30.06.2022
30.06.2022
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
-"Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye özlemi çekiyoruz hepimiz. Eğer burada tarımla uğraşılıyorsa çiftçinin alın terinin yere düştüğünde filizlenmesi lazım ve kazanması lazım çiftçinin."
-"Türkiye, bu Ortadoğu ve Avrupa coğrafyasının en saygın, en güçlü ülkelerinden biri olmak zorundadır."
-"Yılın başında bütçe yaptılar, yılın ortası oldu, bütçedeki bütün rakamların tamamı bitti. Şimdi yılın ortasında ikinci bütçe yapıyorlar. Cumhuriyet tarihinde hiç böyle bir şey görülmedi, ilk sefer oluyor."
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’nın Haymana İlçesinde "Kanaat Önderleri, Muhtarlar ve STK Temsilcileri Buluşması"na katıldı.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, toplantının açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Efendim hepinize afiyet olsun. Güzel bir sabah, umarım keyifli bir toplantı gerçekleştiririz.
Muhtarlar ve kanaat önderleri, değerli kardeşlerim, değerli dostlarım, değerli Haymanalılar; bir insan ben kanaat önderiyim demekle kanaat önderi olmaz, kişiyi kanaat önderi yapan içinde yaşadığı toplumdur. Toplumda bir kişi, herhangi bir sorunu çıktığında başvuracağı bir kişiyi arar, o kişiye biz kanaat önderi diyoruz. Ya mahallede muhtardır, ya köyde muhtardır -ki onlarda kanaat önderidir- veya kasabanın saygın bir insanıdır, bir dertle karşılaşmıştır ya gidip bir danışayım, bir konuşayım bakayım bu sorunu nasıl çözeriz der.
Şimdi biz genellikle siyasette mitingler yaparız. Mitinge bizim partililer gelir, hep beraber otururuz, konuşuruz, alkışlarız, slogan atarız ve dağılırız sonunda. Amacına ulaşıyor mu? Hayır amacına ulaşmıyor, benim şahsi kanaatim bu. Biz kiminle konuşmalıyız? Toplumla daha fazla yüz yüze gelen, istişare eden, sözü dinlenen insanlarla oturup konuşmak zorundayız.
Haymana’yı biliyorum, bölgenin ne kadar değerli olduğunu da biliyorum. Tarihini de biliyorum. Milli Kurtuluş Savaşının bu topraklarda geçtiğini de biliyorum. Şehit kanlarıyla bu toprakların sulandığını da biliyorum. Ama cumhuriyetle beraber büyümesi gereken bir ilçenin kan kaybettiğini de biliyorum. Büyük kente nüfusun aktığını da biliyorum, metropole aktığını da biliyorum, sorunların olduğunu da biliyorum.
Ve daha da önemlisi bizim oyumuzun da çok az olduğunu da biliyorum. Ama oyumuzun azlığı Haymanalının bizi farklı değerlendirmesinden değil, tam tersine; biz hiç gelmedik ki, oturup konuşmadık ki, çayınızı, kahvenizi içmedik ki, sofranıza oturup ya arkadaş sizin derdiniz nedir demedik ki. Ankara’da oturduk, güzel nutuklar attık, ondan sonra dedik ki, vay niye bize oy vermiyorsunuz. Şimdi bu tabloyu tersine çeviriyoruz. Gelip oturup konuşacağız, dertleşeceğiz. Bu memleket sadece benim memleketim değil 85 milyonun memleketi; her birimiz vatanseveriz, her birimiz kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak isteriz, beraber yaşamak isteriz.
Dolayısıyla içinde bulunduğumuz şartların ağırlığını ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Büyük kan kaybediyor Türkiye. Ekonomide kaybettiğimiz kanın bedelini ödüyorsunuz zaten. Mazot alırken ödüyorsunuz, gübre alırken ödüyorsunuz, ilaç alırken ödüyorsunuz, esnaftan alışveriş yaparken ödüyorsunuz. Hep beraber ödüyoruz. Artı yurtdışında da ödüyoruz, Türkiye’nin itibarında da ciddi sarsılmalar var. Dolayısıyla eğer Milli Kurtuluş Savaşı bu topraklarda verildiyse ve bu topraklarda şehit kanları varsa, şehit kanlarıyla sulandıysa bu topraklar o zaman beraber oturup düşünmek zorundayız. Her birimizin sorumluluğu var. Benim sorumluluğum var mı? Evet var. Ama sizin de sorumluluğunuz var, kanaat önderi olarak da sorumluluğunuz var. O zaman sorumluluklarımızın bilincinde olacağız. Bu ülkeyi nasıl ayağa kaldırırız?
Bakın, neredeyse birbirimizin boğazına sarılacağız, öyle bir hale geldik. Sizden bizden diye kavga eder hale geldik. Komşumuzun kimliğini sorgulamaya başladık, komşumuzun inancını sorgulamaya başladık, komşumuzun yaşam tarzını sorgulamaya başladık. Ya kardeşim, bize ne herkesin kimliği kendi şerefidir, kimlik siyaset konusu olmaz. Herkesin inancı değerlidir. Allah’la kul arasına kimsenin girmeye hakkı yoktur. Peygambere bile verilmeyen bu yetkiyi niye birileri kullanıyor? Sen inançlısın, sen inançsızsın. İyi de nereden biliyorsun? Bunu bir tek yüce yaradan bilir. Yaşam tarzını sorgulamaya başladık. Dolayısıyla Türkiye’nin bu cendereden çıkması lazım. Herkesin kimliği, herkesin inancı, herkesin yaşam tarzı başımızın üstüne.
O zaman siyasetin konusu ne? Tarlaları ekip biçiyor muyuz, ürün elde ediyor muyuz, çalışan, alın teri döken kazanıyor mu, iyi bir hayat standardı yakalıyor mu, çocuğu üniversiteyi bitirdi rahat iş bulabiliyor mu? Siyasetin konusu budur. Türkiye’nin itibarı var mı uluslararasında? Vardır. Bölgede itibarı olmalı mı? İtibarı olmalı. Türkiye bu bölgenin, bu coğrafyanın yani Ortadoğu coğrafyasının ve Avrupa coğrafyasının en saygın, en güçlü ülkelerinden biri olmak zorundadır zaten. AB’ye üye olmak istiyoruz ta 62’lerde başladı. Ortada hiçbir şey yok. İçerde güzel nutuklar atıyoruz ama dışarıda halimiz nedir? Şimdi ben bunları anlatınca bazen kötü adam olabiliyoruz. Diyorlar ki, ‘vay işte sen bunları niye söyledin?’ Biz kendi sorunumuzu kendimiz çözmek zorundayız, bir araya gelip oturmak, konuşmak zorundayız. Bunları yapmazsak olmaz.
Şimdi sorunları hepiniz biliyorsunuz aslında, yaşıyorsunuz. Buranın bir tarım kenti olduğunu da biliyorum. Güzel insanları evet mert insanları var, doğrudur. Gazi Mustafa Kemal’i Ankara’ya gelirken karşılayanlarda Haymanalıların ağırlığını da biliyorum. Bölgenin milli duygularının ne kadar yüksek olduğunun da farkındayım. Ama bir şekliyle ciddi sorunlarımız var. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye özlemi çekiyoruz hepimiz. Eğer burada tarımla uğraşılıyorsa, çiftçinin alın terinin yere düştüğünde filizlenmesi lazım ve kazanması lazım çiftçinin. Mazotun ne olduğunu biliyorum. Bu fiyatlarla çiftçi kazanamıyor, zarar ediyor. Çiftçinin zarar ettiği bir ortamda mümkün değil ülkeyi büyütemezsiniz. Herkes büyük kentlere hücum ederse karnımızı kim doyuracak? Ankara’nın Kızılay’ında buğday ekemezsiniz, pancar ekemezsiniz, yulaf ekemezsiniz, mercimek ekemezsiniz. Bunları kırsalda, tarlada ekmek zorundasınız. Tarlada çalışan insanın hakkını, hukukunu teslim etmezseniz, alın terinin hakkını teslim etmezseniz bu adam ne yapacak? Ayrılacak. Siz gelmeseniz bile çocuğunuz gelecek büyükşehirlerin varoşlarında acaba asgari ücretle iş bulabilir miyim diye. Buradan Türkiye’nin çıkması lazım.
Bakın, bu devletin inşasında en büyük rolü oynayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘milli ekonominin temeli ziraattır’ demiştir. Ziraat yani tarım, bütün dünyada stratejik üründür. İster Amerika’ya, ister Japonya’ya, ister Kanada’ya, ister Papua Yeni Gine’ye gidin, tarım stratejik sektördür. Neden? Buzdolabınız olmayabilir, arabanız, çamaşır makinanız, mobilyanız olmayabilir, eviniz olmayabilir ama günde en az iki sefer karnınızı doyurmak zorundasınız. Kim doyuracak karnımızı? Bu ülkenin bereketli toprakları ekilmezse siz buğdayı da, yulafı da, mercimeği de, nohudu da, canlı hayvanı da, eti de dışarıdan alırsanız iyi de kime çalışıyoruz o zaman? Başka ülkelerin çiftçisine çalışıyoruz demektir.
Bu cendereden Türkiye’nin çıkması lazım. Çıkmasının yolu da gayet açıktır. Önce bir planlama yapacaksınız, havza bazlı bir planlama yapacaksınız. Kim neyi ekecek bunu herkesin bilmesi lazım. Buğday nerede olacak, şeker pancarı nerede olacak, pamuk nerede olacak, yulaf, mercimek nerede olacak bütün bunların planlamasını yapacağız, havza bazlı planlama yapılacak. Planlama yapıldıktan sonra herkes ne ekeceğini önceden bilecek, kaça satacağını, en az minimum kaça satacağını da önceden bilecek. Nasıl yapılacak? Bir maliyeti çıkaracaksın. Bir dönümün maliyeti bellidir. Sulu arazi, susuz arazi, patates mi dönümün maliyeti bellidir. Buğdayı bellidir, ilacı bellidir, traktörü bellidir, tohumu bellidir. Bütün bunlar bellidir zaten. Çağırırsınız iki tane ziraat mühendisini, kardeşim maliyet ne kadar, bin lira; kardeşim bunun karı ne olmalı, yüzde 15, 115 lira... Devlet şunu söylemeli, iktidar, yönetenler şunu söylemeli, bunun maliyeti artı makul kar 115 liradır. 115 liranın üzerinde alıcı buluyorsanız istediğinize satın, istiyorsanız ihraç edin. Ama 115’in altına düştüğü zaman bunun alıcısı devlet olacaktır. Hiçbir çiftçi zarar etmeyecektir. O zaman çiftçi eker, o zaman bilir ki ben zarar etmiyorum. Havza bazlı planlama olmayınca ne oluyor? Şöyle oluyor, özellikle bu bölgede karşılaştığımız, Ankara’da Polatlı’da karşılaştığımız; bakıyoruz bu sene soğan çok iyi, hep beraber soğan ekiyoruz, ertesi sene hep beraber batıyoruz. Bakıyorsunuz orta Anadolu; bu sene patates çok iyi, herkes patates ekiyor, sonra bir bakıyorsunuz ertesi sene patates üreticileri bağırıp çağırıyorlar, ‘mahvolduk, patatesi ürettik ama alıcısı yok...’ Planlama yaparsanız kimin ne kadar ekeceğini, ne kadar tüketeceğimizi, ne kadar ihraç edeceğimizi biliriz. Dolayısıyla bu çerçevede hareket etmek lazım. Maliyet artı makul kar eşittir taban fiyat. Formül bu. Onun altına düşmeyecek. Belli bölgeler var, mesela Karadeniz; orada fındık stratejik üründür, çay Rize’de, Artvin’de stratejik üründür, başka bir şey ekemezsiniz orada. Ama orta Anadolu’da, bu topraklarda, Akdeniz’de, Güneydoğu’da bütün bunların hepsini yapmak mümkündür.
Elektrik fiyatlarının yüksek olduğunu biliyorum ve çiftçinin desteklenmesi gerektiğini de biliyorum. Tarım Kanununun 21.maddesine göre, çiftçinin her yıl milli gelirin en az yüzde 1’i oranında teşvik edilmesi lazım. Sizin bu iktidarlardan 2016 yılından bu yana 273 milyar lira alacağınız var. Çiftçiye ödenmesi gereken para ödenmedi, 273 milyar lira. Neden ödenmedi? Ve siz de soracaksınız. Önünüze politikacı gelince, Tarım Kanununu 21.maddesi ne diyor? Gayet açık ve gayet net, ‘çiftçiye her yıl milli gelirin en az yüzde 1’i oranında teşvik verilir…’ Nerede peki bu para? Bunu sormanız lazım.
Şimdi siyasette sorgulamayı yeteri kadar yapmıyoruz. Hakkınızı da yeteri kadar savunmuyorsunuz. Sizin yasaya göre elde ettiğiniz bir hak, parlamentonun size verdiği bir hak var. O hakkı size siyasi otoritenin teslim etmesi lazım. Verilebilir değil verilir diyor yani vermek zorunda ama vermiyorum diyor. Ama vermiyorum diyor, nasıl olsa bana oy veriyorlar diyor. Hakkınızı koruyun. Biz de iktidar olsak, bir başka parti de iktidar olsa hakkınızı korumak zorundasınız. Yasalara göre size bir hak verilmişse bunun hakkının size teslim edilmesi lazım.
Efendim bir şey daha yaşıyoruz. Kırsal boşalıyor, gençler kalmıyor kırsalda. Bu tablo öyle bir tabloyu ortaya çıkarıyor. Niye kalsın? Geçinemiyor. O zaman gençlerin kırsalda kalması için özel politikalar geliştirmeniz lazım. Mesela demeniz lazım ki; eğer sen kırsalda kalırsan, çalışıyorsan, senin sosyal güvenlik primini devlet olarak ben ödeyeceğim. O zaman burada kalacaktır. Ürününe de garanti veriyorsunuz, maliyet artı makul kar eşittir taban fiyat, oradan da zarar etmiyor. Çiftçi kazanacak. Çocuğu varsa çalışıyorsa, eşi var çalışıyorsa onların primini de devlet ödeyecek. O zaman emeklilik hakkı garanti olmuş olacak. Şehrin varoşlarında ne yapacak bu insan? Üç kuruş, beş kuruşa iş bulabilirim diye niye uğraşacak? Kırsalda kalacak o zaman, çalışacak, hakkını da bir şekliyle almış olacak. Daha buna benzer pek çok uygulamayı hayata geçirebiliriz bundan emin olmanızı isterim.
Çiftçilerle ilgili bizim 10 maddemiz var. TARSİM diye bir kanun var, Tarım Sigortası, iyi düzenlenmemiş. Dolayısıyla doğal afetlerde hakkınız olanı alamıyorsunuz. TARSİM’in de yeniden düzenlenmesi lazım, Tarım Sigortaları Kanununun. Kanun çıkarılırken en azından bu işle ilgili ziraat odalarını çağırıp görüşünü almak lazım. Masa başında kanun yazılmaz. Sorun yaşayanı bir dinleyeceksin ki ona göre sorunu çözebilesin.
Borçlarınız var. Bizim sözümüz var onu da söyleyeyim, Allah nasip eder sizlerin oylarıyla iktidar olursak; ilk bir hafta içerisinde çiftçinin ister Tarım Kredi Kooperatiflerine, ister bankalara olan borcun faizini sıfırlayacağız, borcunu da makul taksitlerle alacağız. Sizin bir nefes almanız lazım, sizin biraz rahat etmeniz lazım. Dolayısıyla bunun yapılması lazım.
Elektrik var. Elektrik konusunda; Şanlıurfa’ya gittim, oradaki çiftçilere söz verdim, önce Şanlıurfa’dan başlayarak 6 büyük ilde ve daha sonra da Türkiye genelinde çiftçiye elektriği ücretsiz vereceğiz. Güneş enerji santralleri kuracağız. Güneş enerji santralleri kurmak zor mu? Hayır efendim. İmkan var mı? Evet imkan var. Petrol getiriyorsun enerji elde etmek için, elektrik elde ediyorsun. Doğalgaz getiriyorsun onun için, kömür getiriyorsun yine enerji. Hepsi ithal. Ya Allah’ın güneşi bedava kardeşim, ithalat yok, dolar yok, döviz yok, avro yok. Santrali kuracaksın elektriği elde ediyorsun zaten. Allah’ın güneşi bedava, onu bırakmışsın diğer lobilerin baskısı altında her şeyi dışarıdan getirelim. Dolar ödüyorsun. Bunu söylediğimde önce itiraz ettiler vay nasıl yaparsın diye, bu olur mu diye. Olur niye olmasın, akıl var mantık var. Almanya yapıyor, Hollanda yapıyor sen niye yapmıyorsun? Güneş bizde daha fazla, imkan bizde daha fazla. Şimdi onlar da olur diyorlar. Niye yapmadın kardeşim? Kooperatifler şeklinde örgütlenecek, elektrik elde edilecek, çiftçiye bir kısmını bedava vereceğiz, artacak elektrik ayrıca, onu da enterkonnekte sistemi içinde satacaksınız ve çiftçi ayrıca elektrikten gelir de elde edecek. Yani bırakın para ödemeyi hem bedava elektriği kullanacak, aynı zamanda gelir de elde edecek. Mümkün mü? Mümkün. Kooperatif evet kooperatif. Kooperatife ziraat odaları ortak olabilir, çiftçiler ortak olabilir, her biriniz ortak olabilirsiniz. Nasıl olacak? Kim bedava elektrik kullanıyorsa kooperatifin üyesi olacak, elektrik elde edecek. Bunun için cebimizden para da çıkmayacak, sizin cebinizden para da çıkmayacak. Pek çok kuruluş gelip bunu yapmaya hazır zaten. Bakın, Denizli’de bizim bir belediyemiz bunu yapıyor zaten. Küçük bir belediye zaten bunu yapıyor. Şimdi Hatay, Adana ve Mersin Büyükşehir Belediyeleriyle ortaklaşa gene bu sistemi kurmaya çalışıyoruz, finans altyapısını oluşturduk, bunu gene kuracağız. Oradaki çiftçilerin hepsi bedava elektrik kullanacak.
Akıl var, akıl. Devlet akılla yönetilir, devlet bilgiyle yönetilir, birikimle yönetilir, devlet ahlakla yönetilir, devlet liyakatle yönetilir; devlet intikam duygusuyla yönetilmez, devlet israfla yönetilmez. İsraf haramdır.
Bakın her şey israf. Hem dindar geçiniyoruz, dindarız diyoruz, israfı yapana da gidip destek veriyoruz. Nasıl oluyor, bunu nasıl yapıyoruz biz, bunu oturup düşünmemiz lazım. Gidiyorsunuz bakanlıkların çoğu kiralık binalarda. Niye kiralık binada kardeşim? Düne kadar kiralık binalarda değillerdi; bu devletin bakanlıkları, genel müdürlükler kiralık binalarda değildi, herkesin kendi binası vardı. Ama yapıyor birisi büyük binaları, gel devlete diyor, o binayı boşalt, burayı sana kiraya vereyim diyor. Niçin?
İsrafın bu kadar olduğu yerde dikiş tutmaz. Yılbaşında bütçe yaptılar, yılın ortası oldu bütçedeki rakamların tamamı bitti. Şimdi yılın ortasında ikinci bütçe yapıyorlar. Cumhuriyet tarihinde böyle bir şey görülmedi, hiç görülmedi ama ilk sefer oluyor.
Aramızda muhtar kardeşlerim var. Muhtar kardeşlerime de bir iki şey söylemek isterim. Biz muhtarları genellikle demokrasinin temel taşı olarak adlandırırız, öyle söyleriz. Nedeni de şu; bu topraklarda yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir, Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde yapılan bir seçimdir, muhtarlık seçimidir. Milletvekili, Başbakan, diğerlerinden çok çok önce ilk muhtarlık seçimi yapılmıştır. Dolayısıyla muhtarlık kurum olarak güçlendirildikçe demokrasi güçlenmiş olur. Sizin hakkınızın, hukukunuzun teslim edilmesi lazım. Muhtarlık seçimi, sonunda muhtar seçilir. Büyükşehirlerde köy tüzel kişilikleri kalktı biliyorsunuz mahalleye dönüştü. Köy tüzel kişiliklerinin iade edilmesi lazım. Köy tüzel kişiliklerinin yeniden korunması lazım. Bu konuda düşüncemiz böyle, bunu bir sefer hayata geçireceğiz inşallah. Dolayısıyla muhtarlık kurumunu güçlendirdiğiniz zaman her şey düzelir.
Bunun için yapacağınız ilk şey, bir muhtarlık kanununa ihtiyacımız var. Bu konuda çalışma yaparken şöyle bir gerçekle karşılaştık, 82 ayrı kanunda 354 maddede muhtar adı geçer. Ne siz bilirsiniz 82 kanununu, ne de biz biliriz 354 maddeyi. Araştırınca bu çıktı. Bir; muhtarlık temel kanununun çıkması lazım. Muhtarlık kanunu çıkarsa muhtarın görevleri, yetkileri, sorumlulukları orada yer alır ve dolayısıyla muhtar da bilir ki benim kanunum budur. İki; muhtarlığı kamu kurumu olarak kabul etmiyor bugünkü mevzuat. Mesela bir belediye muhtarlarla işbirliği yapamaz yasaya göre çünkü siz kamu kurumu sayılmıyorsunuz. Ama sizi seçen, belediye başkanını seçen vatandaş, milletvekilini seçen vatandaş sizi de seçiyor. Nasıl oluyor da onlar kamu siz kamu değilsiniz? Bu kanunun da düzeltilmesi lazım. Ayrıca sizin birleşik oy pusulanız yok seçimlerde. Giriyorsunuz kabine, eğer beğenmediğiniz bir muhtar varsa onun fotoğraflı oy pusulasını alıyorsunuz, koyuyorsunuz cebinize, gidiyorsunuz, kabine giren bir başkası o muhtara oy verecek ama yok veremiyor. Birleşik oy pusulası olması lazım. Dolayısıyla vatandaş gidecek oyunu hangi muhtara vermek istiyorsa altına mührünü basacak.
Buna benzer bunlar belki sıradan söylemler gibi gelebilir ama bu muhtarlık kurumu eğer gerçekten de bir kurum olarak ortaya çıkacaksa ve muhtarlık kurumu bir kamu kurumu olarak ortaya çıkacaksa onun hakkının, hukukunun teslim edilmesi lazım.
Sosyal yardımlar. Sosyal yardımların muhtarlar eliyle dağıtılması lazım. Bir mahallede, bir köyde kimin fakir, kimin zengin olduğunu en iyi mahallenin muhtarı bilir, bir de mahallenin bakkalı; ikisi. Şimdi sosyal yardımları yapıyoruz, muhtarın çoğu zaman haberi olmuyor, fakire, fukaraya gitmiyor, eşit dağıtılması lazım, hakka, hukuka uygun dağıtılması lazım ama bu bizim partili fakir olmasa da gidip sosyal yardımı yaparsanız bu olmaz. Muhtar aracılığıyla bunu yaparsanız taşlar yerine oturur ve dolayısıyla da devletin yapacağı sosyal yardım bir şekliyle amacına ulaşır.
Efendim bir başka şey daha ifade edeyim sizlere. Belediye meclis toplantıları… Muhtarlar katılamazlar. Bakıyorsunuz mahallenizle ilgili bir karar alınmış vatandaş en rahat gelip muhtara ulaşıyor, ya muhtarım nedir bu diyor. Siz diyorsunuz ki vallahi haberim yok, belediye meclisi böyle bir karar aldı. Sizin mahallenizle ilgili bir karar alınacaksa mutlaka o belediye meclisi toplantısına katılmanız artı söz sahibi olmanız ve konuşma, oy hakkınızın da ayrıca olması lazım. Böylece mahallenizle ilgili alınacak olan bir kararda sizin görüşünüzü almak zorunda olsun belediye başkanı. O zaman siz de dersiniz ki mahalleliye; gittim, konuştum, anlattım, maalesef sözümü dinletemedim. Veya gittim, konuştum, anlattım, geriye aldılar, sizin hakkınızı korudum. Veya dersiniz ki; evet böyle bir karar alındı, siz de memnunsunuz, ben de gidip belediye meclisinde sizi destekledim. Bu çerçevede bakmak lazım.
Efendim bir iki noktaya daha dikkatinizi çekmek isterim, ondan sonra sizin sorularınızı alacağım. Bu toprakların şehit kanlarıyla sulandığını konuşmamın başında belirtmiştim. Türkiye; bölgesinde de, dünyada da itibarlı bir ülke olmak zorundadır. Dış politika bu bağlamda çok önemlidir. Dışarıya karşı sözü dinlenen bir Türkiye olmak zorundadır. Eğer dışarıya karşı sözü dinlenen bir ülke değilse, dışarıya karşı ya nasıl olsa burası Türkiye, önemli değil, bugün söylerler yarın vazgeçerler gibi bir algıyı oluşturursanız bu ülkenin tarihine ihanet etmiş olursunuz. Bu ülkenin tarihi sıradan bir tarih değildir. Milli Kurtuluş Savaşının verildiği bu topraklar da sıradan topraklar değildir. O savaşı veren insanlar da sıradan insanlar değildir. Nedeni ne biliyor musunuz? Çünkü Milli Kurtuluş Savaşını verdikten sonra bütün İslam dünyasının Milli Kurtuluş Savaşı verdiğini görüyorsunuz. Fas’tan, Tunus’tan, Cezayir’den tutun hepsi bağımsızlık savaşı verdiler ve biz cumhuriyeti kurduk sonra o devletlerin tamamı cumhuriyet oldular. Dolayısıyla biz hareketlerimizle, davranışlarımızla, tutumumuzla, aldığımız kararlarla sadece kendimize değil aslında bütün İslam dünyasına da, mazlum milletlere de örnek olan bir devletiz. Ve hep bizi örnek aldılar onlar. Dolayısıyla bizim verdiğimiz Milli Kurtuluş Savaşından sonra bütün dünya bize saygı duydu. O nedenle döneminin İngiltere Başbakanı, ‘100 yılda bir böyle Mustafa Kemal gibi birisi yetişir, o da bu yüzyılda Türklere nasip oldu’ der. Dolayısıyla tarih budur. Bir politikacı dış politikayla ilgili konuşurken kim olursa olsun boğazında dokuz düğüm olduğunu unutmamalı, söylediği lafın nereye gideceğini iyi bilmeli. İç politikada olduğu gibi yüksek perdeden asla atmamalı. Ey işte Suriye ben geliyorum, ey Yunanistan ben geliyorum. İyi de gel kardeşim, geliyorsan bu iş konuşmayla olmaz ki, geliyorsan gideceksin. Rahmetli Ecevit’le Erbakan çıkıp ey Yunanistan bak biz Kıbrıs’a geliyoruz dediler mi? Demediler. Ama bir sabah Başbakanlık merdivenlerinde rahmetli Bülent Ecevit açıklama yaptı, ‘şu saatten itibaren Kıbrıs’ta birliklerimiz Kıbrıs Türklerinin haklarını, hukukunu korumak için Kıbrıs topraklarındadır’ dedi, ‘Kıbrıs topraklarına çıktılar’ dedi; bitti, bütün dünya öğrendi böylece. Şimdi sizce o davranış mı doğru, şimdiki davranış mı doğru? Türkiye’nin itibarı sıradan değil, biz sıradan bir devlet değiliz çünkü. Bütün mazlum ülkelere örnek olan bir devletiz. 18 ada işgal edildiğinde, Lozan Antlaşmasına göre silahlanmaması gereken adalar silahlanırken, ben 2017 yılında grupta toplantı yapıp ‘ya arkadaş niye bir tek söylemiyorsun’ derken kimsenin gıkı çıkmadı. Şimdi ‘niye silahlandırdınız...’ İyi de sen neredeydin kardeşim, yeni mi öğrendin sen bunu? Dışişleri farklı bir şeydir. Derin diplomasi diye bir ayrı kavram vardır, derin diplomasi. Bu işi diplomatlar götürür, son sözü politikacılar söyler. Diplomat dediğiniz sıradan bir insan değildir; çıraklıktan başlar, büyükelçiliğe kadar en az 20 – 25 yıllık bir süreçtir. Devletin bütün sırlarına vakıfsınız, gittiğiniz yerlerde, bölgelerde, ülkelerde devletin çıkarlarını savunursunuz. Ben burada kaldıkça papazı asla teslim etmem dediğiniz anda bir süre sonra götürüp papazı teslim ederseniz bu o kişinin itibarıyla ilgili bir olay olmaktan çıkar. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarı olarak ortaya çıkar. Sözü dinlenmeyen ve ağırlığı olmayan bir kişi olarak ortaya çıkar, bir devlet olarak ortaya çıkar. Çünkü konuşan kişi devlet adına konuşuyor. Aynı şey bugün iki ülkenin NATO’ya girişiyle ilgili. Başta kaldığım sürece asla giremezler. Ne oldu, gittin bastın imzayı, çıktın geldin. Peki ağırlık oldu mu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ağırlığı oldu mu? Olmadı. Ciddiye alınır mı artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti? Bunu sizin vicdanınıza seslenerek söylüyorum. Türkiye böyle bir yönetimi hak etmiyor. Yanlış yapıyoruz. Suriye’yle kavga ettik. Niye kavga ettik Suriye’yle, niçin kavga ettik? 33 askerimiz şehit edildi, 33 askerimizi şehit eden Rusya’ydı, biz koşa koşa gittik Putin’den özür dilemeye. Ya arkadaş şehitler bizim şehidimiz, öldüren Rusya, biz koşa koşa gidiyoruz, oraya özür dilemeye gidiyoruz. Senin orada ne işin var kardeşim! Pek çok sorunumuz var ve bu sorunları çözmek zorundayız.
O nedenle, son sözlerim; yarın sandığa gideceksiniz, sandık gelecek önünüze, tek istediğim bir şey var. Öyle gelin bize oy verin falan filan öyle ucuz politika yapmayacağım. Tek istediğim şey var, sandığa gidip oy kullanırken elinizi vicdanınıza koyup öyle oyunuzu kullanın. Çünkü bu memleket sadece benim memleketim değil hepimizin memleketi, her birimiz vatanseveriz. Doğusundan, batısından, güneyinden, kuzeyinden hepimiz ülkemizi seviyoruz ve beraber yaşamak istiyoruz, huzur içinde yaşamak istiyoruz. Farklı görüşlerimiz olabilir eyvallah, farklı dünya görüşümüz olabilir; arkadaşlar bunlar bizim kavga etmemizin nedeni olamaz ki farklı görüşler. Dünyanın her tarafında farklı görüş vardır. Aklımızı kullandığımız sürece olaylara farklı bakabiliriz. Farklı baktık diye illa kavga mı edelim? Evde bile otururken eşinizle farklı düşünebilirsiniz. Biz de; kendi ailemden de örnek vereyim, bazen eşim farklı düşünür ben farklı düşünürüm. Yani bu hemen gidip oturup boşanalım anlamına mı gelir? Gelmez. Oturur konuşuruz, düşünürüz, kim haklıysa sonunda onun dediğini yaparız. Şimdi biz de kendi ülkemizde çalışırken, sandığa giderken, üretirken ne olursa olsun farklı görüşlere saygı eyvallah başımızın üstünde. Farklı görüşler olmalı. Fakat bir arada yaşamalıyız, kavgasız yaşamalıyız. Farklı görüşün önemi nedir? Söyleyeyim, ortaçağdan bir örnek vereceğim. Bir kişi çıkıyor milyonlarca kişi dünyanın düz olduğuna inanıyor herkes. Bir kişi diyor ki, dünya düz değil dünya yuvarlaktır diyor. Hemen yakalıyorlar doğru engizisyon mahkemesine sen neden dünya yuvarlık diyorsun diye. Valla diyor dünya yuvarlaktır, bir şey daha söyleyeyim bir de kendi etrafında dönüyor diyor. Şimdi o bir kişinin ne kadar haklı olduğu daha sonra ortaya çıktı. Şimdi milyarlarca kişi, herkes biliyor zaten de seyrediyor uzaydan da dünyanın yuvarlak olduğunu. Farklı görüş bu açıdan değerlidir. Dolayısıyla farklı görüş ifade etti diye insanı yakalamak, hapse atmak, öldürmek, yok etmek değil. Aklı yok ediyorsunuz, mantığı yok ediyorsunuz. Farklı görüşlere katılırız veya katılmayız ama belli şeylerde ortaklaşmak zorundayız.
Türkiye’nin büyümesi, kalkınması, istihdam yaratması, herkesin kazanması, Türkiye’nin itibar sahibi olması, sağlıklı, güçlü bir dış politikanın olması, bütün mazlum ülkelere nasıl örnek olduysa aynı örnekliği sürdürmesi. Bu coğrafya çok değerli bir coğrafyadır. Suriye’ye girdik ne oldu? 3 milyon 600 bin Suriyeli Türkiye’ye geldi. Ne olacak şimdi bunların hali ne olacak? Ben size söyleyeyim, Allah’ın izniyle hepsini kendi iradeleriyle Suriye’ye göndereceğiz. Davulla, zurnayla hepsi Suriye’ye geri gidecek. Nasıl göndereceğimizi de söyledim, bir daha ifade edeyim. Oturacağız Suriye yönetimiyle anlaşacağız. Onların can ve mal güvenliğini sağlayacağız, onların yolunu, okulunu, köprüsünü her şeyini yapacağız AB fonlarından bizim müteahhitler yapacak. Ve dört, Gaziantepli işadamlarının orada fabrikaları var, gidin fabrikaları çalıştırın. İşi var, okulu var, evi var, kreşi var, yolu var, her şeyi var; burada niye sefalet içinde yaşasın, hepsi gider. Bunu Avrupalılarla da görüştüm, onlara da söyledim, aksi halde ciddi sorunlar çıkar. Bizim açımızdan ciddi sorunlar çıkar. Sorunların büyüklüğünü görmek istiyorsanız arada bir Şanlıurfa’ya bir kulak kabartın bakalım, bakalım ne oluyor? Felaket bir tablomuz var, dokumuz değişiyor. Kilis’teki nüfus bizim; Suriyeli nüfusu Kilislilerden daha fazla. Zaten kimse neredeyse Türkçeyi unutacak. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. O sınır boyunda, artı diğer yerlerde ciddi sorunlarımız var. Bunları çözmenin yolu… Akılla, mantıkla, bilgiyle, birikimle, ilimle, irfanla bu sorunlar çözülebilir; kavgayla bu sorunlar çözülmez, bu sorunlar oturularak, konuşularak, istişare edilerek çözülür. Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, her sorun çözülebilir, yeter ki; devleti yöneten kişi şahsi zenginleşme yoluna gitmesin, kendi ailesini zenginleştirmesin, zengin olması gereken milletin kendisidir. Dolayısıyla devleti yöneten kişi millete hizmet etmekle yükümlüdür. O hizmeti milletin zenginleşmesi için, büyümesi için, kalkınması için, itibar sahibi olması için yapar. O yönettiği sürece ülke itibar kazandıysa elbette tepedeki kişi de itibar kazanmış olur.
Efendim hepinize teşekkür ederim. Umarım çok uzun konuşmadım. Şimdi buraya oturacağım, soru soracaksınız. Sizden iki şey istiyorum. Bir, aklınızda olan her soruyu rahatlıkla sorabilirsiniz. İki, acaba bu soruyu sorarsam Genel Başkan üzülür mü, alınır mı diye düşünmeyin; ne üzülürüm, ne alınırım. Oturacağım buraya gayet rahat istediğiniz soruyu soracaksınız. Ama bir şeyden emin olmanızı isterim. Öyle topu çevirmeyeceğim, alttan mı alayım, üstten mi alayım, bu soruyu nasıl atlatırım diye bir şeye de girmeyeceğim. Açık ve net kendi düşüncemi sizlerle paylaşacağım. Dolayısıyla bu toplantının verimli olmasını istiyorum. Oturup tartışmamız gerekiyor. Sorun bir parti sorunu olmaktan çıkmıştır, artık günümüzde sorun bir Türkiye sorunudur ve Türkiye’nin sorunlarını çözmek zorundayız.
Hepinize teşekkür ederim, sağ olun, var olun.
21.12.2024
21.12.2024
20.12.2024
20.12.2024