09.09.2018

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN İL BAŞKANLARI TOPLANTISI AÇIŞ KONUŞMASI

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN İL BAŞKANLARI TOPLANTISI AÇIŞ KONUŞMASI (09 EYLÜL 2018)

CHP İl Başkanları Toplantısı Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında toplandı.
CHP Genel Merkezinde düzenlenen toplantının açış konuşmasını yapan Genel Başkan Kılıçdaroğlu şunları söyledi: Değerli arkadaşlarım, güzel bir gündeyiz.

95. yılı devirdik, önümüzde daha uzun yıllar var. Bizden sonraki kuşaklar da bizden önceki kuşakların verdiği mücadeleyi aynen yürütecekler, buna yürekten inanıyorum. Çünkü biz aydınlıktan yanayız, karanlıktan değil. Özgürlükten yanayız, baskıdan yana değil. Refahtan yanayız, birilerinin zengin olmasından yana değil. Rahmetli Ecevit’in dediği gibi ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzenden yanayız. O nedenle sadece biz değil, bizden öncekilerin verdiği mücadeleyi bizden sonraki kuşaklar da aynı şekilde verecekler.
Bugün 9 Eylül… Gazi Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak bastığında Çanakkale’de önsözünü yazdığı zaferin ilk adımını atıyordu. Kongrelerden sonra 9 Eylül ve Kurtuluş Savaşının son noktası, düşmanın denize döküldüğü tarih.
Ve 9 Eylül aynı zamanda bizim kuruluş yıldönümümüz ve biz bu güzel günde İl Başkanları, İlçe Başkanları, Kadın Kolları, Gençlik Kollarıyla birlikte bu güzel günü kutlayacağız, Türkiye’nin geçmişini ve geleceğini anacağız.
Değerli arkadaşlarım, 19 Mayıs’la başlayan ve 9 Eylül’le biten sürecin ana noktası siyasi bağımsızlığı elde etmekti. Bayrağımızın altında hep birlikte özgürce yaşamak... Ama 9 Eylül’den hemen sonra, 5 ay geçtikten sonra, artı daha henüz cumhuriyet ilan edilmeden önce, artı henüz Lozan Antlaşması imzalanmadan önce İzmir’de bir toplantı yapıldı: İzmir İktisat Kongresi. Çünkü Gazi Mustafa Kemal şunu çok iyi biliyordu, siyasi bağımsızlığı elde etmek ve bunu sürdürmenin en önemli ayağı ekonomik bağımsızlığı da elde etmekti. Ve burada yaptığı konuşmada şunu söylüyor İzmir İktisat Kongresinde: “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar iktisadi zaferler ile taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner.” O nedenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk ekonomik bağımsızlığa özel bir önem vermiştir. Lozan’dan önce, Cumhuriyetten önce, 9 Eylül’den hemen 5 ay sonra İzmir İktisat Kongresini toplamıştır.
9 Eylül aynı zamanda İzmir’in Kurtuluşu. Ankara’dan bütün İzmir’e, İzmirlilere yürekten selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz, sevgilerimizi gönderiyoruz. İzmir Türkiye’nin çağdaş dünyaya açılan kapısıdır. Hepimiz İzmir’le gurur duyarız. Onlar Milli Kurtuluş Savaşının son günlerini yaşadılar. Arkasından İzmir İktisat Kongresiyle ekonomik bağımsızlığı elde etmek içinde özel bir çaba harcadılar. Dolayısıyla İzmir’in Milli Kurtuluş Savaşı süreci içinde özel bir yeri var.
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN EN TEMEL NOKTALARINDA CHP’NİN İMZASI VARDIR
Ve değerli arkadaşlarım, hemen arkasından Cumhuriyet Halk Fırkası kurulur yine 9 Eylül’de. 16 Eylül 1924 aradan kısa bir süre geçmiştir ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk Trabzon’da şu konuşmayı yapar, Cumhuriyet Halk Partililere der ki, “Halk Fırkası memleket ve milletin her türlü dayanaktan mahrum bırakılarak felakete atıldığı uğursuz hengamede, bütün milleti kadrosu içine alarak kuvvet ve kudret yapan, harici düşmanlarını kovan, dahili düşmanlarını imha eden, halka hürriyet ve hakimiyet temin eden mukaddes bir cemiyettir. Halk Fırkası hiçbir safsataya iltifat etmeyerek Türk Cumhuriyetini kuran devrimci ruhun bütün memleketlerde karşılık bulmasıdır”.
Bu söylemin üç ana noktası var. Bu, bugün için de geçerlidir. “Bütün milleti kapsayan” sözünü, cümlesini kullanıyor Cumhuriyet Halk Partisi için, “bütün milleti kapsayan...” Yani adına “halk” denmesinin temel nedeni de budur. Halk Partisi… Herkesi kucaklayan, kimsenin kimliğine bakmadan, inancına bakmadan, yaşam tarzına bakmadan herkesi kucaklayan bir parti. İki, halka hürriyet ve hakimiyet temin eden, hürriyeti ve egemenliği temin eden parti. Yani “egemenlik bila kaydü şart milletindir” sözü geçerlidir burada. Arkasından Türkiye Cumhuriyetini kuran devrimci ruhtan söz eder. Evet, sadece bizim için değil, dünya siyaseti açısından da Milli Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyetinin bağımsızlığı önemli bir devrimci harekettir. Bütün dünyanın siyasal tarihi bunu bu kadar açık ve net çizer.
Şunu rahatlıkla her CHP’li söyleyebilir. Babalarımız da söyledi, dedelerimiz de söyledi, bizler de söyledik, bizden sonraki kuşaklar da söyleyecekler. Türkiye Cumhuriyetinin en temel noktalarında Cumhuriyet Halk Partisinin imzası vardır.
Birincisi şudur, Milli Kurtuluş Savaşını veren kadrolar cumhuriyeti kurmuşlardır. Nedir cumhuriyet? Egemenliğin saraydan alınıp halka verilmesi demektir yani cumhura vermişlerdir. Hani diyorlar ya “egemenlik milletindir, milletindir...” Evet milletindir. Ama bunu sağlayan kadrolar Cumhuriyet Halk Partisinin kadrolarıdır ve bizler aynı azim ve kararlılıkla bunun arkasında duruyoruz.
İkincisi çok partili hayat. Demokrasi için önemli bir adım atılmış. Ne zaman? 1947’de çok partili hayata geçilmiştir. Demokrasi konusunda da en önemli adımları atan kadrolar yine Cumhuriyet Halk Partili kadrolardır.
Üçüncüsü, bu ülkeye sosyal demokrasi anlayışını ve kültürünü getiren kadrolar da CHP’li kadrolardır. Refah devleti, gelirin hakça bölüşülmesi, emeğin ne kadar değerli olduğu, alın terine önem vermek. Bütün bunlar sosyal demokrasi kültürüyle beraber Türk siyasetinin temel unsuru olarak tarihte yerini almıştır.
Şimdi hep birlikte bir dördüncü devrime hazırlanmak zorundayız. Kaybolan demokrasiyi yeniden inşa etmek zorundayız. Çağdaş, çoğulcu, katılımcı demokrasiyi yeniden inşa etmek zorundayız.
“ÇAĞDAŞ, KATILIMCI VE UYGAR DEMOKRASİ” DEYİNCE NEYİ VAAT EDİYORUZ
Ne demek çağdaş demokrasi, katılımcı demokrasi, uygar demokrasi ne demektir, ne anlıyoruz bu demokrasiden ve bizler demokrasi deyince neyi vaat ediyoruz? Onları da madde madde sıralayayım.
Birincisi şu; düşünceyi ifade özgürlüğünü savunuyoruz. Herkes özgürce düşüncelerini ifade etmeli. Hiç kimse düşüncelerinden ötürü hapse atılmamalı. Eğer demokrasiyi savunuyorsak bizimle farklı düşünen kişilerin düşüncelerine saygı duymalıyız ve onlar da düşüncelerini açıkça ifade etmeliler. Yeter mi? Hayır. Örgütlenme özgürlüğüne saygı duymalıyız. İşçisi, memuru, emeklisi, çiftçisi herkes örgütlenebilmeli. Eğer demokrasi diyorsak örgütlenme özgürlüğünün önündeki bütün duvarları kaldırmalıyız. Yeter mi? Hayır. Medya özgürlüğünü sağlamalıyız. Bir kişinin, bir kurumun veya sarayın tekelinde olan değil, özgürce halkın gözü, kulağı ve sesi olan bir medya özgürlüğünü sağlamalıyız. Yeter mi? Hayır. Devletler asgari üç ayak üzerine sağlıklı otururlar. Yasama, yargı ve yürütme, üçlü sacayağı. Çağdaş demokrasilerde bir dördüncü ayak daha var o da medya. Tek ayaklı bir düzendeyiz şu anda. O nedenle sürekli gidip geliyoruz. Biz demokrasiyi savunuyorsak, çağdaş demokrasiyi, katılımcı demokrasiyi savunuyorsak bunu da sağlamak zorundayız. Güçler ayrılığı ilkesini Türkiye’ye getirmek zorundayız. Yeter mi? Hayır. Devlet dediğiniz bir kurum var. Zulmeden devlet değil, baskı kuran devlet değil, terör estiren devlet değil, halkın hizmetinde olan bir devlet anlayışını getirmek zorundayız. Bu olmadığı takdirde demokrasi sakat kalır. Yeter mi? Hayır. Yargının bağımsız olması lazım. Hiçbir kişiye, zümreye, sınıfa ve aileye imtiyaz tanınamaz, yargı önünde herkes eşittir. İster sarayda sultan olsun, ister işsiz gariban olsun. Yargının herkese eşit adalet dağıtması lazım. Bunu savunacağız. Yeter mi? Hayır. Kesinlikle hukuk sistemimizi darbe hukukundan arındıracağız. Yeter mi? Hayır. Devlet dediğiniz kurum baskı kurmayacak, ama devlet dediğiniz kurum aynı zamanda vatandaşa hesap verecek. Nasıl hesap verecek? Hepimiz vergi ödüyoruz, 81 milyon vatandaş vergi ödüyor. Nerelere vergiyi harcadığının hesabını verecek. Devlet dediğiniz kurum budur. Ve eğer biz bunları yapabilirsek, bu amaçla yola çıkabilirsek mücadelemizin ne kadar kutsal olduğu ortaya çıkar. Mücadelemizin sadece bizim mücadelemiz değil, 81 milyonun mücadelesi olduğu gerçeği ortaya çıkar. Biz demokrasiyi savunurken sadece kendimiz için değil 81 milyon savunuyoruz. Nasıl biz yeni kurulan bir partiye 15 milletvekili verdik, ne için? Demokrasi için verdik. Birileri bir siyasal partinin seçimlere girmesini engellemek istedi, yargı yoluyla engellemek istediler, ama biz demokrasiye inanan ve demokrasiyi savunan bir siyasal parti olarak o engelleri kaldırdık. Çünkü biz demokrasiyi savunuyoruz.
SÜRATLE HANEDANLIĞA YÖNELEN BİR DEVLET ANLAYIŞI VAR
16 yılda geldiğimiz nokta değerli arkadaşlarım. Keyfi bir yönetim var, basiretsiz bir yönetim var ve süratle hanedanlığa yönelen bir devlet anlayışı var. 15 Temmuz hain darbe girişimden sonra Türkiye’de 20 Temmuz’da bir sivil darbe yapıldı. Pek çok insanın hakları ellerinden alındı. OHAL ilan edildi. Terörle yakından, uzaktan hiçbir ilgisi olmayan, sadece iktidara muhalif olduğu için yurtdışına çıkışı yasaklananlar, aile boyu yasaklananlar, üniversitelerden atılanlar, öğrenciler, avukatlar, sivil toplum örgütlerinin yöneticileri, gazeteciler kıta kıta hapishanelere dolduruldu.
Ve değerli arkadaşlarım bunu, 15 Temmuz hain darbe girişimini, 20 Temmuz’un ana aktörü olan kişi “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirdi. Bunu da herkese anlatın. Anlatmak bizim görevimizdir. Bir darbe girişimini “Allah’ın bir lütfu” olarak bir kişi dillendiriyorsa, ondan çok şey beklediğini ve ondan haberdar olduğunu aslında dolaylı olarak geniş kitlelere aktarıyor.
Değerli arkadaşlarım, demokrasiyi getirmek için mücadele edeceğiz. Görev kime düşüyor? Hepimize düşüyor. Öncelikle bu görev Cumhuriyet Halk Partililere düşüyor. Öncelikle bu görev Kuvayımilliyecilere düşüyor, öncelikle bu görev ülkesinin geleceğini düşünen bizlere düşüyor. Ve biz bu mücadeleyi vermek zorundayız. Bedeli ne olursa olsun bu mücadeleyi vermek zorundayız. Bizim bu ülkeye ve geçmişte babalarımıza, atalarımıza karşı sorumluluğumuz var. Onlar bize böyle bir Türkiye bırakmadılar. Baskı altında ezilen bir halkı bırakmadılar. Bunun mücadelesini vereceğiz.
TEK ADAM REJİMİNİN 6 TEMEL ÖZELLİĞİ
Şimdi tek adam rejimindeyiz. Öyle sistem mistem hepsi hikaye, tek adam rejimi. Size bir şey daha anlatacağım. Tek adam rejiminin özellikleri nedir, ne anlıyoruz tek adam rejiminden? İyi de bunu da anlatmak lazım vatandaşa ne anlıyoruz tek adam rejiminden?
Tek adam rejiminin özellikleri nedir? 6 temel özelliği var.
Birincisi şu, her şeyi bir kişi belirler, tek adam diyoruz ona. Bir şey mi sorulacak tek adama, bir karar mı verilecek tek adama, ihale mi yapılacak tek adama, kupon arazi mi birisine satılacak tek adama sorulur. Birinci özellik budur. Tek adam her şeye hakimdir.
İkinci özellik, tek adam her şeye hakim olduğu için, her şeye karar verdiği için tek adam kendisini hem devlet, hem de millet olarak tanımlar. Devlet de benim, millet de benim diye ortaya çıkar. Ve siz tek adamı eleştirdiğinizde size şöyle bir suçlama yapılır, siz milleti eleştiriyorsunuz, siz devleti eleştiriyorsunuz. Geldiğimiz nokta budur.
Üçüncü özellik, hiçbir mahkeme tek adamının eğilimini, tek adamın gözlemini almadan karar veremez. Tek adam ne düşünüyor, ben karar verirsem tek adamı rahatlatır mıyım, onun gözüne girer miyim, beni terfi ettirir mi diye yargı bağımsızlığı tümüyle ortadan kalkar, karar bir yerden alınır ve mahkeme o kararı yerine getirir.
Dördüncü özellik, tek adam vatandaştan topladığı verginin bir kuruşunun bile hesabını vermez. Çünkü vatandaşı sıradan ve kendisine mahkum kitleler olarak görür. Çünkü millet kendisidir, karşı tarafı millet olarak görmez. Millet olarak görmediği için o milletten, fakir fukaradan topladığı her kuruşun vergisinin hesabını millete vermez, zül addeder kendisi için niye ben hesap veriyim der. Ve vatandaştan toplanan her kuruşun hesabını vermez ama bir şey yapacaksa onu da lütuf olarak, ihsan olarak takdim eder kamuoyuna. Ben lütfettiğim için sen alıyorsun. Bu yurttaş kimliğinin yok edilmesi anlamına gelir, vatandaş kimliğinin yok edilmesi anlamına gelir.
Ve değerli arkadaşlarım beşinci özellik, az önce medya özgürlüğünü söylerken medya vatandaşın gözü, kulağı ve sesi olmalıdır. Halkın gözü, kulağı ve sesi olmalıdır. Tek adam rejiminde medya bir kişinin gözü, kulağı ve sesidir, o da tek adam. Tek adam ne derse onu yazarlar. Nitekim havuz medyasına bakın bir yerden talimat alınır, bütün gazetelerde aynı başlık atılır. Asla tek adam eleştirilemez asla. Sadece onun kulu ve kölesi olma bağlamında her dediği büyük puntolarla yazılır. Yanlış bile söylese o yanlışları asla görmezler.
Ve altıncı özelliği, tek adam rejiminde eğer tek adam sıkışırsa, vatandaşı perişan ederse, ülkeyi uçurumun kenarına getirirse mutlaka bir düşman arayışına girer. Ya içerde, ya dışarıda bir düşman bulacak ve bütün sorumluluğu onun üstüne yıkacak, sorumlusu budur diyecek. Geleceğim biraz sonra bütün bu ayrıntıları sizlere biraz daha sunmaya çalışacağım.
Şimdi bu tek adam rejimiyle mücadeleyi kim yapacak dedim. Az önce dedik biz yapacağız. Ama sadece biz mi? Hayır, bu ülkenin aydınları, işçileri, çiftçileri, emekçileri herkesin yapması lazım. Bu bir siyasi partinin salt çözmek istediği bir olay değil. Bu bir halk hareketi olmak zorundadır. Halkın her kesiminin yaşlı, genç, kadın, erkek siyasi görüşü ne olursa olsun demokrasi paydasında buluşan herkesin ortak mücadele etmesi lazım. Bir darbeyi savuşturmalıyız, bir tek adam rejimini yok etmeliyiz. Bu ülkede herkes düşüncesini özgürce ifade edebilmeli. Herkes adalet beklentisi içinde olmadan haksızlığa uğradığında önüne adalet rahatlıkla konabilmeli, yargı bağımsız olabilmeli. Dolayısıyla biz bu mücadeleyi yapacağız. Nasıl? Kuvayımilliye ruhuyla yapacağız. Dört büyük devrimden söz ettim, üçü var dördüncüsü yok, demokrasi. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırdığımız zaman Cumhuriyet Halk Partisi gerçek anlamda görevini yerine getirmiş olacaktır.
TÜRKİYE BİR BORÇ BATAĞINDA
16 yılda memleketi bu hale getirdiler. İsraf ve rant ekonomisi üzerine bir politika güttüler. Bakın anlatayım size, 16 yılda vatandaştan katrilyonlarca lira vergi topladılar ama yetmedi bu para, bu beylere bu para yetmedi. Sonra devletin, cumhuriyetin kurduğu bütün fabrikaları sattılar, gene yetmedi bu beylere bu para. Haraç mezat sattılar üstelik. “Babalar gibi satacağız” dediler, hepsini sattılar, gene yetmedi bu para. Sonra devletin telefonunu Telekom’u bile haraç mezat sattılar, üstelik öyle sattılar ki adam kârını dışarı götürdü borcunu bize bıraktı. Gene borcunu bu millet ödeyecek, niye sattı? Bununla ilgili de yakında bir suç duyurusunda bulunacağız. Sorumluların mahkemelerde hesap vermesini istiyoruz. Bu da yetmedi, Telekom’u sattılar bu da yetmedi. Devletin arsalarını, devletin otellerini sattılar,  bu da yetmedi bunlara. Vatandaşı borç batağına soktular, vatandaş gırtlağına kadar borçta. İcra daireleri gırtlağına kadar tepelere kadar dosya duruyor, bu da yetmedi. Devleti milyarlarca lira borca soktular, fabrikayı sattılar, oteli sattılar, arsayı sattılar, vatandaştan vergi aldılar yetmedi, bir de gittiler dışarıdan dünyanın borcunu aldılar. Şimdi Türkiye bir borç batağında ve tefecilere teslim olmuş vaziyette.
BU BORÇ BATAĞINDAN NASIL ÇIKACAĞIZ: 13 MADDE
Bu bataktan nasıl çıkacağız? Öyle ya, böyle bir batak var diye sadece eleştirmek değil, o bize yakışmaz. Bize yakışan nedir? Eğer bir batak varsa bu bataktan nasıl çıkacağız, Türkiye bu bataktan nasıl çıkar? Bunu da her tarafa anlatmak zorundayız, herkese anlatmak zorundayız. 13 madde halinde, sizin önünüze koyacağız var size dağıtılacak bunlar, 13 madde halinde.
Birincisi şu, devleti tepeden tırnağa yeniden yapılandıracağız, liyakat esasını getireceğiz. İşi ehline vereceğiz. “Efendim benim amcamın oğlu dayımın oğlu, damadımız, çantacımız, bunlara devletin tepe noktalarında görev verelim…” Bu devleti yok etmek demektir, devletin çürümesine yol açar. Zaten şu anda da bir çürümüşlükle karşı karşıyayız.
Bakın değerli arkadaşlarım, Erdoğan Kırgızistan’a gidiyor, heyette oğlu da var devletin protokolünde. Ya senin oğlunun ne işi var orada, ne işi var devletin protokolünde? Devlette liyakat yok ki hanedanlık var! Oğlum da orada diyor. Oğlu da orada resmi heyette görev almış vaziyette.
İkinci konu, hukukun güvenliği… Hukukun üstünlüğünü sağlayacağız, yargı bağımsızlığını sağlayacağız. Hukukun, hukuk güvenliğinin olmadığı yerde hiçbir vatandaşın can ve mal güvenliği yoktur, nokta! Bugün Türkiye’de hiç kimsenin, 81 milyon için söylüyorum, hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Her an herkes tutuklanabilir, gözaltına alınabilir, hapishaneye tıkılır, aradan bir yıl geçse dahi iddianame yazılmaz. Örnekleri var dünya kadar. Dolayısıyla biz neyi yapacağız? Egemenlerin hukukunu değil, üstünlerin hukukunu değil, hukukun üstünlüğünü sağlayacağız. Görevimiz budur.
Bakın size çok çarpıcı bir olay anlatayım, Şaban Dişli olayı. Ben Grup Başkanvekiliyken bu Şaban Dişli’nin 1 milyon dolarlık işi, malı nasıl götürdüğünü belgesiyle ortaya koymuştum. Tık bile çıkaramadılar, Şaban Dişli bir süre sonra istifa etti, ben siyaseti bırakır diyordum. Şimdi sarayın adamı, tam adamını bulmuşlar. Malı götüren, daha büyük malı götürenle yan yana. Ve şimdi bunu büyükelçi tayin ediyorlar. Ne yapacak bu Hollanda’da merak ediyorum ne yapacak bu? Kandıracağı adam yok, malı götüreceği adam yok ne yapacak orada? Aynı zamanda kim? Kardeşi de içerde Mehmet Dişli. Suçun şahsiliğine inanırım altını özenle çizeyim, Mehmet Dişli dolayısıyla bir başkasının bir kardeşinin, yeğeninin, amcasının, dayısının, babasının suçlanmasını istemem suçu yoksa. Yani aile boyu olmaz suç, bunu ayırıyorum. Ama şunu da söylemekten kendimi alamıyorum. Bank Asya’nın önünden geçen adamı içeri atıyorsun, yetmiyor oğlunu içeri atıyorsun, yedi sülalesini içeri atıyorsun, cezalandırıyor, yetmiyor üniversiteden atıyorsun. Bu beyefendinin özelliği ne ki bir de ayrıca büyükelçi tayin ediyorsun? Özelliğini ben gayet iyi biliyorum. Malı götürme özelliği var bunun. Onun için ayrılamıyor yanından. Bu devlette hukuk güvenliğinin, adaletin olmadığını, kişiye bağlı adaletin olduğunu, kişiye göre adaletin yürütüldüğünü gösteriyor bize.
Üç, Merkez Bankası… Dünyanın bütün ülkelerinde demokrasilerinde Merkez Bankaları bağımsızdır. Siyasi otorite Merkez Bankasına talimat verir, örneğin enflasyonu yüzde 5 yapacaksın ama enflasyonu yüzde 5 yapmak için kullanacağı araçlara siyaset müdahale etmez, sonucuna bakar, 5 yaptın mı yapmadın mı? Yaptıysan göreve devam, yapmadıysan kusura bakma denir. Her şeye müdahale ve bizim Merkez Bankasının bağımsız olmadığını bütün dünya alem biliyor. Öyle bir noktaya getirdiler ki Türkiye’yi tefecilere teslim ettiler.
Dördüncüsü, akılcı bir sıcak para politikası gütmemiz lazım. Elin oğlu dışarıdan doları getiriyor; 1 milyon dolara Türkiye’de vurgununu vuruyor, ertesi gün yurtdışına gidiyor. Kimin cebinden? Bizim cebimizden. Gelsin yatırım yapsın fabrika kursun, yeni teknoloji getirsin başımızın üstüne. Ama öyle yapmıyor geliyor vurgununu vuruyor, malı götürüyor. Kim seyrediyor? Bu Ankara’daki beyler seyrediyorlar, onlar da bu işin ortağı aslında.
Beşinci madde; dolar bazında ihale yaptılar sanki bu memlekette Türk lirası geçersiz. Sanki hükümet Türkiye Cumhuriyeti hükümeti veya Türkiye Cumhuriyeti kabinesi veya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil bunlar. Bakanlar Türkiye Cumhuriyeti bakanı değil. Dolarla ihale yapıyorlar. Niye dolarla kardeşim? Hepsi yandaşları, dolarla ihale yapıyorlar. Sadece o mu? Hayır. Dolarla garanti veriyorlar birde. O mu? Hayır. Geçiş ücretleri de tüpgeçit, köprü, otoyol geçişleri de dolara endeksli. Bunların derhal Türk lirasına çevrilmesi lazım. Vatandaşa bağırıyor efendim dolarını bozdur. Bunlara niye bir şey demiyorsun? Çok açık ve gayet net söylüyorum Sevgili Erdoğan, sen dolar baronlarının adamısın. Tazminat davası mı açacaksın, açmazsan namertsin! Açarsa ispat edeceğim, dolar baronlarının adamı olduğunu ispat edeceğim açarsa. Belli konularda korkuyor, dava açmıyor. Uyduruk konularda açıyor onların hepsini de kazanıyorum.
Altı, Kamu İhale Yasası. Adamına göre ihale, adamına göre mevzuat. Yaptıkları, geldikleri nokta bu. 16 yılda ihale mevzuatını 186 kez değiştirdiler. Bir adam geliyor ihale verecekler. Nasıl verecekler? Bakıyorlar mevzuat uymuyor, tak mevzuatı değiştiriyorlar ona göre. Bir başkası geliyor başka bir ihale. Ama ona da mevzuat uymuyor tak değiştiriyorlar ona da uygun hale getiriyorlar.
Yedincisi, kamu harcamalarında şeffaflık… Her kuruşun hesabını siyaset kurumu vatandaşına vermek zorundadır. Vatandaş vergi ödüyorsa şu soruyu sorma hakkı vardır bütün dünyada, bütün demokrasilerde. Ben sana vergi veriyorum parayı nereye harcadın kardeşim? Bunu sağlamak zorundayız.
Sekizincisi, bütçe disiplininin sağlanması lazım. Öyle bütçe dışı fonlar, arpalıklar asla olmaması lazım.
Dokuzuncusu, dış politika… 180 derece değişmesi lazım. Bu dış politika Türkiye’yi felakete götürür. Bakın Suriye, dedik ki “Yanlış yapıyorsunuz. Ortadoğu bataklığına Türkiye’yi sokmayın.” “Vay efendim ne demek bataklık” diye bizi yıllar yılı eleştirdiler. Bugün geldiğimiz noktada ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıktı. En son Tahran’da bir toplantı yaptılar değerli arkadaşlarım. Dedik ki, “Suriye’yle mutlaka belli ilkeler çerçevesinde ilişki kurun, Esad’la ilişki kurun. Amerika kuruyor, Rusya kuruyor, İran kuruyor, Fransa kuruyor, Almanya kuruyor biz niye kurmuyoruz?” Kan davası haline getirmiş. Dış politika kan davası haline gelmez arkadaşlar, yoktur öyle bir şey dünyada. 9 Eylül, Gazi Mustafa Kemal Yunan askerlerini denize döktü, ama Venizelos Gazi Mustafa Kemal’e Nobel ödülü verilmesinin teklifinde bulundu. Yani bunu bir kan davasına dönüştürmedi. Siz Esad’la görüşmeyi yapmazsanız Rusya üzerinden, İran üzerinden onların kendi çıkarları var.
Daha komik bir şey değerli arkadaşlarım, Tahran’daki toplantı, bakıyorsunuz Rusya Devlet Başkanı var, yanında Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı… Aynı şekilde bir bakıyorsunuz İran’da da iki bakan var. Türkiye’ye bakıyorsunuz bir tarafta Dışişleri Bakanı, öbür tarafında damat! Milli Savunma Bakanı? O arkada oturuyor. Niye arkada oturuyor Milli Savunma Bakanı? Biz mali bir konuyu mu görüşüyoruz, hazineyle ilgili bir konuyu mu görüşüyoruz? İran’dan ve Rusya’dan borç para mı dileniyoruz? Yok öyle bir şey. Konu ne? Suriye. Kim olması lazım? Milli Savunma Bakanının orada olması lazım. Damat uzanmış, ayaklarını da uzatmış, kayınpederini dinliyor. Şu devletin geldiği hale bakın. Devlet bir aşiret mantığıyla, bir haneden mantığıyla yönetiliyor. Kim oluyor o adam? Yanına bir de çantacı koysaydın bari! Maliyede, hazinede çantacı var. Bütün herkesten müsteşardan daha yetkili, bakan yardımcısından daha yetkili, genel müdürlerden daha yetkili bir de çantacı var. Onu da götürseydin oraya.
Onuncusu, geleceğimizi ipotek altına alan borçlanmalardan kesinlikle ama kesinlikle vazgeçmeliyiz. Ya doğru dürüst borçlanma bir politikası olmalı, yoksa sıkıştım borç ver tefeciye gidip yalvar yakarırsan perişan ederler seni. “Borç alan emir alır”, Erdoğan’ın sözü bu… Sevgili Erdoğan, dünya kadar borç aldın, kimden emir aldığını bir anlatsana bize. Niye anlatmıyorsun bize, kim sana emir verdi, memleketi bu hale kim getirdi? Geleceğim birazdan ayrıntılara gireceğim.
Bakın değerli arkadaşlar, Mustafa Kemal ve arkadaşları siyasi bağımsızlığı aldıktan sonra ekonomik bağımsızlığı sağlamak için de ciddi bir ekonomi politikası güttüler. Bir metre milli demiryolumuz yoktu. Şeker fabrikamız yoktu. Bez bile üretemiyorduk. 15 yılda Türkiye’nin çehresini değiştirdiler. Hiç kimseye gidip yalvarıp yakarmadılar, el avuç açmadılar, bize borç para verin demediler. Kendi öz kaynaklarıyla geçindiler ve kendi öz kaynaklarıyla, bu ülkenin öz kaynaklarıyla Türkiye’yi şaha kaldırdılar. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Düyun-u Umumiye’yi çok iyi biliyordu. Osmanlı’nın batışını gayet iyi biliyordu. Şimdi 16 yılda ödedikleri faiz bunu da not alın, her yerde anlatacaksınız. 16 yılda dışarıya ödedikleri faiz yani yurtdışındaki bir avuç tefeciye ödedikleri faiz aldıkları borçlar dolayısıyla 156 milyar dolar. Kimin parası bu? Bu ülkenin fakir fukarasının parası. Kim dolarla geçiniyor? Bunlar geçiniyorlar. Kim borç alıp da milletin gözünü boyamaya çalışıyor? Bunlar. Bir de içeriye ödedikleri faizler var. Tahvil çıkarıyorlar, hazine bonosu çıkarıyorlar içeriye de faiz ödüyorlar. Kim alıyor? Gene bir avuç insan alıyor bunu. İçeriye ödedikleri faiz 699 milyar lira. Borçlanma günü itibariyle, faizlerin ödendiği tarih itibariyle kuru dolara çevirdiğimizde 409 milyar dolar ediyor içeriye ödedikleri faiz. Türkiye’yi tefecilere teslim ettiler. 16 yılın sonunda geldiğimiz nokta budur.
On birincisi, adaletsiz vergi politikaları. Vatandaş vergi ödüyor bu beylerin hiçbirisi vergi ödemiyor. Kadın evde musluğu açtığında 5 çeşit vergi öder. Man adasından 15 milyon dolar para getir 1 kuruş vergi ödemiyorsun. Allah rızası için 1 kuruş vergi ödemiyorsun. Man Adasında kimin parası var? Fakir fukaranın mı parası var, milyon dolarları Man Adasında mı? Yok. Kimin parası var? Ankara’daki beylerin parası var. Hem vergisiz, kemiksiz geliyor paralar. Vatandaşa da dönüp “efendim doları Türk lirasına çevirin...” Beyefendi sen niye çevirmiyorsun? 15 milyon doların hesabını verdin mi? 1 kuruş vergi ödedin mi?
On ikincisi üretim politikası. Türkiye üretmek zorundadır. Üreten ülke güçlüdür. Üreten, borçlanan değil. Tüketen değil, üreten ülke güçlüdür. Japonya’yı alın, Almanya’yı alın, Fransa’yı alın, İngiltere’yi alın kim üretiyorsa o ülke güçlüdür. Kim dileniyorsa o ülke şamar oğlanıdır kimse aksini söyleyemez.
On üçüncüsü, israftan kaçının… Aklıma saraya bakınca Ebuzer geliyor. Muaviye kendisine çok lüks bir saray yapıyor, Ebuzer “Gidip gördüm -ki sahabedir Ebuzer- Ey Muaviye diyor bu sarayı kendi paranla yaptıysan israftır, halkın parasıyla yaptıysan haramdır” diyor. Bunlar haram yiyorlar, haramla besleniyorlar, kul hakkı yiyorlar. Defalarca söyledim, “biz yemiyoruz” diyemiyorlar. Vatandaşa diyorlar ki tasarruf yap, ya vatandaşta para kalmadı ki zaten!
ÜLKEYE HİZMET ETMİYORLAR, KENDİLERİNE VE HANEDANLARINA HİZMET EDİYORLAR
Şu düzenledikleri şeye bakın 30 Ağustos dolayısıyla; ejder meyveli smoothie, efuli liçi meyvesi eşliğinde, aloevera- vallahi dilimiz de dönmüyor ama neyse idare edin- pataşur, zencefilli bilmem ne. Hani bizim meşhur bir lafımız vardı, vatandaş der ya “ayranı yok içemeye” diye, arkasını ben söylemiyorum. Bunların geldiği, Türkiye’yi getirdikleri nokta bu arkadaşlar. Cumhur perişan, cumhur yani vatandaş perişan, cumhur diyoruz biz. Vatandaş perişan, ekmek derdinde ekmek! Borç batağında, önünü göremiyor, işsizlik, pahalılıktan yakınıyor tek adam sarayda badem sütüyle, ejder bilmem nesiyle besleniyor. Ya bunu Allah kabul eder mi, ya sizde din iman var mı ya, sizde ahlak var mı ya? Adana’da bir kişi işsizlikten ve yoksulluktan ötürü çocuklarını, eşini öldürdü ve intihar etti. Bunların yüzüne, gözüne dursun! Bunları anlatacaksınız. Bunlar kesinlikle bu ülkeye hizmet etmiyorlar. Kendilerine ve hanedanlarına hizmet ediyorlar bunlar. “Balık baştan kokar” diye bizim bir atasözümüz var. Tepedeki yönetici örnek olmak zorundadır. Ülke bu haldeyken sen safahat içinde yaşarsan olmaz, bu ülkenin kurtuluşu olmaz, doğru değildir bu.
BİR DÜŞMAN YARATMASI LAZIM Kİ, SORUNU ORAYA İHALE ETSİN
Dedik ki, tek adam rejiminde bir özellik, 6 özellik saymıştık ya birisi de neydi? Eğer tek adam teklerse, memleketi uçurumun kenarına getirirse mutlaka bir düşman bulması lazım, bir düşman yaratması lazım ki bütün sorunu oraya ihale etsin. Eskiden içerde bir şey olunca hep CHP’ye ihale ederlerdi, deprem oldu CHP, pahalılık oldu CHP, yumurtaya zam geldi CHP, sanki onlar değil de CHP memleketi yönetiyor. Şimdi olay o kadar büyüdü ki iş dolara döndü, şimdi bir suçlu bulacaklar. Kim? Papaz ve Amerika’daki Trump… “Efendim dış güçler, dış güçler memleketi bu hale getirdi” diye söylüyorlar. Eğer bu ülkenin ekonomisi bir devlet başkanının atacağı iki Tweetle ve bir de Papazla batıyorsa zaten bu memlekette her şey perişan demektir. Meksika sınırına duvar ördü Trump, hiç Meksika’da bir şey olmadı. Merkel’le kavga etti Merkel’e bir şey olmadı, Fransa’yla kavga etti hiçbir şey olmadı. Bize iki Tweet attı ortalık toz duman. Niçin? Memleketi bu hale kim getirdi? Dış güçler mi, başkaları mı?
Değerli arkadaşlarım, o kadar ki bir süre sonra şunu söyleyecekler, benzine zam yapıldı, dış güçler yaptı. Mazota zam yapıldı, dış güçler yaptı. Kağıda zam, dış güçler. Efendim suya zam, dış güçler. Okul servis araçlarına zam, dış güçler. İğneden ipliğe her şeye zam efendim buna dış güçler sebep oldu, dış güçler geldi. Tüm bu zamları dış güçler yapıyor da, sevgili Erdoğan sen ne yapıyorsun? Bunun bir hesabını çıkar ya. Elin oğlu bu zamları yapıyorsa sen ne yapıyorsun?
ERDOĞAN’A 9 SORU
Ve ben Erdoğan’a 9 soru sordum. Şu ana kadar tık yok. Niye tık yok ben de bilmiyorum. Ama devedişi gibi sorular tabi cevap vermesi zor. Çünkü cevap vermesi suçluluğunu itiraf anlamına gelir, beceriksizliğini, bilgisizliğini, yönetimdeki eksikliğini itiraf anlamına gelir.
Sorular şunlar;
Soru 1 - “Tarımı bitir, çiftçiyi borç batağına sürükle, samandan mercimeğe – canlı hayvandan ete kadar tarım ürünlerini ithal et” diyen, dış güçler miydi?
Soru 2 - “Yandaşlarına Türkiye’nin en büyük ihalelerini Dolar endeksli ver, ver ki Dolar yükseldikçe daha fazla kazansınlar” diyen, dış güçler miydi?
Soru 3 - Haydi, ihaleyi Dolarla verdin, “Yandaşlarına Dolarla gelir garantisini de ver” diyen, dış güçler miydi?
Soru 4 - Haydi, Dolarla yandaşlarına gelir garantisi de verdin, peki “yandaşlarının, sözleşme değeri 123 milyar dolar olan projelerinin dış borcuna devleti kefil et” diyen, dış güçler miydi?  
Soru 5 - “Döviz geliri olmayan şirketlere, döviz cinsinden borçlanmalarına izin ver” diyen, dış güçler miydi?
Soru 6 - Geçmişteki üreten ve saygınlığı olan Mustafa Kemal’in Türkiye’sini Londra’daki bir avuç tefeciye teslim eden dış güçler miydi?
Soru 7 - “Merkez Bankası’na müdahale et, bağımsız kurumların bağımsızlıklarını sonlandır, her şeyi sen belirle” diyen, dış güçler miydi?
Soru 8 - Haklı olarak “borç alan emir alır” diyordun. Memleketi bu hale getirmek için bugüne kadar emir aldığın dış güçleri açıklayacak mısın?
Öyle ya açıkla biz de bilelim.
Soru 9 - Geldiğimiz noktada artık Londra’daki tefeciler, faizi yetersiz buldukları ve sana güvenmedikleri için borç para vermiyorlar. Şimdi borç almak için Katar’ın kapısını çalmaya ve yalvarmaya başladın. Yeni emirleri Katar’dan mı alacaksın?
Bu soruları her yerde soracağız. Hiç kimse kendi kabahatini, kendi kusurunu bir başkasına ihale edemez. Buna izin vermeyeceğiz. Ne demek dış güçler? Eskiden de vardı dış güçler ama güçlü bir Türkiye vardı, onurlu bir Türkiye vardı, dilenen bir Türkiye yoktu. Kapı kapı dolaşıp "bana borç para verir misin" diyen bir Türkiye yoktu.
Ve geliyorum, bugün 9 Eylül. 95 yılı devirdik. Bize büyük bir sorumluluk düşüyor, her birimize. Her birimize büyük bir sorumluluk düşüyor. Türkiye’yi bu badireden çıkaracağız birlikte mücadele edeceğiz. Umutsuzluğa bizim kitabımızda yer yoktur. Milli Kurtuluş Savaşının çok daha zor koşullarda verildiğini hepimiz biliyoruz. Görev bize düşüyor. Tarla tarla, fabrika fabrika, cadde cadde, sokak sokak, ev ev bunları anlatacağız. Bunlar uzun süre dayanamazlar, yönetemiyorlar Türkiye’yi, yönetemezler de zaten. İsraftan başı dönmüş bunların. Saraylarına mahkum olmuş vaziyetteler. Bir yere giderken bile binlerce korumayla gidiyorlar. Kendi vatandaşından korkan başkan mı olur ya? Kendi vatandaşından korkan, kendi polisinden korkan, kendi ordusundan korkan başkan mı olur ya? Bunu düzeltecek olan biziz. Bu bizim namus borcumuzdur. Namus borcumuzun arkasında duracağız.
Hepinize teşekkür ederim.