05.07.2024

CHP Lideri Özgür Özel: “Bu Dava Böyle Karara Bağlandığında Dava Bitmiş Ama Adalet Gelmemiş Olacak”

CHP GENEL BAŞKANI ÖZGÜR ÖZEL:

“CHP, BİRİNCİ PARTİ OLMANIN OLGUNLUĞU İLE SİYASETİN TÜRKİYE’DE NORMALLEŞMESİNİ İSTİYOR”

“NORMALLEŞMİŞ BİR ÜLKEDE O SİYASİ CİNAYET AYDINLANMADAN KALAMAZ”

“SEÇİMİ VE SANDIĞI GETİREBİLMEK İÇİN DEMOKRATİK, BARIŞÇIL SİVİL DİRENİŞ EYLEMLERİ YAPACAĞIZ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Sinan Ateş cinayeti davasına ilişkin olarak, “Bu dava böyle karara bağlandığında dava bitmiş ama adalet gelmemiş olacak. Bu büyük bir sorun olarak karşımıza çıkacak, o dava bir daha görülecek. O zaman Ayşe Ateş’in evlatları için bu dava bir daha görülecek. Ne zaman görülecek? İktidar değişince görülecek. Ama bu sefer, tabii burada kamu görevlisini korkutuyor gibi bir şey de söylemek istemem ama görevini yapmayan kim varsa onlar da bunun hesabını yargı önünde verecek. Görevini eksik yapan, o tutanakları değiştiren ya da o iddianameyi bütün her şeye rağmen kısıtlı ve sadece torbacılarla sınırlı tutan, kim varsa bunların hesabını verecek” ifadesini kullandı.

KRT TV'de gazeteciler Elif Doğan Şentürk ve Zafer Arapkirli’nin sorularını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, şunları kaydetti:


“TÜM TÜRKİYE ARKANIZDA DURUR ÇÜNKÜ HAKLI BİR DAVANIZ VAR’ DEDİM”

“Ben Sinan Ateş davasını yakından takip ediyorum. Sayın Genel Başkanımız da genel başkanken hepimiz adına Ayşe Ateş’i arayıp kendisine hem hukuki destek hem insani duygularımızla destek talebini iletmişti. Ben genel başkan olduğumda aradım. Dedim ki ‘Partinin genel başkanı olarak Kemal Bey size ne dediyse aynı tutumu sürdürüyoruz. Siz istediğiniz zaman konuşuruz. Ama siz bu dava siyasetin konusu olmasın derseniz biz sizin ve evlatlarınızın acısına saygımızdan susarız. Ama artık böyle böyle…’ Kendisi anlayışımıza teşekkür etti. Sonra bir bayramda bayramlaştık. Sonrasında randevu istedi. Geldi. Dedi ki ‘Artık bıçak kemiğe dayandı. Genel seçim geçsin, iddianame yazılacak, yerel seçim geçsin yazılacak. İddianame yazıldı, benim ifadelerimin hiçbirisi değerlendirilmemiş. Bomboş bir iddianame. Benim arkamda durur musunuz’ dedi. Ben de ‘Ben değil tüm Türkiye sizin arkanızda durur çünkü haklı bir davanız var’ dedim. Bir dahakine çocukları ile geldi. Çok duygusal bir ziyaretti. En son bir avukat arkadaşı ile tüm liderleri gezmeden önce geldi. Davayı takip ediyoruz başından sonuna kadar.”

“EŞİNİN VE ANNESİNİN İFADELERİ İDDİANAMEDE YOK, SORUŞTURULMUYOR”

“Bir kez burada şöyle bir şey sorun var. Bir ülkenin başkentinde sokak ortasında güpegündüz cinayet işleniyor. Cinayetin fiilen naaşı yerden kaldırılıyor ama siyaseten kimse kaldıramıyor. Böyle bir şey yok. Bir kere o gün ben duydum. Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı vurulmuş. Bir kez hemen taziye mesajı yayınladık. Çünkü sonuçta MHP’nin gençlik kolları gibi ilişkili bir şey ve siyaseten rakibimiz. Çok ağır polemiklere girdiğimiz olmuştur ama insani. Akşamüzerine doğru dikkat çekildi. Tüm gazeteciler fark etti bunu. MHP’den tek taziye yok. Cenazeye katılım yok. Katılanlar istifa edip tepki gösteriyor. Bir üzüntü beyanı yok. Hiçbir şey yok. Çok yakın zamana kadar görev yapmış birisi. Bir anormallik orada başladı. ‘Ne oluyor’ dedi herkes. MHP suskunluğunu korudu. Şimdi bugüne geldiğimizde, ilk gün oradaydım. Bugün Ayşe Ateş ve Saniye Teyze’nin beyanları sırasında orada olmak için gittim. 22 sanık ve dünya kadar sanık avukatı konuştu. Annesi 3-5 dakika konuştu ve bence mahkemeyi bitirdi. İnanılmaz şeyler ve ‘Hala buna duyarsız kalınırsa Sinan Ateş’in annesinin ve eşinin gözyaşlarında boğulacaksınız’ dedim yani başka ihtimal yok. 4 gündür orada bir tiyatro var Ayşe Hanım’ın deyimiyle. Sinan Ateş ile Doğukan Çep dışında kimsenin haberi yok. Doğukan da ‘Bir kişisel alacak verecek meselesi vardı onun için ayağından vurmaya yolladım. O ayağından vurdu’. Vuran diyor ‘Ben ayağından vurdum. Kaçıyordu başkası vurdu’ falan. Oysaki ilk göz altısında ‘Ayağından vurdum elini beline atınca vurdum’ diyor. Ben onu tanımam ben bunu tanımam falan. Ve özellikle bir siyasi iş olmadığını, yanlışlıkla vurulduğunu söylemeye çalışıyorlar ama öyle bir noktaya geldi ki annesi diyor ki ‘Oğlum çelik yelek giymiş. Sarıldım ne var sende dedim çelik yelek giydim dedi. Niye oğlum deyince dedi ki anne benim kalemimi kırdılar. İpimi çektiler’. İsimler veriyor annesi. Sonra dedim ‘Git görüş’. Görüşmeye çalıştı görüştürmediler. Sonra annesine detay vermemişler ama ‘Beni yakında vuracaklar’. Annesi gözyaşları içinde anlatıyor. ‘Sonra da vuruldu’ diyor. Şimdi bunlar diyor ki ‘Bir para meselesinden vurdu’. ‘Sinan bana niye vurulacağını ve onu kimin vuracağını söyledi’ diyor. ‘Ne yapacaksanız beni de tehdit mi edeceksiniz? Ben her gün ölüyorum’ diyor. Sonra Ayşe Hanım’ın beyanları. Ayşe Hanım diyor ki ‘Sinan bana söyledi. İki genel başkan yardımcısının ismini söyleyip öldürülmem için talimat verdiler ve o talimat kapsamında o isim yargılanıyor, kiralık katil arıyor’. Böyle bir iddia var. Ölenin kendisinden ölenin eşi ve annesi doğrudan duymuş. Bunu söylüyorlar ve o iddianamede yok. Soruşturulmuyor. Bununla ilgili iddianamede bir şey yok. Azmettirenler arasında yok.”

“MAHKEMEYE GELİN VE AKLANIN”

“Ben buradan açıkça söyleyeyim. Ben Ulvi Bey ve Semih Bey için ‘Siz bu cinayete azmettirdiniz’ diyemem. Bunu söyleyemem ama onlara şunu söylerim. ‘Size yakışan ki o zaman ilk hamlenizle ben yüzde 50 inanırım sorumlu olmadığınıza, bu dosya özelinde dokunulmazlığınızın kaldırılmasını kendiniz talep edin. Hep birlikte oy verelim gidin aklanın’. Ben onları suçlamıyor, aklanmaya davet ediyorum. Eğer böyle bir iddia varken yapılan HTS kayıtları, kimlerle konuşmuş? Şimdi bana sürekli hakaret edip tehdit ediyorlar. Tuhaf tuhaf. Bir siyasetçiye yakışmayacak üslupla. Bunu yıllardır yapıyorlar. Ama ben onlara ‘Siz bu cinayetin azmettiricisisiniz’ demiyorum. Annesi böyle bir şey söylüyor. Mahkemeye gelin ve aklanın. İspat edin olmadığını. Bunu yapmazlarsa bu yükün altında MHP kalır. Cumhur İttifakı kalır. Türkiye siyaseti kalır. Bazı evlatlar öldürüldüğünde sonuna kadar soruşturuluyor. Bazı evlatlar öldürüldüğünde öldürenin ve öldürtenin kim olduğunu bağlı olarak işin üzeri örtülebiliyor. Böyle bir ülkede ben nasıl ana muhalefet partisi lideriyim diyeceğim?”

“AKLANMAZSANIZ PARTİNİZİ DE İTTİFAKINIZI DA LEKELERSİNİZ”

“Benim söylediğim şu. AK Parti ‘Ne olursa olsun sonuna kadar gidilmelidir’ derse ittifak ilişkisi üzerinden bu yük sırtında kalır. MHP’de de arkadaş şöyle, bu iki kişinin dokunulmazlığı kaldırılmalı. Yargılanmalı. Neymiş, Ali Mahir Başarır bir mahkeme heyet başkanına ‘Yanlış yapıyorsun’ deyip kalktı diye dokunulmazlığını kaldırıyorlardı geçen sene. Neymiş hakime el kaldırmış. Ya bunların kiralık katil tutturdukları iddia ediliyor. Bakın iddia ediliyor. Gideceksiniz mahkemede aklanacaksınız. Aklanmazsanız partinizi de ittifakınızı da Türkiye siyasetini de lekelersiniz. Bu yük taşınmaz. Bu yükü partilerine de taşıtamazlar. Olacak iş değil. Varsa bir savunmaları gidip anlatacaklar.”

“BİZİM BİR HAREKETİ KARALAMAK GİBİ BİR NİYETİMİZ YOK”

“(Erdoğan’ın ‘umulmadık bir tavır alacağına dair’ inancının olup olmadığı sorusuna) İnanmak isterim. Doğrusu bu. Böyle yapmasını bekliyorum. Böyle yapması gerekir. Verdikleri ilk beyanları hep reddediyorlar. En son bugün ortaya çıkan durum. MHP Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un ki bu dönemde dördüncü sırada aday yaparak seçtirmediler. Hem listeye koydular, hem seçtirmediler. Olcay Kılavuz’un evine gidiyorlar. Diyor ki, ‘Bu evden alamazsın. Benim dokunulmazlığım var. Ağa baban gelecek’. Sonra gidiyorlar. O evden gözaltı yapıyorlar. Ama gözaltına alan polisin tutanağını değiştirip yolda gözaltına alındı. Ne yapıyor? Olcay Kılavuz bağlantısını ortadan kaldırıyor. O tarihte Olcay Kılavuz MHP’nin milletvekili. Böyle bir şey olmaz. Bunlar konuşulmadan yargı önünde. 3 kişi mi, 3 kişi. 5 kişi mi, 5 kişi. Bunlar partiden de atılır. Siyasetten de giderler, eğer suçları varsa. Kimse MHP’ye bir şey demez. Ama bu olmaz artık. Bu mızrak bu çuvala sığmaz dediğim bu. Yoksa ben Sayın Bahçeli’yi de ziyarete gittim. Orada da Ayşe Ateş’in kendisiyle de görüşmek istediğini, uygun bir üslupla takdir kendilerinde olmak üzere ifade ettim. Bizim ne bir partiyi, lideri, komple bir hareketi karalamak gibi bir niyetimiz yok ama öyle işler yapıyorlar ki artık bu vakitten sonra olmaz yani.”

“BUNLARA KARŞI BİR SANTİM EĞİLİRSENİZ BUNLAR BU MİLLETE DİZ ÇÖKTÜRÜRLER”

“Olan biten her şey herkesin gözünün önünde oluyor. Benim Sayın Bahçeli’ye kendi Genel Başkan Yardımcısı ile ilgili bir şey söylemem yakışık almaz. Benim Genel Başkan Yardımcım böyle bir şey yapıyor olsa, ‘Arkadaşlar bu üslup olmaz’ derim. Ayrı bir şey ama deniyor, denmiyor, tercih edilmiyor. O benim meselem değil. Ama benim meselem olan kısım şu. Çok hakaret ediyorlar, tehdit ediyorlar. Bunlara karşı bir kelime eksik konuşursanız, bir santim eğilirseniz, bir parmak eğilirseniz bunlar bu millete diz çöktürürler. Burada kimsenin korkup, sinip, bilmem ne için susmaya hakkı yok. Her zaman diyalogdan yanayım. Siyasiler birbirleri ile görüşmeliler. Kavga etmemeliler. Ama bu iş artık siyaset sınırlarının dışına çıktı. Olacak şey değil. Bana saldırsın, fark etmez. Cürmü kadar yer yakar da. Ama bir suçluluk psikolojisinde… Bir memnuniyetim var. MHP’de bu ikisini, bu ikisinden başka savunan yok. Çıkıp üçüncü kişi demiyor, niye böyle diyorsun? Yaka silkmişler bunlardan. Adam diyor ki, herhangi bir gazeteciye söylüyorum. Gidin. Önceki dönem bunlarla birlikte milletvekilliği yapmış eski milletvekillerine, bu dönem milletvekillerine off the record. Uçakta muçakta bir sorun bakalım. Ne diyorlar? Herkes yaka silkiyor bu ikisinden. Ama olacak iş değil ki Semih Bey ne büyük bir acı yaşadı. Biz cenazesine gittik. Taziyesine gittik. Ben telefon açtım. Bana en ağır hakaretleri ettiği zamandı. Çünkü oğlunu kaybetmiş. Şimdi babasını kaybetmiş iki küçük çocuk var ortada. Bir anne var oğlunu kaybetmiş. Böyle olmaz. Burada şöyle bir şey hissediyorum ben. Bunun normal kabul edilmemesi lazım. Yani bu normal kabul edilemez. Bu olay böyle geçemez. Biz buna izin verirsek, Türkiye’de çok fena şeylerin önünü açarız. Buna burada ‘Dur’ diyeceğiz. Kim ne bedel ödeyecekse ödeyecek ama buna burada ‘Dur’ dememiz lazım.”

“DAVA BİTMİŞ AMA ADALET GELMEMİŞ OLACAK”

“Dava sonuçlanır. Oradaki tetikçiyi metikçiyi serbest bırakacak hali yok. Adam diyor ‘Ben vurdum’. Öbürü diyor ‘Ben azmettirdim’. Ama hepsi bu meseleyi kendileri kurdukları mizansenle… İlk anda bambaşka ifadeler vermişler ama evraklar değiştirilmiş. MHP’lilerle irtibatını kesiyorlar olayın. Bu dava böyle karara bağlandığında dava bitmiş ama adalet gelmemiş olacak. Bu büyük bir sorun olarak karşımızda çıkacak, o dava bir daha görülecek. O zaman Ayşe Ateş’in evlatları için bu dava bir daha görülecek. Ne zaman görülecek? İktidar değişince görülecek. Ama bu sefer, tabii burada kamu görevlisini korkutuyor gibi bir şey de söylemek istemem ama görevini yapmayan kim varsa onlar bunun hesabını yargı önünde verecek. Bu kadar söyleyeyim. Görevini eksik yapan, o tutanakları değiştiren ya da o iddianameyi bütün her şeye rağmen kısıtlı ve sadece torbacılarla sınırlı tutan, kim varsa bunların hesabını verecek. Ya da şöyle bir şey. Ayşe Ateş’in oradan çıkarken ya da avukatı beyefendilerin ‘Bizim bu mahkemede soramadığımız bir soru ve araştırılmayan bir şey kalmadı’ diyene kadar, bu mahkemenin bunu yapması lazım. Yapmazsa olmaz. Günü geldiğinde yapmayanları da yargılarlar. Bunu kimseyi tehdit etmek için falan söylemiyorum. Geçmişte ben bunu Özese’ye söyledim. Ergenekon hakimiydi. Göz göre göre yalan işler yapıyordu. ‘Salonu boşaltın kararı okuyacağım’ deyip dışarı çıkarıyordu. Gittim odasına girdim. Bana dedi ki, ‘Buraya giremezsiniz’. ‘Yahu sen Meclis’e gelsen ben sana böyle mi yapacağım’ dedim, ‘Ben sizi etkilemeye gelmedim ki’ dedim. ‘Ben size şunu söylemeye geldim. Adil davranın. Bu hareketleri yapmayın. Karar okunmadan önce salonun boşaltılması… Yapmayın’. O bana dedi ki, ‘Odamı bastın senin hakkında suç duyurusunda bulunacağım’. ‘Ben de senin hakkında bulunacağım dedim’ ve karşılıklı bulunduk. Darbe günü belli oldu ki o yaptıklarının hepsi komploymuş. Tuzakmış, kumpasmış. Şimdi aldı 24 yıl cezayı. Beni mahkemede süründürüyordu, HSK geldi, muhakkik bana da sordu, ben de o olayları falan anlattım. 24 yıl ceza aldı yaptığı diğer işlerden. Bu davanın sanıkları kadar yoğun avukat denetiminde, sürekli koğuşta bile tutulmuyorlar. Devamlı avukat görüşmesi. Devamlı yine belli bir siyasete müzahir ya da belli bir partinin üyesi avukatlar devamlı orada. Ondan ona, ondan ona, devamlı orada bir şey yapıyorlar. Biz de izliyoruz, görüyoruz. Neyin nasıl olduğunu kimse hiçbir şey gizli kalıyor filan sanmasın. Hatta ve hatta sanıkların zaman zaman avukatlar üzerinden ne mesajlar yolladığını da biliyoruz. Bize şu sözler verildi, tutulmadı. Hani şu olacaktı. Bu olacaktı filan. Orada başka bir tansiyon da yükselir ama onu kontrol altında tutmaya çalışan bir başka akıl da devrede. Günü gelince onları da açıklayacağız.”

“6 MİLYAR EUROLUK ANLAŞMA, ORTAKLAŞILMIŞ İDEALLER İÇİN UTANÇ VERİCİ”

“Resmi rakam 4 milyon 600 bin, 10 milyon diyen var. Ümit Bey 13 milyon dedi. 8 milyon diyen var. İşte bu kafa karışıklığının son bulması için kayıtlı olanları bir görelim. Kaçak olanlar belli olsun. Ona göre ne yapılacaksa yapılsın. İkincisi bugünkü durum statükoya dönüşemez. Bugünkü durum sıra dışı bir durumdur. Hukuken sorunlu bir durumdur. Bu durumun çözülmesi lazım. Ben bununla ilgili üzerime düşen ne varsa yapacağım. Ben bunu seçimlerin ertesi günü ilk MYK’da büyük bir başarı elde edildiği noktada, arkadaşlarıma şunu söyledim. ‘Rehavete kapılmayacağız. Bir büyük zafer, bir son değil bir başlangıçtayız. Esas zafer iktidar olduğumuzda kazanılacak. O güne kadar ciddiyetle çalışalım. Çok fazla mevzuyu abartmayalım. Özellikle ilk sığınmacı sorunu ile başlayalım’ dedik. Çeşitli arkadaşlarımız çalışıyor. Dış Politika Danışma Kurulum var. Dış Politika Danışma Kurulu çalışıyor. Milli Savunma Politikaları Danışma Kurulumuz var. Bu meseleleri konuştuğumuz. Murat Bakan ekibiyle göç ve göç politikaları… İçişleri Bakanlığı, iç mevzuat göç dairesi üzerinden bakıyor, iç mevzuat dahilinde. Yarın da ben önce Başbağlar’a gidiyorum, oradan da Bükreş’e, Romanya’ya gideceğim. Orada da Sosyalist Enternasyonal’in hem toplantısına katılacağım, hem başkanlarla yemekte bir araya geleceğim. Oradaki ana konumuz sığınmacılar. Ben Türkiye’deki bütün büyükelçilerle konuşuyorum. Bana gelenle konuşuyorum. Avrupa Birliği büyükelçilerini bir yemekte bir araya getiriyorum Landrut’a veda sürecinde. Orada konuştuk. Sayın Landrut ile bunu defalarca konuştuk. Alman Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile konuştum. Pedro Sanchez ile konuştum. ‘Biz Türkiye’yi bu halde bırakmayacağız ve siz bizi bu konuda yalnız bırakamazsınız. Biz sizin sığınmacı deponuz olamayız. Efendim sınırımızda sınır ötesi sığınmacı kampı olsun, bunun adı Türkiye olsun. Kabul etmiyoruz. Bu ne sosyal demokratlığa, ne yoldaşlık hukukuna, ne sizin ülkenize yakışır. Merkel’in yaptığı o tuhaf 6 milyar Euroluk anlaşma, Merkel kendisi için başarı sayabilir ama Avrupa Birliğinin idealleri, üzerinde ortaklaşılmış idealler için utanç vericidir. Olmaz böyle bir şey. Bizim için 6 milyar karşılığında Recep Tayyip Erdoğan ikna olmuş güya, 10 milyon sığınmacı bakıyoruz, resmi rakamla 4,6 milyon sığınmacı bakıyoruz. Yahu 6 milyar biz aramızda toplayalım. Verelim size. Biz 60 milyar verelim. Ama esas sorun şu. Görüşmenin görünen tarafı bu para. 6 milyar Euro ne olacak? Sayın Erdoğan kendi açıklıyor, ‘Şu ana kadar 48 milyar masraf ettik’ diye. Bu görünen tarafı. Anlaşmanın zımni tarafı var. Yazılı olmayan. Bunu ben Avrupa’daki bütün muhataplarımıza söylüyorum da birisi de yanlış diyorsun demedi. Türkiye ile ilgili raporlar yumuşak yazılsın, hak ihlallerine karşı Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gerekli reaksiyonları göstermesin filan. Şunu söyleyeyim. Ben onlara da 100 kere dedim. ‘Siz Türkiye’yi konseyden atmaya kalksanız önce ben karşı çıkarım’. Biz konseyin 75 yıl önceki kurucusuyuz. Ama böyle de olmaz. Sen sığınmacıları al. Türkiye’de ne istiyorsan yap. Biz raporu yazmayız. Bilmem ne yapmayız.”

“TÜRKİYE İLE ESAD’IN MASAYA OTURMASI İÇİN GAYRET SARF EDECEĞİM”

“(Esad ile alınmış bir randevu var mı?) Detay vermeyeyim ama bir mutabakatımız var. Gün belirleyeceğiz. Çok yakın süreçte bir Şam ziyareti olacak. Bir aksilik çıkmazsa, bir heyetle gideceğim. Zaman zaman birtakım müdahaleler filan oluyor. Bir aksilik çıkmazsa gideceğiz. Görüşeceğiz. Türkiye ile Esad’ın masaya oturup, bu sorunu çözüp, Avrupa’dan kaynağın bulunması için inanılmaz gayret sarf edeceğim. Bu konuda şimdiye kadar görülmüş en büyük uluslararası temasları ve kampanyayı yapacağız. Parasını bulacağız. Yeter ki Türkiye’de sığınmacı meselesinden kurtulmak üzere herkes iradesini göstersin. İnsan haklarına aykırı işler yapmaksızın ama Kayseri benzeri olayları yaşamanın endişesi ile bir an önce bu meselenin çözülmesi lazım. Biz 2,5-3 aydır çalışıyoruz. Belli bir noktaya geldik. Burada memnuniyet duyduğum husus şu. Biz eskiden Esad ile görüş deyince, ‘Katil Esed’in git kanlı elini sen tut’ diyenler. Şimdi ‘Biz eskiden tatil yapardık, şimdi de yaparız’ diyor. Bu işi çözsünler de tatil mi yaparlar, aynı eve mi çıkarlar hiç karışmam. Yeter ki çözülsün. Esad görüşmesinin temmuz ayı içinde gerçekleşmesini ümit ediyoruz. Bir tarih belirleyeceğiz ve gideceğiz. Lübnan üzerinden gideceğiz. Lübnan’a uçacağız. Oradan karayolu ile gideceğiz.”

“BİR ŞEYİ YAZACAKSAN ÇIKARSIN, YAZARSIN, ALTINA İMZANI ATARSIN”

“(Dışişleri Bakanlığı’nın “Egemen güçlerin vekilleri haline geldikleri gözden kaçırılmamalıdır” açıklaması) Bunu bize söylüyorsa, çok ayıp ediyor. Ama ben hiç üstümüze alınmıyorum. Bunu kime söylediğini söylesinler. Böyle bir hastalık var. Geçen gün Sayın Erdoğan ‘Kayseri olaylarını kışkırtan muhalefet’ falan diyor. Kim, hangi muhalefet. Söyle. Partinin adını, liderin adını ver bilelim. Benim böyle bir beyanım yok. Ben itidal telkin etmişim. İlk dakikadan itibaren. Milletvekilimi yollamışım, ‘Sokakta ol, insanlara aman yapmayın de. Haklıyken haksız duruma düşmeyin diye söyle’ demişim. Raporu geldi şimdi bu kadar. Bu arkadaşlar bir kere şimdi şundan uzaklar. Bir devlet terbiyesi diye bir şey var. Dışişleri Bakanlığı açıklaması dediğin hepimizi bağlayacak olan bir şeydir. Bu senin kendi internet sayfan değil. Blog sayfan değil. Bir şeyi yazacaksan Dışişleri Bakanı olarak çıkarsın, yazarsın, altına imzanı atarsın. Kime ne diyorsan dersin, o da seninle siyaseten hesaplaşır. Dışişleri Bakanlığı gibi geleneği olan, köklü, diplomasiyi iyi bilen, her kelimeyi tane tane seçen bir kurumun ismini kullanıp, kendi ismini koymadan, tutup böyle bir şeyi internet sayfasına koymaları son derece yanlış. Yersiz bir iş. Manipülatif bir iş. Normalleşme diyoruz. Her bir bakan efendim çok doğru oluyor, iyi oluyor. Biz de gerçekten diyalog halinde olmak istiyoruz. Bazı yanlışlara engel olmak için. Bazı önerileri sunmak için. CHP’nin bu ülkeyi yönetmeye ne kadar hazır olduğunu herkesin görmesi için ama bu üsluplar filan doğru işler değil. Yakışmaz. Kötü bir şey söyleyip boşu boşuna yeni bir polemik yaratmak istemem. Ama CHP’nin herhangi bir dış gücün filan değil… Ben Erdoğan’ın kendisine söyledim. Memnuniyetlerini ifade etti. Biz Türkiye’de ana muhalefet partisiyiz, yurtdışına gittik mi Türkiye’nin partisiyiz. Biz Türkiye’nin çıkarlarını savunuruz. Büyük bir yanlış yapıyorlardır. Geçmişte Suriye politikasını savunabilir miyim? Ama Türkiye ve Türkiye’nin çıkarlarını savunurum. Örneğin Gezi davasının bu halde olmasını savunamam. Eleştiririm. Ama Türkiye için, bu ülkeye olimpiyat alınacak. Hep beraber alacağız. Dünyada 24 siyasi akrabam ülkelerinin başında benim. Bu ülkeye Avrupa oyunları gelecek. Hep beraber alacağız. Bu ülkenin reklamını hep beraber yapacağız. Ticaretini hep beraber artırmaya çalışacağız. Turizmini en iyi şekilde tanıtmaya çalışacağız. Ana muhalefet partisi dışarıda da Türkiye’nin partisi. Biz burada AKP’nin karşısındayız. Türkiye’de AKP nerede olursa olsun Türkiye’nin yanındayız, Türkiye’nin menfaatlerinin yanındayız. Bu meseleyi böyle görüyoruz. Böyle de olması gerek.”

“BİRİNCİ PARTİ OLMA OLGUNLUĞU İLE SİYASETİN NORMALLEŞMESİNİ İSTİYOR”

“(Gölge bakanların teması istenilen sonucu verdi mi?) Şüphesiz verdi. Türkiye CHP’nin siyasetten ne anladığını görmüş oldu. CHP diyalog kurabilen.... Bilmiyorum siz benim yerimde olsanız, o fotoğrafın içinde olmak ister misiniz? 100 yıllık Cumhuriyet, Ata’nın huzurundasınız, Anıtkabir’desiniz. Ana muhalefet lideriyle, iktidar partisinin lideri ya da son seçimlerin birinci partisinin lideri birbirine sürtünüyorlar, el sıkışmıyorlar. Hatır sormuyorlar. Biri Cumhuriyet resepsiyonuna gitmiyor, öbürü bilmem ne yapmıyor. Birbirlerine isimleri ile hitap etmiyorlar. Lakaplar makaplar söylüyorlar. Böyle bir şey olmaz. Ben böyle bir fotoğrafın parçası olmam. Bu normalleşme meselesinde, kimse hiçbir şey yapmasa. Ben haftada iki kez o bana hakaret edecek. Üç kez ben ona hakaret edeceğim. Hakaret davaları havada uçuşacak. Gidince insanlar haklıyı haksızı ayırmıyor, bir bütün olarak siyaset kurumu yıpranıyor. Siyasetçiler yıpranıyor. Siyasetçilere güven azalıyor. Minimum nezaket kuralları. Ağır eleştiri başka bir şey. İşi hakarete vardırmak başka bir şey. Belli bir diplomasiyi sürdürmek lazım. Bayramlarda el sıkışabiliyor olmak, cenazeleri varsa taziye vermek, olumlu bir şeyde, hal hatır sorabilmek. Bunlar önemli şeyler. Bunların yapılmamasının ana muhalefet ve CHP’ye hiçbir faydası yok. Ama bu oluşan, 1 Mart’tan bugüne kadar Türkiye’nin gündemini CHP belirliyor tespiti Elif Hanım’ın tespiti değil. Türkiye’deki yandaş medyasından, merkez medyasına kadar ya da sizin gibi özgür gazetecilik yapmaya çalışan arkadaşlara kadar herkesin üzerinde ortaklaştığı… Ne konuşuluyor? Bakılsın. CHP, Türkiye’nin birinci partisi oldu. Birinci parti olmanın olgunluğu ile siyasetin Türkiye’de normalleşmesini istiyor. Ama bu normalleşme isterken, bir şeyi eksik yapıyor mu? Şunu eksik yapıyor denilebilecek bir şey var mı? Bir seçim takvimi dışında tematik mitingiler yapıyor. Vatandaşın derdi neyse? 75 bin emekli topluyor Ankara’ya. 110 bin işçi ve emekli topluyor Gebze’ye. Erdoğan’ın memleketinde 50 bin kişi ile Çay Mitingi yapıyor. Buğday Mitingi yapıyor Trakya’da. Bütün Türkiye bunları konuşuyor. Parti, bütün anketlerde her ay bir puan daha üstüne koya koya gidiyor. En sert muhalefeti yapıyor ama öbür taraftan diyor ki ‘28 Şubat’taki paşaların sağlık durumları gereği, bunların salınması önemlidir’ diyor ve 15 gün sonra bu oluyor mesela. Bu bir kazanım. ‘Cumartesi Anneleri 1000’inci haftada çıkacaklar, kuşatmayın’ diyor. 1000’inci haftada çıkıyorlar. Bu bir kazanım. Ama bunlar mikro kazanımlar. Makro kazanım nedir? Bana diyorlar ki ‘Gel, Anayasa yapalım’. Ben ne diyorum, ‘17,5 milyon oy aldım. Masaya ben otursam, 17 milyon 499 bin 999’u bana ne işin var orada’ der. Önce eşim der. ‘Özgür kalk oradan’ der. Niye? Çünkü Anayasa’yı tanımayan, bilerek çiğneyen birisi ile Anayasa yapamam. Ama mevcut Anayasa’ya uyacaksanız, bir görelim onu. Onun içinde Gezi davası var. Taksim’in açılması var. KHK ile ihraç etmiş, kovuşturmaya gerek yok, işine dönemiyor. Anayasa Mahkemesi kararlarını, AİHM kararlarını uygulamıyorlar. Bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak var. Bir sihirli değnek dokunsa bu rejime, Sayın Erdoğan’a. Bir anda Anayasa’ya uymaya başlasa. Bunlar kazanım değil mi? Uymazsa zaten Anayasa yapmam. Ama ‘Anayasa masasına otur’. ‘Ben oturmuyorum’. Millet diyor ki ‘Yahu Allah Allah, bunlar da hiçbir şeye yanaşmıyor’. Onun yerine gerekçelerini anlatmak, somutlaştırmak, önerileri sunmak önemli. Ben Sayın Meclis Başkanımıza da Sayın Erdoğan’a da söyledim. ‘Anayasa bütün toplumu kuşatan bir elbise. Herkesin üstüne uyacak. Onun için her doğana yapacak. Siz Erdoğan’a yaptınız’. 7 sene sonra bu olmadı, yenisini yapalım. Eskisini ne yaptınız derim. Bir ona bakmak lazım. Eskisine ne yaptın? Yeni bir kıyafet istiyor çocuk babasından, annesinden. Eskidi mi öbürü der. Giymediysen niye alıyorsun, bunu giyeceğin ne belli? Ayrıca özgüveni yüksek bir siyasete hepimizin intibak etmesi lazım. Bana neler neler söylendi, ne yorumlar yapıldı. Sanki gidince Anayasa masasına oturacaklar, ne yapacaklar. (Erdoğan’a yardımcı olma eleştirileri hakkında) Hangi köşeden kurtuldu Erdoğan bizimle? Erdoğan seçimlerde ikinci parti oldu, orada duruyor. 4 yıl seçimsiz zaman var diyor. Çünkü 360 milletvekili evet demeden erken seçim yapamazsın. Sadece kendisinin 270 var. AKP demeden erken seçim yapamıyorsun. O istemeden olmuyor. Denklemden 270’i çek. Sana kaldı 330. MHP bile desteklese. Yapamıyorsun. Hangi köşeye sıkışmış?”

“MYK VE PM’YE GÖRÜŞMELERİN BÜTÜN DETAYLARINI VERİYORUM”

“(Normalleşmeye parti içinden eleştiri geldi mi?) Bir, ben her MYK ve PM toplantısına son toplantıdan bugüne ne yaptım sunumu ile başlarım. Gün gün. Bu Türk Eczacılar Birliği yönetimimden kalan ve iyi yönetici özelliği olan şey, heyet halinde yönetiyorsan, heyetsiz iş yaptıysan, heyete bütün ayrıntılarını anlatırsın. Ben anlatıyorum. Hangi heyetlerle o işi yaptığımı MYK ve PM’ye anlatıyorum. Görüşmelerin detaylarını veriyorum. Yanımda olan arkadaşlar orada oluyorlar. Erdoğan görüşmesinde Türkiye’nin en iyi yetişmiş büyükelçilerinden Namık Tan not tutmak üzere hazır bulundu. Not var. Deşifresi var. Altında kendi imzası ile birlikte. Partinin kasasında duruyor. Kelime kelime ağzımızdan ne çıktıysa. Bir tane Genel Sekreter’e emanet ettim. Bir tane genel başkanlık kasasına koydum. Gelecekte devir teslimde müstakbel genel başkanımıza arz etmek üzere. Hiçbir görüşmeyi tek yapmıyoruz. Ben Erdoğan görüşmesinden geliyorum. Önce MYK yapıyorum. Bütün detayları arkadaşlara anlatıyorum. Görüşmeye gitmeden önce görüşme notunu birlikte hazırlıyoruz. PM’den görüş alıyorum. MYK’yı toplantıya çağırıyorum. Bir sarı defterim var. Ne konuşalım arkadaşlar madde madde yazıyorlar. Onların bu yaptıklarına Namık Tan ile birlikte gidip o görüşmeyi yapıyoruz. Tutanağı da var. Namık Tan da zaten görüşmeye şahit. Karşı taraf da tutanak tutuyor zaten. Biz istedik. Biz ‘Namık Bey not tutacak’ dedik, biz bunu deyince onlar da mütekabiliyet esasına göre onlar da not tutarlar orada. Bu öneri de Ahmet Necdet Sezer’den geldi. Gittim ve danıştım. ‘Biz devletten çok uzağız. Bir Cumhurbaşkanı görüşmesi yapacağım, ne önerirsiniz’ dedim. Kendisi dedi ki ‘Bir büyükelçiniz temas etsin. Oradaki bir büyükelçi ile. Görüşme baş başa da sıkıntı oluyor’. Dedi ki, ‘Büyükelçimiz not tutacak diye talepte bulunursanız reddetmezler. Devlet geleneğimizde var’ dedi.”

“NORMALLEŞMİŞ BİR ÜLKEDE O SİYASİ CİNAYET AYDINLANMADAN KALAMAZ”

“PM ve MYK’da tartıştım ve zaten partide böyle bir tartışma yok. Ölçme ve değerlendirmede bu süreçte, parti her ay oyu yukarıya doğru gidiyorsa, bir süreç ilerliyorsa. Bakın normalleşmeyi kim bozuyor bakın. MHP bozuyor. Neden? Normalleşmiş bir ülkede o siyasi cinayet aydınlanmadan kalamaz. Normalleşmeye MHP ne dedi? ‘CHP- AKP iktidar olsunlar birlikte’ dedi. Ben de ne dedim, ‘22 yıllık enkazı bana ittiremezsiniz’. Normalleşmeyi sonlandırmaya çalışanlar kim, bakın. Bu süreçten kim fayda görüyor, kim zarar görüyor bakmak lazım. Ama şu kadarını söyleyeyim. Ben her ne olursa olsun. Bana ezbere yerleşmiş ezberlerle kimse siyaset yaptıramaz. Çünkü o ezberlerle sonuç alamadığımız ve Cumhuriyet’in ezbersiz yöntemlerle, yani bu seçimlere giderken gençler, kadınlar, ölçme değerlendirme dedik. Koca seçim bütçesinin altıda birini anketlere verdik. 350 bin anketle aday belirledik. 255 bin anket ile adayları sahada takip ettik. Herkes bize ‘Mahvolacaklar, rezil olacaklar, 1 Nisan’da kongre olacak’ diyordu. 47 yılın rekorunu kırdık. 47 yılın, yüzde 38. Tek tek saydım. Güldüler bana. Kütahya’nın sürpriz potansiyeline kadar saydım. Kilis’i saydım. Bir sayıp da alamadığımız Malatya var. Hatay’da aldık mı almadık mı o da belli değil. Açmadılar ki sandıkları.”

“VATANDAŞ BU SAMİMİYETSİZLİĞİ REDDEDER”

“Soru şuydu. Erdoğan dedi ki, ‘Suni gündemlerle ülkeyi meşgul etmeyelim. Bilmem ne yapmayalım’ falan. Ondan sonra 4 yıl seçimsiz. Demiş ki, ‘Zaten 360 milletvekili olmaksızın erken seçim yapılamaz’. Dedim ki, ‘Teknik olarak doğru söylüyor. Bana kalsa yarın karar alalım. 2 ay sonra yapalım seçimi. Ama benim elimde değil’ dedim. Ben size şunu söyleyeyim. Erken seçim konusunda hiçbir farklı düşüncem yok. Ben ‘31 Mart seçim sonuçlarını araçsallaştırarak erken seçim talebinde bulunmayacağım’ dedim. Sebebi çok net ve ahlaki. Ben 31 Mart’taki yüzde 38 oyu CHP’nin kemik oyu görsem, çıkıp ‘Birinci parti ben oldum’ derim. Ben bir yerel seçimden çıkmışım. AKP, MHP ve İYİ Partiliden, DEM’liden oy almışım. Çağırmışım, ‘Türkiye İttifakı’ demişim. ‘Bu bir genel seçim değil yerel seçim. Yerel adayı seçeceksiniz, pırıl pırıl’ demişim. Bir de ‘Sarı kart göstereceksiniz iktidara’ demişim. ‘İktidarı değiştirmiyorsunuz, ona göre oy kullanın’ demişim ve almışım. Ertesi sabah ‘Bu oylar benim, erken seçim istiyorum’. Vatandaş bu samimiyetsizliği reddeder.”

“SEÇMEN İLE KURULAN AKDE İHANETİN AĞIR BEDELLERİ OLACAĞINI BİLİYORUM”

“(Sarı değil kırmızı kart gösterilmedi mi?) Siz haklı olun, kırmızı kart olsun. Çıkarın oyuncuyu. Niye çıkmıyor? Zafer Bey, 360 milletvekilim olsa ben kırmızının gereğini yaparım. Yok. Kırmızı kart görmüş oyuncu sahada kalamaz değil mi? Erdoğan’ın görevden ayrılmasının iki yolu var. Ya kendisi seçimleri yenileyecek ya da Parlamento’da 360 el kalkacak. Bende 130 var. Ben dedim ki, ben insanlara adeta ‘CHP’de Türkiye İttifakı olarak birleşelim. Kaybetmeyelim’. Ben gitmişim Balıkesir’de geçen sefer kazanacak adayımızı çekip, İYİ Parti’ye vermişiz. İYİ Parti’nin adayı önce AKP’ye vermiş. Sonra da kendi de AKP’ye gitmiş. Kaybetmek için her şeyi yapmış ve gitmiş. Bu dönem hak bizde. Ama aday çıkarmışlar. Kendilerince güçlü aday. Balıkesir’e gittim ve açık açık konuştum. Dedim ki, ‘İYİ Partililer İYİ Parti’ye oy atarsa AKP kazanacak’. Çünkü alacağı oy belli. Anket var benim elimde. CHP’ye verirlerse hem hak yerini bulacak hem bu belediye hepimizin olacak. Hak yerini bulacak. Ben bunu demişim. İYİ Parti’den oy atanların oyu benim cebimde. Böyle bir şey yok. Ben böyle siyaset yapan biri değilim. Ben seçmen ile kurulan akde ihanetin çok ağır bedelleri olacağını biliyorum. Ama şunu söyledim o gün. ‘Ben istemeyeceğim ama erken seçim halk istediğinde olur ve onu da ben dillendiririm’ dedim. Devam ettik. Ben bu normalleşme görüşmeleri dahilinde ‘Emeklinin 10 bin lirasını artıralım, asgari ücrete zam’ dedim. ‘Çiftçiye taban fiyatları yükseltin’ dedim. ‘Kredi kartı faizlerini silin ve vergiyi kaldırın’ dedim. Bunun için de vergide adalet diye devasa bir paket önerdim. Bunu yapmıyorlar. O zaman bir miting daha yaptım, bir miting daha yaptım. Dedim ki ‘Eğer geçim olmazsa seçim olur’ dedim. Vatandaş ister onu. Aynı onu söylüyorum.”

“SİYASETİ SAHİCİ, DÜRÜST, DOĞRU VE GAYRETLİ YAPMAK LAZIM”

“Benim gündemimde erken seçim var zaten halk erken seçim istiyorsa. Anketlerde yüzde 20-22’ydi, şimdi 46’ya filan geldi erken seçim talebi. Ama halen daha halkın yarısı istiyor, yarısı istemiyor. Kaldı ki biz erken seçim talebini erkenden tüketirsek, öyle belli başlı, kendince yıllardır siyaseti yanlış okumuş akılların aklına uyup, erkenden kendimizi tüketirsek günü geldiğinde esprisi kalmaz. Erken seçim talebinin tam zamanında ve milletle birlikte… Gebze’de yapmayı planladığınız mitingi Gebze’deki 110 bin kişi dururken, 1,5 milyon kişi İstanbul’dan çıkamayıp, otobanda tıkanıp kalırsa, ertesi hafta erken seçim mitingini Yenikapı’da yaparsınız. Eğri oturup doğru konuşalım. O yüzden ben mümkün olduğu kadar kendimi de kimseyi de kandırmamaya çalışıyorum. ‘Geçim olmazsa seçim olur’ dedim insanlara şunu söylüyorum: ‘Sen geçinemiyorsan bak biz miting yapıyoruz. Çık meydanlara’. Sendikalar çağırsın. Biz çağıralım. Eskiden, biz yapmayalım sivil toplum yapsın. Ben o kafada değilim. Gelen gelsin. Yapana destek verelim. Başka parti yapsa ve beni çağırsa giderim. O kadar net söylüyorum. Sendikalar yapsın giderim, her desteği veririm. Ama şu anda sırf burun bükmek için bir sürece burun bükülmez. Yapılması gereken şu, siyaseti sahici, dürüst yapmak. Doğru ve gayretli yapmak lazım. Millet erken seçimi istiyor ve hükümet buna dayanamıyorsa ne ala. Ama ben şöyle bir şey görmüyorum şu anda. 360 milletvekili onlar olmadan olmayacak bir parti, kırmızı kart görmüş oyunda. O zaman bir süre sonra o oyuncu hep kırmızı kart ile oynamaya alışır, kırmızı kartın manası kalmaz. Sarı kartın olduğu yerde kırmızı kart demenin bir manası yok.”

“ADIM BASMADIK, TEMAS ETMEDİK HİÇBİR YER KALMAYACAK”

“(CHP erken seçime hazır mı?) Hazırız. Çoktan hazırız ülkeyi yönetmeye. Kamuoyunda şöyle bir şey vardı eskiden. Kimin gideceğine karar vermişlerdi, yerine kimin geleceği noktasında CHP’nin tam telkin edememesine ilişkin tespit ve tartışmalar vardı. 31 Mart’ta o görünmez cam tavanı kırdığımız süreçte CHP’nin yönetebilir olduğu, CHP’ye ekonominin yüzde 80’i teslim edildi. Anayasa’ya göre iki alana ayrılıyor. Mahalli idareler ve merkezi yönetim. Yarısını bize verdiler, denge kurdular. O açıdan önemli. Şimdi gölge bakanlarımızın çalışmaları, getirdiği yankılar, özellikle ekonomi konusundaki hem değerlendirmelerimiz hem de önerilerimiz. Milli savunma politikalarından tutun dış ilişkiye kadar. Dış ilişkilerdeki yoğun temaslarımız. Önümüzdeki dönemde sadece Avrupa ile değil diğer dünya ülkeleriyle, Körfez ülkeleriyle de Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’ne de gideceğim. Adım basmadık hiçbir yer, temas etmedik hiçbir yer kalmayacak. Geçtiğimiz günlerde Rusya Büyükelçisi ile verimli bir görüşme yaptık. Moskova’ya bir gitmek… Pekin’e davet aldık. Pekin’e gitmeyi düşünüyoruz. Hiçbir yerde insanlar CHP geldiğinde acaba AKP’den geri kalır mı, dış politika, dış temaslarda filan. Böyle bir algının gitmesi lazım ki. Partinin de özgüveni yerine geldi. Sürekli kaybetme psikolojisinden kurtulduk. Hiç hak ettiğimiz bir şey değildi bu bizim. Ama bir yandan şunu görmek lazım. Merkez medya bize kapalıydı. Yandaş medya sürekli bizi ve seçmenimizi ötekileştiren bir söylemle seçmenlerini konsolide ediyordu. Şu anda başka bir süreç yaşanıyor Türkiye’de ve CHP’nin sesi duyuluyor. Hatta insanlar ‘Sesimizi duyur’ diye CHP’ye geliyorlar. Çok önemli toplum kesimlerinin talepleri var. İşin bu kısmını kıymetli buluyorum.”

“AKP ÜLKEYİ BU HALİYLE YÖNETİYORSA, CHP TÜRKİYE’Yİ ŞAHA KALDIRACAK”

“Şimdi politika belgelerimiz yazılıyor. Milli savunma politika belgesinin son taslağı kendi içimizde görüş bildirmek üzere arkadaşlarımıza dağıtıldı. Dış politika tutum belgemiz hazırlanıyor. Ekonomi ile ilgili çalışma yapılıyor. İlk önce gölge bakanlarımız atandılar. Nasıl bir sistem olacak derken üzerine yerel seçim gündemi geldi. Yerel seçim gündemi bütün gündemleri örtüyor tabi. Ama şimdi o bakanlarımı hem muhataplarıyla, hem çalışmalarıyla. Mesela Gölge Milli Eğitim Bakanlığımız, Milli Eğitim Bakanlığı’nın altındaki bütün yapılara karşılık gelen bakan yardımcılarını da görevlendirdi. Yakında onların iletişimi olacak. Ama bütün arkadaşlarımız dört dörtlük çalışıyorlar. Aşama aşama CHP o bakanlığı nasıl izliyor, ne öneriyor. Gelecekte ne yapacak göreceğiz. Sadece partide kurumsal yeni bir yönetim mimarisi çalışmıyoruz. Türkiye’yi nasıl yöneteceğimiz. Bugün biz olsaydık neler yapacağımız da gösteren bir gayretle çalışıyoruz. Seçime hazırız. AKP ülkeyi bu haliyle yönetiyorsa, CHP Türkiye’yi şaha kaldıracak.”

“BU BAŞARI 2019’DAKİ BAŞARININ ÜZERİNE KURULMADI DİYEN HAKSIZLIK YAPMIŞ OLUR”

“(2019 yerel seçimleri başarı değil miydi?) Çok önemli bir başarıydı ama birinci parti çıkamamıştık. 2019’da büyükşehirlerde moral bulduk ama birinci parti değildik. Biz maalesef 22 yıldır. Biz Mart, Nisan, Mayıs, Haziran dört aydır anketlerde ‘Bu Pazar seçim olsa, oyunuz kime olur’ sorusuna milletvekilliğinde birinci parti çıkmaya başladık. Kiminde 33, kiminde 34. Panorama TR’de geçen aya göre bir puan daha artırmışız oyumuzu. Kiminde hata payı içinde oluyor ama bütün anketlerde birinci parti çıkıyor CHP. Mesela yerel seçim oyu. (İstanbul ve Ankara’nın kazanılması) Çok önemli başarı. Ama sonuçta biz orada birinci parti değildik. 47 yıl sonra ilk kez bu seçimde birinci partiyiz. Belediye sayımız 5’ten 11’e çıkmıştı ama mesela şu anda 21 tanesi il belediyesi olmak üzere 14’ü büyükşehir olmak üzere nüfusun şu anda yüzde 65’indeyiz. Belediye ekonominin yüzde 80’indeyiz. Böylesi bir başarı olmadı. Yüzde 38 nerede aldık? Maalesef almadık. Ama çok önemli bir başarıydı, kabuğumuzu kırmıştık. Şimdi zaten bir de şöyle düşünün, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Vahap Seçer, Zeydan Karalar, Muhittin Böcek AKP’den aldığımız bu 5 belediyeyi iyi yönetmeseler, yeniden kazanmasalardı, birkaçı kaybolsaydı kötü olurdu. Ama bu başarı 2019’daki başarının üzerine kurulmadı diyen kendi kendine haksızlık yapmış olur. Ama Manisa’da yüzde 28 oy alırken, Manisa’yı İYİ Parti’ye verirken, Denizli, Balıkesir’i İYİ Parti’ye verirken, tek başımıza girip Manisa’da yüzde 58, Balıkesir ve Denizli’de çok büyük başarılarla 8 Ege ilinin 8’ini de aldık. Kütahya dahil bambaşka bir şey var şu anda.”

“SEÇİMİ VE SANDIĞI GETİREBİLMEK İÇİN DEMOKRATİK, BARIŞÇIL SİVİL DİRENİŞ EYLEMLERİ YAPACAĞIZ”

“(Erken seçim olgunlaşmadı mı?) Ben şunu görüyorum. Her geçen gün talep artıyor ama sırf CHP’nin Emekli Mitingi yaptığı, sırf CHP’nin Geçinemiyoruz Mitingi yaptığı bir yerden ziyade insanların, sendikaların, derneklerin sokaklara dökülmeye başladığı, bunu dile getirdiği ya da bizim çağrımıza, ben memnunum. Gebze Meydanı’nı doldurmak benim için önemliydi. 110 bin kişi geldi güzel. Ama İstanbul’dan Gebze’ye gelmek üzere 2 milyon kişi çıkamasaydı. O başka bir şeydi. İstanbul bir erken seçim mitingine beni çağırıyor olacaktı o zaman. Daha orada değiliz gibi görüyorum. Aksini gören varsa ikna olurum. Ben ‘Erken seçimi halk istiyorsa, en çok talep dillendirecek olan benim’ diye söyledim. Neden istemeyim ki, şu anda birinci parti çıkıyorken erken seçimi ben niye istemeyim. Elimde 360 milletvekili olsa veya 200 olsa, 160-170 de muhalefette olsa gider hepsi ile anlaşır, yarın erken seçim yapmak isterim. Ama yok yani. Sokağın bastırması lazım. Belki önümüzdeki dönem çeşitli eylemlere davet edeceğiz. O eylemlere halkın katılımını görmek lazım. Demokratik, barışçıl, sivil dayanışma ya da sivil direniş eylemleri yapacağız. İkna etmek için, seçimi ve sandığı getirebilmek için. Oralara katılımları görmek lazım. Atıyorum, elektrik fiyat zammına karşı bütün Türkiye elektrik faturalarını ödemese başka bir şey olur. Bunu yapacağız diye söylemiyorum. Ama örnek veriyorum. Bunu görmek lazım. Ben çok isterim görmeyi. Bu iktidarı değiştirirken, halktan gelen bir demokratik tepkiyle erken seçim talebinin canlanabiliyor olması çok kıymetli olur. Türkiye demokrasisi de çok şey kazanır. Çünkü sokağı kaybettik 22 yılda. Şunu kabul edelim, sokağı kaybettik. Şu anda bir zorbalık var karşıda. O kademe kademe artarken, ona en sert direnişi yapmadık. Bunda hepimiz kusurluyuz. Ama şu anda anayasal hak olan protesto ve gösteri yürüyüşü hakkında fiili kayıp var. Anayasal haklar kaybedilmiş. Yürümek isteyene terörist diyorlar filan.”

“MİLLİ TAKIM’I RAHAT BIRAKMAK LAZIM”

“(Milli Futbolcu Merih Demiral’a ceza verildiği iddiası hakkında) Savunma yapmadan ceza olmaz. Yarın yazılı savunmasını verecek. Ondan sonra toplanılıp bir karar verilecek. Ceza olursa yanlış olur. Ona itiraz etmek lazım. Hep birlikte itiraz ederiz. Büyük haksızlık olmuş olur. Doğrudan siyasi simge olmayan, çok sayıda partinin de kullandığı, bizim arkadaşımızın da ‘Ben onu şu niyetle yaptım’ diye açıkladığı bir şey. Başka anlamlar yüklenerek hem böyle iyi bir futbolcudan mahrum kalmak hem de Milli Takım’ın moralinin bozulmaya çalışılmasını doğru bulmuyoruz. Ama şu kadarını söyleyeyim. Türkiye’de de bu tartışmayı çok köpürtmeye ve büyütmeye gerek yok. Milli Takım’ı rahat bırakmak lazım. Onların Cumartesi günkü maça konsantre olmaları lazım. O yüzden açıklamaların dikkatli ve dozunda. Bunu şey meselesi haline getirmemek lazım. ‘Efendim bu işaret yapıldı, şu oldu, bu oldu’. O tartışmaları kupayı alıp gelsinler, en iyi sonucu alsınlar, sonra oturur konuşuruz. Hangi işaret ne olur? Mesela birisi çıksa Altı Ok yapsa, öbürü bilmem ne yapsa, bu sefer ligler ne olur, dünya ne olur. Onları oturur konuşuruz ama Merih’e ceza verilmesini hiç adil bulmayız. Türkiye’de de bu işaretin yapılmasını şiddetle savunan arkadaşlara bugün de söyledim. Bir sürü oyuncuya ceza verildi, zafer işareti yapıyor diye. Kadın futbol takımına komple cezalar verildi filan. O zaman da onları linç eden, cezayı savunanlar, bugün ‘Ya bu işaretler yapılabilir, simgeler kullanılsın’ diyorlar. Ben CHP’nin tutarlılığı açısından çok rahat bir pozisyondayım. O ben o gün de o işaretin yapılmasından, gencecik bir futbolcunun linç edilmesini, kadın futbolcuların hedef gösterilmesini doğru bulmuyordum. Bugün de Merih’e ve Türkiye’ye yapılanı doğru bulmuyorum.’ “(Türkiye finale kalırsa Özgür Özel Almanya’ya gidecek mi?) Giderim. Aslında ben bu maça da gitmek isterdim ama Bükreş’teyiz. Pat diye gidemiyoruz. Finale gitmeyi düşünebilirim. Belki yarı finale gitmeyi düşünebilirim. (Belki Sayın Cumhurbaşkanı ile yan yana oturulur) Oturulur, ne var bunda? Bir şey değil ki. Orada rakip Steinmeier olur. Almanlar olur.”

“İLK ZİYARETİMİ KIBRIS’A YAPTIM ‘50’İNCİ YILDA BURADA OLACAĞIM’ DEDİM”

“(Kıbrıs ziyareti Cumhurbaşkanı ile mi olacak?) Hayır. Biz 18’inde gidiyoruz. Cumhurbaşkanı 20’sinde gidecek. Biz 18-19-20’sinde oradayız. Ben ilk ziyaretimi Kıbrıs’a yaptım. Gelenek olduğu üzere. Devlet geleneğidir bu. CHP’nin yerleştirdiği önemli bir gelenektir. İlk ziyaretimi Kıbrıs’a yaptım. Kıbrıs Cumhurbaşkanı’na, Başbakanı’na, CTP Lideri’ne ziyaretlerde bulundum. Hepsine de söylediğim şu, ‘Ben 50’nci yılda burada olacağım’ dedim. 3 aydır yazışıyoruz, Cumhurbaşkanı ile daha yeni görüşüyoruz. 1974 Kıbrıs Gazisi götürüyoruz Kıbrıs’a, dediler ki ‘Ne otel, ne uçak olmaz’. En sonunda 174’te anlaştık. 74 dediler, hiç olmazsa 174 olsun, bir 100 kişi daha olsun. Ayşe Ayata geliyor. ‘Ayşe tatile çıksın’. Hikmet Çetin geliyor. Önder Sav geliyor. Erol Çevikçe gelemiyor. Davet ettim, ‘Dizlerim çok kötü’ dedi. Ama Önder Bey giderse beni de o günden CHP’li iki bakan yaşıyor. Önder Bey geliyor. Altan Bey geliyor. Sayın Kılıçdaroğlu’nu da davet edeceğiz. Eğer uygun görürse katılmayı. Gelse çok keyif alırız. CHP’nin bütün yaşayan genel başkanları olarak gidebiliriz. Dışişleri Bakanlarımız geliyor. Biz CHP heyeti olarak gidiyoruz. Sayın Erdoğan dediğinde ben zaten gidiyorum dedim. Mesela ben 19’unda Kıbrıs’ta daha önce görev yapmış yaşayan bütün Cumhurbaşkanları ve başbakanları ziyaret edeceğim. Benim de kendime göre takvimim var. 20’sinde de birlikte oturacağız.”

“BEN SOKAKÇIYIM”

“Ben sokaktan çekilmeye veya tepkiyi biz değil sivil toplumu göstersin meselesine hep muhaliftim. Bunu bütün arkadaşlar bilir. MYK'dan arkadaşlar bilir. Ben sokakçıyımdır. Kurultayda da sayın genel başkan otururken söyledim. Açın kurultay konuşmamı dinleyin. Sen yap mitingini buğday üreticisiyle, yap mitingini işçilerle bilmem neyle, bak bakalım o AK Partili veya mazot fiyatlarına itiraz et, bak bakalım AK Partili traktörüne mazot koyamayan adam senin mi arkanda sıralanıyor, Tayyip Bey'in mi arkasında sıralanıyor? Aman kalabalık mitingler yapmayalım, korkutmayalım diyorsun, sen mitingi değerler, inançlar üzerinden değil, ekonomik meseleler de yaparsan, mazot fiyatına itiraz edersen, elektrik zammına itiraz edersen, o MHP'li adam Tayyip Erdoğan değil senin arkanda hizalanır diye. Grup başkan vekilleri partinin yasama kanalıdır. Alınan kararları gidip uygularlar. Bugünkü arkadaşlarımız da öyle yapıyor. MYK'da hep birlikte tartışıyoruz ama alınan kararı gidip mecliste uyguluyorlar. Bizim işimiz oydu.”

“ADAY, BELİRLENDİĞİNDE SEÇİMİ KAZANMIŞ OLSUN”

“En geniş katılımla bu kararı vermek lazım. Bir kere partinin yetkili organları. Bizim Cumhurbaşkanı adayını en nihayetinde parti grubunda oyluyorsunuz aday göstermek için ama tabi bugüne kadar Sayın İnce'nin adaylığında da Sayın Kılıçdaroğlu'nun adaylığında da verilmiş kararı parti grubu bütün parti adına o görevi yaparak oy birliğiyle yapıyor zaten. Bir tane bile ret oyu olmadan. Ama bence Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhurbaşkanı adayını çok kitlesel bir şekilde belirlemeli. Bir kez ölçme değerlendirme önemli. Bunu şeffaf olarak kamuoyuyla paylaşabiliriz. Ayrıca çok önemli olur bütün üyelerin güven oyuyla adayımızı belirlemek. Belki geniş halk yoklaması yaparak belirlemek. Benim hayalim şu, aday belirlendiğinde seçimi kazanmış olsun bu sefer. Böyle güle oynaya bir seçim takvimi, yüzde 60-62-65 ile kazanmak. Sonra da hep birlikte Türkiye'yi içine düştüğü bu durumdan kurtarmalıyız. Ben bunu yapacak gücü Partimde görüyorum. Morali görüyorum. Gençlerin gözünün feri sönmüştü şimdi görün gençleri. Yaşlıların omzu düşmüştü bir görün şimdi. Önümüzdeki seçim akşamında 973 ilçenin ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi'nin ışıkları sabaha kadar yanacak. Ben o başarıyı sağlayan genel başkan olarak Atatürk'e borcumu ödeyeceğim. İlkokul öğretmenim Gülseren Hasyamanlara da beni yetiştiren anneme babama da biricik kızım var ona da. Benim görevim bu. Bunun için bana içeriden dışarıdan hiçbir çelme, hiçbir gayret inancımı zedeleyemez. Gerekirse kendi nefsimle mücadele edeceğim. İnsanın en büyük rakibi kendi nefsidir. Bu kadar net düşünüyorum. Bana bütün Türkiye dese ki sen aday ol, doğru aday kimse, kazanacak aday kimse, en yüksek oy alacak aday kimse, o aday olacak. Güle oynaya kazanacağız. Gazi Mustafa Atatürk'ün özgüveniyle. Bu partinin genel başkanları öyle korkmaz, tırsmaz, sinmez, pısmaz. Bu partinin genel başkanları cesaretle yürür. Ben bugüne kadar grup başkanvekilliğinde nasıl cesaret gösterdiysem burada da bir şey yok. Ama bu makam olgunluk göstermeyi gerektiriyor, sakinlik göstermeyi gerektiriyor. Doğru strateji kurmayı ve ortaklaşmayı gerektiriyor. Onun da gereğini yapacağız.”

PARTİ İÇİ DEMOKRASİ İLE ÇÖZECEĞİZ

“Tabii ilk seçimde uygulanacak. 7 bin görüş geldi. Mahallelerden sorduk, ilçelerden illerden sorduk. Dünyadaki tüzüklere bakıyoruz. Sosyalist Enternasyonal'in tüzük komisyonunu davet ediyoruz. Dünyadaki iyi örneklere bakıyoruz. Böyle olur olmaz bilmiyorum ama örneğin genel başkanın veya merkezin yetkisinin yüzde beşle sınırlandığı, Meclis grubunun belli bir miktarının korunduğu, belli bir miktarı için yöntem bulunduğu, geri kalanında tamamen örgüt tarafından seçildiği bir şey. Meslek kotalarına bakmak lazım ama bunu ortak akılla ve çok iyi düşünerek, iyi tasarlayarak, iyi tartışarak dört dörtlük yapmak lazım. O yüzden ama ben öyle kendi yetkimden vazgeçip örgüte vermeye razıyım. Ben örgüte verdiği her sözü tutan bir genel başkanım. İşte dördüncü kattaki örgüt odalarından tutun gittiğim yerde il başkanının çayını içmeden, ilçede çalışıyorum, ilçe başkanının çayını içmeden çalışmaya başlamam ya... Ecevit'ten beri mesela ilk kez genel başkan giriyor bu binaya deyip sarılanlar falan var. Benim 60 yöneticim var 34 örgütte aktif görev yapmış, Parti Meclisinde 15 il başkanı var. Hep böyle yani ne söz verdiysek tutmuşuz.”

SAHANIN SESİNİ DUYDUM

“Ben kendi özeleştirimi yaptım. Kendi riskimi aldım. Ve çıktım. Bir tespitte bulundum. Ve dedim ki bu şartlarda gidersek bu yerel seçim kayıp. Yüzde 14 gözüküyoruz ankette. Açın Kurultay'dan önceki ankette Metropoll ne bulmuş? Bakın 14. Açın Panorama ne bulmuş? Bakın Sonar ne bulmuş? Bakın. Her birisi çok önemli şirketler veya Aksoy ne bulmuş? Bakın. Ben duydum sahanın sesini. Ben bir riski gördüm. Ben genel başkan olmak için yanıp tutuşan birisi olsaydım grup başkanvekilliği yapmak yerine döner MYK'da görev alırdım. Örgütlerden sorumlu olurdum. Oraya yoğunlaşırdım. Ben partide birinin bir riski alıp çıkmazsa yerel seçimin gittiğini gördüm. Bende ilk ortaklaşan, bunu ilk dile getirilenlerden birisi İmamoğlu. Biz değişim diye yola çıktık ve ne sonuç aldığımızı gördünüz. Ben özeleştirimi delegeye yaptım, ben eleştirildim çıktım o eleştirilere cevaplarımı verdim teker teker bütün gün beni eleştirdiler. Sayın Genel Başkan'ın birtakım haklı eleştirileri oldu. Kim karar verecek? Delege verecek. Delege Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye tarihinde ilk kez çoklu yarışta bir genel başkan değişimi yaptı. Bu sorular geride kaldı artık. Bitti onlar. Ve benim yönetim anlayışımı MYK üyelerimiz görüyor, grup başkanvekillerimiz görüyor.”

GENEL BAŞKANLARDAN FİKİR ALMAK DURUMUNDAYIM

“Kemal Bey o hançer ifadesini kime kullanıyorsa onu netleştirirse muhatabı cevap verir. Ben partide Cumhuriyet Halk Partisi'nde öyle hançer taşıyan kimse olduğunu görmüyorum. Bir de bu hançerin yani hangi niyetle nasıl söylenmiş ne olmuş onları başka yerden bakmak lazım. O sorunun muhatabı ben değilim. Bende hiç hançer olmadı. Olmaz da Cumhuriyet Halk Partisi'nin yöneticilerinde falan olmaz. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanına düşen sorumlulukla ben bütün önceki genel başkanlarıma son üst düzey bir saygı göstermek durumundayım. Onlardan fikir almak durumundayım. Onları düzenli bilgilendirmek durumundayım. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanları içlerinde en uzun süre yapan Sayın Genel Başkan çok kıymetli bunlar. Onun dışında bazı eleştiriler olur, bazı kişisel değerlendirmeler olur. İsmet Paşa'dan gelen bir gelenekle bazı şeyleri de duymamak gibi bir sorumluluğum var yani. Bu da CHP Genel Başkanlığının önemli bir sorumluluğu. Duymamam gerekeni duymam ama duymam gerekeni duyar ve gereğini yaparım.”

GENEL BAŞKANLARDAN FİKİR ALMAK DURUMUNDAYIM

“Ben diyorum ki halk isterse olur. Halkın istemesi için ekonomik olarak mağdur ediliyorsa geçinemiyorsa ya bu millete bu zammı alacağız ya da bu millet geçim yoksa seçim yok diyecek diyoruz yani bir bekleyip de acaba bu işin trendi nereye doğru gidiyor diye bakmak yerine meydan meydan miting yapan genel başkanı eleştiren bir tuhaf akıl var. Ne amaçlanıyor bilmiyorum ama yani o trendi sürdürmek lazım. Millet kendisinin sesi olan bir siyasi partiye yöneliyor ve bu iyi bir şey. Biz dokunamadığımız seçmenlere dokunuyoruz ben hep bunu savunurum. Yalçın Hoca eleştirdi. Haklı eleştirdiler. Çünkü aynı dili konuşmadığımızı gördük. Biz diyoruz ki bu ülkede yüzde 68 dolaylı vergi topluyorsunuz. Yani fabrikatörle fabrikanın bekçisi aynı vergi ödüyor elektriğe, suya, falan. Yüzde 21 de maaşlardan vergi kesiyorsunuz. Yüzde 11 para kazanandan aldığınız vergi. Tersinin olması lazım. Gelin çok kazanandan çok alalım, az kazanandan az vergi alalım, hiç kazanmayandan hiç vergi almayalım. Aynı dili konuşmadığımızı gördük. Bizim Sayın Bakan'ı eleştirme hakkımız var da onun bizim Gölge Bakan'ı eleştirme hakkı yok mu?”

LAİKLİK KONUSUNDA EN UFAK TAVİZİMİZ OLAMAZ

“Bizim laiklik konusunda en ufak tavizimiz olmaz. Bu ÇEDES meselesine en sert eleştirileri yönelten kişilerin başındayım. Ben Ensar'a karşı eylem de yapmışım. Yani ben cemaat yurtlarında intihar eden Elazığ'daki arkadaşımızdan sonra cemaat yurtlarından kurtulmak isteyen başvursun deyip TÜLOV'da aydınlığa çağrı projesinin mimarıyım TÜLOV gibi bir vakıfımızın üzerinden 300'ün üzerinde arkadaşımızın elinden tuttuk biz o şeylerde yani öyle Özgür Özel'e sorulmayacak sorular kategorisinde bu laiklik hassaslığı. Partinin genel başkanıyım.”

FIRSATÇILIK YAPIYOR

“Bir kere orada RTÜK üyelerimizle öncesinde sonrasında değerlendirdim. Çok büyük haksızlık var. Şimdi orada bir ifade var. O ifadeyi sorunlu bulmuşlar. O ifadeye ceza vermişler. Para cezası ve yayın ikame cezası. Yani bir metin veya bir yayın yolluyorlar, sen onu yayınlıyorsun o sırada. Televizyonda olduğu gibi hani belgesel yayınlar diyor, belgesel kamu spotu diyor, kamu spotu. Radyoya da ikame yayın kararı almışlar. Şimdi radyo kararı almış, para cezasını yatırmış. Yani mutlaka itiraz edecektir, mahkemede hakkını arayacaktır, ayrı konu. Yani RTÜK’ün kararını tanımamazlık yapmamış, para cezasını yatırmış. ikame yayın yolladıkları dosyayı açamamışlar. Hani şey oluyor ya, radyoda ses dosyası yollanan her format açılmaz. Bizim başımıza geliyor. Bir ara delirirdim, devamlı bir şey indiriyorduk bilgisayarda. O müziği açabilmek için o şeyi şimdi unuttum. O formatı desteklemiyor şunu indir. Bu formatı desteklemiyor bunu indir. Radyo açamamış dosyayı açamayınca anlamamışlar onun ikame yayın olduğunu ve yayınlayamamışlar. Orada radyonun bir hatası varsa da kötü niyet olmadığı parayı ödediğinden belli. RTÜK kendi verdiği cezayı uygulamayanlara lisans iptali yapıyor. Şimdi cezanın para kısmını ödediğine göre senin cezanı uygulamama niyeti yok radyonun. Böyle yorumlamak lazımken bizim arkadaşlar bunu savunmuşken lisans iptali yaptılar. Açık radyoya lisans iptali çok önemli bir dinleyici kitlesine yapılmış büyük haksızlık olur. O yüzden yanlış buluyoruz. Bu konuda herhalde mahkemeye başvurulacaktır. Bizim arkadaşlarımızın muhalefet şerhi var bu konuda. Orada bir fırsatçılık yapıldı gibi geliyor bana.”

“KIZIM VE EŞİM BENİ 31 MART AKŞAMI AFFETTİLER”

“(Ailenizle görüşebiliyor musunuz? Sorusu üzerine) Kızım benim Pazartesi günü son bütünlemesini verip 4 yılda hukuk fakültesini bitirdi. Biz çok mutlu olduk. Bugün eve Manisa'ya gitti. Bana fotoğraf attılar annesiyle ama gidemiyoruz. Ben çünkü yarın Başbağlar’a gideceğim. Ertesi gün Sosyalist Enternasyonal için yarın Başbağlar'dan ayrılıp Erzincan'dan Bükreş'e gideceğim. Bu hafta Bükreş'ten Pazar sabahı uçakla dönüp hızla Edirne'ye ulaşıp Kırkpınar güreşlerine katılacağız. Belediye başkanımızı ziyaret edeceğiz, örgütümüzü ziyaret edeceğiz. Arada ayda bir iki görüşebiliyoruz. Tabii eskiden ben iline çok bağlı bir milletvekiliydim. 4 gün burada 3 gün burada. Ama Grup Başkanvekilliğinin son dönemleri de çok dışarıda görevlerim oluyordu. En çok onları ihmal ediyorum. Biz 3 kişiyiz, atomlarımıza ayrılmıştık. Ben Ankara'da, Didem Manisa'da, İpek İstanbul'daydı. Şimdi okul bitti biraz Manisa'da kalır ama herhalde o da bir dil okulu için yurt dışına falan gidebilir. Ya şimdi kendi ödediği bedel sorun değil insanın ama ailesinin… Kızım şimdi benim bir tane kızım var. 2007 yılının Aralık ayında seçilip Ankara'ya geldiğimde Türkiye Eczacılar Birliği için. İpek 6 yaşındaydı. Ne zaman 16 oldu, ne zaman işte 23 yaşına geldi ben anlamadım. Okul bitti inşallah mezuniyetine gideceğim ama. İnsan işin o kısmını üzülüyor. Biz hep bir koşturmanın içindeyiz. Orada referandum, burada seçim, tarihin önemli seçimi ki hepsinde çok haklıydık. Yani bunları böyle nitelemekte ve çalışmakta ama Meclis’te sabahlamalar falan hep ihmal edildi. Ama İpek çok anlayışlı, birlikte kaliteli zaman da geçirdiğimiz oluyor. Annesi de çok anlayışlıdır. Bir de şey, beni 31 Mart akşamı affettiler. Yani şey oldu, çok mutlu oldular, çok acayip sevinç paylaştılar. Onlar öyle mutlu olunca iyi oldu dedim.”

“BERKİN ELVAN'LA ABDULLAH TAYYİP OLÇOK'A BİRLİKTE ÜZÜLEBİLEN BİR TOPLUM ANCAK GERÇEKTEN BİR BÜTÜN OLABİLİR”

“Bir de bugün bir telefon geldi, onu söyleyeyim. Yoruluyoruz falan. Sinan Ateş'in annesi aradı. ‘Evladım senden Allah razı olsun’ dedi. ‘Ziyaretine gelmek istiyorum’ dedi. ‘Evladımın arkasında durdun, torunlarıma sahip çıktın’ dedi. ‘Bugün de yanımızdaydın’ dedi. Ne dediğini daha çoğunu söylemeyeyim. Ama o telefon yorgunluğumu aldı. Ben hep şeyi savunurum Berkin Elvan'la Abdullah Tayyip Olçok'a birlikte üzülebilen bir toplum ancak gerçekten bir bütün olabilir. Yoksa Berkin'in annesini o yuhalatıyorken bizim Abdullah Tayyip… Ben Türkiye'nin böyle sadece her mahallenin kendi acısına ağladığı, kendi şehidini şehitten saydığı bir düzlemden Türkiye'yi çıkardığımızda esas başaracağımızı düşünüyorum. O Türkiye İttifakı dediğimiz mesele de o yani. Milli Takım gol atınca sevinen herkes. Milli Takım’ın karşısında olup açıklama yapanlar oldu bir iki. Ben onları o kişi olarak Türkiye İttifakı'na davet etmem. Ama Filenin Sultanları kazandığında kim sevinebiliyorsa ben onunla aynı zemindeyim. Biz aynı zemindeyiz ve bu zemini oluşturmalıyız. Birileri ayrıştırarak yönetiyor olabilir. Ben meselenin farkındayım.”

“CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NİN HİÇBİR ÜYESİNDEN NE VATAN HAİNİ ÇIKAR, NE BÖLÜCÜ ÇIKAR”

“Mesele şu, seçmene büyük ustalıkla AK Partili ve MHP'ye oy veren seçmenin bilinçaltına şunu söylediler. Kulağına üflediler. Sözde duymadık bunu ama şunu dediler. ‘Evet açsın, yoksulsun, işsizsin, güvencesizsin ama tehlike büyük bir kere daha bize oy vermelisin. Yoksa ezanı susturacaklar. Yoksa bayrağı indirecekler. Yoksa vatanı böldürecekler’. Böyle büyük bir yalanla vatandaşı etkiledi. Oysaki o insanlar açlıktan, yoksulluktan, işsizlikten sosyal demokrat bir programla çıkabilirler. Ve biz yapacağız bunu. Biz yapıyoruz. Ve bu insanlar bizi düşman görmediklerinde gerçek dostlarının bizim olacağını, bugün Ayşe Ateş gördü. Yarın bir başka MHP'li bir başka AK Partili görecek. Ama biz iyi insanlarız ve biz bu ülkenin iyiliğinden başka bir şey istemeyiz. Birisi bu ülkeyi bölmeye kalksa ilk canı biz veririz, geçmişte de biz verdik. Bu partinin ilk genel başkanı orasında saat olmasaydı şehit olacaktı, mücadele sırasında, gazi oldu. Bir gözünün büyük patlamalarla bir gözünde kusur oluştu, hasar oluştu. Diğer taraftan ikinci Genel Başkanı kendi canını da ortaya koydu, masaya yumruğu da vurdu, tapu senedini yedi cihana kabul ettirdi, Lozan’ı yaptı yani. Öbürü işte 50. yılı Kıbrıs'ı kurtardı. Dediler ki Ambargo uygulayın, afyon ektirmeyiz, ektirdi. Ambargoları göze aldı. Sonrasında Ecevit'in döneminde bilmem ne kuyruğu var. Ama mezalimi bitirdi. Niye oldu o kuyruklar, o ambargolar yüzünden oldu. O yüzden bu Cumhuriyet Halk Partisi'nin hiçbir üyesinden ne vatan haini çıkar, ne bölücü çıkar, ne bilmem ne çıkar. Bu ülke bölünmesin diye, o bayrak inmesin diye, o ezan dinmesin diye canını verir bu insanlar. Hep göze aldık bunları. Her birisine suikast girişimleri oldu. Birinciye de oldu, ikinciye de oldu, Ecevit'e de oldu. Kemal Bey'e de oldu, olmadı mı? Yani o yüzden bu insanların bizi tanıması anlaması lazım. O yüzden de bu normalleşmeyi Tayyip Erdoğan'la normalleşmenin ötesinde onun seçmeniyle, MHP'nin seçmeniyle normalleşme olarak görmek lazım. Sokaktaki bu normalleşmeye, o seçmenin verdiği krediyi göremeyen, ben siyaset yapacağım, ben bu partiyi bir noktaya getireceğim veya ben bu iktidarı göndereceğim diye hiç konuşmasın. Sokağın sesini duymayanlar asla ve asla yapmasınlar. Sokakta ne var? Siyaset, sokağı duyma sanatıdır. En basit tanımıyla budur. Sokağın talebine olumlu ve doğru reaksiyonu verme talebidir. Değiştir diyorsa değiştireceksin. Değiş diyorsa değişeceksin. Git diyorsa gideceksin. Ne istiyorsa o sesi duyacaksın kendi ilkelerinden sapmadan. İşin o kısmı çok kritik ve önemlidir.”

“BEN BU PARTİYİ YAPILACAK İLK GENEL SEÇİMLERDE İKTİDAR YAPMAZSAM ERTESİ GÜNÜ YOKUM”

“Ben şunu söyleyeyim. Eğer partimi yapılacak ilk genel seçimlerde iktidar yapmadıysam ben yokum ertesi gün. Bu kadar net. Kurultayı toplarım, ben aday değilim. Bakın kayıt altında söylüyorum. Bunu yarın öbür gün oynatabilirsiniz. Kurultayda demişim ki ben tüzük kurultayını toplayacağım ve yapacağım. Niye yapmadın diyorsunuz. Gerekçesini duyunca siz de hak verdiniz. Kayıt altında söylüyorum, kayıt altında. Ben bu partiyi yapılacak ilk genel seçimlerde iktidar yapmazsam ertesi günü yokum. Kurultayı toplarım veya olağan kurultay sürecini başlatırım ama aday değilim. Şimdi ilan ediyorum. O sabah yayınlayın.”

“BİZ TÜRKİYE'Yİ YENİDEN ATATÜRK'ÜN GÖSTERDİĞİ ROTAYA SOKACAĞIZ”

“Mutlaka başaracağımıza inanıyorum. Çıkacağım otobüsün üstüne ve diyeceğim ki ‘Bakın yine yanıyor ışıklar’. Ben yıllarca şunu söyledim kadınlara. Dedim ki ‘Çok çalışacağız, başaracağız’. 31 Mart için de dedim ki 31 Mart akşamı tülbenti sirkeli suya basıp başım ağrıyor diye yapmayacaksın. Gerekirse sallayacaksın. Ama son ricada bulundum. ‘Halay çekmeyin, sevinç gösterisi yapmayın, kimseyi üzmeyin. Çünkü bu seçimde insanlar bize oy verdiler ve kaybetmişlik hissini kimsenin üzerinde yaratmayın’ dedim. İnanın ben bu konuşmayı 5 yıl önce Manisa'da 4 belediye kazandığımızda yaptım. Süleyman Seba gibi olmak lazım. Kaybeden takımın taraftarını ve kaybeden takımı da düşünmek lazım. İki yıl sonra mı, üç yıl sonra mı olur? Seçimi kazandığımızda, Cumhuriyet Halk Partisi seçimi kazandığında bizim cumhurbaşkanı adayımız, cumhurbaşkanı olduğunda yapacağım çağrı farklı olmaz. Kimseyi kızdırmayın. Çünkü bize yapılanı biz yapmamamız lazım. Kimseyi ötekileştirmeyin. Biz asla ve asla AK Partilileri, MHP'lileri düşman olarak görmüyoruz. Geçmişte oy vermedilerse biz alamamışızdır. Bugün verdiler, seçildik. Asla rövanşist bir yaklaşım yok. Ama geçmişte yapılan hatalar vardır. Kanun önünde, hukuk önünde, bağımsız yargı önünde hepsinden hesap sorulur. Ama seçmenle hiçbir problemimizin olmadığını ve onları Türkiye Cumhuriyeti'nin onurlu birer vatandaşı olarak çok sevdiğimizi bilmelerini isterim. Kazandığımız akşam 31 Mart'ta başarıyı nasıl taşıdıysak aynı şekilde taşıyacağız. Çünkü bizim işimiz o gece başlıyor. Biz Türkiye'yi yeniden Atatürk'ün gösterdiği rotaya sokacağız. Gelişmiş medeniyetler seviyesine hem hukuk olarak hem ekonomi olarak. 10 yıl CHP yönetecek bu ülkeyi. 10 yıl. Biz öyle altı sıfır atmayacağız. Bir sıfır atacağız. Ama o bir sıfırı fiyatlardan atacağız, maaşlardan atmayacağız. Alım gücü 10 kat atacak 10 yılda. Avrupa Birliği Tayyip Erdoğan ‘Şangay İşbirliği Örgütü’ne girelim’ diyor, ben diyorum ‘Avrupa Birliği'ne sokacağız’. Burada milli gelir, şimdi yenileri düşürdü 45 bin dolar ama eski üyelerde 55 bin dolar. Burada 4 bin 500 dolar. Tayyip Bey'in gidelim dediği yerde 4 bin 500 dolar, benim gidelim dediğim yerde şimdi 45 bin dolar. 10 kat fark var. Satın alma gücünün 10 kat artacağı bir Türkiye 10 yılda. Bütün fiyatlardan bir sıfır at yani bugünkü maaşı alacağım ama mazot dört liraya düşmüş olacak gibi düşün. Satın alma gücü böyle bir şey. Sıfırı maaştan değil fiyatlardan atacağımız bir 10 yıl. Bunu yapmanın önünde hiçbir engel yok. Yalçın Hoca anlattığında da yapamazsınız diyen yok. Ama kimden yana olduğuna karar vereceksin? Yandaştan mı vatandaştan mı? Zenginden mi yoksuldan mı? Memurdan, emekçiden, emekliden mi? Holding sahibinden mi? Kimden alacağına karar vereceksin? Bir de ülkeyi büyüterek büyüyeceğiz. Ülkeyi büyütmenin yolu da penye satarak rekabet etmeye çalışmak değil. Penye sattın mı asgari ücret veren için çok fazla, alan için çok düşük. Neden? Mısır'la, Hindistan'la yarışıyorsun. Ama sen yüksek teknoloji, yüksek katma değerli ürünler yaptığında ya da çok doğru alanları doldurduğunda Türkiye'nin gücünü görerek o zaman bu asgari ücretin 5 katını da versen verene de çok değil, alana da anasının ak sütü gibi helaldir.”