15.09.2019
15.09.2019
CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN PARTİ MECLİSİ TOPLANTISI AÇILIŞ KONUŞMASI
(15 EYLÜL 2019)
CHP Parti Meclisi (PM) Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında genel merkezde toplandı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, PM Toplantısının açılışında aptığı konuşmada şunları söyledi:
Değerli basın mensupları, Parti Meclisimizin değerli üyeleri, 100’üncü yılı Sivas’ta kutladık, şimdi buradayız ve bu süreç içerisinde hep beraber görüyoruz ki, iyi yönetilmeyen, savrulan bir Türkiye gerçeği var.
Bu bağlamda hepimize ciddi sorumluluklar düşüyor. Sorumluluk sadece ailelerimize karşı değil, sadece çocuklarımıza karşı değil, 82 milyon kişiye karşı sorumluluklarımız var. Komşularımıza karşı sorumluluklarımız var. Dünyaya karşı sorumluluklarımız var. Ve bu sorumlulukların bilincinde hepimiz hareket etmek zorundayız.
Güzel haberler de geliyor, sevinçli haberler de geliyor. Sevinci de, acıyı da doğal olarak paylaşacağız; sevinçlerimizi çoğaltmak için, acılarımızı da azaltmak için. Engelli bir kardeşimiz, Sümeyye Boyacı, dünya şampiyonasında ikinci oldu, gümüş madalya kazandı. Gerçekten kendisine şükran borçluyuz. Azmin ve kararlılığın eğer insan inanırsa hangi sonuçları elde edebileceğini Sümeyye kardeşimiz bize gösterdi. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün üyeleri adına kendisine şükran borçluyuz, kendisine yürekten teşekkür ediyoruz. Bayrağımız göndere çekildi ve herkes saygı duruşunda bulundu, bunun verdiği katkıyı sıradan hiçbir kişi veremez. Ama bu kişi, elleri olmayan bu kardeşimiz büyük bir mücadeleyle, azimle ve kararlılıkla sorunu aştı, kendisini bütün dünyaya bir şekliyle tanıtmış oldu.
Değerli arkadaşlarım, acılar var dedik. Sadece insanların değil toplumların anılarında da derin acılar vardır. Bu acılardan birisi de 12 Eylül. 12 Eylül darbesinden sonra çok kişi, öncesinde ve sonrasında çok kişi hayatını kaybetti. Fidan gibi gençlerimiz karşılıklı birbirlerini öldürdüler. İki taraf da ben daha vatanseverim diye eline silah aldı ve karşıdaki arkadaşını öldürdü. Ama sonra bunlar hapishanede buluştular. İki taraf da yapılan yanlışın boyutlarını gördü. Çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Cumhuriyet Halk Partililerden de çok kişi hayatını kaybetti. Bir arkadaşımız, Sayın Tekin Bingöl, acaba CHP’li olup da kaç kişi hayatını kaybetti terörden diye özel bir araştırma yaptı. Uzun bir süre sürdü araştırması ve bir kitapçık çıkardı ortaya, “Canlar Pahasına Özgür Bir Ülke İçin” diye bir kitapçık çıkardı. Bu kitapta belki ulaşılamayan aileler de olabilir, bilmediğimiz olaylar da olabilir, çünkü bir arşiv henüz oluşturulmuş değil, ama bu bir ilk adım, dolayısıyla bu ilk adımın devamının gelmesini isteriz. Hep derler ya CHP efendim elitlerin partisidir falan diye, terör dolayısıyla kurban verdiğimiz, iç çatışmalar dolayısıyla kurban verdiğimiz CHP’liler de var; terzisi var, bakkalı var, manavı var, yani Anadolu’nun değişik yerlerinde yaşam mücadelesi veren kardeşlerimiz bunlar. Onları da rahmetle ve saygıyla anmamız gerekiyor ve onları asla unutmamamız gerekiyor.
Biz bunları ifade ederken aslında yeni bir siyaset anlayışını da Türkiye’ye getirmek istiyoruz. Yeni bir siyaset anlayışı, kavgadan uzak bir siyaset anlayışı, gerilimden uzak bir siyaset anlayışı, sorunları dile getiren, ama çözümünü de dile getiren bir siyaset anlayışı. Tek boyutlu bir siyaset anlayışı değil yeni bir siyaset anlayışı. Herkesi kucaklayan, hiç kimseyi ötekileştirmeyen bir siyaset anlayışı. Bize oy versin, vermesin her insana saygı duyduğumuz bir siyaset anlayışını getirmek istiyoruz. Elbette ki, eleştiri yapacağız. Eleştiri yapmak bizim en doğal hakkımız. Ama eleştiriyi bilgiye dayalı olarak yapacağız. Vatandaş bilmeli ki, CHP bir konuda bir eleştiri getiriyorsa, mutlaka bunun bir gerekçesi vardır bunun için eleştiri getiriyordur. Eğer Cumhuriyet Halk Partisi bir yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine başvuruyorsa, vatandaş bir şey var ki burada Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesine gidiyor diye düşünmeli. Kimin çıkarı için? Bu ülkede yaşayan insanların çıkarı için, Cumhuriyetimizin çıkarı için, demokrasimizin çıkarı için. Bunun için biz mutlaka ama mutlaka bir hak ve hukuk yolu arıyoruz, bunu sağlamak istiyoruz.
Hiç kimseyi ötekileştirmemek elbette bizim temel felsefelerimizden birisidir. Beraber yaşıyorsak, aynı bayrağın altındaysak, aynı vatanda yaşıyorsak, aynı havayı teneffüs ediyorsak, bu ülkenin caddelerinde, sokaklarında beraber geziyorsak niçin bir başkasını ötekileştirelim, neden bizden olanlar ve bizden olmayanlar diye özel bir ayrım yapalım? Dolayısıyla bizim yeni siyaset felsefemizin özünde yatan bu, kimseyi ayrıştırmamak.
İktidar sahipleri zaman zaman ayrıştırma yapıyorlar, bazen çok belirgin bir şekilde bu ayrıştırmayı yapıyorlar. Bu; toplumu böler, toplumu kutuplaştırır, sizden ve bizden ayrımını toplumun önüne koyar. Bu yanlış bir politikadır. Örneğin, şehitler 82 milyonun onurudur. Hepimiz şehitlerimize ve şehit yakınlarımıza sahip çıkıyoruz. Onların haklarını korumak, onları baş tacı yapmak, onları bu ülkenin onuru haline getirmek hepimizin ortak görevidir. Şehit yakınlarına da toplumun her kesiminin saygı duyması gerektiğini defalarca dile getirdim, bizler de defalarca bundan sonra da dile getireceğiz. Ama şehitleri ve şehit yakınlarını 15 Temmuz’da şehit olanlar ve diğerleri diye ayırırsanız bu topluma en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Şehit şehittir. Bu ülkenin birliği ve bütünlüğü için hayatını vermiştir. Onu yetiştiren anneler hepimiz için kutsal annelerdir, nasıl ayrım yapabiliriz? Ama bu ayrımı yaptılar. Ve biz buna karşı çıktık, yanlıştır dedik. Biz buna karşı çıktık, siz 15 Temmuz’u destekliyor musunuz dediler? Hayır. Darbe girişimine karşı hep beraber mücadele ettik, ama şehitler arasında bir ayrım yaparsanız bu yanlıştır dedik. Gaziler arasında ayrım yaparsanız bu yanlıştır dedik. Efendim 15 Temmuz’da tırnağı bile yaralansa, tırnağı bile sökülse onu gazi ilan edeceksiniz, vücudunda terör kurşunu taşıyan gaziyi gazi ilan etmeyeceksiniz. Biz buna da karşı çıktık, yanlıştır dedik bu. Yeni siyaset anlayışımızın çerçevesini bu oluşturuyor.
Şimdi toplumun gündeminde anneler var. Anne için evladın ne kadar değerli olduğunu ancak anneler bilir. Çocuk hastalandığında anne de hastadır, çocuk güldüğünde anne de güler. Hayatı bir anlamda çocuğuna bağlıdır. Besler, büyütür, evlendirmek ister, askere göndermek ister, kendisinden daha iyi bir yaşam standardı sağlamasını ister. Tırnağına bile zarar gelmesini istemez. Söyledim yine söyleyeyim, her çocuk annesinin turnasıdır. Turna üzerine söylenen ne kadar türkü ve şarkı varsa emin olun anneler de evlatları için aynı şeyi söyler. Şimdi anneler arasında da bir ayrım yapıyoruz; Cumartesi Anneleri, Diyarbakır Anneleri. Nasıl bir ayrım, neden bir ayrım? Anne annedir. Anne çocuğunu istiyor. Diyarbakır’daki anne de haklıdır, Cumartesi Annesi de haklıdır. İkisi de çocuklarını istiyorlar. Bir anne gitmiş Diyarbakır’da diyor ki, benim evladım geri gelmeyecek, çocuğum geri gelmeyecek inşallah sizin evladınız geri gelir. İnşallah sizin çocuğunuz geri gelir diyor. Bu tabloya baktığımız zaman annelerin hakkını ve hukukunu savunmamız gerekmiyor mu? Cumartesi anneleri tam 755 haftadır kimseye dokunmadan, kimseye kötü bir söz söylemeden, sadece evlatlarının fotoğraflarını ellerinde taşıyarak bir yere oturuyorlar. Ne istiyorlar? Evlatlarımız geri gelmedi, ama hiç değilse mezarını bize gösterin, gidip başında bir Fatiha okuyayım evladımın diyorlar. Evladı geri gelmeyen ama kendileri ölen annelerimiz var.
Diyarbakır Annelerimiz, onların da acıları var. Terör örgütü evlatlarını kaçırmış. Bu anne istemiyor mu evladını, bu annenin acısı yok mu, bu annenin derdi yok mudur? O da evladının gelmesini, evde oturmasını, çalışmasını, üretmesini, alın teri dökmesini, evlenmesini, çoluk çocuk sahibi olmasını istemez mi? İster. Onun da hakkı var, onun da hukuku var, onun da adalet isteği var. Bir anne istemez mi; oğlunu eline kına yakıp vatan savunması için askere göndermiş, ama terör örgütü kaçırmış, o anne de istiyor evladını, gelsin evladım diyor. Bana da geldiler bu aileler, çocuğumuzu istiyoruz dediler. Bakanlarla görüştüler, dönemin Başbakanlarıyla görüştüler, ben de dönemin yetkililerine bu ailelerin de çocukları var ve bu çocukların gelmesi lazım Türkiye’ye diye aktardım, bu çocukların kurtarılması lazım diye söyledim.
Biz yetkili değiliz, elimizde yetki yok, elimizde güç yok. Yetki sahibi olan, güç sahibi olanlar da, güçsüzlüklerini adeta itiraf etmek için gitmişler Diyarbakır Anneleriyle beraber oturuyorlar. Sen bakansın kardeşim, sorunu çözecek olan sensin! Annenin derdine derman olmak değil ki bu, ne diye gidiyor oraya oturuyor? Sen çözeceksin kardeşim sorunu, acıyı çözeceksin, senin görevin sorunu çözmek. Yetki sende, güç sende, imkan sende, ordu sende, polis sende, hakim sende, kaymakam sende, vali sende, general sende. Diyarbakır annesinin elinde ne var Allah aşkına? Sadece bir feryat var, oğlumu istiyorum diyor, evladımı istiyorum diyor. Şimdi aileleri de bölüyorlar, anneleri de bölüyorlar, acı olan bu, yazık olan bu, günah olan bu. Anne annedir! Anne insanlığın sürdürülebilirliğini sağlayan en önemli aktördür. Evlat üzerine titreyen bir annenin acısını paylaşmak da hepimizin ortak görevidir. Anneler arasında ayrım yapmak, bir grup anneyi ötekileştirip bir grup anneyi kucaklamak doğru değildir. Hepsini kucaklayacağız. Hepsinin derdine çözüm üretmek gerekiyor, elbirliğiyle çözüm üreteceğiz. Bu işin iktidarı, muhalefeti yoktur; ama güç iktidardadır, sorunu çözecek olan iktidardır, çünkü iktidar vatandaşa giderken ben sorunu çözmek istiyorum bana oy verin diyor, size oy veriyorlar ve siz iktidara geliyorsunuz. İktidara gelirken de toplumu ayrıştırmayacaksınız, bölmeyeceksiniz, kutuplaştırmayacaksınız. Ayrıştırırsanız ne olur, bölerseniz ne olur, gerginlik yaratırsanız ne olur, haksızlık yaparsanız ne olur? Adalet dediğimiz kavramın içi boşalır, adalet kalmaz. Hukuk dediğiniz kavramın içi boşalır, hukuk kalmaz. Birisine sevgiyle, aynı acıyı yaşayan bir başkasına öfkeyle yaklaştığınızda orada adalet yok demektir. Adaleti sağlamak hepimizin ortak görevidir. Ne demiş Hazreti Ali? “Devletin dini adalettir” diyor. Devlet niçin oluşur? Adalet dağıtmak üzere devlet oluşur. Kimse kimseye baskı yapmasın, haksızlık yapmasın diye devlet oluşturulur. Devletin yargıcı, hakimi, savcısı, kaymakamı, valisi, adaletli davranmak için, öngörülen yasalara göre davranmak için görev üstlenirler. Devlet adaletsizliğin kaynağı olursa, toplum vicdanı derin yaralar alır. Adaleti yüceltmek bu açıdan çok önemlidir. Bütün devletlerin, bütün inançların, bütün sivil toplum örgütlerinin, hatta her insanın varlık nedeni de adalettir. Siz adaletsizliği besliyorsanız o zaman ciddi sorunlarımız var demektir.
Tabi adaletsizlik sadece burada değil değerli arkadaşlarım. Adaletsizlik aynı zamanda demokrasiyi de aşındırır, güçler ayrılığı ilkesini de aşındırır. Adalete duyulan güven yerlerde sürünürse, bundan en büyük zararı vatandaş görür. Düşünün, adaletin tepesindeki insanlar adalete olan güvenin yüzde 30’lara indiğini söylüyorlar. İktidar sahiplerinin oturup düşünmesi lazım; neden bu tabloyla biz karşı karşıyayız, kim yönetiyor bu ülkeyi, kim adaletsizliği besliyor, kim adaletsizlikten yana politikalar izliyor, kim toplumu ayrıştırıyor ve bölüyor? Biz bu soruları sormak zorundayız, bu bizim hakkımız. Kimin adına? 82 milyonun adına bu soruları sormak zorundayız. Adalete sadece benim ihtiyacım yok, hepimizin ihtiyacı var. Bütün canlıların adalete ihtiyacı vardır; kurdu, kuşu, börtü böceği herkesin adalete ihtiyacı vardır. Bu kadar yüce bir kavramın içini hangi iktidar boşaltabilir? Boşalttılar. Bu bizim için büyük bir acıdır.
Bakın, son 5 yılda uluslararası anketlerde, ya da çalışmalarda, ya da raporlarda, hukukun üstünlüğü konusunda Türkiye 50 basamak geriye gitti. Son 5 yılda 50 basamak geriye gidiyor hukukun üstünlüğü konusunda, bir dünya rekoru aslında, adaletsizlikte bir dünya rekoru. Nasıl olur da 50 basamak birden geriye düşersiniz? Demek ki, adaletsizliği sadece bizim hakimler, savcılar, Yargıtay Başkanı ya da Cumhurbaşkanı Yardımcısı söylemiyor, aslında bütün dünya Türkiye’de bir adaletsizlik olduğunu söylüyor.
Şimdi değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarına bakın, tahliye edildiler gerçi, haksız ve hukuksuz yere hapiste yattığını Adalet Bakanı biliyor, Yargıtay Başkanı biliyor, Anayasa Mahkemesi Başkanı biliyor, herkes biliyor ama içerden çıkaramıyorlar, niçin? En sonunda çıktılar. Peki bu kadar haksız bir şekilde içerde yatmalarının hesabını kim verecek? Eren Erdem, Parti Meclisi üyemiz, aylardır hapiste. Hiçbir delil yok ellerinde, ama inadım inat madem CHP’lisin ben seni hapse atacağım diyor. Sanıyorlar ki, hapse atıldığında Eren Erdem düşüncelerinden vazgeçecek, Eren Erdem insanlığa hizmetten vazgeçecek, Eren Erdem yazmaktan, çizmekten vazgeçecek. Eren Erdem’i idam da etseniz Eren Erdem inandığı yoldan vazgeçmez, iktidar sahiplerinin önce bunu bilmesi lazım. O bir yurtsever, vatansever o, haksızlığa karşı isyan ediyor. Siz FETÖ’yle kucak kucağa gezerken o FETÖ’yü eleştiriyordu, kitap yazıyordu, yazı yazıyordu, makale yazıyordu, şimdi hapiste. Sadece o mu? Hayır. Osman Kavala hapiste, yazarlar, çizerler, gazeteciler, avukatlar, askeri öğrenciler hepsi hapiste. Kim dışarıda? Yeşil dolarları olanların tamamı dışarıda, sırtı kalınların tamamı dışarıda. Bastır parayı çık dışarıya. FETÖ borsasını ben mi dillendirdim? FETÖ borsası diye bir borsayı kim dillendirdi? Önce AK Parti kanadından dillendirdiler, orada da vicdan sahibi insanlar var, ya kardeşim bir borsa var sizin haberiniz yok mu, parayı bastıran dışarı çıkıyor dediler. İzmir’deki cinayeti unutmadık. FETÖ borsasının olduğu bir ortamda bir kişiyi gittiler dairesinde öldürdüler. Ne oldu? Vicdan sahibi olanlar sormayacak mı bu soruyu? FETÖ borsasının aktörleri kimlerdi, kimler para ödüyordu, kimler çıktı dışarıya? FETÖ’yle hala iç içe olanlar devletin protokolünde yer alıyor. Hala Pennsylvania’dan emir ve talimat alanlar, devletin protokolünde yer alıyor. Çünkü beyefendi gitmiş Erdoğan’ın avukatlarını tutmuş, dünyanın parasını ödemiş. Hakimi, savcısı cesaret edip dava bile açamıyor. Hangi adaletten bahsedilecek? Özellikle bunu AK Partili kardeşlerime ve ülkücü kardeşlerime seslenerek söylüyorum. Adaletse hep beraber sağlanacak, adalet birilerinin iki dudağına teslim edilemez. Parası olan için adalet, kendi iradesine göre, parası olmayanı atın içeri gitsin. Yazık günah değil mi?
Değerli arkadaşlarım, adaletsizlik sadece yargıda mı var? Hayır. Hayatın her alanında var. Gidin esnafa sorun, gidin çiftçiye sorun, sanayiciye sorun, alın teri döken, üretim yapan kimseye, çalışan kimseye, gidin sorun Allah aşkına bu ülkede adalet var mıdır diye. Hepsinin ortak görüşü, bu ülkede adalet yok diyor. Gerçekten de adalet yok. Adaleti arayan da yok. İktidar sahibi olup adaleti arayan da yok. Adalet reformu yapacağız dediler. Yap kardeşim elinden tutan mı var? Meclis tatile girdi. Niye tatilde? Adalet için meclis tatile mi girer? Toplarsın meclisi, gelin kardeşim yasal düzenlemeyi hazırladık, bak güzel şeyler yapıyoruz dersin, gideriz toplanırız, çözeriz olayı. Ama birilerinden izin almadan olmuyor. Tek adam rejiminin getirdiği en büyük kötülük budur. Parlamentonun iradesi bile ipotek altında. Eğer bir ülkede vatandaşın seçtiği 600 milletvekilinin iradesi değil de bir kişinin iradesi parlamentoya egemense, o ülkede adalet de yoktur, demokrasi de yoktur; birbirimizi kandırmayalım, Türkiye’nin geldiği nokta budur değerli arkadaşlarım.
Şu anda Türkiye kuralsız ve kurumsuz yönetiliyor. Türkiye’de bağımsız hangi kurum var? Kendisine yasanın tanıdığı görevleri yerine getiren, kendi özgür iradesiyle yerine getiren hangi kurum var? Hiçbir kurum yok. Bütün kurumlar dönüp saraya bakıyorlar, ne söyleyecek biz ona göre karar alalım diye. Peki sizin orada göreviniz ne? Atın onları, robotları getirin koyun oraya. Bir insan kendi düşüncesiyle yasaların öngördüğü çerçevede görevini yerine getirmiyor da bir başka kişinin talimatıyla başka bir görevi yerine getiriyorsa, o insanda beyin yoktur arkadaşlar, o kafa başka bir kafadır, başkasının kafasını kendi vücudunda taşıyor demektir, gerçek budur.
Değerli arkadaşlarım, pamuk örneğini vereceğim size, pamuk mevsimindeyiz. Çiftçi kardeşlerim de dinlesinler. Türkiye pamuk üretiminde dünyanın sayılı ülkelerinden birisi. Cumhuriyetin kuruluşunda en büyük ihracat gelirlerimizden birisi tarımdı ve bunların içinde de pamuk ağırlıklı yer alıyordu. O pamuk sayesinde hangi fabrikaları kurmadık ki, silah fabrikaları dahil, demiryolları dahil, denizyolları dahil, basma fabrikaları dahil, bankalar dahil bu tarımdan elde ettiğimiz, pamuk ihracatından elde ettiğimiz gelirlerle oluştu. Şimdi pamuk üreticisini cezalandırıyoruz. Fiyat daha belli değil, girdi fiyatları artmış vaziyette.
Bakın örnek vereyim; 2002 yılında, yani AK Parti iktidar olduğu gün 7 milyon dekara pamuk ekiliyordu Türkiye’de. Bugün pamuk ekilen dekar sayısı 5 milyona düşmüş vaziyette. Niçin? Çünkü üretici zarar ediyor. Peki ne oluyor, üretmiyoruz da ne oluyor? Dışarıdan ithal ediyoruz. O rakamı da vereyim ben size değerli arkadaşlarım. 2003 yılından, yani AK Partinin iktidar olduğunun ertesi yılın başından 2019’un Temmuz ayına yani bu yılın Temmuz ayına kadar, dışarıdan ithal ettiğimiz pamuğa ödediğimiz para 21 milyar 468 milyon dolar, yabancı ülkelerin pamuk üreticisine biz bu parayı ödedik.
Şimdi bizim çiftçi kardeşlerimize sesleniyorum, o 21 milyar doları bizim pamuk üreticisine verselerdi ne olurdu? Özellikle AK Partiye oy veren kardeşlerime seslenmek isterim, ne olurdu? Neden 21 milyar dolar ödüyoruz yabancı çiftçiye de kendi çiftçimize gelince ödemiyoruz? Niçin? Adalet mi bu? Ne dedik? Adaletsizlik sadece yargıda değil ki, bu da adaletsizlik. Kendi çiftçisini cezalandıran, yabancı ülkelerin çiftçisini ödüllendiren bir tarım politikası. Her alanda. Buğdayda da öyle, mercimekte de öyle. Yozgat’ın mercimeği Allah aşkına kokulu mercimeği dünyada bir numara, yok ettiler onu. Ne oluyor? Yozgatlılar da gidip en çok oyu oraya veriyorlar, bizi iyi ki yok ettin diyorlar, bizi perişan ettin çok teşekkür ederiz, perişan olduk sana oy veriyoruz. Pamuk üreticisi de öyle. 21 milyar doları yabancı ülkelere verir, bizim çiftçiye vermez, bizim çiftçi de gider der ki Allah razı olsun, oraya 21 milyar dolar ödedin, bana da az bir şey ödedin biz bununla idare edelim.
Hepimizin bilinçlenmesi lazım. Bu ülke hepimizinse, bu ülkenin kaynakları önce bu ülkenin insanına harcanmalıdır. Bizim ödediğimiz vergilerle bu ülkenin insanı değil de başka ülkenin çiftçisi destekleniyorsa, öncelikle AK Partiye oy veren kardeşlerim diyecekler ki, bir dakika kardeşim, sana oy verdim beni perişan etmen için değil, sana oy verdim bana daha iyi bir hayat standardı sağlayacaktın, sen meydanlarda demiyor muydun şimdi tam tersini yapıyorsun. Ne diyordu grup toplantısında? “Biz doğalgaz fiyatlarını indiriyoruz, elektrik fiyatlarını indiriyoruz, bak önce Bay Kemal sen duy” diyordu. İktidar oldu, seçimler bitti, doğalgaza arka arkaya, elektriğe arka arkaya zam. Şimdi bana demiyor, Bay Kemal bak zam yaptık sen bunu duy demiyor. Vatandaşı kandırıyorsunuz, ama nerede kandırıyorsunuz bu çok önemli, devletin en tepesindeki kişi vatandaşı kandırıyor, alttakinden söz etmiyorum, milletvekilinden söz etmiyorum, bakanından söz etmiyorum, Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil noktasında olan bir kişinin vatandaşına nasıl yalan söylediğinden söz ediyorum. Acı olanı bu zaten, içimize sindiremediğimiz bu. Hani bir bakan bir şey söyler, dersiniz siyaseten söyledi, ama en tepede topluma örnek olması gereken bir kişi farklı örnek oluyor. En acısı budur değerli arkadaşlarım.
Tabi böyle olunca da çiftçi borç batağına giriyor. Vatandaş da borç batağında, icra dairesinde dosyası olmayan neredeyse hiçbir vatandaş kalmadı, herkesin şu veya bu şekilde icrayla işi olmaya başladı, borç batağında. Bakınız, 2019 yılında 1 Ocak’la 29 Ağustos arası, vatandaşın bankalara borcu 15 milyar lira arttı, toplam borç 533 milyar lira oldu. Eski parayla 533 katrilyon lira vatandaşın bankalara ve finans kuruluşlarına borcu var. 533 katrilyon lira! İcra daireleri tıka basa dolu. Bu mudur adalet? Memleketi yönetmek bu mudur? Nasıl bir anlayıştır bu? Hangi anlayışla memleket yönetiliyor? Vatandaş borç batağında inim inim inliyor, kendisini yakıyor, perişan vaziyette, beyler sarayda saltanat sürüyorlar. Bu adalet mi arkadaşlar? Allah aşkına bu adalet mi? Birisi borç batağında, birisi lüks hayat sürdürüyor; lüks hayat sürdüren memleketi yönetiyor, altta sefalet bir yaşam var. Bunun üzerinde de hepimizin durması lazım. Ve o vatandaş, yani o borçlu olan vatandaş yine devletine vergi ödüyor. Ne alırsa vergi ödüyor.
Değerli arkadaşlarım, tarımda üretecek, girdiler pahalı üretemiyor. İlacıydı, mazotuydu, gübresiydi hepsi pahalı. Fabrika; elektrik, doğalgaz zamları geldi üretemiyor. Çalışmak istiyor, iş alanı yok çalışamıyor. Geniş tanımlı işsizlik miktarı 8,5 milyona ulaştı. Üniversite mezunlarının büyük bir kısmı işsiz. Üniversiteyi bitirmiş iş arıyor, iş yok. Nereye gitsek ceplerimiz, sizlerin de cepleri dahil iş talepleriyle doluyor. Çocuğum işsiz, evladım işsiz, üç üniversiteyi bitirdi işsiz, doktora yaptı işsiz. Rize’de yakaladı bir anne, “üç kızım var, üçü de üniversiteyi bitirdi üçü de işsiz” diyor. Bu iktidar sahiplerinin işsizliğin ne olduğundan haberleri var mı? Hayır. Hepsinin oğlu işte, hepsinin çocukları işte, dayıları, amcaları, halaları, yeğenleri hepsi işte; bir işte de değil, bir işe giriyor, 5 tane de yönetim kurulunda üye, oradan da paralar geliyor, akıyor paralar. Kimin paraları bunlar? Bu fakir fukaranın paraları. 82 milyonun nasıl sömürüldüğünü ortaya koyuyor. Bu mudur adalet?
Değerli arkadaşlarım, bu vatandaşlar sadece vergi ödemiyor. Adaletsizliğin katmerlisi yapılıyor. Yatmadığı hastanenin garantisini de bu ödüyor. AK Partili kardeşlerime sormak isterim, ülkücü kardeşlerime de sormak isterim, Bahçeli desteklediği için özellikle bunu ifade ediyorum, dünyanın hangi ülkesinde bir hastaneye hasta garantisi verilir? Hasta garantisi vermişler. Söyle kardeşim niye hasta garantisi verdin, hangi gerekçeyle verdin? Yatmadığı hastanenin garantisini de bu ödeyecek. Uçmadığı havaalanının garantisini de bu ödeyecek. Geçmediği otoyolun, köprünün garantisini de bu ödeyecek. Bu adalet mi? Hayatım boyunca geçmediğim yolun parasını ben ödeyeceğim. Kime? Devlete değil müteahhide ödeyeceğim. Kaç lira ödeyeceğim? Belli değil... Sözleşme ne? Belli değil, gizli... Niye gizli? Madem ben ödüyorsam, 82 milyon ödüyorsa, benim bu sözleşmeleri bir görmem lazım, verdiğiniz garantilerin büyüklüğünü görmem lazım, kaça mal oldu bu havaalanı, yol, hastane kaça mal oldu bunları bilmem lazım. Hayır, onlar sır bilemezsin... Niçin? Niçin sır, hangi gerekçeyle sır? Bunları da bilmemiz lazım. Efendim biz bunları yap-işlet-devret modeliyle yapıyoruz, vatandaşın cebinden beş kuruş para çıkmayacak. Sen onu külahıma anlat! Sen garanti verdin mi? Verdin. Daha önce de söylüyordu, geçen yılın bütçesine 6 milyar lira koydular, 6 milyar 200 milyon lira garantiler için para verecekler müteahhitlere. 2019 bütçesine 9 milyar 700 milyon lira koydular, yani 9 katrilyon lira koydular. 2020 bütçesine ise, 20 milyar yani 20 katrilyon lira para koyacaklar. Hani yap- işlet- devretti, vatandaşın cebinden para çıkmıyordu, nasıl oluyor bu? Devletin tepesindeki kişi vatandaşına doğruları söylemezse, o ülkede devlet yönetiminde bir sorun var demektir, bir kriz var demektir. Devlet yönetilmiyor demektir. Türkiye yönetilmiyor demektir. Boşuna demiyorum Türkiye yönetilmiyor Türkiye savruluyor. Hayatın bu gerçeğini hep beraber dile getirmek zorundayız.
Borç batağına sürüklediler. Sadece vatandaşı değil devleti de borç batağına sürüklediler. Devlet de borç batağı içinde. Geleceğim oraya, rakamları da size vereceğim değerli arkadaşlarım. Sonunda baktılar ki bu borcu bir kişi yönetemiyor, tuttular Borçlanma Genel Müdürlüğü kurdular. Cumhuriyet tarihinde ilk kez, AK Partili kardeşlerime, özellikle onların vicdanlarına sesleniyorum, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Borçlanma Genel Müdürlüğü kuruldu. İçerde, dışarıda ne kadar borçlanacağız, ne zaman ödeyeceğiz, ne kadar faiz ödeyeceğiz bunların tamamını Borçlanma Genel Müdürlüğü yapacak. Kamu Finansmanı Genel Müdürlüğü vardı eskiden, şimdi Borçlanma Genel Müdürlüğü. Osmanlıyı hatırlayın, Düyûn-ı Umûmiye vardı; yani Osmanlının paralarını toplayıp, el koyup, bir şekliyle dışarıya aktaran yer, Borçlanma Genel Müdürlüğü de böyle. Borçlanma Genel Müdürlüğü kurdular, israf ekonomisi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Borçlanma Genel Müdürlüğü kurmasını zorunlu kıldı. Acı olan bu zaten. Devasa bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kapitülasyonlardan büyük acılar çekmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yabancılardan alınan borcun faturasını en ağır şekilde ödemiş bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Tarih tekerrür ediyor, aynı tabloyu bir daha yaşıyoruz, aynı acıyı bir daha yaşıyoruz, basiretsiz kişiler tarafından, Borçlanma Genel Müdürlüğü, yani yeni Düyûn-ı Umûmiye İdaresi.
Değerli arkadaşlarım, vatandaşlarım şunu çok iyi bilsinler, sizden de istirhamım Parti Meclisi üyeleri olarak israf ekonomisini her yerde anlatacaksınız. İsraf ekonomisi nedir diye sorduklarında şunu söyleyin: Vatandaştan katrilyonlarca lira vergi topladılar zorla, zaten vergi zor alıma dayanır. Vergi topladılar mı? Vergi topladılar. Katrilyonlarca lira vergi topladılar. Cumhuriyet’in kuruluşundan AK Parti iktidarına kadar toplanan vergilerden daha fazlasını topladılar. Yetmedi devletin bütün fabrikalarını sattılar. Yani o Cumhuriyet’in kurduğu bütün fabrikaları sattılar. Yetti mi? Gene yetmedi. Devletin telefonunu sattılar, Telekom’u sattılar, Türkiye’nin yaptığı en önemli yatırımlardan birisidir, satın alanlar Türkiye’deki bankalardan kredi aldılar, gittiler satın aldılar, kârı aldılar memlekete götürdüler, bankalara borcu ödemediler, o borç da bizim sırtımıza kaldı. AK Partili kardeşlerim bunu biliyor mu acaba? Kârını götürdüler, borcu bize kaldı, biz ödüyoruz. Bu da yetmedi, devletin arsalarını, otellerini sattılar. Hepsini ama ne varsa. Bu da yetmedi, 420 milyar dolar devleti borçlandırdılar. Vergi alıyorsun, fabrikaları satıyorsun, Telekom’u satıyorsun, arsaları satıyorsun, otelleri satıyorsun bir de yetmiyor Cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanmasını yapıyorsun ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini borç batağına sürüklüyorsun. Peki ne oldu? Hani Türkiye uçacaktı, ne oldu bu paralar, nereye gitti bu paralar? Efendim köprü yaptım... Köprüyü yaptın ama parasını vatandaş ödüyor, bütçeden ödenmedi, daha önümüzdeki yıllarda torunlarımız ödeyecek, çocuklarımız ödeyecek onun bedelini. Geleceğimizi de borçlandırdılar onlar.
Bakın şimdi geldi sıra Tank Palet Fabrikasına, askeri fabrikaları satmaya. Özellikle ülkücü kardeşlerime sesleniyorum, AK Partili kardeşlerimi burada bir tarafta tutuyorum, onların vicdanlarını bir tarafta tutuyorum; ona destek veren, Tank Palet Fabrikasını Katar ordusuna peşkeş çektiren siyasi iktidara ve ona destek veren Bahçeli’nin arkadaşlarına seslenmek istiyorum. Bana dünyadan bir örnek gösterin, hangi ülke kendi silah fabrikasını bir başka ülkenin ordusuna peşkeş çeker? Ülkücünün de ülkücülüğüne sesleniyorum, nasıl oluyor da hangi gerekçeyle satıyor? Efendim özelleştirme yapmıyoruz… Çıkardık Resmi Gazeteyi gösterdik; efendim, tamam, ses çıkmadı. Şimdi Cumhurbaşkanının ikinci bir kararı var, 1105 sayılı karar. Bunu Resmi Gazetede yayımlamıyorlar. Şimdi Sayın Bahçeli’ye sesleniyorum, lütfen 1105 sayılı kararı saray açıklamıyorsa sen açıkla kardeşim! Sen açıklamak zorundasın, madem milliyetçiyim diyorsun, madem vatanseverim diyorsun, madem ben bu ülkeyi seviyorum diyorsun, madem bayrağımı, vatanımı seviyorum diyorsun, 1105 sayılı kararnameyi git Erdoğan’dan al ve kamuoyuna açıkla kardeşim! Bu senin tarihi görevindir. Ya açıklayacaksın, ya da silah fabrikasını Katar ordusuna peşkeş çeken bir siyasal iktidara destek vermeyi keseceksin. Bir ordunun silah fabrikası başka bir orduya peşkeş çekilemez, dünyada örneği yoktur.
Bakınız; fabrikaları, arsaları her şeyi sattılar. Otelleri, Telekom’u her şeyi sattılar. Satılmayan bir silah fabrikalarıydı şimdi onu da peşkeş çektiler. Ne için? 50 milyon dolar için. 50 milyon dolar para bulamadık o nedenle. Dedim ki, “50 milyon doları bir ay içinde bulamazsam siyaseti bırakacağım, siz yeter ki Katar ordusuyla yaptığınız anlaşmayı bozun...” Yok! Erdoğan benden kurtulmak istemiyor muydu, şu Kılıçdaroğlu’ndan kurtulayım demiyor muydu? Kurtulmak için sana bir yol gösteriyorum, boz o anlaşmayı, sana 24 saatte 50 milyon doları bulacağım. Bulmazsam sen de benden kurtulacaksın ne güzel. Ben neyim? Ben bu ülkeyi seven bir insanım, tıpkı sizler gibi, tıpkı her CHP’li gibi, tıpkı 82 milyon vatandaş gibi. Bayrağımı seviyorum, vatanımı seviyorum, ülkemi seviyorum, insanımı seviyorum, insanıma hizmet etmek istiyorum. Ülkemin çıkarları her şeyin üstündedir. Bir ülkenin silah fabrikası başka bir ülkeye peşkeş çekilemez. Nokta. Bunu herkesin çok iyi bilmesi lazım.
Bakın geliyorum bir şeye, faiz. Size havuz medyasından bir manşet göstereceğim, Yeni Şafak Gazetesinden, “82 milyon faizciye çalışıyor”. Ben bunu yıllardır söylüyorum, bu ülkenin 82 milyonunu Londra’daki bir avuç tefeciye mahkum ettiniz diye. Kendilerine teşekkür ediyorum böyle bir başlık attıkları için. Demek ki neymiş? Biz doğruları söylüyormuşuz. Teslim ediyorlar hakkımızı. Biliyorum bunu ben dile getirdiğim için şimdi rahatsızlar, ama ben zaten onlar rahatsız olsun diye bunları anlatıyorum. 82 milyonu sen bir avuç tefeciye hizmet eder hale getiriyorsan şu soruyu soracaksın, 82 milyon kişiyi bir avuç tefeciye kimler mahkum etti? Kimlerin mahkum ettiğini sen eğer açıklarsan gazetecilik görevini o zaman yapmış olacaksın. 17 yıldır bu ülkeyi kim yönetiyor? 17 yıldır bu ülkede bakan kim, başbakan kim? 17 yıldır maliye bakanı kim, hazineden sorumlu bakan kim? Tarım bakanı kim 17 yıldır? Ve 17 yılın sonunda nasıl oluyor da 82 milyon insan faizcilere çalışır hale geliyor? Sen bu soruyu soracak mısın? Bu soruyu sorarsan o zaman gazetecilik görevini yapıyorsun demektir.
Bakın değerli arkadaşlarım, hep söylerim Londra’daki bir avuç tefeciye Türkiye’yi teslim ettiler diye. 17 yılda dışarıya ödediğimiz faiz, dışarıdan aldığımız borç, iç değil içeriyi bir tarafa bırakıyorum, dışarıdan aldığımız, tefecilerden aldığımız borç dolayısıyla 170 milyar 535 milyon dolar faiz ödedik. 170,5 milyar dolar faiz ödedik. Bu ülkenin 82 milyonu ödedi dışarıdaki bir avuç tefeciye. Sadece 2019 Ocak – Temmuz döneminde yani 7 ayda, son 7 ayı alıyorum, son 7 ayda toplam 212 gün ediyor, her gün ortalama 49 milyon 767 bin 446 dolar faiz ödemişiz, yani her gün yaklaşık 50 milyon dolar faiz ödüyoruz. Tank Palet ne oldu? 50 milyon dolar bulamadığımız için Katar ordusuna peşkeş çektik. Her gün 50 milyon dolar faiz ödüyorsun, Tank Palet Fabrikasına para bulamadık diye Katar ordusuna peşkeş çekiyorsun! AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum, vatanseverliğine sesleniyorum, bayraklarını seviyorlarsa sesleniyorum, her gün 50 milyon dolar faiz ödenen Türkiye’yi kim yarattı? Türkiye Cumhuriyeti Devletini tefecilere kim teslim etti? Saat hesabını da yaptık. Dedim ya 212 gün ediyor, 7 ay, her bir saatte, 24 saatin her birinde 2 milyon 73 bin 644 dolar faiz ödüyoruz. Her saatte, yani şimdi 1 saatte geçecek 2 milyon 73 bin 644 dolar faiz ödüyoruz! Memleketi bu hale kim getirdi? 17 yıl önce böyle bir şey yoktu. Tamam Türkiye Cumhuriyeti çok güçlü bir devlet eyvallah, ekonomik olarak çok güçlü değiliz eyvallah, ama kendi iç dinamiklerini harekete geçiren, yatırım yapan, üreten, fabrikalar yapan bir Türkiye vardı. Mercimeğinden tutun neredeyse domatesine kadar ithal eden bir Türkiye’ye geldik ve tefeciler Türkiye’yi teslim aldı.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar hepimizin ortak değerlendirmesi gereken konulardır. Gideceğiz anlatacağız; köyde anlatacağız, şehirde anlatacağız, sokakta anlatacağız, kahvede anlatacağız, yolda, caddede anlatacağız. Bu ülke bizim ülkemiz. Eğer tefecilere teslim edilen bir ülke varsa, oradan kurtarmak da hepimizin ortak görevidir. Ama nasıl? Demokratik yollarla, vatandaşı ikna ederek, kavga dövüş yapmayarak oturacağız anlatacağız, rakamları koyacağız önüne vatandaşın. Neden Türkiye bu hale geldi? 17 yıldır yönetiyorlar, 17 yıl! 17 yıldır yönetiyorsunuz, 17 yılın sonunda getiriyorsunuz devasa görkemli Milli Kurtuluş Savaşını vermiş Türkiye Cumhuriyeti Devletini Londra’daki bir avuç tefeciye teslim ediyorsunuz. Hepimizin düşünmesi lazım, kahvedeki vatandaşın da düşünmesi lazım, bu işin particiliği yoktur, bu işin vatanseverliği vardır, bayrak severliği vardır. Vatanımı, bayrağımı seviyorum, koskoca Milli Kurtuluş Savaşını vermiş, şehitler vermiş, gaziler vermiş bir ülkenin evladı olarak kendi ülkemi tefecilere teslim etmek istemem. Osmanlı da teslim olmuştu, Osmanlı’yı da teslim almışlardı. Bütün bu gerçekleri hepimizin bilmesi lazım.
Ve burada bir şey daha var. Bu yapı, teslim alınan bu yapı Türkiye’yi dış politikada da maceraya sürükledi. Suriye’de ne işimiz var, niye Suriye’nin işini karıştırdık? Suriye batağına girmemizi kim istedi, hangi egemen güçler Suriye batağına Türkiye’yi soktu? Bu soruyu sormak zorundayız. Çünkü Erdoğan dedi ki, ‘efendim dedi bizi yalnız bıraktılar.’ Bu laf çok ama çok önemlidir. Birisi senin sırtını sıvazladı Suriye’de şunları yap dedi, sonra döndü ben çekiliyorum dedi, ‘bizi yalnız bıraktılar...’ Kim sana gir dedi? Kim orada insan katliamlarına bir anlamda destek ol dedi? Sana ne Suriye’nin iç işinden, sana ne! Darmadağın ettiler Suriye’yi, 3,5 milyon Suriyeli burada.
Bakın tarihi bir gerçekten söz edeyim; unutuyor hafızalarımız, bazen toplum da unutuyor. İlk adım neydi? İlk adım şuydu, Suriye sınırındaki mayınlı araziyi temizleyip orayı yabancı bir gruba vermekti, yabancı bir devlete vermekti. Kaç yıllığına? 44 yıllığına. Kimdi o devlet? İsrail. Önce bakanlar kurulu kararı çıkardılar, bakanlar kurulu kararını Danıştay iptal etti. Yok dedi olmaz bu. Sonra meclisten kanun çıkardılar, biz hep beraber itiraz ettik, CHP itiraz etti, yapmayın etmeyin dedik, çıkardılar. Biz Anayasa Mahkemesine gittik, Anayasa Mahkemesi onu iptal etti. Sonra döndüler CHP var biz çözemiyoruz bu olayı... Sonra başka bir şey başlattılar, Esad üzerinden Suriye’de demokrasi yokmuş, orada insan hakkı ihlalleri varmış, biz oraya gireceğiz... Türkiye üzerinden silah soktular. Geldiğimiz noktaya bakın! Herkes dışarıda, zarar gören tek ülke var dışarıdakilerden Türkiye. İçerden de, yani kendi ülkelerinde de Suriye var. İki ülke, geçmişte komşu olan iki ülke, dost olan iki ülke, beraber spor karşılaşmaları yapan iki ülke, tatilini Türkiye’de geçiren bir yabancı ülkenin başkanı ve eşi, Bodrum’da beraber tatil yapılan, bir süre sonra birilerinin telkiniyle düşman ilan edilen…
Şimdi AK Partili kardeşlerim şunu düşünsünler; Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesine gitmeyip de o sınır boyu tamamen İsrail’e verilseydi bugün ne olurdu? Bizi hep geçmişte niye Anayasa Mahkemesine gidiyorsunuz diye suçlarlardı. Biz vatanımızı sevdiğimiz için, insanımızı sevdiğimiz için, ülkemizi sevdiğimiz için, çocuklarımızı sevdiğimiz için, doğamızı sevdiğimiz için gidiyoruz; birilerine kul, köle olmak için değil, birilerinin maşası olmak için değil. Onlar ateşi elle tutamıyorlar, sana görev veriyorlar git ateşi tut diye, sonra hepsi köşelerine çekiliyor, Türkiye bütün acılarıyla baş başa kalıyor. AK Partili kardeşimin bunu düşünmesi lazım. Türkiye neden bu tuzağa düşürüldü? Diyorum ya Türkiye yönetilmiyor, Türkiye savruluyor. Yönetim yok Türkiye’de. Nasıl bir yönetim var Türkiye’de? Bütün bunlara rağmen aldık bütün yetkileri bir adama verdik, bir kişiye verdik bütün yetkileri. Türkiye uçacaktı, Türkiye önemli kazançlar elde edecekti, ekonomide, eğitimde, hayatın her alanında Türkiye dünyaya meydan okuyacaktı. Ortadoğu’nun kabile şeyhleri bize meydan okumaya başladı! Geldiğimiz tablo budur. Bu tabloyu özellikle AK Partiye oy veren kardeşlerimin bilmesini istiyorum, onların görmesini istiyorum, Suriye’yle niye kavga ediyoruz, hangi gerekçeyle kavga ediyoruz?
Önümüzdeki süreçte bir Uluslararası Suriye Konferansı düzenliyoruz. Oldukça fazla ilgi var. Biz Suriye sorununun hukuk içinde ve Suriye’nin bütünlüğü korunarak çözülmesini istiyoruz. Egemen güçlerin Suriye’den çıkmasını istiyoruz. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı kurmasını istiyoruz. Kardeşlik istiyoruz bu bölgede. Kürtler orada da var, burada da var, Türkmenler orada da var, burada da var, Ezdiler orada da var, burada da var. Akrabalık ilişkilerimiz var, akrabayız biz, niye kavga ediyoruz, niye birbirimizi öldürüyoruz? Onlar bize silah satsınlar diye. Niye bu oyuna geliyoruz, hangi gerekçeyle bu oyuna geliyoruz? Hepimizin oturup düşünmesi lazım, özellikle AK Partiye oy veren kardeşlerimin oturup yeniden düşünmeleri lazım. Vatanseverlik başka bir şeydir, vatanseverlik birilerinin ya da rakiplerinin ensesinde boza pişirmek değildir. Vatanseverlik iktidarı ve Türkiye’yi bir terör örgütüne teslim etmek değildir. Milli İstihbaratından tutun Genelkurmayına kadar bütün alanlar neredeyse terör örgütüne açıldı, sonra o da darbe yapmaya kalktı ve başka felaketler çıktı karşımıza.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunların üzerinde hepimizin düşünmesi lazım. Dış politikada gelmiş duvara dayanmış durumdayız. Türkiye’nin bir dış politikası yok. Türkiye’nin dış politikasını Amerika ve Rusya belirliyor. Pinpon topu gibi devleti yöneten kişi de bir Amerika’ya, bir Rusya’ya ne olursun şöyle yapalım, ne olursun böyle yapalım, aman şunu şöyle yapalım, aman bunu böyle yapalım. Esad’da diyor ki, “ben ülkemde terörist istemiyorum, çıkın kardeşim, topraklarımdan çıkın.” Esad’la otur konuş diyoruz, sen de Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyorsun, biz de savunuyoruz, o da savunuyor, asıl aktörle konuşacaksın. Hayır ben Rusya’yla konuşacağım, hayır ben Amerika’yla konuşacağım. O ülkeler kendi ülkelerinin çıkarlarını isterler. Her ülke kendi ülkesinin çıkarını savunur, bundan da bihaberler.
Yani özetle; Türkiye yönetilmiyor, Türkiye gerçekten de savruluyor hepimizin gözleri önünde. Ama hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın, hiç kimsenin umutsuzluğa kapılma hakkı yoktur. Niçin? Çünkü bu ülkede Cumhuriyet Halk Partisi vardır; tarihin derinliklerindeki bütün sorunları bilen, o dönemlerde yaşanan bütün sorunları çözen, geleceği iyi okuyan ve Türkiye’nin parlak geleceğini çizecek olan da Cumhuriyet Halk Partisidir. Çünkü Cumhuriyet Halk Partililer kişisel çıkar peşinde koşmazlar, ülkenin çıkarlarını savunurlar, bölgenin çıkarlarını savunurlar, barışı savunurlar, huzuru savunurlar, savaşı değil, barışı savunurlar, barıştan yana, herkesi kazanmaktan yana politika güderler, bir ülkeye teslim olmazlar.
Ekonomiyi götürdüler tamamen Rusya’ya teslim ettiler. Doğalgazda teslim, enerjide yüzde 60-70’lere varan bir bağımlılığımız var Rusya’ya. Rusya komşumuz, elbette ticari ilişkilerimiz olacak, ama Rusya’yla yarın aramız bozulduğunda başımıza hangi felaketlerin geleceğini acaba bunlar biliyorlar mı, düşündüler mi? Devlet adamlığı farklı bir şeydir. Önümüzdeki 50 yılı, 100 yılı kafanızda hala projelendirmemişseniz siz Türkiye’nin geleceği konusunda sağlıklı projeler üretemezsiniz. Bölgenizin sorunlarını hala bilmiyorsanız, birilerinin talimatıyla bölgeye müdahale ediyorsanız, maşa olarak kullanıldığınızın farkında olmuyorsanız siz Türkiye’yi yönetemezsiniz. O nedenle Türkiye savruluyor, o nedenle birlikte mücadele etmek zorundayız. İdlib’de şu anda sıkıştık, yalvarıyoruz Rusya’ya aman müdahale et, yalvarıyoruz Amerika’ya aman müdahale et. Askerlerimizin güvenliğini kim sağlıyor? Rusya sağlıyor. Esad’da diyor ki, ben kendi ülkemde terörist istemiyorum kardeşim. Sen bana Astana’da söz verdin bu teröristlerin elinden silahları alacaktın, al kardeşim. Alamıyorum, vermiyor. Niye söz verdin, hangi gerekçeyle söz verdin? Teröristler nereye gidecek? Orada 3,5 milyon Suriyeli var, Türkiye’de de 3,5 milyon Suriyeli var. Onlar gelip kapıya dayanacaklar. Teröriste güvenip dış politika belirlersen, o terörist gün gelir senin posterini yakar, tıpkı geçmiş aydaydı galiba değil mi sınırdaki bir olayda kalktılar Erdoğan’ın fotoğraflarını yaktılar, düne kadar destek veriyordu. Güveneceğiniz devletin kurumları olmalı, halkın seçtiği kişiler olmalı. Eğer terör örgütlerine güvenip de yola çıkarsanız, onlar gelir bıçaklarıyla, silahlarıyla, sopalarıyla önce sizi arkadan vururlar tıpkı geçen aylarda yaşadığımız olaylar gibi.
Değerli arkadaşlarım, Doğu Akdeniz’de de Türkiye çok zor durumda. Bu da çok önemli, bunu da anlatmalıyız her yerde. Doğu Akdeniz’de, Akdeniz’e sınırı olan iki büyük devlet var, yani uzun sınırı olan, Mısır ve Türkiye. Türkiye’nin Mısır’la barışması lazım, her seferinde söylüyorum, her seferinde diyorlar ki, Kılıçdaroğlu darbecileri destekliyor. Hayır kardeşim, ben demokrasiyi savunuyorum, ama kendi ülkemin çıkarları her şeyin üstündedir. Bu milletin çıkarları her şeyin üstündedir. Doğu Akdeniz’de iki güçlü devlet var Türkiye ve Mısır. Türkiye ve Mısır el ele verirse Doğu Akdeniz’deki bütün sorunları çözerler. Ama şimdi biz Mısır’ı düşman ilan ettik.
Bakın değerli arkadaşlarım, Doğu Akdeniz’de bir araya geldiler, Gaz Forumu, Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır; olmayan tek ülke Türkiye. Türkiye Doğu Akdeniz’de yalnız dediğim zaman, vay efendim biz oraya gemi gönderdik. Ben de gemi gönderdiğini biliyorum, buna itiraz etmiyorum ki. Benim itirazım uluslararası arenada yalnız kalmana. Ne yapacaksın yarın, elin kolun bağlı, ne yapacaksın yarın? Devleti yönetenler, bırakın 50 yıl sonrasını 3 gün sonrasını dahi düşünecek kapasitede değiller, günlük olaylara teslim olmuş vaziyetteler. Ama biz bu ülkeyi aydınlığa çıkarmaya kararlıyız ve çıkaracağız. Birlikte çıkaracağız, kavga etmeden çıkaracağız, gürültü koparmadan çıkaracağız, doğruları millete anlatarak çıkaracağız. Kahve kahve dolaşarak, meydan meydan dolaşarak çıkaracağız. Bu ülke sahipsiz bir ülke değildir. Bu ülkenin sahipleri vardır. Sahibi sarayda oturan bir avuç kişi değildir. Sahibi 82 milyondur, biz 82 milyona güveniyoruz.
Hepinize teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarım.
24.11.2024
24.11.2024
24.11.2024
24.11.2024