12.03.2024
12.03.2024
“FAİZİN SEBEP, ENFLASYONUN SONUÇ OLDUĞUNA KENDİNDEN BAŞKA İNANAN YOKKEN BU YÖNTEMİ ISRARLA UYGULADI”
“VİCDANLARIN BİR ARAYA GELEBİLECEĞİ BİR İTTİFAKA İHTİYAÇ VAR”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir’de iş dünyasından temsilcileri ile bir araya geldiği toplantıda, “Geçen seçimlerde ittifak yapmış olduğumuz seçmenle, yöneticileri ile anlaşamamış olabiliriz ama o seçmenle sandıkta vicdanların bir araya gelebileceği bir ittifaka ihtiyaç var. Çünkü o seçmenin 2019 seçimlerindeki motivasyonu değişmedi. O seçmenin motivasyonu saraya itiraz” dedi.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İzmir’de iş dünyasının temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda yaptığı konuşmada, “CHP çok güçlü ve motivasyonu güçlü bir ekip. CHP’liler önceki görevleri, şu anki görevleri ve gelecekte üstlenecekleri görevleri ile motivasyonları makam, mevki ve koltuktan ibaret olmayan, aksine yıllarca genel iktidarda bulunmamalarına rağmen onları bir arada tutan idealin heyecanla onları var ettiği, yarınlara taşıdığı kişilerdir. Motivasyon vatan sevgisidir, ülke sevgisidir. Halka duyulan sevgi, ona karşı hissettikleri yükümlülüklerdir, bayrağa bağlılıktır, Atatürk sevgisidir. Bu değeri taşıyan tüm yöneticilerimizde, bu görevini 1 Nisan’da devredecek olan Tunç Soyer Başkanımın şahsında hepsine geçmiş emekleri, gelecekte kente ve partimize yapacakları katkıları için teşekkür ederek sözlerime başlamak isterim” dedi.
“BEN YİNE İZMİRİME GİDEYİM”
Özel, “Ben Manisa’nın İzmir’e en yakın noktasında oturuyorum, 25 dakikalık mesafedeyim. Buradaki katılımcıların pek çoğu buradan ayrılıp eve giderken benden daha çok zaman harcayacaklar. İzmir ile ilk bağım, 4-5 yaşında fuarında ayaklarımız şişercesine bütün gece gezip son otobüsle Manisa’ya döndüğümüz günleri saymazsak, 10 yaşında hemen şuracığa İzmir Büyük Dershane’ye geldiğim, 1984 yılından beri, 10 yaşından beri İzmir’deyim, İzmir’le beraberim, İzmirlilerle birlikteyim. İzmir’den çok şey aldım. Salonda bulunan yatılı okul arkadaşlarım var. Ortaokul ve lisede buradaydım. Üniversitede Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesindeydim. 1993’te eşimle tanıştım, 30’uncu yılımızı geçen sene geride bıraktık. O günden bugüne İzmir hep bana bir şeyler kattı. Daha sonra vatani görevimi yapmak için gittim, 500 kişi içinden dönem ikincisi oldum. Yaşım gençti, hızlı koştum, çok çalıştım. İstediğin yerde askerlik yap dediler. Manisa’da yapabilirdim ama Manisa’da yaptığımda Manisa’da askerlik görevini yaparken o dönemden sonra eczacılık mesleğini yapacağım yerde, görevi tam yapsam birilerini üzerim, onları üzmesem ileride sıkıntı çekerim, ben İzmir’ime gideyim dedim. Ege Bölge Deniz Komutanlığında askerlik yaptım” ifadelerini kullandı. Özel ayrıca şunları söyledi:
“ANAYASA ONLARA KAMUSAL SORUMLULUK YÜKLER”
“24 yaşında evlenerek, Manisa’daki evimize yerleşerek, İzmir ile olan bağımı, hafta sonları ziyaret, arkadaşları ziyaret, sonra Manisa Eczacı Odası’na Türkiye’nin seçilmiş en genç oda başkanı olarak başkanlık yaptım. Ege Bölgesi Eczacı Odaları Birliği’ni kurdum ve ona başkanlık, sözcülük yaparak yine İzmir ile bağlantılı hayatla devam ettim. Dünya kadar meslektaşım, dostum, arkadaşım, her adımda bir sonraki için beni hep teşvik ettiler. Türk Eczacılar Birliğine en genç yönetici, genel sayman, genel sekreter görevlerimde hep beni ilk teşvik edenler İzmirliler oldular. Ben nereye geldiysem, ortak akılla yönetilen kamu kurumu niteliğindeki bir meslek örgütü sayesinde geldim. Türkiye gibi ülkelerde sivil toplum üyelikleri yeterince olmadığı ve meslek örgütleri sivil toplum refleksleri gösterdiği için meslek örgütleri kendilerine sivil toplum kuruluşları diyor. Oysa anayasadan ödev alan Meclis’in görev bilip çıkardığı bir yasa ile araçlarının ve plakalarının dahi siyah olduğu, belli hizmetleri sunmak için üyelik zorunluluğunun bulunduğu yapılar sivil yapılar değildir. Bu yapılar kendi üyelerini hak ve menfaatlerini kamunun müşterek menfaatleri ile birlikte telife mecbur yapılardır. Anayasal güçleri onlara kamusal sorumluluklar yüklerler.”
“İZMİR’DEN ÖDEV VE SORUMLULUKLARLA AYRILDILAR”
“Korunacak bir kent var. Kente karşı işlenebilecek suçlar var. Doğa var, çevre hakları var. Yeterince sivil toplum örgütlenmesi yok. O zaman neye ihtiyaç var? Meslek kuruluşlarının sivil toplum refleksi göstermesine ihtiyaç var. Bu yürüyüş az gelişmiş bir toplumdan, çok gelişmiş bir demokrasiye yürünürken, yürünen önemli bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getiren, bu cesareti gösterebilen, bu konuda katkı koyabilen tüm başkan ve yöneticilere büyüdüğüm bu kent adına teşekkürü borç biliyorum. İzmir’de İzmir’in sanayici ve ticaret erbapları ile birlikteyiz. Yerel seçim sürecindeyiz. 101 yıl önce İzmir tarihi bir kongreye ev sahipliği yaptı. İzmir İktisat Kongresi’ne. 1135 delege toplandı. 16 gün konuştular. Genç Cumhuriyet aslında istişarenin, ortak aklın, ben bilirim, ben söylerim, benim dediğim olur, bizim dediğimiz olur demek yerine biraz önce talep edilen ve takdir edilen ortak akıl, İzmir’i İzmir yapan iletişim, birlikte karar verme süreçlerini ta o günden tarif ettiler. Genç Cumhuriyetin ekonomi politikaları Ankara’dan ben yaptım oldu anlayışı ile değil farklı görüşlerin tam 16 gün boyunca alınarak, çalışılarak, yazıya dökülerek, İzmir’den ödev ve sorumluluklarla ayrılarak gerçekleştirildi.”
“ENDÜSTRİ 5.0 KONUŞULURKEN…”
“Gazi Mustafa Kemal Atatürk şöyle söylüyordu: ‘Hepimizin istediği şudur ki artık bu memleket böyle fakir, bu millet böyle değersiz değil. Belki memleketimize zengin memleketi, yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar memleketi denilecektir. Böyle bir devirde en büyük makam çalışanlara, çalışkanlara ait olacaktır’ diyebilecek vizyonu ortaya koymuş çalışanlar çalışkanları, üretecek olanlarla yönetecek olanları, ne cümlede ayırmış, ne başka yerlere koymuş. 1 Nisan sonrası bir gün misafir olursak daha geniş bir zamanda bütün dünya endüstri 4.0’ı yaşadığı ve 5.0’ın konuşulmaya başladığı süreçlerde, bizim emek 4.0 perspektifi ile neleri nasıl konuşmamız gerektiğini gündemleştirmek, sizlerle tartışmak, katkılarınızı almak, sosyal demokrat bir perspektifle sürdürülebilir ekonomi ve kalkınma açısından, toplumun iç huzuru, rahatı ve toplumsal barış açısından ne kadar önemli olduğunu sizlerle detaylandıracak fırsatı özlediğimi ve talep ettiğimi ifade etmek isterim.”
“BORCU OLAN ÖZGÜR OLAMAZ”
“Genç Cumhuriyet İzmir İktisat Kongresi’nden sonra 8,5 milyon altın borç ödedi. Borçlu kalmadı çünkü borçlu kalıp emir almak istemedi. O günlerden bugünlere baktığımızda, o günkü ortak akıl, ortak niyet, o günkü borçsuz olma ve ekonomide bağımsız olma yani yaklaşan seçim süreçlerinde dahi birtakım dünya liderlerinin borçları ertelemesinin yaratacağı siyasi fırsata tenezzül etme meselesi ile Osmanlı’nınki savaş yapılmış, olmuş ve bitmiş, yeni Cumhuriyet ilan edilmiş, o borcu hangi ülkeyi istila ettiyseniz oradan alın, size kim kırmızı halı serdiyse ondan talep edin deme imkanı varken, borç bizim borcumuz, borcu olan özgür olamaz, egemen olamaz yaklaşımını hatırlatarak, bahse bir küçük soru işareti, bir sempatik gülücük işaretiyle birlikte koymayı son derece önemli görüyorum. Bir yandan bu ülkeyi yöneten hükümetin özelleştirmelerle, İzmir’de en çok söylenen kentteki ifadesiyle 10 yılda 15 milyon genç yaratırken, demir ağlarla ülkeyi dört baştan örerken, yapılan KİT yatırımlarının, yani özel müteşebbislerin yapamayacağı yatırımların, o gün devlet eliyle yapılmasının ve daha sonra yatırımların geliştirilmesinin, devredilmesinin sürecinin özelleştirme kısmında, 60 milyar dolarlık özelleştirmenin bugün Türkiye’yi yöneten hükümete nasip olduğunu, 79 yıllık Cumhuriyet tarihinde toplanan vergilerin tam 4 katının bugünkü iktidar döneminde toplanmış olduğunu not etmek isterim. Biz KİT’leri, Sümer Bank’ı, o dönemdeki basma fabrikasını, kağıt fabrikasını, bot fabrikasını, lastik fabrikasını, çimento fabrikasını bunları halen devlet mi işletmeliydi sorusuna, evet diyecek bir CHP’li yok ama onların gelirlerinden, özelleştirmelerinden gelen gelirlerle bugün özel sektörün yapamadığı çok küçük birkaç örneğinden haberdarım.”
“İZMİR HİZMETE BAKAR”
“Örneğin üniversite, sanayi işbirliği ile Finlandiya’daki Nokia gibi bir markanın genç Cumhuriyetin 75’inci yılında ya da Güney Kore’nin yaşadığı sanayileşme, sanayi ürünlerinde yaşadığı yüksek getirili süreçlerin Cumhuriyetin 80-90’ıncı yıllarında, 100’üncü yılında ABD çoğu üretiminin çok uluslu bambaşka yerlerde yapılan ama hepimizi haraca bağlayan Apple teknolojisinin Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılında mahrum olduğunu ancak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve çağdaş Cumhuriyetin KİT’ler, yapılamayan yatırımların devlet tarafından yapılması noktasında o özelleştirmelerden gelen 60 milyar doları inovasyona, üniversite sanayi işbirliğine, yüksek katma değerli ürünlerin geliştirilmesi noktasındaki ilk adımların atılmasına harcayamadığımızı ve o Cumhuriyet’in ilk 15 yılındaki yatırımların, nerelere doğru dönüştüğünü görmek gerekiyor. Burada esaslı bir tartışmayı herkesin kendi vicdanında yapması lazım.”
“İZMİRLİLER ÖDÜLLENDİRİR”
“Bir rota meselesi var. Bu ülkeye, ülkenin birinci Cumhurbaşkanı bir rota çizdi. Bu ülkeye mevcut Cumhurbaşkanı bir rota çiziyor. Birinci Cumhurbaşkanı bir yön olarak seçmedi batıyı. Çünkü daha önce bugün de çok popüler olan bir tartışma, beka tartışması bu ülkede yaşandı. Niye yaşandı beka tartışması? Matbaa 200 yıl geç geldi diye yaşandı. Birileri bilimle, fenle uğraşırken biz hurafe ile uğraştığımız için yaşandı. Birileri halkı zenginleştirmeye çalışırken, zengin birileri saraylarda oturup halkı tebaa gördüğü için yaşandı. Birileri örneğin 1200’lerin başından başlayarak, vergide rıza ilkesi, devletin alan sağ eli ile dağıtan sol elinin dengesinden parlamenter yürüyüşe başladığı için. Önce vergi verenlerin rızası için, bir oturup tamam birlikte konuşacağız hakkını almışken, sonra yahu söylüyoruz, söz uçuyor, yazıp da verin derken dilekçe hakkını 1400’lü yıllarda dünya halkları adına İngilizler elde ediyorken, sonra dilekçeyi okuyorsun da bildiğin gibi yapıyorsun, nasıl yapacağını yazayım. Kabul ediyorsan altına kral mühür vursun, imza atsın dediğinde ilk kanun teklifi hakkı elde edilirken bunun adı insanlığın demokrasi adına kazanımları. O sıralarda insanlık parlamentoyu tek adam yerine ortak aklı, hep birlikte ortak akıl ile vergide rızayı, üretilecek hizmetlerin talebini konuşuyordu dünya. 1700’lerde Fransa, 1800’lerde ve Türkiye halen daha birileri diyor ki, biz bu CHP zihniyeti ile 150 yıldır karşı karşıyayız. Evet, 150 yıllıdır karşı karşıyayız.”
“ANADOLU’NUN GÖBEĞİNE BAŞKENT KURANLARIZ BİZ”
“Biz Birinci Meşrutiyetten yanaydık. İkinci Meşrutiyetten yanayız. Jön Türkleriz biz. Kapalı parlamentoya isyan edenleriz. Açılan Meclis-i Mebusan’ın başarılı olmasını isteyenleriz. Baktık olmadı Samsun’a çıkıp, işte o istişare dediğimiz mekanizmalarla tek adamın fikri ile değil, kongrelerle önce kurtuluşu sonra kuruluşu örgütleyenleriz biz. Stratejik bir kararla kolay istila edilemeyecek bir başkent diye Anadolu’nun göbeğine başkent kuranlarız biz. Ondan sonra neyle yöneteceksin diyene, İngiliz tipi krallık mı, Osmanlı tipi padişahlık mı, Amerikan tipi başkanlık mı sorusuna, Cumhuriyet, parlamento diyenler, millet ne görev verirse onu yaparız diyenleriz biz. O kişiler, o kişi, o deha ve onun ekibi bize batıyı işaret etti. Neden? 200 yıl boyunca biz beklerken, matbaayı bulup ilim, fen diye ilerlediği için, ilerleme orada olduğu için. O yöne gittiğinizde hedef belli. Bir hedefi vardı Türkiye’nin. Ecevit döneminden başlayarak, ifade edelim. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefi vardı. O hedefin adı Avrupa Birliği’ni muasır medeniyetler kabul ediyorsanız, oraya yürürseniz, orada varacağınız nokta 54 bin dolar ortalama milli gelir. Bugün Türkiye’nin ortalama, döviz biraz ucuz kalınca seviniyor Maliye Bakanı 13 bine çıkıyoruz diyor, döviz 32,5 olunca yine 11 bine düşüyoruz. 11 bin dolar milli gelir hedef, birinci Cumhurbaşkanını gösterdiği hedef en basitinden 55 bin dolar. Ya daha yukarıları söylüyorsa, İskandinav ülkelerini, 75 bin dolar. Son Cumhurbaşkanı rotayı değiştiriyor. Bize Avrupa Birliği lazım değil. Bu tarafa giderim diyor. Şangay İşbirliği Örgütüne. Eyvallah. Senin gösterdiğin yöne gidersek ne olacak? Kişi başına ortalama milli gelir 4 bin 500 dolar. Yani, evet hizmete bakarız. Ama bir de rota var. Bir geminin kaptanının, İzmir’in de çokça inandığı, gösterdiği, kaptanın gittiği yer. Güçlü parlamentolar, kuvvetler ayrılığı, mütevazı liderler, zengin bir halk, alabildiğine demokrasi, hukuk güvencesi ama bugün İzmir’e bir başka şey teklif edenlerin gösterdiği yerde 4 bin 500 dolar. Saraylar, güçlü lider, fakir halk. Olmayan demokrasi. Kuvvetler birliği. Hangi tarafa gitmek lazım? Ne tarafa yürümek lazım? Esas temel soru bu.”
“YILLARDIR İZMİR’E OY VERMİYORSUN O YÜZDEN BU HALDESİN DİYORLAR”
“Bu seçimi kimin kazanacağını düşünürken, rotaya karar veriyorsunuz. O yüzden Atatürk’ün annesine misafirlik yapan, Karşıyaka’da bağrında tutan İzmir. İlk kurşunu atan İzmir. Son kurşunu atan, düşmanı döken İzmir. Tek adamın ne olduğunu ve güçlü parlamento kuran bir demokrat adamın ne olduğunu bildiği için CHP’den vazgeçmemektedir. Mesele bu kadar basittir ve nettir. İzmir bile ve isteye geri bırakılmaya çalışılıyor. İzmir kendi potansiyeli, yöneticilerinin vizyonuyla, Tunç Başkandan da önce 3A alabilen ve Türkiye’nin kredi notunun çok ilerisinde güven telkin edebilmiş. Sadece Karşıyaka Belediyesi için bakalım.”
“BİR DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM MESELESİ”
“İzmir’de belediye başkan adayları belirlerken, bütün Türkiye’deki gibi memnuniyet anketleri yaparız. Memnuniyet anketlerinde İzmir’deki yerel yöneticilerin en güçlük çektikleri yan şudur. İzmir seçmeninin notu kıttır. Buradaki belediyeleri başka bölgeye yolla, orada çok memnun olunan hizmetler burada İzmir seçmeninin CHP’li belediyelerden yüksek beklentisi yüzünden daha düşük noktalardadır. Bizim İzmir’de aday gösterdiğimiz, göstermediğimiz bütün arkadaşlarımız ve bugün gösterdiğimiz arkadaşlarımız, yerel yönetimler noktasında partimizi hiç utandırmamış ve sıkıntıya sokmamış. Bundan sonraki süreçle ilgili çok umutlu olduğumuz arkadaşlarımız. Ama İzmir’de başka bir şey yapıyoruz. Biraz önce Tunç Başkan da değindi, Cemil Başkan da sürdürdü. Bir değişim ve dönüşüm meselesi. Biz bugün İzmir’de Türkiye’yi yarın yönetecek kadroları, yarın yönetecek anlayışı ve bir değişim, dönüşüm olacaksa bunun tam yeri olan İzmir’de bu adımı atıyoruz.”
“ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİ EMANET ETTİĞİ GENÇLERİ EMANET EDİYORUM”
“Cumhuriyeti kuran partiyiz. Övündüğümüz husus şudur. Cumhuriyeti kuran parti olarak, pek çok AB ülkesinden 40 yıl önce kadına seçme ve seçilme hakkı vermişiz. Hele yerel yönetimlerde 50 yıl önce vermişiz. İzmir’i yıllardır yönetiyoruz. İzmir’de bu seçime kadar gösterilen kadın belediye başkanı sayısı 6. CHP’nin Genel Başkanı, CHP’nin birinci Genel Başkanının koltuğunda oturuyor. O daha dünyada faşizm rüzgârları eserken, Avrupalılar birbirlerinin gırtlağını keserken, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı veriyor. CHP, Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk seçiminde 9 kadın aday, 9’u da seçilecek yerden. Karşıyaka gibi, Konak, Karabağlar gibi İzmir’in en büyük 4 metropolünden 3’üne kadın aday gösterecek özgüvene sahiptir. Adaylarımızın hepsi İzmir’deki bütün kadınlara ve kadın haklarına saygılı erkeklere emanettir. Başka meselesi var İzmir’in. Cumhuriyete sahip çıkıyoruz ya. Atatürk Cumhuriyeti CHP’nin Genel Başkanlarına emanet etmedi, büyükşehir belediye başkanlarına emanet etmedi. Milletvekillerine, askere, genelkurmay başkanlarına emanet etmedi, gençlere emanet etti. İzmir’de CHP’nin aday listesinde 30 belediye başkan adayı vardır. Yaş ortalamaları 58’den 46’ya inmiştir. Genel başkanlarından 3 yaş gençtirler, 40 yaşın altında 12 belediye başkanı vardır. Cumhuriyeti koruyalım diyen herkese Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençleri emanet ediyorum. Bütün İzmirlilere emanet ediyorum.”
“ESAS BEKA SORUNU GENÇLERİN HAYALLERİNİN BAŞKA ÜLKELERDE OLMASI”
“İzmir, firmaların merkez şehirlerine baktığınızda, 13,9 milyar dolarla dördüncü sırada ihracat sıralamasında. Firmaların faaliyet yürüttükleri şehirlere baktığımızda 23,7 milyar lira ile üçüncü sıraya geliyor. Almanya, ABD’ye, İspanya, İngiltere, İtalya’ya yapılan ihracatlar ilk 5 sırada. Türkiye’nin genel sorunlu durumunun en az olduğu illerden bir tanesi ama bütün sorunları tüm sanayicilerle birlikte en büyük yaşayan illerden bir tanesi. Yıllık milli gelirin yüzde 36’sı İzmir’de sanayiye dayalı. AKP iktidarı döneminde İzmir potansiyelinin çok altında işlerle uğraşmak zorunda kaldı. İhracata dayalı sanayiye geçiş için lokomotif bir kent olması gerekirken İzmir’in bu birikiminin maalesef heba edildiğini, sanayicilerin maliyetler, kur belirsizliği, kaybedilen pazarlar kadar nitelikli ara elaman sorunu yaşadığını biliyoruz. Biraz önce Mahmut Başkanımla yukarıda dertleştik. Yoğun, genç üniversiteliler işsizlik sorunu yaşarken, bir yandan sanayi istihdamı için gerekli elemanın açığı yaşanıyor. Bu meselenin kendisinin sorumlusu ne İzmir’in sanayicisidir, ne İzmir’in kendisi, ne başkasıdır. Almanlar çok kısa sürede ortaklaşa bir eğitimden sonra eğitimi segmentlere ayırırken, belli bir yaşa gelince, eli daha tornavida tutabilecek, anahtarı kullanabilecek, metreyi kullanabilecek durumdayken, kimin teknik eleman olacağına, kimin mühendis olacağına, kimin felsefeci olacağına karar veriyorken, biz bu kararı çocukları televizyon dizilerinden etkilenmelerine, biz bu kararı ailelerinin kendi çocukluk hasretlerinin tatmin edilmelerine ya da sadece puan odaklı sınırlamalarla puanım heba olmasın diye en yüksek puanlı yerlere giderim derken, 24 yaşında, mühendis olan, Türkiye’deki mühendis ihtiyacının onlarca katı fazla işsiz mühendis adayından bir tanesi olan ama bir yandan belki zamanında doğru eğitimi alsa, istihdama yerleştirilse çok üst düzeyde, o işsiz mühendislerin her bir tanesi neredeyse asgari ücrete razıyken, misli fazlası maaşa razı olabilecek ara eleman, tekniker, hatta en doğru tanımıyla aranılan elamanlardan mahrum durumdayız. Bunları yapmanın yolu doğru bir yuvarlak masa kurup, Türkiye’nin gelecek 50 yılının birlikte planlandığı ve takip edileceği en önemli maddelerinden bir tanesinin son eğitim reformu olduğu, kimsenin kimseye nasıl bir nesil, efendim dindar nesil, kindar nesil, öyle nesil, böyle nesil. Önemli olan şu, beka sorunu diyoruz ya. Ama kimsenin kurtaramayacağı bir beka sorunu var memlekette. Beka sorununu bugün tarif edenler şöyle tarif ediyor. Dünyanın bütün dış güçlerin gözü Türkiye’nin üstünde, niyetleri bu topraklarda. Olsun. Sen güçlü ol, herkesin gözü orada olsun. Ama esas beka sorunu ne biliyor musunuz? Dünyanın bütün ülkelerinin gözünün bu topraklarda olması değil. Bu topraklarda yetişen gençlerin gözünün, gelecek hayallerinin başka ülkelerde olması. 4 gençten, 3 tanesi fırsatını bulursam yurtdışına gitmek, oraya yerleşmek ve orada kalmak isterim diyor. Türkiye’de gençlerin yüzde 68’i bavulları zihninde toplamış. Esas beka sorunu bu. Yetişmiş gençler, herkesin evlatları ve Türkiye bir yandan 3 çocuk mu yapalım, 5 çocuk mu yapalım? İşte, aktüeryal dengeye bakalım. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bakacağı emekli sayısı, EYT’yi doğru mu yaptık, eğri mi yaptık derken bir yandan yetişmiş gençlerini yurtdışına kaptırma, en kötüsü de onların zihnen motivasyonlarını kaybetme, burada kalsalar da bu ülkeye katkı sağlayacak, kendilerini mutlu, motivasyonlu, yaratıcı, üretici gençler olarak konumlandırmayan, kendilerini burada yalnız, işsiz ve kendisini sadece dışarıya atabilirse bir gelecek hayali olan gençler noktasında ifade ediyorlar. Meselenin bu noktası çok kritiktir.”
“GENİŞ TABANLI İŞSİZLİK SON 32 YILIN EN YÜKSEK RAKAMINA ULAŞMIŞ DURUMDA”
“Bugün maalesef açıklanan son rakam. Türkiye’nin son 32 ayın en yüksek geniş tabanlı işsizlik rakamlarına ulaştığını gösteriyor. TÜİK yüzde 9,1 ilan etti. Ancak bu 9,1 geçen aya göre 85 bin fazla işsiz demek. Ama bu hesaplarda sadece resmi işsizler var. Yani 3 milyon 241 bin kişi. Eksik istihdamdakiler yani haftada 2 saat ve daha fazla çalışanlar, toplam ki bunlar 3 milyon 235 bin kişi ki bu hesapta yok. Umutsuzlar, 4 milyon küsür kişi de ayakları şişmiş iş aramaktan, akbilde bilet kalmamış iş aramaya giderken basmaktan, oturmuş evde, umudunu kaybetmiş aramayan 4 milyon kişiyi de kattığınızda geniş tabanlı işsizlik son 32 yılın en yüksek rakamı yüzde 26,5’a dün ilan edilen rakamlarla ulaşmış durumda. Biz önümüzdeki dönemlerde bu konu ile ilgili çok kapsamlı raporlar ve geniş tabanlı işsizlik, genç işsizliğinin önlenmesine yönelik görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşacağız.”
“SANDIKTA VİCDANLARIN BİR ARAYA GELEBİLECEĞİ BİR İTTİFAKA İHTİYAÇ VAR”
“Biraz önce sayın başkanlarım ifade ettiler. Seçim döneminde ittifaklar çok konuşuluyor. Ben CHP’nin Genel Başkanı seçildiğim günlerde, ittifak kelimesini elbirliği ile yorduğumuzu, bunun yerine işbirlikleri, bölgesel ve yerel işbirlikleri yapabileceğimizi ifade etmiştim ama iş sürecin sonunda, pek çok siyasi partinin kendileri açısından anlaşılır, saygı duyduğumuz şekil tek başlarına yarışa girmeleri gibi bir noktaya getirdi. Öyle olunca CHP olarak Cumhur İttifakı’nın karşısında Türkiye İttifakı ve İzmir için İzmir İttifakı diye bir ittifakın içinde yer almaktan başka yönelimimiz olmadı. İzmir İttifakı ve Türkiye İttifakı’nın ortak özelliği şu. Geçen seçimlerde ittifak yapmış olduğumuz seçmenle, yöneticileri ile anlaşamamış olabiliriz ama o seçmenle sandıkta vicdanların bir araya gelebileceği bir ittifaka ihtiyaç var. Çünkü o seçmenin 2019 seçimlerindeki motivasyonu değişmedi. O seçmenin motivasyonu saraya itiraz. Tek adam rejimine, git gide otoriterleşen sisteme itiraz, hukukun ayaklar altına alınmasına itirazsa devam ediyor. Diğer taraftan o ittifakın içinde yer alan MHP’nin içinden ayrılanların itirazları zaten sürüyor. Biz İzmir’in sokaklarında yakasında değilse bile gözünde güneşi taşıyan iyi insanlarla birbirimize sarılıyoruz. O insanların laiklik konusunda. O insanların İzmir’in toplumsal yaşamına müdahale edilmemesi noktasında, kişisel hak ve özgürlükler noktasında, yaşam biçimine müdahale noktasında yaşayabilecekleri olumsuzlukların yaşanmayacağı süreç, sandıktaki birlikteliğimizden geçiyor. Bunun yanında sadece sosyal demokratlar, sadece milliyetçi demokratlarla değil muhafazakar demokratlarla, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkes’i ile Türkiye’nin bütün demokratları ile birlikte bir İzmir, Türkiye ittifakının bileşeni olmaktan duyduğumuz memnuniyeti de açıkça ifade etmek istiyorum.”
“KAMUDAN ALACAKLARIN ÖDENMEMESİ BÜYÜK BİR SORUN”
“İş dünyasının genel talepleriyle ilgili buradan benim ağzından değil ama ülkeyi yönetenlerin ağzından duymaya en çok ihtiyacınız olan şeylerden bir tanesi yatırımlar için uygun ve ucuz finansman sağlanabilmesidir. 1 Nisan’dan sonra beklediğimiz felaket, o kadar bile beklenemez bir halde ki bankaların kredi verme noktasında, geçen ay 100 kredi verdiysen, bu ay 102’nin üstüne çıkamazsın, çıkarsan ek yükümlülükler getiririm, maliyetini artırırım yaklaşımı, krediye ulaşımla ilgili sıkıntıları bir kat daha artırdı. 1 Nisan sonrasına bambaşka tehlikeye işaret ediyor. Bir yandan kayıt dışı ile mücadele için anlayış gösterdiğimiz ama neredeyse beyan usulünü ortadan kaldırdığımız, tamamen tevkifat sistemine geçmeye kadar kalkıştıkları, KDV meselesinde, KDV tevkifatlarının düşürülmesiyle ilgili umut vermek isteriz, beklentinizin bu yönde olduğunu biliyoruz. Ama bunun olmadığı çok açık. Yüksek enflasyonun olduğu, paranın satın alma gücünün hızla düştüğü bir dönemde, kamudan alacakların ödenmemesi, büyük bir sorun olarak duruyor. Hatta bir yandan ihracatçıların KDV alacakları noktasındaki rakam 3 yıl önce ilan edildiğinde 200 milyar liraydı. Bunu en iyimser bugünler için 10-15 milyar dolar olarak ifade edenler var, hesap 400 milyar liraya gidiyor. Ama bunun 1 trilyon liraya dahi ulaşmış olabileceğine ilişkin hesap yapan akademisyenler var. O zaman bu kadar KDV alacağımız varsa, para bu kadar pahalıysa, bankalar parayı vermekte bu kadar nazlıysa, bari şu KDV alacağımla ilgili, parayı vermiyorsun, hadi mahsuplaşalım, vergimden mahsuplaşalım. Bunun kabul edilmemesi gerekiyor. Hiç olmazsa, kısmen bile olsa gider yazalım, vergide bir kolaylık olsun. Olmaması, SGK ya da diğer kamuya olan yükümlülükler noktasında mahsuplaşmanın olmaması. Hepsini bir yana bıraktım, bunu teminat kabul et. Bana kredi verilmesiyle ilgili düzenleme yap. Bunun olmaması. Gerçekten iş dünyasını ciddi şekilde sıkıntıya sokan süreçlerden sadece birkaçı. Güncel sorun ve yarına da taşınacak en büyük sorunlarımızdan bir tanesi.”
“FAİZİN SEBEP, ENFLASYONUN SONUÇ OLDUĞU ÖNERMESİNE KENDİNDEN BAŞKA İNANAN KİMSE YOKKEN BU YÖNTEMİ ISRARLA UYGULADI”
“Dünyada hiç kimse hükümetleri bundan 4 yıl önce enflasyon niye ülkende yükseldi diye suçlayamaz. Bunu suçlayan muhalefet Türkiye’de de varsa haksızdır, ABD’de de varsa haksızdır. Hollanda’da da haksızdır. Çin’de de haksızdır. Japonya’da da haksızdır. Çünkü tedarik zinciri kırılmıştır. Ulaşım aksamıştır, sürecin tamamı enflasyon yaratabilecek olumsuzluklarla bir aradadır. Yüzde 1 enflasyonlar 4-5’e, yüzde 3’lük enflasyonlar 7’ye, yüzde 5’lik enflasyonlar 11’e çıktığında bütün dünyadaki ekonomi yönetimleri o gün kaçınılmaz olarak ve geçici olarak enflasyonun biraz üzerinde, faiz teklif ederek, paranın başka enstrümanlara kaçmaması, fiyat artışını daha da körükleyecek işler yapmaması için faiz silahını kullanmayı tercih ettiler. Kimi 11’den, kimi 9’dan çevirdi. Kimi 7’den çevirdi enflasyonu ve kabul edilebilir bir seyre dönüştürdüler. Bir tek biz, enflasyonun var olmasından hükümeti kimse suçlamıyorken, o noktada bütün dünya gibi faiz silahı geçici, kısıtlı miktarda kullanılabilecekken bunu yapmanın Nas’a aykırı olduğunu iddia edip, ben ekonomistim diyen ama kendisini ekonomist kabul edelim, kendinden başka ekonomistin enflasyonun sebep, faizin sonuç olduğunu değil de faizin sebep, enflasyonun sonuç olduğu önermesine kendinden başka inanan kimse yokken, bu yöntemi ısrarla uyguladı. Şimdiki bakan bu yönteme irrasyonel politikalar diyerek, kendi çizgisini savunuyor. Ama burada başka bir hata var. Mesele keşke öyle terzinin sökülmüş bir cebi dikmesi kadar basit olsaydı. Hatayı faizi artırmayarak yaptık, cep söküldü. Faizi artırırsak, cebi geri dikeriz. Bu kadar kolay olsaydı, benim gibi bir eczacı ekonominin başında olurdu. Oysaki ekonomi bilimi o kadar basit bir iş değil. Terzilikten de eczacılıktan da zor. Çünkü eczacının yapacağı bir hata o bir hastayı etkilerken, doktorun yapacağı bir hata bir canı etkilerken, ekonomistlerin yaptığı hatalar bütün bir toplumu, bu konuda liyakatlerine rağmen yanlışa yanlış dememe acziyeti toplumun geleceğini, hepsini birden yanlışa sürükleme söylemi, bir kişinin bir sosyal deneyinden fazlasını, bir ülkenin felaketini tarif edebiliyor.”
“HİÇ KİMSENİN EV VE ARABA ALMA ŞANSI KALMADI”
“Bugün emekliler için, çalışanlar için, hadi her şeyi bir yana bırakalım. Bugün evi, arabası olmayan, gelecekte milli piyango çıkmayacak ve kendisine yüklü bir miras kalmayacak hiç kimsenin ev ve araba alma şansı kalmadı. 3 milyon lira kredi, 3 milyon liraya Manisa’da arka mahallelerde gelin ev buluruz, İzmir’de zor. 3 milyon lira kredinin, 10 yılık geri ödemesi aylık 100 bin lira. Kim alıyor 100 bin lira kredi ödeyebilecek maaş? Bu salonda kimin bu kadar geliri var? 3 milyonluk ev almak için 10 yıl, ayda 100 bin lira geri ödemenin olduğu bir yerde ev sahibi olunur mu?”
“BİZ BUNU NAS İNADI YÜZÜNDEN YAŞADIK”
“Emeklilere bir şey yap dedik, enflasyon düşünce yapabilirim diyor. Hadi oturalım, bunu konuşalım. Hesabına göre ne zaman düşüyor enflasyon, en iyimser AKP söylemi, 2027 yılında enflasyonun tek haneye düşüreceğini söylüyor. Bu salonda bunu söylemek zül ama yine ifade edeyim. Enflasyon sıfır olana kadar fiyatlar düşmüyor, fiyatların düşmesi eksi enflasyon ile mümkün. Gelecek sene yüzde 40’larda, öbür sene yüzde 25’lerde olacak enflasyon fiyatları yüzde 40-25 zaten artıracak, bileşerek ve katlanarak üstüne gelecek bu rakam. Bugün 10 bin lira alan emekliye 7 bin lira fark vermek istediğimizde, 1,4 trilyonu Özgür Efendi nereden bulacak diyen zihniyetin bugün ülkeyi getirdiği nokta ortada. Biz bunu Nas inadı yüzünden yaşadık, biz bunu enflasyonun sonuç, sebebin faiz olduğu yüzünden yaşadık.”
“DÜNYADAKİ 118 ÜLKENİN YILLIK ENFLASYONUNDAN FAZLA”
“128 milyar dolar gitti, evet konuşuyoruz. Bu sene başından beri 10 milyar dolar daha rezerv yaktılar çatır çatır. Bugün eksi 40 milyar rezervdeyiz. Daha geçtiğimiz günlerde, rezervlerin 148’lere gelmesiyle övünenler, bugün 130 milyara dayanmış, bunun tamamının dış yükümlülükler olduğunu, yani tasfiye etsek borcu, harcı ödesek eksi 40 milyar lira ile batmış olduğumuzu kabul eden, ifade eden kimse yok. Manşet rakamlarla bile yüzde 4,5 olan aylık enflasyon, dünyadaki 118 ülkenin yıllık enflasyonundan fazla. Bizdeki yüzde 4,5’luk, aylık enflasyon 118 ülkenin yıllık enflasyonundan fazla. Bir hissedilen enflasyon tercümesi rezaleti ile karşı karşıyayız. Hissedilen enflasyon bütün dünyada var. Onun doğru tercümesi maruz kalınan, etkilenilen enflasyondur. Buradaki dahi kim biliyor musunuz? Bilmiyorum İletişim Başkanlığından hangi, çok beğenilecek iletişim uzmanı arkadaşımızdır. Hani dediler ya atanamayan öğretmen. Herkesi eğitim fakültelerine doldur. Öğretmen mezun et. İstihdam sorunu olsun, sonra atanamayan öğretmen. Kusuru öğretmene atıyor. Atanamamış zavallı. ‘Adam olaydın da atanaydın. Becerikli olaydın da atanaydın.’ Sanki onda eksiklik var. Hissedilen enflasyon da sanki enflasyon düşükmüş de, hata bizdeymiş, biz fazla hissediyormuşuz gibi. Bu bize mahsus bir şeymiş gibi. Hissedilen enflasyon şudur, senin manşet enflasyon dediğin karma değerdir. Ömründe pinpon oynamamış adamın maaşına yapılacak zamma, pinpon topuna gelen zam da bakır çubuk da bilmem ne de dahildir. Ama hissedilen enflasyon kişinin masrafı neyse, çocuk okutuyorsa özel okulda, özel okula gelen zamdır. Toplu taşıma ile gidiyorsa, toplu taşımaya gelen zamdır. Süt alıyordur, ekmek alıyordur, doğalgaz ödüyordur, kişinin bileşke enflasyonu. Kişiye özel enflasyon manşet enflasyondan ayrışır. O yüzden buradan kesin dille, hissedilen enflasyon bahsinin, zavallı öğretmenlerimizi atamayıp da atanamayan öğretmen diye onlara sorumluluk yükleyen algı dilinin burada hepimize birden enflasyonda bir şey yok, aslında 65 sen yüzde 125 hissediyorsun diye bir tuhaf sorumluluğu bizim sırtımıza atmaya çalışan dahice bir algı operasyonu olduğunun da altını çizmek isterim. Gıda fiyatlarındaki artış. Türkiye’de yüzde 71, dünyada yüzde 8. Diyorlar ki bütün dünyada gıda fiyatlarında artış var. Türkiye’de gıda fiyatlarında artış var çünkü o yaşanan süreçte tarımla ilgili biraz önce ticaret borsası başkanımın yaptığı uyarıların hiçbirisini dikkate almayan bir akıl yönetiyor Türkiye tarımını. Bir kere Avrupa Birliği’nin fonları var. Bunların yüzde 35’i tarıma ayrılıyor. Ayrıca içlerinde yüzde 20 kadarı yerel kalkınmayla ilgili ama o yerel kalkınma ile ilgili olan kısmın içindeki kısmı eklediğinizde AB her 2 lirasından birini tarımı desteklemek için harcıyor. Türkiye’de resmi rakam yüzde 1, uygulanan onun da 5’te biri. Geçen sene Tarım Kanununun ilgili maddesi gereğince 263 milyar lira tarıma destekleme yapılması gerekirken, sadece 85 milyar lira destekleme yapıldığının, Türk çiftçisinin 178 milyar lira bu hükümetten alacaklı olduğunun, çiftçiye verilmeyen 178 milyar liranın kur korumalı mevduat için sadece hazineden ödendiğini ya da geçiş garantili köprüler için ödenen 165 milyar liranın çiftçinin alamadığı destekleme farkı olduğunu da bir kez daha hatırlatmak istiyorum.”
“TÜRKİYE’NİN ACİL BİR SANAYİ POLİTİKASINA İHTİYACI VAR”
“Türkiye’nin acil bir sanayi politikasına ihtiyacı var. Sanayi politikası denince birkaç pansuman tedbirle filan olmuyor. Bunu biraz enine, boyuna tariflemek gerekiyor. Sanayi politikası, madencilik, maden alanları ve çevre ilişkisi. Enerji ve onunla ilgili enerji güvenliği. Ayrıca iş gücü, onunla birlikte sendikalaşma, ücret politikaları, mesleki ve teknik eğitim. Üniversite, kamu yönetimi, sağlık politikaları, maliye politikası, para politikası gibi tüm disiplinlerle ilişkilidir. Böyle baktığımızda son yıllarda sürekli duyduğumuz, yapısal reformlar ifadesinin kapsamının ne kadar geniş bir yelpazeyi kapsaması gerektiği ve kelimenin ne kadar yorgun düştüğü, yalnızlaştığı, ifadenin ne kadar ıssızlaştığını da sizlere hatırlatmayı borç biliyorum. Bunları genel geçer ifadeler olarak görmemek lazım. Ulusal paranın değerinin ne olduğu, ihracatçı açısından kurun ne olduğu üzerine tartışmalar var. İşte tam da ülkenin sıkıştığı nokta bu. Geçinmek zorunda olan, tüketmek zorunda olan, Türkiye’de kazanan ve harcayan insanlar için kur çok yüksek ve arttığı her noktada insanların artık geçinmesi mümkün değil. Ama Türkiye’de üreten, dünyaya satan ve istihdam yaratmak, o insanlara maaş vermek isteyen insanlar açısından kurun olması gerektiğinin altında olduğu noktasındaki tespit ve talepleri ortada. Büyük açmazla karşı karşıyayız. Satrançtaki açmazlar gibi biz ne kalemizi, ne vezirimizi feda ederiz. Ama unutmayın satrançta sizin açmaza karşınızdaki oyuncunun ustalığı değil sizin tedbirsizliğiniz, gözü karalığınız, sizin doğru açılış ve ilerleme hamlelerini yapmamanız olur. Satrançta dünyanın en iyi satranççısı bile karşısındaki belli prosedürleri takip ediyorsa, onu vezir, kale açmazına sokamaz. Ya bundan ya bundan vazgeçeceksin. Ama ben bilirim deyip dünyadaki bütün ekonomistlerden tek başına ayrışan birisinin ülkeyi soktuğu açmaz, kur yükselirse vatandaş aç. Kur böyle kalırsa ihracatçı zorda. İstihdam sorunu var. Bambaşka sorunlar. Nasıl çözülecek? Şüphesiz tekstil ihracatı ile çözülmeyecek. Şüphesiz mobilya ihracatı ile çözülmeyecek. Ar-Ge yatırımlarıyla ki İzmir bu konuda gözbebeği, inovasyonla çözülecek. Yüksek katma değerli ürünler, bilim ve fen ile çözülecek. Türkiye’nin bir tüketim ekonomisi olduğu, bunu engellemek için ne yapmalı sorusu doğru bir soru değildir. Tüketim talep çok yüksek, üretim yetmiyor noktasından hareket edilirse, uygulanacak politika IMF’li olsun, IMF’siz olsun Ortodoks ekonomi politikalarıdır. Sözde serbest, sözde rekabetçi kur sayesinde ithal talebinin baskılanması, sosyal güvenlik harcamalarının azaltılması, reel ücretlerin aşındırılması, dolaylı vergilerin artırılarak hane halkı tüketiminin kısılması, bütçe denkliği hedeflenerek talebi artıracak gelir yaratılmasının önüne geçilmesi gibi çok sık duyulan ancak bu öneriler baştan yanlış olduğunu ifade ettiğimiz soruya verilen yanıtlardır. Soru yanlış olunca verilen cevabın ne kadar doğru olduğu, sonucun yanlış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin ekonomisi için doğru soru şudur: Bu tüketim, yatırım, kamu harcamalarını karşılayabilecek, dışa bağımlılıktan kurtulmuş üretim yapısı ne olmalıdır, nasıl olmalıdır, buna nasıl erişebiliriz? İşte bu soruya yanıt vermek için ciddi şekilde hazırlanmış tarım, sanayi ve diğer politikalara ihtiyaç vardır. Ekonomideki geri bağlantılara, yurtiçi katma değer zincirleri ile çoğaltılan mekanizmaları bırakıp sadece alayım, satayım, katma değer yaratayım yerine sanayileşme, sanayileşmenin gerektirdiği refah artışını sağlayacak bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.”
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024
22.11.2024