04.09.2025
04.09.2025
“PARTİNİN PROGRAM HAZIRLIĞINA KATKI SAĞLAMAK İSTEYEN 600’ÜN ÜZERİNDE KİŞİ KAYIT YAPTIRDI”
“EĞER SEÇİMDE BİRİNCİ PARTİ YAPAMIYORSAK KURULTAYI TOPLAYACAĞIZ VE BIRAKACAĞIZ”
“BİR TARAFTA ZENGİNLEŞME VE KALKINMA, DİĞER TARAFTA AK PARTİ’NİN YASAKÇI ZİHNİYETİNİN PUSULASI”
“GENÇLER İSTİHDAM UMUDUNA, YASAKSIZ TÜRKİYE VE VİZESİZ AVRUPA UMUDUNA OY VERECEKLER”
“TÜRKİYE’DE İKİ TANE SİYASET YARIŞIYOR; BİRİ UMUDU ÖRGÜTLEYENLER DİĞERİ KORKUYU. BİZ, UMUDU ÖRGÜTLEYEN TARAFTAYIZ”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, NOW TV’de İlker Karagöz ile Çalar Saat yayınına katıldı. Gündemdeki konular hakkında açıklamalarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Öncelikle hoş geldiniz. Cumhuriyet Halk Partisi’nde geçen sene tüzük değişikliği yaptık ve bu tüzük değişikliğinde bir tartışmayı sonlandırdık. Partinin kuruluş günü 9 Eylül mü, 4 Eylül mü? 9 Eylül 1923, partinin kuruluşuyla ilgili dilekçenin bakanlığa verildiği tarih. Dilekçenin Osmanlıcası daha sonra Latin harfleri ile yazılmış hali de benim odamda duruyor. Ama diğer taraftan da Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayını ilk topladığında, ‘Bu birinci kurultay’ dediklerinde ‘Yok bu ikinci’ diyor. Diyorlar ki ‘Birincisi ne zaman ki?’ ‘Sivas Kongresiydi’ diyor. 4 Eylül 1919 da Sivas Kongresi’nin yıl dönümü. Geçen hafta, geçen sene yaptığımız tüzük kurultayında şöyle bir karar alındı: 4 Eylül - 9 Eylül arası 4 Eylül’le başlayıp 9 Eylül’le biten hafta, kuruluş haftası olacak ve bu haftada partinin kuruluş yıl dönümü etkinlikleri yapılacak. Ama bu her yıl ana bir tema etrafında yapılacak. Tartışmalarla, söyleşilerle, tarihçilerle…. ‘Bugüne ve yarına hep beraber bakmamız gereken herkesle de birlikte yapacağız bunu’ diye konuşmuştuk. İlki bu yıl kuruluş haftasının. Siz de 4 - 9 Eylül haftasının 4 Eylül’ünde burada bize misafirsiniz. Öncelikle bize hoş geldiniz” dedi. Özel şöyle devam etti:
“CUMHURİYET HALK PARTİSİ HER ZAMAN GELİNEBİLEN BİR YER”
(Bellek Sergisi ile ilgili) “Bugün saat 13.00 gibi basın mensuplarına, değerli gazetecilere, gazetelerin Ankara’daki temsilcilerine bu konuda bir sunum yapacağız. Sergiyi ben gezdireceğim, sonra açılacak. 4 - 9 Eylül haftası bu etkinliklere katılan herkese açık olacak. Hatta 29 Ekim’e kadar da sergiyi açık tutacağız çünkü hazırlıklarına dahi ‘Nasıl geliriz, ne zamana kadar duracak?’ diye arayan, soran, ilgi gösteren çok vatandaşımız var. O sebepten dolayı 29 Ekim’e kadar da o sergi, Cumhuriyet Halk Partisi’nde gezilebilir. Zaten Cumhuriyet Halk Partisi her zaman gelinebilen, gezilebilen, üye olunabilen, bu baba evinin ruhunun hissedilmesi gereken bir mekandayız. Öncelikle onu söylemek isterim. Bu 4 - 9 Eylül haftasında 600’ü geçti kayıtlar. Yani katkı sağlamak ve burada olmak için resmi kayıt yaptıranların sayısı 620 akademisyen, kanaat önderi, yani partinin üyesi olmayan ve partinin herhangi bir organında görevli olmayan, ancak partinin iktidar yürüyüşündeki program hazırlığının bu son evresine katkı sağlamak isteyen 600’ün üzerinde akademisyenle, bilim insanıyla, sivil toplum örgütü mensubuyla meslek örgütü mensubuyla birlikte burada toplantılar yapılacak. Yine ilk kez tüzüğe giren, eskiden bir küçük kurultayımız vardı. Kalkması bir ara tartışma yaratmıştı, üzüntü yaratmıştı. ‘İyiydi küçük kurultay. Yapılmıyordu ama olması lazımdı’ diye. Onu Cumhuriyet Halk Partisi Örgüt Temsilcileri Meclisi haline getirdik. 600 kişiden oluşuyor. Yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün il başkanları ve illerde aldığımız oya, ili nüfusuna göre o illerden gelecek olan temsilcilerle tüzüğümüzün son halini tartışacağız.”
“15 EYLÜL, BİR TEFERRUAT”
“Bunun yanında tabii ki önceki genel başkanlarımızdan tutun, daha önce partide etkin görev yapmış herkes bu haftaya davet edildi. Ayrıca 250 gençle birlikte bir gün burada olacağız. O 250 genç arkadaşımız da ‘Gençlerin geleceğe yönelik kaygılarının ortadan kalkması için nasıl bir Türkiye, nasıl bir Cumhuriyet Halk Partisi programında neler istiyorlar?’ Bunu bir yıldır Gençlik Kollarımız ve Gençlik Kollarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız çalışıyor odak gruplarla. Şimdi burada, bu bir hafta boyunca bütün katlarda, hatta Genel Sekreterimiz dedi ki ‘Belki sizin katın da belli bölümlerine el atacağız.’ Dedik ‘O da olur.’ Ama bazı katta 10 tane yuvarlak masa olacak. Bu 14 katlı bir bina. Burada bir iktidar hazırlığı var. 15 Eylül, bu iktidar hazırlığından rahatsız olanların ortaya çıkardıkları bir teferruat. Onu birazdan söyleyeceğim. Ama bu binanın esas meşguliyeti ve yoğunluğu kendi programını, yani geçen sene tüzüğümüzü değiştirdiğimiz gün karar vermiştik. Bir yıl boyunca da program çalışması yapacağız diye. Bu program çalışması 81 ilde, 973 ilçede, bütün üniversitelerle, bütün meslek örgütleriyle, sivil toplum örgütleriyle çalışıldı. Dünyadaki iyi örneklerine bakıldı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2007 yılında, 2008 yılında, 2007’de çalıştığı, 2008’de somutladığı parti programı, partinin kuruluş ilkelerinden, kuruluş amacından, Altı Okundan sapmadan onu bugüne doğru yorumlayarak ve yarınlara ilişkin de Cumhuriyet Halk Partisi’ne sorulan soruların her birisine açık, net, somut cevaplar vererek ya da bu somut cevapların önüne açacak bir perspektif koyarak hazırlanıyor. Biz bu haftayı, önümüzdeki bir haftayı bu programı hazırlamak, daha doğrusu yapılmış büyük mutfak çalışmasını, 10 binlerce sayfalık, 100 binlerce sayfalık mutfak çalışmalarını artık yuvarlak masalarda son haline getirmek ve delegelerimizin onayına sunacak duruma getirmek üzere bir hazırlık içindeyiz. Bununla meşgulüz. Bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin enerjisini dökmesi gereken gerçek şey.”
“BU KOLTUKLARA YILLARCA OTURMAK ÜZERE GELMEDİK”
“Çünkü ben Genel Başkan olduktan, bu genç ekibimizle göreve geldikten sonra söylediğimiz bir şey vardı. ‘Biz bu partinin evlatlarıyız. Ama başımızın üzerindeki yüzde 25’lik cam tavana razı değiliz. Bizim o tavanı paramparça etmemiz lazım. Bunu nasıl yapacağız? Gençlerle yapacağız, kadınlarla yapacağız ve bilimle yapacağız. Çağı yakalayarak yapacağız’ demiştik. Sözümüz şuydu: Girdiğimiz her seçimden birinci parti çıkacağız. Ecevit, 1970’lerde dört seçime girdi, birinci parti çıktı. Eğer bir seçimden birinci parti çıkmazsak, görevi bir başka arkadaşa bırakacağız. Tek seçim. Eğer Genel Başkan olarak bir seçimde birinci parti yapamıyorsak partiyi, kurultayı toplayacağız ve bırakacağız. Yani bu koltuklara, Genel Başkanlık koltuğuna, Parti Meclisi, MYK koltuklarına öyle yıllarca oturmak üzere ya da ne olursa olsun oturmak üzere gelmiş değiliz. Başarı odaklı olarak geldik. Ve orada da bu program meselesini çok önemsiyorduk. Şimdi bu program meselesine bir yandan devam ediyoruz. İlk geldiğimizde verdiğimiz söz; tüzük değişecekti, dört dörtlük tüzük oldu. İlk başta dediler ‘Olacak mı, olmayacak mı, söz verdiler yapmayacaklar mı?’ Çünkü hemen bir yerel seçim gündemi gelmişti. 4 Eylül’e ertelemiştik. Geçen sene bugün başladık. Dört başı mamur tüzüğümüzü oy birliği ile çıkardık. Yani en tartışmalı maddeye 36 itiraz vardı. Baz maddelere bir itiraz. Geri kalanı bin 350 delegenin tamamının oyu ile geçti. Program dedik, dediğimiz gibi çalışmaları yaptık ve buraya geldik. Bu arada yerel seçimlerde de ölçme - değerlendirme odaklı bir aday belirleme ve saha anketleri ile adayları takip ederek yüzde 38 oy alıp, 413 belediye kazanıp, Türkiye nüfusunun yüzde 65’ine belediyecilik hizmeti götürme görevini üstlendik. Partiyi 47 yıl sonra da birinci parti yaptık ve görevimize devam ediyoruz.”
“TEK BİR KANIT YOK ORTADA”
(‘Ne olduysa ondan sonra mı oldu’ diyorsunuz?) “Elbette. Bu İktidar Partisi’nin ya da herhangi bir iktidar partisinin kendisi açısından hiçbir sıkıntının, tehdidin olmadığı ve muhalefet partilerinin yükselişte olmadığı, arayışta olmadığı, zaferler kazanmadığı… İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i, Aydın’ı, Denizli’yi, Muğla’yı, yetmez Balıkesir’i, Bursa’yı, Manisa’yı, Adana’yı, Mersin’i, dönüp ta aşağılarda Kilis’i, Kastamonu’yu, Kırklareli’yi aynı zamanda Kırıkkale’yi, Edirne’yi bunların hepsini birden kazandığı… Hatay ile Kırklareli’nde küçük farklarla kaybettiği ama kimsenin inanmadığı bir seçimi kazandığı bir sürecin içindeyiz. Hal böyle olmasa sen dönüp de bizim iki yıl önceki İstanbul’da yapılmış bir seçimimize, İstanbul’da meczuplaşmış bazı delilerin ifadeleri üzerine, bir delil olmadan, somut kanıt olmadan, hatta ve hatta itiraz zamanlarının üzerinden yıllar geçmişken, yenisi yapılıyorken kongrenin… Yani bakın, amacınız bir siyasi partinin sağlıklı bir kongre sürecini yürütmek ise; şu anda İstanbul’da 950 tane mahallede mahalle seçimleri yapıldı, kendi içlerinde kimi mahallede yarışlar oldu, kimi mahalledeki çoğunda bütün mahalle mutabakatla ortak listeler hazırladı. Şimdi mahalle kısmı bitti. Yarından itibaren ilçe kısmı başlıyordu ve 14 ilçenin gelecek hafta bitiyordu. Ondan sonraki hafta da ilçe seçimleri bitiyordu. Ondan sonra da il seçimi yapılacaktı. Yani eğer delege iradesi ise iki sene önceki bir seçimin iftiralarıyla, bir takım meczup, işte artık isimlerini anmak istemeyeceğim bir takım çirkin profillerin ortaya atmış olduğu iğrenç iftiralarla, ki bir tek kanıt yok ortada.”
“AMAÇLARI, YÜRÜYEN KONGRE SÜRECİNİ BOZMAK”
(Dosyaya baktınız, hukukçularınızı inceledi ve sizin nezdinizde bir tek kanıt yok) “Evet. Şimdi bu dosyaya bir tek biz bakmıyoruz ki. Bu dosyaya tüm Türkiye bakıyor. Bir tek kanıt olsa bugün yandaş basının manşetlerinde, televizyonlarında o olur. Olmayan şeyin üstünde günlerce tepinenler… Bakın Ekrem İmamoğlu’nun lüks otomobilleri diye gösterdikleri, sonradan MHP’li bir milletvekilinin otomobilleri çıkan görüntüyü günlerce manşete taşıyanlar. Bizim dosyada kanıtın ‘k’si olsa bunu her gün televizyonlarda tartışmazlar mı? Yok. Ama zaten maksat şu: Öyle yaptılar olmadı, böyle yaptılar olmadı. ‘Cumhuriyet Halk Partisi’ni karıştıralım.’ Cumhuriyet Halk Partisi çünkü şöyle bir durumda… Onların aklında şöyle bir CHP vardı: ‘Kurultayda ilk turda 52’ye 48’lik farkla, ikinci turda daha net bir farkla seçilmiş bir genel merkez. En çok delegesi olan İstanbul’un kongresi 18 farkla bitmiş bir İstanbul il kongresi. Bunlar birbirlerine yakınlar, bunlar birbirlerine düşerler.’ İki sene geçti, birbirimize düşmek bir yana 19 Mart darbe sürecinde de buraya olağanüstü kurultay kararı aldık. Çünkü buraya da kayyım atamaya çalışıyorlardı. O delegelerin hepsi geldi, geçerli oyların tamamını mevcut genel başkana verdi. Delegeler, iradelerini tazelediler. Bin 300’ün üzerinde delegenin bin 200 tanesinin oyuyla yeniden seçildik. Şimdi hal böyle olunca burada bir şey görünmüyor, döndüler İstanbul il kongresine. ‘Orada da bir çatışma yaratabilir miyiz?’ 2 - 2,5 yıl önceden çeşitli iftiralarla orada bir kargaşa yaratmaya çalıştılar. Yine olmadı. Tuttular tedbir… Bakın mahkeme kararı değil. Birinci kademe mahkemede görülecek ve bir mahkeme kararı yok ortada. Tedbir kararı var, daha mahkeme görülecek. Bu mahkeme, daha önce dokuz kez denendi. Yani asliye hukuk mahkemesi dünya kadar, İstanbul’da 70 küsur tane varmış. Asliye hukuk mahkemesine gidip o abuk sabuk beyanları veriyorlar. Bakın bu tedbir kararını alan avukat, kadın avukat, bundan bir ay önce kendi adına, bir başka asliye hukukta başvurmuş. Reddedilmiş zaten. Bu sefer bir başka kadın arkadaşının adına avukatlık yaparak başvurmuş. Dokuz mahkeme Ankara’da ve İstanbul’da geziyor. Bütün asliye hukuk mahkemeleri, eğer İstanbul’daysa şu kararı veriyorlar: ‘Görevsizlik. Bu benim işim değil’ diyor ve Ankara yolluyor. İstanbul’daki bir mahkemenin, çok temel bir kural olduğu halde… Siyasi partilerin genel merkezi Ankara’da. Bu davalara Ankara bakar. Sen İstanbul’dan bakamazsın. Çünkü tüzel kişiliğin Ankara’dadır. İstanbul’la ilgili bir mevzu varsa da onu alır Ankara’ya yollarlar. Çünkü uzmanlaşma meselesi var. Türkiye’nin dört bir yanında herhangi bir asliye hukuk mahkemesine başvurarak bu karar alınamaz. Bir mahkeme buldular, o mahkemeye dosyayı verdiler ve 15 gün içinde tedbir kararı alıp yönetimi uzaklaştırdılar. Amaç ne? Yürüyen kongre sürecini bozmak. Bugün ne oluyor onu söyleyeyim. Dün İstanbul’da ile gittim. Olağanüstü kurultay, olağanüstü il kongresi kararı alıyorlar. Delegelerimiz noterde kuyrukta. Dün 200’ün üzerinde imza ile gelmiş. Zaten 300 imza olduğunda seçimli olarak yeniliyorsun. Sadece 120 imza il kongresini yapmaya yetiyor. Beşte biri. O kongreye gidenlerin yarısı ‘Seçim yapalım’ derse de seçim olacak. Şu anda kongreyi toplayacak sayıya ulaştık İstanbul’da. Seçimli olarak yapmak için de kongre salonunda tutup 600 kişiden 301 kişi ‘Biz seçim istiyoruz’ deyince olacak.”
“ERDOĞAN, CHP’NİN İL KONGRELERİ VE GENEL KURULUYLA NEDEN BU KADAR MEŞGUL?”
(Hamleye hamle yapıyorsunuz o zaman?) “Biz yapmıyoruz, delegeler yapıyor. Ama bilgimiz dahilinde yapıyorlar. Dün gördüğüm manzara ne? İstanbul ilde var. ‘Geçen seçim Özgür Çelik’i desteklemedim’ diyor. ‘Ama bu darbe girişimine karşı imza vermeye geldim’ diyor. Biz de diyoruz ki ‘Notere vereceksin’. Şimdi ya biz rekabet yapıyoruz değil mi? Ben İstanbul AK Parti’nin İstanbul İl Başkanlığı Kongresi’nin iki yıl öncekine dava açmakla bilmem neyle niye ilgileneyim? Rakibim olan siyasi parti birilerini seçmiş, yönetiliyor. Ben karşımdaki muhataba bakarım. Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk kongreleri ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel kuruyla niye bu kadar meşgul? Bu süreç nereden başladı? Bursa’da meczubun biri, il başkanımıza hakarette bulundu. O da onu mahkemeye verdi. Mahkeme baktı, görevsizlik kararı verdi. ‘Bu parti işidir, Ankara baksın’ diye. Ankara’ya geldi dosya, bir yıldır duruyor. Kimsenin bir şey dediği yok. Tayyip Erdoğan üç ayda bir çıkıp diyordu ki ‘Ey Özgür Özel, şaibeli kurultaya bir şey söyle.’ Sana ne ya? Sana ne? Delinin biri bir şey söylemiş, o da gelmiş burada durmuş. Sonra buna bizim içimizden bazı arkadaşlar… Yani işte kendilerince ‘Parti içinde bir şey söyleyeceğiz’ diye tuttular ‘Erdoğan’ın bu sözlerine cevap verilmelidir.’ Böyle bir şey başlattılar, olur olmaz tartışma. Orada gelinen nokta bu. Çünkü onlar şunu arıyorlar, CHP’de birileri bu tartışmaya dahil olsun.”
“ONUN KORKUSU HEPSİNE YETİYOR”
(‘Arkadan vuranlarla muhatabız’ dediniz. Kim onlar?) “O söylediğim mevzu, ‘Biz Cumhuriyet Halk Partililer kavga da edeceksek yüz yüze yaparız. Arkadan vuranlar da var, yere düşesin diye bekleyip yerdeyken vuranlar var’ diye siyasi rakiplerimize söyledim. MHP ve AKP’ye söyledim. Net. Çünkü birisi arkadan vurma kültüründen geliyor. Birisi yere düşene tekme atma kültüründen geliyor. Yaptıkları iş bundan başka bir şey değil. Mertçe karşımıza çıkıp da siyasi rekabet yapmak yerine bin bir tane yola sapıyorlar. Gelip de bizimle gerçek anlamda mücadele edemiyorlar. Açıkça söylüyorum. Arkadan vurmak da yere düşene vurmak da bu milletin takdir edeceği bir şey değil. Gel kardeşim, 31 Mart seçimlerinde sandığı koyduk, yarıştık. Çok kendine güveniyorsan gel, 2 Kasım tarihinde koy sandığı ve millet karar versin. Milliyetçi Hareket Partisi yöneticileri, almış eline… Yahu adamların parçasından pislik akıyor. Gitmiş, torbacılardan, katillerden kendi genel merkezlerinin olduğu semtte, olduğu ilçede, olduğu şehirde kendi gençlik kolları genel başkanları, Ülkü Ocakları genel başkanları vurulmuş, kanı yerde duruyor. O meselenin üzerinden şaibesi olan, lafı olan adamlar ellerinde Twitter ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultayına saldırıyorlar, Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırıyorlar. Sen önce yerdeki cenazeni kaldır, arkadaşının kanını temizle önce. O yüzden ‘Yerdekine vuranlarla, arkadan vuranlarla işimiz yok. Bunlarla muhatabız’ dediğim bu. Net olarak söylüyorum. Gelsinler, gerçek anlamda bir rekabet yapabiliyorlarsa Özgür Özel burada. Özgür Çelik İstanbul’da. Çok korktukları Ekrem İmamoğlu Silivri’de. Onun korkusu hepsine yetiyor.”
“BÖYLE KUMPASLARA YELTENME, MERTÇE KARŞIMA ÇIK”
(‘Erken seçim olacaksa Ekrem İmamoğlu aday olmasın, ben de koltuğu bırakayım’ sözleri) “Şimdi şöyle bu konuyu şöyle netleştirelim. Çünkü sözüm size değil ama maalesef belki dünyada da böyle, basının geldiği yer, bir cümleyi, bir koca röportajdan bir cümleyi alıp o cümle tek başına söylenmiş gibi yorumlanıyor. Bunun mahsurları var. Yani yapılabilir de mahsurları var. Özgür Özel dedi ki ‘Ekrem İmamoğlu aday olmasın, ben de koltuğu bırakayım.’ Öyle değil o. Öyle ama şu soruya cevaben öyle. Bunu ne sormuşlar da söylemişim? Diyor ki ‘Bir senaryo var efendim, Ankara’da çok konuşuluyor’ diyor. ‘Sizi’ diyor ‘Bir mahkeme kararıyla partinin başından uzaklaştıracaklar, Ekrem İmamoğlu’nu hapiste tutacaklar, o sırada baskın seçim yapacaklar. Ben de diyorum ki ‘Ya seçim yapmaya karar verdiyse hiç uğraşmasın başka şeylerle, ben o şartları sağlarım. Ekrem Başkan içeride, aday olmasın, ben de hemen genel başkanlığı bırakayım. Yeter ki 2 Kasım’a seçim sandığını getirsin.’ Sonra diyorum ki ‘Partinin başından inerim ama otobüsün üstünden inmem.’ Laf bu. Ama öbür türlü deyince adam diyor ki ‘Özgür Özel partinin başını bırakmaya bilmem ne…’ Ben bırakır mıyım? Bu noktada yüzyıl sonra Cumhuriyet Halk Partisi’ni bir kez daha iktidar yapmanın, Cumhuriyet Halk Partisi’ni 47 yıl sonra birinci parti yapmışız, bu kadar büyük başarı elde etmişiz, bu kadar Atatürk’ün partisi 100 yıl sonra bir daha iktidar olacak bunu yakalamışız, böyle bir ivme var. İşte dün Zeytinburnu’nda meydanlara sığmıyor. Bayburt’ta da aynı şey oluyor, Konya’da da aynı şey oluyor. Konya’da Erdoğan’ın birkaç seferdir dolduramadığı meydanı gidip dolduruyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında gittiğimiz 52 mitingin tanesinde bile ‘Ya bu meydan niye dolmadı’ olmuyor. Doluyor, taşıyor. Bu şartlar altında efendim öyle. Diyorum ki ‘Sen 2 Kasım’da seçimi getir, benden mi korkuyorsun? Ben genel başkanlığı bırakacağım. Ekrem Başkanı da aday yapmayacağız. Bambaşka bir aday bulacağız, karşına koyacağız ve seni yeneceğiz. Böyle kumpaslara yeltenme, mertçe karşıma çık. Arkadan vurma, yere düşene vurma. Çelme çakıp da düşürmeye çalışma. Gel, mertçe karşıma çık’ diyorum. Çünkü bu Erdoğan ne diyordu eskiden? Efendim ki biri bin yaparak, çünkü bir gün rüşvetten yargılandı, irtikaptan yargılandı, ihaleye fesattan yargılandı, her şeyden yargılandı. Yargılamalar sürüyordu, milletvekili oldu, o dosyalar örneğin akbil dosyası o günden bugüne bekliyor. Yolsuzluk dosyaları halen var. Ama ne oldu mesela o akbil dosyalarını bilmem neleri falan hallettirdiklerini daha sonra başka makamlara getirdi. Vakıfbank Bankası’nın Üsküdar’daki şube müdürü… O dönemde bu katakullileri yaptıkları adama yıllarca örtülü ödeneğin başında tuttu. Oğlunu Kıbrıs’a o süreçte büyükelçi atadı, Halil Falyalı meselesinden sonra o karışık durumda şimdi de beş ay sonra görevden aldı. Babasını örtülü ödeneğin başından aldı. Pislik paçalarından akıyor. Dönmüşler bize iki yıl önceki kurultayda, ‘İstanbul’da bir üye oy verirken şöyle olmuş mudur’ diyorlar. Böyle bir işin içinde bu adamlar. O yüzden ben çok açık ve net bir şekilde neyin ne olduğunu görüyorum. Karşımızda suça bulaşmış, baştan aşağı paçalarından pislik akan, bu memlekette artık normal bir seçim kazanma ihtimali kalmamış, bunun için her şeyi göze almış, gözü dönmüş bir iktidar ve ortağı var. Biz buna karşı mücadele ediyoruz.”
“ŞU ANDA PARTİMİZİN ÜYESİ DEĞİL”
(Gürsel Tekin’in karardan bir gün önce toplu aidat ödemesi yaptığı bilgisi var. Tekin için bu karar sürpriz olmuş olabilir mi?) “Bunu sizler değerlendirin. Yani yıllarca aidat ödememiş, istifa ettiğini kamuoyuna açıklamış, bu karardan bir gün önce aidat ödemiş. Zaten bu hani görevi kendisi adına, kendisini oraya teklif edilme sürecinde zaten bu işler konuşulmuştur. Konuşulmadan olmaz. Kimse kimseyi haberi olmadan bir yere kayyım atamaz veya kayyım talep listesine koymaz. İşin o kısmını tartışmayacağım. Gürsel Tekin ismini de tartışmayacağım. Gürsel Tekin, partide geçmişte görev yapmış ve benim birlikte de görev yaptım, hiçbir zaman da böyle partimin büyüğü olarak partide görev yapmış birisi olarak geçmişte görev yapmış birisi olarak kamuoyu önünde çatışma isteyeceğim bir isim değil. Yerel seçimlerde Kadıköy adayı olmak istediğini söyledi. Biz de 30’lu yaşlarında genç bir arkadaşımızın hem anketlerde hem bir gençlik enerjisini Kadıköy gibi bizi hep desteklemiş bir ilçeye yansıtmak için hem enerjisine inandığımız için projelerine inandığımız için başka bir arkadaşı görevlendirdik. O sürede Gürsel Bey sinirlendi ve sinirli açıklamalar yaparak istifa edeceğini söyledi. Ben o dönemde ‘Bu işler gelir geçer, hani partide emeği olan kişilere partiden ayrılmalarının çok doğru olmayacağını’ söyledim ama kendisi istifa ettiğini ilan ederek partiden ayrılmıştı. Bu kayyım meselesi, şimdi kenetlenme meselesinde şuna bakmak lazım. İstanbul’da geçen seçimde 600 kişi, 310’a 290 yarıştığı bir yerden şimdi 600 kişinin tamamına yakınının ‘Biz partimize bunu yaptırmayız’ dediği bir yere geldik. Kenetlenmedeki mesele bu. Ama bu sırada mahkeme karar almış, kurultayı iptal etmiş, ‘Gel sen buraya il başkanı ol.’ Bu görevi kabul eden kişiyi ben geçmişte hürmet ettiğimiz, saygı gösterdiğimiz veya birlikte siyaset yaptığımız kişiden ayırırım. Burada kimlik değişiyor. Burada artık şöyle bir şey oluyor. Bu şartlar altında, bu haksız, hukuksuz, vicdansız, acımasız ve iktidar yürüyüşünü engellemek için partiyi karıştırmaya yönelik karara biri lazım. Bir parti üyesini alıp oraya koyacaklar. Bunu kabul etmemek lazım. Ben, kabul ettiğini duyduğumda dedim ki ‘Partiyle ilişkisini kesmemiz lazım.’ Orada tabi bir manipülasyon var. Bir üyenin parti ile ilişkisinin kesilmesi için Yüksek Disiplin Kuruluna verirsin, o da savunmasını ister. Ve o savunmaya göre de işlem yapar. Ama bu sırada parti üyeliği haklarından yararlanıp yararlanmayacağı, Siyasi Partiler Kanunu’nda yazıyor. Tedbirli verirsen yol boyunca atılmış gibi muamele görür. Tedbirsiz verirsen üye olarak kalır, sonucu ne olursa ona göre muamele görür. Bu tip önemli durumlarda tedbirli verilir. Bütün partiler öyle yapar. Cumhuriyet Halk Partisi de öyle yapar. Biz de tedbirli olarak disipline verdik. Şimdi Yüksek Disiplin Kurulu ifadesini alacak, o tedbir kararına itiraz edebilir. O itirazın sonucu beklenecek yedi gün içinde. Ancak şu anda partimizin üyesi değil.”
“BEN AK PARTİ’NİN KAYYIMINA RANDEVU VEREMEM”
(Gürsel Tekin’e randevu verecek misiniz?) “Ben Gürsel Tekin’e randevu veririm. Ama ben asliye hukuk mahkemesinin, AK Parti’nin hamle mahkemesinin, kayyımına randevu veremem. Onun durumunu netleştirmesi lazım. Ondan sonra. Ben Gürsel Tekin’i başımla beraber. Benim Gürsel Tekin’in evine gitmişliğim vardı. Kayyımken vermem, vermem. Yani şöyle o asliye hukuk mahkemesini tanımak olur. Asliye hukuk mahkemesinin kararını tanımak olur. O yüzden Gürsel Tekin’in şöyle bir noktada olması lazım. Mesela şunu derse, ‘İstanbul delegelerimiz zaten imzaları toplamışlar ve onlar 15 gün içinde il başkanlarını seçecekler. Bu süreçte bir partili olarak üzerime düşen ne varsa onu yaparım ve varım.’ Ama Gürsel Tekin, bir cenazeden bahsediyor. Ne cenazesi ya? Ne cenazesi? Bırakırsa kokacakmış. Ne kokması? Sen bıraktın da biz ortada cenaze tuttuk, cenaze okuttuk bilmem ne. Bunlar olacak işler değil. Herkes ağzından çıkan lafın nereye gittiğini görecek. AK Parti’nin celladı bir katliam yaptı, ortalıkta bir cenaze varsa adalet ve demokrasi cenazesi var. O cenazeyi kaldıracaksan el birliğiyle gel kaldıralım. Bu onunla mücadele ederek olur. Bu onun emrine girerek, dümen suyuna girerek, onun dediğini yaparak olmaz. ‘Yok çarşı - pazar gezeceğim.’ Benim adıma İstanbul’da çarşıyı, pazarı İstanbul delegesinin seçtiği il başkanı gezer. ‘Gideceğim binada oturacağım.’ O bina, benim vekaletim. Ben de Atatürk’ün vekiliyim burada. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğunda oturuyorum. Ve bizim adımıza İstanbul’da o koltukta kimin oturacağına İstanbul’da delegesi karar verir. Onun kararı başımızın üstündedir. O isim Özgür Çelik’tir. O yüzden ben önceki dönem milletvekili, MYK üyesi Gürsel Tekin’e partim ile ilgili bir çaba için, krizli bir dönemdir ve bir davette bulundu daha doğrusu ‘Bir görüşelim’ dedi. Kendisine ulaşan bazı bilgiler vardı. Kıymetli. Kalktım bir gece vakti evine gittim ve evinde çayını içtim. Öyle hürmet duyabileceğim veya eğer parti için bir şey yapacaksa bunu her zaman birlikte yapabileceğimiz biriyken şimdi fırsattan istifade ‘Ben İstanbul il başkanı olayım, genel başkandan randevu alayım, o da beni meşru muhatap kabul etsin, oturalım konuşalım.’ Böyle bir şey yok. Gürsel Bey önce kendi tutumunu netleştirecek. CHP’li misin değil misin? Şu anda değilsin. Biz ‘Bunu yapanı partide tutmayız’ dedik. Şu anda değilsin. Ama yedi gün içinde tedbir kararın görüşülecek. Bu yedi günde tutumunu netleştirirsin dersin ki ‘Yok kardeşim ben sonuçta bu partinin evladıyım, bu partinin yapacağı il kongresinde üzerime düşen görev neyse onu yaparım. Bu parti il başkanını seçer, arkasında hep birlikte dururuz’ diyorsan Ben Gürsel Tekin’e bırakın randevu vermeyi, Gürsel Tekin’in bu yaptığı davranış karşısında ona minnetlerimi sunarım. Ama görünen, ilk andan itibaren görünen o değil, orada başka bir hazırlık var. Önceden yapılmış başka bir hazırlık var. İşin medya ayağı var. Kayyım Gürsel Tekin’i alamayız, randevu veremeyiz. Kayyımlık görevinin teklif edildiği andan sonraki yaptığı açıklamalara baktığımızda şu olsaydı, ‘Ben bu partinin evladıyım, bu görevi kabul edemem, genel başkandan randevu isteyeceğim. Bana bu süreçte bir görev düşüyorsa genel başkanımın onayıyla, takdiriyle, partimin onayıyla, takdiriyle ancak olur, bu görevi kabul edebilirim.’ Böyle önce görevi kabul edip ve cenazeden bilmem neden bahsedip ondan sonra bu partiye seçilmiş il başkanı gibi gelemezsiniz. O yüzden onun ilk başta demesi gereken şuydu, ‘Böyle bir şey yazmışlar’ gerçekten haberi yoksa. Ben de daha sonradan öğrendim. Hiç aidat ödememiş bundan önce, karardan bir gün önce ödemiş. Bu Gürsel Tekin’in konuyu bildiğini değil, mahkemenin de kararı bir gün önce başkalarına söylediğini gösteriyor. Yani mahkemenin kararının Gürsel Tekin’den bir gün önce de mahkemeye tebliğ edildiğini gösteriyor. Bakın şunu söylüyorum. Kararın Gürsel Tekin’e tebliğinden bir gün önce mahkemeye de tebliğ edildiğini gösteriyor. Ankara’da kurgulanmış bir oyun var. İstanbul’da sahneleniyor. Ve mesele bu kadar açık.”
“TÜM KURGU SARAYDA YAPILIYOR”
(Nerede kurgulanıyor?) Sarayda kurgulanıyor. Bu Cumhur İttifakı’nın sarayla ilişkili yani MHP’nin sarayla ilişkili birtakım kirli bir kanalı da var. Orada kullanıyor. Ne yapacak? Bunların ne yapmaya çalıştıklarını görmüyor muyuz? Milliyetçi Hareket Partisi’nde Sayın Meral Akşener ve arkadaşları, sayın Müsavat Dervişoğlu, en yakından yaşadılar. Onlar MHP’nin AK Parti‘ye yanaşmasını, birkaç ay öncesine kadar ip attığı ve karşıdan hakaret duyduğu kişiye hemen yanaşmasını istemedikleri için MHP’nin içinde bir muhalefet hareketi başlatmışlardı ve 900 kadar delegenin desteğiyle tüzüklerine seçim kararı aldırdılar. MHP tüzüğünde şu vardı; Genel Başkanı seçiyorsun, iki yıl boyunca değiştirecek kurultay yapamıyorsun. Bunu koydular. Bunun üzerine MHP’nin içindeki bir kanat 120,150 kişi kalmıştı bunlar. Gittiler, AKP ile konuştular, aynı bugün bize yaptıkları kumpasta olduğu gibi Anadolu’daki bir asliye hukuk mahkemesinden karar aldırtarak MHP’nin tüzük değişikliği yaptığı kurultayını iptal ettirdiler. Yani yapılacak genel başkan seçimini iptal ettirdiler ve bunun üzerine Meral Akşener ve arkadaşları yüzde 18’lik MHP’den, 7 Haziran‘da yüzde 16.8 almış MHP’den ayrıldı, İYİ Parti’yi kurdular. MHP de Cumhur İttifakı’nın ihtiyaç duyduğu meşruiyeti ve desteği sağlayan bir partiye dönüştü. Bunu hep birlikte gördük. Şimdi o asliye hukuk oyunlarıyla, bu sefer AKP artı MHP’nin gücü yetmemeye başladı. Cumhuriyet Halk Partisi, birinci parti oldu. Bugün sandık koysalar iktidar olacağımızı biliyorlar. Bugün hapisteki cumhurbaşkanı adayımız, Erdoğan’ı 10 puan farkla 12 puan farkla geçiyor. Birinci turda alıyor seçimi. Hal böyle olunca bu asliye hukuk oyunlarıyla o günlerde MHP’ye asliye hukuk mahkemesi kararı karşılığında Cumhur İttifakı’na teklif edenler ve kendi içinde İYİ Parti’nin doğmasını sağlayanlar bugün Cumhuriyet Halk Partisi’ne bu kumpası kuruyorlar. Ben burada geçmişte tarihte kalmış bundan sonra böyle bir görevi üstlenmesi ile birlikte de bizim gönül dünyamızdan da üye sayfamızdan da çıkmış birisi hakkında daha fazla konuşmam. Kusura bakmayın.”
“CUMHURYET HALK PARTİSİ RÖVANŞİST BİR ANLAYIŞ GÖSTERMEDİ”
(Bunları niye yaşıyoruz?) “Biz bunları, Cumhuriyet Halk Partisi’nin normal yollarla bileğini bükemedikleri için yaşıyoruz. Biz bunları, ülkenin gerçek gündeminin konuşulması noktasındaki motivasyonumuza bir cevap veremedikleri için yaşıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi, 31 Mart seçimlerinden büyük bir başarıyla çıktı. Devamında da şöyle yapmadı mesela; ‘Biz kazandık, bundan sonra bizim dediğimiz olacak. Büyükşehirleri biz yönetiyoruz. Haydi bakalım AK Parti’den aldığımız, MHP’den aldığımız belediyelerde şimdi bizim dönemimiz başladı ‘deyip, rövanşist bir anlayış göstermedi. Tam sizin o durduğunuz yerde veya ikimizi arasında şu masanın olduğu yerde kürsü vardı o gece. Cumhuriyet Halk Partisi dedi ki ‘Bu gece bu seçimin galibi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Seçimin kaybedeni yoktur. Bu seçimin kazananı bütün Türkiye’dir’ dedi. Dedi ki, ‘Bu seçimdeki başarıyı bir zafer olarak değil, bir görev olarak görüyoruz. Belediye başkanlarımızın cebinde ya da çantalarında birer anahtar var. Bu anahtar ne Cumhuriyet Halk Partisi’nin, ne belediyenin kapısının, kasasının anahtarıdır, ne Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin altın anahtarıdır. Bu anahtar, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının anahtarıdır. O anahtarı ona göre kullanın.’ O günden sonra Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, bu salonda yaptığımız ilk toplantıda, ardından Sosyal Demokrat Belediyeler Eş Gündüm Konseyi ile orada belirlediğimiz bütün toplantılarda aldıkları, aldığımız ortak kararlar gereği vatandaşın, sizin biraz önce söylediğiniz yakıcı sorunlarına eğilmeye başladılar. Bir yıl geçmedi, dokuz ay geçti Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin icraatlarının geldiği noktada belediye memnuniyet anketleri yaptırdık. Aynı anketleri AK Parti’nin de yaptırdığını biliyoruz. Bizim anketlerimizde CHP’li belediyelerden memnuniyet yüzde 59 çıktı. AK Parti’nin yaptırdığı ankette ise CHP’li belediyelerden memnuniyet yüzde 61 çıktı. Bunun için de CHP’li büyükşehir belediyelerinin seçildikleri günden sonra çok büyük bir memnuniyet oranı yakaladıklarını, bunun alt kırılımlarına bakınca da çok ezber bozan işler çıktı. Halen daha öyle anketlerde.
“CUMHURİYET HALK PARTİSİ, ARTIK DÜŞÜK GELİR SEVİYESİNİN PARTİSİ”
“Bir ezber var: ‘CHP üniversitelilerden oy alır, ilkokul mezunundan oy alamaz. Eğitim seviyesi düştükçe CHP’nin oyu düşer. Gelir seviyesi yüksek yerlerden oy alır, gelir seviyesi düştükçe CHP’nin oyu düşer.’ Bu iki ezber hem orada, hem son olarak partinin yaptırdığı ya da serbest olarak çalışılan bütün anketlerde şu görülüyor. CHP, artık düşük gelir seviyesinin partisi. Düşük eğitim seviyesinin, ilkokul - ortaokul mezunlarının da birinci partisi. Bu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir ezberini ve bir konforunu yerle bir etti. Ezber şu, hatta diyorlardı ya ‘Eğitim arttıkça oyumuz düşüyor.’ Ezber şu, ‘Bizim düşük gelir seviyesinden, yoksul mahallelerden, ev hanımlarından ve eğitim seviyesi düşük olanlardan aldığımız oy; bizi iktidarda tutmaya yeter.’ Yetmediğini gördüler. Yetmedi. Cumhuriyet Halk Partisi bütün anket kırılımlarında olması gerektiği gibi, elbette üniversitelilerden de oy alıyor. Ama düşük gelir seviyelilerden ve özellikle ev hanımlarından inanılmaz oy alıyor. Bunun alt kırılımlarına baktığınızda kreşler, okula giden çocuklara yapılan beslenme yardımları, okullardaki su sebilleri, öğrencilere kırtasiye yardımları, anne kart uygulaması… Anne kart uygulaması 5 yaşına kadar çocuğu olan annelere ücretsiz ulaşım. Ben bunun en memnun olunan hizmetlerden biri olduğunu duyduğumda şaşırdım. Dedim ki ‘Ne oluyor yani ücretsiz, o kadar mı önemli?’ Dediler ki ‘Anne kartın altında başka bir şey var. Anne kart; 5 yaşına kadar çocuk var, kreş yok. Otobüse binip başka bir semtte, birkaç durak ileride veya apayrı semtlerde, apayrı ilçelerde oturan ablasına, annesine, bir arkadaşına gidip çocuğu bırakıp sosyal hayata ya da çalışma hayatına katılmaktır. Anne kart; doğalgaz yakamayacak 3-4 tane akrabanın bir evde doğalgaz yakıp, çocuklarıyla birlikte oturması, diğer üç evin gün boyunca doğalgaz yakmaması demektir. Anne kart uygulaması; sosyal yardım alacak düzeydeki aileler için bir araya gelme, birbirine yaklaşma, birbirinin imkânlarından yararlanarak başka yerden tasarruf etmektir. Derin kart, derin yoksulluğun getirdiği bir şeydir. Bunların hepsinin bir bütünü İlker Bey, karşı tarafta şunu gösterdi: ‘Böyle giderse iktidar elden gidiyor.’ Bu kadar meselenin özü bu. Böyle giderse, tabii İstanbul Planlama Ajansı üzerinden, Sayın Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı kuvvetli bir ekiple yaptıkları bu çalışmalar Türkiye’deki birçok belediyede, Mansur Başkan’ın yaptığı çalışmalar birçok belediyede, Sosyal Demokrat Belediyeler Eş Gündüm Konseyi ile örnek oldu. Hatırlayalım; Cumhuriyet Halk Partisi Ekrem İmamoğlu’nun geçen hizmet döneminde son bir yılında hayata geçirdiği Kent Lokantaları şu anda Türkiye’nin dört bir yanında hatta CHP ile rekabet edemeyen bazı AK Parti ilçe belediyeleri de açmaya başladı.”
“İŞİN ÖZÜ CHP’Lİ BELEDİYELERİ HİZMET EDEMEZ NOKTAYA GETİRMEK”
“Biraz önce anlattığım tablo ortada olunca Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, bu aldıkları imkânla, çünkü bu belediyeler 2014’te, 2024 yılında kazanıldılar, 2029’a kadar iktidardalar. Bu arada bir seçim yapılacak. Belediyelerin memnuniyeti partiyi yukarıya çekiyor. Ayrıca anketlerde bakılıyor, Erdoğan ile rekabet noktasında da hem Ekrem İmamoğlu, hem Mansur Yavaş, Cumhuriyet Halk Partili belediyeler -ki tanındığında Cumhuriyet Halk Partisi’nin büyükşehir belediye başkanlarının tamamı fevkalade önemli işler yapıyorlar- bu iktidara tehditler. ‘Böyle giderse iktidar elden gidiyor’ dediler. Çünkü böyle gidecek. Ne yapacağız yani, nasıl duracağız? Millete hizmetten geri mi duracağız? Biz arkadaşlarımızın bu başarısına karşı bir cümle ile hatırlayacağız. ‘Bunları biraz silkeleyin’ dedi Erdoğan. Yahu sen neden rahatsız oluyorsun? Kreşten, okul yemeğinden, okulların önünde dağıtılan sıcak çorbadan... Üniversitelilere akşamları dağıtılan yemekten, kreşlerden… Geldiğimizde bir tane kreş yok, geldiğimizde bir tane üniversite yurdu yok. İşte üniversite yurdunda 111’e gelmişiz, kreşte bini geçmeyi hedefliyoruz kısa zaman içinde. Bunları görünce ‘Silkeleyin bunları para kalmasın, hizmet edemesin.’ Önce buna giriştiler. Ardından da bir baktık siyasi bir kişilik olan, yani Bakan Yardımcısı olan Akın Gürlek’i İstanbul’a başsavcı yaptılar. Geldiği günden itibaren önce Esenyurt, Beşiktaş, sonra İstanbul Büyükşehir Belediyelerine inanılmaz bir saldırı var. Bu yapılan işin özü CHP’li belediyeleri hizmet edemez noktaya getirmek. Vatandaştaki, ‘Cumhuriyet Halk Partisi belediyeleri yönettiği gibi gelsin, ülkeyi yönetsin’ algısının önüne geçmek.”
“SUÇLUNUN SUÇU, TAYYİP ERDOĞAN’I YENME SUÇU”
“Burada işin öz noktası şudur: Bütün belediyelerde ihale olur. Sayıştay gelir ihaleyi denetler. ‘Temiz’ derse, temizdir. Eğer Sayıştay bir kusur bulursa suç duyurusunda bulunur, bir sürecin sonunda. Savcı Sayıştay’ın suç duyurusunda bulunduğu dosyayı ister. O suça göre kim sorumluysa, ihale sorumlusu o bu... Eğer belediye başkanı ihaleye fesat karıştırdıysa, belediye başkanı da. Ama yoksa belediye başkanının her ihalede sorumluluğu yoktur. Bunun üzerinden Sayıştay’ın bulduğu bir suç üzerinden suçluya gider ceza verir. Buna kimse itiraz edemez. Biz de itiraz etmiyoruz. Sayıştay’ın yıllar önce baktığı, yıllardır baktığı, onay verdiği dosyalar duruyor. Bir başsavcı İstanbul’a gidiyor. Suç değil, suçluyu buluyor. Suçlunun suçu, Tayyip Erdoğan’ı yenme suçu. O suçluya suç icat ediyorlar. Ne yapıyor? Belediyedeki bütün ihale dosyalarını istiyor. Bakın elimizde, defalarca söyledim. ‘Yok, böyle bir şey’ diyemediği süreçler var. İBB’ye diyor ki ‘Şu iştiraklerin bütün ihale dosyalarını yolla.’ Bir yazı yollamış. Bizim belediye de gidiyor, bütün ihale dosyalarını veriyor. Diyorlar ki ‘Bu dosya çok. Bize 2019’dan sonrası lazım.’ Bakın İlker Bey, 2019’dan sonrası ne demek? Biz Ekrem İmamoğlu’nu cezalandırmaya odaklı ve ödevli geldik demek. Bir savcı ihale dosyası inceleyecekse, Sayıştay’ın temiz dediği dosyaları inceleyecekse bunda hangi partinin dönemine bakar mı? Hırsızlık 2018’de dese de savcının görevi onu bulmaktır. 2015 olsa da bulmaktır, 2022 olsa da bulmaktır.”
“BU İKİLİ HUKUK DEĞİL Mİ?
(İkili hukuk sistemi derken vurgunuz bu mu?) “Tam bunu söylüyorum.” (Adalet Bakanından beklentiniz nedir?) “Adalet Bakanından beklentimiz adil olmasıdır. Adalet Bakanlığından beklentimiz cesur olmasıdır. Şöyle bir şeyle karşı karşıyayız. Somut örnek vereyim. Ekrem İmamoğlu’nun bir tane avukatı var. Mehmet Pehlivan. Arı gibi çalışıyor. Bütün dosyayı çalışıyor, gidiyor koşturuyor filan. Buna bir telefon açıyorlar. ‘Mehmet Bey neredesin?’ ‘Şuradayım.’ ‘Adliyeye geliver.’ Mehmet’in adliyeye gidişi belli. Elinde çantası ve evrakları. İçeriye giriyor. Güle oynaya. Ama sorgulanmaya çağrıldığını biliyor. Tutuklanma talebiyle çağrıldığını biliyor. Ne yapacak Mehmet? Mehmet’in işi avukatlık, adliyeye gidiyor, bekliyor. Hatta sizin durduğunuz gibi bankonun başında benim böyle durduğum gibi 1,5 saat bekliyor. Savcı müsait değil diye. Bitince savcı içeriye çağırıyor. İki soru soruyor, Mehmet’i tutukluyor. Şu anda Mehmet Edirne’de cezaevinde. Herhalde Çorlu’da, Çorlu’da cezaevinde Mehmet Pehlivan. Tutuklama gerekçesine de kaçma şüphesi diyor. Ayağı ile çağırılınca ayağı ile gelen, bankonun başında, savcıyı kapısında bekleyen adama kaçma şüphesi diyor. Bu bir dursun. Bir başka avukat var. Bunu biz tespit ediyoruz. Bu avukat tutuklulara gidip, ‘Savcı ile anlaştım, böyle ifade verirsen çıkacaksın.’ Kişi kabul etmeyince evine gidiyor. Oğlu ile konuşuyor, ailesiyle konuşuyor, ‘Babanıza söyleyin böyle ifade versin’ diyor. Yine bir başka avukat da aynı şeyleri yapıp ayrıca para istiyor. Biz bu avukatları deşifre ediyoruz. Bu avukatlar hakkında iki ayrı kişi şikâyette bulunuyor. Somut ‘Şu saatte geldi, benim önüme koydu, bunu imzalarsan ve şu kadar para verirsen çık dedi.’ Öbür avukat için de biz bunu deşifre ediyoruz. Avukat telefonunu kapatıyor. Bir başka arabaya biniyor. Yunan adasına kaçmak üzereyken yakalanıyor. Antalya’da. Bu avukatları getiriyorlar, bu avukatlardan Antalya’da kaçmak üzere olana tutuklama vermiyor, ev hapsi veriyor. Diyor ki ‘Suçun üst sınırı tutuklama yasağındadır.’ Bu suçun üst sınırı 7,5 yıl. Avukat işlerse 7,5 yıl. Bankoda bekleyip bekleyip tutukladıklarının üst sınırı 4 yıl. Bunda tutuklama yasağı varsa, bunda niye yok. İkili hukuk değil mi? Devam ediyorum. Bu avukatı Mücahit Birinci’yi gidip de 2 milyon dolar para talep ettiğini kişinin şikâyet ettiği Mücahit Birinci’yi sorgulayacak ya Adalet Bakanlığına yazı yazıyor. Diyor ki ‘Bu kişi avukat olduğu için ben bunu doğrudan sorgulayamam, izniniz var mı?’ Zaman kazandıracak ona AK Parti MKYK üyesi. Kardeşim burada bekleyen de Mehmet Pehlivan da avukat, bunun için sormuyorsun. Avukat AK Parti MKYK üyesi olunca, avukat AK Partili olunca soruyorsun. Bu ikili hukuk değil mi? Buna başka hukuk, buna başka hukuk değil mi?”
“ADALET BAKANI OLMUŞ BİR GUGUK KUŞU”
“Ya da benzer onlarca durumda, hep birine başka, birine başka uygulanmış. Tutuklama tedbirinde öyle, işte hasta olduğu için salınmasına öyle, birçok noktada böyle. Bunların tamamını soruyoruz ve diyoruz ki ‘Yedi soru, bu durumu bize açıklar mısın?’ Adalet Bakanı dün ondan öyle söyledim, günde iki kez çıkıp “Türkiye hukuk devletidir. Türkiye hukuk devletidir.” Adalet Bakanı olmuş bir guguk kuşu. Guguk kuşu var ya çıkar saat başı söyler. Bu da guguk kuşu. Çıkıyor dışarı, ‘Türkiye hukuk devletidir’ diyor, içeriye giriyor. Biz senden inisiyatif almanı bekliyoruz. ‘Soruşturmalarda hile var. Soruşturmalarda haksızlık var. Soruşturmalarda ikili hukuk sistemi var’ diyoruz. Ama Adalet Bakanı maalesef sistemin işleyişinde kendisine Adalet Bakanlığı rolü verilmiş, adaletin katliamına susan ve sessiz duran bir pozisyonda duruyor.”
“SANDIĞI KOLAY KOLAY GETİRECEK OLSALAR BU KADAR HUKUKSUZLUĞA YELTENMEZLER”
(Seçim sandığını ufukta görüyor musunuz?) “Şöyle sandığı kolay kolay getireceklerini görmüyoruz. Çünkü bu sandığı kolay kolay getirecek olsalar bu kadar hukuksuzluğa, haksızlığa yeltenmezler. Ben dün Zeytinburnu’nda mitingteydim, dün gece yarısı geldik, sabah erken saatlerde buradayız. Bu 4-9 Eylül haftasını konunun tüm taraflarıyla Türkiye’nin kurtuluş reçetesini ortaya çıkarmak için çalışacağız. Bu sırada tabii aslında biz 81 ilde, 973 ilçede bu kürsüleri fiilen kürsü olmasa da kurduk. Dedik ki arkadaşlarımıza, ‘İlinizde, ilçenizde balıkçılık yapılıyorsa balıkçıların sorunlarını, tarım yapılıyor, kiraz varsa kiraz üreticisinin sorunlarını, pamuk varsa, pamuk üreticisinin sorunlarını, bir işyeri var, sendikalaşma, örgütlenme sorunları varsa, onların sorunları yerinde konuşun, rapor edin getirin’ dedik. Ayrıca başkent ölçeğinde sendikalar, meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri, bunların tamamıyla, demokratik kitle örgütleriyle iletişim halinde olduk, bunların hepsi toplandı. Ama halen daha eleğimize takılmayan sorunlar olabilir ya da vatandaşın birebir gelip anlatmak istediği, haberdar etmek istediği derdi olabilir. Onun için de bir serbest kürsü, onun bir kaydı ve bunun üzerinden de bir çalışma yapacağız. Şimdi sandık kaçınılmaz şundan dolayı. Bir kere siyaset meşruiyet işidir. Meşruiyetin tanımı var. Adil bir sandıkla geleceksin. Yani yapılan seçimler özgür ve eşit olacak. İkincisi, hukuka uygun yöneteceksin. Şimdi sandığın adil olduğu konusunda zaten çok şüphe var. Bu ta mühürsüz oyların, referandumun mühürsüz oylar tartışmasından başlayıp gelen, son seçimlerde bile örneğin silahlı kuvvetlerin değerli mensuplarını ömürleri boyunca hiç gitmedikleri ilçelere götürdüler, oy kullandırttılar. Ömürleri boyunca onlara hizmet etmeyecek bir belediye başkanını seçmek üzere, o seçimin sonucuna etki ettiler. Böyle işlere kalkıştılar. Daha seçimle ilgili detaylar bir sürü söylenebilir ama şunu unutmamak lazım. Seçimden beri kendileri hizmet etmedikleri gibi hizmet edene, geçmişte AK Parti’den, MHP’den kalan birikmiş, faizlenmiş SGK vergi borçlarının tahsilinden tutun da üzerimizdeki yargı tacizine kadar çok yolla bize de hizmet ettirmemeye çalışıyorlar. Ama millet çalışanla çalışmayanı, iyi niyetliyle kötü niyetliyi birbirinden ayırıyor. Getirdiği noktada milletin AK Parti tarihinde ilk kez kurulduğundan beri yüzde 30’un altına düştü. Yüzde 28,4’lük bir oran kaydedildi AK Parti’nin oranında. Biz de diyoruz ki, '28,5’tan 29 almış birisi sınıfı geçemez. Bu ülkenin sizin yarattığınız önemli sorunları var.'”
“İSTİHDAM ODAKLI KALKINMAYI MESELENİN BAŞINA KOYUYORUZ”
“Enflasyon çarşıda yüzde 75 – 80. TÜİK’te yüzde 33. AK Parti’nin hayali yüzde 15. O yüzde 15’e göre zam veriyorum vatandaşa. Yüzde 15 zam alıyorsun, yüzde 80 zam görüyorsun. Böyle bir durum. Türkiye, Zimbabwe’den sonra faizlerin en yüksek ikinci ülke. Bakın küçük yaşımızdan beri, bildiğimiz nedir? ‘Türkiye, dünyada kendi kendine gıdada yetebilen yedi ülkeden biri’ denildi. Bu rakamlar değişir 10 olur, beşe düşer. Ama bugün Türkiye, kendine yeten bir ülke değil. Türkiye, yurtdışından löp et ithal eden, yurtdışından süt tozu ithal eden… Yasak olduğu için ‘buzağı maması’ adı altında, o şekilde süt tozu ithal ediyor. Saman ithal eden, yurt dışından neyin hasatı geliyorsa onun Türkiye’ye giriş vergisinin sıfırlanıp Türkiye’deki üreticinin fiyatının düşürüldüğü, dışarıdan ucuz mal getirerek üreticiye hak ettiği paranın verilmediği bir ülke. Türkiye gıda enflasyonda dünya ortalamasının dört katında. Normalde dünya gıda enflasyonunun, Türkiye’nin dört katı olmasını beklersiniz. Biz menşei ülkeyiz, burada üretiliyor. Buğday burada üretiliyor, fındık burada üretiliyor, ayçiçek yağı burada üretiliyor, zeytinyağı da üretiliyor. Burada ucuz olması gerektiği halde dünyada bizden dörtte bir fiyatına. (Mitingler, erken seçim çağrısı, delegeler ve partiyle kenetlenme… Dalga dalga ülkeye bu enerjinin yayılması mı isteğiniz?) Tam olarak onu istiyoruz. Çünkü bugün Türkiye’de iki tane siyaset yarışıyor: Biri umudu örgütleyenlerle, diğeri korkuyu örgütleyenler. Umudu örgütleyen tarafta biz varız. Bizim ortaya koyduğumuz umut nedir? 27 Avrupa Birliği ülkesinde 13 milyon işsiz var, Türkiye’de 13,5 milyon işsiz var tek başına. Yine seçim gecesi buradan söylemiştim. ‘Her dört gençten üçünün gözü yurt dışında iken gençler bir seçim daha beklemeye karar verdiler’ demiştim. Biz gençlerin Türkiye’de hayal kurmasını, Türkiye’de umut etmesini örgütlemeye çalışıyoruz. Bizim en temel, bu 4 - 9 Eylül haftasının en temel çıktılarından bir tanesi; istihdam odaklı kalkınma projeleri. Yani herkesin gerçek anlamda istediği okulu okuyup, istediği mesleği tercih edip, o meslekte mutlu olabileceği yarınlar. Tabii bugünkü enkazdan kolay değil. O kadar çok işsizin olduğu bir yerde kolay değil ama mümkün. İstihdam odaklı bir kalkınma projesini Cumhuriyet Halk Partisi meselenin başına koyuyor. Neyi örgütlüyor? Umudu örgütlüyor. Zaman zaman sizde de görüyorum, sokak röportajlarında, diğer kanallarda. İnsanlara soruyorlar. Herhalde sabahleyin sizdeydi. Pazara çıkmışlar. Soruyor, ‘Ne yapıyorsun?’ ‘Akşam 19.00’u bekleyeceğim, ucuzlayınca alacağım. Bazılarını bedavaya veriyorlar, bedava alacağım.’”
“BİR YANDAN ÖZGÜRLÜK VE ZENGİNLEŞME UMUDUNUN PUSULASI, DİĞER YANDA YASAKÇI ZİHNİYET”
“Umutla korku örgütlenmesinde rekabet şu: Er ya da geç seçim sandığı gelecek. Bakın hiç gelmedi. İşte 2,5 yıl var, iki yıl sekiz ay var. AK Parti’nin söylediği; ‘2017’nin aralık ayı’ diyorlar. İki yıl var. Değil mi? İki sene sonra tam seçim atmosferindeyiz. Ben isterim 2 Kasım’da. Yeniden Refah Partisi, nisanda dedi, karar şimdiden alırlarsa nisanda olur. Ama sanki bunların arasında gelecek sene sonuna doğru bir seçim olacak. Ama hiç olmazsa iki sene sonra olacak, değil mi? Orada pusulalar da şu yarışacak: Bir tarafta emeklinin maaşı, kendi geldiğinde 1,5 asgari ücret olan AK Parti var. Şu anda asgari ücret, 22 bin TL, Emekli maaşı 16 bin TL. Biz diyoruz ki ‘Asgari ücret 30 bin TL olmalı. Emekli maaşı da asgari ücrete denk olmalı.’ Pusula geldiğinde bir tarafta asgari ücrete eşit emekli maaşı olma umudu, bir tarafta geldiğinde 1,5 asgari ücret olan emekli maaşını asgari ücretin yüzde 60’ına indirmiş olan AK Parti’nin ortaya koyduğu. Emekli bir asgari ücret üzerinde emekli maaşına oy verecek. Asgari ücretli bugün için bizim 30 bin 200 TL diye söylediğimiz asgari ücret umudunu oy verecek. Gençler istihdam umuduna oy verecek. Yasaksız Türkiye, vizesiz Avrupa umuduna oy verecekler. Cumhuriyet Halk Partisi, şimdiden birlikte üye olduğu 78 ülkenin her üç ayda bir yaptığı toplantılarındaki karar metninde var. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini destekliyoruz. Altında Avrupa Birliği üyesi ülkeler, o ülkelerdeki iktidar - muhalefet partileri, bizim kardeş partilerimiz var. Cumhuriyet Halk Partisi gelirse, iddia ile söylüyorum. 2 – 2,5 yıl içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi önündeki bütün ev ödevlerini yapıp ki bunların hepsi hem demokratikleşmeye, hem şeffaflaşmaya, iyi yönetime, insana değer vermeye, tüketici haklarına yönelik, kazaların önlenmesine yönelik düzenlemeleridir Avrupa Birliği’nin ve hukuka yönelik düzenlemelerini yapıp 2 – 2,5 yıl içinde Avrupa Birliği’nin tam üyesi olmak için devasa bir adım açık. Bu adım atılırken Türkiye bir anda demokratikleşen, Avrupa Birliği üyesi olacak. Düşünsenize Türkiye’de bir şirket hissesi alacaksınız, bu şirket çok yakın zamanda Avrupa Birliği üyesi haline gelecek. Türkiye’ye oluk oluk sıcak para, yabancı yatırımcı, dışarıya kaçmış yerli yatırımcının paraları, Türkiye’de saklanan ya da başka yerlerde likidite tutulan paraların yatırıma döndüğü görülecek. Türkiye’de bir anda dünyanın gözünün odağında olan, yatırımların cenneti olmuş ve gerçek anlamda gelecek 100 yılı karşılayan hem yeşil sürdürülebilir bir kalkınma hedefini tutturmak için gayret gösteren kadroların ortaya koyduğu böyle harıl harıl çalışan, üreten, her gün demokratikleşen, her gün Avrupa’ya yaklaşan bir ülke olacak. Vize kapılarında bekleyip de… Türkiye’nin en büyük utancı; elimizdeki pasaportun dünyanın bütün ülkeleri için vize kuyruğunda beklemesi, ikide bir de reddedilmesidir. O pasaportun bütün Avrupa’da bir kez doğrudan geçtiği, bütün dünyada itibarlı olduğu, Avrupa’nın vizesiz olduğu, Türkiye’nin yasaksız olduğu bir ülke umuduna oy verecek gençler. Öbür tarafta Cumhur İttifakı ne diyor? ‘Bana oy verirsen konseri yasaklarım. Bana oy verirsen festivali yasaklarım. Bana oy verirsen belin gözüken bir kısa tişört giydiysen seni muayene ettirmem.’ Ne diyor cuma hutbesinde, Cumhur İttifakı’nın Diyanet İşleri Başkanı’nın yolladığı hutbede? ‘Kadınlar erkekler kadar mirastan pay almamalı. Erkeğin payı iki hisse, kadının payı bir hisse. Kadına erkekle eşit miras verirsen kul hakkına girersin ve erkek kardeşinin hakkını yersin’ diyor. Ne diyor? ‘Tatil bölgelerine gidince istediğiniz gibi giyinemezsiniz’ diyor. Bir tarafta zenginleşme, kalkınma, özgürlük umudunun pusulası. Bir tarafta AK Parti’nin yasakçı zihniyetinin pusulası. Bu referandumdan kaçıyorlar.”
04.09.2025
04.09.2025
03.09.2025
03.09.2025