26.08.2021

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU; ÇORUM MUHTARLAR, STK TEMSİLCİLERİ VE KANAAT ÖNDERLERİ BULUŞMASINDA KONUŞTU (26 AĞUSTOS 2021)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Çorum’da Muhtarlar, Kanaat Önderleri ve STK Temsilcileri Buluşması’na katıldı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu toplantının açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi: Efendim Çorum’da olmaktan son derece mutluyum. Sabahleyin bir fabrikayı gezdik, dünyada ikinci büyük fabrika Çorum’da ve bunu yapan ve Çorumlu. Dolayısıyla Çorumlulara ve Çorum’a şükran borçluyuz, böyle bir onuru, böyle bir büyüklüğü Türkiye’ye kazandırdığı için. İl Başkanımız konuşurken ifade etti, çünkü ilk barış sözleşmesinin burada yapıldığını ifade etti, barışın merkezi olduğunu da söyledi. Çorum’un Türkiye ekonomisinde de ayrı bir yeri var, ayrı bir ağırlığı var. Gerek sanayide, gerek tarımda. Zayıf olan halkasını söyleyeyim, o da turizmi. Oysa turizm konusunda olağanüstü imkanları var, olağanüstü. Daha önce Şeker Mitingine gelmiştim buraya. O mitingden Ankara’ya dönerken dediler ki, “Etiler döneminden kalan bir baraj var, hala su tutuyor, oraya gidip bakalım.” Ben tabi inanmadım. Milattan Önce, Etiler döneminde bir baraj yapılmış, baraj hala su tutuyor ve birazcık da olsa tarihe meraklı olan ben bile duymamışım. Bir sorunumuz var o zaman burada. Gittik, gerçekten baraj hala su tutuyor, gayet güzel, olağanüstü büyük bir tarih var orada ve bu tarih yeteri kadar tanıtılmıyor. Bunu tanıtacak olan Turizm Bakanlığı ve kentin belediye başkanı. Bunları mutlaka ama mutlaka, hep birlikte bütün dünyaya tanıtmalıyız. Aslında burası bir anlamda turist de kaynamalı. Böyle bir imkan var. Dünyanın ilk sözleşmesi burada yapılmış, dünyanın ilk sözleşmesi, daha ne olsun? Milattan Önce baraj yapılmış, hala var ve hala su tutuyor, daha ne olsun? Bütün bunların hepsi yapılabilir ama yapılacak, hiçbir endişem yok. Çorum’un pek çok şeye ihtiyacı var, özellikle sanayi konusunda ciddi atılım yapıyor Çorum. Yük taşımacılığında özellikle demiryoluyla Çorum’un buluşturulması lazım, denizle Çorum’un buluşturulması lazım, Samsun, Çorum ve Mersin hattının yapılması lazım. Şu soruyu hep beraber kendi vicdanımıza soralım, İstanbul’a kanal mı yapalım; Samsun, Çorum, Mersin demiryolunu mu yapalım, hangisini yapalım? Hangisini yaparsak Türkiye kazanır? 27,5 yıl devlete emeğini veren, harcadığı her kuruşun hesabını vermekten çekinmeyen bir kişi olarak ifade edeyim. Eğer siz Samsun, Çorum, Mersin demiryolunu yaparsanız, bunun ekonomiye çok ciddi katkısı olur, çok büyük katkısı olur. Kamyonlarla taşıyacağınıza demiryoluyla taşıyacaksınız, maliyeti düşüreceksiniz, rekabet edeceksiniz. Dünyanın her tarafına ürününüzü daha ucuz fiyatla ve rekabet koşullarında gönderebileceksiniz. Bunu düşünmek için sadece ve sadece akıllı olmak gerekiyor. İhtiyaçların hangi önceliklerle belirlenmesi gerektiğini bilmek gerekiyor, başka bir şeye ihtiyaç yok. Çorum’un bir havaalanı yok, niye yok? Arkadaşlar söylediler; değerli arkadaşlarım, 1990’lı yıllarda temeli atılmış, 1990, 2021, havaalanının sadece yüzde 24,37’si bitmiş. Hani Çorumlular iktidar partisine hiç oy vermedi desem, deriz ki böyle bir gerekçe var, o nedenle yapmıyorlar, yani bize oy verin ki biz yapalım. Çorumlular neredeyse silme iktidar partisine oy veriyorlar. Peki neden Çorum’u cezalandırıyorlar? Neden bir havaalanı yok? Olması lazım. Burayı Orta Anadolu’nun cazibe merkezi haline getirmek mümkün. Dünyanın aynı alanda yatırım yapan, üretim yapan ikinci büyük fabrikası Çorum’daysa ve Çorumlu bunu yapabilecek bilgiye, beceriye sahipse o zaman bu havaalanı niye yapılmaz? Hangi gerekçeyle yapılmaz? Yine elimizi vicdanımıza koyup soralım, İstanbul’a kanal mı yapalım, Çorum’a havaalanı mı yapalım? Hangisini yapalım? Sizlerle dertleşmek için geldim zaten buraya. Bir dönemi kapatacağız, bir dönem bitecek. Türkiye’de yeni bir siyaset anlayışını, ahlaklı bir siyaset anlayışını, hesap veren bir siyaset anlayışını, vatandaşını kucaklayan bir siyaset anlayışını, hiç kimseyi kimliğinden ötürü, inancından ötürü, yaşam tarzından ötürü, ötekileştirmeyen bir siyaset anlayışını Türkiye’ye getirmek istiyoruz. Kim alın teri döküyorsa, helalinden kazanıyorsa, kul hakkı yemiyorsa başımızın üstünde yeri vardır. Ana kuralımız budur. İki kırmızı çizgimiz var; bayrağıyla sorunu olmayan, vatanıyla sorunu olmayan, bayrak ve vatan benim için vazgeçilmezdir diyen herkesle kucaklaşmaya hazırız, herkesle. Bayrağımız ve vatanımız için yeri geldiğinde canımızı veririz, eyvallah. Dolayısıyla yeni bir siyaset anlayışını getireceğiz, düzgün bir siyaset anlayışını getireceğiz değerli dostlarım, bunu yapmak zorundayız. Bakın değerli arkadaşlar, Çorum aynı zamanda ciddi ihracat yapan ildir. Olağanüstü güzel bir çabası var bu konuda. İl başkanımızın ifadesine göre Türkiye’de sekizinci sırada ihracatta. Çok göç veren bir kent, tarihi bir kent, görkemli bir tarihi var, süratle gelişen bir sanayisi var. Sanayinin önünde demiryolu ve havaalanı gibi engeller var. Ama bunlar aşılabilir, bunları aşabiliriz. Çorum’u bu bölgenin ciddi bir cazibe merkezine döndürmek mümkün, bunlar yapılabilir. Daha önce, yani sizinle buluşmadan önce, fabrikayı ziyaretten sonra bir grupla, iş dünyasının saygın insanlarıyla bir araya geldik. Bazıları umutsuzluklarını ifade ettiler, bazıları demokrasiden bahsettiler, bazı arkadaşlar vergiden bahsettiler, katma değerden, işçi işveren ilişkilerinden, hepsinden söz edildi. Her birisi kendi duyarlılığını ifade etti. Ve bana da doğal olarak bu konuda ne düşündüğümü sordular. Ben de kendilerine ne düşündüğümü bir şekliyle ifade ettim. Sizinle dertleşeceğim. Bakın değerli Çorumlular, kanaat önderleri, muhtarlarımız, meslek kuruluşlarının saygıdeğer başkanları; elimizde bir Anayasa var, beğeniriz veya beğenmeyiz, bu Anayasa halk oylamasına sunulmuş ve kabul edilmiş. Bu Anayasa’nın bugüne kadar değiştirilmeyen bir maddesi var. Devlet nasıl yönetilir, 5. maddesi, bir devlet nasıl yönetilir, bir devleti siyaset kurumu nasıl yönetmeli. Devlet bakidir, devlet kalıcıdır; siyaset ise, devleti yöneten siyaset ise geçicidir. Devleti yönetmek üzere siyaset kurumuna yetkiyi millet verir. Sandığa gider, der ki X Partisi gelsin, devleti yönetsin. Ama o parti devleti bu Anayasaya göre yönetmek zorundadır. Bunun öngördüğü kurallara göre yönetmek zorundadır. Şimdi bakalım, bu kurallara göre devletimiz yönetiliyor mu? 5. madde, “Türk Milleti’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü koruyacak” diyor. Devleti yöneten siyasi irade, Türk Milleti’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü koruyacak. Bağımsızlık ne demektir? İki anlamı vardır; siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık. Ekonomik bağımsızlığınızı koruyamazsanız, siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız. O nedenle Gazi Mustafa Kemal’in iki temel ilkesi vardır. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” der. Yani bayrağımın altında özgürce yaşayacağım, hiçbir gölgeyi kabul etmiyorum diyor. Ama ikincisi yine Mustafa Kemal’e aittir; der ki, “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle perçinlenmezse siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız, elaleme el avuç açarsınız.” O nedenle Mustafa Kemal ve arkadaşları, siyasi ve ekonomik bağımsızlığı beraber düşünmüşlerdir. Peki, bunu niçin ifade ediyorum? Şunun için: Eğer biz 83 milyon olarak Londra’daki bir avuç tefeciye mahkum edilmişsek ve onlardan para gelmezse Türkiye’yi yönetemiyorsak ve biz dünyanın faizini onlara ödüyorsak, ekonomik bağımsızlığımız tehlikededir. Siyasi bağımsızlığımız eyvallah, bir sorunumuz yok. Ama ekonomik bağımsızlığımız tehlikededir. O nedenle ekonomisi güçlü olan devletler dünyada her zaman söz sahibi olurlar. Görevimiz, ekonomiyi daha güçlü hale getirmektir. Yine bu Anayasa diyor ki, “devleti yönetmek üzere halk tarafından görevlendirilen siyasi parti, Cumhuriyet ve demokrasiyi koruyacaktır” diyor, ana ilkesi o. Peki demokrasiyi koruyor muyuz? Demokrasinin önemini hepimiz biliyoruz. Demokrasi ne demektir, halkın iradesine saygı göstermek demektir. Herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesi demektir. Aynı zamanda demokrasi can ve mal güvenliği demektir. Benim malıma birisi gelir çökerse ben adaleti mahkemede bulurum, nasıl olsa Ankara’da hakimler var demektir. Yargının iradesi parayla satın alınamaz demektir. Siyasi gücün yargı üzerine hegemonyası yok demektir. Medyada, basında özgürlük var demektir. Demokraside durum budur. Böyle bir demokrasi bizde var mı şimdi? Eğer bu ülkenin gençleri tweet attığı zaman başıma bir bela gelir diye korkuyorsa orada bir sorunumuz var demektir. Bunu beraber düşünmek zorundayız, bu işin partisi yoktur. Demokrasiyi ben de savunacağım, benim gibi düşünmeyen de demokrasiyi savunacak. Ben de konuşacağım, benim gibi düşünmeyen de konuşacak. ‘Sadece ben konuşacağım, kimse konuşmayacak…’, o demokrasi değildir. ‘Sadece ben ifade edeceğim, kimse ifade etmeyecek...’ , o demokrasi değildir. ‘Sadece ben düşüneceğim, herkes bana uyacak…’, o demokrasi değildir. Demokrasi dediğimiz kavramı büyütmemiz lazım. Yine bu Anayasa’da diyor ki, “devleti yönetecek olan siyasi parti, kişilerin ve toplumun refah ve huzur ve mutluluğunu sağlamak zorundadır.” Refahını, huzurunu ve mutluluğunu sağlamak zorundadır diyor. İktidar gelip de devleti yönettiği zaman, refahını sağlayacak, huzurunu sağlayacak, mutluluğunu sağlayacak. Milletin yüzü gülmüyor, neden? Sanayici önünü göremiyor, neden? Çiftçi ektiği ürünün karşılığını alamıyor, neden? İşsiz var, neden? Bütün bunları düşündüğünüz zaman, devleti anayasal kurallara göre yönetmesi gereken bir siyasi iktidar, bu toplumu mutlu kıldı mı, refah düzeyini yükseltti mi, huzurlu bir toplum yaptı mı? Allah aşkına şunu bir düşünün; bundan 20 yıl önce, 30 yıl önce kimse kimsenin kimliğini sormazdı, şimdi komşumuzun kimliğini soruyoruz hangi kimlikten diye, komşumuzun inancını soruyoruz hangi inançtan diye. Türkiye hangi hale geldi? Bunları aşmak zorundayız. Biz büyümek zorundayız. Bakın Uluslararası Mutluluk Endeksi yayınlanmış, 150 ülke arasında 104’üncü sıradayız. Kimsenin yüzü gülmüyor. Parası olanın da yüzü gülmüyor. Sanayicinin de yüzü gülmüyor. Çiftçinin zaten hiç yüzü gülmüyor. İşsizin hiç yüzü gülmüyor. Üniversiten mezun olmuş 2 çocuğu var, 1 çocuğu var, evladı var, iş arıyor, iş bulamıyor, onun da yüzü gülmüyor. Cebinde para olması fark etmiyor. Yine bu Anayasa, “gelecek siyasi iktidar kişilerin temel hak ve hürriyetlerini koruyacak” diyor. Bu da yok. Bir işveren kazaen kalkıp da hükümeti eleştirince derhal vergi müfettişlerini gönderiyorlar, vay sen beni nasıl eleştirirsin… Olmaz, eleştirecek. Bir siyasetçi için en değerli şey nedir biliyor musunuz? Alkış değil kesinlikle, bir siyasetçi için en değerli şey akla, mantığa uygun eleştiridir, hatasını göstermektir. Ders alacak, toplumdan öğrenecek bunu. Eleştirecek ki ben kendi hatamı bileyim, yanlışımı bileyim, aynı hatayı bir daha tekrar etmeyeyim. Ama bir siyasetçi eleştiriye tahammül edemiyorsa orada her şey bitmiştir, orada demokrasi yoktur. Yine bu Anayasa diyor ki, “bir siyasi iktidar devleti yönetmeye gelince, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesini sağlamak zorundadır.” Maddi ve manevi varlığını geliştirmek zorundadır. 2018’de kişi başına gelir 10 bin 822 dolardı, bugün 8 bin 599 dolar. Bırakın büyümeyi, 10 binden 8 bine düşmüşüz. Hepimiz hissediyoruz bunu, hepimiz. Ve devleti yönetenler, adaletle devleti yönetmek zorundadırlar. Benim aylığım düşerken, sizin aylığınız düşerken, çiftçinin geliri düşerken, esnaf siftah yapamaz hale gelirken, bu tablo varken, ben iktidara yakınım, bir maaş yetmez, 4 yerden, 5 yerden maaş alayım ayrıca. Bu olur mu? Vicdan bunu kabul eder mi? Ahlak bunu kabul eder mi? İnsanlık bunu kabul eder mi? Buna itiraz etmek zorundayız. Ve sandığa giderken de düşünmek zorundayız. Kararımızı ona göre vermek zorundayız. Türkiye’nin çıkarlarına göre, evlatlarımızın, ailelerimizin, bulunduğumuz kentin, mahallenin, köyün çıkarlarını düşünerek sandığa gitmemiz ve oyumuzu öyle kullanmamız lazım. Değerli arkadaşlarım, devlet adaletle yönetilir. Ünlü düşünür Sadi der ki, “Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez.” Adalet bu kadar ulvi bir şeydir. Dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez. Ve Hazreti Ali der ki, “Devletin dini adalettir.” Peki bana söyleyin, adalet var mı? Eğer bir ülkeyi adaletle, ahlakla, liyakatle, erdemle, bilgiyle yönetemezseniz, ülkenin felaketine yol açarsınız. Bütün peygamberler adalet için gelmiştir. Eğer siz adaleti yok ederseniz, olmaz. Bu Anayasa ve dünyanın bütün anayasaları der ki, “Hakim, hukukun üstünlüğüne ve vicdani kanaatine göre karar verir.” Hukukun üstünlüğünü biliyoruz, vicdani kanaat ne? Bazı bilim adamları, “Vicdan, Allah’ın yüreğimizdeki sesidir” derler. Yani hakim karar verirken, vicdanına dönüp, vicdanını dinleyip, bu adaleti nasıl sağlayabiliriz düşüncesiyle karar vermek zorundadır. Ve bu Anayasa vicdandan da söz ediyor. Ben hakkımı nereden arayacağım? Savaşarak mı, o en son nokta. Ama bir ülkede yaşayan hakkını mahkemelerde arayacaktır. Mahkemeler siyasallaşırsa, gelen talimat üzerine karar verirse orada olmaz. Haksızlığa, hukuksuzluğa birisi uğrarsa, beraber sahip çıkmak zorundayız. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”, sevgili Peygamberimiz böyle diyor. Eğer bir yerde haksızlık varsa, susmayacaksınız. Susmaya hakkımız yok. Kim olursa olsun, bize oy verir veya vermez, A Partisine oy verir veya vermez, hiçbir partiye oy verir veya vermez, mesleği, bulunduğu konum ne olursa olsun, haksızlığa uğradıysa, o haksızlığın karşısında ortak ses çıkarmak zorundayız. O zaman biz siyaset kurumu olarak görevimizi yapmış oluruz. Geçen Özel Harekatta çalışan bir polisle Ankara Mamak’ta karşılaştık, şöyle anlatıyor: “Beni Kanun Hükmünde Kararname’yle attılar, gittim savcılığa, savcı takipsizlik verdi. Mahkemede hiçbir zaman yargılanmadım ve mahkum edilmedim. Beni görevime vermeleri lazım, hayır efendim seni göreve veremeyiz...” Niye veremiyorsun? Niye vermiyorsun? Sözüm söz, bütün bu adaletsizlikleri düzelteceğim. O Kanun Hükmünde Kararnamelerle görevden alınan, işine son verilen, ekmeği elinden alınan herkesi görevine iade edeceğim, yeter ki teröre bulaşmasın. Siyaset kurumu kimsenin aşıyla, işiyle uğraşmaz. Bakın bizim belediye başkanlarına şunu söyledim, seçilirsiniz, gelirsiniz, güzel. Ama sakın ola ki kimsenin ekmeğiyle oynamayın. Efendim bu bizim partili değil, ben bunu atacağım, atamazsın kardeşim. Varsa bir yolsuzluğu tamam ama atamazsın. Herkes evine ekmek götürmek zorunda; çalışıyorsa, alın teri döküyorsa, kim olursa olsun. Ve yine belediye başkanlarımıza şunu söyledim, seçildiğiniz andan itibaren hiçbir ayrım yapmayacaksınız, siz beldenin zaten sahibisiniz, beldeye hizmet edeceksiniz. Sadece bir pozitif ayrımcılık yapacaksınız, fakir mahalleler varsa, oraya pozitif ayrımcılık yapın, oraya daha fazla hizmet götürün, onlar ihmal edildi çünkü. Siyaseti yeni bir anlayış üzerine inşa etmek zorundayız. Bunu yaptığımız zaman Türkiye büyür, Türkiye gelişir, Türkiye kalkınır. Hiçbir endişem yok bundan. Kısaca dış politikadan da söz edeyim. Bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları, hepsi savaş meydanlarından gelmişler. Bütün hayatı savaşlarla geçmiş, ama savaş bittikten sonra demişler ki, yurtta barış, dünyada barış olsun demişler. Çünkü savaşın bütün acımasızlığını yaşamış bu insanlar ve barışın ne kadar değerli olduğunu görmüşler. Bizim dış politika da hep barış üzerine inşa edilmişti, bütün komşularımızla huzur içinde yaşıyorduk. Suriyelilerle, Iraklılarla, İranlılarla, Mısırlılarla, herkesle ilişkilerimiz gayet iyiydi. Sanayicilerimizin işi daha da iyiydi. Esnafın işi çok iyiydi. Sınır boyunda hafta sonu otellerde yer bulamazdı insanlar. Esnaf memnun, turizmci memnun, otelciler memnun, insanlar gelir Türkiye’de eğlenirler, kendi ülkelerine giderlerdi. Niye kavga ettik? Bana bir Allah’ın kulu çıkıp desin, şunun için kavga ettik. Bir haklı gerekçe versin. Vermedi. Hadi Suriye’yle kavga ettik, Mısır’la ne işin var kardeşim senin? Mısır’la niye kavga ettin? Mısır, o bölgenin kilit taşıdır. Mısır’la, Ortadoğu’yla bizim tarihsel akrabalığımız var. Ortak kültürümüz var. Kavga etmek değil, barışı büyütmek zorundayız. Bizim iş adamlarımız gitmeli, orada fabrikalar kurmalı, üretim yapmalı, istihdam yaratmalı, aldığı kazancı Türkiye’ye getirmeli, Türkiye’yi zenginleştirmeli, hem onlar kazanmalı hem biz kazanmalıyız, bunu yapabiliriz, yapmalıyız. Kavganın kime ne faydası oldu? Biz kaybettik. 24 saatte gidip Emevi Camii’nde namaz kılacaktık, 3 milyon 600 bin Suriyeli geldi. Bırakın gitmeyi, 3 milyon 600 bin Suriyeli geldi. Şimdi Afganlılar geliyor. Ben ırkçılık yapmam ve ırkçılığa karşıyım. Allah’ın yarattığı insana her zaman saygı duyarım. Suriyelilere kızmıyorum, altını çizmek isterim, Suriyelilere kızmıyorum, Afganlılara da kızmıyorum, onların bir günahı yok ki, onları Türkiye’ye getirene kızıyorum ben. Arkadaş sen onları Türkiye’ye getirdin, asıl sorunlu olan sensin. Biz sorumluyu unutuyoruz, Suriyelilere saldırıyoruz. Suriyelinin kabahati yok ki, sınırı açan Suriyeli mi, kavgayı başlatan Suriyeli mi? Sen kavgayı başlatırsan, kapıları açarsan, Suriyeliler gelir, Afganlılar da gelir. Dolayısıyla benim bu millete sözüm var; Allah nasip eder, sizlerin oylarıyla iktidar olursak, ben o Suriyelileri davulla, zurnayla kendi ülkelerine göndereceğim; davulla, zurnayla, kızarak değil. Nasıl diyorlar, önce onu anlatayım. Önce kardeşim büyükelçilikleri açacağız karşılıklı; bizim büyükelçi Suriye’de, onların büyükelçisi Türkiye’de olacak. Oturup anlaşacağız; Suriyelilerin yolunu, köprüsünü, okulunu, kreşini, evini yapacağız, Avrupa Birliği fonlarıyla hepsini yapacağız, bizim müteahhitler yapacak. Yeter mi, hayır. Bizim iş insanlarına diyeceğiz ki; kardeşim gidin orada fabrikalar kurun, size her türlü teşviki veriyoruz, fabrikalar kurulacak. Evin var mı, var. Fabrikan var, okulun var, kreşin var, yolun var, işyerin de var. Davulla, zurnayla giderler. Hepsini göndereceğim davulla, zurnayla. Gidecekler, kendi ülkelerinde çalışacaklar. Bizim ülkeye çalışacak, üretecek, hafta sonu eğlenmek için Türkiye’ye gelecek, başımın üstünde. Efendim Bodrum’a tatile gideceğim, başımın üstüne, gel. Kendi ülkesinde huzur içinde olacak, biz de kendi ülkemizde huzur içinde olacağız. Hem o kazanacak, hem biz kazanacağız. Ama bu da yeter mi? Bu da yetmez. Bir şey daha yapmamız lazım. Oturup Esad’la anlaşmamız lazım, Türkiye’den gelen Suriyelilerden birisinin burnu dahi kanamayacak, birisinin dahi, onun güvencesi de biz olacağız. Böylece Ortadoğu’da huzuru sağlayacağız. Bunu biz yapabiliriz, akılla, mantıkla yapabiliriz. Kimse başka bir ülkede sürünmek istemez, asgari ücretin altında çalışmak istemez, bir evde 3 hane yaşamak istemez, onlar da insan gibi yaşamak isterler; onların da güzel evleri olsun, Türkiye olarak biz bunları yapabiliriz, yeter ki niyetiniz olsun, yeter ki hedefiniz olsun. Bunu bana Avrupa Birliği’nde sordular. Dediler ki mülteciler bize geliyor, evet gelir dedim, niye gelmesin dedim. Suriye’de kan akarken sesiniz çıkıyor muydu? İnsanlar birbirlerini Allah Allah diye öldürüyorlardı. Bunlar saldırıyor Allah Allah diye, bunlar da saldırıyor Allah Allah diye. Silahları kim veriyor, silahları siz veriyordunuz. O adam nereye gidecek? Somali’ye mi gidecek, yok. Diyor ki demokrasisi gelişmiş bir ülke var, kişi başına gelir 50 bin, 60 bin dolar, iyi okulları var, çoluk çocuk gideriz, orada daha güzel yaşarız, size geliyorlar. Gelmesinler. O zaman savaşı durduracaksınız, o zaman yatırım yapacaksınız, evlerini barklarını yapacaksınız. O zaman mülteci olarak gelmezler, turist olarak gelirler. Her şeyi çözmek mümkün, akılla, mantıkla çözmek mümkün. Afganistan’a gitmek istiyorlar. Senin ne işin var Afganistan’da? Ne işin var? Bakın ben size bir şey okuyayım, Allah aşkına yani akıl var mantık var, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Sözcüsünün yaptığı açıklamayı okuyorum, aynen duruyor, İngilizce, onların Dışişleri Bakanlığı internet sitesinde duruyor. Kabil Havaalanı sorusunu soruyorlar. “Bu Türk müttefiklerimizle en üst düzeylerde dahil olmak üzere tartıştığımız bir konu. Başbakan Biden tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da görüştü. Türkiye’nin önemli bir rol üstlenme konusundaki istekliliğini takdir ediyoruz” diyor ve devam ediyor, “Her zaman yaptığımız gibi bu tartışmaları gizli tutuyoruz.” Bize söylemiyorlar ama Amerikalılar öyle değil, bir görüşme yapıyorsa Dışişleri Bakanlığı kendi internet sitesine koyuyor. Buna itiraz ettim. Türkiye mülteci ambarı değil kardeşim, göçmen ambarı değil, sığınmacı ambarı değil. Biz hepsine bakacağız bunların? Erdoğan açıklama yapıyor, bunu da iyi dinleyin lütfen Çorumlu kardeşlerim, “Finansmanı iyi yönettiğimiz için mültecileri Türkiye’ye alıyoruz, daha da almaya devam edeceğiz…” Buyurun şimdi. Kıyameti kopardık. Parti Sözcüsü diyor ki “Bir tek mülteciyi bile almayacağız.” Sen mi doğru söylüyorsun, Cumhurbaşkanı mı doğru söylüyor, kim doğruyu söylüyor? En son Taliban dedi ki, “Biz burada Türk askeri de istemiyoruz. Çıkın bizim topraklarımızdan.” Türkiye niye bu hale düşsün? Bu devletin bir onuru yok mu, şerefi yok mu, dış politika bu kadar ucuz mu? Bakın değerli Çorumlu kardeşlerim, dış politika milli olmak zorundadır, milli. Dış politikanın iktidarı, muhalefeti olmaz. Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda iktidarı, muhalefeti, küçüğü, büyüğü, hep beraber olur. Ama dış politikayla ilgili kararlar bir kişi tarafından alınıyor, olmaz. Koskoca Dışişleri Bakanlığı devre dışı bırakıldı, olmaz. Bunların olmaması lazım. Bu eleştirilerimizi hafızanızın bir yerinde tutun ama anlatacaklarım şunlar. Bu süreci kazasız, belasız nasıl atlatırız, bunun üzerinde size düşüncelerimizi söyleyeceğim. Eğer biz 4 ayaklı bir stratejiyi uygulamazsak Türkiye daha kötüye gider. Ne demek 4 ayaklı bir strateji? Birinci ayağı, can ve mal güvenliği, yani demokrasi, yani hukukun üstünlüğü, yani yargı bağımsızlığı, yani üniversite özerkliği, bunlar. Birinci ayak, demokrasi. Demokrasisi gelişmemiş hiçbir ülke, Dünya’da büyümemiştir. Eğer büyümek istiyorsanız, kalkınmak istiyorsanız, dünya sahnesinde saygın bir devlet olmak istiyorsanız demokrasi olması lazım, başka türlü olmaz, yok öyle bir örnek. Biz şunu yapacağız, öyle Avrupa Birliği fasıl açsın da biz de demokratik kuralları getirelim yok kardeşim. Bizim insanımız üçüncü sınıf demokrasiye mi layık kardeşim? Orada hangi demokratik kurallar varsa; Güney Kore’de, Kanada’da, Almanya’da, Fransa’da, hangi demokratik kurallar varsa bizim ülkemizde de olsun. Bizim ülkemizde de insanlar düşüncelerini özgürce ifade etsinler. Bizim ülkemizde de yargı bağımsızlığı olsun. Bizim ülkemizde de can ve mal güvenliği olsun. Şöyle bir devlet düşünebiliyor musunuz, devletin İçişleri Bakanı çıkıyor televizyonda konuşuyor, “Bir siyasetçi her ay 10 bin dolar rüşvet alıyor” diyor. Savcı kayıp, hiç ortada yok. Kim bu siyasetçi? Ağza bant çekilmiş, ortada yok. En tepedeki yönetici, en azından çağırır, Sayın Bakan, bu her ay 10 bin dolar rüşvet alan siyasetçi kim Allah aşkına söyle, bunu siyaset sahnesinden atalım der. Orada da sessizlik var. Böyle bir adalet olur mu? Böyle bir demokrasi olur mu? Hırsızın rahat gezdiği, dürüst insanların da korktuğu bir düzen. Bu düzeni değiştireceğiz. Adaletli bir düzen olacak. Bakın bu konuda ilk yapacağımız işlerden birisi, bir siyasi ahlak yasası çıkaracağız. İş takibi yapan milletvekili, ne işi var Mecliste? Rüşvet alan milletvekili, ne işi var Mecliste? İhale takip eden milletvekili, ne işi var Mecliste? Sen milletin mi vekilisin yoksa cebinin mi vekilisin? Bunları değiştirmek zorundayız, değiştireceğiz bunları. Bu birincisi. Demokrasi gelecek, bir iktidar en çok eleştiriye değer verecek. Diyelim ki siz devleti yönetiyorsunuz, bir gazeteci yazı yazıyor, burada şu oldu diyor. Siz gazeteyi kapatmak yerine orada o olay oldu mu, olmadı mı onu takip edeceksiniz. Medya ne demektir? Medya, gücü denetleyen organ demektir, gücün egemenliği altında kalan değil, Gücü denetler medya, dördüncü güçtür demokrasilerde. Bunu yapmamız lazım. İkincisi, üreten Türkiye, Türkiye’nin üretmesi lazım, her alanda üretmesi lazım. Şunu düşünebiliyor musunuz? Yozgat’ın yeşil mercimeği, kokulu mercimeği dünyada bir numaradır, mercimeği yok ettik. Fasulye dışardan, mercimek dışardan, ayçiçeği dışardan, buğday dışardan, arpa dışardan, susam dışardan, nohut dışardan, et dışardan, canlı hayvan dışardan. Ne oluyor bize? Ne oluyor Allah aşkına? 83 milyon insan yabancı çiftçileri mi besleyecek yoksa bizim çiftçilerimiz üretip, kazanıp bizi mi besleyecekler? Çiftçiyi aç bıraktık. Her alanda Türkiye üretmek zorunda, her alanda. Hele tarım, stratejik sektördür. Arabanız olmayabilir, buzdolabınız olmayabilir ama günde 3 sefer yemek yemek zorundasınız. Kim doyuracak karnımızı? Çiftçi doyuracak. Çiftçiyi aç bırakıyorsunuz, dışardan daha ucuza getiriyorum diyor. Kardeşim dışarıdaki çiftçiye, onların devleti dünyanın katkısını veriyor, dünyanın primini veriyor. Bir iktidar kendi çiftçisiyle rekabet eder mi? Sen ürettin daha pahalı oluyor, ben dışardan ucuz getiriyorum, seni batıracağım. Batırdın, ne oldu? Bunları düzeltmek zorundayız. Herkes kazanacak, bu işin kaybedeni olmaz, bu işin kaybedeni olunca Türkiye kaybeder, beraber kazanacağız. İşin yolu da çok basit bakın değerli arkadaşlarım; 27,5 yıl devlette çalışmış ki büyük bir bölümünde Maliye Bakanlığı’nda çalışmış bir kişi olarak ifade edeyim. Kardeşim bir tarladaki buğdayın maliyeti bellidir. Çiftçiye sorun, ziraat odalarına sorun, ziraat mühendisine sorun, size çıkarır. Sulu da, susuz da ne olduğunu çıkarır. Buğdayı, maliyetini, gübresini, ilacını size verir. Üstüne makul bir kar koyarsınız, dersiniz ki kardeşim maliyet budur, kar da budur, hiç kimse itiraz etmez. Siz elektriğe zam, gübreye zam, ilaca zam, her şeye, suya zam; fiyat geçen senenin fiyatı, biraz üstünde olsun, kaldırmıyor. Ne olacak bu memleketin hali? Düzelteceğiz. Demek ki ikinci aşama üretim. Sanayici kardeşlerime de şunu söylemek isterim, katma değeri yüksek ürün üretmek zorunda Türkiye. Ne demek katma değeri yüksek ürün? Yazılımı olan, dijital altyapısı olan ellerinizde taşıdığınız cep telefonu katma değeri yüksek üründür. Siz 5 kamyon makine halısı gönderin, o bir çanta cep telefonu gönderir sizden daha fazla para kazanır. Dolayısıyla Türkiye’nin katma değeri yüksek ürün üreten bir sanayiye dönüşmesi lazım, teşviklerin bu bağlamda olması lazım, Türkiye’nin çip üretir noktaya gelmesi lazım. İktidar bunu düşünüyor mu acaba? Haberi bile yok. Bunu yapmak zorundayız. Aynı zamanda bunu yapmak için, katma değeri yüksek ürün üretmek için, üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Üniversiteleri bilgi üretmeyen bir toplumun katma değeri yüksek ürün üretme şansı yoktur. Üniversite bilgiyi üretir, sanayici o bilgiyi elle tutulur metaya dönüştürür. Amerika’daki Silikon Vadisi bu demektir. Biz de bunu yapmak zorundayız, bunu yapabiliriz. Üçüncüsü, stratejinin üçüncü ayağı… Bir, demokrasimiz olacak; iki, her alanda üreteceksiniz, sanat, kültür dahil olmak üzere, her alanda üreteceksiniz; üçüncüsü, hakça bölüşeceksiniz, yani güçlü bir sosyal devlet olacak, biri çok zengin, biri açsa, o memlekette huzuru yakalayamazsınız. Hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye’yi inşa etmek zorundayız. Herkesin karnının doyduğu bir Türkiye’yi inşa etmek zorundayız. Onun için güçlü bir sosyal devletimizin olması lazım. Anayasa’nın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddesi,” Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir” der, yani bir sosyal devlettir der. Sosyal devlet kavramını unuttuk. Fakire yardım yapıyoruz, yanlış yapıyoruz onu da, fakirin onurunu korumuyoruz. Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, inancımız böyle söylüyor. Fakiri diziyorsun oraya, televizyonların önünde yardım yapıyorsun, o insanların onuru yok mu? Fakirlik onun kaderi değil ki kardeşim; iş verirsen çalışacak, imkan olursa kazanacak. Ne yapmak lazım? Aile Destekleri Sigortasını çıkarmak lazım; bir ailenin geliri belli bir rakamın altındaysa, devlet o ailenin banka hesabına her ay belli bir parayı gönderir, o ailenin fakirliğini devletten başka kimse bilmez, o da gider bankadan parasını çeker, çoluk çocuğun rızkını sağlar. Devlet bir eleman alacaksa kendisi, o ailelerden birisini alır. Onu sosyal güvenlik sisteminin dışında tutar. Yani artık sen Aile Destekleri Sigortasından para almayacaksın, çünkü sana iş verdik. Devlet böyle akıllı davranırsa hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye’yi inşa edebiliriz. Şu soru sorulabilir: Efendim Aile Destekleri Sigortası’nı siz mi buldunuz? Hayır efendim. Uluslararası Çalışma Örgütünün kabul ettiği 102 sayılı sözleşme, Türkiye bu 102 sayılı sözleşmeyi Meclis’ten geçirmiş. Hangi tarihte? 1971 yılında. Hangi yıldayız? 2021. Niye çıkmıyor Aile Destekleri Sigortası? 50 yıldır çıkarmıyorlar. Çünkü oy için, ben sana yardım yapacağım, sen bana oy ver. Bunun insanlık yönü var mı? Yoktur. Ahlaki yönü var mı? Yoktur. Devlet dediğiniz kurum, fakirliğiyle değil, zenginliğiyle övünür. Devlet dediğiniz kurum, hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir ortamla övünür, der ki benim ülkemde herkesin karnı doyar. Bunu sağlamamız lazım. Ve dördüncüsü, stratejinin dördüncü ayağı, sürdürülebilirliktir. Demokrasi sürekli gelişen bir kavramdır. Her gelişmeye ayak uyduracaksınız, durursanız düşersiniz. Üretim sürekli gelişen bir kavramdır. Bilgi, teknoloji, her şey süratle gelişiyor. Sevgili Çorumlular, insanoğlu tekerleği 1 milyon yılda keşfediyor, 1 milyon yılın sonunda tekerleği keşfediyor, ama bugün dünyada her saniyede birden fazla buluş var; dolayısıyla bu hızlı değişime, dönüşüme üniversitelerin ayak uydurması, sanayicinin ayak uydurması, hepimizin ayak uydurması lazım. Dikkat ederseniz çocuklarımız bizden çok daha güzel bilgisayarları kullanıyorlar, biz kullanamıyoruz ama onlar kullanıyor. Bizden daha iyi cep telefonlarını kullanıyorlar. Çünkü onların hafızaları çok daha taze ve teknolojiye onlar susamış vaziyette. Onlar daha bilgili olacak, onlar bizi aşacaklar, daha iyi yerlere gelecekler onlar. Ve biz bunu yakalamak zorundayız. Dolayısıyla değişime ayak uyduramayan bir ülke geriye gitmeye mahkumdur. Değişime ayak uydurmanın yolu, devlette liyakati sağlamaktır. Yani işi ehline teslim etmektir. O sürdürülebilirliği sağlar. Her seferinde yeni insanlar gelecek devletin yönetimine ve o insanlar ben bürokrasiyi, siyaseti kastetmiyorum, insanları kastediyorum, bürokratları kastediyorum, yeni insanlar gelecektir, yeni eğitimli insanlar gelecektir ve onlar Türkiye’yi sürekli ileriye taşıyacaklardır. Bu 4 stratejiyi mutlaka hayata geçirmek zorundayız. Aramızda muhtarlar var; muhtar kardeşlerime de birkaç konuyu daha ifade edeyim, sonra sözlerimi bitireyim. Muhtarları ben demokrasinin temel taşı olarak düşünürüm. Neden derseniz, çünkü bu topraklarda yapılan ilk seçim bir muhtarlık seçimidir. Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde ilk seçim yapılır 1833 yılında. Milletvekilliği değil, Başbakanlık değil, Cumhurbaşkanlığı değil; 1833 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde muhtarlık seçimi yapılır. O nedenle demokrasiyi güçlendireceksek muhtarlık kurumunu büyütmemiz lazım, güçlendirmemiz lazım. 82 kanunda, 354 maddede muhtar adı geçer; ne siz bilirsiniz, ne ben bilirim. Bir muhtarlık kanununa ihtiyaç var; derli toplu, muhtar eline aldığı zaman bütün hakları, yetkileri gösteren bir muhtarlık kanununa ihtiyaç var, bunun yapılması lazım. Biz bunu hazırladık, muhtar derneklerine gönderdik, onların da görüşlerini aldık, iyi bir hale getirdik, şimdilik duruyoruz. Efendim; belediye başkanlığı seçimi, milletvekilliği seçimi, bakarsınız birleşik oy pusulaları vardır, muhtarlık seçiminde birleşik oy pusulası yoktur, girerseniz kabine, beğenmediğiniz bir muhtar varsa onun pusulasını alır cebinize koyarsınız, ona oy vermek isteyenler de göremezler. Muhtarlar için niye birleşik oy pusulası yok? Niye olmasın? Hepsi görülsün. Yani milletvekili seçimi, belediye başkanları nasıl oluyorsa, orada da öyle olsun. Yani muhtarlık üçüncü sınıf bir kurum mu? Hayır, tam tersine demokrasinin temelidir orası, bunu yapmamız lazım. Başka? Değerli arkadaşlar; ben bir ara dedim ki muhtarlara, Allah nasip eder iktidara gelirsek, her bir muhtara birer yardımcı büro personeli, sınavla girecek, KPSS’yle, her muhtara birer yardımcı verilecek. Şimdi bizim belediyelerin bir kısmı bunu yapıyor zaten. Ama personel, muhtarın personeli değil, muhtarlığın değil, belediyenin personeli. Muhtar, belediye kendisine personel tahsis etti diye, belediye başkanını eleştiremiyor. Eleştirse bir yanlışı dolayısıyla, diyecek personelimi geri çekiyorum. Doğru mu, doğru. O zaman ne olması lazım? Belediyeye bağlı olmadan, muhtarlığa bağlı, A Muhtarı gider, B Muhtarı gider ama o personel orada kalır. Dolayısıyla muhtarın kendi düşüncesini özgürce ifade edebilmesine ortam sağlayacak bir mekanizmayı yaratmamız lazım. Öyle muhtarlıklar biliyorum ki, kirada oturuyor, elektrik, su, doğalgaz, parasını ödüyor. Niye sizin binanız yok? Belediyenin var, diğerlerinin de var, seçimle gelen herkesin yeri var ama muhtarın yok. Tek tip bir muhtarlık evi olması lazım, bir girişi olması lazım, personelinin oturacağı yer olması lazım, dosyaların konulacağı yer olması lazım, muhtarlık makamı olması lazım, önünde bilgisayarı olması lazım, gelen vatandaşın bekleyebileceği bir yer olması lazım. Vatandaş kime en rahat ulaşır? Belediye başkanına ulaşamaz, zordur, milletvekiline ulaşamaz, bakanlara hele hiç ulaşamaz. Derdi varsa gider muhtarı bulur en rahat, kapı açıktır, gider söyler. Dolayısıyla muhtarlık kurumunu büyütmeniz, güçlendirmeniz vatandaşın da işine gelir. Sosyal yardım yapıyoruz. Bir mahallede kimin fakir kimin zengin olduğunu kim bilir? En iyi iki kişi bilir,  mahallenin muhtarı ve mahallenin bakkalı, iki kişi bilir. Mahallenin muhtarı bilir; kimin defteri kabardı, kimin evinde o akşam tencere kaynamıyor bilir, bakkal da bilir, muhtar da bilir. Siz sosyal yardımı dağıtırken niye muhtara demiyorsunuz, arkadaş siz bu sosyal yardımı dağıtacağız da kime verelim diye. Normalde bu sorunun muhatabı muhtardır. Dağıtım gerekirse muhtarlık aracılığıyla yapılsın. Muhtar ayrım yapmaz a partili, b partili diye. Çünkü muhtar kendi ismiyle seçilir, parti kimliğiyle seçilmez. Başka bir şey daha var; muhtarlara ödenek verilir, maaş verilmez. Niye ödenek verilir size? İzin aldın mı ödeneğiniz kesilir. Hastalandınız, rapor aldınız mı ödeneğiniz kesilir. Milletvekili hastalandığı zaman maaşı kesiliyor mu? Hayır. Belediye başkanı? Hayır. Bakanlar? Hayır. Cumhurbaşkanı? Hayır. Sizinki niye kesiliyor? Bizi seçen millet sizi de seçmiyor mu? Sizi de seçiyor. Sizin maaş almanız lazım, ödenek değil. Maaşı alırsınız, mesele biter. Şimdi yeni bir çalışma yapıyorlar. Efendim yerel seçimler yapılırken belediye başkanları seçimiyle muhtarlık seçimini ayrı ayrı zamanlarda yapalım… Bu da yanlış. Siz sandığa seçmen getiremezsiniz. Belediye başkanlığı seçimi daha hareketlidir, bir parti yarışı vardır orada. Seçmenler giderler, giderken muhtarlarını da seçerler. Bu ayrımcılığı kabul etmiyoruz, dolayısıyla muhtarlık seçimiyle yerel seçimlerin bir arada ve aynı zaman dilimi içinde yapılması lazım. Bir başka konu daha, her muhtarlığın bir bütçesinin olması lazım. Bunu ilk söylediğim zaman, ilk seslendirdiğimde muhtarlar inanmadılar. Devlet para bulamıyor kardeşim, biz nereden para bulacağız diye. Niye bulunmuyor? Sizin oturduğunuz mahallede evleri olanlar emlak vergisi ödemiyor mu? Ödüyorlar. Kim alıyor emlak vergisini? Belediye alıyor. Peki sizin mahallede belediyenin aldığı emlak vergisinin yüzde 1’i muhtarlık bütçesi diye ayrılsa ayıp mı olur, yanlış mı olur? Yalnız belediye bütçesi demek, o bütçenin denetimi anlamına da gelir. Paranın yasaya uygun olarak kullanılması, harcanması lazım. Fakir bir aile düşünün, çocuğu üniversite sınavlarını kazanmış. Gidecek Ankara’ya kaydını yapacak, yol parası yok. En rahat ulaşacağı kişi muhtardır. Muhtar diyecek ki otobüs biletini alıyorum, git gel kardeşim, bitti, onu da masraf olarak yazacak, defterinin bir yerine kaydedecek, dolayısıyla muhtarlığın da bir bütçesinin olması lazım. Başka bir şey daha, mahallede bir karar alıyor belediye meclisi, sizin hiç haberiniz bile yok. Vatandaş geliyor diyor, muhtar nasıl oldu bu? Siz diyorsunuz, valla haberim yok, bu belediye meclisinden karar alınmış. Mahallenizle ilgili bir karar alındığında, o belediye meclisi toplantısına muhtar mecburen katılmalı, yasaya göre ve söz ve karar sahibi olmalı. Yani orada oyda kullanabilmeli ve kararla ilgili ilk konuşmayı da muhtar yapmalı. Böylece mahallenin lehine midir, aleyhine midir en iyi muhtar bilir. Beldeyi dinleyecektir, bunu dile getirecektir ve seslendirecektir. Bakın size angarya iş yaptırıyorlar, Anayasaya göre angarya yasaktır yani bedava iş yaptırılmaz. Size icra dosyaları geliyor değil mi, icradan tebliğ edin diye. Para veriyorlar mı size? Vermiyorlar. Ama aynı işi PTT memuru yaparken ona aylık veriyorlar. Onların tebliğiyle ilgili de sizin bütçenize belli bir paranın PTT tarafından ödenmesi lazım. Siz onların görevini yapıyorsunuz. Bedava iş yapmak var mı? Anayasaya göre yasak. Bütün bunları,     -buna benzer bazı şeyler daha var- bütün bunların hepsini yapacağız. Yapma kararındayım, bu ülkeye demokrasi ya gelecek, ya gelecek arkadaş. Yapacağız, bu demokrasiyi getireceğiz. Beraber yapacağız. Siyaseti kirlilikten arındıracağız, bu ülkeye demokrasiyi getireceğiz. Muhtarlıktan başlayacak bu. Temiz siyasetten başlayacak, ahlaklı siyasetten başlayacak. Artık öyle kavganın yeri yok, iyilikte yarışmak diye bir kavram var. İyilikte yarışalım kardeşim, kötülükte niye yarışıyoruz, iyilikte yarışalım, iyi şeyler yapalım. Benim yaptığıma öbürü desin ki ben daha iyisini yapacağım, daha iyisini yapalım. Bütün önyargılarımızı yıkalım, tamamını çöp sepetine atalım, dünyaya daha güzel gözlerle bakalım, daha huzurlu bakalım. Şu anlama gelmesin, efendim şu CHP’nin hiçbir kabahati, kusuru yok bu işlerde. Hayır efendim, bizim kabahatimiz de var, kusurumuz da var, yanlışımız da var. Ama şunu rahatlıkla size söyleyebilirim, son 10 yılda en büyük değişimi yaşayan parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir, en büyük değişimi yaşayan parti. Demokrasiden yana, insan haklarından yana, geçmişte ne kadar hatalarımız varsa, hatalarımızı telafi etmeye çalışıyoruz ve edeceğiz de. Hatalarımızla yüzleşeceğiz, yanlışımızla yüzleşeceğiz, bunu yaptığımız zaman, topluma karşı samimi olmuş oluruz. İkiyüzlü bir siyaset kadar yanlış bir şey yok, temiz olacaksın kardeşim, yanlışın varsa evet burada yanlışımız var diyeceksin; düzeltirsin, vatandaş takdir eder onu, vatandaş der ki, güzel, hata olduğu zaman kabul ediyor ve düzeltiyor. Bunu yapacağız. Değerli arkadaşlarım, soru cevap olacak, soru soracaksınız; sizden iki şey istiyorum. Bir, acaba bu soru da Genel Başkan’a sorulur mu diye düşünmeyin, evet sorulur arkadaş, kafanızda soru varsa soracaksınız. İki, bu soruyu sorsak acaba Genel Başkan üzülür mü? Asla üzülmem. Çünkü bu toplantıyı samimi bir helalleşme toplantısı olarak düşünüyorum. Yanlışımız varsa söyleyin, ben de düşüncemi söyleyeyim. Ama şuna inanmanızı isterim, vereceğim her cevap samimi olarak düşündüğüm cevaptır, her cevap; öyle gizli kapaklı, örtülü falan değil. Arkadan dolanayım, üstünkörü geçeyim, nasıl anlatayım, yok öyle; açık ve net düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. Hepinize çok teşekkür ederim. Selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Çok sağ olun. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler