23.12.2021

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, ADANA’DA KANAAT ÖNDERLERİ, MUHTARLAR VE STK TEMSİLCİLERİ BULUŞMASI’NDA KONUŞTU

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Adana’da Kanaat Önderleri, Muhtarlar ve STK Temsilcileri Buluşması’na katıldı.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, toplantının açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi: Efendim Kozan’da böylesine güzel bir toplantı yaptığımız için son derece mutluyum. Kanaat önderi, toplumun sesi ve önderi kişidir. Kanaat önderi, herhangi bir vatandaş bir soruna çözüm üretmek istediği zaman veya bir sorunla karşılaştığı zaman gelip başvurduğu, danıştığı kişidir. Kanaat önderi, kişi çıkıp ben kanaat önderiyim dediği zaman kanaat önderi olmaz. Kanaat önderini kanaat önderi yapan içinde yaşadığı toplumdur, vatandaştır. Der ki, bu kişi bu olayları biliyor gidelim onunla konuşalım. Dolayısıyla kanaat önderiyle toplantının benim açımdan ayrı bir önemi var.


Muhtar arkadaşlarımız, onlar da kanaat önderleridir. Bulundukları mahallenin, bulundukları köyün kanaat önderleridir. Herhangi bir vatandaş milletvekiline ulaşamayabilir, belediye başkanına ulaşamayabilir, bakana ulaşamayabilir ama en rahat ulaşacağı kişi muhtardır. En rahat dertleşeceği kişi muhtardır, derdini aktarabileceği kişi muhtardır. Dolayısıyla muhtar da kendi mahallesinin kanaat önderidir. Ayrıca sivil toplum örgütleri var, meslek kuruluşları var; ticaret odası gibi, sanayi odası gibi, barolar gibi meslek kuruluşları var. Bu meslek kuruluşlarının bir kısmı yasalarla, bir kısmıysa dernek şeklinde örgütlenmelerle oluşturulmuştur.
Bu toplantıları niye yapıyoruz? Öyle ya bir miting yaptık ama bu toplantılar bir dertleşme toplantısıdır. Ülkenin içinde bulunduğu durumu ben de biliyorum, siz de biliyorsunuz. Sıkıntıları ben de görüyorum siz de görüyorsunuz. Ailenizde olmasa bile komşunuzda, komşunuzda olmasa bile akrabanızda gencecik fidan gibi çocukların işsiz olduğunu görüyorsunuz. Hayat pahalılığını görüyorsunuz, geçim sıkıntısını görüyorsunuz, üretimde sorun var görüyorsunuz ve her biriniz tek tek özel sohbetlerinizde, ya kahvede, ya yolda, ya caddede, ya parkta, ya lokantada veya bir dost meclisinde oturup doğal olarak tartışıyorsunuz ya ne olacak bu memleketin hali diye. Bu toplantılar bu açıdan çok değerlidir.
Memleketin iyiye gitmediğini biliyoruz. Her birimiz dolara takıldık, dolar ne olacak diye. Şu soruyu soralım, bu memleketin Türk lirası yok muydu, bu memleketin bir Merkez Bankası yok muydu? Neden hepimiz dolara takıldık? Neden dolar yükselecek mi, düşecek mi niye bunun üzerine düşünüyoruz? Telaşla ilk radyoyu açtığımızda, televizyonu açtığımızda, gazeteyi okuduğumuzda neden dolar ne oldu, Türk lirası ne oldu, altın ne oldu, borsa ne oldu diye bakıyoruz, niye Türk lirasına bakmıyoruz?
Ve neden hani bizim milli paramız vardı niye milli paramızı getirdik de doların altında bir yere konuşlandırdık? Otobandan geçersiniz dolarla, köprüden geçersiniz dolarla, ihale verirsiniz dolarla, garanti verirsiniz dolarla, dolarla bütün bu işleri yapanlar “biz milliyetçiyiz” diyorlar. Kozan’ın güçlü bir milliyetçilik damarı olduğunu biliyorum. Şimdi herkes elini vicdanının üzerine koysun, soruma cevap versin. Her şeyin dolarla olduğu; yolun, köprünün, garantinin dolarla olduğu, dolarla ölçüldüğü bir ülkede bunları yapanlar gerçekten milliyetçi mi değil mi ben merak ediyorum. Kendi milli paramız var, eyvallah. Ben demiyorum, milli paralar diğer paralarla işte oturulur, bakılır, gücüne göre ölçülür, tartılır buna bir şey demiyorum. Ama değerli arkadaşlar, bir memleketin en küçüğünden en büyüğüne, esnafından sanayicisine kadar, yazarından çizerine kadar herkes dolar ne olacak diyor; yükseldi aman mahvolduk, düştü davul zurna çalalım, farklı bir ruh halinin içindeyiz. Türkiye böyle bir durumla hiç karşılaşmamıştı.
Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bankalarındaki, özel ve kamu bankalarındaki tasarruf mevduatının yüzde 67’si döviz, Türk lirası değil. Vatandaş döviz olarak tutuyor tasarrufunu. O zaman şu sorunun cevabını aramak zorundayız: Neden vatandaş Türk lirası olarak değil de döviz olarak tutuyor bankada parasını? Bu sorunun cevabını sormak zorundayız. Çünkü güven duymuyor siyasete. Yarın benim tasarrufum ne olur, zaten pula döndürdüler, birikimlerimin tamamı pula dönerse ben ne yapacağım diye düşünüyor. Rasyonel davranan kim, akılcı davranan kim? Vatandaş. Akılcı davranıyor; tasarrufum var, erimesini istemiyorum; ne yapayım, götüreyim en iyisi döviz olarak yatırayım diyor.
Şimdi yeni bir adım daha attılar, faize dolar garantisi verdiler. Bankada mevduat faiziniz varsa Türk lirası olarak, ona dolar garantisi verdiler. Ne olacak arkadaşlar? O zaman kaldıralım Türk lirasını, normal hayatın içinde de kuruş olarak senti kullanalım, para olarak da doları kullanalım! Oraya doğru gidiyor zaten memleketin hali! Milli paramızı kullanamıyorsak, milli paramızı itibarsız hale getiriyorsak buna isyan etmesi gereken, buna itiraz etmesi gereken öncelikle bu ülkenin gerçekten de milliyetçi muhafazakâr kesimi değil mi? Onların itiraz etmesi gerekmez mi? “Burada bir yanlışlık var arkadaşlar” demeyecek misiniz?
Dertleşeceğiz dedim. Bu toplantılar bir dertleşme toplantısıdır diye. Şundan emin olmanızı isterim; Türkiye’nin çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur, bütün sorunları çözülebilir. Şu soruyu da sorun kendi vicdanınızda; neden her şey dolara endekslendi de, Türk lirası devre dışı bırakıldı? Bunu da sormak zorundasınız. Demek ki bir yerde bir hatamız var, bir eksiğimiz var. Üretim deseniz üretiyoruz, çalışmak deseniz iş bulunca çalışıyoruz. Toprak? Bereketli topraklarımız var. Adana’dan Kozan’a kadar görüyorsunuz zaten bereketli toprakları. Gübreye dünyanın zammı yapıldı, en iyi çiftçilerimiz bilir. Nereye kadar gidecek bu iş? Az önce mitingde söyledim; bu devleti kuranlar el aleme avuç açmadılar hiçbir zaman, Uşak Şeker Fabrikasını yumurta satarak kurdular, Sümerbankları, Etibankları öyle yaptılar. Osmanlının milli bankası yoktu, 1930’larda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu ve ilk milli paramızı o zaman biz elimize aldık; Türk lirasını… Ve değerliydi bizim paramız, değeri kayboldu paranın.
Bir başka soru. Bir paranın değeri ne zaman kaybolur ve niçin kaybolur? Öyle ya; para basmışsınız, bunun değeri niye düşüyor? Üretim yapmazsanız, cari açık verirseniz yani borçlanırsanız, yani borç batağına saplanırsanız ve dışarıdan para gelmeden de bir şey yapamazsanız, kapı kapı gidip de aman gideyim şu Katar’a biraz para versin, aman gideyim Birleşik Arap Emirliklerine biraz para versin, aman şuna yalvarayım biraz para versin derseniz... Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne zamandan beri gitti el aleme el avuç açtı, bana para verin memleketi yöneteceğim diye. Bunu düşünmek zorundayız, bu memleket hepimizin memleketi, bayrak da hepimizin bayrağı. Düne kadar el avuç açmayanlar neden şimdi el avuç açıyorlar? Osmanlının borcunu, cumhuriyeti kuranlar son kuruşuna kadar ödediler, kimseye el avuç açmadılar ve Türkiye en büyük kalkınmasını yaşadı. 1940’larda dünyaya uçak ihraç eden 5 ülkeden birisi Türkiye’ydi. Ne oldu da bu hale geldik? Esnafa soruyorsun şikâyetçi, sanayiciye soruyorsun şikayetçi, çiftçiye soruyorsun şikayetçi. Şikâyetçi olmayan kim var? Ben söyleyeyim, dolarla devlete borç para verenlerin hiçbir şikâyeti yok. Londra’da oturup Türkiye’ye dolarla borç para verip dünyanın faizini alan tefecilerin hiçbir şikâyeti yok.
Bir soru daha sorayım. Hadi dolarla borç aldın eyvallah, hadi yatırım da yaptın eyvallah. Ya arkadaş Amerika’daki enflasyonu neden bu milletin sırtına yıkıyorsun? AB’deki enflasyonu bu milletin sırtına niye yıkıyorsun? Anlaşma yapmışlar dolar bazında, garanti vermişler dolar bazında ve sözleşmeye hüküm eklemişler, eğer dolarsa Amerika’daki enflasyon varsa enflasyon farkını da fiyata yansıtıyorlar. Bana ne Amerika’daki enflasyondan, size ne Amerika’daki enflasyondan? Ama bedelini beraber ödüyoruz, 84 milyon birlikte ödüyoruz. Kaçımızın haberi var bundan? Eğer avro olarak borç almışsanız o zaman da AB’deki enflasyonu sizin sırtınıza yıkıyorlar. Bizim enflasyonumuz var, bir de onların enflasyonunu yıkıyorlar sırtımıza. Böyle bir düzeni Türkiye hiç yaşamadı.
Ben burada hani gelin bize oy verin demiyorum, yok arkadaşlar öyle bir niyetle gelmedim buraya. Buraya gelme niyetim şu, açık ve net söyleyeyim: Bugün olmazsa yarın sandık gelecek. Oy kullanırken elinizi vicdanınıza koyun öyle oy kullanın, ben sadece bunu istiyorum sizden.
Yazık günah değil mi bu memlekete? Babalarımız, dedelerimiz hangi mücadeleleri yaptılar? Milli Kurtuluş Savaşını biz niye verdik? Bir ülkenin bağımsızlığı iki temel kurala bağlıdır. Siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık. Nedir siyasi bağımsızlık? Mustafa Kemal Atatürk şöyle söyler: “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Bayrağımın altında özgürce yaşarım.” Bu siyasi bağımsızlıktır, özgürlük ve bağımsızlık benim karakterim. Ama Mustafa Kemal Atatürk biliyor ki siyasi bağımsızlık yetmez, siyasi bağımsızlığın güçlü ve kalıcı olması için bir başka bağımsızlığa daha ihtiyaç vardır. Onu da Mustafa Kemal Atatürk şöyle söyler: “Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız.” O nedenle 1923’te İzmir İktisat Kongresini topladılar ne yapacağız diye. Şeker bile yok, fabrika yok, banka yok, her birisi savaştan yeni çıkmış ne yapacağız diye. Çünkü biliyorlardı ki, Lozan’da ne diyordu İsmet İnönü’ye Lord Curzon? “Ben size bu hakları veriyorum ama yarın siz para için bana geleceksiniz bugün senin reddettiğin her şeyi cebimden çıkarıp tek tek önüne koyacağım” demişti. Ama onlar bunu yapmadılar. Ne gittiler yalvardılar, ne de onların ceplerindeki kağıda itibar ettiler. Onurlarıyla durdular ve Türkiye’yi büyüttüler. Şimdi kapı kapı dolaşıyoruz kim bize para verecek diye. Olmaz yazıktır günahtır. Tarihimize yazıktır, günahtır. Milli Kurtuluş Savaşını verenlere karşı bizim biraz sorumluluğumuzun olması lazım.
Devletin dini adalettir. Adalet denen kavramı çürütürseniz o devlet iflah olmaz. Yüce yaradan kainatı da adalet üzerine inşa etmiştir ve biz aklımızla hareket etmek zorundayız. Devlet adaletle ama akılla, mantıkla, bilgiyle, birikimle, ferasetle yönetilir devlet. Dayatma kültürüyle bir devlet yönetilmez. Devlet liyakatle yönetilir. İşi ehline teslim etmek bizim inancımızda var mı? Evet var. O zaman size bir soru sorayım, Merkez Bankasında bir arkeoloğun ne işi var Allah aşkına? Hani işi ehline teslim edecektik. Güzel. Para politikasını bilse eyvallah, maliye politikası eyvallah, ekonomi politikası eyvallah, sosyoloji eyvallah, hadi psikoloji eyvallah. Arkeoloğun ne işi var? Niçin? Bizim yakınımız o da oradan para alsın. Üç yerden, beş yerden maaş alsın. Olur mu, vicdan kabul eder mi, ahlak kabul eder mi, adalet duygunuz bunu kabul eder mi? Yeri geldiğinde bayrak, bayrak, bayrak diyoruz güzel. Yeri geldiğinde vatan, vatan, vatan diyoruz güzel. Her şey çok güzel. Peki kendi arabasında yani resmi arabada Türk bayrağını kaç kişi taşır Türkiye Cumhuriyeti Devletinde? Üç kişi. Bir, cumhurbaşkanı bindiği makam arabasına Türk bayrağını koyar. İki, devletin valisi devleti ve hükümeti temsil eder. Üç, büyükelçi yurtdışında makam arabasına bindiğinde Türk bayrağı dalgalanır. Demek ki bu üç makama bayrağı taşıyabilecek potansiyelde insan seçmemiz lazım. Bayrağı temsil ediyor, devleti temsil ediyor. Peki size bir soru daha, rüşvet yiyen bir adamı büyükelçi tayin eder misiniz? Rüşvet yiyen, rüşvet alan bir adamı büyükelçi tayin eder misiniz? 1 milyon dolardı galiba, rüşvet aldığının mahkeme kaydı var, büyükelçi tayin ettiler. Bunu dünya biliyor. Büyükelçi geçtiğinde ne diyecekler? Şu Türkiye Cumhuriyetinin haline bak, şu devletin haline bak rüşvet alanı büyükelçi tayin etmişler. Bu itibarı zedeler mi? Zedeler. Biz hak ediyor muyuz? Hak etmiyoruz. Peki buna itiraz ediyor muyuz? Etmiyoruz. İtiraz etmemek zulmü kabul etmek demektir. Bir haksızlık var mı? Evet var. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytansa her birimizin duyarlı olması lazım. Her birimizin haksızlığa isyan etmesi lazım, bu haksızdır dememiz lazım.
O nedenle benim kanaat önderleriyle konuşmam lazım. Kanaat önderleriyle yani sizlerle oturup konuşmam lazım. Helalleşmemiz lazım. Dedim helalleşeceğiz. Bizim de kusurumuz var doğru, eksiğimiz var doğru. Özeleştiri denen güzel bir kavram vardır bizde. Hata insana mahsus bir kavramdır canlılar içinde. Aslan gidip ceylanı yediğinde biz aslan hata yaptı der miyiz? Demeyiz. Karnı acıkmış gider yer. Neden? Aklıyla değil içgüdüleriyle hareket eder. Yüce yaradan kitabında ne diyor? “Aklınızı kullanmıyor musunuz” diyor; bir yerde değil, üç dört yerde söylüyor. Aklı kullanmak bize özgüdür, hata da insana özgü bir kavramdır. Ama hatadan ders çıkarmak da bizim görevimizdir. Aynı hatayı tekrar etmememiz lazım. Hatayı tekrar ederseniz özellikle devlet yönetiminde sonuçları ağır olur. Buradan da Türkiye’nin çıkması lazım.
Değerli arkadaşlarım, muhtarlardan söz ettim. Bu topraklarda yapılan ilk seçim Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde yapılan bir muhtarlık seçimidir. Tarihi 1833. Yani milletvekili seçimlerinden çok çok önce muhtarlık seçimi yapılmıştır. O nedenle muhtarlar demokrasinin temel taşıdır. Ama bugün muhtarlara gerekli önem veriliyor mu? Hayır. Muhtarlık kurumu gerçekten yüceltilmek isteniyor mu? Yine hayır. Mesela sizde birleşik oy pusulası yok. Niye yok sizde? Kabine giriyorsunuz, muhtarların orada küçük fotoğraflı pusulaları var onlardan birisini, beğendiğinizi zarfın içine koyup sandığa atıyorsunuz, pusulaları var, beğenmediğiniz muhtarın da oy pusulasını alıp cebinize koyuyorsunuz, gitseniz bile onu bulamıyorsunuz. Bu muhtara değer vermek midir? Değil. Değer verilmesi lazım. Muhtarlık kurumu bir kamu kurumu değil, çoğu muhtar bunu bilmez. Belediyeler muhtarlarla ortak proje yapamazlar çünkü kamu kurumu değil. Belediyeler emlak vergisi toplarlar. Sizin bütçeniz yoktur mesela. Niye bütçeniz yok sizin? Fakir bir aileyi düşünün; çocuğu üniversiteyi kazandı, milletvekilini bulamıyor, belediye başkanını bulamıyor. En rahat kimi bulur? Muhtarı bulur. Çocuğum sınavı kazandı, Adana’ya gidip gelecek parası yok, Ankara’ya gidip gelecek parası yok, bir otobüs parasını nereden bulacağım? Muhtarlığın bütçesi olsa otobüs biletini alır, der ki; gideceksin kaydını yapacaksın, geleceksin. Şu soru aklınıza gelir; amma da söyledi bu Kılıçdaroğlu, bütçesi mi olur muhtarlığın, parayı nereden bulacaksın sorusu gelir. Çünkü ben genelde bir şey yapılmalı dediğim zaman, hiç kimseye sorulmayan soru bana sorulur, “parayı nereden bulacaksın” diye. Unutmayın; bu kardeşiniz 27,5 yıl devlette, Maliye’de çalıştı. Para nasıl toplanır, bütçe nasıl yapılır, para nerede harcanır, israf nasıl önlenir, 27,5 yıl benim bütün görevim buydu. Belediyeler emlak vergisi topluyor mu? Topluyor. Belediye Başkanına oy veren kişi size de oy veriyor mu? Evet veriyor. Oradaki emlak vergisinin belli bir oranı muhtara verilse ayıp mı olur? Yo olmaz. Muhtarın bütçesi ne demektir? Muhtarın aynı zamanda sorumluluk yüklenmesi demektir. Kişinin en rahat ulaştığı kişidir muhtar, böyle bir özelliği var. “Muhtara yardımcı” dedim kıyamet koptu, vay efendim ne demek muhtara yardımcı. Siz muhtarlığı kapatıp gittiğinizde sizin yerinize bakan birisi var mı? Yok. İzin aldığınız zaman veya tatile gittiğiniz zaman sizin ödeneğiniz kesiliyor mu? Kesiliyor. Niye kesiliyor? Milletvekilinin kesiliyor mu? Hayır. Belediye Başkanının kesiliyor mu? Hayır. Onlar da seçimle geldi, siz de seçimle geldiniz. Onlara verilen hak size niye verilmiyor? Vatandaş aynı vatandaş değil mi, halk aynı halk değil mi, seçim aynı seçim değil mi, niye verilmiyor? Bu ben muhtarları çok sevdiğim için değil, muhtarlık kurumunu çok sevdiğim için.
Muhtarlık kurumu demokrasinin güvencesi olur aynı zamanda. Çünkü her alana muhtar nüfuz edebilir. Sosyal yardım dağıtıyoruz, muhtarın haberi yok sosyal yardım dağıtıldığından. Bir mahallenin fakiri kimdir, zengini kimdir kim bilir Allah aşkına? İki kişi. Mahallenin bakkalı, mahallenin muhtarı. Hangi evde tencere kaynamıyor muhtar bilir. Hangi evde tencere kaynamıyor mahallenin bakkalı bilir. Sosyal yardım dağıtılacaksa muhtarlar eliyle dağıtılması lazım. “Bizim partili verelim, bizim partili değil açlıktan ölsün” böyle bir mantık olur mu? Ama muhtar kendi şahsi kimliğiyle seçiliyor, bir partinin kimliğiyle değil. Dolayısıyla mahallesindeki veya köyündeki veya bulunduğu yerdeki bütün vatandaşlarla ilişkilerini eşit bazda götürür. Varsa fakir yardım eder. Yardımcı personeli bizim belediyelerimizin bir kısmı tahsis ediyor muhtarlara ama belediyelerin tahsis etmesi yeterli değil. Onun muhtarın emrinde çalışması lazım çünkü muhtar aynı zamanda yeri geldiğinde belediye başkanını da özgürce eleştirebilmeli. Belediye eleman tahsis ederse özgürce eleştiremez çünkü belediye başkanı der ki, ben yarın personelimi çekiyorum sen beni eleştirdin diye.
Başka bir şey daha. Sizin mahallenizle ilgili karar alınıyor belediye meclisinde, sizin haberiniz var mı? Yok haberiniz. Niye yok? Vatandaş gelip muhtar bu ne oldu böyle dese; diyorsunuz ki, vallahi benim de haberim yok, belediye meclisi bu kararı almış. Siz mahalleden sorumlu değil misiniz? Mahalleli gelmiyor mu size, size derdini anlatmıyor mu? Ne olması lazım? Eğer belediye meclisinde muhtarların kendi mahallesiyle ilgili bir olay görüşülecekse muhtar mutlaka o toplantıya katılmalı, söz ve karar sahibi olmalı. Bunu yapmazsanız o zaman muhtar ne Allah aşkına, niye muhtarlığı yaptık o zaman? Bu kitapçıkta bu ayrıntıların tamamı var. Sizin bir de Muhtarlık Temel Kanununa ihtiyacınız var. Şurada yazar, bilmem kaç kanunda muhtar adı geçer, 300 mü, 400 mü kanunda muhtar adı geçer. Ne siz bilirsiniz, ne de ben bilirim. Ama sizin bir Muhtarlık Temel Kanununuz olursa muhtar da açar kendi görevi ne, yetkisi ne bütün ayrıntıları buradan öğrenir. Bu konuda bütün muhtar kuruluşlarıyla görüştük, bir kanun teklifi hazırlandı, 84 maddelik bir kanun teklifi hazırlandı, TBMM Başkanlığına verildi. Muhtarlık Temel Kanunu olacak ki, muhtar kendi kanununu aldığı zaman neyin ne olduğunu bilecek. Bütün bu söylediğim ayrıntılar daha fazlası bu temel kanunda yer alıyor.
Sizden isteğim; birisi gelip sizden oy istediğinde, kim olursa olsun hangi partiden olursa olsun, “Kardeşim mecliste Muhtarlık Temel Kanunu var, buna evet diyecek misin demeyecek misin? Evet demiyorsan niye geldin ki kardeşim, ben sana oy vermeyeceğim” deyin, bu kadar basit. Sizin hakkınızı kim savunuyorsa ben ona oy vereceğim deyin. Meseleyi de böylece diplomatik olarak da çözün. Haklı bir gerekçeniz var, haklı gerekçenizin savunulması lazım, parlamentoda yasalaşması lazım. Ama kanun çıksa da olur, çıkmasa da olur, biz bildiğimiz şekilde oy vermeye devam edelim derseniz kendi hakkınızı alamazsınız arkadaşlar. Bunun da mücadelesinin verilmesi lazım.
Şimdi birazdan burada yerime oturacağım, sizler soru soracaksınız. Bir, zaman zaman televizyonlarda izlerken ya keşke ben de şu Genel Başkanın yanında olsaydım da şu soruyu sorsaydım, bakayım buna nasıl cevap verecek dediyseniz bu soruyu şimdi sorun. İki, bu soruyu sorsak acaba Genel Başkan üzülür mü diye düşünmeyin. Üzülmem. Niye üzüleyim, üzülmem, rahatlıkla soruları sorabilirsiniz. Aklınıza gelen her soruyu rahatlıkla sorabilirsiniz. Ben diğerleri gibi değilim, öyle size yazılı kağıt vereyim, siz bana bu soruları sorun diye. Yok öyle. Kim arzu ediyorsa benimle ilgili, partiyle ilgili, arzu eden herkes, her soruyu rahatlıkla sorabilir. Ama bir şeyden emin olmanızı isterim. Vereceğim cevaplar samimi cevaplar olacak ve inandığım cevaplar olacak. Yani böyle alttan alayım, yukarıdan çevireyim, yuvarlayım da acaba bu soruyu nasıl atlatayım… Böyle bir huyum yok benim. Açık ve net kardeşim; sorun bu, cevabı da bu. Bu cevaba itiraz edebilirsiniz, o ayrı bir şey. Ama net ve samimi. Siyasette samimiyet önemlidir. Halkı kandırmanın, yalan söylemenin artık sonuna gelmek zorundayız. Neye inanıyorsak, hangi gerekçeyle inandığımızı ifade ediyorsak onu dillendirmeliyiz.
Efendim beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ederim.
Sağ olun, var olun.
Sorularınızı da bekliyorum. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler