24.11.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “ÖĞRETMENLER GÜNÜ BULUŞMASI”NDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN “ÖĞRETMENLER GÜNÜ BULUŞMASI”NDA YAPTIĞI KONUŞMA
(24 KASIM 2018)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Ankara'da düzenlenen Öğretmenler Günü Buluşması'nda yaptığı konuşma şöyle:


Efendim hepinize selamlar, saygılar sunuyorum. İçeri girerken polis arkadaşlar vardı, onların ellerini sıktım, “bugün öğretmenler günü, bugün öğretmenlerden söz edeceğim. Öğretmenlere nasıl bu ülkenin ihtiyaç duyduğunu onlara aktarmaya çalışacağım. Ve ayrıca bir dert küpü olan öğretmenlerin sorunlarını nasıl çözebiliriz, neler olmalı öğretmenlerin sorununu çözmek için, parlamento neler yapmalı bunları anlatmaya çalışacağım” dedim.
Değerli arkadaşlarım, eğitim size anlatılması gereken bir konu değil, çünkü siz bunun içindesiniz. Ama fırsat buldukça her ortamda eğitimin bir toplum için, bir kitle için, bir dünya için ne kadar önemli olduğunu hepimiz şu veya bu şekilde biliyoruz. Eğitilen toplumlar geleceği inşa ederler sağlıklı bir şekilde. Eğitilen toplumlarda büyüğe saygı ve sevgi vardır. Bir insan eğitildiği zaman büyüğüne saygı ve sevgiyi gösterir. Bir insan eğitildiği zaman, iyi bir eğitimden geçtiği zaman vatansever olur, yurtsever olur. Bir insan iyi bir eğitim gördüğü zaman ahlaklı olur, bir insan iyi bir eğitim gördüğü zaman kendisinin dışındaki sorunları yaşayan insanların sorunlarına eğilir. Bir insan kendi ülkesinin sorunlarını çözmek için bilgiye, birikime ve kapasiteye ancak eğitimle sahip olabilir. Eğitimin olmadığı, eğitimin güçlenmediği, eğitim sorunlarının olduğu bir ülkenin büyüme şansı yoktur. Böyle lüksümüz hiçbir toplumda olmadığı gibi bizde de olmaması gerekir. Eğitime her türlü kaynağı ayırmalıyız. Eğitimin önündeki bütün engelleri kaldırmalıyız. Eğer Türkiye çağdaş uygarlığı yakalayacaksa bunu ancak ve ancak eğitimle yakalar. Eğitimin dışında sizin çağdaş uygarlığı yakalama şansınız yoktur. Bu açıdan eğitim bütün kitleler için, bütün dünya ulusları için temel noktadır.
Bakın, Finlandiya örneğini vereyim size. Finlandiya bir dönem kişi başına geliri Avrupa’da en düşük olan ülkeydi. Oturuyorlar iktidarı ve muhalefeti, bütün Avrupa’da kişi başına gelir artarken Finlandiya’da neden artmıyor, sebebi nedir araştırıyorlar ve bunun sebebini eğitimin kalitesizliğinde buluyorlar. Sonra oturuyorlar hep birlikte eğitimde reformu nasıl yapacağız diyorlar ve eğitimde reform yapıyorlar. Ve bugün Finlandiya kişi başına gelirde Avrupa’nın en iyi ülkelerinden birisi haline geliyor üstelik en kısa sürede. Biz muhalefet partisi olmamıza karşın Finlandiya’da bu eğitim reformunu gerçekleştiren bakan yardımcısını Türkiye’ye davet ettik. Eğitimin bütün bileşenlerini de davet ettik hiçbir ayrım yapmadan. Buyurun gelin eğitimde reformu nasıl yapabiliriz bunu oturalım konuşalım. Geldi ve anlattı, üzülerek ifade edeyim, eğitimde reforma karşı olan bir bakanlık var adı Milli Eğitim Bakanlığı. Milli değil bir sefer ve reforma karşı. Neden diyeceksiniz ki Milli Eğitim Bakanlığı reforma karşı? En basit örneğini vereyim, hepinizin ve hepimizin yaşadığı bir gerçeği vereyim. 4+4+4 uygulaması geldi. Kalkınma planında var mı? Yok. Milli Eğitim Bakanlığının gündeminde var mı? Yok. Bakanlar kurulunda görüşüldü mü? Yok. TBMM’de görüşüldü mü? Yok. 5 milletvekili bir kanun teklifi verdi, 5 milletvekilinden hiçbirisi eğitimci değil. Ve bunu eğitimde reform yapıyoruz diye topluma sundular. Eğitimin bugün içinde bulunduğu tablonun temel sorumlusu o 5 milletvekilidir bunu sakın unutmayın. Eğitim ciddi bir iştir. Bir geleceği inşa etme işidir eğitim. Siz geleceğinizi sağlıklı inşa edebilirseniz dünyada söz sahibi olabilirsiniz. Bir ülkeyi geri bıraktırmak için o ülkeyi işgal etmemize gerek yok. Bir ülkeyi geri bıraktırmak için yapacağınız tek şey var, eğitim sistemini bozduğunuz andan itibaren o ülke zaten geriye doğru gider. Bugün Türkiye’de sağlıklı bir eğitim sistemi yok. Bakana göre eğitim politikası olur mu? Kişiye göre eğitim politikası olur mu? Hepimizin çocukları okuyacak ve bütün anne ve babalar çocuklarının iyi bir eğitim almasını istiyorlar, nitelikli bir eğitim almasını istiyorlar. İyi öğretmenler olmasını istiyorlar, çocuklarının da iyi öğretmenler tarafından eğitilmesini istiyorlar. Bugün Türkiye’de hiçbir anne ve baba, bakın istisnasız demiyorum hiçbir anne ve baba çocuğunun eğitiminden memnun değil. Londra’ya gitmiştim, oradaki Türklerle de oturup konuştuk, “buradaki okulların tamamında Türk öğrenciler var, yer kalmadı” diyorlar. Her eğitim düzeyinde çok sayıda anne, baba çocuğunu - tabi imkanları olanlar -  Londra’ya eğitime gönderiyorlar. Peki yoksul aileler ne yapacak? Peki Türkiye’de olanlar ne yapacak? Peki bunların geleceği ne olacak? Bizim çocuklarımıza karşı sorumluluğumuz yok mu? Siyaset kurumu eğitimi tepeden tırnağa bozmuştur. Bunun düzeltilmesi için birlikte mücadele etmek zorundayız. Bu mücadeleyi yapacak olanların başında öğretmenler gelir, öğretmenlerin böyle bir temel sorumluluğu vardır, kime karşı? Ülkesine ve o ülkeyi inşa edecek olan çocuklarımıza karşı. O açıdan öğretmeni biz toplumu aydınlatan birey olarak tanımlıyorsak temel nedeni budur. Öğretmen elinde bir meşale toplumu aydınlatır ve toplumun önderidir, toplumun lideridir öğretmen. Çünkü bulunduğu ortamda ilk başvurulan kişi öğretmendir. Toplumu eğitir öğretmen, bireyi eğitmenin dışında. Öğretmenin üstlendiği görev bütün toplumun saygı duyması gereken bir görevdir. O nedenle öğretmen toplumun en saygın kişisi olmak durumundadır. Öğretmeni saygın kılarsanız o ülkenin saygınlığı artar. Eğer bir öğretmeni saygın kılmazsanız, eğer bir öğretmeni toplumda olduğu yere oturtamazsanız yani öğretmeni toplumda iyi bir katmana oturtamazsanız Türkiye’nin geleceğini sağlıklı inşa edemezsiniz. O açıdan eğitim ve öğretmen ayrılmaz iki sözcüktür. Bir yerde öğretmen varsa orada eğitim de vardır. Öğretmen iyiyse eğitim de iyidir. Öğretmen eğer gerçekten bozuk bir eğitim sistemi içerisinde bir şeyler yapmaya çabalıyorsa, bireysel çabaların geniş kitleleri ayağa kaldırma şansı çok azdır. Kitlesel bir çabanın, birlikte bir çabanın, birlikte bir mücadelenin sonuçlarını elde ettiğimiz zaman toplumumuzu büyütmüş oluruz ve geliştirmiş oluruz.
Değerli arkadaşlarım, eğitimin temeli aslında meraktır. Çünkü insanın doğasında merak vardır. Çocuk dillendiği andan itibaren soru sormaya başlar bu nedir diye. Bazen anne ve babalar yeter artık sorma diye çocuğu azarlarlar. Ama merak duygusunu güçlendiren ve soru sorma yeteneğini artıran temel kurum eğitimdir. Eğitimle biz çocuklarımızın daha fazla soru sormalarını istemek durumundayız. Eğitimin temel özelliği budur. Çocuk ne kadar çok ve ne kadar nitelikli merak ve soru sorarsa bir toplum o kadar hızlı büyür ve o kadar hızlı gelişir. Tipik örneğini hep veririm, dünya kurulalı elma hep yere düşmüştür, ama yerçekimi kuvvetini basit bir soruyu soran bir bilim insanı bulmuştur. “Neden bu elma yere düşüyor da yukarıya doğru gitmiyor?” ve yerçekimi kuvvetini buluyor, yerçekimi kuvveti kanununu keşfediyor. Demek ki merakımızla beraber soru sormayı kapasite olarak artırmak, nitelik olarak artırmak eğitimin temel unsurlarından, felsefelerinden birisidir. Soru soracak çocuk. İnsanlar soru sordukları için asla ve asla suçlanmamalılar. Soru sorma kapasitemizi ve niteliğimizi artırdığımız ölçüde bilimsel gelişmelerin tümüne imza atar insanoğlu. O açıdan eğitim bir toplumu yücelten, bir toplumu büyüten, bir toplumu saygın kılan temel unsurdur derken bizden daha nitelikli sorular sorup, daha nitelikli ürünler elde etmenin yolu eğitimden ve öğretmenden geçmektedir. Bunu eğer biz hala keşfedemediysek, Milli Eğitim Bakanlığı hala bunu keşfedemediyse bu ülkenin geleceği pek parlak değildir. Biz mücadelemizi ülkenin geleceği parlak olsun diye veriyoruz. Öğretmenleri yüceltmemizin, onları saygın kılmamızın temelinde bu unsur yatmaktadır, bu düşünce yatmaktadır. Öğretmeni el üstünde tutmalıyız ve onu yüceltmeliyiz. Onun önündeki bütün engelleri kaldırmalıyız. Öğretmen bütün gücünü eğitime, bütün gücünü çocuklarımıza vermeli ve onları yetiştirmelidir.
Eğitim, merak, soru sorma diyoruz. Bütün bunların getirdiği bir şey daha var. Eğitimin yaşı yoktur. O nedenle yaşam boyu eğitimden söz ederiz. Niçin? Bugün öğrendiğimiz bilgi fazla değil 10 yıl sonra eskimiş olabilir. Dünyada bilimsel gelişmeler o kadar hızlı ki, şöyle bir örnek vereyim, tekerleğin keşfi 3 milyon yılda, ama bugün her sanayide birden fazla buluş var. Eğer biz eğitimle bütün bu gelişmeleri yakalayamazsak, gelişmiş ülkelerin yani eğitimi iyi olan ülkelerin ürettiği ürünleri tüketen bir toplum haline geliriz. O zaman üretici değil tüketici bir toplum oluruz. Eğitimi başarabilirsek, iyi bir noktaya çekebilirsek hem üreten, hem tüketen, hem dünyaya ürettiği ürünleri satan bir ülke konumuna gelmiş oluruz.
OECD verileri var son yayınlanan şöyle diyor, bugünün çocuklarının yüzde 65’i çalışma yaşına geldiklerinde günümüzde henüz alanı tamamlanmamış yeni iş alanlarında çalışacaklardır diyor. Bugün eğitim yaşındaki çocuklarımızın yüzde 65’i çalışma yaşına geldiklerinde yeni alanlar çıkmış olacak ve eğitim gördükleri alanın tamamen dışında başka alanlarda çalışmış olacaklardır. O nedenle bilimsel gelişme, eğitim artı yaşam boyu eğitim önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Deniyor ki, sık sık zamanın ruhu diye bir kavramdan söz ederiz zamanın ruhu, aslında eğitim bütün zamanların ruhudur. Dünyanın kuruluşundan bugüne kadar eğitim bütün zamanların ruhudur. Eğitilen toplumlar, eğitimi gelişmiş olan toplumlar dünyanın her zaman dominant ülkeleri olarak öne çıkmışlardır, güçlü ülkeleri olarak öne çıkmışlardır. Ama henüz üzülerek ifade edeyim iktidar olanlar bunun farkında bile değiller. Gerçekçiliği yakaladığımız zaman, dünyadaki gelişmeleri, olayları yakından izleyip onları irdelediğimiz ve sorguladığımız zaman biz eğitimde başarıyı yakalamış olacağız. Bu önemli bir noktadır değerli arkadaşlarım.
Atatürk, eğitime en büyük önemi veren dünya liderlerinden birisidir Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 25 Ağustos 1924’te savaştığı meydanda savaşı bırakıp Ankara’da öğretmenlerin toplantısına katılandır Gazi Mustafa Kemal Atatürk. 25 Ağustos 1924’te Muallimler Birliği Kongresi vardır o kongrede şu konuşmayı yapar. Şu bölümü, kısa bir cümleyi okumak istiyorum. Şunu söyler, öğretmenlere söyler, “Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister”. Fikri hür nesiller, ihtiyaç duyuyoruz. Vicdanı hür nesiller, ihtiyaç duyuyoruz. İrfanı, vicdanı ve fikri hür nesiller. Aslında bu nedir biliyor musunuz? İnsan olmanın gereğini anlatıyor. Çünkü bir insanda vicdan olur, bir insanda fikir olur ve bir insanda irfan olur. İnsanı anlatıyor aslında Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Bu insanı kazanmanın yolu eğitimden geçiyor. Bir insan irfanı hür nasıl olacak? Eğitimle. Fikri hür nasıl olacak? Eğitimle. Vicdanı hür nasıl olacak? Eğitimle. Ne diyor anayasa hakimler için? “Hukukun üstünlüğü ve vicdanına göre karar verir” diyor. Vicdanı hür değilse orada adalet yoktur. O açıdan eğitim dediğimiz kavramın önemini biz belki biliyoruz, çocuklarımıza öğretmeliyiz, toplumun her kesimine öğretmeliyiz. Soru soran çocuğumuzu asla bu soruyu niye sordun diye onu azarlamamalıyız. Bırakalım istediği soruyu sorsun, dünyayı yargılasınlar. Bilim, bilim dediğiniz zaman budur. Daha keşfedilmemiş kim bilir evrende neler var. Amerikalıların Mars’a gönderdikleri ilk aracın adı ne biliyor musunuz? Merak. Ne var orada? Eğer merak duygusunu eğitimle güçlendiremezseniz sonuç alamazsınız. Bunu da en iyi öğretmenler bilir.
Değerli arkadaşlarım, eğitimin önemi sadece bugün ortaya çıkmış değil, 21.yüzyılda ortaya çıkmış değil aslında. İnsanlığın varlığıyla beraber eğitimin önemi ortaya çıkmıştır. Hani bir Çin bilgesi diyor ya, “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ekeceksin. 20 yıl, 30 yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dikeceksin. Ama 100 yıl sonrasını düşünüyorsan halkı eğiteceksin.” Ne zaman söylüyor bunu? Bin yıl önce söylüyor bunu. Ondan önce de dediğim gibi insanlığın varlığından itibaren merak duygusu vardır ve o merak duygusunu karşılama, o soruyu sorma gücü vardır insanın doğasında.
Değerli arkadaşlarım, bunlar güzel laflar. Gelelim Türkiye’ye, nedir öğretmenlerimizin durumu? Bugün Öğretmenler Günü eminim bütün siyasetçiler güzel laflar edeceklerdir öğretmenimiz şöyledir, öğretmenimiz böyledir, öğretmenimiz başımızın tacıdır, öğretmenimi çok seviyorum. Bunları ben bir tarafa bırakıyorum, bunlar büyük ölçüde palavra laflar, yani günü kurtarma laflarıdır. Bunları bir tarafa bırakıyorum. Gerçek nedir? Gerçeği görmemiz lazım ve gerçeği gördüğümüz zaman da korkmamamız lazım. Gerçeği görüp var olan sorunu, yaşadığımız sorunları çözme konusunda irade ortaya koymamız lazım. Aksi halde öğretmen çok iyidir, evet güzel. Öğretmen çok değerlidir, evet. Öğretmenlerin ellerini öperiz, evet. Bizi yetiştiren öğretmene saygı duyarız, evet. Burada zaten bir sorunumuz yok ki. Eğitim-İş’in yaptığı bir çalışma var, bugün gazetelerde de var. Öğretmenlerin yüzde 75.85’i maaşının düşük olması nedeniyle toplumdaki saygınlığının zedelendiğini düşünüyor. Doğru. Yine aynı şekilde 75.57’si devlet okullarında eğitim niteliğinin düştüğünü gösteriyor. Doğru. Sadece öğretmenler görmüyor, bütün anneler, babalar çocuğunu okula gönderen her anne, baba bunu zaten görüyor. Öğretmenlerin yüzde 70’i okul yöneticisi olmak için mutlaka bir torpil gerekiyor, onu düşünüyor. Çünkü devlette liyakat sistemini çökerttiler. Liyakat sistemi olmazsa devlet çöker. Torpille müdür mü olunur? Bilgiyle müdür olunur, kıdemle müdür olunur, birikimle müdür olunur, deneyimle müdür olunur, torpili yapalım gelip müdür olarak oturalım. Olmaz. Eğitimin E harfini bozuyorsunuz liyakati kaldırdığınız zaman. Eğitime öğretmenler değil de dernekler, vakıflar, cemaatler, şunlar bunlar yön vermeye çalışıyor. Bundan rahatsız öğretmenler. Öğretmenin yeteneğimi yok, kapasitesi mi yok? Siz başka unsurları eğitimin içine bilinçli olarak sokuyorsunuz. Öğretmenlerin yüzde 22.36’sı geçinemiyorum ek iş yapıyorum diyor. Öğretmenlerin yüzde 37’si bir yıldır sinemaya gitmiyorum diyor. Yüzde 53’ü de bir yıldır tiyatroya gitmiyorum diyor. Yine iyi bir rakam bu maaşla. Öğretmenlerin yüzde 58’i her ay bir kitap alamıyorum diyor. Gerçeğimiz budur değerli arkadaşlar.
Peki ne yapmalıyız? Öyle ya bütün bu sorunları gördük, aslında daha çok sayıda sorun var ama bütün bu soruları öğretmen arkadaşlarım, öğretmen kardeşlerim gayet iyi biliyorlar ve zaten sorunların içinde yaşıyorlar. Ne yapmalıyız, öğretmeni toplumda saygın kılmak için ne yapmalıyız? Öğretmenin bütün emeğini, bütün gücünü, bütün bilgisini ve birikimini çocuklarımıza vermesi için ne yapmalıyız?
Sayıyorum bir, Öğretmenler Meslek Kanunu çıkarmalıyız. Ne demek öğretmenler meslek kanunu? Bir devlet memurları kanunu var, devlet memurları orada var. Ama orada bir istisna var hakimler ve savcılar orada yoktur. Niçin? Onların pozisyonu ayrıdır. Pozisyonu ayrı olması gereken ikinci hakimlerden de daha önemli olan bir grup vardır o da öğretmenler. Öğretmenler meslek kanunu çıkarılmalıdır. Diğer devlet memurlarından ayrılmalıdır öğretmenler. Onların bilgileri, birikimleri ve görevleri bunu zorunlu kılıyor. Öğretmenler Meslek Kanunu çıkmalı. Bunu dillendirdik, yetmedi bunu ayrıca bir yasa metnine dönüştürdük, yetmedi hazırladığımız metni bütün öğretmen kuruluşlarına, eğitimin bütün taraflarına gönderdik olur ya bir eksiğimiz vardır, olur ya bir yerde yanlış bir maddeyi kaleme almışızdır buyurun beyler görüşlerinizi ifade edin dedik ve geldi. Şimdi onu parlamentoya sevk ediyoruz. Yani kanun teklifi olarak milletvekili arkadaşlarımız Öğretmenler Meslek Kanununu verecekler. Öğretmenler Meslek Kanunu olması bir öğretmeni toplumda farklı kılacak, daha saygın kılacak. Mesleğinin farklılığı toplumun her kesimine bir şekliyle anlatılmış olacak.
İki, hiçbir öğretmen yoksulluk sınırının altında aylık almamalıdır. Türk-İş belirliyor yoksulluk sınırını, 4 kişilik bir ailede yoksulluk sınırı 6 bin küsur lira. Eğer bir öğretmeni siz yoksulluğa mahkum ederseniz olmaz. Öğretmen, bir ülkenin geleceğini inşa ediyor. Öğretmen çocuklarımızı yetiştiriyor. Nasıl olur da öğretmeni siz yoksulluğa mahkum edersiniz? Bir toplum fedakarlık konusunda ortak bir paydayı nasıl bayrak konusunda, nasıl vatan konusunda yapıyorsa öğretmenler konusunda yapmak zorundadır ortak paydayı. Yani öğretmen yoksulluk sınırının altında aylık almamalıdır ve dolayısıyla öğretmen bütün emeğini, bütün gücünü çocuklarına vermelidir. Eğer bir öğretmen aybaşını nasıl getireceğim diye düşünüyorsa, ya bugün bir sürü soru çıktı ama o sorularla mı uğraşacağım, çocuklarla mı uğraşacağım, eve akşam gideceğim evde doğru dürüst yemek yok, nasıl geçineceğiz diye düşünüyorsa emeğini ve gücünü çocuğa yeteri kadar veremez. Oysa biz öğretmenden neyi bekliyoruz? Emeğini, gücünü, bilgisini ve birikimini bizim çocuklarımıza versin, onları iyi birer vatandaş olarak yetiştirsin. Nasıl olacak bu? Onun geçim derdi olmayacak. Geçim derdi olduğu andan itibaren bilgisini, birikimini, enerjisini bizim çocuklarımıza veremez. Çünkü o da bir insan, onunda geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi, yetiştirmek zorunda olduğu çocukları var ve çevresi var. O çevre öğretmene farklı bir kimlik kazandırıyor.
Öğretmenler çalışırken diyelim iyi aylık aldılar, emekli olduklarında maaşları düşüyor. Üstelik ciddi, yüzde 50’ye yakın düşüş var. Düşünün bir insan ayda 1000 lirayla geçinirken emekli olduğunda eline 500 lira geçiyor. Hayat standardında yüzde yüzlük bir düşüş. Bir topluma, bir aileye ya da bir kişiye verilen en ağır cezalardan birisidir. Bir hayat standardı yakalamışsınız ve emekli olduğunuzda o hayat standardının altına düşüyorsunuz. O nedenle biz öğretmenlere 3 bin 600 ek gösterge verilmelidir diyoruz. 3 bin 600 ek gösterge verilmelidir ki aldığı aylıkla emekli aylığı arasında yüzde yüze varan bir farklılık ortaya çıkmasın. Öğretmen bunu hak eder mi? Elbette hak eder. Çünkü öğretmen Türkiye’nin geleceğidir, Türkiye’nin geleceğini inşa eden kişidir. Diğer kamu görevlileri gibi değildir öğretmen. Öğretmenin üzerine bütün dünya ülkelerinin titremesinin temel nedeni de budur. İyi yetişmiş bir öğretmen, bilgili bir öğretmen, birikimli bir öğretmen, deneyimli bir öğretmen her ülkenin kapmak için mücadele ettiği bir kişidir.
24 Kasım Öğretmenler Günü, birer maaş ikramiye verilebilir. Öyle devletin bütçesinde büyük rakamlar, efendim para yok falan filan yok arkadaşlar. Yok öyle bir şey. Devlette 12 yılını Maliye Bakanlığında geçirmiş bir kişi olarak söylüyorum, bütçe nasıl yapılır, vergi nasıl toplanır, para nasıl harcanır, hayatım bunlarla geçti. Öğretmenlere yılda bir maaş ikramiye ne olacak? 24 Kasım Öğretmenler Gününde bir maaş ikramiye. Toplumun hangi kesimi itiraz eder buna bana bir kişi çıksın söylesin. Toplumda 81 milyon kişiden bir kişi çıksın hayır öğretmenlere bir maaş ikramiye vermeyelim diyemez, kimse demez. Toplumun ortak talebidir bu. Toplumun ortak talebini karşılamak da zaten siyasetçilerin görevidir. Öğretmene gelince para yok ama birilerine para var. Milyonlar akıyor bir yerlere niye öğretmene yok? Niye öğretmene vermiyoruz, hangi gerekçeyle vermiyoruz öğretmene? Onu onore etmek siyaset kurumunun görevlerinden birisi değil midir?
Genç bir öğretmen arkadaşımız çıktı ve konuştu, ücretli öğretmen değil mi? Asgari ücretin yarısını alan öğretmen, sözleşmeli öğretmen. Bir başka ayıpla karşı karşıyayız aslında toplum olarak. Toplumun yeteri kadar daha öğrenemediği, daha bilmediği, öğretmen deyince herkesi kadrolu, aylığını alan öğretmen olarak tanımlıyor, öyle görüyor toplum. Sözleşmeli öğretmen var, ücretli öğretmen var. Böyle bir rezalet olamaz, gerçekten olamaz böyle bir rezalet. Öğretmen öğretmendir. Çocuğumuza zamanını ayırıyor, bilgisini, birikimini aktarıyor. Öğretmenlik sıradan bir meslek değildir, kolay bir meslek değildir öğretmenlik. Özel bir yetenek gerektirir öğretmenlik mesleği, özel bir eğitim gerektirir. Veriyorsunuz sözleşmeli öğretmen. Ne kadar? Asgari ücretin yarısı kadar veya ücretli öğretmen. Niçin hepsi kadrolu değil, neden kadrolu değil? Bu ayıptan da Türkiye’nin kurtulması lazım.
Başka bir şey, öğretmen açığı var. Sayıştay’ın 2017 raporu yayınlandı, ne kadar biliyor musunuz öğretmen açığı? 153 bin 640 öğretmen açığı var. Dışarıda öğretmen olarak atama bekleyen yüzbinlerce kişi var. Öğretmen açığı var öğretmen ataması yapmıyorsunuz. Niçin yapmıyorsunuz, hangi gerekçeyle yapmıyorsunuz? Efendim tasarruf. Her alanda tasarruf olur ama eğitim alanında tasarruf olmaz. Benim çocuğumun yetişmesi için tasarruf mu olur Allah aşkına? Sizin çocuklarınızın yetişmesi için tasarruf mu olur? Türkiye’nin geleceğini inşa etmek için tasarruf mu olur? Bakanın altından çek arabayı, olsun sana tasarruf. Uçan sarayı kes olsun sana tasarruf. Sarayın harcamalarını kes olsun sana tasarruf. Öğretmenin aylığından tasarruf mu arkadaşlar, eğitimden tasarruf mu olur?
Taşımalı eğitim. Bu da bir başka ayıp. Ne demek taşımalı eğitim? Nerede öğrenci varsa öğretmen de orada olacak. Hep söylerim öğretmenle öğrenciyi buluşturmak Ferhat ile Şirin’i buluşturmak gibidir. Bir öğretmenin en büyük arzusu öğrencileriyle yan yana gelmesidir, onları yetiştirmesidir, onlar yetişirken, onlar bilgi sahibi olurken öğretmen onlara açıkça söylemez ama o yetişmeden ötürü özel bir gurur duyar. Benim öğrencilerim der, ben yetiştirdim der. Dolayısıyla bu taşımalı eğitim uygulamasına da son verilmesi lazım.
Başka bir ayıp daha yaşıyoruz. Pek çok öğretmenin görevine son verildi 20 Temmuz darbesinden sonra. Tamam güzel gittiler mahkemeye beraat ettiler veya bunlar takipsizlik kararı verildi, hiç mahkemeye bile gitmeden takipsizlik kararı verildi. Normalde bunların görevlerine iade edilmesi lazım, iade edilmiyor niçin? İade edilmemesi o öğretmenin toplumda acaba bu suçlu muydu algısını yaratır. Bu bir öğretmene karşı yapılmış en büyük haksızlıktır. Öğretmen takipsizlik kararı verilmiş veya hakkında hiçbir soruşturma açılmamış. Almışsın açığa şimdi görevine iade etmen gerekir. Bir öğretmen kolay yetişmez. Bir öğretmen binlerce öğrenci demektir, eğitim demektir, dil demektir, bilgi demektir, birikim demektir, vicdan demektir, irfan demektir, bunlardır, öğretmen budur.
Sanki kamu okullarındaki bütün sorunları çözdük özel okullara yardım yapılıyor. Bu da başka bir garabet. Parası olan tamam çocuğunu özel okula göndersin ama fakir fukaranın çocuğu devlet okuluna gidiyor. Devlet okuluna yardım yapmıyorsun, özel okula yardım yapıyorsun niçin, hangi gerekçeyle? FETÖ’nün özel okulları vardı o dönemden başlayan bir uygulamadır. Ya arkadaş yardımı yapacaksan senin okul var, devletin okulu var, binlerce öğretmen var, onbinlerce öğretmen var, milyonlarca çocuğumuz var, yardım yapacaksan bunlara yap. Camı kırılıyor, sırası kırılıyor tamir edecek ya belediye başkanı bulacaklar veya bir tane çocuğu okulda okuyan işadamı bulacaklar. Niye yardım yapmıyorsunuz? Özel okula yardım, devlet okuluna gelince yardım değil. Bu mudur devlet politikası? Kapatın Milli Eğitim Bakanlığını o zaman. Kapatın, vallahi yetkiyi öğretmenlere verin eğitim sistemini çok daha güzel yaparlar ve yönetirler.
Bakın, 21.yüzyıldayız hala ikili eğitim var sabahçılar ve öğlenciler. 21.yüzyıldayız birleştirilmiş sınıflar var birinci, ikinci, üçüncü sınıflar aynı öğretmenden ders görüyorlar, 21.yüzyıldayız. 16 yıldır iktidardalar, ne yaptınız siz? Bana bir Allah’ın kulu çıkıp, 81 milyona sesleniyorum bir Allah’ın kulu çıkıp 16 yılda eğitimin şu sorununu çözdüler desin, ben de diyeyim ki ya şunu görmemişiz bari en azından şu sorunu çözmüşler. Tam tersine var olan sorunları artırdılar arkadaşlar, bırakın çözmeyi artırdılar.
Değerli arkadaşlarım, 2015 verilerine göre Türkiye genelinde ilkokul öğrencilerinin yüzde 50’si, ortaokul öğrencilerinin yüzde 40’ı, ortaöğretim öğrencilerinin yüzde 10’u ikili eğitimle ders görüyor. Yeni verileri açıklamıyorlar. Niye açıklamıyorsunuz? Çünkü ayıbı kimse görsün istemiyorlar.
Okul aile birliklerimiz var. Okul yönetimiyle, aile birlikleri beraber okulu yönetmeye çalışırlar. Okul Aile Birlikleri çok önemli. Okul aile birliklerine yasal statü vermemiz gerekiyor. Onlara yasal statü verelim ki, öğretmenle veli arasında sağlıklı ve güçlü bir bağ inşa edilsin. Okulun sorunlarını onlar daha ciddi, daha tutarlı ve yetkili olarak çözmeye talip olsunlar. Eksiklikleri süratle tamamlayabilsinler. Okul aile birliklerinin bu bağlamda yasal statüye kavuşturulması çok önemlidir.
Ve değerli arkadaşlarım, sözlerimi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir cümlesiyle bitirmek istiyorum. “Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da milleti esaret ve sefalete terk eder”. Evet, bu söz önemlidir.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum, Öğretmenler Gününüz kutlu olsun efendim.