktidara bir kez daha hatırlatıyorum huzurlarınızda.”

“KARTALKAYA’DA 49’UNCU GÜN…”

“Diğer bir konu; Kartalkaya. Bugün 49’uncu gün. İlk gün de oradaydık, her hafta da burada konuştuk. Taziyeler için oradaydık. 40’ıncı günü oradaydık. 40 günde üç kez gittim Bolu’ya, gitmeye de devam edeceğim. Biliyorsunuz yedi bilirkişi görevlendirildi. Bu arkadaşlardan üç gün içinde rapor istendi. Gece - gündüz çalışıp rapor yazdılar. Teslim edince başsavcı almadı. Neden? Ankara’dan baskı geliyor, ‘O rapora bir bakın.’ Raporda ne var? Suçlular sayılmış; ‘Turizm Bakanlığı sorumlu’ diyor, ‘Bolu Belediyesi de sorumsuz’ diyor. ‘Buradan Bakanlığı çıkarın, Bolu Belediyesi’ yazın. ‘Efendim kanunda yeri yok. Bütün denetimler bunlarda. Bolu Belediyesi’nin yetkisi yok. Bakanlık yapmamış. Ayrıca Bolu Belediyesi yıllarca AK Parti’deyken de yapılmamış. Ne o suçlu, ne bu suçlu. Görev alanının dışında başka ilçede bu belediye. Bolu, büyükşehir değil.’ ‘Hayır, bunu böyle yazmazsanız azlinizi isteyin.’ ‘Üç günde rapor verin’ diyenler, raporu üç günde hazırladılar. Raporu teslim ettikleri saatten sonra ‘Gördüğüm lüzum üzerine, işlerimin yoğunluğu üzerine bu görevden azlimi istiyorum.’ Sonra Bakan, ben bu azli söyleyince ‘Yok, yok. Heyeti genişlettik’ dedi. Azilnameleri de geçen hafta gösterdim. Halen daha dört başı mamur yazılmış bilirkişi raporu yok. Heyete ‘korsan’ dedi. Görevlendirme kağıdını da gösterdik, yazdıkları raporu da gösterdik. Tam bir korsanlık faaliyetiyle Adalet Bakanı’nın bilgisi ve Bolu’daki talimatlandırdığı kişiler eliyle bir rapor korsanca adaletten kaçırılmış. Yerine bir başka raporun ikame edilmesi de geçen 49 gün boyunca mümkün olmamıştır. Mutlaka bir rapor çıkacak ama artık o raporda yazanlara bir önceki raporun; ortadan kalkan raporu, dört başı mamur yazılmış o raporu işlerine gelmediği için siyaseten reddedenler ne diyecekler hep beraber göreceğiz. Ama 36’sı çocuk, bebek, 78 canımızın hesabını sormaya, bu meselenin peşini bırakmamaya devam edeceğiz. Sayın Ali Yerlikaya’ya da söylüyorum. O gün ‘10 gün’ dedi. ‘Bekleyeceğiz Sayın Bakanım’ dedim, ‘Yeter ki adil olunsun.’ Dedi ki, ‘Çok iyi müfettişlerimiz var. Hiçbir şey gizli kalmayacak. 10 gün bana süre verin’ dedi. Kendi talep ettiği sürenin üzerinden 39 gün geçti. Sus pus bir kenarda oturuyor. Çünkü onu atayan dolma kalemin mürekkebiyle suçluyu atayan dolma kalemin mürekkebi aynı. Kalemin sahibi de Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değil.”

“AVRUPA PARLAMENTOSU KONUŞMAMIZ BÜYÜK BİR DİKKATLE TAKİP EDİLDİ”

“Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz geçen hafta gruptan sonra Brüksel’e gittik. Kuvvetli bir heyetle gittik Brüksel’e. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimize giden yolda ilişkilerimizi kuvvetlendiren, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Avrupa tarafından ne kadar önemsendiğini ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortaya koyduğu hattın ne kadar kıymetlendirildiğini gördüğümüz ziyaretler yaptık. Avrupa Parlamentosu’na sosyalistler ve demokratlar grubu tarafından davet edilmiştik. Avrupa Parlamentosu’nda yaptığımız konuşma, büyük bir dikkatle takip edildi. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, dünyanın içinde bulunduğu durum, Suriye’den Gazze’ye, Gazze’den Rusya ile Ukrayna arasında süren savaşa kadar, Kıbrıs’ımıza kadar tüm meseleleri enine boyuna konuştuk, soruları yanıtladık. Çok yerinde önerilerde bulunduğumuz, bu yol haritasının doğru harita olduğu ifade edildi. Biz tüm muhataplarımıza, ilk gün sekiz üst düzey görüşme, kamuoyu ile paylaşıldığı için tekrar etmiyorum isimleri ve makamları. İkinci gün Liderler Zirvesi’nde Konsey toplantısına hazırlık toplantısı yaptı Avrupa Sosyalist Partisi, yani Avrupa’daki sol ve sosyal demokrat partilerin çatı örgütü. Tam üye olmamamıza rağmen davet edildim. Katıldım, orada da konuştuk. Ana mesaj; Türkiye ile Avrupa Birliği’nin ilişkilerinin iki tarafın da çıkarına olduğu. Hatta Avrupa’nın bugünlerde güvenlik kaygıları yaşarken… Niye? NATO üyesiyiz hep beraber. En büyük ordusu; ABD ordusu. Trump’ın ortaya koyduğu yeni yaklaşım, her gün gündeme bıraktığı bir bomba, Zelenski ile yaptığı görüşmede olanlar, Avrupa ile kurduğu ilişkiler, Gazze’ye yönelik olarak Gazze’den Filistinlileri uzaklaştırıp, onları çevre ülkelere tehcir edip, daha sonra orayı yazlık bir yer olarak işletmeye kalkması gibi her biri dünya gündemine bomba ve güvenlik gündemi yaratan tartışmalarda onlara şunu hatırlattım: NATO’nun en büyük ordusunun başkanı bir anda savrulunca, olur olmaz şeyler yapınca, bu kaygıları yaratınca demiyor musunuz, ‘Keşke NATO’nun en büyük ikinci ordusu tam üyemiz olsaydı?’ diye. Karşılıklı hatalar yaptık. Elbette Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmediği noktada tam üye olmasını kimse bekleyemez.”

“‘TÜRKİYE’Yİ ÇAĞDAŞ DÜNYANIN DIŞINA İTMEYİN’ DEDİK”

“Hatanın büyüğü Türkiye’nin değil, Türkiye’yi 22 yıldır yöneten bu hükümetin. Ama Avrupa Birliği de hatalar yaptı. Onları da anımsattık. Dedik ki, ‘Türkiye’yi itmeyin. Türkiye’yi Trump’a itmeyin, Türkiye’yi Putin’e itmeyin. Türkiye’yi çağdaş dünyanın dışına itmeyin. Türkiye’yi kapsayın.’ Dedik ki, ‘Türkiye’yi dinleyin. Dışişleri Bakanı’nı Paris’e davet etmediniz, yanlıştı. Londra’ya davet edildi, doğru’ dedim. ‘Erdoğan ile görüşeceksiniz. Taban tabana zıttız onunla Türkiye’de, büyük bir mücadele veriyoruz. Ama çağrılması, görüşülmesi doğru’ dedim. Bir tek şerh düştüm. O da şu: ‘Türkiye ile Merkel - Erdoğan tipi. Yani pragmatist bir şekilde, al - ver pazarlığı ile koyun pazarlığı yapar gibi. Mülteci meselesini çözdüğünüz gibi ilkesiz ve sizin değerlerinize Türkiye’nin geleceğine zarar verecek gibi çözmeyin. Türkiye’yi demokrasi zemininde müzakere edilecek bir ülke olmaya davet edin. Onu demokrasiye davet edin. Bizi demokrasiye davet edin’ dedik. Doğru yolun bu olduğunu, karşılıklı mutabakalarla ifade ettik. Deniyor ki, ‘Avrupa’nın da Türkiye’ye ihtiyacı var. Ama keşke demokratik standartları sağlasa.’ Biz Strazburg’a gittiğimizde Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, karşımızda her aşamada ‘AİHM kararlarına uymayan bir ülke ile nasıl yürüyeceğiz?’ diyorlardı. Sayın Tuğrul Türkeş de bundan şikayet ediyordu. Diyordu ki, ‘Her gittiğim yerde karşıma Gezi davası, Kavala, diğer hak ihlalleri ve uyulmayan kararlar çıkıyor.’ Kendisi bu konuda samimi gayret gösteriyor. Onun gayretlerini görüyorum, takdir ediyorum. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi, oradaki kendi grubunu dahi dinlemiyor. Avrupa Parlamentosu’nda her adımda karşımıza terk edilen Kopenhag kriterleri çıkıyor. Hani Tayyip Bey diyordu, ‘Gerekirse Kopenhag kriterlerini alır, Ankara kriterleri yapar, kendi sürecimizi kendimiz tamamlarız.’ Birisini yaptın mı, birisini? Bakın 2015 yılında serbest dolaşım gelecek. 72 kanundan 66’sı çıkmış, kalan altının da üçü polis, INTERPOL, hallolacak maddeler. Biri Kişisel Verileri Koruma Kanunu. Sonradan bir noktaya geldi. Eksikleri var ama bir noktaya geldi. Kötü uygulanıyor ama bir noktaya geldi.”

“CUMHURBAŞKANI ŞEFFAF ZEMİNDE SİYASETİ REDDETTİĞİNDEN BUGÜN VİZE ALAMIYORUZ”

“İki madde vardı, iki madde. Bir, terör tanımı. Yani eline silah alan teröristi, onu eğiteni, onu finanse edeni değil de tweet atan akademisyeni de terörist yapan. Muhalif belediye başkanını terörist yapan. Muhalif milletvekilini seçilse de terörist diye hapiste tutan. Gazeteciyi terörist yapan. Öğrenciyi terörist yapan. Terör Kanunu, terör tanımı, diğer tarafta da Siyasi Ahlak Yasası. Türkiye’nin bütün gençlerine hatırlatıyorum. Vize sorunu çeken bütün gençlere. Vize sorunu çeken tüm iş insanlarına. Vize sorunu çeken hastalara, akademisyenlere, herkese. Eğer ki Tayyip Bey Siyasi Ahlak Yasası, yani Greko kriterlerine göre temiz bir siyaset, siyasetin finansmanı… O günün Başbakanına, sonradan alıp azlettiği Başbakanına ‘Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkarırsan bir ilçe başkanı, bir il başkanı bulamayız AK Parti olarak’ diyen Cumhurbaşkanı yüzünden, yani siyaseti ahlaki bir zeminde, şeffaf bir zeminde yapmayı reddeden biri yüzünden, bugün Türkiye’nin insanları Avrupa’da serbest dolaşamıyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ortaya koyduğu perspektif, yani ‘İktidar olduğumuzda ışık hızıyla Kopenhag kriterlerini hayata geçireceğiz’ dediğimizin altına 77 ülkeden 89, pek çoğu da ülkelerinde iktidarda olan sosyal demokrat partiler, sosyalist partiler imza attı. Diyorlar ki, ‘CHP’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini destekliyoruz.’ Önümüzdeki seçim bir anlamda referandumdur. Ya Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği muasır medeniyetlere doğru yürüyüp, yakalayıp, geçeceğiz, zenginleşeceğiz ve demokratikleşeceğiz. Ya da son Cumhurbaşkanının götürdüğü tarafa gidip, hep birlikte perişan olacağız. O sandığı bekliyor millet, o sandığı bekliyor.”

“PANDEMİDE, DEPREMDE ‘HAKKINIZ ÖDENMEZ’ DEDİLER VE ÖDEMEDİLER”

“Türkiye, maalesef öyle bir ülke haline getirildi ki. 14 Mart Tıp Bayramı geliyor. Ne sağlık çalışanları sistemden memnun, ne de vatandaş memnun. Türkiye’de bugün sağlık çalışanları hak ettikleri itibarı göremiyor, madden ve manen. Son beş yılda, rakamı görünce inanmadım. Bir daha, bir daha kontrol ettirdim. 70 binden fazla sağlık çalışanı şiddet mağduru olmuş. Yani sözlü ya da fiziki şiddete maruz kalmış ve kayıtlara geçmiş. Sağlıkçılar pandemide, depremde, can siperhane çalıştılar. Pandemide de depremde de herkes onları övüyordu. ‘Hakkınız ödenmez’ dediler. Gerçekten de haklarını ödemediler. Son 5 yılda 15 bini aşkın hekim yurtdışına gitti. Bu rakam daha 2 bindeyken, Sayın Erdoğan ‘Giderlerse gitsinler. Gerekirse asistanlarla yolumuza devam ederiz’ demişti. İşte o anlayış… Yani ‘Giden uzman gitsin, ben asistanla gerekirse devam ederim’ diyen anlayış, 15 bin yetişmiş, anaokulundan beri ailesinin emek verdiği, devletin emek verdiği, ailesinin para harcadığı, devletin ihtiyaçlarını karşıladığı, ilkokulunu, ortaokulunu, lisesini, üniversitesini, uzmanlığını bitirmiş çoğu, altı yıllık tıp eğitimini tamamlamış, 15 bin pırıl pırıl yetenekli, iyi eğitimli gencimizin çoğunu Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine kaybettik. İşte yaklaşım bu. ‘Giden gitsin, asistanlarla devam ederiz.’ Hadi devam et bakalım asistanlarla. Ülkemizde hekim sayısı yetersiz. Bin kişiye düşen doktor sayısı, OECD ülkelerinde 3,7, Türkiye’de 2,3. Hele hele hemşire sayısı. Bin kişiye OECD ülkelerinde 9,8, Türkiye’de sadece 3,6. Belirsiz performans hedefleri, güvencesiz çalışma, aşırı iş yükü malpraktis baskısını artırıyor. Aile sağlığı merkezlerinde grup elemanları maalesef güvencesiz. Pek çoğu asgari ücretin de altında çalışmak zorunda kalıyorlar. Atamada, yükselmede liyakat yok, partizanlık var. Hangi sendikaya üye olduğun önemli. Liyakatsiz, partizanca yönetilen sağlık kurumları tarafından uygulanan mobbing sağlık çalışanlarını canlarından bezdiriyor. 14 Mart’ta aile hekimleri bir kez daha iş bırakma eylemi yapacaklar. Bu bir çığlık. Bu çığlığın duyulması lazım. Bu kadar eylem, bu kadar baskı, bu kadar tartışma… Halen daha sorunlar çözülmediyse, bir oturup değerlendirmek lazım. Sağlık çalışanlarının yeterli sayıda, yeterli maaşla insanca koşullarda çalışmalarının temin edilmesi, hekim göçünün durdurulması Türkiye’nin geleceği açısından çok önemli bir meseledir ve derhal halledilmesi gerekiyor. Sevk zincirinin uygulanmaması, telefon başında randevu alma sorunu, aylar sonraya giden randevular, tetkiklerde bir yıl sonraya verilen günler, fahiş ilaç ve katkı payları, ödenmeyen ilaçlar, muayene ücretleri, maaşlardan kesilen paralar ve ödenmeyen ilaçlar… Hastaları canından bezdirdiği gibi zaman zaman da sağlık emekçileri ile karşı karşıya getiriyor. Bu yapısal sorunların çözüldüğü yarınlarda 14 Martların Tıp Bayramı olarak kutlanabilmesini ümit ediyoruz. Buradan, Cumhuriyet Halk Partisi grubundan tüm sağlık emekçilerini dayanışma duygularımızla saygı ile selamlıyorum.”

“SEÇİMDEN SONRA ÇAYIRHAN BİZİMDİR KARDEŞİM, GERİ ALACAĞIZ”

“Maalesef hani böyle ‘Gitti, gitti’ diye dövünecek durumdayız. Hep anlattım. Ama vicdansızlar, izansızlar bizim altın yumurtlayan tavuğu yine kestiler. Çayırhan bedavaya gitti. Haftalarca burada söyledik. Dedim ya ‘Bir hediye paketi yapmamış, bir fiyonk takmamışsınız üzerine’ dedim. Bakın şimdi alan Çayırhan’ı nasıl almış? Çayırhan termik santralinin değeri 1 milyar dolar. Kömür sahalarının yaklaşık değeri de 3,5 milyar dolar. Toplam 4,5 milyar dolar, bugünkü kurla 164 milyar ediyor. Ve bu 164 milyar liralık, hem kömür sahasını ki 20 yıl önce verilmiş, şimdi geri gelmiş falan, yine veriliyor. Kömür öyle bir maden ki alınınca geriye maden diye bir şey kalmıyor. 164 milyar eden Çayırhan‘ı kaça verdiler biliyor musunuz? 20 milyar liraya 35 yıllığına. Taşınmazlar tamamen mülkiyet el değiştirdi. Kömürün kullanım hakkıymış. 35 yıl boyunca çıkaracak yakacak, çıkaracak yakacak. Ve 20 milyar liraya. Üstelik yüzde 20’si peşin, gerisi Türk Lirası üzerinden altı taksitle ödenecek. Daha önce, bakın daha önce yapılan benzer bir şeye bakalım sırf Çayırhan’ı karşılaştırmak için. Çayırhan 620 megavat, 600 megavatlık Seyitömer özelleştirilmiş 2013 yılında. 2 milyar 248 milyon dolara. 600’lük Seyitömer’den daha çok 620 megavatlık Çayırhan, 543 milyon dolara, yani Seyitömer’in beşte biri fiyatına özelleştirildi. Burayı 20 yıl önce, 25 yıl önce özelleştirmişlerdi, süresi doldu geri geldi. Bu kadar kârlı bir işletme şimdi bir kez daha göz göre göre işçilerin açlık grevlerine, Ankara’ya yürümelerine, kendilerini madene kapatmalarına rağmen bedavaya verildi. Şirket yılda 120 milyon dolar kâr edecek, özelleştirme bedelini beş yıl içinde çıkartacak. Geriye kalan 30 yıl kâra çalışacak. Özelleştirmesek bu paranın yedi katı cepte. Sadece 20 milyar, onun da yüzde 20’si peşin. 4 milyar sıcak para için 164 milyarlık Çayırhanımızı verdiler gitti. Buradan şunu söyleyeceğim. Bir kısa vadeli bir şey söyleyeceğim. İhaleyi alan şirkete. Hem işçi hakları, hem işçi sağlığı ve iş güvenliği üzerinden gözümüz üzerinde. Çayırhan işçisi yalnız değildir. Bir de orta vade bir şey söyleyeceğim. O da şu, inşallah çok da orta vadeli değil kısa vadeli olur. Yapılacaksa seçimden sonra Çayırhan bizimdir kardeşim, geri alacağız. Geri alacağız, geri. Öyle Tayyip Bey’in şartnamesine güvenip de oradan buradan yangından mal kaçırır gibi bu milletin malını aldırtmayız, kaçırtmayız. 40 Haramilere de söylüyorum, bu son haramiye de söylüyorum. Milletin malını size yedirmeyeceğiz, söz veriyoruz.”

“MHP’LİLERİN YÜZDE 73’Ü, AK PARTİLİLERİN YÜZDE 68’İ ENFLASYON RAKAMLARINA İNANMIYOR”

“Mübarek Ramazan ayı, millet yoksullukla boğuşuyor. Hala aylık enflasyon, bizim aylık enflasyonumuz onlarca OECD ülkesinin, Avrupa Birliği ülkelerinin tamamının yıllık enflasyonundan yüksek. Üstelik yapılan araştırmalar, TÜİK‘in bu resmi enflasyonuna artık neredeyse kimsenin inanmadığını gösteriyor. TÜİK enflasyon rakamları açıkladı. Biliyorsunuz Aralık‘ta bir enflasyon gösterdi ki aslında beş olan enflasyonu bir gösterince yüzde 4 maaşlardan çaldılar, çaldırdılar. Sonra Ocak ve Şubat enflasyonları, birlikte yüzde 7. Az enflasyon değil yüzde 7. 2 ay önce 100 liralık mal 107 lira oluyor, 110 lira oluyor. ‘Bu rakama inanıyor musun?’ diye soruluyor? Bakın cevap. Bu Türkiye tablosu. İnanmayan yaptırsın, farklı bir şey çıkarsa canlı yayından göstersin hep beraber görelim. Ama kim bakarsa buna bunu görüyor. Soru, TÜİK bu ay aylık enflasyonu yüzde 2.27 olarak açıkladı. Bakın Şubat enflasyonu, kısa Şubat’ın 2.27, aylık. ‘Bu rakam doğru mu?’ diyor. ‘Türkiye’nin enflasyonu açıklanan rakamın çok üstündedir’ diyen yüzde 55’i. ‘Açıklanan rakamın üstündedir’ diyen yüzde 30’u. Türkiye’nin yüzde 85’i ‘Enflasyon açıklanandan yüksek’ diyor. Yüzde 11 ‘Açıklananla aynıdır’ diyor. Yüzde 4 de ‘Açıklanandan düşüktür’ demiş Türkiye. Bakın CHP’de bu rakam inanmayanlar 93, DEM Parti’de yüzde 100’ü inanmıyor, İYİ Parti’nin yüzde 88’i inanmıyor rakamlara. Peki MHP’nin? Bakın başka mevzu olunca ‘Bugün bu yana giderim, peşimden gelirler, bugün bu yana giderim peşimden gelirler. Dün şöyle söylerim alkışlarlar ayağa kalkıp, bugün tersini söylerim alkışlarlar ayağa kalkıp.’ O MHP grubunda. Sokaktaki MHP’li öyle peşinden gelemiyor. Neden? Bakkala gidemiyor, kasaba gidemiyor pazara gidemiyor MHP’li. Bak sokaktaki MHP’li büyüklerim, kardeşlerim, yüzde 73’ü bu enflasyon rakamlarına inanmıyor. AK Parti Tayyip Erdoğan ’İki kere iki beş ediyor’ dese ‘Reis kerrat cetvelindeki hatayı düzeltti’ diyecek AK Parti’dekiler. Sokaktaki AK Partili öyle demiyor. Çünkü boğazından geçmiyor, karnını doyuramıyor, fileyi dolduramıyor. AK Partililerin de yüzde 68’i açıklanan enflasyon rakamlarına inanmıyor. Tayyip Bey yaptır çalışmayı, hani yansıtıyorsun ya bir bakalım ne olmuş ne bitmiş diye, yalan yanlış videolarla onunla bununla. Saçma sapan montajlarla gösteriyorsun ya. Yaptır çalışmayı bakalım enflasyon rakamlarına inanan AK Partili var mı sokakta görelim.”

“VATANDAŞ BİR KİLO ET İÇİN -17 DERECEDE KUYRUKTA BEKLEYİP 400 LİRA VERİYOR, ZİNCİR MARKET 270 LİRADAN ALIYOR”

“Besiciyi desteklemek yerine Et ve Süt Kurumu’nu ithalat kurumu haline getirdiler. Yalnız inanılmaz işler oluyor burada, dikkatle bakıyoruz. Bunlar bir anlaşma yapmış, bu zincir lokantalar, zincir yemek yenen yerler var. İsim vermeyelim şimdi. İsim verince çoğunun patronu yandaş, burada söyleyeceğim ismini ama çalışanlarına kıyamam. Millet kızıyor, protesto ediyor, işten çıkarırlar bir şey olur. Bu zincirlerdeki sürekli et satan mağazalar için Et ve Süt Kurumu bir anlaşma yapmış. Onlara 175 liradan getirdiği ithal canlı hayvanı veriyor. Bundan satılmaya hazır haldeki etin maliyeti 270 lira. Ama Et ve Süt Kurumu’nun önünde soğukta -17 derecede kuyruk bekleyenlere 400 lira. Bakın 175 lira canlısını, löp etin maliyeti 270 liraya geliyor zincir marketlerde, onlara her gün istedikleri kadar var 270 liradan. Ama soğukta bekleyen vatandaşa bir kilo sınırı var. Bir kilo. Amcam oradan gösteriyor, yazık. Şimdi bu vatandaş bir kilo et için -17 derecede kuyrukta bekleyip 400 lira veriyor. Zincir market 270 liradan Et ve Süt Kurumu’ndan bunu alıyor. Yok -17 derecede beklemezsen, gidip de marketten alırsan aynı eti de 750 liraya satıyorlar. Bir yandan Ramazan, iftar sofralarına hep birlikte gidiyoruz. Her gittiğimiz yerde başka bir şey duyuyoruz. Altın hesabını bıraktık Ramazan’da Tayyip Bey kızıyor diye. Pide hesabı yapacakken, güllaç istedi teyzem, güllaç yaptık. Bu sefer oturduğumuz iftar sofrasında ‘Buralar iyi oldu’ diyor. ‘Konu komşu gelip burada yiyoruz. Eskiden birbirimize gidiyorduk iftara’ diyorlar. ‘Gidemiyor musunuz şimdi?’ dedim. ‘Nerede’ dedi. Ben de bir bakayım dedim bakalım. Ramazandayız iftara dört kişilik aile dört kişilik komşuyu davet ederse ne olur? Çok geriye değil, geçen seneye gidiyoruz. Mercimek çorbası, makul miktar pide, kavurma, pilav, cacık, baklava. Geçen sene dört kişilik aileyi davet edip onlara bunu evde pişirmenin maliyeti bin 370 liraydı. Bugün aynı iftar sofrasının maliyeti 2 bin 530 lira olmuş. Aradaki bin 200 lira Tayyip Bey’in iktidarda olmasının iftar sofrasına maliyeti arkadaşlar. Tayyip Bey’in iktidarının maliyeti.”

“KENT LOKANTASININ REKLAMA MI İHTİYACI VAR?”

“Tam olarak artış yüzde 85, o da TÜİK ‘Yüzde 39’ derken ENAG enflasyona ‘Yüzde 80’ diyor ya, sokağa çıktığında sorduğunda ‘Her şey ateş pahası, her şey geçen senenin iki katı’ deniyor ya, işte bu rakam da TÜİK’i yalanlıyor, vatandaşın hissiyatının doğru olduğunu gösteriyor. İftarda dört kap yemeğin evdeki maliyeti kişi başına 320 lira. Belediyelerin kent lokantalarında dört kap yemek 40 lira, 50 lira, bilemedin en pahalısında 70 lira. İstanbul’da Ekrem Başkan’ın başlattığı markalaştırdığı kent lokantalarından şu anda ülke genelinde 110 tane lokantamız var. Bunun en çarpıcı örneği, kent lokantalarında yediği yemeği sosyal medyada paylaşan Vedat Milor‘a açılan soruşturma. Çünkü Vedat Milor ‘Herkes konuşuyor, çok ucuz, herkes gidiyor. Gideyim yiyeyim bakayım’ demiş. Yiyince de ‘Bu fiyata bu lezzet gerçekten inanılmaz’ demiş. Vedat Milor’e soruşturma açtılar. Ticaret Bakanlığı diyor ki ‘Ne yaptık ya, kent lokantasına mı açtık?’ Vedat Milor’e gittik sorduk, ‘Sen burada gizli reklam mı yapıyorsun?’ Be Allah’ın adamı, kötü bir şey demek istemiyorum. Kent lokantasının reklama mı ihtiyacı var? Bir mercimek çorbasının 150-200 lira olduğu yerde, mercimek çorbası yanında daha üç kap yemek 50 liraya satılıyor. Önünde 500 metre kuyruk var. Kent lokantasına gizli reklam diyorlar. Allah akıl fikir versin.”

“O GÜN 24 KİLO DANA KIYMA ALAN BAYRAM İKRAMİYESİ, BUGÜN SADECE 5 KİLO ALIYOR”

“Kent lokantası kuyruklarında tabiİ en çok emekliler var. Çünkü milyonlarca emekli geçim sıkıntısında. Bugün ‘müjde’ diye emekli ikramiyesini duyurdular. Gerçi müjde olsa gerçekten müjde olsa Tayyip Bey dün çıktı, ulusal sesleniş konuşması yaptı. Millete konuşma. O kadar emekli var, müjde olsa demez mi ‘Emekli ikramiyesini 3 bin liradan işte CHP’nin söz verdiği gibi 22 bin lira yapıyorum, asgari ücret yapıyorum.’ 4 bin lira yapınca Abdullah Güler’e açıklatmışlar. Sen yani açıklanan rakamın ne kadar değerli olduğunu, ne kadar değerli bir kardeşimin açıkladığından anlayacaksın. Bakın o rakamı açıklarken yanlışlıkla yutan, içine doğru, dışarı söyleyemiyor. Gerçekten pek rastladığımız bir özellik değil ama utandı söylerken, içine yuttu rakamı. ‘3 bin lira olan şeyi’ diyor 4 bin lira diyecek, dördü diyemedi. Bakın, 2018 yılı. Şunu hatırlayalım 2015 yılında Cumhuriyet Halk Partisi seçim kampanyasında dedi ki, ‘Her emekliye bir maaş ikramiye.’ Tayyip Bey dedi ki ‘Veremezler.’ Hatta dedirtti, o zaman güya tarafsız cumhurbaşkanıydı. ‘Veremezler, olmaz’ dedi. 7 Haziran‘da seçimi kaybettiler, 1 Kasım’a giderken ‘Biz de vereceğiz’ dediler. Bu ikramiye, o ikramiye. Sonra o ikramiyenin üç yıl üstüne yattılar. 2018 seçimine giderken seçimden önceki son bayramda bin ikramiye verdiler. Biz itiraz ettik, ‘Bir asgari ücret olacaktı’ dedik. Onlar bin verdi, asgari ücretin o gün yüzde 62’siymiş. Ve 24 kilo da dana kıyma alıyormuş. Bu hesabı yapmadan bırakmam peşini. Bu sene 4 bin lira yaptıkları, Abdullah Güler’e açıklattıkları para, asgari ücretin yüzde 18’i. Bakın nazlana nazlana, bizim itirazlarımıza rağmen verdikleri bin lira asgari ücretin yüzde 62’si iken, bugünkü 4 bin lira yüzde 18’i. İşte bu yüzden Abdullah Güler açıklıyor bunu, Tayyip Erdoğan açıklamıyor. Ve o gün 24 kilo dana kıyma alan bayram ikramiyesi, bugün sadece 5 kilo dana kıyma alıyor. 5 kilo dana kıyma. Bütün emeklilere gösteriyorum. Bu sizin o dönemde Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun, emekli Kemal’in size kazandırdığıydı. Bu da halden anlamaz Recep Tayyip Erdoğan’ın sizden çaldığıdır. 24 kilodan 5 kiloya düşmüş.”

“SON 15 YILDA EMEKLİ MAAŞININ MİLLİ GELİRE ORANI, YÜZDE 58’DEN YÜZDE 33’E GERİLEMİŞ”

“Bu arada Tayyip Bey malum, döviz ihracatçıyı perişan etmesine rağmen zorla baskılanıyor. Dövizi bastırdıkça dolar üzerinden hesaplandığı için milli gelir bağıl olarak artıyor. Paranın sokakta satın alma gücü yok da, döviz olarak milli gelir artıyor gibi gözüküyor. Onunla övünüyor. Emekliler açısından baktırdım. Son 15 yılda, yani 15 yıl önce ortalama emekli aylığının milli gelire oranı yüzde 58’miş. Şu anda ortalama emekli maaşının ‘Yükseldi’ dedikleri milli gelire oranı yüzde 33. Yüzde 58’den yüzde 33’e gerilemiş emekli açısından. Ama milli gelir artıyor, çünkü para babaları o paraları burada bir tarafta kazandıkça çoğaltıyor, kazandıkça çoğaltıyor. Pandemide herkes sürünürken kredi garanti fonundan verilen paralarla villalar aldılar, uçaklar aldılar. Halen o paralara yüzde 8 faiz ödüyorlar. O gün dükkanı kapalı olan berberin, lokantacının, esnaf kefaletten aldığı yüzde 9’luk kredinin faizini yüzde 29 yaptılar şimdi. Esnaf Kefalet Kooperatifi’nden. Bir taraftan yüzde 8’le KGF‘den kotra alanlar yüzde 8’le ödemeye devam ediyor. Aç kalıp, evde oturan berberin aldığını ‘9’la aldın ama faizler arttı 29’la geri ödeyeceksin’ diyorlar.”

“AHMET ÖZER‘E ‘NİYE KONSER YAPTIN?’ DİYEN SAVCI, BUGÜN ALAATTİN KÖSELER’E ‘KONSERİ NİYE İPTAL ETTİN?’ DİYE SORUYOR”

“Bir diğer meselemiz Tayyip Bey’in talimatıyla madden, manen ve hukuken belediyelerimiz silkelenmeye devam ediyor, milletin gözü önünde. Normalde olmayan şeyler oluyor. Herkes biliyor ki bunların hepsi Tayyip Bey’in hasetliği yüzünden, kıskançlığı yüzünden. Bundan sonra bir daha seçim kazanamayacağını bilmesi yüzünden oluyor. ‘CHP’li belediyeler başarılı, bir silkeleyeyim, paralarını alın, kendilerini alın, iftira atın, içeri atın. Yeter ki şu belediyeleri karşımdan alın’ diyor. Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer 30 Ekim’de tutuklanmıştı, 20 Şubat‘a kadar iddianame bekledik. 300 kişiye dört günde iddianame yazmakla ünlü savcı, bir kişinin iddianamesini dört ayda zor bitirdi. 20 Şubat’ta iddianame çıktı şimdi mahkeme günü vermişler 23 Mayıs’a. Allah’tan korkun. O 23 Mayıs’ta tahliye olmasa, olur. Bu iddianame ile bu iddialarla, bu kanıtlarla mümkün değil içeride kalması. Yaza gelecek, adli tatile gelecek. Bir sonraki duruşma bir yıl sonrasına gelecek. Ceza almayacağı bir davadan. Bakın Ahmet Özer’in neyle suçlandığını hatırlayalım. Bundan 15 yıl önce bir telefon açmış Van’da birine. O kişi de PKK’da yöneticiymiş. Telefon, taziye telefonu. Gün, anasının öldüğü gün. Altı kardeş bunlar. Bakın teröriste de açmamış. Teröristin kardeşine açmış, ona demiş ki ‘Anneniz çok kıymetli evlatlar yetiştirdi.’ Bunun üzerinden terör örgütü bağlantısı kuracak kadar şuurunu kaybetmiş bir ekiple karşı karşıyayız. Ve Ahmet Özer’i böyle içeride tutmaya, Rıza Akpolat’ı, Alaattin Köseler Başkanımızı böyle abuk subuk davalarla içeride tutmaya devam ediyorlar. Beykoz Belediye Başkanımız yoksula yardım için alınan peynirin, yoğurdun, tereyağın, tuzun, parmak patatesin hesabını veriyor. Hoş geldin bebek paketi yüzünden soru soruyorlar, tutuklama yapıyorlar. Ahmet Özer‘e dört ay önce ‘Niye konser yaptın?’ diyen savcı, bugün Alaattin Köseler’e ‘Konseri niye iptal ettin?’ diye soruyor. 67 bin lira para hareketi bulmuşlar. Böyle demiş, ‘Belediye Özel Kalemden 67 bin lira almışsın.’ Alaattin Köseler demiş ki ‘Tövbe almadım.’ ‘Almışsın.’ ‘Almadım’ demiş. Bir bakmışlar giden para değil, gelen para. O niye? Çünkü Alaattin Bey otobüs üstünde söz vermiş, kahvelerde söz vermiş kendi yemek parasını, ulaşım parasını belediyeden almıyor. Belediyede yediği yemeğin, hızla Ankara’ya giderken alınan uçak biletinin parasını hesaplamış 67 bin lira, Özel Kalem hesabına geri yollamış. Tabii bunların kitabında böyle bir şey yok ki. ‘Aha 67 bin lira zimmetine para geçirmiş.’ 67 bin lirayı belediye iade ediyor. Gelen parayla giden parayı karıştıran izansız bu adamı yolsuzluktan içeride tutuyor. Yazıklar olsun hepsine.”

“SÜLEYMAN SOYLU EL KOYDU DOSYALARA, ÜÇ YILDIR TIK YOK”

“Geçen hafta Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı rezaleti anlattım. Bir başka izansız çıkmış, Bursa Büyükşehir’in normal temsil ağırlama giderlerine ilişkin ‘E burada da bu var’ diyor. İzansız... Recep Tayyip Erdoğan’ın veya bir bakanın normal belediyeye gitmesini filan demiyoruz. Denilen şu: Seçim dönemi Belediye Başkanı Aday ve Özel Kalem’den yapılan harcamalar kendi onayı ile. AK Parti özel buluşması giderleri. AK Parti İl Başkanlığına giden paketler. AK Parti İl Binasında kokteyl masrafı. AK Parti temayül yoklaması giderleri. AK Parti Ankara’nın istediği promosyonlar, seçim çalışması, yemek, Hüda Par kongre bedeli. Hüda Par’ın kongresini ödemiş Bursa Büyükşehir. Ülkü Ocakları yemek bedeli. Büyük Birlik Partisi yemek bedeli. Demokratik Sol Parti lansman giderleri. DSP yemek giderleri. TÜGVA yemek bedeli. Milliyetçi Hareket Partisi Kemalpaşa teşkilatının harcamaları. Hepsi birden; 154 kalem, Bursa Büyükşehir’in Özel Kalemi’nden harcanmış. Bunu söylüyorum, bir başka izansız çıkıyor, ‘Efendim Özel Kalem. Temsil, ağırlama olur.’ Olmaz. Hüda Par’ın kongresi Bursa Büyükşehir’den ödenmez kardeşim, yapamazsınız. Demokratik Sol Parti… Bakın geçen hafta saydım. Bu etkinliklerin birinin faturasını ulaştırsın bana. Büyük Birlik Partisi, Hüda Par, DSP, TÜGVA, MHP Kemalpaşa. Hepsi Bursa Büyükşehir’den ödenmiş. Bir de dönüyor, konuşuyor. Yahu dur daha, bu kapağı. Neler var Bursa Büyükşehir’de. Denizli geliyor daha. Balıkesir, Manisa, teker teker… Bunların içinde bakın İstanbul’da 37, Ankara’da 97 yolsuzluk dosyası hazır, Süleyman Soylu geldi ve el koydu dosyalara. ‘Verin, biz bakacağız’ dedi. Üç yıldır tık yok, tık yok. Şimdi söyleyeceğim. Ayrıca bu Bursa Büyükşehir’e baktıkça ve AK Parti’ye baktıkça gülümsemeden bu kadar acılı, tatsız konular arasında utanıyor insan gülümsemeye, güldürmeye. Ama bu AK Partili belediye son seçimden önce Bursa Orman Bölge Müdürlüğü’nün bir arazisine mülkiyet sorununu çözmeden gasilhane yapmış. ‘Mülkiyet sorunu çözülmedi’ ne demek, Orman Bölge’nin arsaya kaçak gasilhane yapmış. Seçimler bitmiş, seçimi CHP kazanmış. Orman Bölge Müdürlüğü, ‘Arsa bizim’ diyerek gasilhaneye el koymuş. Kardeşim haydi biriniz hukuk tanımazsınız da birinizde de hiç mi akıl, fikir yok. Orman Bölge Müdürlüğü gasilhaneyi ne yapacak, Allah korusun? Gasilhaneyi ne yapacaksın? Bırakın yapın tahsisi de hiç olmazsa Bursa Büyükşehir’den hizmet alan herkesin, o bölgede o ihtiyacı hisseden herkesin sorunu çözülsün.”

“AYNI ARSAYI 17 KATI PARAYA İBB’YE GERİ SATIYOR”

“Bu 37 ve 97 dosyadan her birini teker teker anlatmak boynumuzun borcu. Bugün iki tane, sadece iki tane. 2011 yılı. Bir özel şirket İstanbul Fatih’te yeşil alan olan bir arsayı ne akla hikmetse o zaman 25 milyon liraya belediyeden satın alıyor. İmar planında yeşil alan. Bu gidiyor alıyor 25 milyon liraya. Sonra bu şekil alana İBB imar izni veriyor ve değeri katlanıyor. Değeri 430 milyon liraya çıkıyor. 25 milyonluk arsa. Peki ne olmuş bu 430 milyon lira? İstanbul Büyükşehir Belediyesi aynı arsayı sattıktan altı yıl sonra aynı kişiden 430 milyon liraya geriye satın almış. Ardından bu arsayı tekrar yeşil alana çevirmiş. O günkü kurla hesapladığınızda bugünkü para ile 106,5 milyon dolar. Bugünkü para ile 3 milyar 700 milyon lira durduk yerde İstanbul Büyükşehir’in cebinden çıkmış. Yeşil alan olarak satıyor. Kat veriyor. Adam kat yapıp satsa, ‘İmar usulsüzlüğü’ diyeceksin. Aynı arsayı 17 kat paraya İBB’ye geri satıyor. Tam 3 milyar 700 milyon. Bu dosyayı hakime verecektik, Süleyman Soylu elimizden aldı. Şimdi soruyorum. Antalya’da yapılan konuşmaya, Kayseri’de yapılan konuşmaya, orada, burada atılan tweete, Türkiye Başsavcısı gibi atlayan, akın akın giden Akın Gürlek’e söylüyorum. 2011 yılı. Yer, İstanbul. Nasıl DHKP-C davasını bilmem kaç yıl geriye gidecek kadar fikr-i takibin var AKP için. Haydi bakalım bu dosyayı, Süleyman Soylu’nun elimizden aldığı bu dosyayı al da işlem yap bakalım. Akın Gürlek, her gün hatırlatacağım sana bu dosyayı, ‘Ne oldu bu dosya?’

İkinci örnek, bu sefer daha yakın, 2016 yılı. Gerçi burada da 2017 yılında imarlı haliyle satın almış. İBB, 2016’da doğrudan temin yoluyla, 41 milyon liraya Başakşehir’de bir arazi satın alıyor. Araziyi İBB’ye satan kişi, daha doğrusu satan kişilerin avukatı, İBB Sancaktepe Meclis Üyesi. Ayrıca AK Parti Maltepe önceki dönem İlçe Başkanı Kamil Barkır. İsmini de veriyorum. Bu arazinin hiçbir yapılaşma hakkı yok. 41 milyon liraya almışlar. Çünkü olay şu: Arazi askeriyenin içinde. Askeriyenin izni olmadan karayolu ulaşımı yok. Üstünde de uçuş yasağı var askeri birliklerin. Arazine helikopter ile de gidemezsin. O araziyi 41 milyon liraya Başakşehir’de satın almış. Araziye beş yıl sonra, 2021 yılında değerleme yaptırmışlar; 13,3 milyon lira. Yani aradan geçen beş yıla rağmen dört kat değeri sanki düşmüş. Yani o zaman demek ki pahalıya alınmış. Askeri alanda kaldığı için hiçbir işe yaramayan, içine dahi giremedikleri arazi AK Partili Avukat tarafından İBB’ye satılmış. Bugünkü kurla hesapladığımızda 500 milyon lira zararı var İBB’nin. Askeri alanın içindeki karayoluyla gidemediğin, havayolu ile uçamadığın araziyi alıyorlar. Daha sonra da geri satıyorlar. 500 milyon lira da buradan para kazanıyorlar. Dosya hazır. Süleyman Soylu aldı, İçişleri Bakanlığı’nda duruyor. Ey Ali Yerlikaya, Soylu’nun aldığı bu dosyaları Soylu eve götürdü mü, götürmedi mi bir bak. Orada duruyorsa soruşturma iznini ver. Ey Türkiye Başsavcısı Akın Gürlek, bu dosyayı her şey istediğin gibi İBB’den iste, gereğini yap. Yapmadıkları takdirde her hafta bu dosyaları da yenilerini de hatırlatmaya devam edeceğim. Çünkü İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyasi operasyon şefi değildir. İstanbul’da adaletin tecelli etmesine memur kılınmış kişidir. Hepinizin vergileriyle maaş almaktadır. O maaşın gereğini ya yapacak ya da o aldığı maaşları kendisine haram, zıkkım edeceğiz.”

“KATLİAMA AĞLAYAN YURTTAŞLARININ SESİNİ DUYMADILAR”

“Hepimizin gözü kulağı bir yandan da Suriye’de. Son olayları üzüntüyle, endişeyle takip ediyoruz. Suriye’de oluşturulan yalancı baharın havası dağıldığında sivil kayıpların yaşandığına, saldırıların tekrar başladığına şahitlik ettik. Lazkiye ve çevresindeki Aleviler, Arap Aleviler hedef oldular, katliama tabi tutuldular. Aslında bugünlerin geleceği Hatay’daki akrabalarının, aylardır endişelerinden, serzenişlerinden, onların kanaat önderlerinin bu Meclis’e kadar gelip seslerini duyurmaya çalışmalarından belliydi. Akrabaları var. Türkiye kendi sınırından binlerce, onbinlerce kilometre ötedeki çatışmalı yerlere Birleşmiş Milletler görevi gereğince asker yollayan Türkiye, sınırlarından 65 kilometre aşağıda olan ve adım adım gelen bir katliama ağlayan yurttaşlarının sesini duymadı maalesef. Biz duyduk, söyledik duyurduk anlattık. Telefon açtık, gölge bakanları görevlendirdik. Ancak ‘Merak etmeyin, Suriye yönetimi kontrol altında. Kravat taktı, akıllandı. Tam hakimiyet sağladı. İyiye gidecek, miyiye gidecek’ dediler. Esas olarak da yapılması gereken doğruyu yapmadılar. . Neydi o doğru? Suriye’yi gerçekten temsil eden, sadece Sünnilerin değil Alevilerin de sadece Arapların değil Türkmenlerin de Kürtlerin de Dürzilerin de temsil edildiği bir geçiş hükümetinin kurulması, burada tüm tarafların temsil edildiği bakanların olması, Suriye ordusunun artık yabancı, dışarıdan gelen, gelirken Tiktok’a ‘Cihada gidiyorum, Alevi kesmeye gidiyorum’ diyen adamların şimdi ordunun içine alındığı bir sürecin içindeyiz. Dünyanın dört bir yanından gelen cihatçıların görev yaptığı bir orduya, bu insanların hayatı teslim edilemezdi. İşte yapılması gerekenleri yapmadıkları için orada bir büyük katliam yaşandı. Önce rakamları söylemediler, küçük gösterdiler. Sonra videolara ‘Eski videolar’ dediler ama en sonunda ortaya çıktı. Şimdi ‘El Şara’yı uyardık. Dikkatli olacak. Soruşturma açtı’ diyorlar. Peki hem Suriye’deki zaferin mimarıydın. Suriye çok iyi olmuştu. Esad gitmişti, zulüm bitmişti. Esad’ın yaptıklarını doğrudan bir gruba, Arap Alevilerine, dönüp de Nusayrilere yüklemek, onları hedef göstermek, onları şeytanlaştırmak, hangi aklın, hangi vicdanın eseridir? Haydi bunları oradaki o cihatçılar yapıyor. Dünkü uyarılarımıza rağmen o cihatçıların elinde silah, güvenlik gücü olmuş. Peki senin bütün yaptığın her işi öven, resmen iktidarının Pravda gazetesi Yeni Şafak gazetesinde adam çıkıp köşe yazıyor ve diyor ki, ‘Nusayriler emperyalizme yaptıkları köpekliğin bir sonucu olarak hala Suriye’de sivil insan öldürecek kadar alçak oldukları için gebertiliyorlar.’ Bunu söyleyen, bir twitter hesabı olsa… Değiştirin rolleri. Bunu söyleyen bir Twitter hesabı olsa ve bunu El Şara’nın militanları için söylüyor olsa, bugün İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı harekete geçer, hesabı bulur. Sabah evi basar, getirir, ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmenin, dini duyguları istismar ederek kin ve nefret yaratmanın’... Bundan daha başka tanımı var mı? Var mı başka tanımı? O Nusayri dediğin Arap Alevilerinin akrabaları 50 kilometre ötede, Hatay’da yaşıyor. Gözyaşı döküyor. Alçak adam. Dava açacaksa ‘alçak adam’ lafını yazıyı yazana söyledim. Öbürü dava açacaksa zaten açacak bir sebep buluyor.”

“PARTİMİZ, ALEVİ İLE SÜNNİ KARDEŞLİĞİNİN TEMİNATIDIR”

“Biz burada dünyanın neresinde olursa olsun, Filistin ise Filistin’de, Ukrayna ise Ukrayna’da, dünyanın herhangi bir coğrafyasında bir masum kanı akıyorsa onların yanında duruyoruz. Bir de dün utanmadan çıkmış iki ittifak ortağı. Efendim CHP, Esad artıklarının yanında duruyormuş. Ben Esad ile tatile de gitmedim, el ele, göz göze, kol kola gezmedim. Esad’a hep ‘diktatör’ dedim. Sırf eski ettiğim güzel laflar yüzüme vurulmasın diye Esad denen adama ‘Esed’ demeye de başlamadım. Biz demokratik Suriye’den yanayız. Eşitlikten yanayız, barıştan yanayız. Öyle Alevi - Sünni kavgası… Türkiye’de Alevi ile Sünni’nin barışının, kardeşliğinin, kol kola girmelerinin her zaman birlikte olmalarının, birlikte ağlamalarının, yaslarının, birlikte gülmelerinin, aşureyi birlikte kaynatmalarının, iftarı birlikte yapmalarının teminatıdır Cumhuriyet Halk Partisi. Teminatı biziz, teminatı. Bir Alevi’yi vali yapmayan adamlardan, bir Alevi’ye terfi vermeyen adamlardan sonradan Alevi açılımı yapıp da bir de kadroları dışarıdan devşirip, kapı kapı gezdirip, ‘Ne ihtiyacınız varsa verelim…’ Süleyman Soylu’nun danışmanı Türkiye’de tek tek gezdi. Ne için gezdi? Oy için gezdi. Aleviler ile Sünnilerin ilişkisi, bizim canlarla ilişkimiz, o ilişkisi değildir. Et ile tırnak olmaktır, kaş ile göz olmaktır, kalp ile ciğer olmaktır. Ne konuşuyorsun sen? Bu toplumda toplumsal barışı savunmanın yolu, bu meselelere katile bakarken kör olmaktan bakar. Kör olacaksın katile bakarken mezhep yönünden. Katil, mezhebi ne olursa olsun katildir. Cani, tabiatı ne olursa olsun canidir. Tecavüzcünün siyasi partisi olmaz. Hırsızın siyasi tercihi olmaz. Cumhuriyet Halk Partisi suçlulara da katillere de canilere de mezhebine de etnisitesine de kör olarak, ama bütün insanlara gönül gözü açık olarak bakar. Bu kadar söylüyorum.”

“DEMOKRATİKLEŞME PAKETİNE İHTİYAÇ VAR”

“Dün DEM Parti’nin değerli Eş Genel Başkanlarını ve heyetini Genel Merkezimizde karşıladık, ağırladık. Verimli bir görüşme yaptık. Kürt meselesinde tarihsel tutarlığa sahip olan bir parti olarak durumunun, tutumunun en net olduğu, bu süreçte yapılan bütün kamuoyu araştırmalarında da tutumundan herkesin emin olduğu ve tutarlı bulduğu bir siyasi parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Yıllardır dediğimiz gibi konjonktürel bakmayız. Kürtler ‘Sorunum var’ diyorsa Kürt sorunu vardır, çözülmelidir. Nasıl çözülmelidir? Demokratikleşme ile çözülmelidir. Bu Meclis’in çatısı altında çözülmelidir. Kürt sorununu da kapsayan hatta Kürt sorununu da aşan hem Alevilerin sorunlarını, hem Kürtlerin sorunlarını hem de Türkiye’de ifade özgürlüğüne ilişkin, Türkiye’de kişisel hak ve özgürlüklere ilişkin, evrensel kazanımları bırakın Türkiye’nin 20 yıl önceki kazanımlarının da fersah fersah gerisinde kalmış tüm sorunlarını çözecek Kürt meselesini de kapsayıp, halledecek bir demokratikleşme paketine ihtiyaç olduğunu söylüyoruz. Bir yandan belediyelere kayyum atacaksın, Kürtlerin yoğun olduğu ilçelerde, şehirlerde. ‘Siz teröristsiniz, biz yöneteceğiz’ diyeceksin. Hem de sonra bir başka taraftan, bir başka müzakere ile bir başka açılım yapacaksın. Örneğin İstanbul İttifakı, Kent Uzlaşısı, o dönemlerde ‘DEM’leniyorsunuz. PKK’lıları belediyelere dolduracaksınız’ diyorlardı. Şimdi geçmişte terör örgütü olan PKK, gelecekte terör örgütü olmaktan çıkacak anlaşılan. Geleceğe dönük terör örgütü icat ediyorlar. O kişilerin gittiği bir kongre üzerinden bir terör tanımı yapıyorlar. Oranın üzerinden belediye meclis üyelerine saldırıyorlar, sonra da çıkmış ‘Efendim bir sihirli değnek değdi, bütün sorunlar çözülecek, Türkiye’de terör sorunu da bitecek, Kürt sorunu da tarihe gömülecek.’ Bunu yapmanın yolu, Kürtler için de Türkler için de demokrasidir. Bunu yapmanın yolu, kayyumları tarihe gömmektir. Bunu yapmanın yolu, herkesin ifade özgürlüğünün önünü açmaktır. Herkesin inanç özgürlüğünün önünü açmaktır. Devletin tarafsız ve yasakları yasaklayan bir çizgiye dönmesidir. Yıllar önce ‘Yasaklarla mücadele edeceğiz’ diye gelip, Türkiye’yi bırakın Avrupa’nın, dünyadaki ülkelerin içinde yasakların en yüksek olduğu, en fazla olduğu, en çok şikayet edildiği bir ülkeye getirenlerin Türkiye’ye kazandıracak bir şeyi yoktur. O yüzden bıraktım Tayyip Erdoğan’ı. Hasta yatağındaki Genel Başkan ile asla polemik yapmam. Ama bu Meclis’in bir başkanı var. Sayın Kurtulmuş‘a bir çağrıda bulunmuştum. Dedim ki ‘İnisiyatif alın. Gelin bu parlamentonun tüm partilerini Türkiye’nin tüm sorunlarını çözecek, önünü açacak ve Türkiye’nin zenginleşmesini sağlayacak bir büyük demokrasi yürüyüşünü, siyasi parti gruplarına yapacağınız çağrı ile başlatalım.’ Sayın Kurtulmuş‘un her şeye rağmen ben hızla inisiyatif almasını beklerim. Ama günü gelince devreye gireceğini, Meclis’in inisiyatif alacağını ve bu konuda adımlar atacağını söyleyen ifadelerinden memnuniyet duyduğumu da ifade etmek isterim. Süreci dikkatle takip edeceğiz. Kimse endişe etmesin. 100 yıllık Sivas Kongresi’nden beri gelen, 106 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi burada. Kökü sağlam, temelleri sağlam, gövde sağlam. Ne kolonumuzda kırık var, ne kirişimize bir şey çaktırmışız. Dimdik ayakta duruyoruz. O yüzden, ‘Kişisel pazarlıklar olur mu? Al-ver işleri yaparlar mı? Bu işin sonu bir anayasa bilmem nesi olur mu? Oradan birileri kanar, birileri kandırılır mı?’ Bunların hepsi bir yana. Biz hem önümüzdeki seçimlere gidip de bu millet bu parlamentoya gerçek, sivil, demokratik bir anayasa yapma yetkisi verene kadar, mevcut anayasaya bile uymayanlarla anayasa masasına oturmayız. Nokta.”

“CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN KENDİSİNE AİT BİR PLANI VARDIR”

“Hiçbir pazarlığın tarafı olmayız, olanların olduğunu görürsek de onlardan tarafa olmayız, onlarla aynı yerde olmayız. Ama biz süreci dikkatle, hassasiyetle, şehit ailelerinin ve gazilerin de teminatı olarak, onların da mutlaka rızalarının alınmasını gözeterek parlamento zeminde takip etmeye devam ediyoruz. Kimse bizden ne ön kesen, kanın akmasını, şehit gelmesinin durmasını, terörün bitmesinin ve insanların, Türkiye’nin demokratikleşip özgürleşmesinin önünde engel olmamızı beklesin ne de başkasının planına alet olmamızı beklesin. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendine ait bir planı vardır, o da bu ülkeyi gerçek bir demokrasiye kavuşturmak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayallerini gerçekleştirmektir.”

“HEP BİRLİKTE AYAĞA KALKTIK”

“Son olarak bir teşekkürle bitirmek isterim. Şubat ayı içinde kısa Şubat’ta dedik ki ‘Baba evinin kapılarını açıyoruz.’ Şu anda o gün 1 milyon 530 bin üyemiz vardı. Dedim ki, ‘Hadi bakalım gençler gelsin, baba evinin kapısı açık. Milliyetçi demokratlar, muhafazakar demokratlar, Kürt demokratlar gelsin, Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayıt olanlar Şubat sonuna kadar, Şubat ayının sonunda kesinleşecek listelerle 23 Mart’ta oy kullanacaklar.’ Ve ‘1 milyon 600 bin üye ile sandığa gideceğiz’ demiştik. 28 Şubat geldi bitti, kayıtlar artık devam ediyor ama o güne kadar kaydolanlar Türkiye’nin cumhurbaşkanı adayını ilk ön seçimle belirleyecek o tarihi seçiminde seçmen oldular. 70 bin diye gelsin diye beklerken tam 230 bin yeni üye ile 1 milyon 750 bine ulaştık. Bir yanda ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ lafı. Recep Tayyip Erdoğan’ın bence hayatında söylediği en doğru laf. ‘İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır’ lafı. Bu ondan da doğru. Bu yüzden İstanbul’u kazanana, kendisini dört kez yenene bir kez daha bu şansı vermemek için onu kuşatmaya çalışan, onu kuşatmak için masum belediye başkanlarımızı içeri atan, suçsuz insanlara terör yaftası sürmeye çalışan ve kendi belediyelerindeki akıl almaz yolsuzluklar ağı bir yana, kir tutmaz Cumhuriyet Halk Partisi’ne elindeki kiri bulaştırmaya çalışan anlayışa inat, biz sinmedik, geri adım atmadık, eğilmedik, susmadık. Hep birlikte ayağa kalktık. Meydana okuduk. 23 Mart’ta Türkiye’nin baharıdır. Dünyada diktatoryal rejimler, örneğin Arap Baharı’nda milyonların meydanlara çıkmasıyla değiştiler. Onu, o işleri BOP’a ve BOP’un Eş Başkanı’na soracaksınız. Bizim Gazi’den aldığımız miras sandıktır. Sandığa inanırız, sandığa güveniriz. Seçimsiz hiçbir şeye tevessül etmeyiz. Şimdi o esas sandığı getirebilmek için ön seçim sandığı var. 23 Mart Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Baharı’nın tarihidir. 1 milyon 750 bin üyemize sesleniyorum. 23 Mart sabahı kalkın, uyanın, ayağa kalkın ve sandık başına koşun. Bir sonraki cumhurbaşkanını seçmeye gidiyorsunuz. Gelin, seçin, tarihe geçin. 230 bin genç üyemize 1 milyon 750 bin üyemize sesleniyorum. Gel, seç, tarihe geç. Hepinize güveniyorum, hepinize inanıyorum. Gençler sizi yürekten selamlıyorum. Gelin, seçin, tarihe geçin. Teşekkür ediyorum.”

SURİYE’DEKİ ANLAŞMAYI DEĞERLENDİRDİ

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Grup Toplantısının ardından gazetecilerin sorusunu yanıtladı. Özel, Suriye’deki son anlaşma hakkında şöyle konuştu:

“Şimdi bu anlaşma ile ilgili şu anda dün akşam sekiz madde açıklanmıştı o maddeler takip ediliyordu. Ben buraya gelmeden önce sözcüleri SDG’nin anlaşmanın içeriğine ilişkin çok yapısal farklar söyledi. Örneğin dün akşamki bilgi, petrol kaynaklarının merkezi hükümete geçecek olmasıydı kontrolünün. Ve SDG’nin Suriye ordusuna katılacağına yönelikti. Ama bugün sözcülerinin açıklaması ‘Bütün kaynaklar, petrol kaynakları bizde kalacak, kendi bölgemize asla Suriye Merkezi Ordusu girmeyecek, biz kendi bölgemizi koruyacağız. Ayrıca da sembolik olarak da sınır kapılarına Suriye bayrağı çekeceğiz’ dedi. Şimdi birbirinden çok farklı iki durum varken, bu konunun hızla güvenilir kaynaklar eliyle netleştirilmesi gerekiyor. Sonuçta biz Suriye’yi toprak bütünlüğünü koruyacak, Suriye’de çatışmaları bitirecek, tüm tarafları kapsayacak demokratik bir anayasaya ulaşacak şekilde ve bir geçiş hükümetine katkı sağlayacak her türlü adımı doğru adım olarak buluruz. Ama bu anlaşma Suriye’ye barış getirecek bir anlaşma mıdır, yoksa bu anlaşma yeni itirazlar, yeni endişeler üretecek bir anlaşma mıdır bu konuda netleşmesi lazım. Biz ihtiyatlı bir iyimserlikle takip ediyoruz meseleyi. Ama sonuçta kanın durmasıdır esas, çatışmaların bitmesidir esas. Ve bütün Suriye’yi kapsamasıdır esas. Mesela bu anlaşmanın Alevilere nasıl bir güvence verdiğini de bilmek, görmek gerekir. Tüm taraflar Dürziler açısından da hassasiyet çok önemlidir. Bütün taraflar açısından bu anlaşmanın ya da daha kapsamlı anlaşmaların çatışmaları bitirmesini ümit ederim ben sadece.”


CHP TBMM GRUP TOPLANTISI