28.01.2025

CHP Lideri Özgür Özel: “Partiye Kaydolan Herkes Cumhurbaşkanı Belirleme Seçiminde Oy Kullanacak”

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL:

“YENİ YOL YÜRÜYÜŞÜNDE ÖRGÜTSEL MUTABAKATIMIZ TAMDIR”

“ADAYI 1 MİLYON 600 BİN CESUR YÜREK BELİRLEYECEK”

“BİRLİKTE İKTİDARA YÜRÜYORUZ, YOLUMUZ AÇIK OLSUN”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, “Değerli milletvekillerimiz, Türkiye’nin dört bir yanından grup toplantımızı onurlandıran örgütümüz, misafirlerimiz, televizyonları başında bizleri izleyenler, radyolarından dinleyenler, hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Zor günlerdeyiz, ağır şartlar altındayız. Acıların içinde her türlü kötülüğün muhatabı ve her an gelebilecek yeni kötü haberlerin arifesinde bu ülkenin direncini kırmak isteyenlere, bizi susturmaya, sindirmeye, millete diz çöktürmeye çalışanlara inat Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin birinci partisi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi ki evimizin tapusunun kayıtlı olduğu, baba evimizin sahibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi, yaptığımız çağrıya ses verenlerle, yürüyüşümüze katılanlarla, omuzumuza omuz verenlerle, kolumuza girenlerle birlikte kararlılıkla yürüyor. Birazdan o yürüyüşü, o yürüyüşün hedefini hep birlikte konuşacağız” ifadelerini kullandı. Özel, şunları söyledi:


“MANİSA’DAKİ KARARLI YÜRÜYÜŞÜMÜZ DÖRDÜNCÜ VEKİLİMİZLE SÜRECEK”

“Bugün Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun, Hacettepe Üniversitesi’nde tarih alanında ve aynı alanda hem yüksek lisans, hem doktora yapmış. Yedi yıllık öğretmenlikten sonra bugün iktidarda olan partiye ‘erdemliler hareketi’ döneminde davet edilmiş, katılmış, kadın kolları kuruculuğunu yapmış, bakanlık görevleri yapmış. Ama esasında orada ne olduğunu gördükten sonra yollarını ayırmış, geçtiğimiz seçim döneminde memleketim Manisa’da partimizin listesinden bir ittifak ortağımız adına seçilmiş. Bugün memleketim Manisa’nın yıllara sarih emeğiyle… Burada örgütümüzün başkanı var. Şu anda hayatta olan ve olmayan tüm il başkanlarımızla bugünlere katkı koyan, 2004 seçimlerinde partimizi yüzde 6 oy aldığımız Manisa’mızın 2024 seçimlerinde yüzde 60 ile birinci partisi yapan örgütümüzün bütün emekçilerine, partimizin bütün seçilmişlerine, Manisa kabristanında partinin hiç iktidarını görmeden, hiç birinci parti olduğunu görmeden gözünü yummuş yatanlara, hepsinin hatırasına selam olsun ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan sonra Manisa’da da Türkiye’de de kararlı yürüyüşü devam edecektir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, şu anda Manisa’dan seçilmiş dördüncü milletvekili Selma Aliye Kavaf’ı il başkanımız ve milletvekillerimizle birlikte kürsüye davet ediyorum.”

“NASIL BİR MUHATTAPLIK İÇİNDE OLDUĞUMUZU İÇİMİZ YANARAK ÖĞRENDİK”

“Değerli milletvekillerimiz, değerli konuklar, hiç şüphe yok biraz önce Sayın Grup Başkanvekilimizin ifade ettiği gibi yaşanan bütün sıkıntılara, yaşatılan baskılara, yargı tacizlerine karşı dimdik bir duruşu göstermek üzere geçen hafta bu saatlerde ‘Haydi başlıyoruz’ diyerek, grup toplantımızı Meclis’in kapalı olduğu ve bütün baskıların, zulmün yaşandığı İstanbul’a taşıyarak, bir yeni başlangıca hep birlikte motiveydik. Ancak o sabah hepimiz yüreğimizi dağlayan, ilk önce üç kayıp diye başlayan, kısa sürede 10’a çıkan, oradaki arkadaşlarımızdan sayının 50’nin, 60’ın, 70’in üzerine çıktığını öğrendiğimiz bir süreçte biz ne partiye katılım düşünebilirdik; ne grup toplantısı yapmayı, ne orada yeni bir başlangıcı anlatmayı… Hiç tereddüt etmeden toplantımızı iptal ettik. Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş 81 il başkanımızı toplantı salonundan il başkanlığımıza davet ettik. Grubumuzu uzmanlıklarına göre hızlı bir şekilde Kartalkaya’ya, Bolu’ya yönlendirdik. Resmen açıklanmasa da ailelere sahip çıkmak üzere İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da, Manisa’da olması gerekenleri ilgili yerlere yönlendirdik. Bizler de hızla Bolu’ya doğru hareket ettik, Kartalkaya’ya doğru. Rakamın 70’in üzerinde olduğunu biliyorduk. Ama bunu bilenlere dedik ki, ‘Yetkililer açıklasın, spekülasyon olmasın.’ Biz rakamı öğrendikten 6 saat 10 dakika sonra, ben İstanbul’da il başkanlığında bu ifadeleri kullandıktan saatler sonra gerçek rakamlar açıklandı. ‘Neyi bekliyorlar?’ diyorduk, ‘Acaba neyi bekliyorlar? Bir yandan bir umut mu var? Acaba yanlış olabilir mi rakamlar? Acaba kaçtı mı canlar o sırada? Onlara mı ulaşmaya çalışıyorlar? Gecenin o vaktinde telefonunu alamadan oradan ayrılmış, acaba hayatını kaybetmemişler var da onu mu bekliyoruz’ diye. Oysaki maalesef hep birlikte öğrendik ki rakam 78, 36’sı çocuk. Ve beklediğimiz; bir partinin Ankara il kongresi. Beklediğimiz; bir başka partinin sözcüsü olarak seçimlere giren, en sert eleştirdiği partinin saflarına katılan birinin rozet töreni. O an aslında hepimiz nasıl bir muhataplık içinde olduğumuzu, nasıl bir aklın, nasıl bir vicdanın içinde olduğumuzu, bir partinin kongresinin bir memleketin, bir ülkenin yasının önüne geçebildiğini, kimimiz kızarak, söylenerek, kimimiz ağlayarak ama hepimizin içini yaralayarak öğrendik.”

“ELLERİNDEKİ KİRİ BAŞKALARINA BULAŞTIRMAYA ÇALIŞANLARIN TELAŞI”

“Bundan saatler sonra vardığım Kartalkaya’da güneş batarken bir başka otelin içinde göz gözü görmezken, bakanlara ‘Geçmiş olsun’ dedik. Oturduk, bilgi aldık. Orada da söyledim, dışarıda da söyledim, yine söyleyeyim. Millet canıyla uğraşırken, canlarını emanet ettiği, karne hediyesi diye götürdüğü evlatlarının küçücük kalmış bedenlerini insanlar teslim almaya uğraşırken, yasın, acının en büyüğü ve kokuların en kötüsü genizleri yakarken, suçluluk telaşıyla bir Bakan’ın çıkıp, daha analar, babalar ortalıkta koşuşurken, yalanla hedef göstermesi, polemikler yaratmasını doğru bulmadığımı, acının, yasın başka bir şey; hesap sormanın zamanının başka bir gün olduğunu, o günün geleceğini ve kendisinden de bu hesabın sorulacağını ama günün o gün olmadığını orada da söyledik. Bir telaş vardı. Ellerindeki karayı, kiri başkalarına bulaştırmaya, iftirayla, hakaretle ellerini temizlemeye çalışanların bir telaşı vardı karşımızda. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, sorumlular kim olursa olsun, hangi partiden olursa olsun, görevi, makamı, mevkii kim olursa olsun, kimin nesi olursa olsun, hakkaniyetli, şeffaf bir soruşturma yürütülerek cezalandırılmasına taraftık; halen de tarafız. Meseleye başından beri böyle bakıyorduk, böyle bakmaya da devam edeceğiz. Ama bir yandan algı operasyonu yapmaya çalışanlar, yangından 36 saat sonra belediyemizi zan altında bırakmak için 2007 tarihli; AK Parti döneminde verilen bir belgeyi servis ettiler. Trolleri ile ‘Yangına dayanıklıdır, yangın tedbirleri alınmıştır, olur raporunu veren Bolu Belediyesi’ diye kendi dönemlerinin AK Parti belediyesinin verdiği belgeyi bizim belediyemizi zan altında bırakmak için servis ettiler. Bu rezillikleri ortaya çıkınca bu kez cepheden doğru haber versin diye Gazi’nin kurdurduğu Anadolu Ajansı’nı, hepimizin maaşlarını vergileriyle ödediğimiz TRT’mizi alet ederek, otelin dışında, otelle bağlantısı olmayan, 70 metrekarelik kafeteryayı ‘Yangının çıktığı ve Bolu Belediyesi’nin ruhsat verdiği lokanta’ diye anlatarak, servis ederek yeni bir algı operasyonuna giriştiler. Anadolu Ajansı’nı tekzip etmek, TRT’yi kanununa göre doğru bilgi ile bilgilendirmek, düzeltme istemek zorunda kaldık. Bize kapalı zarf içinde mahcup ifadelerle savunmalar yollayan genel müdürlere şunu söylüyorum. Dünyanın hiçbir yerinde kamu yayıncılığı bir siyasi partinin aparatına dönüştürülemez. Bu ayıbın altında kalırsınız, tekrarlamayın.”

“İŞTE GERÇEKLER…”

“Gerçek; Bolu Belediyesi’nin, bir ay önce dokuz kriterden sekizini tutturamayan otele uygunluk belgesi vermemesidir. Gerçek; 2007 yılında AK Partili belediyenin verdiği uygunluk belgesi ile 2019’a kadar kanunda yazmadığı, görevi olmadığı için AK Parti Belediyesi’nin 12 yıl o oteli denetlememiş olmasıdır. Gerçek; söz konusu alanın milli park olması, milli park alanına belediye tarafından yangın söndürmeye gitmenin izne tabi olması, oraya girişin bile yasak olması, söz konusu bölgenin turizm bölgesi olması, otele işyeri açma ve çalışma ruhsatını Bolu İl Özel İdaresi’nin, Bolu Valiliği’ne bağlı İl Özel İdaresi’nin, otele turizm işletme belgesini Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın vermesidir. Bu iki belge ile faaliyetine devam etmesidir. Bir sorun tespit edildiğinde otelin faaliyetini durduracak olanın da bizzat Kültür ve Turizm Bakanlığı olmasıdır. Bunların içinde… Yine de her seferinde söyledik. Varsa ihmali olan, eksiği olan, ‘kanunen suçu olan’ diyemiyoruz. Ama açıkça düzenlenen her şeyi gözümüzün önünde görüyoruz. Yine de Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu ülkenin adaletine, onların görevlendirdiği bilirkişilerin şahsi ve mesleki namuslarına, onurlarına güveneceğimizi söyledik. İşte yedi kişilik bilirkişi heyeti görevlendirildi. 2,5 gün gece - gündüz çalıştılar. Ellerinde resmi görevlendirme belgesi. Jandarma tutanağı ile otele girdiler. Otelde çalıştılar. Jandarmanın gözetiminde otelin güvenlik kayıtlarını incelediler. Yangının dördüncü kattan çıktığını, nasıl yayıldığını, eksiklikleri, her şeyi not ettiler ve artık gözaltı süreleri dolarken TRT’nin muhabiri otelin önünde anons çekti. Dedi ki, ‘Biraz önce bilirkişinin ön inceleme raporu tamamlandı. Bolu Başsavcılığı’na teslim edildi. Bilirkişinin görevi bitti. Gözaltındakiler de adliyeye sevk ediliyorlar.’ TRT, canlı yayında bu anonsu geçti. TRT’nin bu bilgiyi savcılıktan aldığını, bilirkişilerden aldığını, resmi kaynaklardan aldığını bilmeyen yok. Ama bizlere telefonlar yağmaya başladı bilirkişilerden, yakınlarından. Dediler ki, ‘Raporu hazırladık. Götürdük, teslim almıyorlar. Üç değişiklik istiyorlar. ‘Bir, belediyeyi yazmamışsınız, Bolu Belediye Başkanı’nı ilave edin. İki, bakanlığı yazmışsınız, buradan bakanlığı çıkarın. Üç, yangının lokantadan çıktığını yazmışsınız, dördüncü kat diye belirtmeyin.’ Yani hala lokantadan çıkan yangından dolayı ‘Bolu Belediyesi sorumludur’ diye yazdıracak. Dışarıda bağımsız, 70 metrekarelik kafeteryanın yangın ruhsatını sanki otele verilmiş gibi gösterecek. ‘Biz buna imza atmayız’ dedik. O zaman buna da imza atamazsınız dediler.’ Dedim ki, ‘O raporu bana verin.’ O raporu aldık. O raporun ilgili sayfasını, ilgili sayfalarını sosyal medyadan paylaştım. Diyor ki gerekçeli sonuç; ‘Binaların Yangından Korunması Hakkındaki Yönetmeliğin altıncı maddesine göre bu yönetmelik hükümlerinin uygulanmasından aşağıdaki kişi, kurum ve kuruluşların sorumlu olduğu, Bolu Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü, mülga yeni adıyla Bolu Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü, 2009 tarihinden sonra ruhsat ve yapı kullanma izin belgesi vermeye yetkili kurum olan Bolu İl Özel İdaresi -başkanı Vali-, söz konusu otel işletmesine turizm işletmesi düzenleyen kurum Kültür ve Turizm Bakanlığı.’ Bolu’da mahkemeye ışık tutsun diye, o kargaşayı bitirecek, kim suçlu - kim suçsuz, kim yetkili - kim yetkisiz, kim sorumlu - kim sorumsuz diyecek heyet bunu yazdı ve verdi. ‘Alamayız’ dediler. ‘Bakanlığı sil. Buraya Bolu Belediyesi’ni ekle’ dediler.”

“ADALET BAKANI TELEFONUMA ÇIKMADI, ÇIKAMADI”

“Kendi şahsi onurlarına, mesleki onurlarına sahip çıkan bilirkişiler, yedi kişi bu imzayı dedikleri gibi atmayınca ‘O zaman görevden el çektiririz’ dediler. Bu aşamada bunu paylaştım. Ardından iki bakanı hızla aradım. İçişleri Bakanı’nın mazeretini hızla ilettiler. ‘Malatya’da saha çalışması yapıyor. Telefonu yanında değil. Aradığınızı ileteceğiz’ dediler. Adalet Bakanı, her çaldığında açtığı o telefonu açamadı. Her aradığımda açtığı o telefonu açamadı. Çünkü bu bağlantının bakanlıktaki bir genel müdür tarafından Bolu Adalet Komisyonu Başkanı aranarak, bilirkişilere ve başsavcılığa baskıya döndüğünü, görevli altı savcıdan görevlendirilen dördünün de bilirkişi ile birlikte hareket ettiğini, üzerlerine bakanlığın yaptığı baskıyı kendisine söyleyeceğim için. ‘Genel müdürün bunu niye yapıyor?’ diyeceğim, ‘Haberin varsa istifa et, haberin yoksa al istifalarını’ diyeceğimi bildiği için. Aslında o organizasyonun saray ile adalet arasındaki kanca kendisi olduğu için o telefona çıkmadı, çıkamadı. Ardından Cumhurbaşkanı Yardımcısı’na ulaştım. Bildiğim her şeyi anlattım. Dedim ki, ‘Bunu yapıyorlar. Ucu nereye giderse gidecekti. Bakan’a gitti diye durduruyorlar. Suçlu olmayanlara suç atmaya çalışıyorlar.’ Kendisi dinledi, gerekeni yapacağını, tüm tarafları dinleyeceğini söyledi. O bilgiyi Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın bilgisine, insafına, vicdanına emanet ettim. O sırada gördük ki telefonlara çıkmayan Bakan raporu yalanlamaya, rapora kulp takmaya, rapora ‘korsan rapor’ demeye kalktı. Rapora, ‘sahte’ diyemiyor. Rapora, ‘yalan’ diyemiyor; ‘korsan’ diyor. Nedir korsan olan? Korsan yetkisiz birinin örneğin korsan bildiri, davetsiz birinin gelip bildiri okumasıdır. Yetkilendirilmemiş biri rapor yazarsa ‘korsan rapor’ olur. Öyle mi Adalet Bakanı? Al sana korsanlar. İşte bu yedi kişi, Türkiye Cumhuriyeti Bolu Başsavcılığı 2025/962 soruşturma dosyası bilirkişileri. Bu rakam Cumhuriyet Başsavcılığı‘nın soruşturma dosyasında var mı? Var. Bu kişilerin isimleri var mı? Var. Göreve başlarken, bırakırken tutanak var mı? Var. Bu fotoğraf, o yanmış otelde çekildi.”

“ADALETE KARŞI KORSANLIK FAALİYETİ YÜRÜTEN ADALET BAKANI…”

“Bu yedi bilirkişinin raporuna ‘korsan’ diyen, esas adaleti kaçırmaya, adalete karşı korsanlık faaliyeti yürüten Adalet Bakanı’ndan başkası değildir. Ve bu rapor korsan olmadığına göre, neye ‘korsan’ diyor olabilir? Ele geçiriliş yöntemine. Nedir? Bir mal, sahibinin isteği dışında birileri tarafından zorla ele geçirilirse, ona korsanlık faaliyeti denilebilir. Ey Adalet Bakanı bu rapor hepimizin içini yakan bu facianın sorumlularını belirten bu rapor, ne o başsavcının ne onları arayan genel müdürün ne senin ne Recep Tayyip Erdoğan’ın malı değildir ki ele geçirişimiz korsanlık olsun, adalet isteyen, yüreği yanan bu milletin malıdır. Bu milletin malını çalmanıza, adaleti çalmanıza izin vermedik, vermeyeceğiz. Kültür ve Turizm Bakanı özel bir televizyon programına çıkıp güya kendini aklamak için 1,5 saatlik yayında kendisine sorulan objektif sorulara, bir gün önce paylaştığımız beş soru da olmak üzere 12 kez ‘Bilmiyorum’, beş kez ‘Ben bilmem, bilemem’, dört kez ‘Bilemem, bilemiyorum’ yanıtlarıyla, somut ve net sorulara 21 kez ‘Ben bunları bilmiyorum’ yanıtını vermiştir. Konuşmada kaçacak yeri de olmayınca Başkanı Bolu Valisi olan Bolu İl Özel İdaresi’ne topu atmış, ‘Ruhsat yetkisi Özel İdare’de, alanın genelinde de İl Özel İdaresi yetkili, Turizm Bakanlığı yetkili değil’ demiştir. Cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez İl Özel İdaresi Bakan’a cevap vermiş. Bakın İl Özel İdaresi’nin başkanı Vali. Valiyi atayan, Valinin bağlı olduğu Bakan İçişleri Bakanı. Onları atayan Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’dır. Bir bakan diğer bakanın ildeki temsilcisine ‘Sen suçlusun’ demektedir. O da ona cevaben ‘İl Özel İdaresi’nin denetim gibi bir görevi yok. Burası turizm belgeli bir işletme. Bu tür yerlerin denetiminin kimde olduğu belli, yönetmelikte her şey var. Yetkili olan Turizm Bakanlığı’dır’ diye cevap vermektedir.”

“ERDOĞAN, ŞUBATIN SONUNU BEKLEYELİM, SONRA DEĞİŞTİRELİM’ DİYORMUŞ”

“Şimdi ‘On gün içinde suçlular ortaya çıkar’ diyen İçişleri Bakanı’na da ve ‘Her çıktığında sorumlulardan hesap sorulacak’ diyen Erdoğan’a da şunu söylüyorum. Sayın Erdoğan, hepimiz üzüldük ama siz yürütmenin başındasınız, hepimizin içi yanıyor ama bu iki bakanı da atayan sizsiniz. Birbirlerini suçlayan, birbirlerini yalanlayan ve atadıkları şirketin, yetkilendirdikleri şirketin iki yılda bir gidip yangın güvenliği yaptığı, 15 Aralık tarihinde denetlettirdiğiniz ve ‘Eksik tespit edilmedi’ diye görevlendirilen şirketten yetki belgesi almış bu insanlar bir ay sonra cayır cayır yanıyorsa o otelde, halen daha neyi bekliyorsunuz? Halen daha neyi bekliyorsunuz? Ben size söyleyeyim neyi bekliyorsunuz. Normalde istifa etmesi lazım. Bütün partiniz, bütün ülke bunu bekliyor. Ülkenin içinin rahatlaması, partinin de hiç olmazsa bu yükü sırtından atması lazım. Ama istifa etmiyor. Niye biliyor musunuz? Ağzından aktarıyorum. ‘Sağlık Bakanı’na istifa ettirdi mi de bana ettirecek? Ne oldu yeni doğan çetesi?’ diyormuş. Görevden almanız lazım, size bunu telkin edenlere. Bülent Arınç televizyondan söylüyor. Ama yanınıza gelen giden herkes ‘Görevden alın bunu’ diyor. Siz de diyormuşsunuz ki, ‘Önümüzde büyük kongre var. Kongreden sonra parti yönetimini de bakanları da değiştireceğim zaten. O gün değiştiririz, bu yangının yükü partinin sırtına kalmasın. Bugün kendisini görevden alırsam, yangındaki sorumluluğu, benim atadığım bakanın sorumlu olduğunu kabul etmiş olurum. Bunun için şubatın sonunu bekleyelim, kabine revizyonunda bunu da değiştirelim. Sonra da döner bunu televizyonlarda, gazetelerde ‘Yangından dolayı değiştirildi’ dersiniz. Partinin sırtına yük vurmamış oluruz.’ Ne kamu vicdanı önemli onlar için ne kamunun çıkarı. Varsa yoksa partinin, sarayın, bu düzenin çıkarı. Yazıklar olsun partinizin çıkarına da, lanet olsun düzeninize de, sarayınıza da.”

“BELEDİYELERİMİZ HİZMET SÜRECİNİ KUSURSUZ OLARAK GÖTÜRDÜ”

“İşte böyle günlerden geçiyoruz. Ve bir yandan da ülkeye neler yaşatılıyor ve neler oluyor bunları bir konuşmak, bir hatırlamak lazım. Ama bu saldırılar, bu keşmekeş, tutuklamalar, gözaltılar, herkesi tedirgin eden bu ortam olmadan memlekette ne vardı bir hatırlayalım. Partimiz bu ülkenin kurucu partisi olmanın vasfının yanı sıra, vatandaşları tebaa olmaktan çıkarıp eşit yurttaş haline getiren ve tüm yetkiler elindeyken memleketi kendi iradesiyle serbest demokratik seçimlere kavuşturan partidir. Çok partili rejimin kurucusudur, uygulayıcısıdır, o dönemdeki teminatıdır. Bu parti millet karar verince 47 yıl ikinci parti olarak kalmıştır. İktidar olamamıştır. Birinci parti olamamıştır. Ama suçu millette değil kendinde aramıştır. AK Parti 23 yıldır ülkeyi yönetme yetkisi almıştır, demokrasilerde aslolan milletin kararına saygı duymaktır. 31 Mart 2024 seçimlerinde millet yeni bir karar verdi. 47 yıl sonra partimizi birinci parti, kurulduğu günden bu yana AK Parti’yi de ilk kez ikinci parti yapmıştır. Kibirlenmedik, birileri bir zamanlar başarılıyken ‘Ey CHP, Baykal, Sivas’ın doğusunda yoksun ya’ deyip böyle kürsülerden dalga geçenlere nazire yapmadık. Ama örneğin yedi bölgede il belediyesi olan tek partiyiz. Çünkü ayıptır söylemesi Ege Bölgesi’ndeki dokuz belediyenin dokuzuna da sahibiz. Ve biz kibirlenmek, böbürlenmek, kızdırmak, nazire yapmak yerine bu zaferi kazandığımız gece daha AHaber ekranlarda ‘acaba’ deyip kazandığı belde belediyelerinin isimlerini döndürürken, TRT şoku atlatmak için ekrana CHP’nin birinciliğini kısa kısa getirip götürürken çıktık şunu söyledik: ‘Bu galibiyetin kaybedeni yoktur. Bizim başarımız kimsenin hezimeti olmayacaktır. Bu sonuçlar bizi rehavete sevk edecek bir galibiyet olarak değil; seçmenimizin, milletimizin bize açtığı bir kredi olarak görüyoruz’ dedik. ‘Sevinmeyi kısıtlı, rakibin içinde bulunduğu özellikle ilk kez kaybeden bir partinin gençlerinin, kadınlarının halini hatırlatıp bize yapılanları yapmayın. Kapılarında davul zurna çalmayın, uzun konvoylarla sabahı sabah etmeyin. Çünkü bir zafer gecesinde değil bir sorumluluk gecesindeyiz’ dedik. ‘Çünkü sorumluluğumuz bu millete hizmet etmek, çünkü sorumluluğumuz girdiğimiz ilk yerel seçimlerde olduğu gibi ilk genel seçimlerde de Gazi’nin partisini birinci parti yapmak, Atatürk’ün partisini yeniden iktidar yapmaktır’ dedik. Kutlama toplantıları, zafer yemekleri yerine çalışma toplantıları düzenledik ertesi haftaya. Belediye başkanlarımıza, ‘Cebinizdeki anahtar belediyenin kapısının değil, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının anahtarıdır’ dedik. Onlar da ilk altı ay boyunca, yedi ay boyunca temel belediyecilik hizmetlerini eksiksiz vererek ama bir yandan yoksullaştırılanlara, garibanlara, muhtaçlara el uzatarak, kreşler, kent lokantaları, emekli evleri, aşevleri açarak, ihtiyacı olanlara partisine bakmadan sosyal yardım ulaştırarak, annelere, üreticilere, öğrencilere, yoksullara ayrı ayrı ve hep beraber destek olarak; seçimlerden sonraki altı, yedi aylık hizmet sürecini kusursuz götürdüler.”

“BÜTÜN ANKETLERİN ORTALAMASINDA YİNE BİRİNCİ PARTİYİZ”

“Biz vaat ettiğimiz gibi yedinci ayın sonunda ölçümlerini yaptık. Yüzde 38 oy alan belediye başkanlarımız bu pazar sandığa gitseler biz sonucu 48 olarak ölçtük, Tayyip Bey’e 51 diye ölçmüşler. Biz belediye başkanlarımızdan memnuniyet oranını yüzde 58 olarak ölçtük. Tayyip Bey’in yaptırdığı şirket CHP’li belediyelerden memnuniyet oranını 61 olarak ölçmüş. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 47 yıl milletin kararına duyduğumuz saygıyı Tayyip Bey ve ekibi 47 gün bu milletin kararına bu saygıyı gösteremedi. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu başarısı her ankette, her ay CHP’nin birinci parti olduğunu tasdiklerken, kendilerinin düştüğü durum ortadayken her gün ‘Anayasa değiştirelim, yeter ki bunları konuşmayın. Gelin İsrail bize saldıracak, susun bakın bunları konuşmayın. Onu bırakalım bu kürsüden konuşsun, bunu konuşun, yoksulluğu konuşmayın, CHP’yi konuşmayın. Efendim Suriye’ye girdim zafer kazandım. Açsın, yoksulsun, işsizsin, güvencesizsin ama zaferimiz büyük. Ona sevinmelisin. TRT sen de bunu köpürtmelisin, gazeteler bunu köpürtmelisiniz.’ Bir ay o televizyonları kırmızıya boyadıkları ayın sonunda köpük uçtu. Dün Türkiye’deki yapılan bütün anketleri bir bütün olarak değerlendiren ve tüm şirketlerin, uluslararası tüm yapıların, herkesin mutlak sonuç olarak gördüğü bütün anketlerin ortalamasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi Türkiye’nin birinci partisi, yine birinci partisi.”

“SİLKELETMEYE ÇALIŞTIĞI GARİBANIN ÇOCUĞUNU BIRAKTIĞI KREŞTİR”

“İşte bu saldırıların hepsi, rakibini geçemeyip arkadan çelme takan, belediyenin hizmet arabasını kıskanıp tekerine çomak sokan, hasetlik yapan, kuyu kazan, tuzak kuran bir anlayışa sahiptir. ‘Silkele’ dediği, SGK ile silkelettiği, kent lokantasındaki dört kap sıcak yemeğin, yarım çorba fiyatına verilmesidir. Silkeletmeye çalıştığı garibanın çocuğunu bıraktığı, işine koştuğu kreştir. Silkeletmeye çalıştığı Hoş Geldin Bebek paketidir, Anne Kart’tır, et ve süt desteğidir, doğalgaz desteğidir. Kapatılan şişmiş borç defterleridir. Silkelediği, İzmir’deki belediye emekçisinin iki gün sonra alacağı maaştır.”

“AKIN GÜRLEK’İN PERFORMANSI…”

“Bunlar yetmemiş gibi bir de belediyelere kara çalma, bunun için de kara zihinli, çirkin akıllı, kötü niyetli, gözü dönmüş, elinde ve ardında dünya kadar haksızlık ve hukuksuzluk barındıran birini İstanbul’un başına musallat etmektir. O ki, geçmişte FETÖ’nün savcısı Zekeriya Öz’e sahip çıkan, altına zırhlı araç veren, Zekeriya Öz’ü bizzat onun görevini kendine tevdi edip, ona kendini kalkan eden, sonra da o sıçan gibi kaçan Zekeriya Öz’ün arkasından ağzına geleni söyleyen, şimdi yeni Zekeriya Öz’ünü bulmuştur. Bir görev gelmek için, devlette terfi etmek için iyi işler yapmak lazım. Onun iyi iş diye yaptığı, Canan Kaftancıoğlu’na hepimizin gözü önünde 9 yıl önce atılmış tweetlerden siyasi yasak getirmek. Milletin seçtiği milletvekili Enis Berberoğlu’nu Meclis kürsüsünden kaldırıp Maltepe Cezaevi’ne götürmek. Partisinin genel başkanıyken Selahattin Demirtaş’ı alıp Edirne Cezaevi’ne hapsetmek. Gezi’nin, Soma davasının can avukatı, Hataylıların milletvekili seçtiği Can Atalay’ı hapse atmak, seçildikten sonra da dışarı çıkarmamak. Soma davasının ücretsiz, can avukatı Selçuk Kozağaçlı’yı hapse atmak. Sözcü Gazetesi’ni yargılamak. Türk Tabipler Birliği’ni kapatmaya çalışmak. Sırrı Süreyya Önder’i yargılamak. Ve daha akla gelen, dile gelmeyen onca davayı başaran kişiyi alıp, ‘Aferin Akın’ demişti. ‘Artık yargıda yapacağını yaptın. Seyyar bir giyotin olarak seni nereye gezdirdiysek orada adaleti katlettin. İnsanların adalet duygularını katlettin. O insanları vicdansızca hapsettin. Artık siyasete gel Akın’ dedi. Koşa koşa geldin. Kendi deyimiyle eskiden bakanlar siyasiydi, müsteşarları devlet adamı. ‘Şimdi bakanlar teknik, yardımcıları siyasi olacak’ diyen, bütün bakan yardımcıları siyasiyken oraya oturttuğu kişiyi bir süre sonra İstanbul’da bir kötülük yapmak istediği için, yapacağı kötülüğü onun kadar iyi yapacak kimse bulamadığı için kendi kendine şöyle söyledi: ‘İstanbul’da bir Akın’ım yok, oraya bir akın düzenlemeliyim ve oraya ben bizim Akın’ı tekrar göndermeliyim.’ Bir hakim, savcı siyasete giderse bir daha görevine dönmez. Çünkü artık siyasidir. Kendi ağzıyla ‘siyasi bir makam bakan yardımcılığı’ dediği yere koyduğu kişiyi alıp tekrar İstanbul’a başsavcı yaptı. 9 Ekim günü göreve başladı. Bakın kendisinden beklenen performansa nasıl cevap veriyor? 30 Ekim’de Esenyurt Belediye Başkanımız Ahmet Özer’e, 9 Kasım’da Gazeteci Furkan Karabay’a, 13 Kasım’da Akut Başkanı Nasuh Mahruki’ye, 22 Kasım’da Gazeteciler İsmail Saymaz ve Fatih Altaylı’ya, 29 Kasım’da CHP Genel Başkanı olarak bana, 20 Aralık’ta Gazeteci Özlem Gürses’e, 22 Aralık’ta İstanbul Barosu’na, 25 Aralık’ta Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş’a, 13 Ocak’ta Beşiktaş Belediye Başkanımız Rıza Akpolat’a, 20 Ocak’ta Gençlik Kolları Genel Başkanımız Cem Aydın’a, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a, aynı gün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu’na, 24 Ocak’ta Ayşe Barım üzerinden çok sayıda sanatçıya. Ve daha dün; 27 Ocak’ta İstanbul’daki yargı operasyonlarına aparat yapılan, Satılmış Büyükcanayakın’ı… 8 bin 938 bilirkişiden tesadüfen her seferinde İBB için dört kez üst üste görevlendirilen, bu dönem için en acımasız raporları yazan, geçen dönem sorulduğunda aklayan paklayan, Esenyurt’ta olan, Beşiktaş’ta olan bir bilirkişiyi… İstanbul’daki 8 bin 938 bilirkişiden birini... Her seferinde aynı kişiyi alıp, her seferinde o kişiyi görevlendirip adaleti katleden Akın Gürlek’in kıdemli, kademeli bilirkişisini deşifre ettiği için, teşhir ettiği için bir kez daha Ekrem İmamoğlu’na soruşturma açan biriyle karşı karşıyayız.”

“SEN SİLKELEDİN, ÖDEYECEK MAAŞ KALMADI”

“Üç ay önce ‘büyük deliller’ diye tutuklayıp, ‘Delilim yok, gizli tanık var’ diyen, onu da tutturamayıp 90 gündür iddianame yazılamayan Ahmet Özer’in ‘Orası bomboş’ diye Beşiktaş iddianamesinden ikinci kez tutuklayacak kadar acze düştüğünü biliyoruz. Tunceli Ovacık Belediye Başkanımızı 12 yıl önce bizzat savcının ricasıyla bir aileye cenaze teslim etti diye görevinden alanları biliyoruz. Rıza Akpolat’ı, ‘Niye arsa sattın?’ diye sorulan Rıza Akpolat’ı… Satana değil sattırana bak. Sen silkeledin, ödeyecek maaş kalmadı. Sen silkeledin, çöpü toplayana verecek para kalmadı. Arsa satıp, çöp toplayanla mahsuplaşan Rıza’yı, belediye çalışanlarına senin el koyduğun paralar yüzünden arsa satıp maaş ödeyen Rıza kardeşimi içeri atan, ‘O ihaleyi alıyor’ diyen kişi için 4 Aralık tarihinde bu Meclis’te özel kanun çıkarıp benzin istasyonunun yanına AVM yetkisini Bakanlığına veren. Bizimkiler vermiyor diye. Meclis’ten, Yargıtay’dan, Türk Havayolları’ndan, Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nden, bütün ilişkilerine rağmen onları görmeyip Beşiktaş’ta Rıza Başkan’ı cezaevi, cezaevi gezdirip yıldıran, perişan eden, uyku uyutmayıp mobbing yapan, mobbing altında ifade alan bir anlayışa karşı biz söylemeye de direnmeye de mücadeleye de yılmayacağımızı ve adım adım bu organize kötülüğe karşı nasıl direneceğimizi ifade etmeye çalışacağım.”

“SORULAN HESAP GEZİCİLERİN BUGÜNKÜ TAVRINA”

“Bu arada yeni bir cadı avıyla karşı karşıyayız. 12 yıl önce, daha doğrusu son birkaç ayda köşelerde yazdırılıp, son birkaç haftada toplumun apolitik kesimlerinin bile dikkatini çeken… Öyle ya meşhur sanatçılar, onların bir menajeri, sanatçıya ‘Bende çalışırsan dizide oynarsın, yetkini bana verirsen’ diye baskılar olmuş, bunlar varmış, bunlar üzerinde bir tartışma başlamış. Herkes oraya bakarken, ‘Yok ya ben o işlerle ilgilenmiyorum. Sen 12 yıl önce Gezi’ye gittin mi? 12 yıl önce sende çalışanlara hadi Gezi’ye gidin diye telefon açtın mı?’ diye Gezi soruşturması başlatmak. Bir süredir anlattığım bu kötücül aklın, sizlerin yan komşularına, evlatlarınızın sırada oturan arkadaşlarına, bugün fabrika servisinde yan yana giden iki işçiden yanında oturana, ‘Ya 12 yıl sonra Gezi’ye gidenlerden hesap soruyorlar arkadaş. Demek ki hiç bu işlere girmemek lazım. Ne yapılırsa yapılsın susmak, sinmek lazım. Çıkıp da sokaklara dökülünce 12 yıl sonra bile kapıya gelebiliyorlar’ hissini yaratmak için yapılan organize bir meselenin hepimiz farkındayız. Şimdi Gezi’ye gidenlerden hesap sorulmuyor arkadaşlar. Gezicilerin o günkü tavrı değil, bugünkü tavrı sorgulanıyor. O gün Gezi’ye giden, Gezi’de kahramanlık hikâyeleri anlatan Tamer Karadağlı, bugün Devlet Tiyatroları’nın başına atandı Gezi’den 12 yıl sonra hesap soranlar tarafından. O gün Gezi’de olan sonra saraya yanlayan Yavuz Bingöl’e kimse hesap sormuyor. Bugün sorulan hesap Gezi’ye gidenlerin o günkü tavrına değil bugünkü tavrınadır. ‘Senin Gezi’cin terörist, benim Gezi’cim milli’ diyen, böyle bir iğrenç akla hesap sorulmayacağını sanan bir kötü ruhla karşı karşıyayız. Bir yandan bunlar ortada dururken, diğer taraftan Gezi’de bulunanlara ‘Siz devleti yıkmaya kalktınız’ diyenlere açıkça hatırlatmak istiyorum. Tayfun Kahraman, partimin üyesidir. Benim kardeşimdir. Evladı evladımdır. Bakırköy Kadın’da yatan Çiğdem Mater de Mine Özerden de Can da Tayfun da Sayın Kavala da yıllardır orada hepimizin yerine yatmaktadır. Tayfun Kahraman Erdoğan’la görüşmüş, dışarı çıkan heyetin başıdır. Gencecik yaşında Erdoğan’a Gezi’de şunu söylemiştir. Demiştir ki, ‘Talepleri sıraladık, kabul edildi arkadaşlar. Topçu Kışlası yıkılmayacak. Oradaki ağaçlar kesilmeyecek. Mahkeme kararı beklenecek, olumsuz da olsa referanduma gidilecek. AKM yıkılmayacak, yerine planlanan AVM yapılmayacak. Gaz bombaları silah gibi kullanılmamalı, gözaltındaki arkadaşlarımız da yurttaşlar da serbest bırakılmalıdır. Bu taleplerimiz Sayın Başbakan tarafından dinlendi, bu sözler verildi. Artık Gezi’yi boşaltmayı Gezi sakinlerinin takdirine sunuyorum.’ Bunları diyen Tayfun Kahraman, şu anda Gezi sayesinde darbe yapmakla suçlanıyor. Oysa Tayfun Kahraman’ın kestirmediği ağaçlar orada duruyor. Yaptırmadığı kışla ortada yok. AKM yıkıldı ama yerine yenisi; AKM yapıldı, AVM yapılmadı. O Tayfun Kahraman devleti yıkmakla suçlanıyor. ‘Hükümet istifa etsin’ bile dememiş kendi ağzından. Oysa o gün Gezi'ye heyet yollayan MHP… İnanmayan açsın, Devlet Bey’e izletsin, unutmuş olabilir. ‘Hükümet istifa sloganları ile Gezi Parkı’na yürüyüp, hükümetin baskı, eziyet ve zorbalıklarına Taksim Gezi Parkı’ndan gençler iyi bir cevap vermiştir’ diyen MHP heyetinden biri Meclis Başkanvekili. O günkü il başkanı Meclis’te milletvekili. Heyetteki bir milletvekili yolundan sapmadı; İYİ Parti’de milletvekili. ‘Hükümet istifa et’ diyenler, ‘Bu hükümete en iyi cevap budur’ diyenler ittifak ortağı olacak 12 yıl sonra, can ciğer kuzu sarma olunacak. Karıştıkları pisliklere polis bile dokunamayacak. Yerde bıraktıkları cenazeye tweet bile atılmayacak. O gün barışçıl çağrı yapan Tayfun’dan Gezi’ye giden gençlerden, sanatçılardan hesap sorulacak. O sayede istibdat rejiminin kolonları güçlendirilecek öyle mi? Size teslim olan sizden beter olsun korkaklar. Sizden beter olsun.”

“BAKIN 15 TEMMUZ AKŞAMI BAHÇELİ NE SÖYLÜYOR?”

“Bahçeli dün Ekrem Başkanım’a dört sayfa yazmış, dört sayfa. Bugün sayfalarca hakaret, istifa. Ben Bahçeli’nin bana söylediği her şeyi yırtıp atarım. Ama bugün iki şey söylemiş, onu tarih önünde cevapsız bırakmam. Bir, 15 Temmuz’dan ders almayanlara sesleniyormuş Sayın Bahçeli. ‘Yüreğiniz yetiyorsa çıkın sokağa da görelim, ateşle oynama merakınız nüksettiyse deneyin ve boyunuzun ölçüsünü alalım.’ 15 Temmuz akşamı ders almayanlara ‘Yüreğiniz yetiyorsa yine çıkın sokağa’ diyor. Birazcık utanmak, kurumsal hafıza, hiç olmazsa bir ar olur. Bu lafları etmez de unutulsun diye tarihe bırakırsın. 15 Temmuz akşamı… Hatta 16 Temmuz olmuş, saat; 02.00. Bu kardeşiniz Meclis kürsüsüne çıkıp da ‘Millet yeni bir görev verene kadar ana muhalefetiz. Seçilmiş parlamentonun arkasında, darbecilerin karşısındayız’ dedikten saatler sonra. Bülent Tezcan CNN Türk canlı yayınına arkadaki Genel Kurul salonundan bağlanıp, AK Partili Ayşe Keşir’in telefonundan ‘Şimdi demokrasiye sahip çıkmanın, tankın üstüne çıkmanın, meydanlara çıkmanın zamanıdır’ dedikten saatler sonra. O kürsüden Tekin Bingöl, Levent Gök, her biri ayrı ayrı ‘Sokağa çıkın, darbeye karşı direnin’ dedikten saatler sonra. ‘15 Temmuz’da sokaklarda ders almayanlar çıksın sokağa boyunun ölçüsünü yine alalım’ diyen Bahçeli bakın hangi açıklamayı yaptı? İnanmayanlara, burada oturan bütün basın emekçilerine söylüyorum. An itibariyle MHP’nin internet sitesinde bu bildiri var. Bakın Devlet Bahçeli ne diyor, ‘Halkın sokağa daveti…’ Erdoğan çağırdı ya, Bülent Tezcan çağırdı ya, Tekin Bingöl çağırdı ya, Özgür Özel çağırdı ya. ‘Halkın sokağa daveti, Türk askeri ile muhtemel bir çatışma içine girmesi vahim bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.’ Devlet Bahçeli söylüyor. ‘Bilhassa milliyetçi, ülkücü hareketin provokasyon ve ajitasyonlara karşı teyakkuzu ile birlikte sokaklara çıkarak, iç savaş şartlarına hizmet etmesi düşünülemeyecektir. Hiçbir dava arkadaşım karanlık sürecin tarafı olmayacaktır.’ Ey Sayın Bahçeli, ‘15 Temmuz akşamı sokaklarda dersinizi verdik’ diyorsun ya, 15 Temmuz’da FETÖ’ye dersini veren kahramanların saygı ile önünde eğiliyorum. O iradenin arkasında duran biri bile darbeci Fethullah’tan medet ummayan, en rahatsız olduğu Erdoğan’a bile darbe yapıldığında demokrasiyi savunan kahraman Cumhuriyet Halk Partililerin yakasına döktüğü senin yediğinden fazladır. Sen mi sokakta hesap sormuşsun? Televizyondakiler yakından görmek isterse daha tweeti silmemişler. Basın mensubu arkadaşlarıma kolaylık olsun. MHP’nin resmi internet sitesinde ‘Halkın sokağı daveti Türk askeri ile muhtemel bir çatışma içerisine girmesi vahim bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.’ 16 Temmuz gece ikiyi iki geçiyor arkadaşlar. Kimin kahraman, kimin sonradan eklenmiş yandan koltuk değneği olduğunu, kimin o gece durumu hangi taraf güçlüyse o tarafa aldığını görsünler.”

“İKTİDARA KAFA TUTAN HERKESİN MÜCADELESİNİ SAHİPLENECEĞİZ”

“Bir sözüm daha var ona. ‘CHP’nin 12 Eylül‘de yarım kalan hesaplaşmaya dönük bir özlemi varsa’, bak nereyi kaşıyor. ‘Kınında beklemekte olan yoğrulmuş kılıç gibi burada olduğumuzu hatırlatıyor ve haykırıyoruz.’ Burada Manisa İl Başkanı var, yöneticileri var. Ben nasıl anlatayım Sayın Bahçeli? 1970’lerin sonlarında Manisa’da bir sağdan bir soldan vuruyorlardı. MHP’nin İl Başkanı eczacı Cemil Çöllü. Bir gün eczanesinde vuruldu. Ertesi gün Cemil Çöllü‘ye misilleme olarak eczacı Neşe Gülersoy kendi eczanesinde, 27 yaşında beyaz gömleği ile vuruldu, şehit edildi. Neşe Gülersoy’un durumunu tespit eden tutanakta beyaz önlüğüyle bankonun arkasında yattığı, elinde bir kalem olduğu ve ekteki metni kaleme almakta olduğu çıktı. Metin, MHP İl Başkanı Cemil Çöllü’nün katledilmesini kanayan bir metin yazıyordu. Sonradan ikisini de vuran silahın aynı silah olduğu ortaya çıktı. Bu kardeşin Manisa Eczacı Odası Başkanı iken başlattığı gelenek hâlâ sürüyor. Bütün Manisalı MHP’liler şahittir. Ölüm yıldönümlerinde birer gün arayla Cemil Çöllü’nün de mezarına, Neşe Gülersoy’un da mezarına çiçeği her sene biz koyduk. O günlerde olanlar, bütün yaşananlar bir yana bu ülke o günlerden ders aldı. Birbirinin gencecik evlatlarını ölüme yollamamayı, silaha değil kaleme sarılmayı, kandan, şiddetten değil insanlıktan, sevgiden medet ummayı öğrendiler. Bugün eczacı Cemil Çöllü de, eczacı Neşe Gülersoy da bizim İl Başkanımız Mete Erdem de yan yana yatarken, memleketimi ziyarete gittiğim her bayram ve bu bayram, sor Türkgün gazetesinin muhabirine, bulur ajanstan fotoğraflarımı. Üçünün de mezarına her bayram giderim. Üçünün de mezarına çiçek koyarım. Bu örgüt öyle bir örgüttür. Cumhuriyet Halk Partililer böyle insanlardır. Senin kınından çıkarmadığın kılıç, bizim içimize sokamayacağımız bir kötülüktür. ‘Çık karşıma’ diyor. ‘Eğer yarım kalan hesaplaşmaya özlemin varsa’ diyor. Ben o gün altı yaşındaydım, bunları biriktirdim. Sen o gün 36 yaşındaydın, içinde biriktirdiğini bugün dışarı döküyorsun. O gün altı yaşındaki Özgür Özel seni ve bu kin dolu, nefret dolu aklını, zihnini bu ülkenin başından ittifak ortağınla bir kovana kadar da mücadeleye devam edecek. Hangi görüşte olursa olsun bütün iktidara kafa tutan herkesin davasını haklılıklarını, mücadelelerini sahipleneceğiz. Ümit Özdağ’a yapılan muameleyi kendime yapılmış sayıyorum. Taban tabana zıt bazı görüşlerimiz olsa da, ‘Atatürkçüyüm’ diyen, ‘Mücadele edeceğim’ diyen, ‘Bu iktidarın karşısındayım’ diyen Ümit Özdağ’a da, kılıçlarını çekip bu vatana bağlılık yemini içen teğmenlere de, Gezi yüzünden bin gündür içeride yatanlara ya da yedi yıldır içeride yatanlara, sırf partisi ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ dedi diye içeri tıktığın genel başkana da, İstanbul Barosu’na da, 12 yıl önce gitti diye 12 yıl sonra ifadeye çağrılan sanatçılara da bütün benliğimizle Cumhuriyet Halk Partisi olarak sahip çıkacağız.”

“İSTANBUL’UN TÜM DEMOKRATLARI CUMA GÜNÜ İFADEYE ÇAĞRILMIŞTIR”

“Geçen hafta Ekrem Başkan’la beraber bir toplantıda yargının siyasallaşmasını eleştiren konuşmalar yapıyoruz. Ekrem Başkan, Gençlik Kolları Genel Başkanımız Cem Aydın’ı kastederek ‘Cem benim evladım’ dedi. İstanbul Başsavcısına seslendi. ‘Evladımla uğraşma’ dedi ‘Ben buradayım. Cem bizim evladımız, bütün gençlik kolları bizim evladımız. Evlatla uğraşmak yakışmaz kimseye’ dedi. ‘Bak sana söz veriyorum biz iktidar olduğumuzda senin evladın da güvende olacak. Çünkü bize yaptıklarınızı size yapmayacağız’ dedi. Kalktı geldi yanıma oturdu. Gelirken tebrik ettim, oturunca kolçağın üzerindeki elini tuttum. ‘Başkanım’ dedim kulağına. ‘Çok iyi oldu, çok iyi dedin. Böyle bir teminat vermeye ihtiyaç var, bunu tekrarlamalıyız. Aç, yoksul, işsiz, sıkıntıda olan AK Partili bir dönem kayıt oldum diye partiye, oy verdim diye, AK Partili biliniyorum diye, şimdi oradan kopacakken ‘Ya bunların çocuklarına bizimkiler bunları yapıyor, iktidar değişince de benim çocuğumun başına gelir mi’ der, bu teminatı verelim. Rövanşist olmayacağımızı, suçu işleyenin kendinden hukuk önünde hesap soracağımızı ama evlatla uğraşmayacağımızı söylemek iyi oldu başkanım’ dedim. Ekrem Başkan da ‘Sağ ol Genel Başkanım’ dedi, ‘Söyleyelim bunu öyle bir ihtiyaç var’ dedi. Bu konuşmadan 10 dakika sonra salonda bir uğultu. Ekrem Başkan’a savcıyı ve ailesini tehdit etmek suçundan soruşturma açıldı. Biz bu söyleneni savcının ailesi üzerinden bir ülkede yaklaşan iktidar değişikliğinden sonrasına teminat diye anlatırken, buradan bile kendini ailesini araçsallaştırarak, ailesini kullanarak, Ankara’dan kendine verilen adalet katliamı giyotinlik görevini sürdüren buna kendi evlatlarını alet eden bir zihniyetle karşı karşıyayız. Ve o konuşmadan dolayı Ekrem Başkan bu cuma günü ifadeye çağrıldı. Buradan ifade etmek isterim ki, ifadeye çağrılan Ekrem İmamoğlu değildir. Demokrasi ve adalet isteyen herkes, eşitlik isteyen herkes, demokrasi isteyen herkes Ekrem İmamoğlu ki partimizin üyesidir, ifadeye çağrılan Cumhuriyet Halk Partililerin hepsidir. İfadeye çağrılan ‘İstanbul’u bunlara karşı muhafaza edeceğim, İstanbul’un muhafızıyım’ diye yola çıkıp İstanbul ittifakından oy alan Ekrem İmamoğlu’dur. İfadeye çağrılan esnaf ittifakıdır. İstanbul’daki sosyal demokratların yanında, demokratlar, cuma günü ifadeye çağrılmıştır. Milliyetçi demokratlar cuma günü ifadeye çağrılmıştır. Kürt demokratlar cuma günü ifadeye çağrılmıştır. İstanbul’un tüm demokratlara cuma günü ifadeye çağrılmıştır. Ben cuma günü ifadeye çağrılan herkese ‘Yüreğinize sağlık, ayağınıza sağlık, gidin o ifadeyi verin’ diyorum.”

“BU KÖTÜLÜĞE KARŞI YENİ BİR BAŞLANGICI YAPMANIN ZAMANI GELMİŞTİR”

“Ve bütün bu hukuksuzlukların ve haksızlıkların, adaletsizliklerin bir tek sebebi var. Artık 22 yıldır ‘Girdim ve yendim’ ezberi bozulmuştur. Artık gözlere uyku girmemekte, 31 Mart akşamı unutulmamakta, anketteki memnuniyet ve oradan yükselen umut dalgası birilerini fena halde korkutmaktadır. Kimden korktuğunu, neden korktuğunu, onu kimi yenebileceğini o da bilmektedir biz de bilmekteyiz. Bunun için Cumhuriyet Halk Partisi olarak kendinden olmayana düşman hukuku uygulayan, siyasi rakiplerini yargı eliyle dizayn etmeye çalışan kötü ruha karşı, kötülüğe karşı, kötü akla karşı; yoksullarla, işsizlerle, emekçilerle, emeklilerle bilhassa Türkiye’nin gelecekten ümidini kesmiş ama 31 Mart akşamı bir seçim daha beklemeye karar vermiş gençleri ile birlikte bu kötülüğe karşı yeni bir başlangıcı yapmanın zamanı gelmiştir. Bunun için tek tek takip ettiniz, olağanüstü toplantılarla, MYK‘yla, Meclis Grubumuzla, Parti Meclisimizle, partinin tüm seçilmişleri ile İstanbul’da bir dizi toplantı yaptık. O toplantılarda oluşan, olgunlaşan fikirleri isimleri hep umutla birlikte anılan Ekran Başkan’la, Mansur Başkan’la konuştuk, değerlendirdik. Artık bir yeni başlangıca, bir yeni yol yürüyüşüne, yeni bir sürecin tarifine hep birlikte hazır olma noktasında mutabakatımız, örgütsel olarak tamdır. Duyduğum en büyük memnuniyetlerden birisi, biraz önce ismini de andığım iki demokrasi kahramanının da ‘Partim görev verirse, partim bana bir görev verirse’ diye başlayarak kurdukları onurlu cümlelere yürekten ve hepiniz adına teşekkür ediyorum.”

“BUGÜN YENİ YÜRÜYÜŞÜN İLK GÜNÜ”

“İşte bunun için artık yeni bir takvimi başlatıyoruz. Ve yeni bir çağrı yapıyoruz. Bugün bu kötülüğe karşı, bu vicdansızlığa karşı, bu gözü dönmüş adaletsizliğe, gözü dönmüş güç zehirlenmesine karşı demokrasi ile geldiği koltuğu kötülükle, şiddetle bırakmamak isteyenlere karşı yeni yürüyüşün ilk günüdür. Bugün başlattığımız yürüyüşle sandık görevlilerinin teker teker tespitinden, sandıkta bir tane oy aldırmamak için daha önceki yerel yönetim tecrübelerimizle, genel seçim tecrübelerimizle, aldığımız derslerle edindiğimiz deneyimlerle sandığı korumaktan, sandığı kurmaktan, sonlanma aşamasına geldiğimiz partimizin programını bir iktidar programına dönüştürmekten, bir hükümet programını ilan etmekten, bu kötülüğün karşısına dimdik dikilecek cumhurbaşkanı adayımızı belirlemeye kadar yeni bir sürecin ilk günündeyiz. Bugün başlıyoruz. Önümüzdeki süreç içinde şubat, mart ve nisan aylarında biraz önce bahsettiğim tüm hazırlıklarımızı tamamlayarak bu kötülüğün karşısına daha önce de dediğimiz gibi ‘2025 yılında sandık geliyor, biz hazırız’ demek için örgütümüzle, sandık görevlilerimizle, propaganda malzemelerimizle ve adayımızla birlikte ‘Biz hazırız’ demek için bugün başlıyoruz. Adayı, bir partinin genel başkanı olarak ben değil… Bir partinin Parti Meclisi olarak seçilmiş organımız değil… Elbette partinin vereceği önemli kararı tatbik edecek grubun bir mensubu olarak hepimiz. Ama sayıları 1 milyon 600 bine yaklaşan insanlarla birlikte… Ki bugün tweet atmaya insanların korktuğu, mülakatlarda partiye göre işsiz bırakıldığı, diplomanın yok sayıldığı, sosyal yardımların bile parti aidiyetine göre bakılıp aç bırakıldığı, soğukta bırakıldığı bir süreçte Atatürk’ün partisine kayıtlı 1 milyon 600 bin cesur yürekle birlikte belirleyeceğiz. ‘Ben cumhurbaşkanı adayımı belirlemek istiyorum’ diyen herkese söylüyorum. Bugün ilk gündür. Resmi açıklama yapılıp günbegün tarih belirlendiğinde o günden sonra artık gelenler oy kullanamayacaklar. Emeklilere, emekçilere, yoksullara ve bilhassa gençlere sesleniyorum. Sizler bundan sonraki cumhurbaşkanını, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının ilk seçiminde iktidar yapacak cumhurbaşkanını belirlemeye var mısınız? Varsanız hepinizi baba ocağına bekliyorum. Partiye kaydolan herkes, cumhurbaşkanını belirleme seçiminde oy kullanabilecektir. Türkiye’yi davet ediyoruz. Biz bir yola çıkıyoruz. İktidarı değiştirmeye hazır mısınız? Biz hazırız, hep birlikte başaracağız, hep birlikte iktidara yürüyoruz. Bugün başlıyoruz, yolumuz açık olsun. Sizlere güveniyor, sizlere inanıyorum. Biz başaracağız, biz kazanacağız, biz kazanacağız. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”


CHP TBMM GRUP TOPLANTISI