29.08.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI ÖNCESİ YAPTIĞI KONUŞMA

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU'NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI ÖNCESİ YAPTIĞI KONUŞMA
(29 AĞUSTOS 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Parti Meclisi (PM) toplantısı açılışında yaptığı konuşma şöyle:


Parti Meclisimizin Sayın Üyeleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarımıza da Parti Meclisinden selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz.
Yarın 30 Ağustos Zafer Bayramının 96’ncı yılını kutlayacağız, onurla ve gururla kutlayacağız. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da başlattıkları kutsal yürüyüşün 30 Ağustos 1922’de zaferle taçlandırılmasıdır bu bayram. Dolayısıyla bu bayramı hepimiz önemsiyoruz. 30 Ağustos Zafer Bayramı sadece Türkiye’nin Zafer Bayramı olarak da algılanamaz, bütün mazlum ülkelerin Zafer Bayramıdır aslında bu. Egemen güçlere karşı, emperyalist güçlere karşı, Türkiye’yi bölmek ve parçalamak isteyen egemen güçlere karşı verilen bir milli mücadeledir. Bu zaferin sonucunda bağımsızlığımızı kazandık, bu zaferin sonunda özgürlüğümüzü kazandık, bu zaferin sonunda cumhuriyetimizi ilan ettik ve hakimiyeti saraydan alıp millete verdik. Ve bu büyük başarının, zaferin sonucudur ki, “egemenlik bila kaydu şart milletindir” ilkesi bu zaferin sonucunda doğmuştur ve bu zaferin sonucunda egemenlik bila kaydu şart milletindir cümlesi anayasanın birinci maddesi olarak Türkiye Cumhuriyetinin ortak kabulü olarak ortaya çıkmıştır.  
ATATÜRKÇÜLÜK İKİ TEMEL ANA ÖGEYE DAYANIR: SİYASİ BAĞIMSIZLIK, EKONOMİK BAĞIMSIZLIK
Değerli arkadaşlarım, Atatürkçülükten çok söz ederiz de kısaca bir iki cümle edeyim. Çünkü Mustafa Kemal ve arkadaşlarının zaferden sonra, cumhuriyeti kurduktan sonra neler yaptığını ve bugün nerelere geldiğimizi bir şekliyle masaya yatırmamız lazım. Atatürkçülük iki temel ana ögeye dayanır; siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık. Siyasi bağımsızlığı gayet güzel ifade etmiştir, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” nokta. Bu siyasi bağımsızlığın bütün dünyaya ifadesidir. Ama bir iktisadi bağımsızlık var. Onu da Mustafa Kemal Atatürk şöyle dillendirmiştir: “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa elde edilen zaferler sürüp gidemez.” Ekonomik bağımsızlığınızı sağlarsanız siyasal bağımsızlığınızı güvence altına alırsınız. Mustafa Kemal Atatürk bunu bildiği ve Osmanlının kendi gözlerinin önünde batışını gördüğü için ve bildiği içindir ki, asla ve asla borçlanmadı. Tam tersine Osmanlının borçlarını son kuruşuna kadar ödedi. İsrafa karşı çıktı, her kuruşun hesabını millete verdi ve bunu büyük bir gurur ve onur meselesi yaptı. Öldüğünde bütün malvarlığını millete armağan etti. Memleketi demir ağlarla ördü. O yoksul Türkiye, memleketi demir ağlarla ördü. Bir metre bile milli demiryolu yoktu. 10 yılda 15 milyon genç yarattı. Olağanüstü… Her yaştan 15 milyon genç yarattı. Millet Mekteplerini açtı, kapitülasyonları kaldırdı, Düyun-u Umumiye’yi reddetti, şeker fabrikalarını, uçak fabrikalarını, Sümerbankları, Etibankları kurdu. Hiç kimseye el ve avuç açmadı. Kimsenin önünde eğilmedi, kimseye gidip dilenmedi, yalvarmadı. “Bize ne olursunuz para verin” diye arkada kapalı kapılar ardında bir politika yürütmedi. Onuruyla ve gururuyla durdu. 30 Ağustos Zaferi bu açıdan çok önemlidir. Bu zaferi bize kazandıran Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına rahmet diliyoruz, onları şükranla anıyoruz, onlara minnet duyuyoruz.
TAM BİR BORÇ BATAĞI İÇİNDEYİZ
Gelelim 96 yıl sonrasına, yani bugüne. O onurlu ve gururlu, kimseye ödün vermeyen, kimsenin önünde eğilmeyen, ekonomik bağımsızlığını sağlayan, kimseden borç dilenmeyen, IMF’nin kapılarına gitmeyen, Londra’ya gidip acaba tefecileri ikna edebilir miyim, biraz para alabilir miyim diye bir arayışa girmeyen Mustafa Kemal’in Türkiye’sinden bugün Erdoğan’ın Türkiye’sine gelelim. Tam bir borç batağı içindeyiz. Sadece borçları ödemek için borçlanmıyoruz, aldığımız borçların faizini ödemek için de borçlanıyoruz artık, o noktaya geldik. Hepimizin bu gerçekleri çok iyi bilmesi ve halka çok iyi anlatması lazım. Hesapsız, kitapsız, basiretsiz bir yönetim Türkiye’yi teslim almış durumda. Bu sorunları biliyoruz, defalarca uyardık. Sadece ben değil, sadece CHP uyardı dersek haksızlık etmiş oluruz, bu ülkenin aydınları, bu ülkenin sivil toplum örgütleri, bu ülkenin işçileri, çiftçileri, emekçileri, üretenleri, herkes uyardı, “yanlış yoldasınız, bu yolda devam ederseniz Türkiye’yi bataklığa sürüklersiniz” dediler. Ama onların öncüsü bizdik. Her ortamda biz mücadelemizi yaptık ve her ortamda bütün yanlışları onların önüne koyduk. Ama onlar, “siz bunları bilmiyorsunuz, Türkiye’yi biz yönetiyoruz” dediler. “Gücümüzü halktan alıyoruz” dediler, “istediğimiz gibi yönetiriz” dediler ve gerçekten de halka söz verdikleri şekilde değil, diledikleri şekilde yönettiler ve Türkiye bugün ciddi bir açmazla karşı karşıya.
EKONOMİK VE SOSYAL KONSEYİ BİLİNÇLİ OLARAK TOPLAMIYORSUNUZ
Onlara şunu söyledik, dedik ki, “Türkiye ciddi bir sorunla karşı karşıya, ciddi bir ekonomik kriz var. Nereye gideceği belli değil. İlk yapacağınız iş sorunu yaşayanlarla bir araya gelin.” Yani bizim halkın deyimiyle damdan düşünlerle bir araya gelin bir bakalım yani nedir, bu sorun nedir, sorunun boyutları nedir, bu sorunu nasıl aşarız? İşçisiyle, çiftçisiyle, emeklisiyle, sanayicisiyle, esnafıyla bir araya gelin bir dinleyin bakalım bunları. Nasıl dinleyeceksiniz? Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayarak. Bu bir anayasal kurum aynı zamanda. Anayasanın 166. maddesinde yer alıyor. Niçin? Akıl akıldan üstündür. Sorunu yaşayan belki daha güzel çözüm önerileri getirecektir ve ülkeyi yönetenler de buradan bir ders çıkaracaklardır. Ya evet bakın bu sorun böyle çözülür diyebileceklerdir. Ama yapmadılar. Üç ayda bir toplanması gereken Ekonomik ve Sosyal Konsey en son 5 Şubat 2009’da toplanmış. 2009 – 2018… Üç ayda bir toplanması gerekiyor. Neye göre? Yasaya göre. Bir anayasal kurumu bilinçli olarak toplamıyorsunuz. Çünkü gerçekleri dinlemekten rahatsızsınız. Gerçekleri dinlemeye tahammül edemeyecekler.
DEVLETTE LİYAKAT BİTERSE ÇÜRÜME BAŞLAR
Değerli arkadaşlarım, biz Türkiye’nin içinde bulunduğu bu şartların tamamını dikkate alarak bir sorumluluk içinde Türkiye bu badireyi nasıl atlatır diye oturduk 13 maddelik bir açıklama yaptık. İstanbul’da 11 Ağustos’ta bir basın toplantısıyla 13 maddeyi kamuoyuyla paylaştık. İyi niyetle, Türkiye’yi sevdiğimiz için, insanımızı sevdiğimiz için, çocuklarımızı sevdiğimiz için, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili daha güçlü bir profili ortaya çıkarmak için bunları seslendirdik. Önce dedik ki madde bir olarak, “Devlette liyakat sistemini darmadağın ettiniz liyakat sistemini yeniden oluşturun.” Ne demek liyakat sistemi? Diyelim ki, dünyanın herhangi bir yerinde bir olay oldu, askeri olay, siyasi olay, ekonomik olay. Bunun Türkiye’ye yansımalarını en iyi değerlendiren devletteki liyakatli kadrolardır. Geleceklerdir, olaya bakacaklardır, değerlendireceklerdir ve siyaset kurumunun önüne çözüm önerileri götüreceklerdir. Şimdi bunu yapan kurum yok.
Değerli arkadaşlarım, devlette liyakat aynı zamanda devletin güçlü olması demektir, işi ehline vermek demektir. Eğer liyakat biterse devlette çürüme başlar. Bugün gelinen nokta da çürüyen bir devlettir. Bir hanedanlık yapısı içinde çürüyen bir devlettir.
“ÇANTACI” HAZİNE VE MALİYE BAKANINDAN SONRA EN YETKİLİ KİŞİ
Çok tipik bir örnek vereceğim. Korkudan gazetelerin bir kısmı yazamadı ama bazı gazeteler yazdılar. Hazine ve Maliye Bakanlığının internet sitesinde bir üst yönetimin isimleri tablosu yayınlandı. Bir numarada yer alan kişinin hiçbir ünvanı yok. Ama bakan yardımcısından daha üstte, müsteşardan üstte, genel müdürlerden üstte ama bu kişi “çantacı” olarak tanımlanıyor. Hanedandan birisi... Nasıl oluyor da hanedandan birisi bakan yardımcısından daha önde, müsteşarlardan daha önce, genel müdürlerden daha önce, denetim elemanlarından daha önce, neden? Yer alınca gazetelerde bu sabah baktık Hazine Maliye Bakanlığının internet sitesinden bu çıkarılmış. Ama çantacı görevini sürdürüyor. Tapelerde adı çantacıydı, para taşıyan kişiydi. Ve bu, Hazine ve Maliye Bakanlığında Hazine ve Maliye Bakanından sonra en yetkili kişi.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ YOK
Değerli arkadaşlarım, dedik ki “Bu tabloyu Türkiye’ye yaşatmak istemiyorsanız, Türkiye krizden çıkacaksa mutlaka bir demokrasi reformu yapmak zorundasınız, hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundasınız, hukuk güvenliğini sağlamak zorundasınız, insanların can ve mal güvenliğini sağlamak zorundasınız.” Bu hukukla sağlanır, hukukun üstünlüğüyle sağlanır. Ama bu yapılmadı. Yapılmamaya da devam ediliyor. Hukuk diye bir kavram Türkiye’de artık bir anlamda unutulmuş. Bir kişinin dünya görüşü, bir kişinin kararları Türkiye Cumhuriyeti devletinin hukuku olarak artık algılanıyor. Geldiğimiz nokta budur. Üstünlerin hukuku… Hukukun üstünlüğü yok. Bir kişi ne diyorsa bütün yargı ona uyuyor. Ne diyorsa yasama organı kendi kurşun askerleri aracılığıyla ona uyuyor. Vahim bir tabloyla karşı karşıyayız.
Enis Berberoğlu niye hapiste? Milletvekili dokunulmazlığı var. Eren Erdem niye hapiste? Yurtdışına kaçacakmış. Dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra defalarca gitti geldi niye kaçsın? Osman Kavala niye hapiste? Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan bunlar niye hapisteler? Bunlar, düşüncelerini beğeniriz veya beğenmeyiz ama bu insanlar sadece kalemleriyle düşüncelerini ifade ettiler. Niye hapiste gazeteciler? Güçler ayrılığı yoksa o ülkede demokrasi yoktur, dikta yönetimi vardır. Dünyanın bildiği ve dünyanın üzerinde ortak düşünce oluşturduğu kavram budur. Güçler ayrılığı varsa demokrasi vardır, yoksa orada dikta yönetimi vardır. Bir kişi her şeye egemendir.
CUMARTESİ ANNELERİNE YAPILANA BAKIN!
Değerli arkadaşlarım, eğer devleti demokratikleştirmezseniz organize suç örgütü haline süratle dönüşebilir o devlet. Cumartesi Annelerine yapılana bakın! 700. kez toplanacaklar, orantısız güç kullanıyorsunuz, yerlerde süründürüyorsunuz o yaşlı kadınları, anneleri. Ben orantısız güç kullanan polislere bir şey demiyorum, ona o talimatları verenlere söylüyorum. Hangi gerekçeyle bir anneyi yerlerde sürüklersiniz ve bu annenin suçu ne? Bir suçu var, “oğlumun mezarı nerede” sorusunu sormak. Örgütlü suç eğer oluşabilirse devlette işte böyle oluşur. Siz devletin gücünü orantısız masum insanlarda kullanıyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti tarihine baktığımızda hep darbeler sonrası devlet organize suç örgütü niteliğine kavuşmuştur. Bütün faili meçhuller o dönemlerde olmuştur ve Türkiye’nin bundan kurtulması lazım.
DÜNYA FİNANS ÇEVRESİ MERKEZ BANKASININ BAĞIMSIZ OLDUĞUNA İNANMIYOR
Üçüncü madde olarak dedik ki, “Merkez Bankasının bağımsız olması lazım.” Bugün dünyada hiçbir finans çevresi Türkiye’de Merkez Bankasının bağımsız olduğuna inanmıyor. Haklı mı? Haklı. Niçin? Yargıya talimat verip karar aldıran, yasama organına talimat verip karar aldıran bir kişi Merkez Bankasına mı talimat verip karar aldırmayacak? Dolayısıyla Merkez Bankasının saygınlığı da, itibarı da dünyada yoktur, bunun kazandırılması lazım.
SICAK PARA VURGUN YAPMAK ÜZERE GELİYOR
“Akılcı bir sıcak para politikası izleyin” dedik dördüncü maddeyle. Sıcak para niye geliyor Türkiye’ye? Vurgun yapmak üzere, spekülatif amaçlı. Yatırım yapsa, istihdam yaratsa, yeni teknoloji getirse başımızın üstüne. Geliyor faizi bir yükseltiyor, borsayı bir yükseltiyor, bir düşürüyor vurgunu vurup parayı dışarıya götürüyor. Kimin parasını? Fakir fukaranın parasını. Akılcı bir politikayla bu işi yeniden ele alın dedik yanlış mı söyledik? Hayır. Ama “hayır biz bildiğimizi okuruz” diyorlar.
AVM’LERİ BIRAK, YANDAŞLARA VERDİĞİN MİLYAR DOLARLIK İHALELERİ TÜRK LİRASINA ÇEVİR
Beşinci maddeyle dedik ki, “Doları esas alarak yaptığınız bütün ihaleleri süratle Türk lirasına çevirin.” Müteahhit Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, ihaleyi veren Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu işi yapan o dönem Türkiye Cumhuriyeti hükümeti. Sizin dolarla ne işiniz var? Niye dolarla yaptınız, niçin bunları Türk lirasına çevirmiyorsunuz? Sadece o değil köprü geçişi, tüp geçişi, otoyol geçişi bunlar da dolarla, bunlar da dövize endeksli. Sanki ülkede Türk lirası kullanılmıyor, Türk lirası kullanmak yasak. Başka? Bunlara verilen hazine garantileri var. Onlar da dolarla, onlar da dövizle. Şimdi karar almışlar AVM’lerde efendim dolarla kiralama yapılmayacakmış da Türk lirası olacakmış. Günaydın beyler, günaydın! AVM’de kira dolarlaymış, Türk lirasıymış sen onu bırak kardeşim, şu yandaşlara verdiğin milyar dolarlık ihaleleri Türk lirasına çevirsene. Onu yapmaya gücün yetiyor mu? Gücün yetmiyorsa sen bu ülkeyi yönetemezsin. Para babalarına teslim olmuşsun sen demektir.

YANDAŞA GÖRE İHALE, YANDAŞA GÖRE MEVZUAT
Altıncı madde olarak dedik ki, “Kamu İhale Yasasını değiştirin” kardeşim. İsrafın kaynağıdır, yolsuzluğun kaynağıdır bugün yürürlükte olan Kamu İhale Yasası. 16 yılda tam 186 kez Kamu İhale Yasasını değiştirdiler, mevzuatını değiştirdiler. 16 yılda 186 kez. Niçin? Ali geliyor ihale verecekler, bakıyor uymuyor hemen değiştiriyorlar. Veli geldi, o başka bir ihale uymuyor, hemen onu da değiştirdiler 186 kez. Adama göre ihale, yandaşa göre ihale, yandaşa göre mevzuat. Oysa yasaların 80 milyonu ilgilendirmesi lazım. Adamına göre yasa, adamına göre karar, adamına göre ihale. Geldiğimiz nokta budur.
SAYIŞTAY DENETİM YAPAMIYOR
Yedinci madde olarak dedik ki, vergi topluyor, “81 milyon vergi ödüyor. Bu vergilerin nerelere harcandığının hesabının verilmesi lazım.” Kim denetleyecek bunu? TBMM adına Sayıştay dediğimiz kurum denetleyecek. Büyük bir binası var. Sayıştay’ın elini bağlamışlar, kolunu bağlamışlar Sayıştay denetim yapamıyor ve bu ülkede tüyü bitmemiş vatandaşın ödediği vergilerin hesabı sorulamıyor.
Sekizinci madde olarak dedik ki, “Bütçe disiplin sağlayın, bütün gelirler bütçede toplansın. Bu fon uygulamalarından vazgeçin.” Geçmişte fon uygulamaları oldu ve Türkiye’nin başına büyük belalar açtı ve vazgeçtiler fon uygulamalarından. Geldiler tarihten ders almamış gibi yeni fonlar kurdular denetimsiz.
DIŞ POLİTİKADA DÜŞMANLIK OLMAZ, KİN OLMAZ
Değerli arkadaşlarım, dokuzuncu madde olarak dedik ki “Bu dış politikayla Türkiye’yi siz huzura çıkaramazsınız. 180 derece değişmesi lazım.” Bakın Suriye’de sıkışacağız. Suriye’nin birliğini ve bütünlüğünü istiyorsanız Esad’la ilişkiye geçmek zorundasınız belli ilkeler çerçevesinde. Dış politikada düşmanlık olmaz, kin olmaz. Ulusal Kurtuluş Savaşını verdiğimiz devletlerle biz ömür boyu düşmanlık mı kurduk? Hatta mücadele ettiğimiz, denize döktüğümüz bir ülkenin lideri Mustafa Kemal Atatürk’e Nobel ödülü verilmesini önerdi. Dış politika farklı bir alandır. Ülkelerin çıkarları üzerine inşa edilir. Biz hatta son seçimlerde “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatını kurun” dedik. “Türkiye, İran, Irak ve Suriye bir araya gelin o egemen güçlerin dışında bu 4 ülke kendi sorunlarını çözemez mi, bu 4 ülkenin yöneticileri kendi sorunlarını çözemezler mi? Bir adım atın ve bunu kurun” dedik.
EKONOMİYİ YÖNETEN YANDAŞ MÜTEAHHİTLER VE TEFECİLER
Onuncu madde olarak “Geleceğimizi, çocuklarımızın geleceğini, torunlarımızın geleceğini ipotek altına alan kontrolsüz borçlanmalardan vazgeçin” dedik. Borçlanıyorsun niçin? Yatırım yapacaksan eyvallah, üretim yapacaksan eyvallah. Peki kardeşim faiz ödemek için borçlanılır mı? 16 yılda Türkiye’yi tefecilere teslim ettiler. Ekonomiyi bunlar yönettiklerini sanıyorlar. Ekonomiyi yöneten yandaş müteahhitler ve tefeciler. Bu gerçeği herkesin bilmesini isterim. Efendim borç alan emir alırmış, günaydın beyefendi! Zaten aldığın emirleri de biz gayet iyi biliyoruz. Birazdan soracağım, kimden emir aldın onları bir açıkla diye birazdan soracağım. Bir Düyun-u Umumiye dönemine doğru süratle Türkiye gidiyor.
AZ KAZANANDAN ÇOK VERGİ, ÇOK KAZANDAN AZ VERGİ ALIYORUZ
On birinci madde olarak dedik ki, “Bu adaletsiz vergi politikalarından vazgeçin.” Dünyanın bildiği bir gerçek var. Az kazanandan az vergi alacaksın, çok kazanandan çok vergi alacaksın. Dünyanın bildiği gerçek budur. Biz ne yapıyoruz? Az kazanandan çok vergi, çok kazandan az vergi alıyoruz, tam tersini yapıyoruz. Dolaylı vergiler… Asgari ücretli de bir ekmek alırken aynı vergiyi ödüyor, milyar doları olan da bir ekmek alırken aynı vergiyi ödüyor. Veya başka bir örnek, asgari ücretli çalışıp alın teri dökerken vergi ödüyor. Man Adasında milyon dolarları olan Türkiye’ye getirdiği zaman bir kuruş bile vergi ödemiyor. Bu adalet mi? Vergiyi kimden alacaksın? Bir tık daha ileri gittiler şimdi. Efendim isterseniz uyuşturucu ticareti yapın, isterseniz organ ticareti yapın, isterseniz fuhuş yaptırın ve gelir elde edin, isterseniz çocuk ticareti yapın, isterseniz kaçakçılık yapın paranız varsa Türkiye’ye getirin hiç sormayacağız ve vergi de almayacağız diyorlar. Hiç sormayacağız bunu nasıl kazandın, suçlamayacağız ve 5 kuruş da vergi almayacağız, yeter ki parayı getir. Haram paradan, yasadışı paradan medet uman bir siyasal iktidar Türkiye Cumhuriyetinin çıkarlarını savunabilir mi? Bütün dünyaya bizi rezil ediyorlar, bütün dünyaya! Fuhuş ticareti mi yapıyorsun, parayı gönder Türkiye’ye aklarsın. Uyuşturucu ticareti mi yapıyorsun, parayı gönder Türkiye’ye aklanırsın. Organ ticareti mi yapıyorsun, parayı gönder Türkiye’de aklarsın. Kaçakçılık mı yapıyorsun, hiç korkma istediğin kadar yap, başka ülkelerde yakalanma parayı gönder Türkiye’ye, Türkiye’de aklanırsın. Bir de bunlar Müslüman geçiniyorlar parantez içinde söyleyeyim.
PLANLAMAYI DA KALDIRDILAR
On ikinci maddemiz dedik ki, “Tüketimi değil alın terini, yani üreteni destekleyin, üreten Türkiye olsun, üretime her türlü desteği verelim. Üretimi planlamayla ele alın” dedik. Niçin? Herkes üretecek ama kimse zarar etmeyecek, herkes kazanacak. Bunu sağlamanın yolu planlamadır. Bütün dünya böyle yapar. Bunlar planlamayı da kaldırdılar. Çiftçi ekiyor zarar ediyor niçin? Plan yok ki. Sanayici aynı şekilde ne yapacağını bilmiyor.
OSMANLININ LALE DEVRİNİ YAŞIYORUZ
On üçüncü madde dedik ki, “İsraftan vazgeçin.” İsraf ahlakın düşmanıdır. İsraf adaletin de düşmanıdır. İsraf gelir dağılımını bozar. İsraf haksızlıklara yol açar. Altlarında milyonluk arabalar, şu Ankara’daki büyük binalara bakın büyük bir kısmı kiralık ve bakanlıklar oturuyorlar. Osmanlının Lale Devrini yaşıyoruz. Altlarında arabalar, ekonomisi bizden daha iyi olan başka bir ülkenin bakanı normal uçakla seyahat ederken, bizimki özel uçak tutup gidiyor, ayaklarını yerden kesmek için sefer tarifesi olan uçağa binmek istemiyor, yani hovardalığa devam ediyorlar.
DÖVİZ BARONLARIYLA 1 LİRALIK İLİŞKİMİ İSPAT ET
On üç maddeyi açıkladım 11 Ağustos’ta. Bekledim ki şu olsun, yani olur ya doğrudur veya yanlıştır alır birileri değerlendirir ya şurası yanlış, hatta şurası doğrudur diyebilir veya şurası eksiktir diyebilir. Bütün eleştirilere, bütün önerilere saygı duyarız. Ama sarayda oturan zat dedi ki, “Kılıçdaroğlu döviz baronlarıyla hareket ediyor.” E pes vallahi, döviz baronlarıyla. Sanki benim kızımın, çocuklarımın Amerika’da apartmanları var, binaları var ya da işte daireleri var. Senin çocuklarının var kardeşim! Döviz baronlarıyla sabah akşam beraber olan sensin. Döviz baronlarıyla döviz bazında ihale dağıtan sensin. Benim 1 liralık döviz baronlarıyla ilişkimi ispat et siyaseti bırakacağım. Ama ben senin döviz baronlarıyla ilişkini her ortamda açıklıyorum, ama senden tık yok.
Değerli arkadaşlarım, ekonominin geldiği bu durumu hepimiz biliyorduk, seçimlerin erkene alınmasının nedeni de buydu. Ekonomi kötüye gidiyordu, herkes görüyordu, herkes biliyordu, seçimleri erkene alalım bu işi kurtaralım. Şimdi seçimlerden sonra patlak verdi. Efendim neymiş efendim, Amerikalı bir papaz varmış da o nedenle kriz çıkmış. Yok efendim kriz zaten vardı. Trump ister sen de vermezsin kardeşim nokta dersin biter, o kadar! Ne krizi kardeşim? Trump kalktı Meksika sınırına duvar çekti hala sürüyor. Kriz mi çıktı? Hayır. Merkel’le tartıştı, kriz mi çıktı? Hayır. Bizde niye çıkıyor? Bizde kriz zaten vardı. Bunu milliyetçi duyguları da istismar ederek efendim işte “Biz bir başka Milli Kurtuluş Savaşını veriyoruz.” Ne veriyorsun? Efendim “Dış güçler bizimle oynuyorlar, ekonomiyle oynuyorlar.” Sen çocuk oyuncağı mısın, sen çocuk musun, sen devleti yönetmiyorsun? Merkel yönetirken Almanya’da kriz çıkmıyor, Fransa’da kriz çıkmıyor, Meksika’da kriz çıkmıyor. Niye sende çıkıyor, niçin? Aslında kriz var. Az önce söyledim borcun faizini ödemek için borç alıyorsan ve bunu bütün dünya biliyorsa sen istediğin kadar hamasetle edebiyat yap. Bunlar yarayı tedavi etmez, tam aksine yarayı derinleştirir.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’A 9 SORU
Şimdi değerli arkadaşlarım, Erdoğan’a 9 soru soruyorum. Bu soruları size de dağıtacağım. Gittiğiniz her yerde, yaptığınız her toplantıda bu 9 soruyu dillendirin.
Soru 1 - “Tarımı bitir, çiftçiyi borç batağına sürükle, samandan mercimeğe – canlı hayvandan ete kadar tarım ürünlerini ithal et” diyen, dış güçler miydi?
Soru 2 - “Yandaşlarına Türkiye’nin en büyük ihalelerini Dolar endeksli ver, ver ki Dolar yükseldikçe daha fazla kazansınlar” diyen, dış güçler miydi?
Soru 3 - Haydi, ihaleyi Dolarla verdin, “Yandaşlarına Dolarla gelir garantisini de ver” diyen, dış güçler miydi?
Soru 4 - Haydi, Dolarla yandaşlarına gelir garantisi de verdin, peki “yandaşlarının, sözleşme değeri 123 milyar dolar olan projelerinin dış borcuna devleti kefil et” diyen, dış güçler miydi?  
Soru 5 - “Döviz geliri olmayan şirketlere, döviz cinsinden borçlanmalarına izin ver” diyen, dış güçler miydi?
Soru 6 - Geçmişteki üreten ve saygınlığı olan Mustafa Kemal’in Türkiye’sini Londra’daki bir avuç tefeciye teslim eden dış güçler miydi?
Soru 7 - “Merkez Bankası’na müdahale et, bağımsız kurumların bağımsızlıklarını sonlandır, her şeyi sen belirle” diyen, dış güçler miydi?
Soru 8 - Haklı olarak “borç alan emir alır” diyordun. Memleketi bu hale getirmek için bugüne kadar emir aldığın dış güçleri açıklayacak mısın?
Soru 9 - Geldiğimiz noktada artık Londra’daki tefeciler, faizi yetersiz buldukları ve sana güvenmedikleri için borç vermiyorlar. Şimdi borç almak için Katar’ın kapısını çalmaya ve yalvarmaya başladın. Yeni emirleri Katar’dan mı alacaksın?
Hepinize saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım.