18.12.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI ÖNCESİ YAPTIĞI AÇIKLAMA

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI ÖNCESİ YAPTIĞI AÇIKLAMA (18 ARALIK 2018)
https://youtu.be/0yPfrkiDy7Y


Parti Meclisimizin saygıdeğer üyeleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sabahleyin Hak-İş’teydik, güzel bir kahvaltı ve güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Hem Türkiye’nin sorunlarını, işçilerin sorunlarını, asgari ücreti, taşeron işçileri, daha doğrusu bizim gündeme getirdiğimiz ve toplumun gündemine getirdiğimiz pek çok konuyu Sayın Başkan ve arkadaşlarıyla da görüştük.
Sayın Başkan basın toplantısı sırasında ekonomik kriz deyimini de kullandı. Gerçekten de artık ekonomik kriz toplumun her kesimi tarafından bir anlamda yaşanıyor ve kabul ediliyor. Bu şunu da gösteriyor, aslında Türkiye tarihinin en zor dönemlerinden birisini yaşıyor. Dün açıklandı, gazetelerde haber olarak da yer aldı, 330 bin işçi daha işsiz kaldı. Milyonlarca işçimiz işsiz, gençlerimiz işsiz, taşeron işçilik hala bitmedi, hala yüzbinlerce taşeron işçisi kamuda çalışıyor.
Dolayısıyla bütün bunların üzerine gelen bir ekonomik kriz var. Gerçekten de samimi söylüyorum, mutfaklarda yangın var ve insanlar geçinemiyorlar ve insanlar ciddi bir ekonomik yükün altında ve bunu hissediyorlar, iliklerine kadar hissediyorlar. Sorunu çözmesi gerekenler bütün bu sorunların karşısında duyarsızlıklarını koruyorlar. Onlar başka işlerle uğraşıyorlar, mutfakta ne oluyor haberleri bile yok. Hatırlarsanız, 100 günlük program açıklamışlardı. Maddelerden birisi, “Devlette nasıl tasarruf yapacağız, bunu araştıracağız” diye. Söylemiştim, devlette nasıl tasarruf yapılacağını öğrenmek istiyorsanız bir ev hanımını davet edin, size bütün ayrıntıları gösterir. Yani bunun için komisyon kurmaya mı başladınız siz? Bürokraside bir kural vardı,r eğer bir işin olmasını istemezseniz komisyon kurarsınız. O komisyon o işi uyutmaya yarar. “Devlette tasarruf komisyon kurduk nasıl yapacağız” diye. Saraydan başla kardeşim, tasarrufsa başlarsın, balık baştan kokar, israf orada, haram orada, yolsuzluk orada, her şey orada. Tasarruf yap, meseleyi bitir o zaman gayet basit.
Değerli arkadaşlarım, işsizlik temel bir sorun olarak toplumun gündeminde. Hep söylüyorum, işsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. Öyle bir noktaya geldik ki, işsizler meclisin duvarlarında kendisini yakıyorlar. Geliyorlar duvarın dibine kendisini yakıyor. İşsiz çıkıyor meclisin çatısına “Kendimi atacağım” diyor. Düşünün, rahmetli Ecevit Başbakanken Başbakanlığın önünde bir yazar kasa atıldı, kıyamet koptu. Bir yazar kasa, burada bir insan var, insan kendisini yakıyor. İnsan meclisin çatısının üstüne çıkıp “Ben kendimi aşağı atacağım” diyor. İşsiz bu adam ve bu adamın sorumlulukları var, ailesine karşı, çocuklarına karşı sorumlulukları var ve bu sorumlulukları yerine getiremiyor bu insanlar. Bu kadar acı bir olay ve bu acı olayları besleyen başka acılar da var. Herkes borç batağında. Kredi kartlarına takla attırarak hayatlarını sürdürmeye çalışıyor yüzbinlerce, milyonlarca kişi. Baktığınız zaman esnaf borç batağında, çiftçi borç batağında, sanayici borç batağında. Sadece onlar mı? Hayır. Devletin kendisi de borç batağında. Gerçekten de samimi olarak ifade ediyorum, Türkiye ekonomik bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiş, Londra’daki bir avuç tefeciye teslim edilmiş bir ekonomi var. Kararlar oradan alınıyor, gereği de Türkiye’de yapılıyor. Değerli arkadaşlarım, nasıl bir süreci yaşadığımızı biraz sonra bir iki örnekle size aktarmaya çalışacağım.
Sorun ne? Sorun şu, 16 yıldır bir ülkeyi yöneteceksiniz ve 16 yılın sonunda Türkiye’nin ekonomisini tefecilere teslim edeceksiniz. Vatandaş borç içinde, devlet borç içinde. Ben merak ediyorum, gerçekten merak ediyorum, bunlar halkın yüzüne nasıl bakıyorlar, vatandaşın yüzüne nasıl bakıyorlar, vatandaşa ne söylüyorlar? Ve vatandaşımızın da oturup sorgulaması lazım, “16 yıldır seni sırtımda taşıdım” demesi lazım. 16 yılda ne istediysen verdik. Sen bana sadece sefalet verdin ve borç verdin. Vatandaşın da bunu sorgulaması lazım.
Değerli arkadaşlarım, şimdi parlamentoda bütçe görüşmeleri var. Dünyanın bütün ülkelerinde bütçe görüşmeleri olduğu zaman, toplumsal kesimler bize ne verecek diye bütçeye dikkat kesilirler. İşçiler bekler, memurlar bekler, sanayici bekler, çiftçisi bekler, herkes bir beklenti içine girer, “Bütçe görüşmeleri sonuçlanacak, bütçe yasası kabul edilecek ve ben de payımı alacağım oradan” der. Çünkü 81 milyon insan vergi ödüyor, yeni doğan dahil. 81 milyon vergi ödüyorsa, vergilerin karşılığı bu toplanan paralar toplumda nasıl bölüşülecek, “Ben de oradan payımı alacak mıyım?” diye düşünüyor vatandaş. Ama bakın bu bütçeyle ilgili toplumda büyük bir beklenti yok. Tam bir hayal kırıklığı ve bir suskunluk egemen, niçin? Çünkü vatandaşta artık biliyor ki, bu bütçe gelirlerinin önemli bir kısmı tefecilere gidecek, yani faizcilere gidecek. Rakam vereyim size, bir avuç insana 2018 bütçesinde ödenen faiz 71 milyar lira, eski parayla 71 katrilyon lira faize para ödendi. Bu devletin ödediği. 2019 bütçesinde ödenen ise, bir önceki yıla 71 milyardı 117 milyar liraya çıktı. Hani bunlar faize karşıydı, hani bunlar faizi istemiyorlardı, hani faiz haramdı? Milletin harcadığı her kuruştan aldığın vergiyi götürüp tefecilere ödüyorsun bütçe aracılığıyla. O nedenle defalarca, “Bu bütçeye evet oyunu kullanmak harama ve günaha ortak olmaktır” dedim. Bu kadar faizi niye veriyorsunuz, hangi gerekçeyle veriyorsunuz bu faizi? Devleti kötü yönettiniz, Türkiye’nin ekonomisini götürüp tefecilere teslim ettiniz. Yapan kim? Öyle ya bu bütçe kime yarıyor ve yapan kim? Bütçe rantiyecilere yarıyor, tefecilere yarıyor, saraya yarıyor, sarayın beslemelerine yarıyor. Bunlarda hiçbir sorun yok, hepsinin keyfi yerinde, bir elleri yağda, bir elleri balda. Böyle götürüyorlar zaten. Sanıyorlar ki, Türkiye’de her ev böyle. Sanıyorlar ki, Türkiye’de her evde huzur var. Sanıyorlar ki, Türkiye’de her evde zengin sofralar var. Sanıyorlar ki, her evde çocuk sabah okula güler yüzle gidiyor. Sanıyorlar ki, her baba çocuğuna harçlık veriyor. Yok böyle bir Türkiye. Böyle bir Türkiye’yi bitirdiler zaten.
Değerli arkadaşlarım bakın, bir dönem geldiler vatandaşa çağrılar yaptılar, “Dolarları bozdurun” dediler. Dolarları bozdurun, “Türk lirası değerdir, milli paramızı kullanalım, biz milliyetçiyiz” dediler ve bir muhalefet partisi de bunlara destek verdi, her türlü desteği verdi. Yani bir anlamda sarayın bekçiliği rolünü üstlendi, “Ben destekleyeceğim” dedi.
Bakın, dövizle tahvil ihraç ettiler. Hani Türk lirası çok değerliydi, hani Türk lirası bizim milli paramızdı? Niçin kendi vatandaşına döviz endeksli tahvil çıkarıyorsun? Bunların yüzünden, benim vatandaşım benim parama güvenmiyor algısı toplumun belleğine yerleşmiş vaziyette.
Değerli arkadaşlarım, bir şey daha var. Daha acı olanı ise şu, yabancılar için döviz endeksli tahvil çıkarıyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için tahvil çıkarıyorsunuz, o da döviz endeksli ama yabancılara verdiğiniz faiz daha yüksek, vatandaşlarımıza verdiğiniz faiz daha düşük. Garabete bakın. Diyorum ya, bunlar tefecilere çalışıyor. Örnek vereyim, 17 Ekim 2018 yabancılara tahvil çıkarıyorlar, avro üzerinden faiz yüzde 5.25, dolar üzerinden faiz yüzde 7,5. Geçiyorum, 21 Aralık Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için dolar endeksli ve avro endeksli yine tahvil çıkarıyorlar, avro yabancılara faiz oranı yüzde 5.25, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yüzde 2,5. Yabancılar için dolar yüzde 7,5, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için yüzde 4. Bu ne demektir? 81 milyon yurtdışındaki bir avuç rantiyeye çalışıyor demektir. Bunu Parti Meclisimizin saygıdeğer üyelerinin gittikleri her yerde, kahvede, caddede, lokantada, ev ziyaretlerinde anlatması lazım. Bunlar kendi vatandaşlarına çalışmıyorlar. Bunu yapan bir siyasal iktidar, kendi vatandaşına açıkça ihanet ediyor. Yabancıya vereceksin, kendi vatandaşına vermeyeceksin. Kendi paranın yani Türk lirasının değerini bir anlamda bütün dünyaya diyeceksin ki, benim paramın değeri yoktur. Ben kendi ülkemde vatandaşıma borçlanmayı dolar ve avro olursa ancak yapabiliyorum. “Kimse benim Türk lirama güvenmiyor” mesajını veriyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu sorunları kim dile getiriyor? Şöyle bir bakın ve hafızamızı yoklayalım. Bütün bu sorunları dile getiren, açık yüreklilikle dile getiren parti biziz. Hiç kimse bu konuda aksini düşünemez. Parlamentoda da, parlamento dışında da, sivil toplum örgütlerinde de, sendikalarda da, yaptığımız bütün ziyaretlerde Türkiye’nin en güncel sorunlarını samimi, içten ve bilgiye dayalı olarak aktarıyoruz. Herkes artık şu gerçeği bilmelidir, evet ülkenin sorunları var ama asla umutsuz değiliz, sorunları çok iyi biliyoruz ama sorunların nasıl çözüleceğini de biliyoruz. Eğer biz Türkiye’yi krizden çıkarmak için 13 maddeyi çıkıp kamuoyuyla paylaşıyorsak ve bugüne kadar iktidar kanadından olsun veya başka kanatlardan olsun bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Beyler siz 13 madde açıkladınız ama bakın şu 12. madde yanlış, 11. madde yanlış, 1. madde yanlış veya şurası eksiktir”diyemedi. Demek ki sorunu baştan doğru tanımlarsanız, teşhisi doğru koyarsanız çözümüne de ulaşmış olursunuz.
Değerli arkadaşlarım, biz sadece toplumsal sorunları dile getirmiyoruz, her grubun kendi sorunlarını da dile getiriyoruz. Asgari ücret, bütçe görüşmelerinde açıkladık, asgari ücret net Cumhuriyet Halk Partili belediyelerde 1 Ocak 2019’dan itibaren net 2 bin 200 lira olacak, herkes alacak bu parayı. Başka partilerden belediyeyi aldığımız zaman, diyelim ki AK Partiden, diyelim ki MHP’den de belediye kazandık, kazanacağız zaten. Kazandık diyelim, 1 Ocak’la Mart arasındaki 2 bin 200 lira ve asgari ücret arasındaki farkı işçilere ödeyeceğiz. Yani onlarda bizim vatandaşımız. Onlar artık bizim belediyelerimizin çalışanları olacak, onlara 2 bin 200 lira farkı ödeyeceğiz ve 2 bin 200 lira sürdüreceğiz. Sadece o mu? Hayır. Hiçbir işçinin işine son vermeyeceğiz. Ben bütün işçilere namus sözü veriyorum ve garanti veriyorum, eğer kazandığımız bir belediyede Belediye Başkanı haksız yere bir işçinin işine son verirse gelecek beni bulacak. Ben onun önüne düşeceğim ve onun işini tekrar eski konumuna getireceğim ve eski işinde çalışma ortamını ona yaratacağım değerli arkadaşlarım.
Tabi biz asgari ücret diyoruz ama 1 milyon 800 bin kişi asgari ücretin altında çalışıyor. Bunlar aslında toplumun unutulan kesimleri. Bunları bizim dışımızda hatırlayan yok. Bunların büyük bir kısmı inşaat işçisi, mevsimlik işçiler. Bunlar yılın dört ayında bir miktar para alırlar, yılın 8 ayında borç batağındadırlar, şöyle veya böyle geçinmeye çalışırlar. Bunlarında sorunlarını mutlaka ama mutlaka hem gündeme getirmek, hem de çözmek bizim boynumuzun borcudur.
Çiftçinin de sorunları var. Değerli arkadaşlarım, 154 milyar lira çiftçilerin bu hükümetten alacağı var. Daha doğrusu AK Parti iktidarlarından alacağı var 154 milyar 850 milyon lira. Milli gelirin yüzde 1’inde ödenmesi gereken farkın 154 milyar lirası ödenmedi. Her çiftçinin alacağı var ve her çiftçinin de kendi alacağını talep etme hakkı var. Bunun da bir şekliyle altını çizelim.
Bütün bunları kim yapıyor? Dış güçler mi yapıyor? Dış güçler yapıyorlarsa bu yöneticiler dış güçlerin emrinde mi, kim yapıyor bunu? Ben size söyleyeyim, damat ve kayınpeder, bir devlette bir yönetici kendi damadını getirip de devletin hazinesini teslim eder mi? Damat, konuşurken bir bakın Allah aşkına, tam bir kibir abidesi. Herkesi böyle küçük görüyor, sırıtarak konuşuyor, sanki lütfediyor bazılarına bir şeyleri. Hayatında yoksulluk nedir, açlık nedir hayatında görmedi ve bilmedi bu kişi. Vatandaşın derdi nedir bilmedi bu kişi. Devletin hazinesini teslim ediyorsunuz, “Gel Türkiye’yi yönet” diyorsunuz. Açlık çekmemiş, yoksulluk nedir bilmiyor, işsizlik nedir bilmiyor, kahreden hayat nedir bilmiyor, çocuğa para vermemek nedir bilmiyor, harçlık vermemek nedir bilmiyor. Akşam tencere kaynamıyor, çocuklar aç bundan haberi dahi yok. Bir eli yağda, bir eli balda büyüdü.
Biliyorsunuz, bu kibir abidemiz de sarayda oturuyor. Bütün bu sorunları bu topluma yaşatan, bu iki kişi. Birisi tek adam, yanına almış damadı. Damat, kayınpeder hanedan gibi ülkeyi yönetiyorlar. Saraya gidin lale devri, gidin Ankara’nın varoşlarına ortaçağ devri. Nasıl oluyor bu? Değerli arkadaşlarım, bunu hepimizin anlatması lazım.
Bu saraydaki kibir abidesi benim parlamentoda yaptığım konuşma üzerine, “Biz çiftçiye traktör yetiştiremiyoruz” diyor.” O kadar çok talep var ki, sen hayal aleminde geziyorsun” diyor. “Ey Kılıçdaroğlu, çiftçiye traktör yetiştiremiyoruz.” Allah aşkına ben merak ediyorum, bu adam nerede yaşıyor? Birileri bunun önüne istatistikte mi koymuyor, rakamda mı koymuyor? Çiftçinin halini bunun önüne kimse koymuyor mu? Çiftçi açıklama yapıyor televizyonda, “Traktörü aldım, alıcı bulsam yarı fiyatına borç batağından kurtulmak için traktörü satacağım” diyor. Ben söylemiyorum çiftçi söylüyor.
Bakın rakam vereyim, traktör satışları bir yıl önceye göre yüzde 62 düşmüş. Yüzde 62, yüzde 10 değil, yüzde 20 değil. Traktör üretiminde de yüzde 32 düşüş var. Bu kibir abidesi çıkmış, çiftçinin gözünün içine bakarak, adeta onunla dalga geçerek, “Biz çiftçiye traktör yetiştiremiyoruz” diyor. Pes ya vallahi pes, anlamakta zorluk çekiyorum. Bunlar nasıl bir devlet yöneticisi, devleti nasıl bu kadar rahat yönetebiliyorlar? Yalan üzerine, liyakatsizlik üzerine devlet yönetilir mi? Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.
Bir anne şunu söylüyor, “Erdoğan damadını düşünüyorsa, ben de çocuklarımı düşünmek zorundayım” diyor. Bir annenin söylemidir bu; “Sen damadını düşünüyorsun ama ben de çocuklarımı düşünmek zorundayım” diyor. O çocuklar büyüyecek, okula gidecek, beslenecek o çocuklar. O çocukların geleceği var ama o çocukların geleceği heba ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, bir kibir ittifakıyla karşı karşıyayız. Bunu da her yerde kullanın, bir kibir ittifakıyla karşı karşıyayız. Karşısında ise değerli arkadaşlarım, hakkı ve ekmeği savunan bir grup var yani bizler varız, yani vatandaşlar var. Herkesin ekmeğini ve herkesin hakkını savunuyoruz biz. Öbür tarafta kibirli bir tablo var. Herkesi küçümseyen, halkı küçümseyen, baskı kuran, baskıyla onları susturmaya çalışan, hak talebinde bulunduğu zaman polisleri üzerine, biber gazlarını üzerine gönderen bir yapı var. Ama burada da hakkı, adaleti, hukuku ve ekmeği savunan bir kesim var. Biz haktan ve ekmekten yanayız, biz huzurdan yanayız, kavgadan yana değiliz. Kendi ülkemizde huzur içinde yaşamak istiyoruz. Herkesin görüşü farklı olabilir, her siyasi görüşe saygılıyız, her kimliğe saygılıyız, her yaşam tarzına saygılıyız ama huzur içinde yaşamak istiyoruz. Kavgadan medet uman bir anlayış var. Biz hakkı savunurken hangi hakları savunuyoruz? Bu da bir soru tabi. Biz hakkı savunurken vatandaşın anayasal haklarını savunuyoruz. Bakın yaşama hakkı herkesin hakkı mı? Evet. Bunu savunuyoruz. Mülkiyet hakkı herkesin hakkı mı? Evet mülkiyet hakkı bunu savunuyoruz. Ailenin ve çocukların korunması, bunu savunuyoruz. Ailede korunmalı, çocuklarda korunmalı. Başka? Eğitim ve öğrenim hakkı herkesin hakkı. Hala binlerce çocuk okula gidemiyor hala 21.yüzyıldayız. Biz bunu savunuyoruz. Kıyılardan yararlanma hakkı. Talan edilen kıyılara bakın, sadece İstanbul’da havaalanına giderken, sahilden Aksaray’dan giderken, o beton duvarlarını görüyorsunuz kıyılarla vatandaşın arasına bir set gibi, bir kale duvarı gibi yükselen binaları görüyorsunuz. Tarım, hayvancılık ve bu dallarda çalışanların korunması hakkı. Bu da bir anayasal hak, biz bunları savunuyoruz, çiftçinin hakkını savunuyoruz. 154 milyar lirasını çaldın ve çiftçiye vermedin bunu söylüyoruz biz. Herkesin çalışma hakkı. Evet herkesin çalışma hakkı var. Çalışma şartları ve dinlenme hakkı. Çalışma şartlarının insani olması lazım ve her çalışanın da dinlenme hakkı var. Bu da anayasal bir hak. Sendika kurma hakkı. Herkesin sendika kurma hakkı var. Buyurun gidin Kocaeli’ne Flormar işçileri sendikalaştıkları için kapının önüne kondu. O işçilere kim sahip çıkıyor? Biz sahip çıkıyoruz. Niçin? Anayasal hakları var. Anayasal hakları ellerinden alınıyor diye Adalet Bakanı bir şey diyor mu? Hayır. Saraydaki kibir abidesi bir şey diyor mu? Hayır. Damat bir şey diyor mu? Hayır. Onların hakkını kim savunuyor? Biz savunuyoruz. Çünkü hakkı, hukuku, adaleti ve ekmeği savunmak bizim görevimiz, biz bunu yapıyoruz. Başka? Toplu sözleşme hakkı. Evet herkes toplu sözleşme yapacak, bu da bir anayasal hak. Başka? Grev hakkı. Anlaşamıyorsan grev yapacaksın, anayasal hak. Ücrette adaletin sağlanması. Niye asgari ücret bütün belediyelerde, CHP’li belediyelerde 2 bin 200 lira net olacaktır diyoruz? Ücrette adaleti sağlamak için diyoruz. Gelir hakça bölüşülsün diyoruz. Sağlık hakkı. Herkesin sağlık hakkı olmalı, bu da bir anayasal hak. Konut hakkı. Herkesin böyle bir hakkı var. Sosyal güvenlik hakkı. Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir lütfuna değil. Lütuf ayrı, hak ayrı. Bu benim hakkımdır diyoruz. Kamu hizmetlerine girme hakkı. Buyurun bakın kamu hizmetlerine ancak yandaşlar girebiliyor diğerleri giremiyor. Orman köylüsünün korunması. Bu da bir hak, bu da bir anayasal hak. Esnaf ve sanatkarların korunması. Bu da bir anayasal hak. Dernek kurma hakkı, bu da bir hak. Bütün bunlar anayasal haklar. Bu anayasal haklara kim karşı çıkıyorsa biz de karşısındayız.
Şimdi Erdoğan kalkmış efendim sokaklara çıkarsanız şunu yaparım, sokaklara çıkarsanız bunu yaparım diye bir sürü böyle konuşmalar vs. vs. vs. Sevgili Erdoğan, ben zaten sokaklardayım, ben senin gibi değilim ki, ben vatandaştan birisiyim. Sen bir kibir abidesisin, ben sıradan vatandaşlardan birisiyim. Ben mütevazi bir evde otururum, mütevazi bir ailemiz var bizim. Ama sen sarayda oturursun, sen vatandaştan uzaksın, vatandaş nerede, sen nerede? Ben sokağa çıkarım vatandaşla tokalaşırım, otururum, kahvede otururum, kağıtta oynarım, tavlada oynarım ama sen 3 bin kişi olmadan sokağa çıkamazsın. Aramızdaki fark bu Sevgili Erdoğan, 3 bin kişi olmadan.
“Sokağa çıkarsan seni yaşatmam” diyor beyefendi. Sen kimsin de benim yaşayıp yaşamadığıma karar vereceksin, kimsin sen ya kimsin! Kibir abidesi kendini ne sanıyorsun sen? Ha çok güveniyorsan, benim adımı miting meydanlarında seslendiriyorsun gayet basit, çok basit, gelirsin bak dünya kadar televizyon kanalın var, “Ey Kılıçdaroğlu gel bakıyım ben sana ders vereceğim” de çıkar oturalım bir konuşalım bakalım. Kim vatandaştan, kim haktan, hukuktan yana, kim kibirden yana bunları oturup tartışalım.
Emin olun şöyle bir bakınca üzülüyorum, Türkiye’ye üzülüyorum, halkından kopuk, kilosu 4 bin liralık çay içen, işte o efuliler bilmem neler vardı, bunlarla beslenen bir adam kalkacak bana efendim sokağa çıkma diyecek. Ben onları içsem zaten sokağa çıkamam, çünkü millet, “Ya beyim sen 4 bin liralık çayla besleniyorsun, ben burada aç geziyorum, sen efulili, ejder meyveli bilmem nelerle besleniyorsun, sen badem unuyla, badem yağıyla besleniyorsun” der. Ben sokağa çıkamam, vatandaşın yüzüne de bakamam zaten. Ama ben, kapıcı gelir her sabah ekmeğini bırakır, ekmeğimi alırım, çoluk çocuğumuzla beraber kahvaltımızı yaparız. Normal bir aile sofrası neyse odur. Sokağa da çıkarız aynı şekilde. Ben senin yaşamını asla ve asla kabul etmem. Kendime de, halkıma da hakaret sayarım. Sarayda oturmak ne demektir yani, halktan kopmak ne demektir yani? Toplayacaksın milleti ver yansın Kılıçdaroğlu. Neymiş? Ekonomiyi millet düşünmesin diye, işsizliği millet düşünmesin diye, yoksulluğu millet düşünmesin diye, asgari ücreti millet düşünmesin diye. 1 milyon 800 bin kişi asgari ücretin altında ücret alıyor bunları millet düşünmesin diye. Dilin şişecek kardeşim, dilin şişecek sana cevap vermeyeceğim. Sen ne dersen de ben bildiğim yolda gideceğim. Haktan yana olacağım, hukuktan yana olacağım, adaletten yana olacağım, ekmekten yana olacağım. Herkesin işi, aşı olsun bundan yana olacağım. Sen milleti sömürüyorsun, 81 milyon vatandaşın ödediği vergiyi Londra’daki bir avuç tefeciye veriyorsun. Ben tefecilere karşıyım, yüksek faize karşıyım, sen tefecilerin önünde diz çöktün kardeşim. Tefecilerin önünde diz çöken adam zaten sokağa çıkamaz. Bu kadar yüksek faizleri veren adam zaten sokağa çıkamaz. 3 bin kişiyle ancak çıkabiliyor zaten. Bir koruma ordusuyla ancak çıkabiliyor zaten. Bir de koruma ordusu yetmiyor tabi tepede de helikopterler lazım olur ya yukarıdan da birisi ateş edebilir diye.
Korkunun egemen olduğu bir ruh hali, devlet yönetimine talip olamaz. Bu ruh haline sahip olan kişi devlet yönetimine talip olamaz, devleti yönetemez. Geldiğimiz nokta budur.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum.