10.07.2020

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, "BİR ÜLKE BİR KENT" YOUTUBE KANALINDA...

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Bir Ülke Bir Kent" YouTube Kanalında canlı yayın konuğu oldu, Gazeteci Duygu Demirdağ moderatörlüğünde Deniz Zeyrek, İsmail Saymaz ve Ali Haydar Fırat'ın sorularını yanıtladı.

Duygu DEMİRDAĞ- Efendim “Bir Ülke Bir Kent”ten merhabalar. Mutlu günler diliyoruz. Ben Duygu Demirdağ, meslektaşlarım, İsmail Saymaz, Deniz Zeyrek ve Doktor Ali Haydar Fırat’la birlikte ülkenin halini, kentlerin halini şimdi şuanda bizi izlediğiniz evlerinizin hanelerin halini yani aslına bakarsanız hepimizin halini konuşuyoruz. Bugün ayrıca mutluyuz çünkü memleket halini bu kez bir liderle konuşabileceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu bize katılıyor. Hoş geldiniz efendim yayınımıza.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim, sağ olun.
Duygu DEMİRDAĞ- Çok fazla soru aldık Sayın Genel Başkan. Hem bu soruları aktaracağız, hem çok sıcak bir gündem var ama diğer taraftan da ülkenin bu sıcak gündemi onu yaşayanları derinden sarsan, yakan yakıcı bir gündem. Hepsine dair mesajlarınızı çok merak ediyoruz.
Efendim öncelikle hayırlı olsun diyeyim, CHP’nin kurultayı bu ay sonunda gerçekleşecek. Kurultaya dair çok soru var ama genel bir fotoğrafla başlamak istiyorum ben. Artık ülke maalesef yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de böyle yönetilmek istemediği bir yere dönüştü. Milyonlarca insanın bundan sonraki döneme dair yeniden hayal kurmaya, yeniden umutlanmaya ihtiyacı var. CHP de bu kurultayı "iktidar kurultayı" olarak tarif ediyor. Sorum şu olacak, bu kurultayın ardından "CHP iktidarda olacak" diyorsunuz bu nasıl olacak, hangi mesajlar, hangi planlar var ajandanızda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim Duygu Hanım. Önce şunu ifade edeyim, bugün Ali İsmail Korkmaz’ın darp edilerek öldürülmesinin yıl dönümü. Dolayısıyla bizim demokrasi tarihimizde insanların baskıcı bir yönetime karşı çıkmaları, Gezi Hareketi ve bu hareketin Anadolu’nun değişik kentlerinde şu veya bu şekilde uygulamaya konması, insanların daha fazla özgürlük istemesi ama bunu istemeyenlerin karşı çıkmaları, özellikle Erdoğan’ın sert demeçleri, polisin baskısı ve Ali İsmail Korkmaz gibi bir üniversite öğrencisinin hiçbir günahı, kabahati olmayan bir üniversite öğrencisinin darp edilerek öldürülmesi gerçekten de hepimizin vicdanında derin yaralar açtı. İktidar sahipleri yaptıkları hatanın farkına vardılar mı? Hayır farkına varmadılar. O baskıcı yönetimin dozu artarak bugüne kadar geldi ve dolayısıyla biz 20 Temmuz sivil darbesinden sonra Türkiye’de yeni bir sürecin başladığını biliyoruz. Ve bir darbe süreci içinde biz kurultayımızı yapacağız. Evet kurultayımız bir iktidar kurultayı. İktidara geleceğimize de inanıyoruz. Ne olacak bu kurultayda? Bu kurultayda iktidara geldiğimizde neleri yapacağımızı anlatacağız. Dolayısıyla topluma artık AK Parti şunu yaptı ya da bunu yaptı, MHP şöyle yaptı, böyle davrandı bunu anlatmanın hiçbir mantığı yok. Çünkü zaten bu kamuoyu önünde herkes tarafından bilinen gerçekler. Dolayısıyla siz eğer gerçekten de bu ülkeye demokrasiyi, bu ülkeye üretimi getirecekseniz, bu ülkede özgürlükleri getireceksiniz, medya özgürlüğü, Basın İlan Kurumunun içinde bulunduğu tablo, RTÜK’ün içinde bulunduğu tablo, yargının üzerindeki vesayet, parlamentonun üzerindeki vesayet... Dolayısıyla tamamen göstermelik bir demokrasi oyunu oynuyoruz, oysa ülkede demokrasi söz konusu değil. Bir kişi, toplumun hemen hemen bütün dokularına sirayet etmiş durumda ve onun verdiği talimatla devletin çarkı dönebiliyor.
Dolayısıyla biz bu kurultayda iktidar olduğumuzda neleri yapacağımızı tek tek anlatacağız. Bununla ilgili de bir manifesto hazırlığımız da var, bir de manifestomuz olacak. Bizim ilk 27 Mayıs darbesinden sonra, ondan önce CHP’nin açıkladığı ilk Hedefler Beyannamesi vardı, şimdi ona benzer bir çalışmayı yapıyoruz. O çalışmayı da kurultayda hem medya mensuplarına, hem bizi dinleyen vatandaşlarımıza, hem kendi örgütümüze bir şekliyle aktaracağız. Kurultayı bu hava içinde yapacağız.
Deniz ZEYREK- Efendim parti yönetiminde değişikliklere gidecek misiniz Parti Meclisinde, MYK’da?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Deniz Bey şöyle, parti yönetiminde değişikliğe gitmemiz için tabii doğal olarak önce delegeler Parti Meclisi üyelerini seçecekler. Parti Meclisi üyelerini seçtikten sonra 60 kişilik Parti Meclisinden de ben MYK üyelerini seçeceğim. Tabii Parti Meclisinin oluşmasını sağlayan delegelerin kararı burada çok önemli, o çerçevede bir değişiklik olabilir veya olmayabilir. Bu çerçevede bakıyoruz olaya.
Tabi şu bir gerçek, onu da kabul etmek lazım, eğer iktidara gidiyorsanız bunu hem örgütünüze çok iyi aktarmanız anlatmanız gerekiyor, hem anlattığınız şeylerin inandırıcı olması gerekiyor. Yani bir emeğin sonunda, bir çalışmanın sonunda önerilerin oluştuğunu bir şekliyle geniş kitlelere aktarmanız gerekiyor ve samimi olmanız gerekiyor, bir de aynı zamanda bunları yapacağınız yönünde de bir samimi duruş da sergilemeniz gerekiyor. Parti Meclisi oluştuktan sonra Parti Meclisinin içinden seçeceğiz. Tabii Parti Meclisinin oluşumu da şöyle Deniz Bey; yüzde 33 cinsiyet kotası var zaten, gençlik kotamız yüzde 10’du bunu yüzde 20’ye çıkardık. 12 aday Bilim Yönetim Kültür Platformunu oluşturan ve Genel Başkanın belirlediği 12 adaydan 8’ini yine delegeler yani parti seçmiş olacak. Onun dışında kalan yani cinsiyet kotası, gençlik kotası ve Bilim Yönetim Kültür Platformu kotası dışında kalan 60 kişi dahil bunların içinde. Kaç kişi kalırsa o kişileri de bir şekliyle belirleyeceğiz. Ben güzel bir kurultay olacağına inanıyorum. Güzel bir kurultay olacak. Değişim, evet yani şunu söyleyeyim Deniz Bey; son 10 yıl içinde var olan partiler içinde en büyük değişimi yaşayan parti, ileriye doğru en büyük değişimi yaşayan parti CHP’dir, geriye doğru en büyük değişimi yaşayan parti de AK Partidir, bu da hayatın bir başka gerçeği.
Duygu DEMİRDAĞ- Peki Ankara siyasetinden uzaklaşmadan devam edelim o zaman. Birazdan az önce bahsettiğiniz özgürlüklere, kazandığımız haklara ve bunlardan nasıl maalesef geri adım attığımıza dair de sorularımız olacak ama hemen sözü Ali Haydar Fırat’a devretmek istiyorum. Ankara’da siyasetin gündemi sıcak, Ali Haydar sen ne dersin?
Ali Haydar FIRAT- Sayın Genel Başkanım tekrar hoş geldiniz, çok teşekkür ediyoruz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Teşekkür ederim.
Ali Haydar FIRAT- İletişimde şöyle genel bir kabul var. Negatif dil, negatif bir söylem kullanan siyasal partiler ya da liderler genellikle bir çözülme süreci içerisindedirler. Yani sadece suçlayarak, muhalefeti suçlayarak, farklı kesimleri suçlayarak bir yerlere tutunma çabası içerisinde oluyorlar ve bu da genelde kaybettiriyor. Siz şu anda çok önemli bir projeyi yürütüyorsunuz. Yani Türkiye’nin barışını her alanda; siyasal, toplumsal, ekonomik barışını sağlamak için çok ciddi bir misyon üstlenmiş durumdasınız. Belli partiler koptu AK Partiden, yeni partiler kuruldu, o insanlar da sizin geçmişten bugüne kadar savunduğunuz şeyleri savunmaya başladılar. Güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistemi savunuyorlar. Fakat mesele benim gördüğüm partilerden de ayrı olarak geniş toplum kesimleri de artık çok ciddi bir biçimde bu hükümet sisteminin Türkiye’ye bir şey kazandırmadığının farkındalar ve ciddi bir yöneliş içindeler. Siz bu yeni dönemde bütün bu toplumsal talepleri karşılayabilecek, bütün bu partileri tutabilecek, yeniden tıpkı yerel seçimlerde kurduğunuz bir oyun modeli gibi yeni bir -oyunu tabii tırnak içinde kullanıyorum, pozitif anlamda kullanıyorum-yeni bir oyunu kuracak mısınız? Bu geniş toplum kesimlerini bir arada tutup yeni bir ülkenin gerçekten demokratik bir sisteme kavuşmasını sağlayacak mısınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şu soru önemli, bizi bir araya getiren kim Sayın Fırat? Bizi bir araya getiren; daha doğrusu yani çok değişik görüşleri olan, parti programları farklı olan, dünyaya belki bakışları farklı olan, ekonomik programları farklı olan değişik partileri bir araya getiren kim? Bizi bir araya getiren aslında Erdoğan, onun yaptığı yanlışlar. O yanlışlar, demokratik düzeydeki düşüşler, ekonomide yaşanan derin dram, devlet dediğimiz aygıtın tamamen şeffaflıktan uzaklaşması, kaynakların nerelere gittiğinin, nerelere ne kadar harcandığının bilinmemesi, hatta bu bilinmemezlik sadece parlamentoya özgü değil 83 milyonluk bir Türkiye içinde bilinmezlik alanının giderek büyümesi, bunun sadece kendi ülkemizde değil pek çok ülkede de eleştiri konusu olması. Bunları bir araya getirip düşündüğümüzde bunları yaratan bir aktör var; AK Parti diyeceğim ama ortada aslında AK Parti dediğimiz bir parti kalmadı, yani AK Parti zaten konuşulmuyor bile, sadece Erdoğan konuşuluyor dolayısıyla AK Parti de bir kişiden oluşan bir parti konumunda şu anda. Bizim cumhuriyet tarihinde belki hiç karşılaşmadığımız bir tabloyla karşı karşıyayız. Bir kişi devletin bütün kurumlarına egemen, istediğini yaptırabiliyor, istediği mahkemeden istediği kararı çıkarabiliyor. Eğer hakim kendisini dinlemiyorsa hemen Hakimler Savcılar Kurulu aracılığıyla süratle görevinden alınıyor, oraya kendi beğendikleri veya kendi sözünden çıkmayan bir yargıcın atandığını görüyoruz. Erdoğan’ın arzu ettiği herhangi bir yasa rahatlıkla parlamentoya geliyor, parlamentoda kabul ediliyor. Dolayısıyla parlamentoda AK Parti ve MHP milletvekillerinin buna bir şey söylemeleri söz konusu değil, yukarıdan gelen talimata aynen uyuyorlar. Şimdi bu tablo bizi rahatsız ediyor. AK Partiden kopan Gelecek Parti ve DEVA Partisinin kurucularını ve onların yöneticilerini de rahatsız ediyor. Saadet Partisini rahatsız ediyor. İYİ Partiyi rahatsız ediyor. Bakıldığı zaman demokrasiyi savunan bütün kesimlerin bazı ortak söylemleri doğal olarak ortaya çıkıyor ve bunlar ortak söylemler. Seçime gidiyorsunuz, tabii doğal olarak bir de yasa değişti, millet ittifakı ve cumhur ittifakı gibi temel iki ittifak oluştu, bu çerçevede seçime gideceğiz tabii.
Ben bu seçimlerden eğer onu da büyük bir ihtimalle belki oturup konuşmamız gerekiyor seçim ne zaman nasıl olacak vs. diye ama bunu bir tarafa bırakıyorum. Yani önümüzdeki seçimlerde ben Erdoğan’ın gidici olduğunu biliyorum zaten. Erdoğan gidecektir çünkü vicdanı olan hiçbir kişi Türkiye’nin bu tablosundan asla memnun değildir. Milyonlarca işsiz var, hatta ben size şunu da söyleyeyim Sayın Fırat. İki yıl önce ya da 2018’de yanlış hatırlamıyorsam Erdoğan konuşurken şunu söylüyordu, siz bu kardeşinize yetkiyi verin bakın Türkiye nasıl uçacak, dolarla, faizle nasıl mücadele edilecek vs. vs. Bir şey söylediği doğru yalnız Türkiye uçuyor ama yokuş aşağı uçuyor. Freni patlamış bir kamyonda direksiyonda Erdoğan var, arkasında da 82 milyon var ve bir yokuştan aşağıya gidiyoruz. Dolayısıyla bu tablo bizi rahatsız ediyor. Tablonun değişmesi lazım. Evet değişmesi lazım. Nasıl değişecek? Demokratik yollarla değiştireceğiz bunu. Bu ülkede demokrasiyle, seçimle bir dikta yönetimine son verildiğini sadece Türkiye değil bütün dünyaya göstereceğiz. Yerel yönetimler bunun önemli bir adımıydı. Hatta ilk çabaydı diyebiliriz. Benzeri önümüzdeki seçimlerde gerçekleşecektir diye düşünüyorum. Bizi bir araya getiren dediğim gibi Erdoğan’ın kendisidir.
Duygu DEMİRDAĞ- Sayın Genel Başkan, bir ülke bir kentte biz ülke gündemini değerlendirirken aslında kentlerin gerçeklerini de sık sık konuşuyoruz. Pandemi sürecinde başladık, çok fazla şey öğrendik gerçekten sosyal belediyecilik anlayışından da. Biraz İsmail Saymaz’a sözü bırakırken yereldeki üretimde, yerelde devam eden tartışma üzerine de eğilmek istiyoruz. İsmail sen ne dersin?
İsmail SAYMAZ- Merhabalar Sayın Genel Başkan.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Merhabalar İsmail Bey.
İsmail SAYMAZ- İstanbul’da sürmekte olan bir tartışma var yeni İBB Genel Sekreteri Can Akın Çağlar’ın atanması bir tartışma yarattı. Birincisi AK Parti döneminde bürokrat olmuş olması ve AK Partiyle özdeş olduğu ifadesi nedeniyle onun şuan İBB Genel Sekreteri olması kamuoyunda tartışılıyor. Acaba CHP bir bürokrat mı bulamadı ya da neden böyle bir bürokratı tercih etti diye soruluyor. Sizin kanaatiniz nedir?
İkinci sorum şu olacak. Geçen günlerde milletvekiliniz İlhan Kesici İBB’nin satın aldığı Fatih tablosuyla ilgili eleştirilerde bulundu. Bunun adeta israf olduğuna getiren bir demeç verdi. Buna ilişkin yorumunuz nedir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sondan başlayım İsmail Bey isterseniz. Fatih tablosunun Türkiye’ye getirilmesinden son derece mutlu olduğumu ifade etmek isterim. Tablonun Londra’daki müzayede de İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alındığını ben İstanbul örgütüyle Ekrem Beyinde bulunduğu bir ortamda İstanbul örgütüyle konuşurken haber geldi. Hepimiz son derece mutlu olduk. Evet önemli bir tablo. İstanbul’u fetheden bir liderin, dönemin liderinin, çağlar açan bir liderin tablosunun İstanbul’a getirilmesi kadar doğal bir şey yok. Dolayısıyla bu tablonun değeri bunun parayla ölçülecek bir değeri yok aslında bana göre. Bunun değeri Fatih gibi bir liderin portresinin bundan çok önce yapılması, bir İtalyan ressamı tarafından yapılması ve bu tablonun Türkiye’ye getirilmesi, sergilenmesi, vatandaşların gidip bakması bana göre değerlidir. Dolayısıyla tabloyla ilgili yapılan tartışmaları da gereksiz buluyorum onu da ifade edeyim. Tablonun Türkiye’ye getirilmesinden aşağı yukarı bu alanla ilgilenen tarih ve sanat alanıyla ilgilenen bütün kişilerin şöyle veya böyle görüşlerini izleme, okuma şansıda elde ettim. Onların tamamı da tablonun Türkiye’ye getirilmesinden memnuniyet duydular. Onu da bu vesileyle ifade edeyim.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına atanan yeni Genel Sekreterle ilgili olarak da şu soruyu sormak lazım. İstanbul Belediyesini kim yönetecek? Ekrem İmamoğlu. Yani Ekrem Bey kendi kadrosunu seçer. Ben hiçbir Belediye Başkanımıza ister büyükşehir olsun, ister küçük bir beldenin belediye başkanı olsun yönetici kadrolarına müdahale edilmesini doğru bulmam. Ben belediye başkanının başarısına bakarım. Ben dünde 11 Büyükşehir Belediye Başkanıyla güzel bir toplantımız gerçekleşti onların tümüne de şunu söyledim. Siz başarı elde edeceğiz diye düşünmeyin, siz başarıya mahkumsunuz. Başarı elde edeceksiniz çünkü Türkiye’nin bu kötü gidişine güzel bir örnek koymamız lazım ve bu örneği de geniş halk kitlelerinin önünde, onların gözünün önünde bu başarıyı sergilememiz gerekiyor diye. Üstlerinde baskılar var evet, büyük baskılar var doğrudur, engellemeler çıkarıyor doğrudur. Yine şunu söyledim belediye başkanı arkadaşlara, hiçbir belediye başkanı efendim elimi kolumu bağladılar şu oldu, bu oldu diye hiçbir yerde böyle bir mazeretten söz etmeyecek. Hangi engel çıkarılırsa çıkarılsın ben bu engeli aşacağım diyecek. Formülünü bulacak. Bulamıyorsa formül bana soracak ben formülünü bulacağım.
Dolayısıyla belediye başkanlarının atamaları, şunu veya bunu ataması çok önemli değil bana göre. Burada önemli olan İstanbul evet bir sorunlar yumağı, çok önemli bir kent, Türkiye’nin en önemli kenti, bir tarih kenti, üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehir İstanbul. Dolayısıyla İstanbul’un iyi yönetilmesi gerekiyor, başarılı yönetilmesi gerekiyor. Var olan sorunlarını aşması gerekiyor. Şunu da ifade edeyim, Ekrem Beyi eleştirenler şuna baksınlar. Bir yılda Ekrem Bey ne yaptı? Onların 20 – 25 yılda yapamadığını Ekrem Bey bir yılda yaptı ve önümüzdeki süreç içinde çok daha güzel şeyler yapacak buna da inanıyorum. Dolayısıyla ben Genel Sekreter üzerinden yapılan tartışmaları doğru bulmuyorum yapay bir tartışma diye görüyorum. Biz asıl hedefe bakmalıyız. Yani İstanbul’un var olan sorunlarının çözümü konusunda Ekrem Beyin geliştirdiği projelere, o projeler için yaratılan kaynaklara ve dolayısıyla geniş yoksul kesimlere nasıl ulaştığına ona bakmalıyız yani. Ben yönetici bağlamında Ekrem Beyin vereceği talimatın dışında Genel Sekreter ne yapabilir. Öyle bir tartışma yapıldı ki sanki Genel Sekreter yönetecek Ekrem Bey oturacak koltukta. Yok öyle bir şey. Ana kararlar, ana ilkeler tek başına Ekrem Beyde değil onu da söyleyeyim, Ekrem Beyin bir kadrosu var o kadroyla oturuyor, o kadroyla sorunları masaya yatırıyorlar. Diğer belediye başkanlarımız aynı şeyi yapıyor. Antalya’da öyle yapıyor, Mersin’de öyle yapıyor, Adana’da aynı şekilde yapıyor. Oturuyorlar masaya güzel kadroları var bu kadrolarla oturuyorlar sorunları yatırıyorlar, sorunlar nasıl çözülür, finans kaynakları nasıl bulunur, nerelerden tasarruf yapılır bütün bunlara bakılıyor ondan sonra kararlar alınıyor. Dolayısıyla bir bürokrat üzerinden Ekrem Beyi eleştirmeyi çok doğru bulmadığımı ifade etmek isterim.
İsmail SAYMAZ- Efendim şöyle bir soru var kamuoyunda yani CHP Can Akın Çağlar’ı 2012 yılında batık kredinin faili olmakla itham etmişti. Daha doğrusu Aykut Erdoğdu onu böyle suçlamıştı. 8 yıl sonra ne oldu da batık kredinin faili olmakla itham ettiği kişiyi İBB Genel Sekreteri yaptılar bu bir çelişki değil mi diye soruluyor. Birde bu boyutu var meselenin.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Aykut Bey beni aradı, Aykut Beyle konuştum ben. Aykut Bey evet böyle bir müfettiş raporu geldiğini, bu müfettiş raporunu İstanbul’da bir basın toplantısı düzenleyerek kamuoyuyla paylaştığını ifade etti. Daha sonra Sayın Çağlar Aykut Beyi arıyor geliyor bütün belgeleri koyuyor ama Aykut Bey şunu söylüyor, yani yargıda aklan diyor. O da elbette yargıya gideceğim göreceksiniz aklanacağım diye yargıya gidiyor ve aklanıyor yani. İşin gerçeği bu. Aykut Beyin bana aktardığı bu yani.
Deniz ZEYREK- Efendim şöyle bir şey var. Bu eleştirilerin hepsi CHP tabanından geliyor neticede. CHP’lilerde diyor ki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi sanki CHP, İYİ Parti, millet ittifakı kazanmadı AK Parti kazandı gibi bütün atamalar yani genelde AK Partiyle ilişkili insanlar getiriliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesine CHP’li ya da sosyal demokrat bir bürokrat bulamadı mı, CHP’nin kadroları yok mu? Neden bazı konularda hep AK Parti, tamam partizanlık yapmayalım ama yani siz orada seçimi de sonuçta CHP’nin çoğunlukta olduğu bir ittifak kazandı. Bu eleştiriye ne diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, belediye başkanı arkadaşlarıma üstelik kamuoyu önünde bir belediye başkanları toplantısında şunu söyledim, belediyede siyaset yapacak bir kişi var o da belediye başkanıdır. Onun dışındaki bürokratik kadroların siyasetten uzak durması lazım. Onların tamamının liyakatli ve teknik kişilerden oluşması gerekiyor. Doğru belediye başkanı hedef gösterecek, o hedef çerçevesinde o belediyede çalışan bürokratlar bir araya gelecekler başkanın verdiği hedef en kısa sürede en düşük maliyetle nasıl gerçekleşebilir bunun hesabını yapacaklar. Dolayısıyla hem kaynaklar verimli kullanılmış olacak hem de belediye başkanının söyledikleri gerçekleşmiş olacak.
Ben şöyle, bürokraside bir yere gelmeyi parti kimliğiyle olmasını çok doğru bulan bir insan değilim. Elbette ki sosyal demokrat anlayışa inanıp hala şuanda kamuda çalışan çok sayıda kişi var. Şimdi bunlar AK Parti döneminde çalıştılar diye yani biz diyelim ki iktidara geldik bunların tamamını tasfiye mi edeceğiz? Yok öyle bir şey. Devlet dediğimiz kurumun özünü zaten bürokrasi oluşturuyor. Devletin hafızası bürokraside var. Bürokrasinin düzgün çalıştığı yani yasalara uygun çalıştığı bir ortamda hiçbir sorun yoktur. Siyasetçinin bir sorunu yoktur düzgün çalıştığı ortamda. Eğer bürokrasi siyasetin emrinde ama siyasetin sağladığı çıkardan bana ne düşer diye o da ayrı çıkar peşinde koşar ve dolayısıyla sadakat dediğimiz liyakatin yerine sadakatin aldığı bir düzen çıkarsa orada her şey bozulur. Ben şunu da söyledim bütün belediye başkanı arkadaşlarıma ve il başkanı arkadaşlarıma da. Biz 89’a benzer bir sendromu yaşamak istemiyoruz. Herkes son derece dikkatli davranmalı, son derece dikkatli olmalı, harcanan her kuruşun hesabını vermeli. Bakın bizim belediyelerin yaptığı ihalelerin Youtube’dan yayınlanmasının temelinde yatanda budur. Her şeyin açık, her şeyin şeffaf olmasını istiyoruz ve dolayısıyla da harcanan her kuruşunda belde halkının parası olduğunu, vatandaşın parası olduğunu ve o hesabın verilmesi gerektiğini de söylüyoruz. Bu konuda 7 maddelik birde ilkeler açıkladık belediye başkanlarımız bu 7 maddelik ilkeyi. Kendilerine şunu söyledim, bu 7 maddelik ilkeyi gerekirse her gün, gerekirse her hafta, gerekirse her ay yeniden okuyacaksınız ve bu ilkelerden sapmayacaksınız diye.
Deniz ZEYREK- Benim başka bir sorum, şuanda bulunduğum yer Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinin başında bir gazete bürosu. Kuğulupark’ta bir eylem var. Daha önce meclisin önündeydi meclis parkının etrafı çitlerle çevrilmişti. Şimdi gelirken dikkat ettim yani 30 – 40 eylemci var 500’e yakın polis var, Kuğulupark’ın etrafı tamamen çitlerle çevrilmiş olağanüstü bir güvenlik önlemi vs. Bu manzarayı neye bağlıyorsunuz? Zaten AK Parti bildiğini okuyor. Yani geçen Bülent Turan’la yayın yaptık dedim ki bu hangi ihtiyacı karşılayacak, yargının hani sorununu çözecek? Dedi ki, itiraf ediyorum bu bir tepki yasasıdır. Yani bir ihtiyaç çözeceği için değil baronun diyanet işleri başkanına yönelik açıklamasına gösterdiğimiz tepkinin sonucudur diye. Bunu nasıl yorumluyorsunuz, nasıl bir devlet yönetimidir, nasıl bir yasama faaliyetidir? Burada baroların başkanlarının karşılaştığı böyle teröriste yapılan muamele gibi bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz çok merak ediyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Deniz Bey, az önce 20 Temmuz sivil darbe süreci içinde yaşadığımızı söyledim. Baro başkanlarının Ankara’ya girişinin yasaklanması, polislerden oluşan bir etten duvarın oluşması, baro başkanlarının asfaltın üzerinde oturması ve bu fotoğrafın bütün dünya tarafından görülmesi. Sizin ayrıca özel bir açıklama yapmanıza hiç gerek yok zaten bu tablo, bu fotoğraflar Türkiye’de demokrasinin olmadığını, yargının vesayet altında olduğunu, vesayet altına alınan yargı var ama vesayetin dışında bir baro var. Dolayısıyla baronunda vesayet altına alınmasını istiyor. Siz güzel bir şey söylediniz yani sizin sorunuza Bülent Turan mıydı söyleyen?
Deniz ZEYREK- Evet Grup Başkanvekili.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu bir tepki yasasıdır diye. Devlet etki ve tepkiyle yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, bilgiyle yönetilir, birikimle yönetilir, deneyimle yönetilir. Devlet böyle yönetilir. Devlet, o kızdı, yani intikam alma, öç alma duygusuyla eğer bir devleti yönetmeye kalkıyorsanız ortada bir devlet var ama o devleti tahrip ediyorsunuz demektir. Devletin dokularına, sinir uçlarına dokunuyorsunuz demektir. Avukatlar ne yapmış? Görüş beyan etmişler. Olabilir beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, karşı çıkarsınız. Size oy verir veya vermez sorun değil. Birde şu var Deniz Bey, bu baroların içinde yani baro başkanlarının içinde değişik siyasi görüşte olan baro başkanları da var bunların tamamı karşı çıkıyorlar zaten. Bu yapılanın doğru olmadığını söylüyorlar. Şimdi siz bir kişiye kızıyorsunuz yani ondan sonra yorganı yakmaya çalışıyorsunuz, devleti tahrip etmeye çalışıyorsunuz. Bu devleti tahrip yasasıdır aslında. Ben bir kişiye kızıp da bunun bir tepki yasası şekline dönüştüğüne inanmıyorum. Ben Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanlığını yapmaya devam ettiğine inanıyorum. Egemen güçlerin Türkiye’de taşeronluğunu yaptığına inanıyorum. Erdoğan şuanda Devlet Bahçeli’yle beraber egemen güçlerin Türkiye’deki taşeronluğunu yapıyorlar. Türkiye’yi bölmek için, Türkiye’yi parçalamak için, bölmeyi ve parçalamayı her alanda yapıyorlar. Yargıda yaptılar, medyada yaptılar, şimdi barolarda yapıyorlar. Esnafta yaptılar, sanayicilerde yaptılar, sendikalarda yaptılar. Her alanda Türkiye’yi ayrıştırmak, Türkiye’yi bölmek, Türkiye’yi kutuplaştırmak, bir çatışma ortamından bir şey çıkarıp tekrar bir baskıcı yönetimi pekiştirmek gibi bir amaçları var. Erdoğan’ın görevi bu zaten. Bu görevi Erdoğan yerine getiriyor. Bu görevi yerine getirirken de parlamentoda kendisine ait milletvekilleri var, kendisine destek veren MHP’li milletvekilleri var. Bunlar doğrudan doğruya Erdoğan’ın emir ve talimatından çıkmıyorlar. Bakın bu çok önemli Deniz Bey. Bunlar oyu halktan alıyorlar ama halkı yok sayıp bir kişiyi kabul ediyorlar ve bir kişinin iradesine bakıyorlar o da Erdoğan. Dolayısıyla bunlar illerine gittiği zaman, ilçelerine gittiği zaman biz milletvekiliyiz demesinler. Biz sarayın vekiliyiz desinler. Evet sarayın vekilleri mi? Evet sarayın vekilleri bunlar. Yani gerçeği söylesinler. Biz söylüyoruz zaten onlar milletvekili değil onlar sarayın vekilleri. Saraydan mı talimat alıyorlar? Saraydan talimat alıyorlar. Siz bu düzenlemeyi yapıyorsunuz Adalet Bakanlığının görüşünü almıyorsunuz. Adalet Bakanının da görüşünü almıyorsunuz, baroların görüşünü almıyorsunuz, hukuk fakültelerinin görüşünü almıyorsunuz. Kimin görüşünü alıyorlar? Egemen güçlerin. Egemen güçlerin taleplerini yerine getiriyorlar.
Dolayısıyla Erdoğan bu ülkeye bugüne kadar en çok zararı veren koltukta oturan kişidir. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişidir.
Deniz ZEYREK- Efendim Adalet Bakanı sizin bu eleştirinize yanıt verdi yeni sistemi bilmiyor galiba diye. Yasama faaliyetini meclis yürütür, bakanlar yasa çıkarmaz uygular diye bir eleştiri yöneltti. Buna ne diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- O eleştiri için teşekkür ederim Sayın Adalet Bakanına. Adalet Bakanının sözleri için söylemiştim. Ortada yasa masa yok, teklif meklif yasa masa yok demişti, daha biz görmedik demişti. Görmedik ne demektir? Yani bana sorulması lazım yani benimde görmem lazım demektir. Şimdi ben Sayın Bakan rejim değişti haberin yok mu sana niye sorsunlar demiştim. O da evet benim söylediğimi farklı dille teyit ediyor aslında. Evet rejim değişti zaten. Biz rejime diyoruz saray rejimi var zaten. Adalet Bakanı bakan koltuğunda oturmakla beraber bütün bakanlar aslında bizim anladığımız anlamda bakan değiller bunlar. Bunlar devletin memuru. Ben bunu nerede söyledim? Devletin memuru olduğunu bütçe görüşmelerinde Cumhurbaşkanı adına gelen, Cumhurbaşkanı yardımcısına da bunlar devletin memurlarıdır dedim. Bunlar siyasi kişiler değildir, bunlar emir ve talimat alırlar, emir ve talimatı yerine getirirler. Çünkü müsteşarlıkları kaldırdılar 12 yıllık devlet deneyimi olan müsteşarlıkları kaldırdılar yerine bakan koydular. Bunlar milletvekili mi? Hayır. Parlamentoya karşı sorumluluğu? Hayır. Devlet memuru parlamentoya karşı sorumlu mu? Hayır değil zaten. 657’ye göre ister odacı, ister genel müdür parlamentoya karşı sorumlu değil. Sorumlu olan kim? Bir kişi var Erdoğan. O da parlamentoyu ele geçirmiş zaten. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın parlamentoya karşı hiçbir sorumluluğu olmayan bir kişi. Dolayısıyla Adalet Bakanının kurduğu cümle aslında benim söylediklerimi teyit ediyor.
Duygu DEMİRDAĞ- Sayın Genel Başkan, bu ülkenin yakıcı gündemlerinden biri kadın cinayetleri, kadına karşı şiddet maalesef çok gerçek bir gündem maddesi olarak önümüzde. Son dönemde bununla ilgili devam eden bir tartışma var İstanbul Sözleşmesiyle ilgili. İnanılır gibi değil, akıl alır gibi değil. Türkiye’de bir cemaatin tırnak içinde isteğiyle İstanbul Sözleşmesi gibi kadınların çok temel haklarını güvence altına alan bir sözleşmeden geri adım atılabileceği, sözleşmenin feshedilebileceği söyleniyor. İlk sorum, buna inanıyor musunuz, böyle bir şey olacağını düşünüyor musunuz?
İkinci sorum, sahiden bu ülkede neden kadınların öldürülmesine engel olamıyoruz biz hep birlikte? Siyaseten bu konuda bir özeleştiriniz var mı, yapılması gerekenler var mı? Buna ek olarak da şiddet nerede nasıl karşımıza çıkacak bilmiyoruz ama işte sosyal medyada son dönemde yaşadıklarımız. Benim çok değerli gazeteci meslektaşlarıma, sanatçılara, birçok isme tehdit içeren, saldırganlık ve şiddet içeren ifadelerde işte bugün mahkemeler tarafından, savcılık tarafından nezaketi biraz aşan nahoş söylemler olarak ifade edilebiliyor. Biz kadınlar olarak nasıl kendimizi güvende hissedeceğiz bu ülkede?
Kemal KILIÇDAROĞLU- İstanbul Sözleşmesinin değişeceğini sanmıyorum. Sadece gündemi değiştirmek için söylenen olay. Yani vatandaş ekonomiyi tartışmasın, işsizliği tartışmasın, İstanbul Sözleşmesi bu bağlamda kamuoyunun gündemine getiriliyor ve bu çerçevede de tartışma konusu oluyor. Ben kadın kuruluşlarıyla yaptığım görüşmede de bunu ifade ettim sizlerle yaptığım görüşme gibi. Bir uluslararası sözleşmeyi altını imzalayan bir iktidar bir süre sonra ya beni kandırdınız ben bu sözleşmeden imzamı çekiyorum nasıl diyecek Allah aşkına? Sormayacaklar mı o zaman sizde akıl yok mu arkadaş biz bunu aylarca, günlerce tartıştık ve sizler geldiniz oturdunuz imzaladınız hiçbir sorun yok. Birden bire nasıl oldu da bir sorun haline geldi bu? Sorun haline gelmesinin temel nedeni şu, belli kişiler bundan rahatsızlık duyuyorlar, belli kişiler, sınırlı sayıda kişiler rahatsızlık duyuyorlar ve dolayısıyla da bunu bir siyasetçi üslubuyla da kamuoyu gündemine getiriliyor ve burada tartışılıyor. Ben değişeceğine ya da imzanın çekileceğine inanmıyorum. Çünkü imzanın çekilmesi şu anlama gelir, Türkiye Cumhuriyeti devleti attığı imzanın bile farkında değil dolayısıyla bu devlet bile değil Türkiye’yi yöneten kişilerin imzaladıkları metinlerden haberleri bile yok. Dolayısıyla bu çok sonra öğreniyorlar bunlar gibi çok farklı ve Türkiye’nin gerçekten de saygınlığını, inandırıcılığını zayıflatan bir tablo ortaya çıkar ve bu sağduyu sahibi olan hiç kimsenin böyle bir tablonun ortaya çıkmasını kabul edeceğini sanmıyorum.
Kadına yönelik şiddet nasıl önlenir? Yani kadına yönelik şiddetin önce sosyologların araştırması gerek ki, çok sayıda araştırmada var onu da ifade edeyim. Şiddetin gerekçeleri üzerinde durmak gerekiyor. Sonra bu gerekçelerin tek tek gereğinin yapılması gerekiyor. Bunlar ekonomik açıdan, sosyal açıdan, ahlaki açıdan pek çok sorun var aslında kadına yönelik şiddeti besleyen. O sorunların ele alınıp bir şekliyle o çerçevede çözümler üretilmesi lazım. Geçen kadın sivil toplum örgütlerinin yöneticileriyle konuşurken onlara şöyle bir önerim oldu. Siz siyaset kurumundan neyi bekliyorsunuz, kadınlar için neler yapılmalı, taleplerinizi sıralayın. Bir, iki, üç, dört, beş, yüz, yüzelli neyse sıralayın ve Türkiye’deki bütün kadınların oluşturduğu sivil toplum örgütlerinin yöneticileri altlarına imzayı atsınlar biz bunları istiyoruz diye. Ve bunları istedikten sonra da siz dedim sadece bana değil bütün milletvekillerine, Genel Başkanlara gönderin bu taleplerin yerine getirilmesini istiyoruz diye. Çok net, çok tutarlı ve bütün kadınların bir anlamda kendi görüşlerini ortaklaştırdıkları bir metin üzerinden hareket edin diye. Böyle bir önerim oldu.
Ayrıca kadınlara şunu da söyledim, cinsiyet kotası isteyin dedim. Yani bizim sorunumuzu siyaset çözer diyorsunuz sorunu da büyük ölçüde erkeklerden bekliyorsunuz. Güzel tamam yapalım ama yapmak istemeyen erkeklerde var. Yani siyasi partilerin bir kısmı tamamen duyarsız bu konuya. O zaman bütün sivil toplum örgütleri kadınların oluşturduğu sivil toplum örgütleri bir araya gelsinler şu açıklamayı yapsınlar, önümüzdeki süreçte siyasi partiler yasasına cinsiyet kotasını koymayan, bunu taahhüt etmeyen hiçbir siyasi partiye oy vermeyeceğiz. Hangi parti taahhüt ediyorsa ve cinsiyet kotasını siyasi partiler yasasına koyuyorsa oranı da siz belirleyin oturun kendi aranızda konuşun. Örneğin bizde cinsiyet kotası yüzde 33 ama siz diyebilirsiniz ki yüzde 50 olsun. Ki bunda haklılık payı var mı? Evet var nüfusun yarısından fazlası kadın. Parlamentoya bakıyorsunuz parlamentoda farklı bir tablo. Peki bu tablonun parlamentoya yansımasını kim sağlayacak? Siyasi partiler yasası sağlayacak. O yasa kimin döneminde çıkmıştı? Darbe döneminde çıkmıştı. Darbe hukukunu değiştirin. Bu teklifi de yaptım ben kadın örgütlerine. Yapabilirler mi? Evet yapabilirler. Bütün kadınlar bunun üzerinde anlaşırlarsa emin olun hiçbir siyasi parti ben bunu görmüyorum diyemez ve dolayısıyla da her siyasi parti evet kadınlarında parlamentoda en az yüzde 50 oranında temsil edilmesi gerekir diye oturur konuşurlar. Ve orada yalnız bütün kadınların bu konuda bilinçli olması lazım ve cinsiyet kotasını siyasi partiler yasasına koymayan veya bunu reddeden bir siyasi partiye de hiçbir kadının oy vermemesi lazım. Ne kadar gerçekleşir bilmiyorum ama samimi olarak düşüncem bu.
Tehdit içeren özellikle sanatçılar ve siyasetçilerden oluşan kadınlara yönelik olarak tehdit içeren ifadeler var. Gerçekten de nezaketi aşan ifadeler. Yargının bu konuda sessiz kalması. Dikkat ederseniz bu tehdit içeren ifadeler genelde iktidarı eleştiren kadınlara yönelik bu tehdit içeren ifadeler. Şunu düşünün yani bir siyasi parti Genel Başkanının linç girişimine maruz kaldığı bir ortamda o girişimi yapanlardan hiçbirisi tutuklanmadı yani. Türkiye farklı bir Türkiye. Yani bir darbe dönemini yaşadığımızı, bir kişinin bütün Türkiye’ye egemen olmak istediğini, kendisine itiraz eden her kesimi bir şekliyle nasıl tasfiye ederim bunun arayışı içine girdiği bir süreçte kadına yönelik şiddetin artması kadar doğal bir şey yok. Kadına yönelik şiddet artacaktır, insanlara yönelik, aydınlara yönelik şiddet artacaktır. Çünkü bir kişi kendi iradesi dışında farklı bir iradenin, farklı bir söylemin olmasını asla kabul etmiyor. Hele hele kadın erkek eşitliği yoktur diyen bir kişinin kadın erkek eşitliğine karşı çıkan bir kişinin kadına yönelik şiddeti engelleme gibi bir iradeyi ortaya koyacağını düşünmüyorum.
Duygu DEMİRDAĞ- Bu arada izleyicilerimizden gelen yorumlara ve sorulara da ben hızlıca bakıyorum. Onların bir tanesi diyor ki bir izleyicimiz, gerçekten kavgadan, siyaset sahnesindeki tartışmadan da çok yorulduk. Bütün partiler uzlaşsa ve somut önerilerle yola devam edilse ne güzel olur. Tam bu noktada yine Ankara’dan ayrılmayım bir Ankaralı gazeteciye Deniz Zeyrek’e sözü bırakıyım. Siyasi iklime dair Deniz sen ne sormak istersin?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir şey söyleyeyim sonra Deniz Bey. Şimdi kavgadan bıktık diyorlar. Doğru bizde bıktık kavgadan. Bakın dikkat edin pandemi sürecinin başlangıcından itibaren yaptığım üç veya dört basın toplantısı var bu üç, dört basın toplantısında iktidarı hiç eleştirmeden sadece önerileri gündeme getirdim. Bu süreçten nasıl çıkarız, nasıl kurtuluruz, Türkiye nasıl saygınlığa ulaşır, Türkiye sorunları nasıl aşar? Ekonomi açısından baktık, sosyal açıdan baktık, üniversiteler, demokrasi bütün bu çerçevede kendimize göre önerileri sunduk. Ama bu öneriler şu olabilir, bu öneriler yüzde yüz tamamı doğrudur diye bir iddiamız yok. Bir başkası çıkar siyasi parti der ki, ben şu iddiayı doğru bulmuyorum böyle olması lazım. Şu eksiktir tamamlanması lazım. Ama kavganın ülkeye getireceği hiçbir yarar yok. Ama bizim önerilerimizin de geniş kitlelere bir şekliyle ulaşması lazım. Dolayısıyla biz kavgadan yana değiliz. Akıldan, birikimden, ülkenin doğru dürüst yönetilmesinden, Türkiye’nin onuruna sahip çıkılmasından yanayız. Dolayısıyla bu çerçevede bütün önerilerimizi, bütün söylemlerimizi aslında bu çerçeve üzerine oturtmaya özen gösteriyoruz.
Deniz ZEYREK- Şimdi AK Partiden iki parti çıktı. İki partinin başında da önemli isimler var. Yani biri Başbakan Yardımcılığı, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı yapmış, Dışişleri Bakanlığı yapmış Ali Babacan. Diğeri Başbakanlık, Genel Başkanlık yapmış Ahmet Davutoğlu. İkisi de hızlı bir giriş yaptılar, ikisi de biraz önce sizin söylediğiniz Tayyip Erdoğan bizi bir araya getirdi cümlesini doğrular şekilde Tayyip Erdoğan’ı hedef almaya başladı. Fakat sizde olumlu konuşuyorsunuz zaman zaman. Şöyle eleştiriler duyuyoruz, yani evet AK Parti’de yollar ayrılmış olabilir ama bu adamların görüşleri hala aynı. Mesela ben şahsen İstanbul Sözleşmesi konusunda Ali Babacan’ın tavrını biraz ikircikli buldum. İşte ailenin korunması lazım vs. açısından. Bu partiler sizin millet ittifakına dahil olacak mı yoksa sizin de ittifak yaptığınız İYİ Partinin olduğu üçüncü bir ittifak şekillenebilir mi? Bu konularda neler düşünüyorsunuz? Siz nasıl görüyorsunuz yeni parti liderlerinin duruşunu? Gerçekten demokrasiden yana bir tavır mı alacaklar yoksa AK Partiye kızdıkları için Tayyip Erdoğan karşıtlığından dolayı mı yollarını ayırdılar? Sizin görüşünüzü merak ediyorum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Deniz Bey, görüşe geleceğim ama bu barolarla ilgili Bülent Turan’ın yaptığı bir açıklama var daha doğrusu mecliste yaptığı bir konuşma var. Orada FETÖ, PKK baro kurarsa kursun diye cümlesi oldu.
Deniz ZEYREK- Bizim yayında da söyledi. Kurabiliyorlarsa kursunlar dedi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kursunlar diye. Ben az önce bunun bir Türkiye’yi bölme, ayrıştırma projesi olduğunu söylemiştim. Bülent Turan’ın bu açıklamasına Bahçeli ne diyecek bunu merak ediyorum. FETÖ, PKK baro kurarsa kursun diyor. Bahçeli o da herhalde şöyle bir açıklama yapacak, Turan’ın yaptığı açıklama doğrudur bizde altına imzamızı atıyoruz. Bu açıklamayı yapacak mı, yapmayacak mı? Biz bunun bir bölücülük projesi olduğunu söylüyoruz o da tam tersini söylüyor Bahçeli. Ama sağ olsun teşekkür ederim Bülent Turan’a bu kadar açık, bu kadar net bir cümle kurduğu için. Acaba Bahçeli ne diyecek onu merak ediyorum.
Şimdi gelelim sorunuza. Diyorsunuz ki, acaba DEVA Partisi, Gelecek Partisi onlarda millet ittifakı içinde yer alacaklar mı almayacaklar mı vs. Şimdi Deniz Bey, bu konuları konuşmak çok erken aslında. Neden çok erken, şimdi partiler henüz kuruluş aşamasındalar, illerde, ilçelerde örgütlenmeye çalışıyorlar, programlarını bir şekliyle hazırladılar, neler yapacakları konusunda kamuoyunu bilgilendirdiler. Siz gazeteci olarak bende bir siyasetçi olarak bütün o açıklamaları büyük bir dikkatle izliyorum, okuyorum. Örtüştüğümüz yerlerde var, örtüşmediğimiz yerlerde var. Ama demokrasi konusunda, demokratik parlamenter sistem konusunda, devletin saydamlığı konusunda aşağı yukarı pek çok konuda ortak cümleleri kurabildiğimizi de görüyorum. Önümüzdeki süreçte özellikle seçim kararı alınmadığı sürece böyle bir ittifak arayışını gündeme getirmek, buyurun gelin beraber bir ittifak kuralım demek doğru değil bana göre. Zaman içerisinde bu oluşacaktır. Onlarda oturacaklardır kendi yetkili organlarında elbette görüşeceklerdir. Ayrı tüzel kişilikleri var onların. İttifak kurduğumuz partilerinde doğal olarak onlarda kendi aralarında yeni gelişen koşullara göre oturup konuşacaklardır. Belli bir zaman dilimi içinde bu gündeme gelecektir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu günden ittifak şöyle olacak, ittifak böyle olacak, şu ittifak şuraya gidecek ya da şu parti buraya gidecek diye bir tahmini yorumu siz yapabilirsiniz tabi gazeteci olarak ama siyasetçi olarak ben samimi düşüncemi ifade ediyorum. Zaten konuşurken de samimi olarak konuşmaya çalışıyorum. Bugünden hani dereyi görmeden paçayı sıvamak gibi bir tablonun doğru olmadığını düşünüyorum. Zamanı gelince oturulur, konuşulur ona göre bir çerçeve çizilir.
Ali Haydar FIRAT- Bu Sakarya’daki patlama öncesinde işte havai fişeğin olduğu fabrika sonrasında da kamyon taşınırken patlama oldu. Önce 7 işçi hayatını kaybetti sonrada 3 tane şehidimiz oldu. Bununla ilgili sizin elinizde yeni bilgiler var mı? Birçok insan şunu sordu, askerlerimizin orada ne işi var. Bu fabrika daha öncede patlamıştı buna kim izin verdi? Bunun üzerine bir soru sormak istiyorum. Bu konuda yeni bilgiler var mı elinizde?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle ifade edeyim Sayın Fırat, Sakarya’daki patlama dolayısıyla geçen Salı günü grupta zaten bir konuşma yapmıştım. Bu fabrikanın geçmişinde bu tür patlama olaylarının olduğunu ve can kayıplarının da olduğunu, sonra Sakarya’da kurulan bu fabrikanın, yeniden kurulan bu fabrikanın yasalara göre artı yasaların öngördüğü tüzüğe ve yönetmeliğe göre kurulmadığını, duvarlarının, havalandırma sisteminin eksik olduğunu, zaten bunun için özle bir çabaya da gerek yok orada çalışanlar da bunu biliyorlar ve her an bir patlama olabilir kaygısını taşıdıklarını onu da bir şekliyle gördük, ifade ettiler. Şöyle bir şey var yani Sayın Fırat, Türkiye’de insan hayatı çok ucuz aslında. Öldüğünde hepimiz üzülüyoruz, Allah’tan rahmet diliyoruz, üç gün sonra hatta üç gün bile sürmüyor iki saat sonra her şeyi unutuyoruz. Çünkü yeni bir felaket çıkıyor karşımıza. Onun için de üzülüyoruz, o zaman da Allah’tan rahmet diliyoruz, inşallah böyle bir olay olmaz Türkiye’de kimsenin başına gelmez diyoruz. Tam o konuyu biraz oturup düşünürken başka bir felaket çıkıyor.
Türkiye aslında bir felaketler ülkesi olmaya başladı. Ekonomik açıdan öyle, günlük yaşamımızda öyle, esnafa bakıyorsunuz perişan, patlamalara, can kayıplarına. Şimdi şu gerçeği de unutmamak gerekiyor, iş kazalarında dünya üçüncüsüyüz, Avrupa’nın da birincisiyiz iş kazalarında, yani iş cinayetlerinde. Yani insanların hayatları bu kadar ucuz mu? Önlem alın diyoruz, önlem alınmıyor. Şimdi hukuken her şey var onun altını özenle çiziyim. Yasa var mı? Var. Tüzük var mı? Var. Yönetmelik var mı? Var. Yok olan ne? Devletteki liyakat sistemi. Yani bu işi denetleyecek kişiyi liyakatli kişi olmazsa, bu işi bilen bir kişi olmazsa o kişi gidip denetlediği zaman raporunun gereği ilgili kuruluşlar tarafından yerine getirilirse bunlar önlenir niye önlenmesin. Yani sadece patlayıcı madde üreten fabrikalar bizim ülkemizde mi var? Hayır pek çok ülkede var. Ama bizde maalesef bunların hiçbirisine uyulmuyor.
Şimdi şu soruyu sordum dün. Patlayıcılar yani fabrika yangın bitti, patlama bitti her şey bitti diye bakıyoruz biz öyle. Meğer orada daha başka şeylerde varmış. Orada patlatılamaz mıydı bu? Bilmiyorum. Siz bunları taşıyorsunuz, taşırken önlemi aldınız mı? Bununla ilgilide özel bir tüzük var zaten şuanda. Önlemi aldınız mı? Hiçbir önlem alınmamış. Askerler niye orada? Biliyorsunuz jandarma İçişleri Bakanlığına bağlandı büyük bir ihtimalle talimatı kim vermiştir? Vali vermiştir. Vali kimin üzerine bu talimatı vermiştir? Birilerinin talimatı üzerine vermiştir. O birileri kimdir? İşte bu devleti yönetenlerdir. Şimdi ölenlerin hakkını kim savunacak? Emin olun yine biz savunacağız söylüyorum. Oraya Genel Başkan Yardımcılarını, Grup Başkanvekili arkadaşları, hukukçu arkadaşları gönderdik. Alan araştırması yaptılar, bütün hukuki metinler çıktı ortaya. Kazadan kurtulanlarla hayatını kaybeden şehitlerin aileleriyle ayrı ayrı görüşüldü. Bu davayı takip edeceğiz yani yapacağımız başka bir şey yok. Ölen öldü Allah’tan rahmet dilemekten başkada bir şey yapmıyoruz ama en azından bundan sonra olmaması için önlem almamız lazım. Bunun için çaba harcamamız lazım. O kadar duyarsız bir toplum haline geldik ki Sayın Fırat. Fabrikada patlama olmuş, insanlar hayatını kaybetmiş, pek çok insan hastanelerde yatıyor. İstanbul’da, Sakarya’da pek çok yerde yatıyor ve siz bir yemek düzenliyorsunuz moral yemeği düzenliyorsunuz. Bu kadar büyük bir duyarsızlık. Üstelik bu yemeği düzenleyen sivil toplum kuruluşu da MÜSİAD. Arkadaş yani kendilerini inançlı hissedip ayrı örgütlenen iş dünyası. Ben her iş insanına saygı duyarım onun altını özenle çizmek isterim ama düzgün çalışan, ama kayıt dışı işçi çalıştırmayan, ama devlete vergisini veren, ama yasalara uygun olarak hareket eden herkesin benim başımın üstünde yeri vardır. Ama bu kişilerin aynı zamanda Türkiye’nin sorunlarına karşıda duyarlı olmaları gerekiyor. İnsanlar hayatını kaybetmiş siz o gece oturmuşsunuz efendim neymiş işadamına moral olsun diye ya da sorunları tartıştık. Neyi tartışacaksınız siz? O fabrikaya kim izin verdi? Bulunması lazım kim izin verdi? O askerleri oraya kim gönderdi, talimatı kim verdi, niçin önlem alınmadı? Önlemin alınıp alınmadığı konusunda özel bir çaba gösterildi mi? Yani evet biz bu patlayıcıları yükledik, önünde şu araç vardı, arkasında şu araç vardı, araçlarda bulunan askerler belli bir mesafe içindelerdi götürdüler falan yerde imha edeceğiz. Bunlar değil de bunlar sanki sokakta çöpler toplanıyor toplanan çöpler götürülüyor işte belli bir yerde damperli kamyonla çöpler bir yere çöp alanına dökülüyor. Olaya böyle bakıyorlar ve olayı böyle değerlendiriyorlar neden? Patlayıcının ne olduğunu, patlayıcının nasıl bir tehlike yarattığını aslında bilmiyorlar. Çünkü devletin ne olduğunu bilmiyorlar, yasaları bilmiyorlar, yönetmelikleri bilmiyorlar, tüzükleri bilmiyorlar kendi kafalarına göre yapıyorlar. Ben böyle uygun gördüm böyle giderim. Peki kendi kafalarına göre yapmalarının bir maliyeti var mı? İktidara yakınsa hiçbir maliyeti yok. Sıfır maliyet. Ama iktidara yakın değilse burnundan getirirler. Vali iktidara yakın mı? Evet yakındır. Belediye başkanı yakın mı? Zaten AK Partili belediye başkanı. O ruhsatı o fabrikaya verirken burada patlayıcı madde üretiliyor tüzüğü var, yönetmeliği var, kanunu var ona göre ruhsatlandıralım dedi mi? Demedi. Oradaki her hayatını kaybeden vatandaşın tazminat isteme hakkı var, dava açma hakkı var. Vali ve belediye başkanı ölen ailelere gidiyorlar ki işte takdiri ilahi diyorlar ne yapalım diyorlar artık bunu fazla büyütmeyelim. Ne demek büyütmeyelim. Yani yeniden mi insanlar ölsünler? Yani hak aramayın diyorlar. Size biraz para verelim sesinizi kesin, ondan sonra susun. Artık bunun insani anlayışla ne kadar ilgisi var onu da sizin takdirinize bırakıyorum.
İsmail SAYMAZ- Efendim benim bir sorum olacak size. Aslında iki sorum olacak. İlki şu, bugünlerde hatta bugün bile Ayasofya’yla ilgili yargı kararının açıklanacağı ifade ediliyor. Kararın Ayasofya’nın ibadet yeri olarak dönüştürülmesi yönünde olduğu iddia ediliyor bakacağız. Ama buna taraftar olanlar var, karşı çıkanlar var. Taraftar olanlar Ayasofya’nın ibadet yeri olarak kullanılmasının bir egemenlik meselesi olduğunu ifade ederken karşı çıkanlar ise bunun Türkiye’nin dünyada yalnızlaşmasına neden olacağını, Rusya’nın ve ABD’nin, AB’nin tepkisini çekeceğini ifade ediyor. Bir başka kesimde Ayasofya’nın Türkiye’nin en çok ziyaretçi alan müzesi olduğunu ve UNESCO’da bu müzenin yerinin olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu noktada sizin bakışınız nedir? Yargının alacağa karara ilişkin tutumunuz ne olacak?
İkinci sorum da şu efendim, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylık fikri aklınızdan geçiyor mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle Sayın Saymaz, Ayasofya işte ibadete açılsın açılmasın diye yıllardır tartışma konusudur bu zaten. Bugünün tartışma konusu da değil. Daha önce burası bir müzeye dönüştürülmüş bir kararnameyle. Dolayısıyla yıllardır müze olarak ziyaretçiler gidiyorlar geziyorlar, bakıyorlar. Ben de bir ziyaretçi olarak bir dönem ben de gitmiştim, işte hem Sultanahmet’i, hem Ayasofya’yı gezdik gördük, gerçekten mükemmel yapılar. İbadete açılsın mı? Şimdi egemenlik üzerinden gitmek yanlış. Zaten bu bizim toprakların, bizim topraklarımızda egemenlik konusu mu tartışılır? Müze yapmışlar tamam güzel. Şimdi siz bu müzeyi değiştirmek istiyorsunuz, ibadete açmak istiyorsunuz. Güzel bir kararname. O dönemde bir kararnameyle müzeye dönüştürülmüştü şimdi de bir kararnameyle ibadete açılacak bu kadar basit. Açıyorsanız açarsınız. Yani bunu siyasi rant alanına dönüştürmek kadar büyük bir yanlış yok. Onlar şöyle hesapladılar. Biz şimdi bunu müzeyi ibadete dönüştüreceğiz, CHP buna karşı çıkacak, biz de diyeceğiz ki bak işte gördün mü bu CHP biz diyorduk yıllardır bunlar dinsiz imansız diye bak yine karşı çıktılar. Biz tam tersi; açıyorsan aç kardeşim, zaten oranın imamı var, zaten ibadet de yapılıyor, namaz da kılınıyor yani. Ezan? Minarelerde zaten ezan da okunuyor. Yani yıllar yılı toplumu aldılar başka bir yere götürdüler. Sanki bu ülkede Ayasofya’nın açılışına herkes karşıymış gibi. Yok kardeşim açıyorsan aç, bir kararname. Efendim yargı. Şunu söyleyecek yani Erdoğan, çünkü yargı zaten kendi emrinde malum. İki halde de ben karlı çıkarım diyor. Efendim yargı reddederse, ya ben yapacaktım ama şu mahkemeler gördün mü bak gene ret kararı verdi işte diyecek. Mahkeme eğer açılsın diye karar verirse dönüp dünyaya diyecek ki, vallahi ben aslında müze olmasını istiyordum ama, kapalı kapılar ardında müze olmasını istiyordum ama şu mahkemeler var ya, bizde mahkemeler bağımsız, onlar dediler ki camiye dönüştür, benim fazla yapacağım bir şey yok. Dolayısıyla mahkemeye sığınmanın hiçbir mantığı yok. Bu bir kararname, yönetim anlayışıdır yani. Yaparsın, kararnameyi imzalarsın mesele bitmiş olur. Türkiye’nin gündeminden de çıkmış olur. İsteyen gitsin namazını kılsın. Hepimiz de her inanca saygı göstereceğiz. Dolayısıyla orası; Ayasofya evet bizim tarihimizde çok önemlidir, Osmanlı tarihinde önemlidir, Bizans tarihinde önemlidir, dünya kültür mirası açısından önemlidir ama bu orada ibadet yapılmayacak anlamına gelmez tabi. Yani ona baktığınız zaman insanlar gider ibadetlerini yaparlar. Böyle bakıyorum.
İkinci soru vardı ama?
İsmail SAYMAZ- İkinci sorumu hatırlatmak isterim. İkinci sorum şuydu efendim, Cumhurbaşkanlığı adaylığı fikri aklınızdan geçiyor mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yani şöyle İsmail Bey, ben öteden beri şunu hep söyledim yine söylüyorum. Yani Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını bir koltukta iki karpuz taşınmaz; hem Genel Başkan olacaksın, hem Cumhurbaşkanı olacaksın bu doğru değil yani. Paralel yapı var zaten orada. O paralel yapıyı şimdi aşağıya kadar taşıyorsunuz. Şimdi Cumhurbaşkanını temsil eden iki kişi var bir ilde biri vali, biri de AK Parti il başkanı. İkisi de eşit aslında bunların. Yani vali evet o da Erdoğan’ı temsil ediyor, oradaki il başkanı veya ilçe başkanı partinin o da Erdoğan’ı temsil ediyor. Hem bu düzene karşı çıkacaksınız, hem hayır ben de bu koşullarda olacağım diyeceksiniz, doğru değil ben bunları kabul etmiyorum.
Deniz ZEYREK- Efendim peki şöyle bir eleştiri var. Diyorlar ki, iktidar kurultayı yapacak, iktidar kurultayı yapacak bir parti Genel Başkanını devleti yönetecek en üst makama işte uygun görür ve ona göre çalışır, onu ilan eder. Böyle de bir eleştiri var. Yani CHP Genel Başkanının Cumhurbaşkanlığını istemiyorum demesi biraz iddiasızlık gibi yorumlanıyor. Bir de istifa edip de gidip Cumhurbaşkanı olabilirsiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiç meraklanmayın Deniz Bey, göreceksiniz Türkiye’ye gerçekten demokrasiyi getireceğiz, gerçekten de Türkiye 100 yıl sonra cumhuriyetini gerçek anlamda bir demokrasiyle taçlandıracak. Bunu yapacağız onda kararlıyız. Onun dışındaki böyle yapay tartışmalar; yok Cumhurbaşkanı olacak, yok bilmem ne olacak, yok aday olacak, yok aday olmayacak, yok şunlar bunlar, bunlar o kadar basit ve sıradan tartışmalar ki insanı yoran tartışmalar. Yeri zamanı gelince oturulur, bizim bir ittifakımız var, oturulur konuşulur. Yani bugünden, hani az önce de söyledim, yani dereyi görmeden paçayı sıvamak, efendim ben şöyle yapacağım, ben böyle yapacağım diye. Bu bir birikim işidir, bu bir akıl işidir, bu bir bireysel olay değildir, bu bir Türkiye olayıdır. Türkiye olayını bu çerçevede almamız lazım. Bu bir demokrasi olayıdır. Bu Türkiye’nin geleceği olayıdır. Bu çerçevede bakmak lazım, bu çerçevede değerlendirmek lazım. Bir kişinin dayatmasıyla, bir kişinin kültürüyle, bir kişinin birikimiyle, bir kişinin ya ben bütün bunların hepsini biliyorum ve ben bunu yapabilirim anlayışıyla devasa bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetemezsiniz. Benim anlayışım bu. Bu anlayış eksik olabilir, yanlış da olabilir birilerine göre ama benim anlayışım bu. Ama bir kararlılığım var onu söyleyeyim. Gerçekten de 100 yıl sonra samimi olarak söylüyorum cumhuriyeti gerçek anlamda demokrasiyle taçlandıracağız, vesayeti olmayan bir demokrasiyle taçlandıracağız.
Duygu DEMİRDAĞ- Sayın Genel Başkan, genelde canlı yayında söylediğiniz, sözünü verdiğiniz şeyler gerçek oluyor. Dolayısıyla mutluyuz bu ülkede daha fazla demokrasiden bahsedebilecek olmaktan. Çok çok teşekkür ederiz. Sahiden o kadar fazla soru aldık ki, süremizin sonuna geldiğimiz için tamamlıyoruz. Sizden şimdiden bir yayının daha sözünü alalım uzun uzun ekonomi politikalarını konuşalım, uzun uzun gençleri, eğitimi konuşalım bir başka bölümde. Ama çok çok teşekkür ederiz bugün bize katıldığınız, sorularımızı cevapladığınız için.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sağ olun, bende hem size, hem soru soran bütün gazeteci arkadaşlarıma yürekten teşekkür ederim. Onlardan sadece şunu istiyorum. Gerçekten size verdiğim her yanıt samimi olarak benim düşüncelerimi yansıtıyor onu da ifade etmek isterim. Ben de sizlere teşekkür ederim.