18.01.2020

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, CHP EĞİTİM ÇALIŞTAYI'NIN AÇILIŞINDA KONUŞTU (18 OCAK 2019)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, parti genel merkezinde "Nasıl bir eğitim istiyoruz?" başlığıyla düzenlenen CHP Eğitim Çalıştayı'nın açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:


Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Sayın Başkanvekili, siyasi partilerin değerli yöneticileri, temsilcileri, sendikaların, derneklerin eğitime gönül vermiş dostları hepinizi yürekten sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.  
Değerli arkadaşlarım, aslında çok önemli bir toplantı yapıyoruz. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili, çocuklarımızla ilgili bir toplantı yapıyoruz. Toplantının önemini benim bildiğim kadar siz benden daha fazla biliyorsunuz. Çünkü yıllarınızı eğitime verdiniz.
Ama izin verirseniz eğitim konusuna girmeden önce bir konuya kısaca değinmek isterim. Eski Genel Başkanımız Bülent Ecevit’in eşi Sayın Rahşan Ecevit dün akşam hayatını kaybetti. Ecevit’in yol arkadaşı, dostu, kader arkadaşı, uzun yıllar birlikte siyasette ortak çalışmış, sevgiyi, saygıyı, liyakati, dostluğu bize bir anlamda öğretmiş olan önemli bir aktördü rahmetli Rahşan Ecevit. Kendisine Allah’tan rahmet diliyoruz ve kendisini yarın eğer netleştiyse sonsuzluğa uğurlayacağız.
İkinci konu yine bir kadın, Betül Kaçar. Dün akşam sosyal medyada herhalde hepiniz bir şekliyle haberdar oldunuz. Bizim yetiştirdiğimiz bir değer, bir bilim insanı Amerika’da NASA ekibine dahil edildi ve orada araştırma yapacak. Attığı twitte şunu söylüyor, “Cumhuriyetin çocuğu diye hitap etmişsiniz bana, ne kadar anlamlı, borcumuz biz kadınlara eğitim fırsatı ve eşitliği veren cumhuriyete. Keşiflerimiz tüm insanlığa hediye” diyor.
Evet hepimiz çocuklarımızın iyi bir eğitim almasını isteriz. Kendi yaşamımdan örnek vermek isterim size. Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez bir köyünde doğdum. Hala yolu yok. Ama cumhuriyetin sayesinde okudum. Fırsat eşitliği verildi bana. İlkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi bitirdim. Zor koşullarda okuduk. Benim kuşağım genelde zor koşullarda okudu. Ama bir fırsat eşitliği vardı ve cumhuriyetin sayesinde, cumhuriyeti kuranların sayesinde yani Gazi Mustafa Kemal’in ve arkadaşlarının sayesinde bugün biz belli yerlere gelebiliyoruz. Fırsat eşitliği neydi? Kişinin zengin veya yoksul olması değil yeteneklerinin öne çıkabildiği bir süreç yaşandı ve o süreç içinde bizler de bir yerlere geldik. Fırsat eşitliği dediğimiz kavram eğitimde son derece önemlidir.
Eğitim, eğitim politikası. Şöyle düşünmek gerekiyor, kapsayıcı ve eşitlikçi bir eğitimden yanayız. Yani sorgulama ve esnek düşünme. Yaşamı sorgulayacağız ve esnek düşüneceğiz. Zaten eğitimin temelinde de merak vardır, insanın merakı vardır. Eğer insan yaşamında, çocuklarımız yaşamında okula giderken ne kadar nitelikli sorular sorarlarsa eğitiminde o kadar başarılı olduğunu görürüz. Merakı sorgulamayla yan yana getirdiğimizde farklı bir süreci çocuklarımıza yaşatmış oluruz. Elbette ki, kapsayıcı ve eşitlikçi eğitim ihtiyaç duyulan bilgilere de ulaşabilmesini sağlamaktır. İhtiyaç duyulan bilgilere çocuklarımız, gençlerimiz, hepimiz yaşam boyu hızla ulaşabilmeliyiz. Farklı bilgi parçacıklarını birleştirerek problemleri, sorunları çözmeliyiz. Evet hayatın her tarafında çok farklı bilgiler var ama bilgileri yan yana getirip sorunları çözme gibi bir yeteneği mutlaka çocuklarımıza öğretmeliyiz. Buluş ve inovasyon. Bu da çocuklarımızın merak duygusunun getirdiği doğal bir sonuç. Eğer o eğitim süreci içinde merakı bilimle yan yana getirebilirsek çok daha farklı bir tablo ortaya çıkar. Ve en önemlisi birlikte çalışmak. Öğrenci aldığı bütün bilgileri arkadaşlarıyla paylaşabilmeli. Tıpkı burada öğretmen ve arkadaşlarını gösteren, çocukları gösteren fotoğrafta olduğu gibi. Bakın o çocukların gözlerine her birisinin gözlerinde sevinç var, umut var, soru var, sorgulama var. Bu kadar güzel bir değerli tablo. Dolayısıyla çocuk neyi, nasıl yapabileceğini, neyi nasıl sorgulayabileceğini, soru sorduğu zaman da önünde bir engelin olmayacağını bilmeli ve bunları hayata geçirebilmeli. Tabi bu aynı zamanda şu demek, yaşam boyu eğitim demek. Çünkü eğitim sadece okulda aldıklarınızla size bir şey katmıyor. Elbette çok bilgileri elde ediyorsunuz. Ama bilimde ve teknolojide o kadar hızlı değişimler ve dönüşümler oluyor ki, biz yaşam boyu eğitimi hayatımızın en önemli parçası haline getirmek zorundayız. Değişimi, bilgideki değişimi, inovasyonu, icatları, dünyayı, kainatı merak ederek ve bütün buralarda yaşanan dengelerin nasıl oluştuğunu araştırarak bir şekliyle kendimizi beslemeliyiz.
Peki yaşam boyu eğitimi bizim bakanlığımız yani Milli Eğitim Bakanlığımız veya Türkiye’de siyasal iktidarlar eğitime gerekli desteği, gerekli önemi verdiler mi? Belki sormamız gereken sorulardan birisi şu: Adına milli eğitim diyoruz, Yıldırım Bey konuşmasını yaparken “eğitimi partiler üstü düşünüyoruz” dedi. Evet, eğitim partiler üstüdür. Bakanlığın adı da bir siyasal partinin bakanlığı olarak adlandırılmıyor, Milli Eğitim Bakanlığı deniyor, milli olmak zorundadır. Ama milli olmak içine kapanık olmak değil, milli olmak kendi değerlerimizi evrensel değerlerle buluşturmak demektir. Kendi değerlerimizi evrensel değerlerle buluşturuyorsak o zaman Milli Eğitim Bakanlığı hem kendi ülkesinde, hem dünyada yankılanacak çok önemli başarılara imza atan insanları, gençleri yetiştirmiş olur. O çerçevede bakana göre milli eğitim sistemi değişmez, başbakana göre değişmez, genel müdüre göre değişmez, cumhurbaşkanına göre değişmez. Eğitim sisteminin evrensel değerleri ve milli değerleri içeren bir yapı içinde ele alınıp değerlendirilmesi lazım. Bunun yolunu da aslında zaten Mustafa Kemal göstermiş bize. Çağdaş uygarlığın üzerine çıkmak. Çağdaş uygarlığın üzerine nasıl çıkacaksınız? Eğitimle çıkacaksınız, bilimle çıkacaksınız, araştırmayla çıkacaksınız, sorgulamayla çıkacaksınız. Düşüncenin önündeki bütün engelleri kaldırarak çıkacaksınız. Başka bir seçeneğiniz yok. Eğer siz eğitimde geri kalırsanız ülkeyi geriletmiş olursunuz. Osmanlının batışının temel ögesi Osmanlının bilimden ve eğitimden yoksun olmasıdır. Özellikle son yıllarda, başlangıçtaki bütün o eğitimdeki başarıyı son yıllarda sürdürememiştir. Dolayısıyla temel sorunumuz değerli arkadaşlarım, eğitim konusunda sağlıklı, tutarlı, sürdürülebilir ve kalıcı bir politika üretmememizdir. Eğitim konusunda kalıcı, sağlıklı, tartışmaya açık, sürekli yenilenen, sürdürülebilir bir politika izlediğimiz takdirde eğitimde çok daha başarılı süreçleri yakalayabiliriz.
Ben kısaca sorunlara değinmek isterim. Bizim gözlediğimiz, bir siyasetçinin gözünden yaşadığımız sorunlara değinmek isterim. 18 yılda 7 kez Milli Eğitim Bakanı değişiyorsa ve her bakan değiştiğinde eğitim politikası değişiyorsa bir sorunumuz var demektir. Sorun kişinin eğitim politikasını belirlemesidir. Oysa eğitim politikası kişinin değil, bilim insanlarının, eğitimcilerin, yani bütün tarafların bir araya gelerek kalıcı bir politika oluşturmalarından geçer. Yoksa bakana göre eğitim politikası, başbakana göre eğitim politikası olursa o eğitim politikası çocukların denek olarak kullanılmasına yol açar. Oysa bizim çocuklarımız değerlidir ve onların denek olarak kullanılmasını asla kabul etmeyiz.
Bakınız, LGS’yi getirdiler olmadı, OKS’yi getirdiler olmadı, SBS’yi getirdiler olmadı, TEOG’u getirdiler olmadı tekrar LGS’ye döndüler. Yani alfabede neredeyse harf kalmayacak. Bu doğru değil. Kalıcı, tutarlı, mantıklı, bilime uygun, laikliğe uygun bir eğitim politikasının sürdürülmesi lazım. Öyle bir noktaya geldik ki, 21.yüzyılın Türkiye’sinde bakanlar çıkıp nitelikli okul, niteliksiz okul ayrımı dahi yaptılar. Varlıklının çocuğu nitelikli okula, fakir fukaranın çocuğu niteliksiz okula gidecek gibi bir tabloyu Türkiye’nin önüne koydular. Bunu kabul etmek mümkün değil.
4+4+4 sistemi geldi. Değerli hocalarım, sevgili öğretmenlerim, 4+4+4 sistemi nasıl geldi? Eğitim şuralarında tartışıldı mı? Hayır. Milli Eğitim Bakanlığında tartışıldı mı? Hayır. Bakanlar kurulunda tartışıldı mı? Hayır. Kalkınma planlarında var mıydı? Hayır. Kanun teklifini kim verdi? 5 milletvekili verdi. 5 milletvekilinin içinde hiçbirisi eğitimci değildi. Bana söyler misiniz böyle bir eğitim sistemi olur mu? Eğitimci olmayanların eğitim politikasını belirlemesi. Yani doktor olmayanın ameliyathaneye girip baypas ameliyatı yapması gibi… Aklın, mantığın alamayacağı şey. Ama Türkiye’de biz bunları yaşadık. Kimin karşı çıkması gerekirdi? Bütün öğretmenlerin karşı çıkması gerekirdi. Sadece ben kendi çocuğumu düşünmüyorum. Benimle aynı siyasi görüşü paylaşmayan insanların da çocuklarını düşünüyorum. O çocukların da iyi bir eğitim alması lazım. O nedenle siyasi görüşü ne olursa olsun bütün öğretmenlerin topluca karşı çıkması gerekirdi, bu yanlıştır denmesi gerekirdi. Türkiye’yi geriye götürür denmesi gerekirdi.
Değerli arkadaşlarım, sonuçları ne oldu? Üniversite sınavlarında sonuçları gördük. Fizik alt testinde 1 milyon 131 bin 330 öğrenci, kimya alt testinde 1 milyon 163 bin 813 öğrenci, biyoloji alt testinde 1 milyon 477 bin 780 öğrenci bir tek soruyu dahi yanıtlamadı. Çünkü aldıkları eğitim o yanıtları vermesine yetmiyordu. O zaman gidişte bir yanlışımız var, bu politikada bir yanlış var ve bu yanlışın bir şekliyle düzeltilmesi gerekiyor. Kim düzeltecek? Başta öğretmenler. Önemli bir güçsünüz öğretmen arkadaşlarıma ifade edeyim. Kamuda da önemli bir güçsünüz, Türkiye’de de önemli bir güçsünüz. Sizin önünüzdeki en ciddi engel, sizin ayrışmanız ve bölünmeniz. Farklı siyasi gruplarda olabilirsiniz, farklı siyasal düşüncelerde olabilirsiniz, farklı kimlikleriniz, farklı inançlarınız dahi olabilir ama eğitimin evrenselliği konusunda ortak hareket etmek zorundasınız, birlikte hareket etmek zorundasınız. Çünkü söz konusu olan bizim çocuklarımız ve o çocukların çok iyi eğitim alması lazım. Okul ayrımı yapmadan, bölge ayrımı yapmadan bütün çocuklarımızın nitelikli, kaliteli, sorgulayan bir eğitimi almaları ve bunu da hak ettiklerini bilmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, 2014 yılında bir gecede binlerce okul yöneticisi değiştirildi. Bir gecede karar aldılar, bütün okul yöneticilerini değiştirdiler. Niçin? Efendim mevcutların siyasi görüşü farklıdır diye. Hep söylerim; devlet yönetiminde liyakat esastır, işi ehline vereceksiniz, işi bilene vereceksiniz. Siyasi tercihlere göre eğitim olmaz. Eğitim bilimseldir, eğitim laiktir, eğitim sorgulayıcıdır. Eğer siz böyle yaparsanız sorgulama süreci içinde zaten insanoğlu gidip doğruyu bulacaktır. Biz böyle baktığımız zaman eğitim sistemini evrensel değerlerle buluşturmuş olacağız.
Öğretmenlere bir anlamda ekonomik olarak azap yaşatıyoruz. Söyledik 3600 Ek Gösterge verilmesi lazım öğretmenlere. Özel okullara verilen desteği açıklayım size, rakam 5 milyar 78 milyon lira. 3600 Ek Gösterge verilseydi öğretmenlere, onun mali yükü 5 milyar 200 milyon lira, daha az. Niye verilmiyor öğretmene? Özel okullara veriyorsunuz, her türlü desteği veriyorsunuz. Öğretmenlere o desteği vermiyorsunuz. Bunun da sorgulanması lazım değerli arkadaşlarım.
PİSA sınavlarını biliyorsunuz hepiniz, gazetelerden de okuyorsunuz. Gerçekten içimiz acıyor, bizim çocuklarımız neden okuma becerisinde, neden matematikte, neden fen bilimlerinde gerilerde yer alıyor. Bir sorunumuz var demek. O sorunu bir şekliyle gidermemiz gerekiyor. Kim giderecek? Siyaset kurumu ve öğretmenler evrensel değerleri yakalayarak, onları savunarak bu sorunu çözecek. Sadece tabi ortaöğretim, ilköğretim değil üniversitelerde de tam bir facia var. Her tarafa üniversite açtık, güzel. Bununla da övündük, çok güzel. İyi de üniversiteyi açtık içinde akademisyen yok, ders verecek hoca yok. Bunun adı üniversite olur mu? Olmaz. Şimdi o okullardan mezun olanlar iş bulamıyorlar. Ciddi bir sorunumuz var. Bir öğretmeni yetiştirmek kolay değildir. Büyük bir emek vardır o öğretmenin yetişmesinde, büyük bir sabır vardır ve biz öğretmeni yetiştirdikten sonra farklı düşündü diye öğretmeni kanun hükmünde kararnameyle kamu görevinden atarsak bu doğru değildir. Öğretmen de düşünecek, öğretmen de sorgulayacak hayatı. Onun da düşünme ve sorgulama hakkı var. Onun da farklı siyasal partiler arasında onun da görüşü var. Bizim ona da saygı duymamız gerekir. Farklı düşündü diye onu alıp üniversiteden veya okullardan atarsanız kanun hükmünde kararnameyle bu doğru değil. O zaman hangi demokrasiden söz ediyoruz? Düşüncenin farklılığına tahammül edemeyen bir siyasal anlayışla demokrasi olmaz, öyle bir anlayış içinde demokrasi olmaz. Demokrasi zaten farklı düşüncelerin ortak zeminde dile getirilmesidir. Ortak zemin dünyadır. Farklı düşünceler bütün dünyada her yerde dile getirilir. Ayrıca siyasetçilerin bilmesi gereken bir gerçek var. Farklı düşünceler bir ülkenin zenginliğidir. Çatışma aracı değildir, kavga aracı değildir. Tam tersine zenginliğidir. Ne kadar çok farklı düşünce olursa o farklı düşünceler bir tartışma zemini yaratır. Her tartışma zemini bize doğru yolu gösterir, oturur tartışır ve bir istikamet, bir yol buluruz. Burada da sorunumuz var.
Yükseköğretim… 100 öğrenciden ancak 21’ine yurt veriyoruz düşünebiliyor musunuz? Bir yılda çözülecek sorun 18 yıldır çözülemedi. Bir yılda çözülecek. Yurt yapmak öyle çok pahalı bir şey değil. Verirsiniz TOKİ’ye görev dersiniz ki her üniversitenin yanına yurt yap, bitti mesele bu kadar basit. Bir yılda bitirirler. Birer, ikişer kişilik odalı, sıcak – soğuk suyu olan, geniş bant internet erişimi olan yurtlar yaparsanız. Öğrenciler gelir yurtlarında kalırlar, anneler, babalar güven içinde çocuklarını büyük kentlere gönderirler. Bu bile yapılmıyor neden? Yanlış siyasal tercihler nedeniyle bu bile yapılmıyor değerli arkadaşlarım.
Sadece bu değil tabi, eğitim konusunda ayırdığımız kaynaklar da son derece yetersiz. 2002’de yüzde 17 olan eğitim yatırımları, 2020 bütçesinde yüzde 4,65’e düşmüş durumda. Bu da ciddi bir sorun.
Değerli arkadaşlarım, bu sorunlar yeni değil tabi yıllardır var. Bir örnek vereyim size, Finlandiya’dan örnek vereceğim. Finlandiya’da bakıyor siyasetçiler, iktidarı muhalefeti, Avrupa’da bütün ülkeler gelişiyor, kişi başına gelir de artıyor. Ama Finlandiya’da kişi başına gelir bir türlü artmıyor, diğer ülkelere göre geride kalıyor. Oturuyorlar hep beraber uzmanlarla birlikte nerede bir sorunumuz var bizim, nerede bir eksiğimiz var bizim, oturup tartışıyorlar, sorunun eğitimden kaynaklandığını görüyorlar ve oturuyorlar eğitimde bir reform yapıyorlar. Bugün Finlandiya’da kişi başına gelir Avrupa’da pek çok ülkeyi aştı, hızla büyüdüler.
Biz ne yaptık Cumhuriyet Halk Partisi olarak? 2015 yılında bu reformu yapan uzmanı, bakan yardımcısını, Türkiye’ye davet ettik, İstanbul’a. Eğitimin bütün bileşenlerini de davet ettik. Sorun sadece bizim sorunumuz değil Türkiye’nin ortak sorunu. Reformu nasıl yaptıklarını, nasıl gerçekleştirdiklerini ve nasıl başarı elde ettiklerini bütün ayrıntılarıyla bir şekliyle aktardı.
Değerli arkadaşlarım, Ayşenur Özdemir diye bir hocamız var. 2017 yılında kendisinin bir makalesi var. Hakemli bir dergide yayınlanan makalesi. Hocamız fizik öğretmeni ve Finlandiya’daki reformu araştırmış. Şöyle diyor araştırmasının bir bölümünde, “Finlandiya’da eğitimdeki başarınızın sırrı nedir diye sorduğumuzda alacağımız cevap kesin ve net: Öğretmenlerimiz. Eğitimdeki başarınızın sırrı nedir diye sorduğumuzda cevap kesin ve net: Öğretmenlerimiz. Öğretmene duyulan güven, inanç ve değer en üst düzeydedir. Söyledikleri cümle şudur, her işi uzmanına bırakmalıyız. Yani liyakati uygulamalıyız. Eğitim görevini çocuklarla birebir yürüten öğretmenlerdir. Bu nedenle eğitimde birinci derecede yetkili öğretmendir. Her öğrenci önemlidir, her öğrenci özeldir, öğrencideki yetenekleri ortaya çıkaracak olan öğretmendir” diyor. Doğru mu? Doğru. Peki, bizde öğretmen? Bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya. En büyük sorunu ne? Sınıf sorunu var, öğrencilerin sorunu var, aybaşını nasıl getireceğim diye bir sürü sorun var. Nasıl aşacağız bunu? Eleştirdim doğru. Bazen söylerler, bu CHP var ya CHP, evet. Hep eleştirir hiç öneri getirmez. Ama size şunu söyleyeyim, nerede bir sorun dile gelmişse mutlaka onun nasıl çözüleceğini de dile getiriyoruz. Bunu unutmamanızı isterim. Nerede bir sorun dile getiriyorsak nasıl çözüleceğini de söylüyoruz biz. Şu olabilir, bizim çözümümüz eksik olabilir, yanlış da olabilir, tartışmaya da açılabilir, hiçbir sorun yok. Bütün mesele, sorunla beraber çözümü de ortaya koymaktır. Öğretmen mademki eğitimin öznesidir, mademki bütün dünya bunu böyle kabul ediyor ve bütün uygulamalarda öğretmen sorunlarından arındırıldığında eğitim çok daha başarılı bir çizgiye oturuyorsa bizim de öğretmenlerle ilgili yapmamız gereken bir şeyler var.
Neler yapmalıyız? Bir, öğretmenleri bir sefer devlet memurları kanunundan çıkarmalıyız. Öğretmenler Meslek Kanunu diye özel bir yasa çıkarmamız gerekiyor tıpkı hakimler, savcılar gibi. Çünkü öğretmenler sıradan bir devlet memuru değildir, bu devlet memurlarını küçümsedim falan diye değil, öğretmene verdiğimiz değer nedeniyle sıradan bir devlet memuru değildir. Öğretmen sadece sabah gidip akşam dönen bir kişi de değildir okuluna. Okulundaki sorununu, öğrencinin sorununu evine taşıyan, beynine taşıyan kişidir öğretmen aynı zamanda. O nedenle öğretmenlerle ilgili özel bir yasa olması lazım, Öğretmenler Meslek Kanunu.
İki; öğretmenlere bir aylık veriyoruz tamam. Emekli oluyor aldığı aylık düşüyor yarı yarıya. Bir kişiyi mesleği ne olursa olsun yaşadığı hayat standardından yüzde 50 aşağı düşürürseniz huzursuzluk yaratır. En ciddi sorunlardan birisidir. Yapmamız gereken öğretmene 3600 Ek Göstergeyi vermektir. Nerede vereceğiz? Öğretmenler Meslek Kanununda vereceğiz, yazacağız oraya, 3600 Ek Gösterge verilecek. Böylece öğretmen emekli olduğunda da çalışırken hangi yaşam standartlarındaysa aynı yaşam standardını sürdürebilecek. Bu toplumun aslında öğretmene duyduğu temel saygının da bir göstergesi olmalıdır.
Üç, 24 Kasım Öğretmenler Günü. O gün bütün öğretmenler kendi günleri olduğu seviniyorlar. Aslında seviniyorlar mı, üzülüyorlar mı o ayrı hikaye. Ama bizim o gün öğretmenleri ödüllendirmemiz gerekir, siyaset kurumunun. Birer aylık ikramiye verilmesi gerekir bütün öğretmenlere.
Yine öğretmenlerle ilgili bir garip tablo var. Kadrolu öğretmen, sözleşmeli öğretmen bir sürü tanım var. Hepsi öğretmen. Birisi yüksek maaş, birisi düşük maaş, birisi ders başına maaş. Böyle bir garip tablo var. Öğretmenlerin eşit ve aynı haklara sahip olan bir statüye kavuşturulması lazım. Ne demek sözleşmeli öğretmen, ne demek kadrolu öğretmen? Güvenceyse bütün öğretmenleri kapsamalı. Dolayısıyla bütün öğretmenlerin aynı statüde olması lazım. Öğretmenler arasında bir farklılık asla doğru değil. Hala dışarıda atama bekleyen binlerce öğretmen olmasına karşın hala öğretmen açığımız var. Bu doğru değil. Sağlıklı işleyen bir devlet çarkında eğitim, sağlık ve güvenlikte boş kadro olmaz. Çünkü bu üçü zaten devletin temel görevidir; eğitim, sağlık ve güvenlik. Bütün kadroları doldurmanız lazım ve bu hizmeti de toplumun her noktasına, her coğrafyasına taşımanız gerekir.
Taşımalı eğitime son verilmeli. Taşımalı eğitim son derece yanlış. Öğretmeni şöyle düşünün, öğretmen elinde bir meşaleyle, herhangi bir kamu görevlisinin ulaşamadığı noktaya ulaşan kişidir. Toplumu aydınlatan kişidir öğretmen. Öğretmenin böyle bir özelliği var. Köye de gitmeli öğretmen, mezraya da gitmeli öğretmen. Nerede öğrenci varsa öğretmeni de orada olmalı. Öğretmen sadece oradaki çocukları eğitmek için değil, orada toplumu aydınlatacak öğretmen. Sorunlar çıktığında başvurulan, sorunları çözen bir aktör olarak öğretmen çıkmalı. Cumhuriyet’te böyleydi zaten. Cumhuriyetin kuruluşunda da böyleydi. At sırtında, katır sırtında köylerden kız öğrencileri toplayıp okutan öğretmenleri asla unutmadık biz. Dolayısıyla öğretmen dediğimiz kişiyi toplumun bütün coğrafyasına dengeli dağıtmak zorundayız neden? Aydınlanma için. Buna ihtiyacımız var.
Başka bir şey daha yedinci madde. Öğretmenlere 3600 Ek Gösterge dedik, bir maaş ikramiye. Bunlar yetmez arkadaşlar. Neden yetmez? Bugün öğretmenlerin yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Açlık demiyorum yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Yani öğretmenlerin yüzde 90’ı aslında yoksulluğa mahkum etmiş bir ülkeyiz. Ama gidin Finlandiya’ya, gidin Almanya’ya, gelişmiş bütün ülkelere gidin öğretmen baş tacıdır. Neden yoksulluk sınırının altında öğretmene aylık veriyoruz? En azından hiç değilse yoksulluk sınırının bir puan üstünde aylık verelim, madem bütçe yetmiyor. Bunu biz söylüyoruz ama bu talep sizlerden de gelmeli. Sadece X öğretmen derneğinden ve öğretim derneğinden veya sendikasından değil, bütün öğretmenlerin ortak payda şeklinde bu sorunları dile getirmeleri ve siyasal ortamdan, iktidardan talepte bulunmaları gerekiyor. Bunu sağlamanız gerekiyor.
Tabi bu arada değerli arkadaşlar, kanun hükmünde kararnameyle görevlerine son verilenlerin görevlerine iade edilmesi lazım.
Özel okullara aktarılan paralar var. Özel okullara kamunun para aktarmaması lazım. Aktaracaksanız camı, penceresi olmayan, kapısı olmayan okullar var, devlet okulları var, önce onları onarın, o okullar doğru dürüst okul haline dönüşsün, öğrencilerin masaları, sıraları olsun, öğretmenler rahat etsin. Paranız varsa verebilirsiniz, ama önce şu fakir fukara çocukların gittiği okulların adam gibi okul olması lazım, güzel olması lazım.
21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyoruz, hala birleştirilmiş sınıflar var. Değerli arkadaşlarım, hala ikili eğitim var. 21.yüzyılın Türkiye’si, hani ortaçağdan söz etmiyoruz, cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarından da söz etmiyoruz, 21.yüzyılın Türkiye’sinden söz ediyoruz.
Başka bir şey, Köy Enstitüleri bizim eğitim tarihimizde bir dönüm noktasıdır. Onun bir öncesi Millet Mektepleridir. Millet Mektepleri sonra Köy Enstitülerine evrilmiştir. Yeni Köy Enstitüleri için talepte bulunanlar da var. Bizim görüşümüz şöyle, Türkiye coğrafyasındaki bütün organize sanayi bölgelerinde yatılı teknoloji liseleri kurulmalı. Buraya gelecek çocukların aileye yük olmaması lazım. Buraya gelecek çocukların birinci veya ikinci sınıftan sonra kendi alanlarıyla ilgili organize sanayi bölgesindeki firmalarda eğitim görmeleri lazım. Yani oraya gidip çalışma hayatını gözlemeleri ve orada staj yapmaları lazım. Staja başladıktan sonra bunların sosyal güvenlik primleri ödenmeli yani sigortalı yapılmalı ve bunu kamu karşılamalı. Böylece çocuk, iş garantili eğitim diyoruz biz buna, aileye yük olmadan gelecek, birinci, ikinci sınıfı okuyacak, ondan sonra kendi alanıyla ilgili fabrikada eğitim görecek, sosyal güvenliği olacak, sosyal güvenlik primi kamu tarafından karşılanacak. Eğer üniversiteye gitmek istiyorsa kendi branşında artı puan verilerek üniversiteye devamına imkan sağlanacak. Makine bölümünde okuyorsa, motor bölümünde diyelim okuyorsa onun iz düşümü olan üniversiteye giderken diğer öğrencilere göre artı şu kadar puan ilave edilmeli. Çünkü o ortaöğretimde bunu gördü. Bu çerçevede biz teknoloji liselerinin bütün organize sanayi bölgelerinde kurulmasını istiyoruz.
Ve tabi okul aile birliklerimiz var. Okul aile birliklerine biraz daha fazla yetki vermek gerekiyor. Öğretmen ve öğrenciyi buluşturan, velileri buluşturan bu yapının daha sağlıklı bir zeminde yürümesini istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bir toplumu büyütmek istiyorsanız, bir toplumu geliştirmek istiyorsanız kesinlikle eğitimi ihmal etmeyeceksiniz. Eğer toplumu geri bıraktırmak istiyorsanız, ekonomik olarak, sosyal olarak, siyasal olarak bu toplum geriye gitsin istiyorsanız öyle gelip işgal etmek, bombalamak, bunlara hiç gerek yok. Sadece eğitim sistemini bozacaksınız. Eğitim sistemini bozduğunuz andan itibaren o toplum geriye gider. Bilimden uzaklaştırıyorsunuz. Çünkü toplumu, çocukları, gençleri bilimden uzaklaştırmış oluyorsunuz. Bunu en güzel anlatan kişilerden birisi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ben onun bir cümlesiyle konuşmamı bitirmek isterim. Şöyle der; “Eğitimdir ki bir milleti ya hür yani özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da milleti esaret ve sefalete terk eder” diyor.
Biz büyümek istiyoruz, biz ülkemizde huzur istiyoruz, biz çocuklarımızın çok iyi eğitim almasını istiyoruz. Biz çocuklarımızın bütün dünyayı sorgulamasını istiyoruz. Biz çocuklarımızın öğretmenlerine çok nitelikli, kaliteli sorular sormalarını istiyoruz. Biz çocuklarımızın soru sorarken engellenmemelerini istiyoruz. Sus, yeteri kadar soru sordun denmemesini istiyoruz. Biz çocuklarımızın iyi beslenmesini istiyoruz. Biz çocuklarımızın üniversiteyi kazandığında anne ve babaların kaygı duymamasını, onların yurtları var o yurtlarda kalacaklar diye düşünmesini istiyoruz. Biz eğitime daha fazla kaynak ayrılmasını istiyoruz. Ve öğretmenlerimizin aybaşını nasıl getireceğim diye düşünmemelerini istiyoruz. Biz öğretmenlerin toplumun en saygın sınıfı olarak kabul edilmesini istiyoruz. Bizi yetiştiren, bizi topluma kazandıran, bizi bugünlere getiren kişinin öğretmen olduğunu asla ve asla unutmamamız gerekiyor. Ülkenin geleceği öğretmenlerin elindedir. Öğretmenine yeterli ortamı, sağlıklı ortamı, görev yapacak bir ortamı sağlayamayan bir toplum geriye gitmeye mahkumdur. Biz ileriye gitme kararlılığındayız. Kimlerle? Öğretmenlerimizle birlikte.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler