04.04.2023
04.04.2023
CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu:
-“ Bizim yeni bir sürece ve yeni bir başlangıca ihtiyacımız var. Kavgadan uzak bir başlangıca ihtiyacımız var. Huzur içinde yaşamak istiyoruz, büyümek istiyoruz, kalkınmak istiyoruz”
-“1971 yılından itibaren biz 9 sigorta dalını Türkiye'de uygulamayı taahhüt etmişiz; hastalık sigortası, emeklilik sigortası, yaşlılık sigortası, işsizlik sigortası, iş kazası, meslek hastalığı. 9. sigorta dalı, aile destekleri sigortası… Yani hiçbir çocuğun yatağı aç girmeyeceği, ailelerin temel gelire kavuşması için getirilen bir sigorta. Bunu taahhüt etmişiz; 1971, hangi yıldayız, 2023, 52 yıldır niye çıkmıyor bu kanun? Sebebini söyleyeyim; ben sana şunu vereceğim, sen bana oyunu ver… Yoksulluğun istismarıdır bu, yoksulluk istismar edilecek bir alan değildir. Yoksulluğun sömürülmediği, siyasete malzeme edilmediği bir düzeni inşa etmek zorundayız”
-“Kul hakkı yiyenlere oy vermeyin. Evlatlarınızı düşünün, Türkiye'yi düşünün. Bu güzel ülkede hepimiz huzur içinde yaşayabiliriz”
-“Partiler geçicidir, partiler devlet değildir. Devlet bakidir, devlette liyakat, devlette adalet vardır. Siyaset öyle değil, bugün vardır, vatandaş oy vermezse ertesi gün giderseniz.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, bu akşam Trabzon’da İftar Buluşmasına katıldı.
CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, iftar sonrası yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Efendim hepinize afiyet olsun.
Ramazan ayı, hepimizin oturup biraz düşünmesi gereken bir ay aynı zamanda. Ramazan ayı, aynı zamanda her birimizin kendi manevi dünyamızda bir vicdan sorgulaması yapması gereken bir ay. Ramazan ayı, aynı zamanda manevi duygularımızın zenginleştiren bir ay. Ramazan ayı, aynı zamanda fakire fukaraya bakıp da acaba onların da karnı doyuyor mu diye kendi kendimize sorguladığımız bir ay. Ramazan ayı, aynı zamanda ettiğimiz duaların kabul edilmesi için Yüce Yaradan’a dua ettiğimiz bir ay.
Ramazan ayında, burada, Trabzon’da bulunmaktan son derece mutluyum. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın İmamoğlu’yla birlikte geldik. İstanbul’u yönetiyor, omuzlarında ciddi bir yük var ama göreceksiniz, hepimiz tanığı olacağız, Sayın İmamoğlu bütün bu yükleri kaldıracak bir kapasitede ve birikimde, inşallah bunları gerçekleştirecek.
Değerli arkadaşlarım, değerli dostlarım; Yüce Yaradan kitabında der ki; ‘Aklınızı kullanmıyor muşunuz?’ Yüce Yaradan’ın bize verdiği en önemli hazine akıldır. Aklın kullanıldığı yerde pek çok gelişmeye imza atabiliriz. Aklın kullanıldığı yerde adalet olur, bereket olur, üretim olur, dostluk olur, kucaklaşma olur. Dolayısıyla aklımızı iyilikten yana kullandığımızda bütün sorunları aşarız.
Bir Anadolu ozanı vardır, şöyle der; ‘Cehennem dediğin, dal odun yoktur, herkes ateşini buradan götürür.’ Doğru mu? Doğru. Bize ‘cehennemde kazanlar var, orada zebaniler var’ uzun uzun anlatılır ama bir Anadolu ozanı bunu o kadar güzel iki dizeyle anlatmış ki, ‘Cehennem dediğin, dal odun yoktur, herkes ateşini buradan götürür.’ Yani bu dünyada haksızlık yapmazsanız, adaletsizlik yapmazsanız, kul hakkı yemezseniz, insanlardan yana olursanız, Yüce Yaradan’ın yarattığı kâinata kötülük yapmazsanız, yani katliam yapmazsanız, yani gereksiz yere ağaçları kesmezseniz, yani tabiatı tahrip etmezseniz sizin zaten cehennemle bir ilginiz yok ki, Yüce Yaradan sizi farklı bir yerde ağırlayacaktır. Dolayısıyla bu çerçevede bakmamız lazım. Adalet duygusunu büyütmemiz lazım. Adalet duygusunu büyütmediğimiz andan itibaren sorun yaşamaya başlarız, çünkü kâinat adalet üzerine inşa edilmiştir. Devletin dini adalettir. Adaleti sağladığınız andan itibaren geniş kitlelerle huzur içinde yaşamasını öğrenirsiniz, çünkü bilirsiniz ki bir yerde adaletsizlik varsa hep birlikte o adaletsizliğe karşı çıkacağız. O nedenle Sevgili Peygamberimiz, ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ demiştir. Haksızlığı kim yaparsa karşı çıkacağız, kim yaparsa. Benim gibi düşünmeyen birisine de haksızlık yapıldığında bu doğru değildir dememiz lazım, burada bir haksızlık var dememiz lazım. Haksızlığı bize seslendiren ise yüreğimizdeki vicdandır. Bazı felsefeciler vicdanı ‘Allah’ın yüreğimizdeki sesi’ diye tanımlarlar, çünkü bu kadar da olmaz dediğiniz andan itibaren bilin ki vicdanınız size bir şeyler söylüyor, burada bir haksızlık var ve bundan fazlası da olmaz. O nedenle bizim yeni bir sürece ve yeni bir başlangıca ihtiyacımız var. Kavgadan uzak bir başlangıca ihtiyacımız var. Huzur içinde yaşamak istiyoruz, büyümek istiyoruz, kalkınmak istiyoruz. Gencecik evlatlarımız geleceklerini yurt dışında değil kendi ülkelerinde çalışarak, üreterek, kazanarak ve huzur içinde yaşayarak kendi ülkelerinde kalmalılar ve onun yolunu yordamını bulmalıyız. Bizim evlatlarımız geleceği yurt dışında arıyorsa her birimizin oturup düşünmesi lazım, sadece benim değil. Her anne-babanın oturup düşünmesi lazım, ya bu çocuklar geleceklerini neden yurt dışında arıyorlar diye. Bu sorunun yanıtını kendi vicdanımızda sorgulamalıyız; ben A Partisi, B Partisi diye bir şey söylemiyorum ama kendi vicdanımızda sorgulamalıyız. Bunu sorguladığımız andan itibaren doğruyu da bulmuş oluruz.
Bakınız; bu bölgenin iki stratejik ürünü vardır, çay ve fındık. Çay ve fındık dışında burada kitlesel üretilecek bir alan yok, zaten öyle bir tabiat da yok burada. Dolayısıyla stratejik ürünün bölge açısından önemini bilmek ve bunun gelecek planlarının yapılması gerekiyor. Eğer burada tekelleşme olursa fındık konusunda, bir yabancı firma gelirse bu tekelleşmeden büyük kazançlar sağlarsa kimin alın teri kime veriliyor? Eğer fındığın dünyadaki kullanım alanı 140-150 milyar dolarlık bir ciroya ulaşıyorsa ve dünyada fındık üretiminde Türkiye bir numaraysa ve biz 1.5-2 milyar dolarlık gelir elde ediyorsak oturup düşünmemiz lazım. Biz üretiyoruz, başkaları kazanıyor. Neden, neden? Ne demişti Yüce Yaradan? ‘Aklınızı kullanmıyor musunuz?’ İnsanoğlu aklıyla hareket eder, bizim dışımızdaki bütün canlılar içgüdüleriyle hareket ederler ama biz aklımızda hareket ederiz, Yüce Yaradan’ın bize verdiği en değerli hazineyle.
Çay yine bu bölgenin stratejik ürünüdür. Ama eğer kaçak çaya izin veriliyorsa ve bu çaylar Türkiye'nin her yerinde satılıyorsa o zaman Rizeli, Trabzonlu niye çay üretiyor ve bunun emeğini biz neden heder ediyoruz? Bunların düşünülmesi lazım ve buna uygun politikaların geliştirilmesi lazım. Fındık ağaçları yaşlanıyorsa gençleştirilmesi lazım, gençleştirilen fındık ağacı demek, o ağacın bir süre meyve vermemesidemek, fındık vermemesi demektir. O zaman ne yapacağız? O süre içerisinde sosyal devlet harekete geçecek, fındık üreticisine destek olacak demektir, sosyal devlet budur. Sosyal devlet, vatandaşının yanında olan devlettir. Sosyal devlet, sağlıklı bir gelir dağılımını sağlayan devlet demektir. Sosyal devlet, fakirin fukaranın yanında olan devlet demektir.
Size bir örnek anlatacağım, belki duymadınız, şaşıracaksınız. 1971 yılında parlamentodan Uluslararası Çalışma Örgütünün 102 sayılı sözleşmesi geçer, kabul edilir, yıl 1971. 71 yılından itibaren biz 9 sigorta dalını Türkiye'de uygulamayı taahhüt etmişiz; hastalık sigortası, emeklilik sigortası, yaşlılık sigortası, işsizlik sigortası, iş kazası, meslek hastalığı. 9. sigorta dalı, aile destekleri sigortası… Yani hiçbir çocuğun yatağı aç girmeyeceği bir sigorta dalı, yani ailelerin temel gelire kavuşması için getirilen bir sigorta. Bunu taahhüt etmişiz; 1971, hangi yıldayız, 2023, kaç yıl geçmiş, 52 yıl. Ne diyordu Yüce Yaradan? Aklınızı kullanmıyor musunuz? 52 yıldır niye çıkmıyor bu kanun, 52 yıldır bu kanun neye çıkmıyor? Sebebini söyleyeyim; ben sana şunu vereceğim, sen bana oyunu ver… Yoksulluğun istismarıdır bu, yoksulluk istismar edilecek bir alan değildir. Ne diyoruz? Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. Aile destekleri sigortasının felsefesinde de bu yatar, kimsenin fakirliği fukaralığı afişe edilmeden sosyal devlet o aileye düzenli, belli bir aylık bağlar ve mesele biter. Ona yeni bir iş verdiğiniz andan itibaren de o yardımı keser. Dolayısıyla yoksulluğun sömürülmediği, siyasete malzeme edilmediği bir düzeni inşa etmek zorundayız. Bunu inşa etmezseniz olmaz.
Ölenlerimizi de saygıyla anmalıyız. Geçmişte kavga etmiş olabiliriz, geçmişte tartışmalarımız olabilir ama herkesin arkasından Fatiha okumak gibi güzel bir geleneğimiz vardır.İmam sorar değil mi bize, helallik ister ve hepimiz helalliği veririz. Dolayısıyla bu da bizim toplumumuzun bir ferasetidir. Beraber olmak, zor günlerde beraber olmak, zor günlerde kucaklaşmak. Depremi yaşadık, Türkiye'nin kalbi orada attı. Ben gittiğimde; Sayın İmamoğlu Hatay’daydı, Mansur Yavaş Kahramanmaraş’taydı, her bir Büyükşehir Belediye Başkanımız ayrı bir yerdeydi ve oranın koordinasyonunu yapıyordu. Hiç ayırmadık; hangi partiden, nereden, nedir, ne değildir diye… Sıkıntıya düşen bizim vatandaşımız ve bizim başımızın üstünde yeri var ve bütün imkânlarımızı seferber etmek zorundaydık ve biz bunu da yaptık. Bugün rahmetli Alpaslan Türkeş'in ölüm yıldönümü, bu vesileyle onu da rahmetle anmış olalım, ona da saygılarımızı iletmiş olalım.
Değerli dostlarım, devleti yönetmek… Devlet akılla yönetilir, bilgi ile yönetilir devlet, devlet adaletle ve liyakatle yönetilir. Liyakat ne demektir? İşi ehline vermek demektir. İşi ehline verdiğiniz andan itibaren en rahat eden yöneticidir, çünkü bilir ki bu işi en iyi o yapar. Beni çağırsanız, ‘ya sen üniversiteyi bitirdin arkadaş, 4 yıl okumuşsun, bir de doktora yapmışsın, gel şu duvarı ör’ deseniz ben yapamam, onu duvar ustası yapacaktır. Çünkü biliriz ki, duvar ustası o duvarı en iyi şekilde ören kişidir. Ben neyim, benim alanım ne? Eğer doktorsam doktorluktur, mühendisliktir, statik hesaplar yapılacaksa inşaat mühendisi, odur. Her birimiz ayrı ayrı alanlarda liyakat sahibi oluruz, yani uzmanlık kazanırız. 21. yüzyılda kalkınmanın yeni bir tarifi vardır. Hangi devlet kalkınmıştır? Eskiden kişi başına milli gelir denirdi, başka şeyler, gerek okunan kitaplar, gazeteler denirdi; şimdi 21. yüzyılda kalkınan devletin tanımı şu, dahası büyüyen devlet, gelişmiş devletin tanımı şu: Küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden devlet gelişmiş devlettir. Bir daha ifade edeyim; küçük ayrıntılarda iş bölümüne giden devlet, gelişmiş devlettir.
Eskiden doktor derdik; ben hatırlıyorum, çocukluğumuzda kasabaya doktor gelirdi, doktor ama sormazdık 'ne doktoru?' Bugün soruyoruz, 'ne doktoru?' Her alanda doktor var; cildiyeciden tutun asabiyeye kadar, çocuk cerrahisinden tutun kulak burun boğaza kadar. İşte bu gelişmişliği gösterir, uzmanlığı gösterir ve liyakati gösterir. Taş yerinde ağırdır, liyakat sahibi kişiyi oraya getirdiğiniz andan itibaren yönetici rahat eder ve yönetici bilir ki, o iş iyi gidiyor. Yönetici ne yapar? Yönetici siyasal kararları verir. Kim için? Toplanan para, yani sizlerden toplanan vergiler nerelere harcanacak, ne yapılacak bununla ilgili kararı siyasi otorite verir. Ama siyasi otoritenin temelinde adalet olması lazım. Neden? Devletin dini adalettir ve biz bundan vazgeçmemeliyiz. Bizim büyümemiz ve kalkınmamız için -az önce arkadaşlarımla konuşuyordum- 21. yüzyıl, bilim ekonomisinin yüzyılıdır, bilgi ekonomisi. Bilgiyi yakalayan, bilgiyi üreten devlet dünyada söz sahibidir. Bir daha ifade edeyim; bilgiyi üreten ve bilgiyi metaya dönüştüren devlet dünyada söz sahibidir. Eskiden, 20. yüzyılda petrol savaşları vardı, bakın şimdi hiç kimse petrol için kavga etmiyor. 21. yüzyıl çip savaşları yüzyılıdır, kim çip üretecek. Biz bunun neresindeyiz ve bizim siyasetimiz bunu ne kadar biliyor ve bizim siyasetimiz bu konuda acaba çalışıyor mu? Soru şu: Bilgiyi kim üretecek? Üniversiteler. O nedenle üniversiteler, her türlü düşüncenin özgürce tartışıldığı kurumlardır. En aykırı düşüncelerin tartışıldığı ve değer bulduğu kurumlardır üniversiteler. Bizde aykırı düşündü mü hemen tu kaka ederiz, döveriz, atarız; oysa aykırı düşünmek kadar değerli bir şey yoktur. Bir daha ifade edeyim, aykırı düşünmek kadar değerli bir şey yoktur. Ne demektir bu? Hepiniz okumuşsunuzdur, Newton diye bir adam elma ağacının altında oturuyor, yatıyor, kafasına bir elma düşüyor. Dünyanın en basit aykırı düşüncesini ifade ediyor, ‘ya bu elma niye yere düştü de yukarıya doğru gitmiyor?’ Aykırı bir şey değil mi, dünya kurulalı elma yere düşüyor ama diyor ki, ‘neden yukarıya gitmedi?’ Neyi buldu? Yer Çekim Kanununu buldu. Aklı kullanmak, Yüce Yaradan’ın mucizelerini keşfetmek demektir aynı zamanda. Aklı kullanmak, bilgi sahibi olmak, bilgiyi büyütmek Yüce Yaradan’ın mucizelerini keşfetmek demektir. Örneğin, cep telefonlarıyla konuşuyoruz değil mi? Kablo var mı? Hiçbir şey yok. Ama fizik kuralları var. Kim buldu onu, ben değil, kim? Fizikçiler. O yararı bize sağlayan kim? Yüce Yaradan. Dolayısıyla bilgiye, bilim insanlarına değer vermek lazım. ‘Âlimin mürekkebi, şehidin kanından değerlidir’ der Yüce Peygamberimiz, ‘Âlimin mürekkebi, şehidin kanından değerlidir.’ Dolayısıyla âlim değerlidir, bilgi değerlidir. İslam coğrafyasında da, İslamiyet’in gelişinden itibaren de bilgide çığır açanlar da İslam âlimleridir. Ama daha sonra biz bunları maalesef hepsini göz ardı ettik, maalesef üzülerek ifade ediyorum. Oysa bilgi kadar değerli bir şey yoktur. Keşke hepimiz bilgi sahibi olsak, erdem sahibi olsak, düşünebilsek. Âlim, âlimliğini bilmeli ama âlim baskı altında kalmamalı. Ne deniyor gene, ne deniyor? ‘Sultanın sofrasına oturan âlimin fetvasına itibar edilmez…’ Dolayısıyla her birimiz bu çerçevede hareket etmek zorundayız. Bizler, yani sizler; ben şunu söyledim bugün mitingde, ‘Allah aşkına ya, kul hakkı yiyenlere oy vermeyin arkadaşlar, Allah aşkına ya.’ Niye veriyoruz ya? Evlatlarınızı düşünün, Türkiye'yi düşünün. Bu güzel ülkede hepimiz huzur içinde yaşayabiliriz. Geçmişte kavgalar ettik, bu şu anlama gelmesin, efendim bizim hiçbir kusurumuz yok anlamına gelmesin, bizim de kusurumuz var, bizim de kabahatimiz var; ben bunu söylüyorum, çünkü kabahatini bilmek, kusurunu bilmek de bir erdemdir, dayatma kültürü olmaz, dayatma diye bir şey olmaz. Bu çerçevede bizim hareket etmemiz, bu çerçevede konuşmamız, bu çerçevede Türkiye'yi aydınlığa kavuşturmamız lazım.
Bakın; Türkiye, Güney Kore’den önce otomobil üreten bir devlettir. Güney Kore'den önce biz otomobil üretiyorduk. Şimdi bize bir tane yeni geldi, ama Güney Kore’nin dünya çapında 5 markası var. Nasıl oldu? Biz Güney Kore'den önce kişi başına gelir daha yüksekti, onlar bizi geçti zaten, 40-50 bin dolarlara geçtiler. Çin bizim yerimizdeydi, Çin’e bakın uzaya gidiyor.
Yüksek yetenek inşası… Bu kavramı belki hiç duymadınız. Bir toplumu ileriye götüreni o toplumun yüzde 2’lik üstün zekâlı insanlarıdır ve o insanlara devlet böyle elle sarılır aman bunlar bizde kalsınlar diye, bir yere gitmesinler diye. Amerika'ya gittim MIT’ye. Yazıldı, çizildi, eyvallah, ‘efendim gitti icazet almaya…’ Hayır efendim, dünyanın bir numaralı teknoloji üniversitesine gittim, dünyanın bir numaralı. Ve orada çalışan hocalar neler yapıyorlar, acaba bu hocalar bizim ülkemize gelebilirler mi, biz bunları getirebilir miyiz, teknolojide atılım yapabilir miyiz, Türkiye teknolojide yeni bir çağı yakalayabilir mi bunun için gittim. Ve İngiltere'ye gittim gene aynı şekilde. Bir üniversitenin rektörü bana şunu söyledi: ‘Biz iki şey arıyoruz bütün dünyada, iki şey…’’Nedir hocam?’ ‘Bir; dünyanın en zeki adamları nerede, onu bir İngiltere’ye getirelim. İki; onun yaptığı buluşu metaya dönüştürecek parayı, fonu nereden bulacağız.’ Bizim de üstün zekâlı çocuklarımız yurtdışına gidiyorlar, pek çok kuruluşun içi boşaldı. Dolayısıyla, siyaset kurumunun sorumluluğu burada çok ağırdır, çünkü yöneten siyasettir, karar veren siyasettir. O açıdan her bir oyunuzun özel bir ağırlığı vardır. ‘Ya oy verdim, önemli değil…’ Hayır efendim, her oyun önemi vardır, demokrasi budur zaten. Demokrasi kültürümüzü de geliştirmeliyiz; ben sürekli aynı şeyi yaparsam yanlışı yaparsam ve hep sürekli oy alırsam ve sürekli iktidar olursam; ne siz iflah olursunuz, ne siyaset kurumu iflah olur. Partiler geçicidir, partiler devlet değildir, devlet bakidir, devletin bakiliği söz konusudur ve devlette liyakat, devlette adalet vardır. Örnek; devlette şef olmak için, şef olmak en düşük mertebe; bir KPSS’yi kazanacaksınız, üniversiteleri bitireceksiniz, sınavı kazanacaksınız. Aday memur oluyorsunuz, bir süre sonra asaletiniz onaylanıyor, belli bir süre çalışıyorsunuz şeflik sınavına giriyorsunuz, kazanırsanız şef oluyorsunuz. Liyakata bakıyor musunuz, kazanırsanız şef oluyorsunuz. Ama bakan olmak için iki şeye ihtiyaç var, savcılıktan iyi hal kağıdı ve ilkokul diploması, o kadar, bakan olabilirsin, bir engel yok. Devletle siyasetin farkını ortaya koymak için bunu anlattım. Devlet ayrıdır, devlet bakidir, devlette liyakat vardır, devlette devletin bekası söz konusudur. Siyaset öyle değil; bugün vardır, vatandaş oy vermezse ertesi gün giderseniz. Dolayısıyla liyakat sisteminin devlet yönetiminde özel bir ağırlığı vardır.
Rahmetli Özal’la çalışırken, gece sabaha karşı üçe kadar rahmetli çalışırdı, büyük bir keyifle çalışırdı. Biz Maliyeciler çoğu zaman itiraz ederdik, rahmetli Adnan Kahveci de ‘ya fazla itiraz etmeyin’ dediğinde Özal onu sustururdu, hayır bir konuşsunlar bakalım, ne diyorlar, bir bilelim yani bunlar bir şey söylüyorlar bize de, bir bilelim diye ve biz anlatırdık düşüncelerimizi. Sonunda karar elbette ki siyasi otoriteye ait. Fakat şimdi öyle bir tablo yok değerli arkadaşlar, öyle bir tablo yok. Kimse derdini anlatamıyor, derdimi anlatırsam başıma bir şey gelir mi diye. Üstelik ben bunu yaparken o yıllarda henüz daha daire başkanıydım; yani ne genel müdür yardımcısı, ne genel müdür, ne müsteşar yardımcısı, ne müsteşar, o makamlarda değildim, o daha sonraki yıllarda oldu. Ama daire başkanı iken biz, başbakanla oturup tartışabiliyorduk, söyleyebiliyorduk, derdimizi anlatabiliyorduk, bu yanlıştır diyorduk hangi gerekçelerle yanlış olduğunu söylüyorduk, bunları söyleyebiliyorduk yani. Dolayısıyla devlet yönetimi sıradan bir olay değildir. Devlette beka esastır ve devlet, kendi kurumlarının özel olarak da kültürünü oluşturmak zorundadır. Bu kültür oluştuğu andan itibaren devlette liyakat kendiliğinden oturur. Ben Maliye Bakanlığı’na Daire Başkanı olarak atandığımda kimden sonra Genel Müdür Yardımcısı olacağımı biliyordum. Hangi iktidar gelirse gelsin, hiç fark etmez. Bilirdim ki; benden 3 gün önce, 4 gün önce atanan, o önce genel müdür yardımcısı olur, sonra sıra bana gelir ve ben genel müdür yardımcısı olurum. Devlet böyleydi. Böyle bir devlet hızla büyür, hızla kalkınır, hızla pek çok gelişmeye imza atar.
Sonuçta; bilim insanlarını üniversitelerden atmayalım aykırı düşündü diye, farklı düşündü diye. Bilim kadar değerli bir şey yoktur. Ne diyor Yunus, koca Yunus? ‘İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya bu nice okumaktır’ diyor. Bilgiyi bu kadar önemseyen, ‘İlim Çin'de bile olsa gidin öğrenin’ diyen Sevgili Peygamberimiz, ‘Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ diyen Hazreti Ali, adaleti en başta bütün yönetiminin ilkesi olarak ortaya koyan Hazreti Ömer, ‘Dicle'nin kenarında eğer bir koyun kaybolursa sorumlusu benim’ diyecek kadar alçak, geniş yürekli olan bir kişi… Dolayısıyla baktığınız zaman, alçak gönüllü ve geniş yürekli birisi; devlet yönetimi odur, devleti böyle yönetmek lazım, alçakgönüllülükle mütevazılıkla yönetmek lazım. Devlet benim devletim değildir, hepimizin devletidir ve hepimizin devleti hepimizin gölgesi demektir o zaman. Kimsenin aç ve açıkta kalmadığı, herkesin karnının doyduğu, barış, huzur rüzgârlarının estiği bir devlet.
Bir ramazan sofrası için biraz uzun konuştuğumun farkındayım ama konuşurken bilgiden söz ettiler, bilimden söz ettiler. O zaman ben de bilgiden, bilimden, adaletten, erdemden söz edeyim dedim. Dolayısıyla bilgi önemlidir, bilim önemlidir; ne diyordu Yüce Yaradan? ‘Aklınızı kullanmıyor musunuz?’ Aklımızı kullanmak kadar değerli bir şey yoktur.
Hepinize afiyet olsun, hepinize saygılar sunuyorum, hepiniz sağ olun, var olun.”
29.11.2024
29.11.2024
29.11.2024
29.11.2024