14.10.2025
14.10.2025
“209 GÜNDE 209 YALAN ATTILAR, HER SABAH BİRİNİ ÇÜRÜTTÜK”
“TRUMP ‘İYİ İŞ ÇIKARDIN’ DEDİ, ERDOĞAN İÇİN HİÇ BU KADAR UTANMAMIŞTIM”
“DEMOKRASİ, EŞİTLİK, KARDEŞLİK; NE ZAMANDAN BERİ MAKSİMALİST TALEP?”
“FAİZDE YÜZDE 17,5 STOPAJ VARKEN BATMIŞ ADAMA YÜZDE 95 ‘GARİBAN OLMA BEDELİ’YLE YERDEKİNE TEKME VURUYORLAR”
“MANSUR BAŞKAN NE SANIK, NE TANIK AMA BAŞSAVCILIK SORUŞTURMA İZNİ İSTİYOR; NEDENİ, DEVLET MEMURLUĞU KANUNU”
“BU İŞ 80 YAŞ ÜSTÜNÜN AKRAN DAYANIŞMASIYLA DEĞİL; GENÇLERİN OMUZ OMUZA MÜCADELESİYLE OLACAK”
“CHP; KENDİSİNİ KORUYOR DEĞİLDİR. KORUDUĞUNUZ; DEMOKRASİDİR, FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜDÜR”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Hoş geldiniz, şeref verdiniz. Değerli milletvekillerimiz, Türkiye’nin dört bir yanından grubumuzu şereflendiren çok değerli konuklarımız ve biraz önce Grup Başkanvekilimiz isimlerini saydı. İsimlerini saydığı, sayamadığı, ülkemizi uluslararası alanda temsil eden, önlerindeki hiçbir engeli engel görmeyen, göğsümüzü kabartan çok değerli engelli ve paralimpik sporcularımız hoş geldiniz, hepinizle gurur duyuyoruz” dedi. Özel, şunları söyledi:
“İLGİ GÖSTERENLERİN BAŞINDA ERDOĞAN VARDI”
“Değerli milletvekillerimiz, değerli konuklar bildiğiniz gibi 9-12 Ekim tarihleri arasında geniş bir heyetle yurtdışındaydık. İlk olarak İspanya’da, başkent Madrid’de Sosyalist Enternasyonal’in Prezidyum toplantısına katıldık. Aynı gün toplantı öncesi İspanya Başbakanı ve Sosyalist Enternasyonal Başkanı Pedro Sanchez ile bir ikili görüşme gerçekleştirdik. Hem dünyada solun, sosyal demokratların içinde bulunduğu süreci, dünya siyasetini, ikimizin de çok yakından takip ettiği Gazze’de yaşananları; hem de emekçilerin, emeğin hakkını, alın terini savunan, her türlü sömürüye, adaletsizliğe karşı duran, sosyal demokratların, sosyalistlerin mücadelesini nasıl daha yukarıya taşıyacağımızı, bunu yaparken de birilerinin toplumu, halkları birbirine düşman ederek, toplumu kutuplaştırarak, devlet yönetmek yerine gücü yönetme anlayışına karşı nasıl birlikte mücadele edeceğimizi konuştuk. Ardından da tüm kardeş partilerimizle birlikte çok verimli bir toplantı yaptık. Belçika’nın başkenti Brüksel’e geçtik. 19 Mart sivil darbe girişiminin sonrasında Türkiye’nin dört bir yanında gecesiyle - gündüzüyle, yazıyla - kışıyla, güneşin - dolunun altında 60 eylem gerçekleştirmiştik. Yurtdışındaki soydaşlarımızdan davet vardı ve 61’ncisini Brüksel meydanında gerçekleştirdik. Avrupa’daki yurttaşlarımız oradaydı. Dayanışma gösteren, yanımızda olan hem vatandaşlarımıza, hem kardeş partilerimize, hem de Avrupa’nın bütün demokratlarına yürekten teşekkür ediyoruz. Madrid ve Brüksel programlarımız yurt içinden ve yurt dışından büyük ilgi gördü. İlgi gösterenlerin başında da Sayın Erdoğan var. Çünkü Sayın Erdoğan öyle bir anlayışa sahip ki. ‘Geçmişte kendisine helal olan, şimdi onun yönettiği ülkede muhalefete haramdır. Onun sevabı bizim günahımız olacak. O ne yapmışsa geçmişte yapmış olacak ama bugüne gelince o her şeyi yapacak, muhalefet susacak. O bir çerçeve çizecek, muhalefet onun içinde yapılacak. Çizdiği sınırların dışına çıkılmayacak. Her türlü kötülük, her türlü hak ihlali, her türlü zulüm sessizlikle karşılanacak. O iktidarını sürdürecek, bir taraf acı çekmeye, sömürülmeye devam edecek.’ O devir kapandı, hiç kusura bakmasın o devir kapandı.”
“KAZANINCA ‘MİLLİ İRADE’, KAYBEDİNCE ‘KİRLİ İRADE’”
“Ayrıca Türkiye’de üniversitelerde başörtüsü sorunu varken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceksin, dava açacaksın, dava kazanacaksın, devletten tazminat alacaksın. Bu, Avrupa’ya şikayet etmek olmayacak. O gün de yapılanın yanlış olduğunu, hak aramanın meşru olduğunu söylüyordum. AK Parti’ye kapatma davası açılacak, üçerli, dörderli heyetler yapacaksın. Dünya başkentlerine gideceksin. Kendi ülkendeki bir yargı sürecini dünya başkentlerine anlatacaksın. Bu, meşru olacak. 15 Temmuz akşamı ne istediyse verdiklerin, etle tırnak oldukların, altına F16 çektiğin, tank verdiklerin demokrasiye karşı darbe girişimine girişecek. Biz senin bize yaptığın husumetleri, haksızlıkları, her şeyi bir kenara bırakıp, demokrasinin yanında ve darbenin karşısında bulunacağız. Sabah ilk teşekkür telefonunu bize açacaksın. Sonra diyeceksin ki ‘CHP’nin uluslararası bağlantıları çok güçlü. Yardım edin de bu darbeyi dünyaya birlikte anlatalım.’ O zaman bunların hepsi olacak. Yani darbenin mağduruyken yurt dışına gidip anlatacaksın. Sonra yıllar önce ‘Bu demokrasi bizim anlayışımıza ne kadar uygun’ diyene, ‘Bir trendir, tramvaydır. İşimize geldi bindik, işimize gelmediğinde ineriz’ dediğin yaklaşımla uyumlu olarak; yıllarca seçim kazanınca ‘milli irade’, bir kere kaybedince ‘kirli irade’... Yıllarca mazbatayla fotoğraf verirken, milletin mazbatasını iptal ettirmeler, yıllarca seçim kazanınca yere göğe koyamadıklarını, seçim kaybettiğinde bir anda başka bir tarafa koymak ve bir darbeye girişmek. Darbenin mağduruyken gidip dünyaya anlatanlar, darbenin faili olunca susulsun istiyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak iki yıldır dünyanın neresine gidersek gidelim… Ki gitmeden önce Türkiye’de de bunu konuştuk. Türkiye’nin tezleri neyse; Kıbrıs, Azerbaycan, Filistin konusundaki Türkiye’nin tutumunu ve fazlasını, Türkiye’nin Eurofighter’daki haklılığını, talebini, Türkiye’nin F35 programından çıkarılmasında uğradığı haksızlığı, kendi egemenlik haklarıyla ilgili Kıbrıs’la, Ege ile ilgili her şeyi en net şekilde konuşurken bir problem yok. Ama sen Türkiye’de darbeye kalkışacaksın, sandığa saldıracaksın, ondan sonra da ‘Susun, buna hiç sesinizi çıkarmayın’ diyeceksiniz.”
“KIRILAN KOL BİZİM, SALDIRILAN HAYSİYET BİZİM”
“İktidarlarının ve ittifaklarının bu konudaki yaklaşımını bugün Sayın Devlet Bahçeli açık açık söyledi grup toplantısında. Dedi ki ‘Kol kırılsın, yen içinde kalsın istiyoruz.’ İnsan gerçekten duyduğuna, gördüğüne inanamıyor. Sayın Bahçeli, Sayın Erdoğan kırılan kol bizim, kırılan kalp bizim, saldırılan haysiyet bizim, aşağılananlar bizim arkadaşlarımız, aileleriyle tehdit edilenler bizim arkadaşlarımız. Ama diyorsunuz ki ‘Sizin kol kırılsın, bizim yenin içinde kalsın.’ Bu memlekette kol kırık, cep delik, cepken delik, insanlar yoksul, adalet sakat ama kendi düzeniniz sürsün istiyorsunuz. Sayın Bahçeli, ‘Kızılcık şerbetini Tayyip Erdoğan’ın etrafı içsin’ diyorsunuz. Ama biz kan kusalım ‘Kızılcık şerbeti içtik’ diyelim istiyorsunuz. Kusura bakmayın hiçbir yerde o yoğurdun bolluğu kalmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi milletiyle birlikte ayaktadır, hakkını aramaktadır, sonuna kadar da arayacaktır. Bakın Türkiye’nin 6,5 milyon oy almış bir siyasi partisiyle Meclis’te merhabalaşıyoruz diye bizi terörist ilan ediyordunuz. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de nasıl bir sürecin içindesiniz? Yıllarca bebek katili dediğiniz kişiye ‘kurucu önder’ diyorsunuz. Bunların hepsi milletin gözünün önünde oluyor. Cumhuriyet Halk Partisi, tarihsel bir tutarlılık içinde geçmişte ne dediyse bugün aynı şeyi söyleyen, demokrasi, barış, kardeşlik isteyen, herkes eşit olsun isteyen, kimsenin hakkını yemeyen ama kimseye de hakkını yedirmeyen bir siyaseti takip ederken; şimdi ‘Ben zulmedeyim, siz susun, pısın, sessiz olun’ istiyorsunuz. Bu kişisel bir şey olsa neyse de şunu biliyor musunuz? Biz bir kelime eksik söylersek, siz bu milleti susturacaksınız. Biz bir adım geri atarsak, siz bu ülkeyi 50 yıl geriye götüreceksiniz. Biz bir santim eğilirsek, siz bu millete diz çöktüreceksiniz. O yüzden ne bir kelime eksik konuşacağız, ne bir adım geri atacağız, ne bir santim eğileceğiz.”
“SON DERECE OMURGALI BİR DURUŞU VAR ERDOĞAN’IN”
“Biz içeride de dışarıda da büyük bir özgüvenle Türkiye’nin menfaatlerini savunmaya devam ederiz. Türkiye’de ana muhalefet partisiyiz şimdilik, ilk sandığa kadar. Yurtdışına çıktığımızda Türkiye’nin partisiyiz. Karşımızda şahsileştirdiği dış politika ilişkilerini sadece kendi çıkarları için kullanan ve iktidarda kalabilmek için her tavizi veren, Türkiye’yi değil kendisini düşünen bir iktidar anlayışı var. Erdoğan çok rahatsız olmuş. Yaratılan, ortaya çıkan görüntüden çok rahatsız olmuş. Diyor ki ‘Siyasi hayatımın hiçbir döneminde eğilmedim, bükülmedim. Batılılar karşısında omurgalı durdum.’ Duy da inanma. ‘Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür’ derler ya. Şimdi Sayın Erdoğan’ın omurgalı duruşundan birkaç tanesini hatırlayalım. Rus uçağı düşürüldüğünde Cumhurbaşkanı - Başbakan önce yarışa girdiler. ‘Benim talimatımla düştü’ diye. Erdoğan çok kızdı. Tarafsız Cumhurbaşkanı ama ‘Rus uçağını Başbakan’ın değil, benim talimatımla düşürdük’ dedi. Ardından ‘Bugün olsa yine düşürürüm’ dedi. Sonra Putin ‘Senin ailenin taşıdığı petroller ve zenginleşmesi hakkında Birleşmiş Milletler’de sunum yapacağım’ deyince, hızla bir özür mektubu yazdı. Putin’e yolladı, kapısına gitti, Rus devlet televizyonu da canlı yayında; geri sayımla bekletildi. Omurgalı bir duruş gösterdi Sayın Erdoğan. Rahip Brunson… ‘Bu can bu bedende durdukça o papazı sana vermem. Çok istiyorsan ver papazımı, al papazını’ dedi. ‘Ver papazımı’ dediği, Fetullah Gülen’di. ‘Al papazını’ dediği, Rahip Brunson. Trump'tan bir telefon geldi, Rahip Brunson akşam üstü kendini Beyaz Saray’da Trump’ın yanında buluverdi. Özel uçak verdiler altına, Trump’a yetiştirdiler. O can ki Allah uzun ömür versin, o bedende duruyor. Brunson, Amerika’da keyfini sürüyor. Trump her aklına geldiğinde ‘Nasıl verdi ama papazımı, bir istedim hemen verdi papazı’ diye makara yapmaya devam ediyor. Son derece onurlu bir duruşu var Erdoğan’ın, son derece omurgalı bir duruşu var.”
“33 OMURDAN ALTISINI İŞTE BİR NEFESTE SAYDIM”
“İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği söz konusu oldu. Biz dedik ki ‘NATO’da açık kapı politikası var. NATO’nun o kanadının da güçlenmesi lazım.’ ‘Vay Finlandiya, İsveç. Vaktiyle PKK’lılar iki tur döndüler, orada eylem yaptılar. Siz nasıl PKK’nın hamisi ülkeyi NATO’ya sokarsınız?’ dedi. Dört ay sonra günü geldi, ilk imzayı kendi attı. Kalemi Avrupalıların elinden kaptı, ilk imzayı kendi attı. Ama omurgalı bir duruş sergiledi Erdoğan batıya karşı. Birleşik Arap Emirlikleri’ne 15 Temmuz’dan sonra ‘Darbenin finansörü’ dediler. Yeni Şafak gazetesinden emirin fotoğrafını basıp, ‘darbenin finansörü’, altına kocaman puntolarla ‘şerefsizler’ diye manşet attılar. Daha sonra gidip Birleşik Arap Emirlikleri’nde kardeşine sarılmaz insan o kadar, emire öyle sarıldı ve para istedi yaklaşan seçimler için. Cemal Kaşıkçı cinayeti, bu ülkenin topraklarında işlenen bir cinayetten Suudi Arabistan’ı doğrudan sorumlu tutup, katil ilan edip, daha sonra doların yeşilinin ucunu gösterdiklerinde dosyayı iadeli taahhütlü bile değil, karşı tarafa ön ödemeli olarak Erdoğan aldı, yolladı, yetiştirdi. Trump Erdoğan’a ‘Aptal olma’ diye mektup yazdı. ‘O mektubu katlarım, cebime koyarım’ dedi, hala orada duruyor. Dışişleri Bakanı ‘Bizden randevu dileniyorlar’ dedi, bunu dedikten iki gün sonra randevuya gitti. ABD Elçisi ‘Trump akıllı adam, Erdoğan’da olmayanı verecek. Kendisine meşruiyet verecek, her şeyi alacak. Çok da güzel olacak sonu’ dedi. Tam da dediği gibi gitti, Boeing’leri satın aldı, pahalı gazı satın aldı, nadir toprak elementlerini peşkeş çekti. Ne varsa verdi. Karşılığında ‘Hileli seçimleri en iyi bu bilir. Ama seçim yapılırsa bu kazanır’ diye Türkiye’de olmayan meşruiyeti güya Trump’tan aldı. ‘Omurgalı duruş’ diyorsun ya. ‘Omurga’ dediğin 33 omurdan oluşur; altı tanesini bir nefeste saydım, 33 tanesini iki nefeste saymazsam namerdim. Eğer sen omurgalıysan.”
“GAZZE PLANINA UYANIK VE TEMKİNLİ YAKLAŞIYORUZ”
“Şimdi bir omurgalı duruşu daha hep birlikte yaşıyoruz, milletin önünde bir konuşalım. Gazze’de iki yıldır İsrail’in soykırımı, katliamı var. Mısır’da bir ateşkes mutabakatı imzalandı. Biz ilk baştan beri bu sürece hep şöyle yaklaşıyoruz: Bu adil bir barış değil ama Aliya İzzetbegoviç’in söylediği gibi ‘Kötü bir barış, süren bir savaştan iyidir.’ 67 bin Filistinli ölmüş, yarısı kadın ve çocuk. Ölümler durdurulamıyordu, Gazze tamamen sürülüp gidiyordu ve Trump’ın oradaki hayalleri ortadaydı. Hiç olmazsa kan akmamasına, çocukların açlıktan ölmemesine, kadınların ölmemesine, ekmek kuyruğundakilerin taranmamasına dair bir umut varsa ‘peki’ dedi bütün dünya. Mahmut Abbas bile ‘peki’ dedi Biz de ‘peki’ dedik, takip ediyoruz. Beklentimiz; katliamların tamamen durması, insani yardımların ve sağlık hizmetlerinin eksiksiz sağlanması, bağımsız bir Filistin devletinin tanınması ve Gazze’nin Filistin toprağı olarak muhafaza edilmesi. Bunun dışında bir şey istemek; zaten Filistin davasını terk etmek, Filistin’i yalnızlaştırmak ve İsrail’in kayığına binmektir. İki yıldır kararlı şekilde savunduğumuz bu meselede Erdoğan iktidarının ikircikli tutumunu her seferinde eleştirdik. Gazze’yi İsrail işgalinden kurtarılıp, Trump’ın ilhakına açma hevesine de uyanık ve temkinli bir şekilde yaklaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz tüm uluslararası örgütlerde de bu tehlikeye dikkat çekiyoruz.”
“GÜYA NETANYAHU GELECEKMİŞ DE ERDOĞAN KARŞI ÇIKMIŞ”
“Dün Mısır’da Trump’ın şımarık ve alaycı bir şovunu bütün dünya ibretle izledi. Trump bu şovdan saatler önce İsrail Parlamentosu’nda bir konuşma yaptı, Netanyahu’ya ‘Sen bir savaş kahramanısın’ dedi. Herkesin içinde ‘Ona kullanması için en iyi silahlarımızı verdik. O da iyi bir iş çıkardı’ dedi. İsrail Parlamentosu’nun Başkanı tek tek savaş suçlularını, o katliamları yapanları anons etti. O komutanlar tek tek ayağa kalktılar. Bütün salondan alkış aldılar. Çoğunda Trump da ayağa kalktı. Ayakta alkışladı onları, 67 bin kişinin katillerini. En şahin bakanlar anons edildi, en çok onlar alkış aldı. Hani ‘Bütün Filistinliler ölmeden buralara huzur gelmez’ diyen en şahin bakanlar en çok alkışı aldı. Trump da onları ayakta alkışladı. Sumud Filosuna saldıranları ayakta alkışladılar. Trump döndü ve dedi ki ‘Sevinebilirsin, mutlu olabilirsin. Savaşı sen kazandın, başardın’ dedi. ‘En iyi silahlarımı sana verdim. İyi iş çıkardın’ dedi, dakikalarca alkışladı. Sonra oradan Mısır’a geçti. Herhalde Türkiye’yi… Yurtdışındaki birçok konuda Erdoğan’ı takip ediyor, izliyoruz. Zaman zaman doğru tutum aldığında ‘Destekliyoruz’ diyoruz. Hiç çekinmeden bu kürsüden söyledim: ‘Rusya ve Ukrayna arasında taraf olmamak, barışa aracılık etmek, tahıl koridoruna çalışmak doğru iş. Biz de olsak aynısını yapardık’ dedik. Çoğu zaman yanlışlarını eleştirdik ama hiç dünkü kadar utanmamıştım. Hiç dünkü kadar midem bulanmamıştı. İsrail Parlamentosundaki o şov yetmezmiş gibi bir de güya ‘Netanyahu da gelecekmiş de Erdoğan karşı çıkmış.’ Netanyahu nereye geliyor? Eli kanlı adam, katliamların faili, soykırımcı Netanyahu. Bizim onu Lahey’de yargılatmamız lazımken, 67 bin kişinin kanının hesabını sormamız lazımken, ‘Neredeyse bir araya geleceklermiş de karşı çıkılmış.’”
“BİZ YAS EVİYİZ, YANDAŞ BASIN DÜĞÜN EVİ TEFÇİSİ GİBİ”
“En büyük utancım şu: Dün iki yerde sevinç vardı. Birisi, İsrail Parlamentosu’nda. İsrail basınında bile bu kadar değil. İkincisi, AK Parti’nin yandaş basınında. Buradan dün yaşananlar için; ‘Bir başarı, bir zafer, Hamas direndi, Erdoğan kazandı…’ Yahu ne Erdoğan kazandı? Erdoğan yıllarca Trump’a sustu. Trump, Netanyahu'yu övdü, önünü açtı. Ekmek kuyruğunda kadınlar tarandı, ‘gık’ demediniz, parmağınızı oynatamadınız. Ne zaman ki oradaki bölüşüm meselesinde anlaştılar; hidrokarbonlar Amerika’nın, Gazze de Amerika’nın ilhakı olacak. 150 ülke Filistin’i tanımışken, kendilerince manevra yaptılar. Bizim yandaş basın utanmadan, sıkılmadan İsrail Parlamentosu’ndaki o havayı görmeden ‘Bunun Erdoğan’a acaba iç siyasette faydası olur mu?’ diye bir başarı gibi göstermeye çalışıyor. Beyler buradan hepinizin gözünün içine baka baka söylüyorum: Hey, biz yas eviyiz. 67 bin cenaze var orada. Siz İsrail’in düğün evinin tefçisi gibi davranıyorsunuz, yazıklar olsun hepinize. Yarısı kadın ve çocuk 67 bin Filistinli katledilmişken, İsrail’in davuluyla, zurnasıyla halaya duran yandaş basına diyorum ki sizde ne yerlilik var, ne millilik var. Şu kadar vicdan yok, sadece yalakalık var. İmzalanan şey barış anlaşması değil, ateşkes mutabakatı. Erdoğan’ın imzasıyla poz verdiği belge, bir niyet beyanı. İçinde bağımsız Filistin devleti yok, iki devletli çözüme atıf yok. Gazze’nin Filistin toprağı olduğu yok, Filistin’in seçilmiş Filistinliler tarafından yönetilmesine ilişkin irade yok. 70 bin kişiyi öldürenlere karşı, bu insanlık suçuna karşı bir uluslararası hukuk hatırlatması yok. Ne var? İsrail’de düğün dernek var, bizim utanmazlar da Türkiye’de konvoy yapıyorlar İsrail’in peşinden. Yazıklar olsun.”
“ERDOĞAN’IN NE ARKASINA, NE YANINA DİZİLİRİZ”
“Bu konuda biraz önce söyledim. Nasıl ‘Efendim bizim çizdiğimiz alanda siyaset yapacaksınız. Bizle lokomotif olduk, katar gibi peşimize takılacaksınız, vagon olacaksınız. Çuf çuf ben başı çekeceğim, muhalefet arkama dizileceksiniz.’ Geç onları Erdoğan, geç onları. Çok geride kaldı onlar. Doğru bildiğimizi söyleriz, savunuruz. Erdoğan’ın ne arkasına diziliriz, ne yanına diziliriz. Ne zaman ki bu zulüm sürer, bunun için içeride mücadele eder, dışarıda anlatırız. Filistin’in dostuyuz, zalimlerin karşısındayız. Trump’tan medet umanlara söylüyoruz: Mübarek olsun Trump’ınız. Onun da karşısındayız, sizin de karşınızdayız. Amerika’nın başkanından çekinseydik Kıbrıs Barış Harekatı yapılamazdı. Dünyanın devletlerinden, krallarından, liderlerinden çekinseydik Milli Mücadele başarılı olamazdı. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi; kuruluşun, kurtuluşun, kurucu iradenin, çelik gibi bir iradenin partisidir. Buradadır, kimse korkmasın, Türkiye’nin çıkarları Cumhuriyet Halk Partisi’ne emanettir. Kimse Trump’a trampa yapılacak bir iktidar hevesine kapılmasın. Cumhuriyet Halk Partisi geliyor, tam bağımsız Türkiye geliyor. Trump’tan da bağımsız, Netanyahu’dan da bağımsız.”
“ELİNDE AMASRA’NIN KANI OLANLAR: YARGILANACAKSINIZ”
“Bugün 14 Ekim. Amasra‘da Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun madeninde 43 işçiyi yitirdiğimiz facianın üçüncü yıl dönümü. Soma‘da 301 evladımızın kaybından ders çıkarmayanlar, o madene ‘dünyanın en güvenli madeni’ demişlerdi. Oysa o faciadan önce Soma‘dan bugüne ölenlerin ailesine verilen sözler tutuldu, kalan madencilere verilen sözler kısmen tutuldu. İş güvenliği ile ilgili taahhütlerde arpa boyu yol alınmadı. Türkiye’nin dört bir yanında madenciler günde üç vardiya ölüme inip çıkıyorlar diye söylemiştik. Ardından ‘dünyanın en güvenli madeni’ diye etiketledikleri madende, 2019 Sayıştay raporu ‘Yüksek risk var’ demesine karşın tedbir alınmadı ve o günden bugüne de yargılama safhası sürüyor. Ve katliamdan sonra sanıklara verilen cezalar yürekleri soğutmadı. Dört kişi hakkında olası kast suçu, bilinçli taksire çevrildi. Yani cezalar indirildi, 2,5-3 yıla kalmaz salıverilecekler. Madenci ailelerinin itirazıyla eski TTK Genel Müdürü ve Enerji Bakanlığı müfettişlerine soruşturma izni verildi, görevi ihmalden dava açıldı. Cezanın üst sınırı iki yıl, yani tabiri caizse halk arasındaki deyimle ‘yatarı yok.’ Yani aileler istiyor diye ‘Tamam tamam’ dediler, en üst sınırdan ceza alsalar bir gün yatmayacaklar. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi bir facia, bir kaza olduğunda o gün ona ağlayan, manşetlerle bir yas tutan, manşetler susunca, kameralar gidince köşelerde yer bulmayınca unutan bir parti değil. Soma davasının her bir davasını ilk günden son ana kadar nasıl takip ettiysek, Amasra’yı nasıl takip ettiysek, toplum vicdanında yarı açan ve adaletin tecelli ettiğine toplumun vicdanının ikna olmadığı tüm davaları, tüm süreçleri ile takip etmeye devam ediyoruz. Gün gelecek o gün bu grup burada olmayacak. Daha büyük olan bir salon var orada olacağız. Ama o gün çıkacağım, o günkü grup toplantımızda partinin genel başkanı olarak hepinizin gözünün içine baka baka ve o localarda birileri getirilip de alkışlattırılan, slogan attırılan birileri değil; Soma aileleri, Amasra aileleri, Ermenek aileleri, Çorlu aileleri, Lokumcu’nun ailesi, Gezi’de katledilen kardeşlerimizin aileleri, Berkin Elvan’ın annesi varken diyeceğiz ki, ‘Bu davaların hepsini tekrar açıyoruz, bir daha yargılanacaklar.’ Buradan AK Parti ve MHP’li seçmene söylüyorum. AK Parti’ye üye olmuş olmak, oy vermiş olmak, bir dönem AK Parti’de siyaset yapmış olmak, bunların hiçbir tanesi bizim için husumet meselesi değil. İyi olsun diye yapılmıştır, şüphesiz. Ya da nüfus cüzdanı alınmıştır, mahalle başkanı tarafından kayıt yapılmıştır. Partiye üye kaydediyoruz. Her yeni kaydettiğimiz beş üyenin bir ya da iki tanesi daha önceden AK Parti‘ye üye çıkıyor. Çoğunun haberi yok. O yüzden kimse şu endişeye kapılmasın. ‘Yarın Cumhuriyet Halk Partisi gelince acaba bize bir şey olur mu?’ Oy verene, üye olana, siyaset yapana bir şey olmaz. Ama elinde Berkin Elvan’ın kanı olan, Soma‘nın kanı olan, Amasra’nın kanı olanlar… Yargılanacaksınız kardeşim, bir daha yargılanacaksınız.”
“TÜRKİYE’DEKİ ALIN TERİNİN KARŞILIĞI BELÇİKA’DAKİNİN YEDİDE BİRİ KADAR”
“Bu ülkenin menfaatlerini korumak için taviz verenlerden değiliz biz. Milletin huzurunu ve refahını savunmak da böyle olmaz zaten. Bakın Belçika’daydık. Dünya kadar soydaşımızla birlikteydik. Avrupa’dan gelenlerle. Ama onlarla konuştuk, üç gün öncesinden giden arkadaşlarımız dolaştı, not aldılar. Bana orada getirdiler. Orada söyledim, doğru mu? Doğru. Bir de burada bakalım. Biz söylüyoruz, bir tarafta hukukun üstünlüğü olan ülkelerde demokrasi iyi. Demokrasi olduğu için ekonomi iyi. Ekonomi iyi olduğu için ücretler iyi. Fiyatlar düşük. Bir yandan da iktidarın borazanları ‘Efendim enflasyon bütün dünyada var.’ Avrupa ortalaması yüzde 2, Türkiye’de eylül ayı yüzde 3,5. ‘Efendim enflasyon her yerde sorun. Satın alma gücü her yerde düşük.’ Ki Belçika, asgari ücrette en iyi ülkelerden değil, ortalarda bir yerde. Belçika’da emekli aylığı, bin 619 Euro. Avrupa’da 3 bin - 3 bin 500 Euro olan ülkeler var. Bin 619 Euro. Türkiye’de emekli aylığı 348 Euro. Bin 619, 348. Satın alma gücüne bakalım. Bir emekli aylığı ile gittiğinde Türkiye’de 19 kilo dana kıyma alabiliyorsun. Belçika’daki emekli 108 kilo dana kıyma alabiliyor. Kıyma üzerinden satın alma gücü altı kat fazla. Türkiye’de 218 litre süt alabiliyor bir emekli maaşı, Belçika’da bin 819 litre. Yani hem maaştan fark ediyor hem de satın alma gücünden misliyle fark ediyor. Dokuz kat fark ediyor süt üzerinden satın alma gücü. Asgari ücret için sorarsanız; Belçika’da bin 919 Euro, Türk parasıyla 93 bin lira. Yani diyoruz ya yoksulluk sınırı 91 bin lira. Daha işe girmiş, bir yıllık asgari ücretli o yoksulluk sınırının üstünde, yani asgari ücretle zengin kabul ediliyor. Türkiye’de ise 456 Euro. Belçikalı asgari ücretli 128 kilo dana kıyma alırken, Türkiye’deki asgari ücretle sadece 30 kilo alabiliyor. Yani emeklide 108’e 19 kilo, asgari ücretlide 128’e 30 kilo. Yani ister asgari ücretlide ister emeklide böyle. Sonra da birisi geldi yanıma dedi ki, ‘Altın hesabına kızıyor, kıyma hesabına da kızar. Ama ona bir sor bakalım’ dedi. Arabanın markasını o söyledi, ben söylemeyeyim. ‘Bunu almak için Türkiye’de ne kadar çalışılıyor burada ne kadar?’ Araba aynı araba ama Avrupa’da 18 bin 300 Euro, Türkiye’de 31 bin Euro’ya satılıyor. Aradaki fark bizimkilerin fazladan aldığı vergi. Araba Türkiye’de üretilmiyor. Yurt dışında 18 bin 300 Euro’ya satılıyor, Türkiye’de neredeyse iki katına. Belçikalı asgari ücretli bu arabayı almak için 10 ay çalışıyor. 10 aylık asgari ücretini koyduğunda, bu arabayı alıyor. Türkiye’de altı yıl, hatta 72 ay çalışarak. 10 ay bir yerde 72 ay bir yerde, yedi kat. Yani Türkiye’de alın terinin karşılığı Belçika’daki alın terinin karşılığının yedide biri kadar değil.”
“KONVOYLAR; UÇAN, YÜZEN SARAYLAR VAR AMA MİLLET SÜRÜNÜYOR”
“Şimdi bana diyorlar ki, ‘Ya Avrupa eski gücünde değil.’ Şu kadarını söyleyeyim. ‘Doğu ile Batı iki farklı yön değil. Zaten eğer Doğu’da demokrasi varsa Doğu’ya gidelim. Kuzey’de varsa Kuzey’e gidelim. Ama demokrasi neredeyse o yöne gidelim, onlar gibi yönetelim, onlar gibi yönetilelim’ diyoruz. Batıya gittikçe liderlerin arabaları mütevazılaşır. Hatırlayın Merkel kendisi Volkswagen Transporter minibüse biniyordu. Dünyanın en pahalı Mercedes’ini o dönemde ürettiler, limuzin Mercedes. İki tanesi yarın grup yaparsa Meclis’e gelecek. Sayın Erdoğan’da. Yola gelince yol ayrımına, biri buradan gidiyor, biri buradan gidiyor, güvenlik gerekçesiyle. Dünyanın en pahalı 10 limuzin Mercedes’in ikisi bizde. İkisi Katar’da, birisi Birleşik Arap Emirlikleri’nde. Öbürü Suudi Arabistan’da. İkisi bizim. Ama Merkel o arabayı bu taraftaki otoriter liderlere satıp, kendisi mütevazı bir minibüse biniyor. Türkiye’de uçan saraylar varken, bir uçan saray, 14 tane lüks uçak. Merkel tarifeli uçuyordu. Ama Almanya’daki asgari ücretin Türkiye’dekine göre satın alma gücü sekiz kattı o gün. Şimdi daha da fazla olmuş olabilir. Demokratik ülkelere gittikçe evler küçülüyor, mütevazılaşıyor. Konvoylar kısalıyor, arabalar basitleşiyor. Ama halk zengin. Doğu’ya doğru gittikçe bin odalı saraylar, elhamdülillah bizimkisinde bin 500 oda var. Uzun uzun konvoylar, uçan saraylar, yüzen saraylar, hepsi var. Yüzen sarayımız var, uçan sarayımız var, yazlık sarayımız var, Ahlat’ta kışlık sarayımız, Otluk’ta yazlık sarayımız var. Bin 500 odalı saray burada var. Ama millet sürünüyor. İşte Cumhuriyet Halk Partisi’nin bundan sonra Türkiye’nin önüne koyduğu en büyük hedef şudur: Biz Erdoğan’ın konvoyuna, limuzin Mercedesi’ne, uçan, yüzen, kaçan, yazlık, kışlık saraylarına değil; Türkiye’dekilerin geleceğine, karnının doymasına, Avrupa’daki gibi satın alma gücü olmasına talibiz. Eğer önümüzdeki seçimden sonra Erdoğan iktidarda kalmaya devam ederse; 18 kilo kıyma alıyorsak, dokuz kiloya düşer. Kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü bu düzen bir asgari ücretin sekiz çeyrek altın aldığı 2002 yılından, üç çeyrek altın alabildiği bugüne geldi. 8,5 çeyrek altın alınan emekli maaşından, iki çeyrek altın alınan bugüne geldi. Ve bu düzen bu şekilde devam ediyor.”
“EMEKLİYE ZAMMIN 150 KATINI, 19 MART İLE HARCADILAR”
“Bir gün meydanın birinde sordum. İzliyorsunuz, katılıyorsunuz zaten eylemlere. ‘Erdoğan sizi seviyor mu?’ Dediler ‘Hayır.’ ‘Niye?’ dedim. Birisi bağırdı oradan ‘Fakiriz diye.’ O gün bugün kaldı, ‘Biz niye fakiriz?’ diye soruyoruz. Bakın neden fakiriz? 19 Mart darbesinin maliyeti 160 milyar dolar. Bunu ben söylemiyorum, bunu devletin kayıtları söylüyor. Sattıkları rezerv, faize binen yük, faiz artışının getirdiği dış borç yükü ve her şey. 19 Mart darbesinde harcanan bu para, bu milyar ama yeni milyar. Yani bunun üstüne altı tane daha sıfır ekleyeceksin eski parayla, eski milyar gibi değil. Yeni paranın milyarı bu. Emekliye yapılan zammın 150 katını, 19 Mart darbesi için harcadılar. Asgari ücretliye verilmeyen zammın, yani 22 bin lira ya, biz ‘30 bin lira yapın’ dedik. O paranın, ‘yok’ dedikleri paranın, 120 katını harcadılar. Çiftçiye destek veriyorlar, biz diyoruz ki ‘Kanuna göre alması gereken Gayri Safi Milli Hasılanın yüzde 1’i, sizin verdiğiniz binde 2. Beş katını vermelisiniz.’ Vermeyiz’ diyorlar. 100 katını bu darbeye harcadılar. Bakın Türkiye’deki bütün çiftçilerin aldığının beş katını verseler, kanuna uygun şekilde nefes alacak. Oraya vermeyen, buraya veriyor. Ama Plan Bütçe Komisyonu’nda. Şimdi başlıyor Plan Bütçe Komisyonu bütçe görüşmeleri. Geçen sene vazgeçilen gelir vergileri için ayrılan kalem. Firma çalışmış, üretmiş, satmış, ihraç etmiş, kar etmiş, vergisi çıkmış. 700 milyarı alıp vergiyi silmek için bütçeye kalem koyuyor. Kur Korumalı Mevduata 2,5 trilyon lira veriyorlar. Yani paran var ama ‘Dolara mı koysam?’ ‘Koyma, dolar yükselir.’ ‘Faize mi koysam?’ ‘Sen gel bunu Kur Korumalı Mevduata koy, faiz neyse veririz. Dolar ondan çok yükselirse aradaki farkı aramızda toplar, onu da sana biz öderiz.’ Kim kim topladık biliyor musunuz? Asgari ücretliler, işçiler, memurlar, çiftçiler, esnaflar… Yani fakirler. Fakir bıraktıkları aramızda toplayıp 2,5 trilyon lira Kur Korumalı Mevduata para harcadık. Daha bu yıl, daha bu yıl sekiz ayda faize 1,5 trilyon lira vergi harcadık.”
“BU HAKSIZ VE NAMUSSUZ DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYE TALİBİZ”
“Ve burası zurnanın zırt dediği yer. Türkiye’de verginin yüzde 89’unu siz ödüyorsunuz. Yüzde 11’ini zenginler ödüyor. Bakın bu oran, tam da zurnanın zırt dediği yerdir. Bir ülkede dolaylı vergi alınır mı? Alınır. OECD ülkelerinde de yüzde 20’lerde dolaylı vergi var. Dolaylı vergi, dünyanın en alçak vergisidir. En haksız vergisidir. Niye? Çok para kazanan bir fabrikatörle, o fabrikanın kapısındaki bekçi aynı vergiyi verir. Neye? Elektriğe, suya, cep telefonu görüşmesine, süte, zeytinyağına, yumurtaya, çocuğunun okul servisine aynı parayı, aynı vergiyi verir. Bu dolaylı verginin oranı Türkiye’de yüzde 66. Yani fakir - zengin ayırmadan herkesten alınan vergi yüzde 66. Sonra bir de yüzde 23’lük bir vergi var. Maaşlardan kesilen vergi. Yani bütün çalışanların aldıkları maaştan, sadece asgari ücret kadarki payı muaf. Türkiye’de ödenen bütün maaşlardan para çekilmeden kesilen vergi var ya. Eline değmeden, cebe, çantaya girmeden bordroda kesilen vergi yüzde 23. Etti mi yüzde 89? Geriye ne kalıyor yüzde 11. Bu ne? Kurumlar Vergisi. Türkiye’nin dört bir yanında çalışılan, üretilen, ticaret yapılan, hizmet sektörü, bütün alanlarda şirketlerin kazandıklarından ödediği vergi toplam verginin yüzde 11’i. Yüzde 89, bu salonda oturanlardan; yüzde 11, başımızda parayı kazanıp göbeğini kaşıyanlardan alınan vergi var. Eğer bu ülkede iktidar değişip de Tayyip Erdoğan’ın yerine emeklinin, çalışanın, işçinin, memurun, çiftçinin ve esnafın dostu bir iktidar gelmezse, bu vergi düzenini alaşağı, tepetaklak değiştirmezse bu ülkede kimsenin sorunu çözülmez. Biz bu haksız ve namussuz düzeni değiştirmeye talibiz. Başka bir şeye değil.”
“SİVASIMIZIN VERGİ REKORTMENİ, YUNAN FUTBOLCU”
“Bir de insanın en çok çıldırdığı da ne? Vergi rekortmenlerine açıkladılar bu hafta. Adana’da, Konya’da, Samsun’da vergi rekortmenlerini gördünüz mü? Futbolcular, teknik direktörler. Adana vergi rekortmeni şimdi milli takımı yönetiyor. Vaktiyle 2001’de herhalde Adana Demirspor’un hocasıydı; Montella. Adana’da vergi rekortmeni olmuş adam. Sivasımızın vergi rekortmeni; Yunan futbolcu Karelis. Konyamızın vergi rekortmen listesindeki; Guilherme. Ali Mahir Bey bilir bunları, çok yakından takip ediyor futbolcuları. Türkiye’de, Konya’da o kadar firma var. Çalışıyorlar, üretiyorlar. Anadolu Kaplanları. Anonim şirketler, limited şirketler, holdingler… Ama futbolcular vergi rekortmeni oluyor. Neredeyse Türkiye’nin dört bir yanında gerçek anlamda vergi vermesi gerekenlerin bir şekilde yolunu bulduğu, hiç elini cebine atmadığı ama bu salonlarda ya da çağırdığımızda karda - kışta meydanlara koşanların cebinden devletin elinin çıkmadığı bir düzendeyiz. Yoksulun cebine atılan o eli oradan çekeceğiz, kırıp atacağız. O şefkatli eli, milletin sırtına dayayacağız.”
“DÜŞMEYE GÖR, KREDİLİ MEVDUATA FAİZ YILLIK YÜZDE 95”
“Tabii gerçek gündemimiz; geçim derdi. Vatandaş tarihin en büyük borç batağında. Rakamlar açıklanıyor, duymuşsunuzdur. İcra takibine alınan batık kredi 500 milyar lirayı geçmiş. Ama esas mevzu ne biliyor musun? Bireysel kredi borcu, 5,3 trilyon lirayla kendi rekorunu kırdı geçen ay. Bu yılın ilk sekiz ayında; ocaktan ağustosa kadar 2 milyon yeni kişi icra takibine alındı ve icradaki dosya sayısı 24 milyon 645 bine çıktı. Yani 22 milyonmuş, 24 milyona çıkmış. İki milyon yeni hacze uğramak üzere olan, icra dairelerine dosyası düşmüş olan vatandaş var sadece sekiz ayda. Nüfusa oranlandığında 10 kişiden üçünün icra dosyası var memlekette. Her 10 kişiden üçünün icraya düştüğü bir noktadayız. Merkez Bankası’nın faizi yüksek. Düşecekti ne güzel, araya 19 Mart’ı yaptılar. O yüzden faizleri tekrar arttırdılar. Milleti zarara soktular. Ama faiz, yüzde 40,5. Geçen hafta söyledim, çok büyük dikkat uyandırdı. İnsanlar bazen de veriyorlar da verdiklerinin farkına varmıyorlar. O rakamı geçen hafta söylemiştim. Bunu bir kez daha gösterelim istedik. Bunu unutturmayacağız, geçen hafta demiştim. Hem grubumuz bunun mücadelesini hem Plan Bütçe Komisyonu’nda ve Meclis Genel Kurulu’nda, hem de sokaklarda verecek. Bakın memlekette faiz, yüzde 40. Ama kredi kartına ve kredili mevduat hesabına uygulanan faiz yüzde 4,5. Üstüne de yüzde 30 vergi alıyor; BSMV - Banka Sigorta Muamele Vergisi ve KKDF - Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu. Yüzde 5,85’e geliyor aylık. Her ay 5,85, yıllık bileşeni yüzde 95. Merkez Bankası politika faizi, yüzde 40 ama kredi kartını, borcu borçla çevirmeye çalışan bu vatandaş yüzde 40,5’in üzerine yüzde 50 ‘gariban olma bedeli’ ödüyor ve yüzde 95 faiz alınıyor. Şu yüzde 40’a göre parası olana verilen ve sonra geri alınan kredilerde bu rakamlar bunun biraz üstü uygulanıyor. Bu amcama ise yüzde 95 faiz uygulanıyor. Öyle bir noktadayız ki bakın zenginseniz, örneğin beş milyon lira faiz geliriniz var. Sizden alınan vergi, sadece yüzde 17,5 stopaj. Parayı bankaya koyuyorsun, milyonlarca faiz alıyorsun ve yüzde 17,5’ini stopaj diye kesiyorlar. Bu amcam kredi kartı borcunu öderken ise sırf yüzde 30 vergi alıyorlar. Faizden alınan vergi yüzde 17,5, batmış adamın bankaya ödediği kredi kartına işlenen faizde yüzde 30 vergi var ve katlanıyor yüzde 95’e gidiyor. Mevzuya bakınca, amcamın yüzüne bakınca insan diyor ki ‘Düşmeye gör.’ Öyle bir nokta ki başka konularda söylerler. Bu AK Parti’nin yönetim anlayışı tam bu. Mert olan karşıdan vurur. Namertler bazen arkadan vurur. Bu AK Parti’nin yönetimi var ya, bu Erdoğan rejimi, bu saray yere düşene vuruyor arkadaşlar, yerdekine tekme vuruyor bunlar. Yazıklar olsun.”
“HER SABAH BUNLARA HADDİNİ BİLDİRMEK İÇİN KALKIYORUM”
“O yüzden kimi mertçe karşıdan vurur; kimi arkadan vurur, namertler ama ülkeyi yöneten bu yönetim anlayışı yere düşene vuruyor. Geçtiğimiz günlerde İzmir’de gördüm bir örneğini. Dün akşam serbest kalan, gerçi ev hapsi verildi İzmir il başkanımız için. Cezaevine atmışlar, ‘kooperatifçilik suçu’ndan cezaevinde duruyor. Şimdi biz il kongresi yapıp cezaevinde duran arkadaşın yerine yarışıp da ‘Sen geçeceksin, ben geçeceğim’ mi yapalım? Bütün İzmir örgüt örgütü dedi ki ‘Yapmayalım. İl başkanımızın arkasında duralım. O çıktıktan sonra bakarız il kongresini ne yapacağımıza.’ Hem CHP ailesiyle gurur duydum, hem kendi ailesi memnun oldu. AK Parti’nin İzmir milletvekili, yöneticisi açıklama yapıyor, ‘Acaba bu olanlar İzmir il başkanına sus payı mı?’ Öyle biliyorum ki benim yanımda İzmir’de methiyeler düzüyordu, methiyeler. ‘İşte biz birbirimizi severiz, İzmir’de birlikteyiz. Şenol Başkan da iş adamıdır, biz de bilmem neyiz.’ İçeri düşünce, arkasında ailesi ve Cumhuriyet Halk Partisi ailesi duruyor. Hapse düşmüş ya düşene bir tekmeyi ilk o vuruyor. Emekliye de çalışana da hapisteki Ekrem Başkanımıza, belediye başkanlarımıza da siyasi tutsaklara da… Ya da her ne sebeple olursa olsun bir şekilde düşene, yerde tekme atan bu iktidar anlayışına yazıklar olsun. Her sabah yataktan yerdeki tekmeleyen bunlara haddini bildirmek üzere kalkıyorum, kalkmaya da devam edeceğim.”
“İL BAŞKANLIĞIMIZA SALDIRIYA YÜZDE 80 TEPKİ VAR”
“Şüphesiz memleketin birbirinden önemli gündemleri var. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak ‘Yurtta barış, cihanda barış’ ilkesini savunan bir partiyiz. Ülkede kutuplaşma, kavga değil; kardeşlik, kucaklaşma istiyoruz. Gördünüz seçim kazandığımız akşam ne konuşmuştuk? Biz çok seçim kaybettik hep beraber arkadaşlar. 47 yıl boyunca birinci parti olamadık, seçim kaybettik. Biz kaybettik, adayımızın kapısında sabaha kadar zurna çaldılar. Biz kaybettik, adaylarımızın bulunduğu sokakta trafiği kilitlediler, sabaha kadar çocukları uyutmadılar. Alay ettiler, referandumu kazandıkları belli olmadan ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ dediler. Kendi evlerinin önünde, Üsküdar’da teşekkür konuşması yapmak için seçildiğinde evinin önünde otobüs üstüne çıktılar ve o günkü adayımıza seçimden önce taktığı lakabın alaycılığıyla hitap ettiler. Kazandığında küstahlaşan, burnu büyüyen, zoru görünce biraz pusan, ilk fırsatta saldırganlaşan bir kötülükte mücadele ediyoruz. Öyle ki biz seçim kazandığımızda dedik ki ‘Arkadaşlar Süleyman Seba gibi olun.’ O, Beşiktaş kazandığında Türkiye Kupası’nı, bütün takım zıplarken sevinçten, kapıyı açıp ‘Durun be çocuklar’ demiş, ‘Yanda sizin kadar hak eden ve şimdi kahrolan bir takım var. Onları düşünün, o kadar sevinmeyin.’ Biz seçim kazandık ve dedik ki ‘Taşkınlık yapmayın, davul - zurna çalmayın, eve gidin. Bu seçimin kazananı biziz, kaybeden yoktur. Biz milletimizi CHP’ye oy vermediğine pişman etmeyeceğiz. Yoksa bize oy verenlere ‘Nereden geldi bunlar?’ dedirtmeyeceğiz.’ O günden bugüne bu anlayışta çalışıyoruz. Birinci olduk, hiç görmediğimizi gösterdik; hepsini arayıp bayramını kutladık, siyasi partilerin genel başkanlarını partilerinde ziyaret ettik, partimize geldiler, ağırladık. Seçmenlerine hürmeten herkesle kurduğumuz ilişki saygı ve sevgi çerçevesinde oldu. Dedik ki ‘Biz yerelde iktidarız, siz genelde. Ama bu ülkede sorunlar milletin boyunu aştı, birlikte çözelim’ dedik. Milletimiz hatırlıyor bunları. Anadolu’da bu yaz hepimiz gittiğimizde gördüğümüz muamele… Yani bu yapılan haksızlıklara milletin yüzde 70’i ‘siyasi operasyon’ diyor. Yüzde 30’u bile bunlara inanmıyor. Hak veriyor millet. Daha dün Türkiye’nin en saygın araştırma kuruluşlarından biri… İsteyen gazeteci arkadaşıma, basın birimimiz hemen verecek. İstanbul İl Başkanlığı’na saldırı milletin gönlünde yüzde 80 tepki ile karşılanıyor. Düşünün bir partinin il başkanlığına beş bin polisle geliyorlar. Böyle bir sürecin içindeyiz. Biz böyle bir sürece rağmen kutuplaşma değil; kucaklaşma, barış, kardeşlik istiyoruz.”
“BU AYIP ORTADA İKEN KOMİSYON DİNLİYOR DA DİNLİYOR”
“Bir gün sabah kalkıp da yıllardır yüzüne bakmadıklarının elini sıkanlar, hakaret ettiklerine methiye düzenler bir yanda. Biz durduğumuz yerde duruyoruz. ‘Terörsüz Türkiye diyemezsiniz.’ Diyoruz, ‘Terörsüz ve demokratik Türkiye istiyoruz’ diye söylüyoruz. Ama bir yandan ‘Efendim terörsüz Türkiye olsun ama demokrasi bunun ön şartı olmasın.’ Yok ya, ne olacak? Sen burada zulüm edeceksin, sonra öbür tarafta senin istediğin takvim bildiğin gibi işleyecek. Gelinen aşamada bazı uyarıları yapmamız gerekiyor. Komisyon faaliyetlerinin dar bir alana sıkıştırılmasından rahatsızız. İlk başta da söyledik: ‘Bu komisyon bir kişinin, bir partinin siyasi kariyer hesaplarıyla ve çeşitli al - ver hesaplarına alet edilecek bir komisyon değildir. Şehit ailelerini, gazileri üzmeden barışı getirmesi gereken, bu ülkenin parasını topa, tüfeğe, terörle mücadeleye değil; yoksullara, ihtiyaç duyanlara, geleceğine, gençlerine harcaması gereken bir süreçteyiz’ dedik. Geldiğimiz noktada Meclis’te 10 partinin mutabakatla verdiği kanun teklifi dururken, Erdoğan ‘Efendim kayyım artık bir istisna olacak, kayyım atanan belediyeler olmayacak’ demişken, komisyon koca bir yazı yemişken, kayyım atanan 13 belediye orada duruyor. Üçü bizim, 10’u DEM’in. Diğer bir taraftan ‘Batıda seçim kazanamayacağı için Kürtler, CHP’nin listesinden birer - ikişer aday gösterilip CHP’ye oy vermek suretiyle batıdaki kentlerin yönetiminde söz sahibi edildiler.’ Bunun adı Kent Uzlaşısı iddianamesi. Kent Uzlaşısı suçlaması. Birisi sözünü söyleyemiyormuş, bir temsilci konmuş. Söz sahibi olmuş, bu terörle ilişkiliymiş. Bu ayıp ortada dururken, komisyon orada bir yandan dinliyor, dinliyor, dinliyor.”
“DEVLET BAHÇELİ ÖNCE BİR YIL ÖNCE DEDİKLERİNE BAKACAK”
“Biz komisyona girerken de söyledik, bütün muhataplara da söyledik. ‘Anayasa tartışmalarına girmeyiz. Varsanız biz yokuz’ dedik. Oradaki güvenceden sonra buradayız. ‘Terörsüz Türkiye ama demokratik Türkiye’ dedik. Bir yandan ayların boşa gittiği, bir yandan farklı hesapların yapıldığı bir yerde değiliz. Devlet Bey kendi söylediklerine, kendi yaptıklarına bakmaz. ‘Efendim maksimalist talepler olmasın.’ Hangisi maksimalist talep? Demokrasi istemek, kardeşlik istemek, eşitlik istemek ne zamandan beri maksimalist talep oldu? Bir maksimalizm varsa, dünkü söylemiyle bugünkü söylemi arasında yaşadığı farktan onu Sayın Devlet Bahçeli bir yıl önceki prompter konuşmasıyla bugünkünü karşılaştırarak, hatta prompterdan çıkıp da kullandığı ifadelere bakacak önce. Ama diğer taraftan bu ülkenin gençlerinin birlikte yaşama iradesi var. Kürt’üyle Türk’üyle Laz’ıyla Çerkes’iyle Alevi’siyle Sünni’siyle, bu ülkenin gençlerinin çağı yakalaması lazım. Teknolojiye erişmesi lazım, en iyi eğitimi alması lazım. Hiçbir çocuğun doğduğunda kapatamayacağı kadar bir farkla öbüründen geride doğmaması lazım. Eğitimle, beslenmeyle, bütün imkanlarıyla bu ülkenin bütün gençlerinin geleceği güven duyması lazım. Beka sorunu dünyanın diğer ülkelerinin Türkiye’de hayal kurması değil, bu ülkenin gençlerinin dünyanın diğer ülkelerinde hayal kurmasıdır. Bunun önüne geçilmesi lazım. Vize sorunundan kurtulmak, teknolojiye erişim sorunundan kurtulmak, dünyanın en pahalı internetinden kurtulmak, okula aç gidip aç dönen çocuk sorunundan kurtulmak lazım. Bunun için hep beraber barış, kardeşlik, kaynakları doğru yere harcamak lazım. Bu iş 80 yaş üzeri üç, dört kişinin akran dayanışmasına kurban edilemez. Barış, kardeşlik, kalkınma, iş, aş, ortak bir gelecek için; ben 40’lı yaşlarını yeni doldurmuş birisiyim. Hem vallahi hem billahi ben de yaşlıyım. Dünyada böyle bir şey kalmadı. Bugün dünyayı 20’li yaşlarını tamamlayan iyi eğitimli, 30’lu yaşlarının başında cayır cayır beyinler ülkelerini şaha kaldırıyor. Demokraside de şaha kaldırıyor, kalkınmada da kaldırıyor. Bakmayın Amerika’nın başındaki soruna, bakmayın dünyayı yöneten otoriterlerin yaşına. Bu iş 80 yaş üstülerin akran dayanışmasıyla değil; Cumhuriyet’in tanımlamasıyla her yaştan gençlerin omuz omuza mücadelesiyle olacak.”
“‘TUĞLA GİBİ İDDİANAME’LERİNİZİ BEKLİYORUZ”
“İç barışımızın, huzurumuzun, refahımızın önüne sürülen en önemli engellerden birisi, yine söylüyorum 19 Mart darbesi. Üzerinden 209 gün geçti. Geçen hafta burada suçlanan o arkadaşlarımızın ailelerinin vicdanı adına, ‘Hodri meydan’ dedim. Hodri meydan. Dönüp dönüp aynı iftiralar. ‘Hak etmediğimizi duyarsak, hak ettiğinizi duyarsınız’ dedik. O günden bugüne duyuyorsunuz sesi, duyuyorsunuz tonu. Duyuyorsunuz tehdidi bilmem neyi. Ama hep başka yerden. Hep başkasına güvenerek, hep başka tehditlerle. Ne dediğimizi, nerede durduğumuzu ve kimin onurunu nasıl koruduğumuzu biliyoruz. 209 gün geçmiş. 209 günde 209 yalan attılar, her sabah yenisini, hepsini çürüttük. ‘Bir delikli kör kuruş’ dedim, bugün emsal olmuş bazı metinlere. Bir delikli kör kuruş çıkmadı bizden. Ama birilerinin bakanlarının odalarından, elbise torbalarından, ayakkabı kutularından çıkan paraları önce ‘FETÖ’cüler koydu’ deyip sonra faiziyle geri aldıklarını bu millet unutmadı. ‘Çalıyorlar ama çalışıyorlar’cılar bir yana, çalmadan çalışanları çekemediğinizi ve memnuniyet anketlerini hazmedemediğinizi biliyoruz. Şimdi FETÖ’cülerin ağzıyla, ‘tuğla gibi iddianame’ diyor. ‘Tuğla gibi iddianame’lerinizi bekliyoruz. Geçmişte FETÖ’cüler dedi, tarih önünde mahkum oldular. Mahcup oldular. Kimisi Türkiye hapishanelerinde mahkum yatıyor, kimisi sıçan gibi kaçtı Avrupa’da onursuzca yaşıyorlar. Ama biz arkadaşlarımızın da partimizin de nerede durduğunun, ne yaptığının farkındayız. İddianameler kendi Yargı Kolları Başkanı diyordu ‘Eylülde yazılacak.’ Hani? Ekimin ortası oldu. Eylül başında çıkacak olan yok. Arkadaşlar içeride, tutuksuz yargılama esas, kendileri söyleyip kendileri düşünüyorlar. Bir yandan da Türkiye’nin kurtuluş umudunda kimin adı geçiyorsa ona saldırmaktan çekinmiyorlar.”
“ANKARA’YI REZALETTEN KURTARANA KUMPAS KURUYORLAR”
“Dün Ankara’nın başkent oluşunun 102’nci yılını kutladık. Atatürk’ün kararlılığı, kuruluşu, kurtuluşu örgütlediği Ankara 6,5 yıldır Mansur Başkan’a emanet. Bundan rahatsızlar. Nasıl İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, yıllar sonra hiç seçim kaybetmeyen Erdoğan’a biri Beylikdüzü’nde, üçü İstanbul Büyükşehir‘de seçim kaybettirdiyse; Mansur Yavaş da burada, hem de artık Ankara’yı parsel parsel sattıklarını kendi Başbakan Yardımcıları, Meclis Başkanları, AKP’nin kurucu kadroları kabul etmişken; Ankara’yı onlardan alan, temiz yöneten, ‘Az laf, çok iş’ diyen, yavaş yavaş ama büyük bir azimle Ankara’yı içinde bulunduğu rezaletten kurtaran birisine, şimdi tek bir kuruşa el uzatmadığını bildikleri halde bayram kutlamaları ve konserlerden yolsuzluk çıkarmaya çalıştılar. Mansur Başkan iç denetim yaptırmıştı, sorumluluğunu yerine getirmişti. Oradan bir şey çıkmadı. Sayıştay geldi, denetledi. Tertemiz. Mülkiye müfettişleri aylarca araştırdı, hiçbir şey yok. Çıkan iddianamede Mansur Başkan’ın adı yok, ne sanık, ne tanık. Ama başsavcılık bakanlıktan soruşturma izni istiyor. Neden? Devlet memurluğu kanunu. Acaba etkili soruşturma yürüttü mü diye soracak. Ama bunun üzerinde tepinen bir anlayış, bir algı yönetimi yaratmaya çalışıyorlar. Yolsuzlukları öyle tuğla gibi, briket gibi kitap olmuş Melih Gökçek, iki tane briket gibi kitap var. 97 yolsuzluk dosyası savcılığın önünde duruyor. Ankara'yı parsel parsel satana soruşturma yok. ‘Metal yorgunluğu var sende’ dediler. Ne demek metal yorgunluğu? ‘Sen görevi bırak, yerine başkası gelecek.’ Direndi biraz. Sırıttı biraz kaypak kaypak. Tehdit ettiler. ‘Gereğini yapmazsan biz yaparız.’ Buradan vicdan sahibi bütün siyasetçilere soruyorum ve milletimizi şahit tutuyorum. Bir genel başkan, Özgür Özel, CHP’li bir belediye başkanına, ‘İstifa et, etmezsen ben yaparım gereğini’ dese ne yapabilir? Partisinden atabilir. Başka hiçbir şey yapamaz. Belediye başkanını millet seçmiş, yerinde oturur, yönetir. Çok çok partiden atarsın. Tayyip Erdoğan Melih Gökçek‘e ‘İstifa etmezsen gereğini biz yapacağız’ dedi. Melih Gökçek bu tehdit karşılığında istifa etti. ‘Gereğini yapacağız’ demek nedir? O kişi ya FETÖ’cüdür, kayyım atarsın o günkü mevzuatla. Ya yolsuzluk vardır, yargılarsın. Mahkemeye çağrılıp, bir kelime soruldu mu Melih Gökçek‘e? Bir soruşturma açıldı mı? FETÖ’cülüğü boyunu aşmış, hesabını verdi mi? Yolsuzluğun bini bir para, bütün AK Partililer biliyor. AK Parti’nin bakanları söylüyor. Buna bir kişi bir şey dedi mi? Yani örneği çoktur ama hani kirlenmekte birinciliği beyaza vermişler, AK Parti’de kirlenmekte birinciliği birine verecek olsan Melih Gökçek dışında ikinci bir isim söyleyebilecek biri var mı? Melih Gökçek’e dokunmayacaksın, dönüşünde 97 dosyası ile her şeyi ispatlayan, tek suçu bu millete hizmet etmek olan, beş yıl sonra kantara çıkınca yüzde 60 basan, yüzde 60, Ankara’da yaşayan herkes yüzde 60’la Mansur Yavaş‘ı seçmiş. Sen ona karşı kumpas kuracaksın. Ekrem Başkanımızın da bütün arkadaşlarımızın da burada yapmaya çalıştıkları algı yönetimine inat Mansur Başkanımızın da sonuna kadar yanlarındayız, arkalarındayız ve bütün gücümüzle de yanlarında olmaya devam edeceğiz.”
“ESKİ GİTMEMEK İÇİN, YENİ GELMESİN DİYE HER ŞEYİ DENİYOR”
“Bir yanda da öyle bir süreçteyiz ki; hani yeni ile eskinin mücadelesinde, eski gitmemek için, yeni gelmesin diye her şeyi deniyor. Mesela TÜSİAD Başkanı. Çıkıyor kendi kürsüsünde ekonomiden şikayet ediyor. Vay efendim gerçek dışı bilgiyi yayma suçundan gözaltı. Yurtdışına çıkışı, iki mahkeme yetmez üç ay sonraya kılıç tepesinde sallansın. Niye? İş dünyası sinsin diye. Gençler, 19 Mart’tan sonra Saraçhane‘ye gelmişler. Olaysız dağılmışlar. Bir iki tane olay çıkaran da olmuş. Ama olayın çıktığı yerde, başka bir yerde falan değil. Orada başka bir yerde polisin karşısında bizim bilmediğimiz, hiç tanımadığımız, yüzünü örten, hiç o meydana gelmeyenler bir iki polisle çatışıp kaçmış. Sonra polis metroda 300 tane genci toplamış. Hepsini tek tek ziyaret ettik, tek tek. Pırıl pırıl. Polise şöyle yapmamış. Meydandan sapmamış, pırıl pırıl gençleri alıp topluyor. Niye? Bütün üniversite öğrencilerine gözdağı olsun diye. Bütün anne babalara aman hak aramaya eyleme mitinge çocuğunu salma diye. Yıllar önce Gezi’de bir tur atmış Ayşe Barım’dan, Gezi’nin organizatörünü çıkardılar. Bütün sanatçılar son mahkemeye geldi. Soruyorlar, ‘Sizi Gezi’ye kim çağırdı?’ Sanatçı diyor ki ‘Yavuz Bingöl.’ O sırada Yavuz Bingöl Devlet Bahçeli’ye saz çalıyor. ‘Yavuz Bingöl çağırdı beni Gezi’ye’ diyor. ‘O zaman Gezi’ciydi’ diyor. Hiçbiri Ayşe Barım demiyor. Ayşe Barım’ı hakim salıyor. İnat o ya, korku salacak ya. Başka mahkemeden tutuklama çıkarıp hasta yatağındaki kadını Silivri’ye götürmeye çalışıyorlar. Açık kalp ameliyatı olması gerekiyor. Sendikacıları alıyorlar, diğer sendikacılar sinsin diye. Gazetecileri alıyorlar, muhabirleri alıyorlar, gazeteciler korksun diye. YouTube’da şaka yaparken saniyelik şakaya güldü diye içeride tutuklu YouTuber var. Fatih Altaylı’nın sözlerinden Cumhurbaşkanı’na fiili taarruz çıkarttılar.”
“İBRET-İ ALEM OLSUN DİYE YATIRILAN BİRİ DE VAR”
“Her birisi içeride işlediği suçtan değil, ibreti alem olsun diye yatırılan birileri var. Şimdi de orada, önceki dönemlerde AK Parti’den bir milletvekili var. Neden? Geçmişte gazetecilik yapmış, yazmış çizmiş. Partiye davet edilmiş, danışmanlıklar yapmış, milletvekilliği yapmış ve şimdi onu Sincan Cezaevine attılar. Buradaki savcıyla değil. İstanbul’daki savcı ‘Alın evinden’ dedi, Türkiye Başsavcısı ya. SEGBİS’le ifade aldı, Sincan’da hücreye attı. Sırf ne olsun diye? AK Parti’de geçmişte siyaset yapıp da ‘Buna yanlış’ diyenler AK Parti kitlesinde etkili olabilir, hepsi birden sinsin diye. Bakın elimde Sayın Hüseyin Kocabıyık’ın tutuklanmasına sebep ifadeler var. Bunlar Cumhurbaşkanı’na hakaretmiş. Bunu tarih yönünde, Türkiye’de bu rejim neye tenezzül etti, bu Meclis’in kayıtlarına geçsin diye söylüyorum. Önceki AK Parti milletvekili demiş ki, diyor ki İstanbul Nöbetçi Ceza Hakimliğine, 21 Eylül 2025 tarihli paylaşımında tutuklanmasına gerekçesine ifade: ‘Bir iktidar sahibi düşünün, rakibinden korktuğu için onu hapse atarak kurtulmak istiyor.’ Birinci suçu bu. 21 Eylül 2025 diğer paylaşımında, ‘Tek adam siyaseti muhalefeti güçlendirdi, birleştirdi. Özgür Özel gibi önüne konan siyasi barikatları yıkıp geçen bir liderin ortaya çıkmasına neden oldu. Şimdi tek adam rejiminin oynayacağı tek bir oyun kaldı. CHP’ye kapatma davası açmak. Bakalım bu çılgınlığı da yapacaklar mı?’ İkinci suçu bu. Üçüncü suç, 25 Eylül günü, ‘Bilmemek ayıp değil. Trump Erdoğan’ın Suriye’de 2 bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledi, Erdoğan Suriye’de 2 bin yıldır yapılmayan neyi yaptı? Gerçekten bilmiyorum, öğrenmek istiyorum. Yahudi Devleti’nin Suriye’nin bir bölümünü işgal etmesini mi kastediyor?’ 19 Mart 2025. Bugünlerde dediklerinden gaza gelip hırsını alamayıp 19 Mart’a gitmiş. ‘Recep Tayyip Erdoğan geleceğin yer burası mıydı? Biz bunlar için mi mücadele ettik? Bunlar için mi mahkemelerde süründük yıllarca? Sen aslında kendine darbe yapıyorsun, haberin yok. Bu ifadeler, uzun uzun devamı var. Hiçbirinde bunlardan ağrı yok.’ Bu ifadeler. Uzun uzun devamı var. Hiçbirinde bundan ağırı yok. ‘28 Şubat’ta Tayyip Erdoğan’a yapılan nasıl bir tür darbe ise İmamoğlu’na yapılan da darbedir. Bakın size anlatayım. Demokrasilerde kurallar, partiler, rekabet, tartışma, müzakere, sandık vardır. Tüm bu unsurların üzerinde; kaynağın milletten, rıza ve meşruiyet şartı vardır. Siz demokratik rekabete eşitlik, dürüstlük, meşru tahammüllere uygun siyasi mücadele yapanlara saldırırsanız bu demokrasi değildir.’ Bu laflar Cumhurbaşkanı’na hakaretmiş arkadaşlar. Önceki dönem AK Parti milletvekili şunları söyledi diye, şu anda Sincan Cezaevinde. Babamın oğlu değil. Geçmişte siyaset yapmadım. Geçmişte bizi ağır eleştiriyordu. Ama şimdi AK Parti’yi sadece eleştiriyor diye hapse konulabiliyor.”
“BU MEMLEKET SİZE FEDA EDİLECEK KADAR KOLAY KAZANILMADI”
“Onun için buradan şunu söyleyeceğim. Bugün Türkiye’de yapılanlar, bugün sadece Cumhuriyet Halk Partisi’ne yapılan bir iş değil. Siyaset kurumuna yapılıyor. Sandığa yapılıyor. Fikir özgürlüğüne yapılıyor. Bugün hedef CHP’dir. Dün DEM’di, bugün CHP. Yarın işine gelmediğinde bir başka siyasi parti. Bu ülkede hem DEM’in hem Zafer Partisi’nin Genel Başkanları aynı anda hapse yattı. Aynı yerde yan yana düşmeyecek isimler. Ama ortak yönleri bu iktidarın karşısında olan isimler. Bunun için buradan büyük bir samimiyetle söylüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi verdiği mücadeleyle kendisini, partisini, belediye başkanlarını, üyelerini koruyor değildir. Koruduğumuz; bu ülkeye getirdiğimiz demokrasidir, fikir özgürlüğüdür. Bugün yaptığımız bu yürüyüş, Türkiye’yi 100 yüzyıl sonra 100 yıl öncekine götürmemeleri içindir. Biz bu ülkeyi hata yapmaya müsait, yaşı kaç olursa olsun, dimağı ne hale gelmiş olursa olsun, kararı tek başına veren ya da etrafının etkisiyle veren tek adamların yaptığı hatalardan dolayı uğramış işgalden kurtardık. Savaşı kazanıp geldiğinde 40 yaşında değildi. Amerikan tipi başkanlık vardı Amerika’da örnek, reddetti. Yıldız Sarayı’nda padişahlık mı, reddetti. İngiliz tipi krallık mı, reddetti. Dedi ki ‘Biz bir Meclis kurduk, ne vazife verirse onu yaparız. Hesabı da millete veririz.’ ‘Kalıcı Cumhurbaşkanı ol’ dediler. ‘İktidarımın kalıcılığını değil, Türkiye’de millet iradesinin kalıcılığını istiyorum’ diyen birinin kurduğu ülkede yaşıyoruz. Onun yüzünden 80 yaş üstü akran dayanışmasıyla düşecekken biri onu omzundan tutanların, birbirine meşruiyet verenleri, Türkiye’nin geleceğini ve gençlerin geleceğini kendi yorgunluklarına, kendi tükenmişliklerine feda edenleri buradan uyarıyoruz. Bu memleket size feda edilecek kadar kolay kazanılmadı. Bu memleketin yarınları size değil, bu memleketin evlatlarına, tüm gençlerine emanettir. Hep birlikte kurtulacağız. Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.”
14.10.2025
14.10.2025
14.10.2025
14.10.2025