17.05.2024

CHP Genel Başkanı Özgür Özel Sözcü TV’de: “Vatandaşın Talebi Erken Seçim Olursa Tabii Ki Ülkeyi O Uçurumun Kenarından Alacağız”

(16 Mayıs 2024)

“SOYLU’YU YÜCE DİVAN’IN ÖNÜNE ÇIKARMAZSANIZ BU OLAYIN EN ÖNEMLİ KISIMLARINDAN BİR TANESİ ÜSTÜ KAPALI KALIR”

“HUKUKA DÖNÜŞ OPERASYONUNUN MECLİS ELİYLE YAPILMASI LAZIM”

“SİYASETÇİNİN ÜSTÜNE DÜŞEN GÜNÜ GELDİĞİNDE DİYALOG ZEMİNİNİ ARAMAKTIR”

“HAYALİMİZDE CUMHURİYET HALK PARTİSİ’Nİ TÜRKİYE’NİN EN İYİ YÖNETİLEN KURUMLARINDAN BİRİ HÂLİNE GETİRMEK VAR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Sözcü TV yayınında, “Siyaset konuşularak yapılan bir iş. Konuşmadan, dokunmadan yapılacak bir iş olsaydı adı siyaset olmazdı, politika olmazdı, parlamento olmazdı. Konuşmaktan geliyor parlamentodaki kelimenin kökü. Ben hep böyle baktım. Müzakere de yapılır, mücadele de edilir. Müzakere sonuç vermiyorsa müzakereler kesilebilir. Uzun süreli bir mücadeleye girişilebilir. Ama siyasetçinin üstüne düşen günü geldiğinde diyalog zeminini aramaktır” ifadesini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, yayında sorulara şöyle yanıt verdi:


“AYNI TEMPOYLA ÇALIŞMAYA DEVAM”

“Çalışıyoruz yoğun bir şekilde. Ama tabi 31 Mart seçimlerinden sonra seçim sonuçlarının insanlara verdiği yüksek moral, bizi de memnun ediyor. Oldukça keyifli bir çalışma ortamı var. Saha çok iyi. Geçtiğimiz hafta Afyon, Eskişehir, Kütahya, Uşak ve Manisa’daydım. Sonra da Pazartesi günü Soma’da MYK yaptık. Sekiz ilden beşine gittim. Denizli’ye zaten gitmiştim. Altıncısı da o. Ege’de sekizde sekiz yaptık malum. Tabi çok keyifliydi oralar. Bundan sonra aynı tempoyla çalışmaya devam edeceğiz.”

“KOBANİ DAVASI SİYASİ BİR DAVADIR”

“İlk günden beri takındığım tutumu değiştirecek değilim. Bu dava bir siyasi dava. Olay olduktan sonra 5 yıl sonra açıldıysa bir dava ve iddianamesi de doğrudan bir partinin genel başkanı tarafından yıllarca yazıldıysa, sonra dava açıldıysa bu dava siyasi bir davadır. Uzamasıyla zamanlamasıyla, karar duruşmasının seçim sonrasına bırakılmasıyla her yönüyle siyaseten kullanılmaya elverişli bir dava. Tabii çok farklı değerlendirmeler yapılabilir. Verilen cezaların bazıları istenene göre çok düşük. Ama tabii burada Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’a verilen cezalar, görevlerinin başındayken ve bir partinin eş genel başkanlarıyken alınıp da suçlandıkları şey ve bu cezalara baktığınızda tabii kabul edilebilir bir yanı yok. Tabii bir yandan çok simge kadın siyasetçilerin yattıkları kadarına denk gelecek şekilde, bugün tahliye ile sonuçlanacak kararlar almış olmaları, bazı beraat kararları önemli ama böyle dönüp geriye doğru baktığınızda mesela hepsi birden neyle suçlanıyordu? Yasin Börü’nün katili olmak değil mi? En çok konuşulan şey. Her biri, Börü’nün ölümünden sorumlu olma suçundan beraat ettiler. Yani bu dava siyaseten ne kadar çok kullanıldı ve bugün geldiğimiz noktada Börü’nün katilleri dediklerine mahkeme Yasin Börü’nün ölümünden sorumlu olmadıklarını söyledi. O yüzden bu davayı bir hukuki dava gibi değerlendirmek yerine tabii bir partinin genel başkanı olmasam her beraat edenleri, yattığı yeterli görülüp bırakılanları ve ağır cezalar alanları hangi kategorilerde değerlendirmek gerektiği üzerine farklı beyin jimnastikleri yapabilirim ama kim ne derse desin bu davada bir hukuk yok. Yargılama süreci bir kere hukuki değil. Çok yakından takip ettik. Arkadaşlarımız oradaydı. İstinaf ve Yargıtay aşamalarını dikkatle takip edeceğiz. O aşamaların da son derece manipülasyona açık aşamalar olduğu gün gibi aşikâr. Bu davaya hukuka uygun bir şekilde iddianame hazırlandı, hukuka uygun soruşturma yapıldı, adil yargılama ilkelerine göre yargılama yapıldı diyemez kimse. Bunu böyle yorumlamak lazım. Şu karara sevindim bu karara üzüldüm demenin de çok bir manası yok. Topyekûn bir hukuksuzluğa işaret etmek gerekiyor.”

“SOYLU’YU YÜCE DİVAN’IN ÖNÜNE ÇIKARMAZSANIZ BU OLAYIN EN ÖNEMLİ KISIMLARINDAN BİR TANESİ ÜSTÜ KAPALI KALIR”

“Bir kere, Ayhan Bora Kaplan meselesini konuşacaksak işin şu tarafını bir kısaca hatırlamak gerekiyor. Ayhan Bora Kaplan, aileden birisi ile birlikte Kızılay’ın ortasında korsan CD satan birisidir. Gelirler kendisinden haraç isterler. Bu haracı vermeyi reddeder. Ağabeyini tartaklarlar. Bu da tartaklayanı ayağından vurarak hapse düşer belli bir süre. İçeride uyuşturucu mafyasıyla tanışır. Çıkar ve Ankara’da torbacılıkla başlayan, sonra işte belli torbacıların amirliği filan. Uyuşturucu ticaretine yön veren birisidir Ayhan Bora Kaplan. Böyle bir kişi. Daha sonra tabii ucu başka yerlere dokunduğu için bazı suçların çok üzerinde durulmuyor ama Ayhan Bora Kaplan dosyası enine boyuna tartışıldığında burada tabii ki tehdit, adam kaçırma, şantaj, bir sürü şey ayrıca devlete emanet yurtlardaki 18 yaşına yaklaşan devlet korumasındaki kimsesiz genç kızların iş bulma, çalıştırılma vaadi ile ilk önce garsonluk ardından ‘Daha iyi para lokantada var.’ Yok, ‘İçkili lokanta’ derken felaket bir şeyin içine sokuldu. Bütün bu rezilliklerin içinde hepsi birden var. Ama bu Ayhan Bora Kaplan… Benim yanımdan giden biri bununla buluştu. Ne gün? 15 Temmuz gecesi. Biz 15 Temmuz gecesi muhataplarımızı aradık. Genel merkezde toplanmıştık 14 kişi. ‘Meclis’in açılması gerekir, bütün darbeler Meclis’i kapatır. Meclis kapalı yakalandı. Gelirler, burayı sararlar, Meclis’i ele geçirmiş olurlar. Biz Meclis’i açıp buradan direnelim’ dedik. Muhataplarımızı aradık. Meclis Başkanı’nı, başkanvekillerini. Hatta geçen Cumhurbaşkanı görüşmesinde Sayın Elitaş da oradaydı. Dedim ‘Elitaş’ı da aradım, kendisi Kayseri il başkanlığındaydı’. ‘Doğru’ dedi Elitaş, ‘Çok iyi hatırlıyorsunuz.’ Ve döndük dolaştık, Meclis’e gittik. Meclis’te ilk konuşmayı Meclis Başkanı, ikinci konuşmayı ben, üçüncü konuşmayı Mehmet Muş, sonra Erkan Akçay yetişti, dördüncü konuşmayı Erkan Akçay yaptı. Sonra Bekir Bozdağ konuştu Bakan olarak. Dikkat de ediliyor o gece bir iktidar bir muhalefet birlik beraberlik halinde. Bozdağ kürsüden konuştu. O sırada bizim yanılmıyorsam Levent Gök konuştu. Süleyman Soylu da orada oturuyor. Ben Süleyman Bey de konuşsun dedim. O zaman Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı kendisi. İçişleri Bakanı filan değil. Kalktı geldi. Kürsüye ve Meclis Başkanı’na dedi ki ‘Benim zamanım geldi. Arkadaşlarla, gençlerle TRT’nin önünde buluşacağım’ dedi. Bu lafı dün gibi hatırlıyorum. Oradaki herkes hatırlıyordur. Tabii o an için önemli bir şey değildi. Sonradan Süleyman Soylu’nun TRT’nin önüne gittiği, TRT’yi geri almak için bir mücadeleye giriştiği, sonra kayıp silahlar konusunda TRT’nin önünde buluştuğu birtakım sivil kişilere silah dağıttığı tartışmaları yapıldı. Sonra o kişilerin Ayhan Bora Kaplan’ın adamları olduğu ortaya çıktı. Şimdi Ayhan Bora Kaplan korsan CD’ci, torbacı, uyuşturucu, gasp filan ve sonra Soylu ile TRT’nin önünde randevulaşma. Sonrasında darbe girişiminden bir süre sonra Soylu İçişleri Bakanı oluyor. Ardından Soylu’nun o çok tartışmalı süreci. Ayhan Bora Kaplan’ın himaye edildiğine ilişkin iddialar çok ciddi. Ve bu süreçte herkes birbirini suçlarken aslında gizli özne diyebileceklerimizden birisi de Soylu. O yüzden eğer soruşturma gerçekten dört başı mahmur yürüyecekse Soylu hakkında fezleke hazırlanacak. Gelecek. Oy birliği ile karma komisyondan geçecek. Dokunulmazlığı kaldırılacak ve yargı önünde sorulan soruları cevaplayacak ki bu olay gerçekten çözülebilsin. Şimdi siz Soylu’yu İçişleri Komisyonu başkanlığı sıfatı ile ve dokunulmazlıkla… O sürecin zaten bakan dokunulmazlığı var. Soylu hakkında bir soruşturma komisyonu kurulmasını önermezseniz, dokunulmazlığını kaldırmazsanız, Meclis’te oluşturulacak komisyon, savcı sıfatı ile gerekeni yapmaz ve Soylu’yu Yüce Divan’ın önüne çıkarmazsanız bu olayın en önemli kısımlarından bir tanesi üstü kapalı kalır.”

“O ARACIN PLAKASININ İDDİANAMEDE OLMAMASI YARGILAMA KONUSUDUR”

“Şimdi burada şu kadarını söyleyeyim. Daha konuşulacak çok şey var. Arzu ettiğiniz yönde devam ederiz. Bugünün tartışması şu. Bir partinin genel başkanı, Sayın Bahçeli ve ülkenin İçişleri Bakanı açıklama yapıyorlar. Biri tweet atıyor diğeri cevap veriyor. Muğlak muğlak tweetler. Tweetlerde hem çok şey söyleniyor hem hiçbir şey söylenmiyor. Herkes, ‘Cumhurbaşkanımıza ve hükümetimize…’ Şimdi burada ve devamında da FETÖ’vari yöntemler diye bitiriyor. Diğer taraftan Süleyman Soylu’nun geçmişte en iyi ilişki içinde olduğu kişi hatta derlerdi ki bir ara Soylu artık MHP’nin Bakanı... Ve son günlerde ortaya çıkan bir şey. Sinan Ateş iddianamesinde olaya karışan arabanın plakası var ama bir araca siyah AUDI diyorlar. Plakası yer almamış. Sonra onun hangi AUDI olabileceğine ilişkin fotoğraf ortaya çıktı. Tabii buna erişen arkadaşlar, haber yapan arkadaşlar büyük gazetecilik işi yaptılar. Cesaretli bir iş yaptılar. Ama ne bunun ortaya çıkarılmasını bir gazetecilik başarısı olarak gören var, bir taraf Soylu’nun işin ucunun kendisine geldiğini düşünerek süreci enfekte etmek için bunu servis ettiğini ve Ali Yerlikaya’nın üzerine yıktığını iddia ediyorlar. Öbür taraf, MHP-AKP ilişkisini dinamitlemek ve Soylu’yu işin içine katmak için bunu yaptı diyorlar. Ve bu bir suç fotoğrafının servis edilmesi. Oysa suç olması gereken fotoğrafın gizli kalması. Burası hukuk devleti ise iddianamede o aracın plaka numarasının yazılmaması kabul edilemez. Kim kullanıyormuş arabayı? Kim kullanırsa kullansın. Çıkarsa ki CHP gençlik kolları başkanı, alsınlar götürsünler, yargılasınlar, cezasını versinler. Ama hiç şüphe yok araç sizin olsa yazılır. MHP’li birinin olsa yazılır. Bir iş adamının olsa yazılır ama Ülkü Ocakları Başkanı’nın kullandığı araç olunca, iddianameye yazılamıyor. Şimdi bu süreç öyle kolay sindirilecek bir süreç değil ama şuna ihtiyaç var. O aracın plakasının iddianamede olmaması başlı başına yargılama konusudur. İddianameyi hazırlayanlar için. Onlara bu telkini yapanlar için.”

“BAŞKENTİN ORTASINDAKİ O CİNAYET, DEVLET DÜZENİNE MEYDAN OKUMAKTIR”

“Türkiye’nin normalleşmeye ihtiyacı var. Bu muhalefeti yumuşak yapmak demek değildir. Bu 2024 yılında Anayasası olan, seçimler yapılan, yeminle göreve başlayan Cumhurbaşkanı, Bakanların olduğu bir yerde burası muz cumhuriyeti değilse ve kuruluşunun yüzüncü yılını geçen sene kutladığımız bu cumhuriyette, eğer insanlar suçu işleyenin partisine siyasi aidiyetine ya da ittifak ortaklıklarına göre değerlendiriliyorsa gözü yaşlı bir anne, ben Ayşe Ateş ile en son bu binada görüştüm. Geldi dedi ki ‘Bugüne kadar hep siz destek oldunuz. Parti olarak da’. Kemal Bey’in hakkını teslim etti. Dedi ki ‘Her türlü yardımınızı istiyorum ve artık görünür olabilirsiniz’. ‘Benim sizden başka güvenecek kimsem kalmadı’ dedi. Ben kendisinin Cumhurbaşkanı ile bir yıldır görüşmek istediğini biliyorum. Ona aracılık etmeye çalıştım. Sayın Bahçeli’ye bir mesajı oldu. Onu ilettim. Ama gözü yaşlı bir anne ve iki kız evlat kalmış orada ve başkentin ortasındaki o cinayet, devlet düzenine meydan okumaktır. Yani biz gelir burada infaz yaparız diyorlar sonra birçok devlet memurunun içine karıştığı ve emniyetçe koruma kararı verilmiş bir aracın içine karıştığı şekilde kaçıyorlar… Deniz Bey yazsa iddianameyi, daha güçlü bir iddianame yazardı. İddianame, bildiklerimizin gerisinde bir iddianame. Hâlbuki adama o kadar yetki verilmiş. Soruşturma sonucunda ortaya çıkardığı iddianame, sizin, bizim bildiklerimizin gerisinde.”

“HUKUK DEVLETİ DEĞİL RACON DEVLETİ”

“Bu şartlar altında söylenecek söz şu. Türkiye’nin normalleşmeye ihtiyacı var derken benim bir şartım var. Gerçekten ben normalleşme meselesinin hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin gelenekleri, Türkiye’deki insanların hak ettiği yöneticilerin tavırları açısından, siyasi, stratejik açıdan, birçok yönüyle önemsiyorum bu meselenin kendisini ama işin özü şu. Bir noktaya indiriliyor. Biz diyoruz normalleşme olmalı. Bir taraf diyor ki evet olsun, bir anayasa değişikliği yapmalıyız. İş buraya düğümleniyor. Ben diyorum ki bir anayasa değişikliği yapılacaksa eğer o anayasa değişikliği mevcut anayasaya tam uyulduğunda, gerçek hukuk devletine dönüldüğü zaman yapılabilir. Şimdi dün yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi… Normalleşme meselesine uygun zemin yok ortada. Yargıtay’da papa seçimi gibi 37’nci tura kadar kalmış bir seçimde turlar arasında iki görüşme yapacaksınız. Adayın biri adayınızın lehine çekilip başka talep açacak. Sonra o çekilmeyi Yargıtay üyeleri lehine çekildiği halde hazmedemeyip diğer adaya oy verecekler, sonra siz hani hukuk devleti değil racon devleti olmuş, yine de sözünüzü tutup oylamada ikinci çıkmasına rağmen atayacaksınız. Ve o atadığınız kişi, AYM kararına direnen ve AYM üyelerine suç duyurusunda bulunan kişi. Yani anayasa ihlallerinin cisimleştirilmiş hali. Anayasaya tam uyum olmadan normalleşme olmaz veya anayasa konusunda mesafe alınamaz diyorum.”

“DEVLETİ BU HALE DÜŞÜREN KİMSE HESABINI VERSİN DERLERSE, BU İŞ ÇÖZÜLEBİLİR”

“22 yıllık iktidar bir kez daha kendi düşmanını üretti. Onunla kavga ediyor. Herhalde biraz daha devam edecek. Şimdi güya her yeri temizlediler. Her yeri yaptılar. Burada ek iddialar da var. Aslında MİT’in raporu olduğu, MİT’in raporu ile ilgili 500’ün üzerinde kişiyle ilgili kripto FETÖ soruşturması olduğu, bu kripto FETÖ soruşturmasının birtakım muhataplarının aksiyon almakta ve operasyonları başlatmakta olduğuna ilişkin bir karşı tez dolaşıma sokuluyor. Artık böyle siyah iplikle beyaz iplik. Albayrak’ın dediği at izi it izinin birbirine karışma halinin üçüncü versiyonunu yaşıyoruz. Zaten birileri de bilerek bunu bu şekilde yapıyor. O yüzden burada kime güveneceğiz dediğinizde, bu şartlar altında kimseye güvenemeyiz. Zaten kimse birbirine güvenmiyor. Karşı tarafta bile kimse birbirine güvenmiyor. Ama o zaman şuna ihtiyaç var. Burada Sayın Erdoğan, Sayın Bahçeli bir karar verecek. Biz bu konuda onlar gerçekten hakikate önem verirler, bu meselelerde kurumsal sorumlulukları olmadığını partilerindeki genel başkan yardımcısıdır, biri bakandır, öbürü eski bakandır. Bu işlerde devleti 2024 yılında bu hale düşüren kimse hesabını versin derlerse, bu iş çözülebilir. Yok, evet kan akmıştır ama burada benim partimden birilerinin sorumluluğu ortaya çıkacaksa bu kan yerde kalmalıdır, bu cinayet görülmemelidir denirse, öbür tarafta yahu bunu ben atadım, önceki bakanı da ben atadım. Emniyet müdürlerini ben atadım. Burada gerçek ortaya çıktığında sorumlu ben olacağım deyip olayın üstü örtülmeye çalışılırsa, Türkiye Cumhuriyeti devleti bundan sonra böyle bir devlet ciddiyetinde kimse görmez. Bütün iyi niyetli yaklaşımlarımıza rağmen ne normalleşme, ne yumuşama olur. Ne kutuplaşma son bulur.”

“BU ÜLKENİN HUKUK DEVLETİNE DÖNMESİ, DEMOKRASİYE DÖNMESİ LAZIM”

“Ama şöyle bir şey var. Şunu bilsinler. Bunu da özellikle söylemek isterim. Bu memleketin çok önemli sorunları var. Bu millet anayasaya göre iki iktidar alanı var ülkede. Bir mahalli idareler, iki merkezi yönetim. Geçen sene Mayıs ayında merkezi yönetimi ikinci turda da olsa yani salt çoğunlukla ilk başta yüzde 50+1 ile olmasa da meri anayasanın ilgili hükmü gereğince Erdoğan’a yürütme görevi verdi. Beklentisi bugünkü tablo değildi. Milletin beklentisi enflasyonun düşmesi, hayat pahalılığının durması, emekli maaşlarının artması, öğretmenlerin atanması, mağduriyet alanlarının, staj mağdurlarını, çıraklık mağdurlarının, askeri personelin, sivil personelin. Birçok talepleri var herkesin. Bu dururken burada bununla meşgulüz. Gördünüz yani daha geçen hafta Sayın Bahçeli, ondan önceki hafta Sayın Erdoğan ile son derece yapıcı üslupta görüşmelerimiz oldu. O meseleler çözülsün diye yetki alanlar, kamu yönetimini bu kadar elleri ve yüzlerine bulaştırıyorlarsa, yetkilendirdikleri kişiler ki bu aslında hani doğru yerden tartışma gerekirse bir sistem krizine işaret ediyor. O yüzden mutlaka ve mutlaka, bu ülkenin hukuk devletine dönmesi, demokrasiye dönmesi lazım ama burada liderlik olacaksa bu ülkeyi yöneten ittifakın liderleri, onun kaşına ve bunun gözüne bakmayacak. Bakıyorlarsa o zaman kurumsal olarak bu rezaletin içinde olduklarını kendileri kabul eder. Son günlerde yaşadıklarımdan sonra bu konuda iyimser olduğumu söyleyemeyeceğim.”

“BU KONUDA ASLINDA MESAFE ALABİLECEĞİMİZİ UMUYORDUM”

“Sayın Erdoğan ile yaptığımız görüşmeden sonra ihtiyatlı iyimserlik halinde olduğumu söylemiştim. Sayın Erdoğan ile yaptığım görüşmenin kamuoyuna yansıyan kısımlarını söyledik ve biraz önce saydığım sorun alanlarında mutlaka çözüm, ben şöyle bir temel prensip söyledim. Hem olağanüstü olaylar olduğunda, örneğin Antalya’nın Manavgat ilçesinde ilçe emniyet müdürü bir iş yapıyor. Burada benim milli eğitimden sorumlu genel başkan yardımcım, gölge kabinedeki milli eğitim bakanım ile sizin Milli Eğitim Bakanınız konuşsunlar. Eğer oraya işlem yapacaksanız, o konu hakkında bir atamadır geri alacaksanız. Meseleyi çözecekseniz. Mağdura sahip çıkacaksanız, biz bir şey demeyelim önce. Yok değilse en sert siyaseti yapalım. Çünkü doğrudan yaptığımızda medyanın bir kısmı. Sonra onu savunmak için öbür kısmı. Hakikat arada kaybolup gidiyor. Mağdurlar hakkını arıyor mu filan? Bir temas olsun, bakanlar ve gölge bakanlar arasında. Bu konuda mesafe alabileceğimizi umuyordum. Benim bütün görüşmeyi ve aldığım cevapları detaylarıyla paylaşmam müzakere tekniği açısından doğru değil. Ama o görüşmede sayın büyükelçiler not tuttu, tamamen kayıt altında ve bir nüshası genel başkanlıktaki çelik kasada olmak üzere partinin arşivine de kapalı bir zarf ile teslim edildi.”

“ANAYASALAR HER DOĞAN İÇİN YAPILIR, ERDOĞAN İÇİN YAPILMAZ”

“Temkinli bir iyimserlik içinde çıktım. CHP Genel Merkezi’ne bir iadeyi ziyaret yapılacak. Koltuk meselesi konuşulduktan sonra böyle yapalım dendi, uygun olacağını söyledim. Devamında ifadelerim oldu. Örneğin emekliye zam yapılacaksa hep birlikte oy verelim. Yapılmayacaksa emekli mitingi yapıyoruz. Öğretmen ataması 68 bin, öğretmenler istiyordu. Ben dedim ki norm kadro boşluğu 94 bin ve 20 bin emekli var. 124 bin, 120 bin öğretmen atanırsa desteklerim. Atanmazsa siyasetin gereği muhalefetimi yaparım. Temmuz ayında asgari ücrete zam gelecek. Bu konuda asgari ücret alan için çok düşük. Veren için çok yüksek. Büyük açmaz içindeyiz. Buna devletin çözüm bulup asgari ücreti önce artırması ama esnaf ve KOBİ’ye, küçük üreticiye, para kazanmayana yük olmaktan çıkarması lazım. Bunu birlikte çalışalım. Verginin yüzde 11’ini gerçek kazananlardan alacaksın. Kemeri asgari ücretliye sıktıracaksın. Ben buna miting de yaparım, yürüyüş de, eylem de yaparım. Bu konularda mesafe alabileceğimiz alanlar olduğunu düşünüyordum. Benim önüme anayasa geldiği için, hem Sayın Kurtulmuş, hem Sayın Erdoğan benzer ifadelerle Meclis’in anayasa yapacak güçte olduğunu ve sivil anayasa yapmaya bizi davet ettiklerinde, ben kendilerine mevcut anayasaya tam uyumu söyledim. Hatta dedim ki anayasalar herkesin üzerine uyacak mucizevi kıyafetlerdir. İyi anayasa kim giyse üstüne uyar. Anayasalar her doğan için yapılır, Erdoğan için yapılmaz. Erdoğan’a göre yaptığınızda iki yıl sonra ona da uymuyor. Oysa her doğana göre yapsanız, iki yıl sonraki Erdoğan’a da uyar. Ben bırakın içerik, usul bile tartışmadım. İki ay içinde usule yönelik önerileri alalım. Çalışalım. Ekim’de içeriğe başlayalım diyor. Biz usul dahi tartışmıyoruz çünkü anayasa tartışmasının içine girmek için benim ön şartım şu. Mevcut anayasaya tam uyum. Diyorum ki yeni bir elbise isteniyorsa, önce öncekini ne yaptın diye bakarlar. Önceki neden olmadı diye bakarlar. Yenisini giyecek misin diye bakarlar? Uyulmayacak anayasa niye yapalım? Anayasaya uyum konusunda güvence meselesini tartışalım. O teknik mesele ama ben ne Sayın Erdoğan, ne Sayın Bahçeli ile yaptığım görüşmelerde bırakın anayasa ile ilgili esasa, usule bile şöyle olabilir, böyle olabilir. Ben sadece anayasaya uyun. Anayasaya uyun dediğinizde AİHM kararları, Anayasa Mahkemesi kararları var. Anayasa Mahkemesinin bağlayıcılığını kabul etmemek ve hatta mahkemenin kapatılmasına yönelik çağrılar var. Şimdi bu şartlar altında bir anayasa masasına oturmak nasıl mümkün olabilir? İşin bu tarafını söylüyorum. Bir masa kuruldu. Ben Özgür Özel olarak kalktım, geldim ve oturdum. Biz son seçimde 17 milyon 500 bin kişiyiz. Sadece sandıkta buluştuklarımız. 17 milyon 449 bin 999’u ayakta kalır. O masaya Özel, 17,5 milyon kişiyi ikna etmeden oturamaz. Özgür Özel’in öyle bir lüksü yok. Bana bugünkü 31 Mart seçimlerinden sonra siyaseten parti güçlendi, biz güçlendik. Elbette siyasetin gereği bu. Birinci partinin lideri, 30 Mart’a göre çok daha güçlüdür siyasette. Ama bu gücü bana 31 Mart sabahı yataktan kalktın da bir mucize oldu da güçlendin değil ki. 17,5 milyon insan verdi. Onların ikna olmadığı bir masaya ben oturamam. Tek başıma otururum, 17 milyon 499 bin 999 kişi ayaktaysa zaten o anayasa anayasa değildir.”

“TÜRKİYE’NİN MENFAATİNE OLAN KONULARDA BENİ BİLGİLENDİRECEKSİNİZ Kİ BEN DE SONUÇ ALACAĞIM”

“Ben dış politikadaki temaslarımdan, dış ilişkilerden bahsettim. Bu ülkenin 20 yıl öncesine kadar şöyle bir geleneği vardı. Ana muhalefet partisi Almanya’ya gidiyorsa, Dışişleri Bakanı ya da yardımcılarından brifing alırdı. Müsteşardan, müsteşar yardımcısından brifing alırdı. Her şey gazetelerde yazmıyor. Almanya ile örneğin eurofighterda ne konuştunuz bilmiyoruz. Ben gittiğimde oradaki siyasi akrabam, Olaf Scholz Almanya Başbakanı. Steinmeier Almanya Cumhurbaşkanı, SPD kökenli. İspanya Başbakanının ben yardımcısıyım Sosyalist Enternasyonal’de. Gerçekten Türkiye’nin menfaatine olan konularda bilgilendireceksiniz ki ben de gidip oradan sonuç alacağım. Sonra size brifing alıyorsam, dönüşte bilgi vereceğiz. Dışişleri Bakanlığı’na gelecek dış politikadan sorumlu genel başkan yardımcım. Şunları görüştük, biz şunu dedik, şu bunu dedi. İzlenimimiz budur diyecek. Türkiye bunu 70’lerde yapıyordu. Bunun üstüne hemen değil ama konuşmam bittikten sonra kendi değerlendirmeleri sırasında, bir talimat verircesine, sayın özel kalem müdürüne dedi ki ‘Dışişleri Bakanı ve hatta Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ihtiyaç duyduğu hallerde ve gerekli gördüğü hallerde Sayın Başkana malumat versinler’ diye söyledi.”

“HUKUKA DÖNÜŞ OPERASYONUNUN MECLİS ELİYLE YAPILMASI LAZIM”

“Sayın Yerlikaya ile iletişimimizin boyutuna baktığımızda, bir konuda bilgi istediğimizde gelip o bilgilendirmeyi yapmaya yatkın bir iletişim içindeyiz. Kendisine haksızlık etmek istemem ama bu konuda öyle bir pozisyondaki hem bir soruşturmanın başında, yani sorumlu olduğu bakanlıkta yürüyor. Bir yandan kovuşturma aşamasına geçmiş olan ve halen yeni delillerin çıkması söz konusu bir başka soruşturma var. Bir yandan itham ediliyor. Öyle olunca, hani kendisi böyle bir bilgilendirme yapmak isteyip, gelse ve anlatsa memnun olurum. Siyaseten benim desteğime ihtiyaç duyarsa onu da veririm. Bir yandan hedefte. İki tez var. Bu konuda kesin yargı yapabilecek kadar bilgim yok. Bildiklerim bu anlattıklarımın 100 biliyorsam 60’ını konuştuk zaten. Onun dışında ben açık söyleyeyim, eğer Sayın Erdoğan gelip ‘Yahu böyle bir işin içine girdik. Sorumlusu kimse ortaya çıksın. Siyasi bir destek verin’ derse ona da destek vermeye hazırım. Sayın Bahçeli derse ki ‘Yahu böyle bir işin içindeyiz, bu işten hep beraber sıyrılmamız lazım’. Kendisine de en net desteği vermeye razıyım. Sayın Ali Yerlikaya da gelip bir sunum yaparsa ve haklıyı, haksızı ayırmaya katkı sağlayacak bir kamuoyu desteği isterse, orada destek veririm. Bence bütün siyasi partiler de. Ben Sayın Dervişoğlu ile görüştüm. Doğru ve iyiye doğru atılacak her adımda muhalefet olarak her türlü desteği veririz. Hep öyle yaptık. Gelsinler Meclis’te komisyon kuralım. Onların kendi pozisyonları gereği yapamadıklarını hep birlikte yapalım. Adına temiz eller mi denir, arınma mı denir, normalleşmek için hukuka dönüş mü denir? Hakikaten herkes birbirine operasyon çekiyor. Vallahi hukuka dönüş operasyonunun Meclis eliyle yapılması lazım. Başka türlü olmayacak bu iş. Gerçekten Sayın Erdoğan, davet etsin. Liderler zirvesi olsun. Gidelim, oturalım. Kapılı kapılar ardında bütün siyasi liderler konuşalım. Buradan Erdoğan’ın sorumluluğu yoktur, Bahçeli bu işlerin dışındadır. Haberleri yok filan demiyorum. Ama bazen öyle olur ki liderler öyle bir işin içinde kalırlar. Tek başlarına o işin altından çıkmak, kendilerini siyasi mesuliyet altına sokacak diye cesaret edemezler. Böyle cesarete ihtiyaçları varsa ben destek olacağım. Ama gelsinler. Türkiye’yi gerçekten artık insanların savcısına güvendiği. Emniyet müdürüne güvendiği, soruşturma ve kovuşturmasına güvendiği bir hukuk devletine bu ülkeyi kavuşturalım diyorlarsa benden kayıtsız, şartsız destek. Bir tek talebim var. Adalet, adalet.”

“SİSTEM KRİZİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ”

“Ben demiyorum ki Erdoğan’ın kusuru yoktur. 22 yıldır ülkeyi yönetiyorsanız ve Ankara’da bunlar oluyorsa, günü geldiğinde diyorlar ya Dicle’nin kenarında bir kurt kaparsa koyunu hesabını Ömer’den sorsunlar anlayışı bizim anlayışımız. Kamu yönetimi anlayışınız buysa, Sinan Ateş’in evlatları hesap soracaksa o da sizden sorar bu hesabı. Ayhan Bora Kaplan’ın mağdur ettiği herkes bu hesabı sizden sorar ama sonuçta siyaseten, çünkü öyle bir noktaya geldi ki denge ve denetleme olmayınca böyle oldu işte. Sistem krizi ile karşı karşıyayız.”

“SADECE ELEŞTİREN PARTİNİN SİYASETEN BAŞARILI OLMASI MÜMKÜN DEĞİL”

“Erdoğan ile görüşmeden endişelenen ya da nasıl görüşürsün diyenleri anlıyorum. Ama bundan önce görüşmedik. Aldığımız sonuçlar ortada. Ben Erdoğan ile görüşürsem ne Erdoğan’ın geçmişte yaptığı siyasi ya da diğer hataları aklıyorum. Affediyorum, unutuyorum, kredi açıyorum. Hiçbirisi değil. Sadece mücadelenin en önemli unsuru müzakeredir. Müzakeresiz, mücadele olmaz. Müzakere etmediğiniz için, çok geniş seçmen kitleleri en basitinden, yahu bunlar yarın ülkeyi yönetecekler, Putin ile de mi görüşmeyecekler? Cumhuriyet’i kuran parti daha kendi ülkesindeki iktidar partisi ile bilmem ne. Ben bu anlayışı kökünden yıkmak, o algıyı, CHP sadece itiraz eder. Yapıcı muhalefet yapmaz. Doğruya doğru demez. Bunları çok yanlış buluyorum. İnsanlar CHP’nin Genel Başkanını Alman Cumhurbaşkanı ile sohbet ederken, Alman Başbakanına Filistin için çağrı yaparken, İspanya Başbakanı ile söyleşirken, Brezilya’da Lula ile görüşürken veya bir durum olduğunda telefonlaştığını altyazıdan okuduğunda, Avrupa Konseyinde Kıbrıs, Filistin, Azerbaycan için konuşurken gördüğünde bu parti bu ülkeyi yönetir der. Siz bunları yapmazsanız, teorik şekilde istediğiniz kadar dış politika eleştirisi yapın insanlar sizin bunu hayata geçirebileceğinize inanmazlar. Bunu partinin genel algısı açısından önemsiyorum. Bunu sadece partinin genel başkanının değil tüm yöneticilerinin ve hatta parti adına görev yapan herkesin kendi alanında aktivizm içinde olması lazım. Yoksa sadece konuşan ve eleştiren bir partinin siyaseten başarılı olması mümkün değil. Bunun yolu görünür olmaktır. Bir iktidar iddiası koymak böyle bütünleşik bir şey. Onun inşasının ilk aylarındayız. Bunu faydacı bir yerden değil. Olması gerektiği bir yerden tarif ediyorum. Yarın bu hükümet çok faydalı iş getirdiğinde destekleyeceğiz. Mücadele edilmesi gerektiği yerde gerekirse Meclis’te canımızı ortaya koyacağız. Ama müzakere etmeden mücadele önemli bir seçmen kitlesine bunlar yine başladı kavgaya dedirtiyor. Oradan sonra söylediğiniz sözü kıymetlendirmiyor kimse. Ben bunu önemsiyorum.”

“MAL BEYANINI CAMA ASMAYAN BELEDİYEYE GİRMEM”

“Asmayanınkine girmiyorum. Nerede diyorum, burada diye gösteriyor. Okuyup giriyorum. Harfiyen uygulamayan olursa bizzat kendim takip ediyorum. Burada Genel Başkan kararlılığı göstermek gerekiyor. Arıyorum, bunu yaptın mı diyorum. Soruyorum. Düzelt diyorum. Bazen çok makul açıklamalar geliyor, bu sefer bunu yaz yolla. Basına geçelim diyorum. Geçiyoruz. Mal beyanını cama asmayan belediyeye girmem. Asacaklar. Denetim için CHP Yerel Yönetimler Eğitim, Eşgüdüm ve Denetim Komisyonu kurduk. Bunun tepesindeki danışma kurulunun başında Sayın Yılmaz Büyükerşen var.”

“GENELGE BELEDİYEMİN HİZMET ETMESİNİ ENGELLERLERSE YARGIYA TAŞIRIM”

“Örtülü IMF programı. IMF ile standby imzalasan diyecek ki yeni memur alma. Emekliye verme. Asgari ücreti artırma. Gariban kemer sıksın. IMF bu. Sen bunların hepsini kendin yapıyorsun. IMF de gelse bunu yapacak. İş sen öğretmeni atayacaksın. Öğretmen, memuru atayacaksın. Emeklinin zammını yapacaksın. Asgari ücretliyi ezdirmeyeceksin. Mehmet Şimşek’in ilk kez kullandığı bir kelimeyi önemsedim. ‘Vergide adaleti sağlayacağız’ demiş. Vergide adalet şu. 100 lira vergi toplanıyor Türkiye’de 65 lirası geçici verdi. Fabrikatör de fabrikada çalışan işçi de benzine, mazota, süte ve ekmeğe aynı vergiyi ödüyor. Olmaz. Yüzde 25’i maaşlardan, daha bankamatikten çekmeden kesilen gelir vergisi. Kimin? Memurun, emeklinin, emekçinin. Üç, geriye kaldı yüzde 11. O gerçek gelir vergisi, beyanname. Para kazanandan. Çok kazanandan çok almak. Kazanmayandan almamak gerekirken, verginin yüzde 90’ınını az kazanan ya da hiç kazanmayandan alıyorlar. Yüzde 11’den al. Sen buraya müdahale etmiyorsan samimi değilsin. O yüzden ben genelgenin o kısımlarına itiraz ediyorum. Genelgenin bir de tehlikeli kısmı var. Her türlü kamu yatırımında yüzde 15 kesintiye gidilecek. Belediyeler bu kapsama girerse, ben dün de söyledim. Yurtdışından kentsel dönüşüm kredisi bulmuşuz, imzada bekliyor. Metro kredisi bulmuşuz, imzada bekliyor. Bir de yatırımlarda yüzde 15 tasarruf. Bizi kısıtlamaya yönelik bu tip işleri doğru bulmuyoruz. Buna itiraz ediyoruz. Hatta idari yargı bakımından böyle şeyler olursa hüküm ve sonuç doğurduğu anda mahkemeye taşırız bunu. Diğer taraftan eğer ki genelge belediyemin kendi yarattığı kaynakla hizmet etmesini engelleme yönünde kötüye kullanılmaya kalkarsa bunu önce yargıya taşırım, sonra millete şikâyet ederim. Yapacak bir şey yok. Vatandaş mazeret beklemez. İcraat bekler.”

“SİYASETÇİNİN ÜSTÜNE DÜŞEN GÜNÜ GELDİĞİNDE DİYALOG ZEMİNİNİ ARAMAKTIR”

“Ben önceki tweet'i hiç üstüme almamıştım. Bundan önce görev yapmış 3 genel başkanımızı Altan Öymen’i, Hikmet Çetin’i ve Sayın Karayalçın’ı aradıktan sonra son olarak Sayın Genel Başkanı aradım. Ertesi gün görüşme yapacağımı, görüşmenin planladığım taslağını kendisine bildirdim ve önerilerini istedim, o da önerilerde bulundu bana. Sonra yemekte bir araya geldik. Bu sefer görüşme bitmişti. Görüşme ile ilgili aktarımlarda bulundum, değerlendirmelerde bulunduk. Karşılıklı yine işte, hatta kendisinin önerisi olmuştu. O konuda ne konuştuğumuzu söyledim. Öyle verimli bir toplantı geçti. O yüzden o günden bugüne bir şey birikmiş bir durum yok. Hiç üstüme almam Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanları her atılan tweeti üstüne almaması lazım. Kemal Bey’in fikirlerinin parti içinde muhalefet olmasına gerek yok. Parti içi iktidar zaten Kemal Bey’in önerilerine, telkinlerine tavsiyelerine açık. Tabii sayın genel başkanın niyetini okuyacak değilim ama birlikte yaptığımız görüşmeler son derece yapıcı. Biz saygıda kusur etmiyoruz. O makamımıza hürmet ediyor ve hiçbir sorun görmüyorum. Kaldı ki sosyal demokrat partilerde herkes aynı fikirde olmak zorunda değil. Herkes kendi fikrini söyler. Bu fikirler partinin yetkili organlarında tartışılır. Sonuçta karar verilir, uygulanır. Ben müzakere meselesini önemsiyorum. Müzakere ettim sonuç alalım, müzakere ettim, sonuç alamadım, yapma dediğimi yapıyorlar. Bir arpa boyu yol almıyoruz. CHP genel başkanları her tweeti üstüne almaz ben de almadım. Bu cevabımı da sayın genel başkan üstüne almasın. 1977-80 arası Sayın Bülent Ecevit’le Sayın Süleyman Demirel el sıkışmadılar. Hatta biri birine hükümetin başı dedi. Öbürü öbürüne bir başka lakap taktı, el sıkışmadı. Kenan Evren elini ovuşturdu. Bugün o güne bakıldığında iki liderin tokalaşmıyor, selamlaşmıyor, konuşmuyor olmasını haklı gören kimse yok. Atatürk ve İsmet Paşa’dan sonra partimin en büyük hayranlık duyduğum üçüncü Genel Başkanı ama hayatının en büyük hatalarından biri. 77-80 arası diyalog zeminini kaybetmesi. Nafile turlarla ülkeyi Cumhurbaşkanı seçemez bir noktaya gelmesi o kilidin çözülmesinde artık böyle işte bambaşka şeyler devreye girdi falan ama darbeye giden taşlar döşendi. Bir siyasetçinin ülkeyi yöneteni nasıl tanımladığı başka bir şeydir ama siyasetçilerin el sıkışmamayı, savunması, kendilerini yani bugün ben dersem ki Erdoğan’la selamlaşmam. 10 Kasım’da Atatürk’ün huzurunda 29 Ekim törenlerinde ülkenin ana muhalefet lideriyle ülkenin son genel seçimden birinci parti çıkmış lideri ve son yerel seçimlerde ülkenin birinci partisiyle ikinci partisinin lideri merhabalaşmayı birbirlerinden esirgiyorlarsa meşruiyet zeminini kaybederler. Çünkü onlar bunu yapsınlar diye siyaset yapmıyorlar. Siyaset konuşularak yapılan bir iş. Konuşmadan, dokunmadan yapılacak bir iş olsaydı adı siyaset olmazdı, politika olmazdı, parlamento olmazdı. Konuşmaktan geliyor parlamentodaki kelimenin kökü. Ben hep böyle baktım. Müzakere de yapılır, mücadele de edilir. Müzakere sonuç vermiyorsa müzakereler kesilebilir. Uzun süreli bir mücadeleye girişilebilir. Ama siyasetçinin üstüne düşen günü geldiğinde diyalog zeminini aramaktır.”

“SIĞINMACI YARATAN POLİTİKALARA VE POLİTİKACILARA KARŞIYIZ”

“Türkiye’de yaşayan Türklerin doğum hızı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının 1.45’e düştü. Bu Suriyeliler için 5.65. Bu 20 yıl sonra 25 milyon Suriyeli demek. Bu gerçekten ülkenin şehirlerinin demografisi açısından büyük risk ve buna mutlaka tedbir almak lazım. Şimdi gelelim meselenin özüne dair ne dediğime. Değişen hiçbir görüşüm yok. Esad'la esas meşru muhataplarının görüşmesi lazım. Yani tamam, benim üstüme bir şey düşerse, ben orada olgunlaşmadan sonra inisiyatif alabilirim ama. Esad'la görüşmek lazım, Suriye’yle görüşmek lazım. ‘Yurtta barış dünyada barış’ demiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ülkenin komşularıyla barış içinde olması lazım. Ben Suriyeli sığınmacıya karşı olsam ne olacak? Karşı olmasam ne olacak? Ben sığınmacı yaratan politikalara ve politikacılara karşıyım. Komşuda, iç savaş kışkırtıcılığı sığınmacı yaratır. Bunun sorumlusu bundan önceki AKP iktidarlarıdır. Atatürk’ün sacayağı var diyor ki. ‘Komşunun sınırlarına saygılı ol, toprak bütünlüğüne saygılı ol, devlet dışı unsurları muhatap alma’. E sen Emevi Camii’nde namaz kılacağım dersen efendim şu paralel üstünde şundan devriye yapacağım bu paralel altında bununla devriye yapacağım dersen. Getir eğit donat yoluna savaşsın diye komşudaki devlet dışı bir unsuru eğitip donatıp yollayıp cihatçıları savaştırmaya kalkarsan oradaki savaştan kaçanlar senin başına sığınmacı olur. Ben buna karşıyım. Bunun çözümü tweet atmak değil bunun çözümü sığınmacı düşmanıyım demek değil. Aksine bizim yapmamız gereken şu derhal Esad’la görüşmek. Ben Avrupa Konseyi’nde hepsinin gözünün içine baka baka dedim ki Avrupa Konseyi Avrupa Birliği hatta Birleşmiş Milletler elini taşın altına sokmak, Türkiye’nin sığınmacı sorununu çözmek Esad'la barışın sağlanmasını temin ve teşvik etmek, briket evler falan değil, sınırda geldikleri yerlerde yeni uydu kentler kurmak, yaşam alanları, fabrikalar yapmak zorundalar. Türkiye, Suriyelileri yollamak için teşvik kanunları çıkarmak zorunda. Türkiye’de doğmuş bir buçuk milyon Suriyeli çocuk var. Giden ailelere 3 ay içinde giden ailelerin çocuklarına eğitim ve turizm amaçlı vizesiz dolaşım serbestisi ömür boyu verirsiniz. 3 ay içinde gitmezsen bu hakkın yok dersiniz. Mesela bu teşvik edici bir şeydir. Merkel’le Erdoğan’ın vaktiyle yaptığı koyun pazarlığı utanç verici bir pazarlık. Sen al 6 milyon lirayı bak sığınmacılar karşılığında biz senin raporları yumuşak yazalım zımni maddesi... Ben bunu bütün büyükelçilere söylüyorum birisi yok öyle bir şey demiyor. Ben bunu Avrupa Konseyi’nde söylüyorum. Yok öyle bir şey diyen yok. Suriye’de barış sağlanmalıdır. Suriyeli sığınmacılar, Avrupa Birliği’nin Birleşmiş Milletler ve Türkiye’nin müşterek yaratacağı büyük bütçelerle yollanmalıdır. Oralarda onlara bir hayat temin edilmelidir. Bu sorun çözülmelidir. Yok çözülmedikten sonra ister hakaret etsinler, ister küfür etsinler ayrı bir şey.”

“6 MİLYON ARAP VATANDAŞIMIZI BİR KÖTÜ SÖZÜN ÖZNESİ YAPAMAZSINIZ”

“Şimdi gelelim Arapça meselesine. Hatta bu konudaki lehte bütün beyanlarımı büyük bir özgüvenle tekrar ederim. Televizyonlarda Arapça tabelaları yırtan belediye başkanı görüntüsü bizim açımızdan doğru değil. Ben Arapça tabelaları savunmuyorum. Ne İstiklal Caddesi’ndeki o Arapça tabelalar hoşuma gidiyor. Ne herhangi bir yerde hoşuma gidiyor ama benim İngilizce, Fransızca tabelalar da hoşuma gitmiyor. Bununla ilgili yasal düzenleme var. Tabelalar Türkçe olacak. Yabancı dilde tabela varsa ana tabelanın yüzde 25’ini geçemez. Belediye başkanı nasıl itfaiye kullanmıyorsa yangın çıktığında nasıl belediye başkanı su patladığında gidip vanayı kapatmıyorsa onu sökmek sizin işiniz değil. Kanuni düzenlemeye uygun talimat vermek sizin işiniz. Sen onu sökersen kendi köyümde Hacıhaliller köyünde yerde Arapça bir kağıt bulsun birisi o kağıdı alır böyle ayağın basmayacağı bir pencere kenarına koyar. Arapça bilmiyor; belki de fıkra yazıyor ama o Kur’an’la özdeşleştirmiş kafasında Arapçayı. Ben demiyorum ki Arapça kutsal bir dildir. Arapça Kur’an-ı Kerim’in yazıldığı dildir insanlar Arapçayı, Kur’an dili olduğu için kutsal kabul ediyor. Hatta bütün Arapça yazıları Kur’an-ı Kerim sanıyor. Senin gidip haşin şekilde onu yırtman partimiz adına onarılmaz yaralar açar insanlarda dedim. Arapça Türkiye’de 6 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ana dili, Şanlıurfa’daki, Mardin’deki, Hatay’daki. Arapçaya yapılan hürmetsizlik anadile saygı gereğince Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını incitiyor ve bana bu konuda Hatay’dan Şanlıurfa’dan bir sürü tepki geliyor. Mesela bir siyasetçi var. Bir genel başkan Arap kelimesini küfür gibi kullanıyor, doğru değil. Arap kelimesini küfür gibi kullanırsan yarın biri Türk kelimesini küfür gibi kullandığında ona karşı çıkamazsın. 6 milyon Arap vatandaşımızı bir kötü sözün öznesi yapamazsınız. Bu sığınmacıların yarattığı rahatsızlığı, cinnet hâlini anlıyorum. Buna hiçbir şey demiyorum ama siyasetçilerin görevi bunu istismar ederek ve böyle şekli ve popülist işler yaparak hem tehlikeli şeylere yol açmak da değildir hem de gerçekten hani bir ülkede toplum çok önemli bir kesimini rencide edecek bir iş yapmamak lazım. Bahsettiğim 6 milyon Arap Suriye’den gelen, Suriyeli sığınmacıdan değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarından bahsediyorum. Kaldı ki hiç kimse etnik kökeni, ırkından dolayı aşağılanmayı hak etmiyor. Ben sosyal demokrat birisi olarak bir dilin ve bir ırkın aşağılanmasını da doğru bulmam.”

“BAĞIMSIZ MAHKEME GÜVENCESİNİ GELECEKTE YAPILACAK SİVİL ANAYASADA KOYMAK LAZIM”

“Günü geldiğinde parlamenter sisteme dönüşün, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodları ve siyaset geleneği açısından olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum ve bunu mutlaka yapmalıyız. Ama bugün anayasal düzen yani anayasa tanımaz yönetim anlayışı içinde ben dersem ki parlamenter sisteme dönelim içerik tartışmasına girmiş olur. Hadi dönelim derler dönünce yine anayasa uymazlar. Mevcutta uymuyorlar. O yüzden usul tartışmasına girmeden dahi önce şart olarak beklenti olarak anayasaya uyum bekliyorum. Bir an için Anayasaya tam uyum olduğunu kabul edelim. Yani yarın sabah Türkiye’deki siyasetçilerin hepimizin başına bir sihirli değnek değdi ve herkes anayasaya tam uygun davranıyor. AİHM kararları, AYM kararları uygulanıyor. Can Atalay çıktı geldi yemin etti. Meclis’te görevini yapıyor. Anayasa Mahkemesi kararlarına herkes hürmet gösteriyor, gereğini yapıyor falan hiçbir sıkıntı yok. Bu noktada gelin anayasa yapalım deyince yapalım hepimiz uyuyoruz. Yeni anayasada geçmişten tecrübemle şöyle bir şey isterim. Anayasa Mahkemesi gibi üstünde, ama yeni oluşturulmuş bir işte zaman zaman organ mahkemesi diye dillendirilmişti, 3 kuvvetin anayasaya uyumunu denetleyen ve müeyyidesi olan bir mahkeme. Eğer Cumhurbaşkanı uymuyorsa şikâyet ediyorsunuz veya resen hareket ediyor. Anayasa ihlalini görüyor ve müeyyidesi var, uyarıyor. Bu organ mahkemesinin oturulup bir kere bütün partilerin onay vereceği yöntemle ve tam bağımsız mahkeme olarak seçilmesi lazım. Anayasa Mahkemesi bu görevi yapamaz. Çünkü hepsini Sayın Erdoğan atadı. Yeni bir anayasa yapılacak olursa ağzımız eski anayasadan yandı. Anayasada birçok şeyde müeyyide yok. O yüzden anayasaya uyumsuzluk noktasında başvurulabilecek ve kararları herkes için bağlayıcı olacak bir bağımsız mahkeme güvencesini gelecekteki yapılacak sivil anayasada mutlaka koymak lazım. Bunu söylüyorum.”

“HAYALİMİZDE CUMHURİYET HALK PARTİSİ’Nİ TÜRKİYE’NİN EN İYİ YÖNETİLEN KURUMLARINDAN BİRİ HÂLİNE GETİRMEK VAR”

“Tüzüğe mahallelerden, ilçelerden görüş topladık, illerden gelme aşamasındayız. Dünyadaki tüzükleri dört arkadaşımız inceliyor. 4 Eylül'de Sivas’ta, 5 Eylül’de Ankara’da tüzük komisyonunun son toplantısını yapacağız. 6-7 Eylül’de tüzük kurultayımız var. 8-9 Eylül’de program kurultayının başlangıç toplantısını yapacağız. 4-9 Eylül arası neredeyse bir haftalık değişim kurultayı yapıyoruz. Hep beraber tüzüğü değiştireceğiz. Hayalimizde Cumhuriyet Halk Partisi’ni Türkiye’nin en iyi yönetilen kurumlarından biri hâline getirmek var. 31 Mart’a kadar geçen sürede hedeflerimiz doğrultusunda arzularımızın bir kısmını bolca genç aday ciddi şekilde kadın aday ve ölçme değerlendirmeye, anketlere dayanarak bir şeyler yapmaya çalıştık. Ama bu parti içi demokrasi deyince mesela salt bir ön seçim, üyelerle ön seçim deyip her şey böyle bitmiyor mesela. Ön seçimi çok doğru tarif etmek lazım. Ön seçimde mesela kotalar uygulanmıyor. Oysaki dünyada örnekleri var. Meslek kotalarının olduğu cinsiyet kotasının olduğu gençlik kotasının olduğu ve ön seçim sırasında uygulanabildiği… Cumhuriyet Halk Partisi’nin en başarılı 15 gençlik kolu yöneticisi ilde 970 ilçede, 81 ilde MYK’da 15’i gelsin grupta genç arkadaşlar olsun. Kadın kollarından aynı şekilde olsun. Herkes milletvekilliğini yaparken işte liderle iyi geçinme bilmem, ne yapma falan filan değil, çok çalışma ilinde çalışma, sahada çalışma kamuoyunda bilinir isim haline gelme. Bunların avantajları dezavantajları var. Ama ölçülebilir kriterler ve başarıyı ödüllendiren çalışkanlığı ödüllendiren içtüzüğe ihtiyaç var. Yılmaz Hoca, açık öğretimle 70’lerde 80’lerde bir mucize yarattı. Şimdi ikinci bir mucize yaratıyoruz. Yılmaz Hoca ile beraber. Bir eğitim modülü tasarlıyoruz. Belediye başkanlarımızı, belediye meclisi üyelerimizi eğiterek başlayacağız ama devamında yani gelecek sefer belediye meclis üyesi başvurduğunda zaten eğitilmiş olacak çünkü.”

“TÜRKİYE'NİN DÖRT BİR YANINDA İNANILMAZ ÜYE KAYDI YAPIYORUZ”

“Bir üye kampanyası başlattık. Genç arkadaşlarımıza şeyi söyledik. Yani üyenin fotoğrafını çektiğinde yükleyebiliyorlar, imzası ve TC’si olduktan sonra geri kalan bilgileri sonradan tamamlamak üzere hemen kayıt işlemini yapın dedik. Türkiye'nin dört bir yanında inanılmaz üye kaydı yapıyoruz. Uşak’ta 2 haftada 402 tane 18-25 yaş arası üye kaydetmiş arkadaşlarımız. Müthiş bir şey. İnanılmaz bir genç üye sayısında artış var. Ama önümüzdeki dönemde hem kadınlara, hem gençlere, üniversitelilere tematik meselelerde ayrı ayrı üye kampanyalar olacak ve sosyal medya kampanyalarıyla filmlerle, sloganlarla desteklenen üye sayımızı artacağız. CHP üyesinin hem partiye aidiyet duyması hem çok sembolik aidat var ama onu ödeyerek bağını göstermesi hem en çok parti içi eğitimlere katılması sertifikalarını tamamlaması ve yetkinliğinin artmasını ümit ediyoruz. Hem mevcut üyeler için hem yeni üyeler için. Dijital demokratik katılım boyutunda dünyada böyle bir dijital oylama fikir alma, örneğin üyelerin kurultaya, kurultayın PM ye PM’nin MYK’ya MYK’nın genel başkana ve genel başkanın her birinden 2 gün süre verebilirsiniz, 4 saat verebilirsiniz. 4 saat verirseniz örneğin bir milyon 600 bin üyeden belki 100 bini cevaplar ama çok erken bir sonuç alırsınız. Ama 2 milyon üyeye sorduğunuz bir soruyu 3 gün 4 gün içinde öyle bir sonuç alıyorsunuz ki bölgelere göre ne demişler? Yaş katmanlarına göre kırılımlarına göre ne demişler? Cinsiyete göre mesleğe göre eğitime göre bu çok önemli bir veri. Bu dünyada öncü olacak da bizim bence dünyaya çok örnek olacağımız bir proje olarak şekilleniyor ve devam ediyor.”

“HAKKINI ARAYANIN SOKAĞA ÇIKARKEN MEYDANDAN KORKMASINA GEREK YOK”

“Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı anayasal hak olmaktan çıkarıldı, kullanılması birilerinin iznine bağlı bir hakka dönüştü. İnsanlar hak aramaktan vazgeçer oldular. Bugün Beyaz Saray’ın karşısında insanlar ellerinde dövizleri ile gösterilerini yapıyorlar ve polis onları koruyor, Beyaz Saray’ı değil. Almanya Bundestag’ın önünde gösteri yapmak serbest. İngiltere’de 10 Numara’nın kapsına kadar gitmek serbest ama Türkiye’de saraya 4 kilometre yaklaşıp mendil atmaya kalksan başına ne gelir Allah biliyor. O yüzden biz bu korku, endişeyi kademe kademe kırmak durumundayız. Hak ihlaline uğrayanın, hakkını arayanın sokağa çıkarken meydandan korkmasına hiç gerek yok. Ama kimsenin burnu kanamadan, barışçıl protesto hakları mutlaka kullanılmalıdır. Örneğin ertelendiğinde ‘Buraya daha güçlü geleceğim ve çok daha kalabalık geleceğim’ demiştim. Tren kazasının duruşması için. Tren kazasının duruşmasında 31 Mart’taki başarıdan sonra ‘Beni seven arkamdan gelsin’ dedim, gittim. Beş bin kişi ile gittik. Davaya katıldık. Sonucu aldık ve hep birlikte oradan ayrıldık. ‘Soma’ya bizi seven arkamızdan gelsin’ dedik. 10 yılın en kalabalık Soma anmasını gerçekleştirdik. AKP iktidarında atanmayan 1 milyon öğretmen var. Atanmayan öğretmenleri Saraçhane’ye bekliyorum. Onlara hak verenleri Saraçhane’ye bekliyorum. Atanmayan öğretmenlere verilen bir söz vardı. Mülakatsız atama. Mülakat mağdurlarını Saraçhane’ye bekliyorum. Mülakatın partizanlık, adam kayırma, kul hakkı yeme olduğunu düşünen herkesi Saraçhane’ye bekliyorum. Ayrıca müfredat tartışmaları var. Ben 10 yılda yaptım diyor. Daha atandığı kalemin mürekkebi kurumadı bakanın. 7 günde görüş bildirin diyor. Bu müfredat yapmak anayasa yapmak kadar önemli çünkü bu müfredatla yetişecek çocuklar gelecekte anayasa yapacaklar. Anayasaya uyacaklar ya da uymayacaklar. Bu açıdan anayasa yapar gibi katılımcılıkla müfredat lazım diyen kim varsa onu Saraçhane’ye bekliyoruz. Saraçhane’de sadece ben konuşmayacağım. Benim de sonunda değerlendirmem olacak. Atanmayan öğretmenler, mülakat mağdurları konuşacak. Müfredata itiraz edenler, bilimsel, çağdaş, laik eğitim isteyenler konuşacak. Hep birlikte orada sesimizi önce onları duyacağız, seslerini duyuracağız. Sonra seslerine ses olacağız. Hep birlikte bir sonraki mücadeleye omuz vermek üzere evlerimize döneceğiz.”

“ASGARİ ÜCRETE ZAM YAPMAZLARSA MİTİNGLER YAPMAK GEREKİYOR”

“26 Mayıs Pazar Tandoğan Meydanı’nda saat 13.00’da Ankara’da büyük emekli mitingi yapıyoruz. 10 bin lira. Onu da şöyle ifade edeyim. Almanlarla konuşurken Türkiye’de en büyük sorun emeklinin aldığı 276 Euro emekli maaşı dedim. Karşımdaki kişi beni düzeltti. 2 bin 760 dedi. Türkiye’deki emekli maaşının Almancaya tercümesi yok. Aynı şey konseyde oldu. Orada anlatıyorum. İngilizce, Fransızca tercüme oluyor. Konsey üyeleri düzeltiyorlar. Çünkü onların ülkesinde kiminde bin 700, kiminde 2 bin 500, kiminde 3 bin ama 270 nerede var? Bizim çok sevdiğimiz Arnavutluk’ta var. Orban’ın ülkesinde var. Başka bir yerde yok. Şimdi 270 Euro ya da 10 bin lira. 10 bin liralık ev bulsan ki bulamazsın, Ankara’da kesin bulamazsın. Tut ki buldun, 10 bin lira başını bir eve soktun. Aç kal. Karnını doyurursan sokakta kal maaşı. Buna itiraz etmek lazım. Ben bunu seçim boyunca söyledim. Şimdi Erdoğan ile konuşurken dile getirdim, Bahçeli de hak verdi. Zaten Bahçeli’nin bu konuda beyanları var. Seçim öncesinde de var. Bu maaş yetmez diye. Orada hakkını teslim edelim. O da hak verdi. Bu yüzden AKP ve MHP’li demeden sesini duyurmak isteyen bütün emeklileri ve emeklilere hak veren herkesi meydana bekliyoruz. Çay olur mu, olur. Yanılmıyorsam bugün Sibel Hanım yazmış, böyle bir talep var diye. Ama asgari ücrete zam yapmamaya kalkarlarsa çok büyük mitingler yapmak gerekiyor.”

“YÜKSEK TEKNOLOJİYE DAYALI SANAYİLEŞME VE İHRACAT REJİMİNE GEÇMELİYİZ”

“Bir satranç oyuncusunun iyi oynadığı, son yaptığı hamleden değil ilk yaptığı hamlelerden belli olur. Doğru bir açılış yaparsanız, açmaza düşmezsiniz. Nedir açmaz? Öyle bir yere koyarlar ki ya filin ya kale. Ya vezirin ya kale. Birinden birini feda edeceksin. Şu an Türkiye’deki durum şu. Asgari ücret veren için çok pahalı, alan için çok ucuz. Açmaz. Döviz ihracatçı için çok düşük, bizler için çok yüksek. Açmaz. Niye düştük bu açmaza biz. İşte nasıl olacaktı ya. Bir yanda faiz sebep, enflasyon sonuç diyecektik. Faizi bütün dünya enflasyonla mücadele için, enflasyonun bir puan üstünde faiz verip, enflasyonu durdururken, biz aşağıdan enflasyonu ittireceğiz. Ondan sonra enflasyonist durumda dolar fırlayacak. Gitmesi gerektiği yere gitmesin diye önce 128 milyar dolar yakacağız. Yetmedi, ondan sonra o doları baskılamak için kur korumalı mevduat yapacağız. Hepimizin hazinesini ve Merkez Bankası’nı oraya aktaracağız. Sonra normal döviz kuru varmış gibi davranacağız. Olacak iş değildi. Bıçak kemiğe dayandı. O yüzden buraya çok akılcı çözümler üretmemiz lazım. Eskisi irrasyoneldi. Mehmet Şimşek irrasyonel filan değil. Eskiye göre rasyonel ama büyük çaresizlikle bedeli ödemesi gerekenlere değil ödetmesi gerekenlere çalışıyorlar. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. O yüzden asgari ücret için de yapacağız. Penye üreterek Hindistan ile rekabet etmeye kalktığımızda o döviz kuru pahalı kalıyor, bu asgari ücret yüksek kalıyor. Ama çip üretip, satıyor olsak. Cep telefonu üretip satıyor olsak. İnovasyon, yüksek teknoloji, Ar-Ge ile geliştirilmiş, yüksek katma değerli ürün satıyor olsak asgari ücretin iki katı çok değil. O zaman herkes için hayat kolay. Maalesef biz sadece penye, kotta kaldığımız için, Macron’un seçim vaadi olan çimento fabrikalarını Kemalpaşa’ya taşıyıp Macron’un çimentosu ile İzmir’i kirletecek kadar hem karbon ayak izi yüksek, hem yüksek maliyetli ve Türkiye’ye her yönde zarar veren imalatları marifet sandığımız için. Çimento ihracatı ile övündüğümüz için. Macron çimentonun ithalatı ile övünüyor. Biz de çimento ihracat rakamları ile övünüyoruz. Bu yüzden yüksek teknolojiye dayalı yepyeni sanayileşme ve yepyeni bir ihracat rejimine geçmemiz lazım. Bu içinde bulunduğumuz hem bu orta gelir tuzağından, hem çiftli kur sisteminden. Eskiden ikili kur olurdu. O da sağlıksızdı. Şimdi bir kur var ama kimi için pahalı kimi için ucuz. İkisi de sürdürülebilir değil.”

“VATANDAŞIN TALEBİ ERKEN SEÇİM OLURSA ÜLKEYİ UÇURUMUN KENARINDAN ALACAĞIZ”

“31 Mart seçim sonuçlarını erken seçim çağrısı için araçsallaştırmayacağım. Çünkü meydanlarda söz verdim. Dedim bu bir genel seçim değil yerel seçim. Belediye başkanı seçeceksiniz, hükümete sarı kart göstereceksiniz demiştim. Benim dediğim çok net, ben asla erken seçim istemeyeceğim diye bir şey demedim. ‘31 Mart seçimlerini erken seçim çağrısının gerekçesi yapmam’ dedim. Bugün sokakta erken seçim çağrısı yok. Erken seçimi siyasetçiler söylerlerse halk buna hak verirse, erken seçim olur. Ama esas doğalı şu. Kahvede, sokakta, köyde, kadınların evdeki komşu toplantılarında, fabrikalarda, pazaryerlerinde erken seçim konuşulmaya başlayınca hiçbir siyasetçi kendini bundan geri tutamaz. Ben de tutamam. Ben erken seçim karşıtı değilim yapılacak ilk seçimi kazanacağımı düşünüyorum. 31 Mart’ta MHP’liler verin oyu, iktidarı değiştirmeyeceksiniz, sadece sarı kart göstereceksiniz deyip, ertesi gün hadi erken seçim dersen olmaz dedim. Ama dediğiniz gibi bu trend böyle sürer, bir yıl sonra sürdürülemez duruma gelir, bu hayat pahalılığı, enflasyon düşürülemez. Hayat pahalılığı artar ve millet yeter artık derse biz de yeter artık, bırakın artık. Biz gelelim. Bu işi toparlayalım deriz. Bugünkü Kobani kararı bir normalleşmeyi işaret etmiyor. Dünkü atama normalleşmeyi işaret etmiyor. Osman Kavala’nın başvurusu ve sadece Kavala değil. Gezi tutuklularının yeniden yargılanması ve tutuksuz yargılanmalı, özgürlüklerine kavuşmaları gibi beklentiler. 28 Şubat davası mağdurlarının içeride halen duruyor olmaları normalleşmeye işaret etmiyor. Hal böyleyken, buralarda bir şey yoksa bir kere ne var. Avrupa’nın kapıları size kapalı. Uluslararası fonlar kapalı. Katar da sizi bir yere kadar sırtında taşır veya Rusya bir yere kadar. Doğalgazın parasını ödeyeceğiz artık. Doğalgaz faturaları katlanmaya başladı. Yazın ortasındayız. Şimdi böyle olursa zaten Türkiye’de kaçınılmaz olarak bu inat sürerse, bir iktidar değişimine ihtiyacı olur. Çünkü mesela AB hedefi ve buna uygun yapılacak reformlar, Türkiye’ye borsayı fırlatır, doları düşürür, dünya kadar yabancı yatırımcının gelmesine imkân sağlar. Sosyal demokratların iktidarda olduğu bir hukuki öngörülebilirlik, anayasa devletine dönüş, Türkiye’ye güvenceyi artırır. Risk primini düşürür. Borçlanma faizlerini düşürür. Her şey güzel. Bir anda bu değişimin umudu bile iyi gelecekken, yapılacak yapısal reformlarla. Türkiye potansiyeli çok yüksek bir ülke. Bunlar tam sizin tarif ettiğiniz gibi yanlışta ısrar edip ülkeyi uçurumun kenarına getirir, çözüm yolu elimizde, vatandaşın talebi erken seçim olursa tabii ki.”

“MUHALEFET OLARAK ANAYASA’NIN BEKÇİSİ, KANUN DEVLETİNİN TAKİPÇİSİYİZ”

“Bundan sonra aday olamayacağını herkes biliyor. Ne zaman? Günü gelince. Bu ikiyse geçen seferki adaylığı burada 360 ile seçim yenilenirse yeniden aday olabileceğinin önü açılıyor gibi bir tartışma. Önümüzde duruyor. Meselenin kendisi şu. Birincisi dediğiniz gibi bir tablo olursa erken seçimin Meclis’ten geçmesi durumunda yeni bir anayasa tartışması olabilir ama belki muhalefet şöyle bir şey diyecektir. Seçimin tam 2,5’inci yılında der ki tam ortadayız. 2,5 biz koyuyoruz, 2,5 sen koy. Gelin seçimleri yenileyelim, sen de gel aday ol. Son kez. Zaten son kez artık. En aleyhte yoruma göre bile son kez. Kendine güveniyorsan gel. Gelecekteki 2,5 yılı bırak. Biz de buradaki 2,5 yılı koyuyoruz. Gel kozlarımızı paylaşalım. Bu da söylenebilir. Siyaset her şeye gebe. Ama bugün için Türkiye’de başka bir şey konuşuyoruz. İnsanlar bu iktidardan aldığı yetkinin gereğini yapmasını, hayat pahalılığını durdurmasını, krizi çözmesini bekliyor. Biz de diyoruz ki biz muhalefet olarak buradayız. Sesini duyuramayanın sesiyiz. Anayasa’nın bekçisiyiz. Kanun devletinin takipçisiyiz. İcraatının takipçisiyiz.”

“MUASIR MEDENİYETLERİ YAKALAYIP, GEÇECEĞİZ”

“Oturduğum koltuk CHP Genel Başkanı koltuğu olduğu için. 5 yıl önce Manisa’da Saruhanlı, Akhisar ve Turgutlu’da yaptığım, bundan 1,5 ay önce tam şurada yaptığım konuşmayı yaparım. Kimse kaybedenleri kızdırmasın. Bu ülke 86 milyonun kucaklaşması gereken bir ülke. Önümüzde baş edilmesi gereken ekonomik zorluklar. Yapılması gereken büyük reformlar var. Bu ülkeyi Atatürk’ün kurduğu ve yönettiği dönemdeki o şahlanışa bir daha çıkarıp, onun vasiyetini tutmak için muasır medeniyetleri yakalayıp, geçeceğiz. Onun için birbirimizle uğraşmayacağız. İntikam almayacağız. Hesap sorulacaksa hukuk devleti standardında hesap sorulacak. Kimse cadı avı başlatmayacak. Oy vermeyen de veren de baş tacıdır. CHP herkesi kucaklayan bu iktidarın bir parçasıdır diyeceğiz. Benim oturduğum koltuk CHP Genel Başkanlığı koltuğu. Bu çağrıyı yapacak. Yine Süleyman Seba’yı hatırlatacağız. Yan tarafta üzgün bir takım var. Onları rencide etmeyin diyeceğiz.”

“GENEL BAŞKAN VE GENEL MERKEZ OLARAK BÜTÜN YÜKÜ SIRTIMIZA ALIYORUZ”

“31 Mart seçimlerinden sonra birçok kırılan, küsenle ya da başarısızlık olacak diye düşünenle o geceden başladık ve kucaklaştık. Hep birlikte sarıldık, sarmaştık, kucaklaştık, barıştık. İhanet edenleri soruyorsanız, bu partinin şu kültürü yerleştirmesi lazım. İhanet edenleri affetmemiz mümkün değil. Çünkü o başarsaydı, AKP kazanacaktı. O başarsaydı, Cumhur İttifakı kazanacaktı. Biz başardık diye şimdi gelip burada bir ihaneti için nefeslenip soluklanamaz. Partinin karşısında başka partiye geç. Aday ol. Kendisi kazanacak hali de yok. Bazen şöyle oluyor. CHP’nin karşısına geçiyor ama ikimiz yarışıyoruz. Öyle de değil. Onun da yapılmaması lazım. Bir tanesi Kırklareli’nde ne yaptı? Aday adayıydı. Diğeri ön seçime girdi. Ön seçimi kaybetti. Gitti başka partiden aday oldu, MHP’yi kazandırdı. Ben onun neyini affedeceğim? O yüzden ihanete tahammül yok. Bunu kurum kültürü olarak yerleştirmek durumundayız. Hataları affedeceğiz. Haksızlık bana yapıldıysa affettim. Partinin kurumsal kimliğine yapılana mümkün olduğu kadar geniş açıyla bakıyoruz. Şuna izin vermedim. İllerde disiplin işlemlerini başlattırmadım. Hepsini bize yollayın dedim. Neden? İlde kavga çıkmasın. Bu kadar mutlu bir seçim sonucundan sonra millet birbirine girmesin diye. İhanet edenlerin delil ve belgelerini merkeze çektik. Büyük bir komisyon kurdum. İlle ilgili hiç angajmanı olmayan hukukçular dosyaları tasnifliyorlar. Benzer suçlara benzer ceza. Orada cezasızlık, burada fazladan ceza değil. Oturacağız ve karar vereceğiz. Genel Başkan ve Genel Merkez olarak bütün yükü sırtımıza alıyoruz. Yeter ki örgütümüz sahada kavga etmesin. Biz kavgadan çok çektik.”

“EMİN ADIMLARLA PARTİMİZ İKTİDARA YÜRÜYOR”

“Türkiye’de siyasetçiler eleştiriye açık olacaklar, biz açığız. En sert eleştiriye tahammül göstermek demokratik siyasetin olmazsa olmaz kuralı. Bunu bütün arkadaşlarıma da söyledim. Bizi eleştirenlere, bozulanlar, kızanlar var. Hep diyorum ki siyasi rakiplerimizden farkımız, fikir özgürlüğüne ve eleştiri hakkına saygı göstermek. Bunu görmek lazım. Şöyle bir şeye kimse kapılmasın. Birilerinin CHP’de işlerin bu kadar iyi gidiyor olmasından rahatsızlık duyduğunun farkındayım. Bunlar bazı partiler. Efendim, CHP karışırsa bize yarayacaktı diyenler. Seçimde beklenenin çok altında oy alanlar. Onların birtakım troll orduları Arapça meselesinden bize saldırıyor. Öbür türlü ağzımızdan çıkan bir cümleyi cımbızlıyorlar. Bu parti karışmaz. 47 yıllık birinci parti olamamanın hissiyatıyla, özgüvensiz siyaset yapmayacağız. Doğru bildiğimizden şaşmayacağız. Üç troll saldırdı, beş kişi oradan bir şeyler yapmaya çalıştı diye doğru bildiğimizden dönmeyeceğiz. Yeni bir şey deniyoruz. Ne yaptığımızın farkındayız. Sonuç alıyoruz. Gözümüz anketlerde. Nisan ayında bir ankette ikinci parti değiliz. Hiçbir ankette seçim gecesinden kötü noktada değiliz. Çok daha iyi noktadayız. İyiye gittikçe doğruları tekrarlamaya, eski yanlışlardan uzak durmaya devam edeceğiz. Afyon, Eskişehir, Kütahya, Uşak, Manisa ve Soma’da 5 günde gördüğüm, sarıldığım binlerce kişiden biri dönüp, Arapça tartışması var. Çok kötü demedi bana. Bir tanesi dönüp yahu şu lafınız. Hepsi bana dedi ki, hak etmediğim güzel şeyler söylediler ama kurtarın ülkeyi, arkanızdayız. İşte böyle, çalışın, koşun dediler. Teşvik ettiler. Twitter’daki arkadaşların hayal kırıklıklarını anlıyorum. Bir de çok iyi niyetliler var. Yıllarca muhalefet etmişiz. Onun intikam almak istiyor filan. Efendim Özgür Özel AKP’li bir gazeteci ile niye poz verdi. Ben adamın programına çıkmışım, gelmiş düğün davetiyesi vermek için. Burada randevumuz yok. Olabilir de. İlk mülakatı ona vermemişim. Hiçbir mülakat vermemişim. Bütün bize sahip çıkan gazetecileri atlatıp da bir AKP’ye müzahir birisine randevu ve röportaj versem neyse. Salı günü Meclis’te gelmiş, randevusunu almış, bir saatten fazla bekleyip düğün davetiyesi vermiş. Ama şunu anlıyorum. Bunlar eskiden öyleydi, şimdi biz güçlendik diye bize yanaşıyorlar hissiyatını anlıyorum. Ama Özgür Özel öyle birisi değil. Kendisini daha önce ağırlamış, çayını içtiği birisi. Gelip düğün davetiyesi. Ama partinin doğrusu bugün bizim yaptığımız özgüvenli, kendine güvenen, ne yaptığını bilen, yeni bir siyaset ama partinin kuruluş ilkelerinden vazgeçmeyen, iktidar hedefini terk etmeyen bir siyaset. Muhalefette verilen görevden bir adım geri durmayan ama halkın geneline de yahu bu CHP resepsiyona bile katılmıyor. 23 Nisan resepsiyonuna eskiden ya gitmezdik ya gider hemen çıkardık. Gittik. 23 Nisan akşamı bütün televizyonlarda Erdoğan’ın, Bahçeli’nin geniş değerlendirmelerini, Destici’nin değerlendirmelerini dinler dururduk. Ne oldu? Bütün televizyonlar o gün Özgür Özel’in değerlendirmelerini verdi son dakika diye. Erdoğan’ınkini de, Özgür Özel’inkini de verdiler. O alanı onlara, kimseye bırakmadık. Bu doğru siyaset yöntemidir. Milyonların buna umut bağladığının farkındayım. Bozguncu, kötü niyetli fırsatçıları bir kenara bırakıyorum. İyi niyetli, gönül kırıklığı olanlara diyorum ki sokakta böyle bir ses ve tansiyon yok. Twitter’dan etkilenip özgüveninizi kaybetmeyin. Ben ekibime, kadroma, partime güveniyorum. Emin adımlarla partimiz iktidara yürüyor. Herkes bundan emin olsun.”

“BAZI ŞEYLERİ SİYASETE KURBAN VERDİKTEN SONRA HİÇBİR MANASI YOK”

“Bakın şu değil. Biz o kutuplaşmış iklimde her şeyi yapabiliriz. Çok insani bir şey. Evleniyorum, davetiyemi vermek istiyorum diyor. Randevu istiyor ve Meclis’te binlerce kişinin arasında sırasına girip geliyor. Kapıdan insan çevirecek birisi değil Özgür Özel. Öyle birini arıyorlarsa, aradığınız kişiye burada ulaşamazsınız. Ben öyle birisi değilim. Ben çocukken de öyle değildim. Akit’in işleri ona mal edildi. Montajla filan ama. Bir sürü yanlışı vardır o arkadaşın. İlk röportajı ona versem, tek röportajı ona versem, ona iltimas sağlasam herkes haklı. Ama o kişi düğün davetiyesi vermeye bütün Meclis’i gezerken Özgür Özel’in kapısından dönmez. Özgür Özel öyle birisi değil. Yoksa şey çok kolay. Yanlış yaptın. Bir daha konuşmayacağım desem. Binlerce like alırım. İş o değil ki. İnsanlıktan vazgeçip bazı şeyleri siyasete kurban verdikten sonra hiçbir manası yok. Demirden korkan trene binmeyecek. 3, 5, 3 bin, 3 milyon eleştirinin olması benim insani değerlerimi değiştirmez. Ben demiyorum ki herkesten kıymetlidir, başımın tacıdır. Gidip çayını içtiğim birisi. Gitmeyeceksin o zaman. Ben orada büyük cesaret gösterdim. Yeni Şafak’ın üçüncü katına çıktım. Gören kameramanlar kamerayı bıraktılar, bana baktılar. Bu adamın işi ne burada? En sert 15 soruya takır takır cevap verdim. Partime atılmış 15 iftiranın 13’ünü çürüttüm. Yayının galibi Özgür Özel dedi o zaman herkes. Bir tane sorudan troller bir şey kesti ama iyi ki gittin dediler. Orada git, üç çayı iç reklam arasında. Sonra gelip bir davetiye vereceğim deyince ben senle görüşmem. Öyle bir hayat yok. Ama herkes şunu bilir. Özgür Özel geride kimseyi bırakmayan, dostunu unutmayan. Ben Manisa’da otobüsün üstüne çıktım. Dedim ki 2009’da ilk defa aday oldum. Yanımda kim vardı? Bağırıyorlar. Demirhan vardı, Reis Abi vardı. O gün ilk yola çıktığımızda üç kişiydik, ikisi yanımda orada benim. Ben 10 yaşında birlikte büyüdüğüm yatılı okul arkadaşlarımla Anneler Günü’nde kahvaltı yapıyorum. Yazın tatil yapıyoruz. Arkasında bir kişi bırakmamış birisiyim. En sert muhalifim. Beni mahallemde delege yapmayıp bütün Türkiye’de tartıştıran süreçteki ilçe başkanı, bugün oturduğum ilçenin belediye başkanı. Genel Başkan olunca herkes dedi ki filancayı 7 kat yerin dibine gömdünüz. Dedim ki herkes eşit. Anket yapacağız. Önde çıkarsa anket yaptık, iki kişiye indi. Çıktılar. Koyun sandık dedim. Çıkarsa seçimi onla kazanacağız dedim. Hepimiz birden oy verdik, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Manisa merkezdeki iki belediyeyi birden kazandık, büyükşehri kazandık. Büyükşehir adayım, son il seçimindeki benim adayım. Rakibi de oturduğum ilçeyi yönetiyor. Bir kişiyi geride bırakmam.”

“BU ARKADAŞLAR KUSURU MEYDANDA İŞLEYİP TENHADA ÖZÜR DİLEMEYE ALIŞTILAR”

“Onun eleştirilerini saygı ile karşılıyorum. Ama şöyle bir şey var. CHP’liler, CHP’lileri konuşur. CHP’liymiş gibi dışarıdan gazel okuyup bizim seçmene yönelik Genel Başkan eleştirisini nazik bulmam. Beş kere aradım, Özgür Özel’e ulaşamadım diyor. Eski telefonu aradığını, yeni numaramı kendisini arayarak kaydettirdiğim gün teşekkür etmişti. Bayramda bütün partileri aradım, Genel Başkanları milletvekili olmadığı için hem Genel Başkanlarını aradım, o kısık sesimle göz ameliyatımın acısıyla Cemal Enginyurt’a dedim ki üç kişisiniz ama siz de bir grupsunuz, emeğimiz var birbirimize. Bayramınız kutlu olsun. Meydanda yapılan kusurun tenhada özrü olmaz. Bu arkadaşlar biraz kusuru meydanda işleyip, tenhada özür dilemeye alıştılar. Cemal Enginyurt’un, bana dünya kadar ettiği hakaretten dava açmıştım. Hepsini kazandım. Ben muhalefete geçtim, artık benden para alma dediği gün durdurdum. Hiçbirisini tahsil etmedim. Bayramda, seyranda ararım. Saygıda kusur etmem. Ağabey diye hitap ederim. Twitter linçinin havasına kapılıp, oradaki rüzgâr ile seçmenime, partilime, bu Genel Başkan ile görüşemiyoruz filan noktası doğru değil. Nerede nasıl görüştüğümüzü söyledim. Her şeyin adabı var. O adabın dışına hiç çıkmadım. Çıkılmasını kimseye tavsiye etmem. Ama mesele öyle değil. Biz görüşemiyoruz, filanca görüşüyor meselesi değil. Bayramdaki aramamı hatırlatırım kendisine.”