30.01.2022

CHP Lideri Kılıçdaroğlu: "Bir Ateşten Gömlek Giydim, Toplumun Barışmaya İhtiyacı Var"

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Medyascope canlı yayınında Gazeteci Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. 

CHP lideri Kılıçdaroğlu, özetle şunları söyledi:


Ruşen Çakır- Merhaba iyi günler, iyi Pazarlar. Stüdyomuzda CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu var. Hoş geldiniz efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır- Sizi daha önce sanayi mahallesindeki eski yerimizde birkaç kez ağırlamıştık, sağ olun, bu sefer de nasip bu Pazar gününe oldu. Her şeyden önce hoş geldiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Buraya ilk kez geliyorum, hayırlı uğurlu olsun, gayet güzel, sevimli bir yer.

Ruşen Çakır- Çok sağ olun, eksik olmayın. Kemal Bey, sizinle konuşacak çok şey var ama en sondan başlayalım. Siz çıktınız, tam Erdoğan’ın yayın yapacağı saatte halka randevu verdiniz ve açıklama yapacağım dediniz ve bir belge gösterdiniz. Belge gösterdikten sonra daha önceki çağrınıza gönderme yaptınız, bürokratlar dediniz, bize belge yağdırıyor dediniz vesaire ve ondan bir iki gün sonra bir baktık, sizi kapıya kilit vurup içeri almayan TÜİK Başkanı görevden alındı, Adalet Bakanı da istifa etti. İstifa diyemiyoruz biliyorsunuz şimdi…

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet evet, affını istedi. Beyefendi affetti.

Ruşen Çakır- Evet. Şimdi hemen aklıma o geldi. Şimdi TÜİK Başkanı sizi almadı içeri ama sizi almamış olması görevinde kalmasını sağlayamadı. Ne oluyor bürokraside?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi bürokraside aslında gerçeği söylemek gerekirse bir deprem oluyor. Haksızlıklara tahammül edemeyen, baskıyla yolsuzluk dosyalarına imza atması istenen kişiler bu dosyalara imza atmıyorlar. Yapılan haksızlıkları görüyorlar. Dolayısıyla bizim yaptığımız çağrı, “Yolsuzluk dosyalarının altına, evrakların altına, yazıların altına imza atmayın, direnin, haklısınız direnen insan bir şey kaybetmez, onurunuzla görevinizi yapın” çağrımız tuttu. Dolayısıyla bize gerçekten de ifade etmek gerekirse yağmur gibi belge yağmaya başladı. Biz bu belgeleri tabi hemen kamuoyuyla paylaşmıyoruz, sonuçta bir araştırmamız gerekir doğru mudur, yanlış mıdır, artı ek belgeler var mıdır, yok mudur bütün bunları bir şekliyle değerlendiriyoruz. Sonra bunların bir kısmını değerlendiriyoruz. Ben aslında o çağrıda yani son yaptığım çağrıda bürokratların direnmelerinin devlet için ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunu, devlette liyakatin ne kadar değerli olduğunu ifade etmeye çalıştım. Bir örnek verdim sadece orada oysa çok sayıda örnek var. Zaten bizim milletvekillerimiz de, grup başkanvekillerimiz de önümüzdeki süreçte bu belgeleri parça parça paylaşacaklar kamuoyuyla. Belki bazılarını doğrudan doğruya TBMM Genel Kuruluna taşıyacağız. Genel Kurul tutanaklarına da bunlar geçmeli, bu belgeler geçmeli.

Ruşen Çakır- Peki efendim burada şunu sormak istiyorum. Geçen gün Mahir Bey’le de arkadaşlarımız yayın yaptı, ben de öyle düşünüyorum ama size de sormak istiyorum. Sanki iki tür şey var; bir hakikaten vicdanen rahatsız olanlar, bir de iktidarın değişeceğini görüp yarın öbür gün ne olur ne olmaz diyenler. Yanılıyor muyum?

Kemal Kılıçdaroğlu- Olabilir. TÜİK Başkanı şöyle söyledi: “Ben kul hakkı yemem” dedi. Sayın Erdoğan’ın talimatıyla ifade ediyorum, kul hakkı yenmesine izin vermem deseydi görevde kalabilirdi. Ama kendi özgür iradesiyle kul hakkı yemeyeceğini ifade ederek, sıkıntıyı dile getirdi ve ondan sonra görevine son verildi. TÜİK Başkanı’nı “Kul hakkı yemem ben” diyecek noktaya kim nasıl getirdi? Asıl üzerinde durulması gereken o. Normalde bir bürokrat ben kul hakkı yemem derse onun ödüllendirilmesi lazım değil mi Ruşen Bey? Yani bravo kul hakkı zaten yedirmezsin sen, zaten onun için seni buraya getirdik, kul hakkı yemeyeceğin için seni buraya getirdik, seni kutluyorum, seninle gurur duyuyorum demesi lazım devleti yöneten kişinin. Ama ben kul hakkı yemem dediği için tak diye alındı. Çünkü ben de adım gibi eminim kapıya kilit vurulmasının talimatını veren saray. TÜİK Başkanının onu yapması onun vicdanında eminim fırtınalar yaratmıştır. Böyle bir rezalet hayatında hiç yaşamamıştır. Kendi internet sitesinde TÜİK’in kapılarının açık olduğunu yani her vatandaşın gelip rahatlıkla TÜİK’ten bilgi alacağını da ifade eden açıklamalar olmasına rağmen böyle bir tabloyla karşılaştık.

Bir başka önemli nokta da şu, “Ben kimsenin hakkını yemem, ben kul hakkı yemem” ne demektir? Enflasyon rakamlarını düşük göstermek ne demektir? Memura, emekliye, işçiye daha az aylık ödenmesi demektir. Bunun çok ağır bir vebali vardır aslında. Yani insanları eziyorsunuz siz; yanlış bilgi vererek, onlara daha düşük aylık ödeyerek onları eziyorsunuz, onların hakkını yiyorsunuz demektir. O vebale katlanmak istemiyorum diyor. Umarım önümüzdeki süreç içinde çıkar kamuoyuna TÜİK Başkanı bir açıklama yapar ve kamuoyu da bunu bir şekliyle öğrenir, neden hangi gerekçeyle istifa ettiğini öğrenmiş oluruz.

Bir başka şey, onu da ifade edeyim hani madem bu soruyu sordunuz. Seçimle gelen bir kişinin, yani halkın oylarıyla seçilip parlamentoya gelen bir milletvekilinin bir devlet dairesine girişinin engellenmesi. O kişi parlamentoya gelemez ve sokmadık da parlamentoya. Bütçe görüşmelerinde içeri giremez o dedik, içeri girdiği takdirde bu bütçe buradan geçmez dedik. Arkadaşlar gayet açık, gayet net tavırlarını da koydular. Yani iki ayrı seçeneği de sizin bilginize sunayım, Medyascope izleyicilerinin bilgisine sunuyum. Ortaya çıkan bu tablo Türkiye’de bir şeylerin olabileceğini, umutlarımızın yeşerebileceğini ve büyüyebileceğini gösteren bir şeydir. Direnişin, haksızlığa karşı durmanın, kul hakkı yiyenlere karşı mücadele etmenin sonuç verdiğini gösteriyor bize. Saraydaki zat ne kadar kendisini güçlü hissederse hissetsin ama bu toplumun bir vicdanı var.

Ruşen Çakır- Bu bağlamda Abdülhamit Gül’ü de sormak istiyorum. Onun durumu daha farklı. Şimdi TÜİK Başkanı belli ki görevden alındı. Ama Abdülhamit Bey istifa etti, daha doğrusu görevden affını talep etti. Siz tabi Ankara’da uzun zamandır süren bir rahatsızlığı iddiaları var siz daha fazla hakimsinizdir. Bir şekliyle tanıyor olmanız da lazım. Abdülhamit Gül olayının bayağı bir siyasi anlamı var değil mi?

Kemal Kılıçdaroğlu- Vardır tabi. Şimdi Sayın Gül’ün Adalet Bakanlığı sürecine baktığımızda, diğer bakanlar gibi bir pozisyonu yoktu, bir tavrı yoktu. Daha sağduyulu, daha sakin, olaylara daha soğukkanlı bakan bir profil çiziyordu. Dolayısıyla Adalet Bakanıyla milletvekili arkadaşlarımızın zaman zaman ilişki kurduklarını da biliyorum. Belli yasalar, belli düzenlemeler dolayısıyla rahatsızlıklarını da ifade ediyorlardı arkadaşlarımız gidip. Veya cezaevlerine gittiklerinde cezaevlerinde haksız uygulamalarla karşılaştıklarında da bunlar bir şekliyle oraya intikal ediyordu. Sonuç da alabiliyorlardı arkadaşlarımız. Tabi istifasının arkasında hangi gerekçelerin yattığını üç aşağı, beş yukarı tahmin edebiliyoruz ama benim bunu dillendirmem çok doğru olmaz. Ama görünen tablo şu, otoriterlik eğilimleri giderek artan bir yönetim var ve o yönetimin otoriter yapının artan dozda desteklenmesi ya da güçlendirilmesine yönelik adımlar atılabilir bu süreç içinde. Ama şunu rahatlıkla ifade edebilirim, kimi getirirlerse getirsinler, en yukarıdaki ne yaparsa yapsın demokratik yollarla biz bu ülkeyi gerçekten değiştireceğiz. Demokratik yollarla otoriter bir yönetime son vereceğiz. Demokrasi içinde kendi ülkemizde huzuru, güveni sağlayacağız. Bundan eminim. Halkın sağduyusuna güveniyorum.

Ruşen Çakır- Şimdi Kemal Bey, bu bürokrasi meselesi konuşurken bir zamanlar başkanlık sistemi öncesinde…

Kemal Kılıçdaroğlu- Bir şey daha ilave edeyim.  Sayın Gül keşke daha önce istifa edebilseydi. Yani Yargıtay süreci var biliyorsunuz, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının önce Yargıtay üyeliğine, arkasından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmesi hukuk tarihimizin kara bir sayfasıdır. Bir daha ifade edeyim, bizim hukuk tarihimizin kara bir sayfasıdır. Böyle bir sayfayı Adalet Bakanının yaşamaması gerekirdi. Böyle bir sayfa olduğu takdirde, böyle bir tablo olduğu takdirde “Ben izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten ayrılmak zorundayım. Ben Adalet Bakanıyım, böyle bir rezaleti ben görmek istemiyorum” diyebilmeliydi. O zaman çok daha fazla büyürdü. O zaman biz anlardık ki Adalet Bakanı evet gerçekten de vicdan sahibi bir bakan ve gerçekten de adaleti savunan bir bakan. Ve böyle bir tabloyu gördüğü zaman bu kadar da olmaz yani tamam pek çok şeye biraz göz yumduk ama bu kadar da olmaz diyebilmeliydi. O zaman bence Sayın Gül toplumda daha fazla ilgi, sempati toplayabilirdi.

Ruşen Çakır- Eminim bu mesajı alacaktır bu yayından sonra, belki de izliyordur. Şimdi şunu sormak istiyorum. Eskiden başkanlık sistemi öncesinde hatta yabancılar bunu çok anlamıyordu bizde devlet ve hükümet ayrımı vardı. Yani bir siyasi iktidar oluyordu ama bir de devlet oluyordu ve hatta derin devlet, şu, bu tartışmalar da oluyordu ama devletle hükümet ayrılıyordu. Sonra hükümet diye bir şey yok artık. Başkana bağlı bir kabine var ve iç içe geçti. Ben bazen yorum yaparken Erdoğan’dan bahsederken kimi zaman siyasi iktidar diyorum ki, devlet diyorum bazı özellikle muhalefetteki insanlar hayır o devlet değil diyorlar. Gerçekten böyle mi? Yani Erdoğan’dan bağımsız, Erdoğan yönetiminden bağımsız hala Türkiye’de geleneksel devlet yapısının bir şekilde sürdüğü, çünkü sizin çağrınız ona yönelik bir çağrı.

Kemal Kılıçdaroğlu- Çağrım ona yönelik. Şimdi şöyle Ruşen Bey, bir devlet var, bir de hükümet var. Devlet dediğiniz bakidir kurumlarıyla. Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı, BDDK’sı, ilkokulu, lisesi, üniversitesi bunlar devlet kurumlarıdır, hükümet kurumları değildir tamamı. Devlet dediğimiz bakidir ve bunun üzerinden, adalet üzerine inşa edilir bu. Devleti sağlıklı yapan ve emin adımlarla geleceğe taşıyacak olan da liyakat sistemiyle oluşturulan bürokrasidir. Devletin hafızasını bürokrasi tutar; siyasi partiler tutmaz, iktidar partisi tutmaz. Hükümetler ise geçicidir, vatandaştan gider yetki alır. Beş yıl süreyle gelir, devleti yönetir. Yani hükümeti devleti yönetmek üzere vatandaşın oyuyla gelmiş ve görev üstlenmiş bir kurum olarak düşünmemiz lazım. Erdoğan da geldi, hükümet olarak geldi. Seçildi vatandaş tarafından, beş yıl devleti yönetmek üzere geldi. Şimdi eğer hükümet olanlar bir süre sonra “ben devletim” der noktaya gelirlerse devletin içinde çürüme başlar.

Ruşen Çakır- Şimdi o noktada mıyız?

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi o çürüme şu anda bir hayli ileride. Devletin içinde ciddi bir çürüme var. Bakın; normalde yasalar var, Anayasa var, devletin iskeleti Anayasada var zaten; yasama, yargı, yürütme. Bugün Anayasa Mahkemesi kararlarını alttaki mahkeme uygulamıyorsa, ne demek bu? Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum diyor. Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayan hakimi de siz alıp terfi ettiriyorsunuz, oysa yargıdan onun göbek bağını kesmeniz lazım çünkü hiyerarşiyi bozuyorsunuz. Onu terfi ettiriyorsanız o zaman, “Ben devletim, Anayasa ne demek. Anayasa ben söylersem var, yoksa Anayasa yok.” Yasalar da aynı şekilde. Dolayısıyla kişinin ben devletim diye ortaya çıkması, devlet dediğimiz kurumda liyakati bitirir. İşi ehline değil sizi destekleyene veriyorsunuz, yandaşa veriyorsunuz, bürokrasiyi böyle getiriyorsunuz, bürokrasiyi böyle oluşturuyorsanız, bir süre sonra “ben devletim” diye ortaya çıkıyorsunuz. Ama siz devlet değilsiniz ama var olan devleti çürütüyorsunuz. Devletin kurumlarını yıpratıyorsunuz.

Mesela Sayın Nebati kalktı ne söyledi? “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yoktur, ne bağımsızlığı” dedi. “Sorumlusu benim” dedi. Yasa ne diyor? Merkez Bankası’nın bağımsız olduğunu söylüyor. Yine yasa ne diyor, “Merkez Bankası bağımsızdır. Temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır” diyor. Merkez Bankası bağımsız değildir, fiyat istikrarından sorumlu benim diyorsanız zaten memleketi bu hale getirmiş oluyorsunuz. Ne demektir bu? Merkez Bankası’nı ben tanımıyorum demektir. O zaman Merkez Bankası neye dönüşüyor? Merkez Bankası sadece para basan bir matbaa o kadar. Şu andaki işlevi o. Başka hiçbir işlevi yok. Güven? Güveni yok. Bağımsızlık? Bağımsızlığı da yok. Fiyat istikrarını sağlama? Bakın Ruşen Bey, fiyat istikrarını sağlama yasaya göre Merkez Bankasının görevi ama Erdoğan çıktı bir kararname çıkardı, karar çıkardı Fiyat İstikrar Komitesi kurdu. Ne demektir bu? Merkez Bankası’nı atıyorum bir tarafa, ben Fiyat İstikrar Komitesi kuruyorum. Bu komite fiyat istikrarını sağlayacak. Peki bu komite fiyat istikrarını sağladı mı? Memleketin geldiği hal belli.

Ruşen Çakır- Şimdi Kemal Bey, buraya geldiğimizde bir vatandaş size kağıt gösterdi, ekonomik sıkıntılardan bahseden ve muhalefet sessiz diye yazdı. Sessiz mi? Ben de bazen sessiz diyorum ama.

Kemal Kılıçdaroğlu- Yo hayır muhalefet sessiz değil. Şöyle, biz Türkiye’de hemen hemen her toplumsal grupla sağlıklı ve tutarlı iletişim kurmaya özen gösteriyoruz. Taşeron işçilerinden tutun, apartman görevlilerine, sanayicilerden tutun, organize sanayi bölgesi yöneticilerine, esnaftan tutun çiftçilere kadar, kuryelerden tutun TIR şoförlerine, kamyon şoförlerine, otobüs şoförlerine kadar toplumun her kesimiyle diyalog içindeyiz. Ve biz gittiğimiz her yerde tabi bize vatandaşın da ifade ettiği gibi yani büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Evet büyük sıkıntılar yaşıyor, biz de onun farkındayız. Büyük sıkıntıları aşmanın yolu ne? Önce iktidarı değiştirmek. Sandık gelecek, iktidarı değiştireceğiz. Artı gerçekten de vatandaşın içinde yaşadığı kabustan vatandaşı kurtarmamız lazım. Bir ekonomik buhran yaşıyoruz. Kriz diyorlar, ne krizi buhran yaşıyoruz yani. Dün Abdallarla görüştüm, emin olun 500 lira gelmiş ,200 liralık elektrik faturası 500 lira gelmiş. Kadıncağız diyor ki “Ben 500 lirayı nasıl ödeyeceğim, kocam hapiste nasıl ödeyeceğim ben 500 lirayı. Gelip elektriğimi kesecekler. Ben insan değil miyim?” diyor. Müthiş insan dramları var. Ruşen Bey, keşke o insan dramlarını televizyonlara çıkarabilsek, yani gerçek anlamda onlar yaşadıkları dramı kamuoyuyla paylaşabilseler. Büyük insan dramları var. Öğrenciler var gene aynı şekilde büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Çiftçiler var, büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Esnaf var yani veresiye defteri var. Bütün bunları gördüğünüz zaman insan dramlarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Ben daha önceki konuşmalarımda demiştim ki, “Daha henüz siz sürecin baharını yaşıyorsunuz. Daha kışı görmediniz.” Kara kış dedim, kara kışı yaşıyoruz şimdi.

Ruşen Çakır- Şimdi burada şöyle bir mesele var yalnız. Şimdi muhalefet deyince tabi ki siz CHP Genel Başkanısınız ve CHP olarak yaptıklarınızı anlatıyorsunuz ama kamuoyu muhalefet deyince bir bloğu görüyor her ne kadar blok olmasa da yani bir Millet İttifakı var hala. Sürekli görüşmeler var. Ama mesela şöyle şeyler oluyor, diyelim ki kur krizi yaşanıyor; siz bir açıklama yapıyorsunuz, Babacan açıklıyor, Meral Hanım açıklıyor, Davutoğlu açıklıyor, Temel Bey, ayrı ayrı diyelim ki sosyal medyadan mesajlar. Ama mesela bir araya gelip vatandaşa yönelik olarak biz sizi bu sıkıntılardan kurtaracağızı hala demediniz. Yani sesinizi birleştirmek, muhalefetin sesini birleştirme meselesinde -ben ona artık büyük fotoğraf diyorum- onun için ne bekliyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi Ruşen Bey, her birimiz ayrı partiyiz kabul etmemiz lazım. Her birimizin programı farklı, her birimizin ilkeleri farklı. Ama ortaklaştığımız konular var. Bunlardan birisi Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçme gibi. Şimdi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi 6 lider seslendiriyor. Ama bu ne demek? Bunun ne demek olduğunu ortaya koymamız lazım ve bunu 6 lider bir araya gelip kamuoyuyla paylaşmamız lazım. Bunun için ön çalışmalar yapıldı, Genel Başkan Yardımcıları görevlendirildi. 6 Genel Başkan Yardımcısı uzun bir çalışma yaptılar. O çalışmadan sonra bir metin ortaya çıktı. Metin Genel Başkanlara sunuldu, onlar yetkili organlarında görüştüler, son şekli verildi, tekrar toplanıldı, Şubat ayı içinde büyük bir olasılıkla 6 Genel Başkan Yardımcısı bir araya gelecek ve biz bu belgeyi imzalayacağız.

Ruşen Çakır- O fotoğrafı o zaman vereceksiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Vereceğiz. Böylece Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemden neyi anladığımızı ve neyi hedeflediğimizi, neden Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem olmalıdırın gerekçesini 6 lider orada paylaşacak kamuoyuyla.

İkinci bir adım, tabi biz iktidar olduk, seçim oldu. Vatandaş bizi iktidara taşıdı. Ne yapacağız? Bu konuda da bir çalışma yapılıyor şu anda. O çalışma da önümüzdeki süreç içinde bitecek. O konuda da kamuoyuyla bunu paylaşacağız. Ama siz de takdir edersiniz ki, mesela diyelim doğalgaza zam geldi. Şimdi gazeteciler her bir lidere ayrı ayrı soruyorlar nedir, ne değildir diye. Doğaldır yani her liderin cevap vermesi, kendi partisinin görüşlerini dillendirmesi, olması gereken de budur zaten. Ama daha sonra ekonomi konusunda neleri yapacağımızı yine bir araya geleceğiz, yine değerlendireceğiz, yine bunu kamuoyuyla paylaşacağız. Ortak ses çıkarmak şöyle, siz ekonomide, siz hukuk sistemi içinde, siz yatırımlarda veya dış politikada neler yapacağınızı önce alt pozisyonda olan Genel Başkan Yardımcıları yetkili olanlar bir araya gelip ortak bir görüş oluşturduktan sonra bu görüşler yukarıya yansıyacak, yukarıda da biz oturacağız onu geniş kamuoyuyla paylaşacağız.

Ruşen Çakır- Burada tabi güçlendirilmiş parlamenter sistem çalışmasını biliyoruz ama takdir edersiniz ki, vatandaşın, seçmenin özellikle kafası karışık seçmenin temel meselesi daha somut. Yani siz de söylüyorsunuz geçim derdi.

Kemal Kılıçdaroğlu- Biliyorum geçim derdi.

Ruşen Çakır- Yani şunu pekala diyebilir yani bana ne güçlendirilmiş parlamenter sistemden ben karnımı nasıl doyuracağım, buna muhalefet ne diyor, neyi nasıl yapacak sorusunu daha ciddi bir şekilde soruyor.

Kemal Kılıçdaroğlu- Onu koyacağız ortaya. Ondan da herkesin emin olması lazım. Ben örneğin şunu söyledim dedim ki, halk bizi seçti geldik iktidara ne yapacağız? Önce bir numaralı kararnameyle bir Stratejik Planlama Teşkilatı kurmak zorundayız. Bir numaralı karar. Ve buraya devletin yetkin isimlerini atama yapacağız. Gerçekten planlamayı bilen, gerçekten bu konuda yıllarını veren, gerçekten de siyasi otoriteye her türlü bilgiyi sağlayan bir kurum. Yapacağız bunu. Ve diyeceğiz ki bu kurumun başkanına, “Bana 10 gün içinde Türkiye’nin bütün rakamlarını getir.” Gelirimiz ne, giderimiz ne, fonlarda ne kadar para var, varlık fonu nedir, varlık fonunun içindeki şirketlerin pozisyonu nedir, hangi fonda ne kadar para var? Bizim taahhütlerimiz ne? Ne kadar dolar ödeyeceğiz, avro bu köprüden, yoldan, şuradan. Artı taahhütlerin dışında borçlarımız ne kadar? Bunların tamamını biz bilmek zorundayız. Geldikten sonra hemen çağıracağız Ekonomik Sosyal Konseyi, kardeşim tablomuz budur, gelirimiz budur. Devlet dediğiniz kurum saydam olmak zorundadır. Vatandaşın vergisini harcıyoruz çünkü biz. Saydam olmak zorundadır. Kardeşim bizim gelirimiz bu, giderimiz bu, taahhütlerimiz bu, sizin sorunlarınızı dinleyeceğiz şimdi bakanlarımız da burada, biz sizin sorunlarınızı çözmeye talibiz. Hangi sorunu nasıl çözeceğimizi onlara tek tek anlatacağız ve gereğini de belli bir takvim içinde yerine getireceğiz. Bunu yaptığımız zaman hiç endişelenmeyin…

Ruşen Çakır- Bunu peki bir ittifak halinde mi yapıyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Elbette.

Ruşen Çakır- O ittifakın aktörleri kesinleşti mi? Siz sürekli görüşüyorsunuz, ediyorsunuz, yemekler yiyorsunuz.

Kemal Kılıçdaroğlu- İttifakın aktörleri Genel Başkanlar zaten. Görüşüyoruz zaten.

Ruşen Çakır- Hepsi dahil mi yani? Yani şöyle söyleyeyim, şu haliyle mesela en son Cumhuriyet Gazetesinde bir haber çıktı üçüncü ittifak iddiası diye. Yani sağ partilerin ayrı bir ittifak olacağı.

Kemal Kılıçdaroğlu- Bunlar olur, yazılır çizilir ama yani hayatın gerçeği sonuçta biz Sayın Genel Başkanlarla yan yana geliyoruz, oturuyoruz, konuşuyoruz. Gazetelerde yorumlar olabilir, farklı yorumlar olabilir. Belki gerçekler de yazılmayabilir, aldıkları bir duyumu dillendirebilirler. Bu dünyanın her tarafında olabilir. Ama hayatın bir gerçeği var. Yani sizinle nasıl oturup konuşuyorsak, biz diğer siyasi parti liderleriyle de oturup yani Sayın liderlerle oturuyor konuşuyoruz, yemek de yiyoruz, çay kahve de içiyoruz. Bir sorun olduğu zaman veya önemli bir olay olduğu zaman böyle araya sekreteri falan da koymuyoruz, cep telefonunu açıyoruz, kendi düşüncemizi aktarıyoruz. Onlar açıyor, kendi düşüncelerini ifade ediyorlar. Gayet rahat, gayet samimi ve karşılıklı güveni bir sefer tesis etmiş durumdayız. Bu çok önemli çünkü siyaset dediğiniz güven üzerine inşa edilmek zorundadır. Eğer siz Türkiye’nin sorunlarına talipseniz bunu belli bir güven zemini içinde…

Ruşen Çakır- Kemal Bey, burada 6 partiden mi bahsediyoruz?

Kemal Kılıçdaroğlu- 6 partiden. Saadet, DEVA, İYİ Parti, CHP, evet 6 partiden söz ediyorum. Rahatlıkla konuşabiliyoruz, rahatlıkla iletişim kurabiliyoruz. Genel Başkan Yardımcıları kendi alanlarıyla ilgili zaman zaman bir araya geliyorlar, oturuyorlar konuşuyorlar. Burada da hiçbir tereddüdümüz yok. Yani şöyle ifade edebilirim, hiç kimsenin belki de tahayyül edemeyeceği güzel bir uyumu şu anda sağlamış vaziyetteyiz.

Ruşen Çakır- Ama ben mesela geçen gün Yeniçağ Gazetesinin manşetinde bir İYİ Parti milletvekilinin -ki kendisi aynı zamanda Yeniçağ’ın sahibi - “Biz CHP’ye mecbur değiliz” diye bir lafını gördüm.

Kemal Kılıçdaroğlu- Olabilir. Şimdi bakın, önemli olan Genel Başkanların tavrı ve tutumlarıdır. Milletvekillerinin zaman zaman farklı görüşler dillendirmeleri mümkün olabilir yani. Ben de okudum onu, Sayın Milletvekilimizle de konuştum zaten. Ama şöyle, insanlar bazen belli bir sorunu, var olan yaşadıkları bir sorunu aşamayınca, sorunu aşmak için ilgili muhatabı harekete geçirmek isteyebilirler. Buna benzer söylemler belki buna da dayanmış olabilir. Ama önemli olan şu, Genel Başkanlar Türkiye’nin var olan sorunlarını çözme konusunda kararlılar ve azimliler. Milletvekillerinin farklı görüşleri olabilir, milletvekilleri farklı söylemlerde bulunabilirler ama asıl olan Genel Başkanlardır, asıl olan kurumsal yapılardır.

Ruşen Çakır- Peki burada 6 parti dedik ama muhalefet 6 partiden ibaret değil, başlı başına bir HDP olayı var. Şimdi bu konu size çok soruluyor ve daha önce de çok konuştuk ama bir de sizin en son ettiğiniz “Demokrasi Diyarbakır’dan geçer” sözünüz var. Yine Diyarbakır ziyaretiniz son anda iptal oldu.

Kemal Kılıçdaroğlu- Uçak da kalkmadı, zaten hava koşulları da uygun değildi.

Ruşen Çakır- Ama gitmeye niyetiniz var diye biliyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu- Gideceğim tabi. Diyarbakır’a gideceğim, Diyarbakırlılarla kucaklaşacağım, helalleşeceğim onlarla.

Ruşen Çakır- Helalleşeceksiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi tabi.

Ruşen Çakır- Peki bu mesele çözüldü mü sonuçta? Yani şunu soracağım, insanlar şunu merak ediyor, oylar yapılıyor, anketleri sizde görüyorsunuz, rakamlar ortada, Cumhur İttifakının, Millet İttifakının ve ortada bir HDP var ve HDP’nin oy oranı yüzde 10’un üzerinde gözüküyor. Nereye giderse orası kazanacak gibi bir tablo var açıkçası aritmetik olarak. Sonuç olarak her şey bir yana aritmetik olarak bir kere böyle bir olay var bir de perspektif olarak da HDP’lilerin söylediği birçok şeyle sizin söyledikleriniz aslında uyuşuyor. Ama orada HDP’nin artık anlıyoruz ki, açık bir şekilde ortak müttefik olması söz konusu değil doğru mu anlıyorum?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şöyle, HDP bir üçüncü ittifak konusunda bir çalışma yaptılar. Üçüncü ittifakı oluşturacak olan partilerin liderleri bir araya geldiler. Ben de gazetelerden okudum. Ve bu konuda önemli bazı adımların atıldığı da ifade ediliyor. Tabi bir üçüncü ittifak olabilir tabi yani sonuçta siyaseten siz böyle hayır bizim dışımızda başka bir ittifak olmasın diyemezsiniz. Bütün mesele şu; üçüncü ittifak olabilir, dördüncü ittifak olabilir, yani dayandığımız temel nokta şu, bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi getirecek miyiz, getirmeyecek miyiz? Demokrasiyi getireceksek üçüncü ittifak, ikinci ittifak neyse yani sonuçta geleceğimiz yer, nehrin başı, kaynağın başı demokrasidir. Demokrasiyi getirme konusunda çaba göstermemiz lazım. Üçüncü ittifak olabilir, kendi aralarında bir araya gelebilirler, daha fazla milletvekili çıkarmak için yasaların kendilerine verdikleri olanakları kullanabilirler. Buna da saygı duymamız lazım yani karşı çıkamayız.

Ruşen Çakır- Ama burada tabi önemli olan başkanlık seçimindeki tercihleri olacak.

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi her ittifak onu o zaman belirleyecek. Yani başkanlık sisteminde kendi tercihleri nedir? Demokrasi konusunda kendi tercihleri nedir? Şunu kabul edelim Ruşen Bey… Var olan sistem demokratik mi? Hayır. Var olan sistem otoriter bir yapı mı? Evet. Var olan sistemde hukuk var mı? Hayır. Var olan sistemde adaletsizlikler var mı? Evet var. Var olan sistem milyonlarca çocuğun yatağa aç girmesini sağlayan bir sistemi mi? Evet böyle bir sistem. Var olan sistemde milyonlarca kişi umutsuzluğunu yitirmiş, yurtdışında gelecek arıyor mu? Evet gelecek arıyor. Var olan sistemde üniversite mezunları işsiz mi? Evet üniversite mezunları işsiz. O zaman bu sistemin nesini savunacaksınız ve bu sistemden yana nasıl tavır alacaksınız? Partiler tavır alsalar bile tabanı tavır almayacaktır. Siz büyük fedakarlıklar yapıp evladınızı üniversitede okutmuşsunuz ve evladınız hala babanın, annenin eline bakıyor harçlık alabilir miyim diye. İş bulamıyor. Böyle bir tablodan yana bir siyaset olabilir mi? Böyle bir tablodan yana demokrasi olabilir mi? Hayır. Bunu değiştirmek için yapıyoruz biz. HDP de doğal olarak bir üçüncü ittifakı diğer partilerle oluşturmak istiyor. Saygı duyacaksınız buna yani…

Ruşen Çakır- Ama diyorsunuz ki, Cumhurbaşkanlığı seçimindeki tercihlerini sizin adayınızdan yana ihtimalleri daha yüksek.

Kemal Kılıçdaroğlu- Bizim adayımız demeyelim demokrasiden yana dersek. Çünkü şöyle, bizim adayımız dediğimiz zaman öyle bir dil kullandığımız zaman sanki HDP ya da diğer partiler bize mahkûmmuş gibi bir algı çıkıyor ortaya. Her siyasi partinin hem yöneticilerine, hem kurumsal yapısına bizim saygı duymamız lazım. Ben şunu isterim tabi, ben demokrasinin kökleşmesi için bütün siyasi partilerin ciddi demokratik adımlar atmalarını isterim aslında yani. Buna karşı da çıkmam. Ama var olan sistem içerisinde giderek otoriterleşen bir yapı var ve yapı sade vatandaşın bile nefes almasına imkân vermiyor. Gençleri umutsuz kılıyor ve onlar geleceği yurt dışında aramaya başlıyorlar. Müthiş bir işsizlik var, müthiş bir sefalet var. Ve şimdi bunlar yetmiyormuş gibi hala o yoksul insanların ceplerine ellerini atıyorlar. Elektriğe yüzde 127 zam. İnsaf ya! Sarayın elektriği için para mı ödüyor beyefendi? Suyu için para mı ödüyor? Doğalgaz için para mı ödüyor? Ama gecekonduda oturan dul kadının hangi pozisyonda olduğunu biliyor mu? 718 lira veriyor dul kadına bir ay geçinmesi için. Yetim aylığı veriyor, 718 lira. Ya bunlarda vicdan var mı?

Ruşen Çakır- Kemal Bey, HDP konusunda şimdi geçen Meral Hanım’la birkaç ay önce burada yayın yaptığımızda sizin yerinizde o oturdu ve ona İYİ Partinin Cumhur İttifakına gitmesi ihtimali olur mu diye bir soru sordum, o da dedi ki, ben gitsem bile tabanım gitmez dedi. Şimdi HDP meselesinde malum biliyorsunuz Cumhurbaşkanı sürekli bir Öcalan kartı diyeceğim ama onu oynamaya, Demirtaş’a yönelik olarak Öcalan üzerinden saldırmaya ve anlaşıldığı kadarıyla HDP seçmenini muhalefetten uzak tutup mümkünse kendi yanına ya da en kötü ihtimalle tarafsız kalmaya sevk etmeye çalışıyor. Böyle bir ihtimal olabilir mi? Yani Öcalan Türkiye’de daha önce biliyorsunuz yerel seçimde de denendi böyle bir iktidardan yana görüş belirten bir Öcalan diye bir olayla karşılaşabilir miyiz? Karşılaşırsak bunun karşılığı olabiliyor.

Kemal Kılıçdaroğlu- Vallahi ne yaparsa yapsın bu ülkenin insanları Bizans oyunlarından bıktı artık. Seçimler yapıldı değil mi? Daha önce yapıldı, gittiler kardeşi buldular, devletin televizyonuna çıkardılar, Erdoğan’a destek açıklaması yaptı. Sonra gittiler, Tunceli Üniversitesi’nden bir hoca buldular, hocayı gönderdiler İmralı’ya, hoca geldi basın toplantısı yaptı. Saraydan telefon ettiler, bütün yayın organları oraya gitsin diye. Yayın organları gitti. Oradan açıklamalar yapıldı. Ne oldu sonuçta? Bu milletin bir vicdanı var. Ben buna kesinlikle inanıyorum. Erdoğan Bizans oyunlarıyla iktidarını korumak istiyor, pozisyonunu korumak istiyor, yerini korumak istiyor. Yeter kardeşim ya, yeter ya, milletin ağzındaki lokmayı aldınız siz, cebindeki parayı aldınız siz, milleti işsiz, güçsüz bıraktınız siz! Hala kalkmış ben iktidar olacağım diye. Milletin açlıktan nefesi kokacak, açım diye bağırıyor. Pazar artıklarını git gör bakalım nedir bu insanların pozisyonu, nedir bir bak bakalım. Sarayda oturmuş, keyfi yerinde, ceplerinde paralar, etrafında dolarlar bilmem neler. Neymiş bir de liralaştıracaklarmış efendim. Gerçekten de rahmetli Aziz Nesin yani keşke olsaydı, ne güzel öyküler çıkardı bu dönemde, müthiş öyküler çıkardı yani. Etraf dolar geziyor, Türk lirasını dolara bağlamışlar, efendim neymiş, liralaştıracaklarmış. Allah akıl fikir versin bunlara.

Ruşen Çakır- Kemal Bey, sizin evden yaptığınız videoların ayrı bir yeri var.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet.

Ruşen Çakır- Açık söylemek gerekirse ben sizi çok grupta da izledim ama orada başka bir şey var. Yani orada başka bir strateji uyguluyorsunuz ve her biri neredeyse bayağı bir etkili oldu. Bunlardan en etkililerinden birisi helalleşmeydi. Demin de bahsettiniz, Diyarbakır’da helalleşeceğim dediniz. Şimdi bu sizin muhafazakar kesime yönelik helalleşme çalışmalarınızı biliyorum. Hatta daha önceki sizinle sohbetlerimizde de çok bunu konuştuk. Kimi zaman sizin tabanınıza yakın kişilerde bile ya bu kadarı da fazla yani bu endişeli muhafazakar…

Kemal Kılıçdaroğlu- Eleştiriler geliyor evet.

Ruşen Çakır- Yani onlar da bilmem ne çok da hak etmiyorlar yani tamam vermeyecekse vermesin falan gibi yaklaşımlar var. Size de herhalde söylüyorlardır. Bizimle uğraşın niye onlara gidiyorsunuz onlar zaten şöyle yapar, böyle yapar gibi yaklaşımlar var. Ne cevap veriyorsunuz bunlara?

Kemal Kılıçdaroğlu- Ruşen Bey, bir ateşten gömlek giydim bunu bilmenizi isterim. Toplumun barışmaya ihtiyacı var. Birlikte olmaya ihtiyacı var, kavgaya değil. Kavgadan uzak durmamız lazım. Şimdi siz ateşten gömlek giydiyseniz, vatandaşlarınız arasında ayrım yapamazsınız. Muhafazakâr kesim bize mesafeliyse o muhafazakâr kesime değil önce dönüp kendinize bakmanız lazım. Bu insanlar niye sizinle mesafeli kardeşim. Sıkıntılar var mı, evet var. Bu sıkıntıların kaynağı zamanında biz olmuş muyuz, olmuşuz. E demek ki oturmamız konuşmamız lazım, oturup bir helalleşmemiz lazım. Ya arkadaş kabahatimiz var mıydı? Evet vardı kabahatimiz. Kusurumuz var mıydı? Evet vardı kusurumuz. Kusuru bitirmek istiyorum kardeşim. Evet bitiriyor musun, bitiriyorum. O zaman gel kucaklaşalım, gel helalleşelim diyeceğiz. Şimdi başörtüsü sorunu evet var mıydı, vardı. Sorun kaynağı CHP olarak görülüyor muydu, evet CHP olarak görülüyordu. Şimdi bu sorun insan haklarına aykırı kardeşim. Sana ne kardeşim kadının kılık kıyafetinden? Sen bu kadının çocuğu, işi var mıdır, yok mudur, efendim şu mudur, bu mudur? Kız çocuğu üniversiteye gitmek istiyor, başörtüsü taktı diye biz onu üniversiteden aldık, “almayacaksın içeri” dendi zamanında. Ama ben Genel Başkan olduktan sonra dönemin YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’dı, “alın kardeşim bunları içeriye, niye almıyorsunuz kardeşim bunları içeri…” Şimdi böyle bir miras olur veya olmaz ama böyle bir algı var. Şimdi siz bu algıyı değiştirmek zorundasınız, o insanlarla kucaklaşmak zorundasınız. Ben o insanları kazanmak zorundayım, onların bize yönelik önyargıları da olabilir ama o önyargılar varsa bunu kırmak da bizim görevimiz onun görevi değil. O bize öyle bakıyor. Ama bizim öyle olmadığımızı bizim ona anlatmamız lazım. Kucaklaşmamız lazım.

Diyarbakır’a gideceğim. Diyarbakır hapishanelerinde anılar yayınlandı, kitaplar yazıldı yani oradaki işkenceler. Yani şimdi o işkenceleri görmeyecek miyiz? O işkenceden geçen insanlara dönüp de ya burada ciddi bir haksızlık yapıldı kardeşim, bu devletin sizinle helalleşmesi lazım demeyecek miyiz? Roboski’de insanlar öldürüldü, gencecik çocuklar öldürüldü. Dosya kapatıldı. Tamam, ölenler geri gelmeyecek, bunu ben de biliyorum zaten geri de getiremeyeceksiniz ama bu ailelerle oturup bir helalleşmemiz gerekmiyor mu? Bir kabahatimiz, kusurumuz var. Sizin çocuklarınızın hayatına mal oldu bizim aldığımız bir karar, yanlış bir karardı, demeyecek miyiz yani? Amerikan filmlerini görüyorsunuz Kızılderililerle ilgili. O filmlerin her birisi aslında birer helalleşmedir yani. Toplumun kendisini sorgulamasıdır. Ona izin veren devlet de evet yapın diyor bunu. Yani bu toplumda bir kaynaşma olması lazım. Siyahiler üzerine yapılan yani Amerika’da filmleri de görüyoruz değil mi? Yani onların gördüğü baskılar, onların gördüğü zulüm aslında devlet bunlarla şimdi helalleşiyor yani. Sinema filmleri aracılığıyla, romanlarla, öykülerle, resimlerle, tablolarla bir helalleşme var yani. Şimdi siz bunları tamamen yok efendim benim dediğim doğru ben duracağım sert bir şekilde. Yok kardeşim niye duracaksın, kucaklaşmak varken niçin? Bunu yapmamız lazım. O nedenle diyorum bir ateşten gömlek giydim diye. İki taraftan da olur olmaz bir sürü şeyler geliyor. Ama bunu yapmak zorundayız.

Ruşen Çakır- Burada şöyle de bir husus var tabi ama en çok da söylenen itirazlardan birisi onu da biliyorsunuzdur ama tekrar sorayım. Yani bunca zaman yapılan AK Parti iktidarı döneminde yapılan özellikle son yıllarda yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar bilmem ne bunların hesabı sorulmayacak mı? Helalleşeceğiz ve üstünü mü kapatacağız diyorlar.

Kemal Kılıçdaroğlu- İki şeyi ayırmamız lazım tabi. Haksızlık, hukuksuzluk varsa, yolsuzluk varsa bu ayrı bu yargının konusu zaten. Yargının konusuna adalet orada aranıyorsa ona bir şey yapamazsın yani gidecek yargılanacak zaten o. Yoksa kul hakkı yiyen birisini gel seninle helalleşelim olmaz zaten o mümkün değil yani. Eğer yüce Yaradan en büyük suç benim karşıma kul hakkıyla gelmeyin diyorsa benim onu affetme şansım bile yok zaten. Dolayısıyla o ayrı bir olay. Bizim söylediğimiz ise daha farklı bir olay. Yani yasa dışı bir olay vardır, yasa dışı olay dolayısıyla insanlar giderler yargılanırlar beraat eder veya mahkûm olurlar o ayrı bir şey. Ama biz yaptığımız bazı haksızlıkları görmeliyiz ve o haksızlıklar dolayısıyla haksızlığa uğrayan kişiyi kucaklamalıyız ve ondan özür dilemeliyiz yani bir kabahatimiz var, bir kusurumuz var burada demeliyiz yani. Bunu yaptığımız zaman emin olun toplumda hani muhafazakâr kesim diyoruz. Kişi kendisini daha inançlı, daha dindar olarak tanımlayabilir. Benim onun manevi dünyasına girme, müdahale etme hakkım var mı benim? Yok böyle bir hakkım. Allah’la kulun arasına peygamberin bile girme yetkisi yok. O zaman ben bu yetkiyi nereden alacağım, yok böyle bir şey. Benim görevim onun inançlarına saygı göstermek, onun manevi dünyasına saygı göstermek. Eğer inançları dolayısıyla veya kimliği dolayısıyla veya yaşam tarzı dolayısıyla ötekileştiriliyorsa ona dur demem lazım. Hayır kardeşim bunu ötekileştiremezsin, böyle bir hakkın yoktur demem lazım.

Ruşen Çakır- Şimdi bir şeyi sormadan edemeyeceğim; bu balıkçı lokantası meselesi, Ekrem İmamoğlu’nun olayı. herhalde size çok sorulmuştur. Ne diyorsunuz, o olay nedir? Çünkü sizin partinizin bir takım yöneticileri de açığa düştü biliyorsunuz, ilk başta kesinlikle bu fotoğraf yalan falan dediler, sonra fotoğrafın doğru olduğu biraz geç bir şekilde çıktı ama zamanla ilgili sorun oldu falan. Türkiye, İstanbul ve Türkiye ama karla boğuşurken birden bire gündeme Ekrem İmamoğlu oturdu.

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi Ekrem Bey bilinçli olarak iktidar tarafından, havuz medyası tarafından, onların sosyal medyadaki trolleri tarafından gündeme oturtuldu. Çünkü kusurları vardı. Kabahatleri vardı, uçaklar inememişti, uçaklar kalkamamıştı. Binlerce yolcu bekliyordu, bunlar İngilizce slogan atmaya başladılar. Havaalanının bir bölümü çökmüştü. Tam bir rezalet vardı. Turistler otellere taşınamadı, götürülemedi. Artı bunlara yatacakları olanak sağlanmadı. Kartonlar dağıtıldı. Tam bir rezalet yaşandı. Tabi bu rezaletin görünmemesi gerekiyordu, hedef neydi? Hedef de işte o zaman biz Ekrem İmamoğlu’nu bulabiliriz, onun üzerinden yürütmeye çalıştılar. Ama bu toplumun bir vicdanı var. Yani Ekrem Bey tamam daha önce randevu verilmiş, bir büyükelçiyle yemek yiyecek. Olabilir yani gidip yemeğini yiyebilir. Bu olaylar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmadığını göstermez ki, çalışıyor. Bu talimat vermediği anlamına gelmez ki, talimat da veriyor. Cep telefonu dediğimiz şeyle siz her an, her zaman, her ortamda hem olayları izleyebilirsiniz, hem çok kısa sürede haberiniz olabilir, hem hangi önlemlerin alınması konusunda talimat verebilirsiniz. Bu çok basit bir şey aslında. Yani Ekrem Bey lokantada olmayıp da dozerin başında mı olacaktı? Yok, gene dozerin başında olmayacaktı; zaten bir merkezleri var onların, o merkeze zaten gidildi, o merkezde yine bakıldı edildi, nerelerde tıkanma var, nerelerde yok onlara bakıldı. Düşünün iki Bakan geliyor, havaalanına inemiyorlar, Atatürk Havaalanına iniyorlar. İstanbul’da o olaylar olurken biz sorduk mu vali neredeydi, Bakanlar neredeydi, İçişleri Bakanı neredeydi, Ulaştırma Bakanı neredeydi, THY Genel Müdürü neredeydi? Soruldu mu bunlar?

Ruşen Çakır- Bu arada Genel Müdür de uçtu.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet o da uçtu bu arada. Dolayısıyla bakıldığı zaman bir kar yağışını gerekçe gösterip, kaybedilen İstanbul’u nasıl kazanırızın arayışı içine girdiler. Sorunu çözmek değil hedefleri. Bu iktidar olmadıklarını gösteriyor. Ceplerine çalıştıklarını gösteriyor. İstanbul’un rantını kaybettiler, o rantı nasıl kazanabiliriz, nasıl tekrar o ranttan nasibimizi alabiliriz arayışına geçtiler.

Ekrem Bey, gayet sağduyulu. Ki, MOBESE kameraları da şunu gösterdi. Bizim telefonlarımızın dinlendiğini ben defalarca… Benim, belediye başkanlarının hepsinin telefonları dinleniyor zaten. Sonra bir baktık, meğer MOBESE aracılığıyla izleniyoruz, bir de o gerçek de çıktı ortaya. Belki bunun öyle bir yararı da oldu. Hani telefonlarımız dinleniyor dediğimiz zaman yok efendim işte falan filan bir sürü gerekçe buluyorlardı. Ama MOBESE gösterdi ki, sadece dinleme değil izleme de var.

Ruşen Çakır- Abdülhamit Gül’ün istifasında bunun da bir rolü olmuş MOBESE kaydının öyle yorumlar var.

Kemal Kılıçdaroğlu- Bilmiyorum yani bilmediğim bir konuda yorum yapmak istemem.

Ruşen Çakır- Şimdi son olarak kapanış sorusu, şimdi aylar önce belki de yıl da olmuştur çok güvendiğim Ankara’dan bir tanıdığım dedi ki, Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı adayı olacak. Ve o tarihteki kamuoyu araştırmalarında biliyorsunuz Erdoğan’ın karşısında şu olursa şu kadar, şu olursa şu kadar diye ve açık söylemek gerekirse siz en altta ve çok açık ara geride gözüküyordunuz ve diğer Mansur Bey ya da Ekrem Bey ya da Meral Hanım falan sizden daha yüksek. Ben dedim ki, ya bu nasıl olacak aritmetik yani eyvallah ama yok kesin dedi. Ve sonra bir süre sonra siz bunu ilk defa telaffuz ettiniz, neden olmasın dediniz. Yani adayım dediniz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Hayır, liderler kabul ederse.

Ruşen Çakır- Hayır ama ilk defa size hani Erdoğan sürekli olarak karşıma çık dediğinde çıkabileceğinizi söylediniz vesaire. Çok net soracağım, siz Millet İttifakının adayı olursanız, mutabık kalınırsa sizde, ilk turda Erdoğan’ı muhtemelen karşınıza Erdoğan’ın çıkacağını varsayıyoruz. Erdoğan karşısında ilk turda kazanacağınıza emin misiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- İlk turda kesinlikle Millet İttifakı kazanacak.

Ruşen Çakır- Siz aday olursanız?

Kemal Kılıçdaroğlu- Millet İttifakı kazanacak.

Ruşen Çakır- Yani Millet İttifakının adayı sizseniz ya da bir başkasıysa her kimse o kazanacak?

Kemal Kılıçdaroğlu- Kesinlikle. Çünkü tartışılan konu isim değil sistem. Bu sistem değişsin mi, evet değişsin. İttifakın bileşenleri elbette ki bu sistemi değiştirecek bilgisi, birikimi, kapasitesi, sözü, güvenliği açısından bakılacak ve ona göre bir aday belirleyecek. Devlet aklı olan ve o çerçevede neyin nasıl yapılması gerektiğini bilen ve yine ittifakı bir arada tutan, ittifakın kendi içindeki dengelerini sağlıklı ve tutarlı bir şekilde koruyan bir kişi gelecektir ve dolayısıyla da evet bu sistemden memnun değiliz bu yanlış sistem değiştireceğiz. Bizde ittifak olarak oturduk liderler olarak dedik ki, şu kişi Cumhurbaşkanı olsun. Bitti hepimizin desteği orada olduktan sonra. Yani olayı kişiye değil, olayı tam tersine sisteme indirgemek lazım.

Ruşen Çakır- Doğru eyvallah ama sonuçta siz Kılıçdaroğlu olarak karşımdasınız ve bende size çok açık söyleyeyim sizin adaylık telaffuzunuzda hep şu oldu, Kemal Kılıçdaroğlu siyasette jübilesini Cumhurbaşkanı olarak yapmak istiyor. Doğru mu?

Kemal Kılıçdaroğlu- Konuşulabilir yani onu bilmiyorum. Emin olun bilmiyorum ilk kez sizden duyuyorum. Bilmiyorum ama sonuçta şu var tabi yani Cumhurbaşkanlığı onurlu bir görevdir. Cumhurbaşkanlığı onurlu bir görev ama Cumhurbaşkanlığı aynı zamanda devletin sigortası olmak konumundadır. Devletin sigortası olacaksınız ve siz sadece kendi ülkenizde değil Türkiye’nin uluslararası itibarı konusunda da son derece saygın bir kimliğe sahip olmak zorundasınız, onu da korumak zorundasınız. Devlette liyakati korumak zorundasınız. Devletin sigortasıysanız devlette liyakati, devlette adaleti sağlamak zorundasınız. Devlette liyakati, adaleti sağlamazsanız devleti yönetemezsiniz. Devleti yönetmek gücünde olan kişi aynı zamanda hırslarına da egemen olacak. Verilen söz çerçevesinde belli bir zaman dilimi içinde Türkiye’yi güçlendirmiş parlamenter sisteme götürecek. Yoksa seçildim ne kadar güzel oh benim imzamla her şey oluyor nereden çıktı güçlendirilmiş parlamenter sistem. Böyle derseniz olmaz. Dolayısıyla ittifak kendi içinde elbette oturacaktır konuşacaktır, elbette yetkin birisini getirecektir Cumhurbaşkanı adayı olarak belirleyecektir ve hep beraber o Cumhurbaşkanı adayının arkasında duracağız ve diyeceğiz ki, bize güveniyor musunuz Millet İttifakına? Evet güveniyoruz. Bizim söylediklerimizi yapacağımıza inanıyor musunuz? Evet inanıyoruz. O zaman biz şu kişiyi Cumhurbaşkanı adayı olarak belirliyoruz, hep beraber sizinle paylaştığımız konularda bunu birlikte yapacağız, sizden oy istiyoruz diyeceğiz. Halkın önüne böyle gidilecek. Yoksa Ali gidecek, Veli gidecek, o bunu söyledi, yok öyle bir şey. Bu seçim farklı bir seçim olacak. Sağduyulu insanların seçimi olacak bu seçim. Bu seçim Türkiye’nin kaderini belirleyecek aynı zamanda ve bu seçim bozulan devlet yapısını yeniden inşa edilmesinin seçimidir aynı zamanda. Dolayısıyla o nedenle devlet aklından söz ediyorum. Devlet aklını bilen, devleti bilen, devleti iyi tanıyan birisinin olması lazım. Yoksa herhangi bir kişiyi çok popüler diye getirelim biz oraya Cumhurbaşkanı koyalım olmaz. İttifakın kendi içinde uyumunu koruması lazım, o oyumu korumazsanız gene bu işler yürümez.

Ruşen Çakır- Çok sağ olun Kemal Bey.

Kemal Kılıçdaroğlu- Siz de sağ olun.

Ruşen Çakır- Çok güzel, keyifli, samimi bir sohbet oldu her zaman olduğu gibi. Çok teşekkür ediyoruz stüdyomuza geldiniz, çok sağ olun.